Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
inceden, inceye, istanbull

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Genel Bilgi





Marmara Bölgesinde, Türkiyenin en büyük ili olan İstanbulun doğusunda Kocaeli, güneyinde Bursa ve Marmara Denizi, batısında Tekirdağ, kuzeybatısında Kırklareli, kuzeyinde de Karadeniz bulunmaktadır Kuzey-güney doğrultusunda uzanarak Karadeniz ile Marmarayı birleştiren İstanbul Boğazı, aynı zamanda Asya ile Avrupayı da iki köprü ile birleştirmektedir İstanbul Trakya ve Kocaeli düzlükleri arasında bir plato konumunda olup, yüksekliği çok fazla olmayan tepelerle engebelenmiştir Ayrıca Marmara ve Karadenize dökülen akarsu vadileri ile de bölünmüştür İstanbulun Avrupa yakasındaki belli başlı yükseltileri Yalıköy yakınlarındaki Garipkuyu tepesinde (361 m) yükselen ve doğuya doğru alçalan Istıranca Dağlarının uzantılarıdır Asya yakasında ise, Kocaeli platosunda yükselen dağlardır Bunlar Aydost Dağı (537 m), Kayış Dağı (438 m), Alemdağ (442 m), Büyük Çamlıca Tepesi (262 m) ve Yuşâ Tepesidir (202 m)



İstanbulda kısa ve düzensiz akışları olan akarsular vardır Bunların çoğu denizlere ve göllere dökülür Terkos Gölüne Istıranca deresi, Küçükçekmece Gölüne Sazlıdere ve Nakkaş Dere, Büyükçekmece Gölüne Hamzalı, Çakıl, Eskice dereleri, Haliçe Alibey ve Kâğıthane dereleri, Karadenize Riva ve Göksü dereleri, Marmara Denizine Safran ve Sellimandıra dereleri dökülmektedir Yaz aylarında bu derelerin suları azalır Kış aylarında da taşkınlıklar oluştururlar Bunlardan Alibey Deresi üzerinde Alibey Barajı, Riva deresi üzerinde Ömerli Barajı, Heciz Deresinin kollarından Darlık Deresi üzerinde Darlık Barajı, Göksu Deresi üzerinde de Elmalı Barajı kurulmuştur Baraj göllerinin yanı sıra il sınırları içerisinde Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Terkos gölleri bulunmaktadır

İl topraklarını bölen çok sayıdaki vadilerin en önemlileri İstanbul Boğazı ile Haliçtir Ancak, bu vadilerin çoğu günümüzde yerleşim alanına dönüşmüştür Akarsu vadileri ise tarım alanları olarak kullanılmaktadır

Karadeniz kıyılarındaki yüksek alanlar ormanlarla kaplıdır Marmara kıyılarında plaj niteliğinde yerleşimler bulunmaktadır Bunların başında Silivri, Selimpaşa, Kumburgaz, Büyükçekmece, Küçükçekmece, Dragos, Tuzla, Yalıköy (Podima), Karaburun, Kısırkaya, Kumköy (Kilyos), Demirciköy, Riva ve Ağva gelmektedir İlin yüzölçümü 5220 km2, toplam nüfusu ise 10072447dir

İstanbulda Akdeniz ile Karadeniz iklimleri arasında geçiş iklimi olarak tanınan Marmara iklimi hakimdir Güneyde Marmara kıyılarında yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık geçerken, Karadeniz kıyılarında yazlar daha ılık ve yağışlı, kışlar da serin geçer



Ekonomik yönden İstanbul, Türkiyenin en gelişmiş kentlerinden biridir Turizm, sanayii, ticaret ekonomisinde ağırlıklıdır Sanayi kuruluşlarının büyük çoğunluğu il dışına taşınmasına karşılık, kent imalat sanayi yönünden önemini korumaktadır İstanbul sanayiinde asıl gelişme Cumhuriyetten sonra başlamıştır 1950lerden sonra hızlanan sermaye birikimleri, özel sektöre sağlanan destek, sanayi ve ticaret yönünden İstanbulun önde gelen bir kent olmasına olanak sağlamıştır

İstanbul doğal güzelliği, zengin kültür varlıkları, ulaşım ve konaklama konusundaki gelişimi ile Türkiyenin en önde gelen turizm merkezlerinden biri olmuştur Türkiyeye gelen yabancı turistlerin büyük bir bölümü İstanbuldan giriş yapmaktadır



Tarih boyunca İstanbulun mesire yerleri ünlü idi Ancak çarpık yapılanma sonucu bunların büyük bir kısmı özelliğini yitirmiştir Günümüze gelebilen mesire yerlerinin başlıcaları, Emirgân Korusu, Gülhane Parkı, Yıldız Parkı, Çamlıca tepesi ve Adalardır Ayrıca Kemerburgazda Aziz Paşa Ormanı, Odayeri; Çatalcada Çilingoz ve İnceğiz; Sarıyerde Belgrat ormanı, Binbaşı Çeşmesi, Kurt Kemeri ve Fatih Ormanı; Adalarda Dilburnu, Değirmenburnu ve Kalpazankaya; Alemdağda Taşdelen, Kaynakdolduran; Anadolu Hisarında Kavacık ve Hacet Deresi; Beykozda Karakulak Ormanı ve mesire yerleri bulunmaktadır Ayrıca Kuzguncuk, Yıldız, kandilli, Vaniköy, Bebek, Emirgân, Çubuklu, Abrahampaşa, Beykoz, Tarabya, Büyükdere koruları da onları tamamlamaktadır



İstanbul ekonomisinde tarımın payı çok azdır Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başlayan gıda ürünlerinin dışarıdan gelişi ve İstanbul pazarlarına aktarılması günümüzde de sürmektedir İlin tarım alanlarının büyük bölümleri yapılanmaya ayrılmıştır 1950li yıllara kadar kent içerisinde ve çevresindeki bağ, bahçe ve bostanlardan karşılanan gereksinim, bugün kalmamıştır Silivri, Çatalca, Şile gibi ilçelerde kısıtlı miktarda tarım yapılmaktadır Buralarda buğday, elma, armut, yulaf, ay çiçeği ve soğanın yanı sıra sebzecilik yapılmaktadır Aynı ilçelerde hayvan besiciliği ve tavukçuluk da yapılmaktadır Buna karşılık balıkçılık İstanbul yaşamında ayrı bir yer tutmaktadır

İstanbulun yer altı zenginlikleri bakımından önemli olan ilçeleri Çatalca, Şile, Bakırköy, Kartal, Gaziosmanpaşa, Sarıyer, Beykoz, Eyüptür Şile yöresinde bentonit, kil, sanayi kumu, tuğla, kiremit hammaddesi ve linyit; Bakırköyde çimento hammaddesi; Kartal yöresinde kiraçtaşı ve çimento hammaddesi; Gaziosmanpaşa yöresinde kaolin; Sarıyer yöresinde kil, sanayi kumu ve kaolin; Eyüp yöresinde kil ve Ağaçlı Köyünde linyit yatakları bulunmaktadır

İstanbul tarih boyunca çeşitli şekillerde isimlendirilmiştir Kaynaklar İstanbulun 135 civarında ismi olduğunu belirtmektedir Dünyanın büyük kentlerinden hiç birisi bu kadar çok isimle tanınmamıştır Bununla beraber İstanbulun isimleri kesin bir kronolojiye göre sınırlanamamaktadır Kentin ilk yerleşimi olan tarihi yarımadanın bilinen en eski ismi Licus (Ligos)dur Bu isim tarihi yarımadaya (Eminönü yöresi) doğru akan Lekop Deresinin sağından Haliç vadisine kadar inen yerin ismi idi



Daha sonra bu ismin yerine
Antik Çağ kenti olarak gelişen Byzantion almıştır Kentin kurucusu kabul edilen Bizasın anısına verilen bu isim, zamanla bir imparatorluğun ismi olmuştur Çeşitli dillerde İstanbulun isimlerinden ve kente verilen sıfatlardan bazıları şunlardır: Secunda Roma (IIRoma), Nova Roma (Yeni Roma), Roma Orientum, Megalipolis (Büyük Şehir), Kalipolis (İyi şehir), Konstantinopolis (Konstantinin Kenti), İslambol İstimboli, İstimpolin, Kayzer-i Zemin, Mahrusa-i Konstantiniye, Mahmiye-i İstanbul, Pay-ı Taht-ı Saltanat, Asitane, Beldetül Tayyibe, Darül Hilafe, Darül İslâm, Darül Mülk, Darüs Saltana, der Aliyye, Der-i Devlet, Dergâh-ı Selâtin, Dersaadet ve İstanbuldur

Byzantion, MÖVIIyüzyılın ortalarında büyük Yunan göçleri sırasında kurulmuş ve bu döneme ait çok az da olsa çanak çömlek parçaları Sarayburnu çevresinde ele geçmiştir İstanbul çevresindeki en eski yerleşim yeri, Anadolu yakasındaki Fikirtepe, Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlıdır Bu bölgede, Kalkolitik Çağda, MÖ3000in başlarından itibaren yerleşim olduğu bilinmektedir Bununla birlikte, İstanbulun 20 km batısındaki Küçükçekmecenin kuzeyindeki kayalık bir tepe üzerinde yer alan Yarımburgaz Mağarasındaki buluntular, Orta Paleolitik Çağdan (MÖ5000-3000) başlayarak burada yerleşimin olduğunu göstermektedir



Nitekim, bu mağara Bizanslılar zamanında kutsal bir yer olarak kabul edilmiştir Bu verilere karşın, ilk kentin, doğal bir koy olan 75 km uzunluğundaki Haliç (Keras)in üst tarafında, Alibey ve Kâğıthane dereleri arasındaki dağlık ve yüksek burunda, Silivritepede kurulduğu öne sürülmektedir Ayrıca, bugün Sarayburnu olarak bilinen ve kent surlarıyla kuşatılmış bölgede yerleşim olduğu da bilinmektedir Plinius, bu kesimde Lygos adı verilen bir köyün bulunduğundan söz etmektedirVIII- VII yüzyılda ise Megaralılar Ege ve Marmara kıyılarından Boğaza gelerek Sarayburnu (Akra)nda, büyük olasılıkla Trak yerleşmesinin üzerine kentlerini kurmadan önce Khalkedon (Kadıköy) çevresine yerleşmişlerdir Bu dönemde, Haliçin sonunda, Galatanın bulunduğu kesimde ve Hrisopolis (Üsküdar)te de Yunanistandan gelen koloni yerleşmeleri olduğu bilinmektedir
Sarayburnundaki yerleşme sonradan Byzantion olarak anılmaya başlanmış, diğer kesimleri ise Konstantinopolisin dış mahalleleri haline gelmiştir Bu dönemden sonra, MÖ 513te Pers, MÖ 479da Sparta, MÖ 477 sonrasında Atinalıların egemen buraya egemen olmuşlardır Kent, MÖ 340-339da da Makedonya Kralı II Philippusun eline geçmiş, Helenistik Çağda Byzantionun, Sirkeci, Sultanahmet ve Ahırkapı çevresinde gelişmiş, tüm yapılar antik akropol olan Topkapı Sarayı ve çevresinin bulunduğu alanda toplanmıştır Akropolde bulunan kent, taş bloklarla yapılmış sağlam duvarlarla kuşatılmıştır

Burada surların batısında Trakion Kapısı ile 27 kule bulunmaktaydı Sarayburnu yakınındaki tepede yer alan ve içinde saray, Zeus, Athena, Artemis-Selene ve Poseidon mabetleri, hamamlar, gymnasion , agora, stadion ve tiyatronun bulunduğu Akropolis ayrı bir duvarla kuşatılmıştı Akropolis yakınında etrafı revaklarla ( porticus ) çevrili, dörtgen planlı bir Agoranın ortasında Apollon, Heliosun tunçtan bir heykeli bulunuyordu Agoranın batısında Traklara karşı kazanılan bir savaşın anısına yapılmış bir başka meydan daha vardı Ayrıca şehrin en büyük hamamı olan Akhylleos Hamamıda bu çevrede idi Trakyadan su kanalları aracılığıyla getirilen sular, şehrin içerisindeki açık ve kapalı sarnıçlarda toplanıyordu Nekropolis (mezarlık) de batıda, surların dışındaydıII yüzyıl sonlarına kadar, yüksek duvarlarla çevrilmiş Byzantion, zengin bir kentti Bu refah düzeyinin kaynağını balıkçılıktan elde edilen gelirler, Boğazı geçen gemilerden alınan vergiler ve toprağın verimliliği oluşturmakta idi Bu durum MS193 yılında, Roma İmparatorluğunda taht kavgalarının neden olduğu kargaşa dönemine kadar sürmüştür



Devletin yönetimini ele geçiren Septimus Severius zamanında (193-211) önce en önemli yapıları ile birlikte büyük ölçüde yıkılan, sonra yeniden daha büyük olarak kurulan kent, oğlu Aurelius Antoninus Caracallanın adına izafeten Anatonina olarak tanınmıştır Sirkeciden Çemberlitaşa, oradan da doğuda Marmara Denizine kadar uzanan, ancak günümüze gelememiş surlar Septimus Severus tarafından yaptırılmıştır Kent merkezi, hamamlar Apollon-Helios ve Aphrodite mabetleri ve tiyatro da dahil olmak üzere anıtsal yapılarla donatılmıştı Nekropolis (mezarlık), Çemberlitaşla Beyazıt arasındaki alanda yer almaktaydı Zamanın ana yolları iki yanda sütunlarla sınırlandırılmıştı ve bu caddelerin en ünlüsü, Divanyolu (Yeniçeriler) Caddesi güzergâhını izleyen Mese Caddesi idi

Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra Konstantinopolis, yeniden yapılanmaya başlamıştır Ancak, bunlar yangın, deprem, kuşatma ve isyanlardan ötürü zarar görmüş, çoğunun kalıntıları günümüze ulaşamamıştır Bizans döneminde şehir, akropolün çevresindeki alanda yapılan Hippodrom, Hagia Sophia, Hagia Eirene ve Sarayburnuna kadar uzanan Büyük Saray çevresinde toplanmıştı İmparator Theodosios II Zamanında şehir genişletilmiş, surlar bugünkü Edirnekapıdan Balata kadar inen alana kadar uzatılmıştır Kent içerisinde kiliseler, manastırlar yapılmıştır Kentin ticaret merkezi de Hippodromdan bugünkü Beyazıt Meydanına kadar uzanan alanda yer alıyordu Ayrıca çeşitli meydanlar, sütun ve heykellerle bezenmiştir Bunlardan hemen hepsi günümüze kadar iyi durumda gelebilmiştir

Bizans İmparatorlarından Arcadius (395-408), IITheodesius, IIIustinianus (527-565), Thephios, IIIMikhael kente yeni yapılar eklemiştir Buna rağmen kentin tarihi yarımadası çeşitli isyanlardan büyük ölçüde etkilenmiş, zaman zaman da yakılıp yıkılmıştır İstanbul patriği Ioannes Chrisosthomosun İmparator Arcadiusun karısı Eudoksia ile sürekli çatışması halkı ayaklandırmış, çıkan isyan önlenemeyince Ayasofya başta olmak üzere şehirdeki pek çok yapı yakılıp yıkılmıştır IIIustinianusun yaşamını ve tahtını tehlikeye sokan Nika Ayaklanması (532), eşi Theodora ve komutanı Belisariosun desteği ile bastırılabilmiştir



Bu ayaklanma sonunda şehrin hemen her yanında yangınlar çıkmış, Hagia Sophia, Hagia Eireni ve Samson
Ksenodokion zarar görmüştür Bunun ardından 732 ve 740 depremleri kentin belli başlı anıtlarının yıkılmasına neden olmuştur Bu arada ilahi hikmetin simgesi sayılan Ayasofya, Nika İhtilalinden sonra yeniden yaptırılmıştır

Bizans döneminde İstanbul her geçen gün biraz daha gelişmiş, yerleşim artmış, yapılar yoğunlaşmış, çeşitli heykellerle bezeli Hippodrom yenilenmiştir Hippodromdan Marmaraya uzanan alanda çeşitli yapılardan oluşmuş Büyük Saray inşa edilmiştir Tarihi yarımadada büyük yollar ve caddeler açılmıştır

Romalıların şehirlerini dikili taşlarla ve heykellerle süsledikleri bilinmektedir Bizanslılar da onları örnek alarak şehrin çeşitli yerlerinde sütunlar dikmiş, üzerlerine imparatorlarının heykellerini yerleştirmişlerdir

Osmanlılar Konstantinopolisi ilk kez Sultan Yıldırım Beyazıt döneminde (1389-1402) kuşatmışlardır Yıldırım Beyazıt Karadenizden gelecek yardımları önlemek için, 1396 yılında bugünkü Anadolu Hisarını yaptırmıştır Fatih Sultan Mehmette (1451-1481) onun karşısına Rumeli Hisarını yaptırarak Boğazı kontrol altına almıştır Böylece İstanbulun fethi için başlayan çalışmalar arasında, kuşatmada gerekli olacak büyük toplar döktürülmüş, 12 kadırgadan oluşan güçlü bir donanma oluşturulmuş, ordunun sayısı arttırılmış ve yardımı önlemek amacıyla bütün yollar tutulmuştur Bu arada Cenevizlilerin elinde bulunan Galatanın savaş sırasında tarafsız kalması da sağlanmıştır Osmanlılar 2 Nisan 1453te İstanbul surları önünde görülmüş ve iki aya yakın süreden sonra 24 Mayıs 1453te şehir ele geçirilmiştir



İstanbulun fethinden sonra, öncelikle şehrin yıkılan yapıları onarılmış, Bizanslıların güvenliği sağlanmış ve yeni yerleşim bölgeleri oluşturularak Türkler yerleştirilmiştir İstanbul dört yönetim birimine ayrılmıştır Bunlardan biri imparatorluğun merkezi olan Suriçi, diğerleri Bilad-i Selase olarak isimlendirilen, Büyükçekmeceyi, Küçükçekmeceyi, Çatalcayı ve Silivriyi kapsayan Eyüp yönetimi, diğerleri de Galata ve Üsküdar idi Böylece Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbula taşınmış ve yeni bir dönem başlamıştır

Sultan IIBeyazıt zamanında, depremde büyük ölçüde zarar gören şehir 1510da hemen hemen yeniden yapılmıştır Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbulda bir kent planı yapılmış ve geliştirilmiştir Osmanlı mimarisinin Klasik Dönemine ait eserler Mimar Sinan ve Onun ekolünü benimsemiş mimarlar tarafından yapılmıştır Bu dönemde İstanbul en parlak konumuna ulaşmıştır

Osmanlı döneminde şehrin görünümü, sosyal yaşantısı tamamen değişmiştir Ancak şehir depremler, seller, yangınlar, salgın hastalıklardan zarar görmüştür

Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın Sadrazamlığı (1718-1730) sırasında, lale Devri olarak isimlendirilen dönemde, İtfaiye Teşkilatı kurulmuş, ilk matbaa açılmış ve yeni yapılanma ile İstanbulun görünümü değişmiş, batılılaşma süreci hız kazanmıştır



Bu arada Topkapı Sarayının dış bahçesi olan Gülhanede Tanzimat Fermanı ilân edilmiş ve batılılaşma resmen ortaya konmuştur Bunun sonucu olarak İstanbul yaşamında, eğitiminde, mimarisinde, sanayii kuruluşlarında büyük değişimler görülmüştür Bu dönemde şehir yeni yerleşim alanlarına doğru genişlemeye başlamıştır Tarihi yarımada Bakırköy, Yeşilköy yönüne, Galata, Taksim Maçka yönüne doğru yayılırken; Boğaziçinde yapılanma hız kazanmış ve Sarıyere doğru genişlemiştir Diğer taraftan şehir Anadolu yakasında Bostancı ve Beykoza kadar büyümüştür Bu dönemde altyapı ve kent hizmetlerinde önemli gelişmeler olmuş, Galata ile Eminönünü birleştiren köprü yapılmış, Karaköyden Beyoğluna çıkan dünyanın 3Metrosu (Tünel) hizmete girmiştir



Rumeli Demiryolu, kent içi deniz taşımacılığı yapan Şirket-i
Hayriyenin kurulması, Şehremaneti (Belediye) örgütünün ve diğer belediye dairelerinin kurulması, ilk telgraf hattının çekilmesi, Zaptiye Nezaretinin kurulması ve ona bağlı karakolların açılması, Vakıf Gureba Hastanesinin hizmete girmesi ve Atlı Tramvay Şirketi bu gelişmelerden bazılarıdır



XIXyüzyıl ile XXyüzyılın başları Osmanlı Devletinin en karmaşık dönemi olmuştur Bundan da İstanbul büyük ölçüde zarar görmüştür Peş peşe yenilgilerle sonuçlanan savaşların ortaya koyduğu çöküntü İstanbula da yansımıştır IMeşrutiyetin ilanı (1876), IImeşrutiyetin ilanı (1908), 31 Mart Olayı ve Hareket Ordusunun İstanbula girişi (1909) ve IIAbdülhamitin tahttan indirilişi, Osmanlı-Rus Savaşında Rusların Yeşilköye kadar gelmesi, Balkan Savaşlarında (1912) Bulgarların Çatalcaya kadar ilerlemesi ve IDünya Savaşının başlaması bu dönemin, İstanbulu etkileyen en önemli olaylarıdır IDünya Savaşının başlaması, Mondros Mütarekesinin imzalanması (30 Ekim 1918) Osmanlı Devletinin yıkılmasının en büyük nedeni olmuştur Yunanlıların 23-30 Mayıs 1919da İzmiri işgalini kınamak için İstanbulda Sultanahmette düzenlenen mitingler İstanbul tarihinin en önemli olaylarındandır Bunun ardından İstanbul, 15-16 Mart 1920de İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiş, Heyet-i Mebusan kapatılmıştır



Atatürkün önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşından sonra, Ankara merkez olmak üzere kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti 1 Kasım 1922de saltanat ve hilafetin ayrıldığını, Osmanlı Devletinin sona erdiğini ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) kurulduğunu ilân etmiştir Son Osmanlı Padişahı VIMehmet (Vahidettin) 17 Kasım 1922de İstanbulu terk etmiş, ardından İtilaf Devletleri de İstanbuldan ayrılmıştır Yeni Türkiye Cumhuriyetinin ordusu 6 Ekim 1923te İstanbula girmiş ve İstanbulun ikinci kez fethi gerçekleşmiştir Bundan sonra İstanbul yüzyıllardır sürdürdüğü başkentlik işlevini yitirmiştir

İstanbuldaki belli başlı tarihi eserler: İstanbul Doğu Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi eserlerini bir arada toplamış bir kenttir



Doğu Romadan (Bizans) başta Ayasofya, Aya İrini gibi Bizans kiliseleri (İstanbulun fethinden sonra bu kiliselerin büyük çoğunluğu camiye çevrilmiştir), Bizans sarayları, Bizans sarnıçları, su kemerleri, surlar, meydanlar, dikili taşlar ve hippodromu günümüze ulaşan eserlerdir Osmanlı dönemine ait Erken Dönem, Klasik Dönem, Barok, Rokkoko, Ampir ve Neo-Klâsik üslupta dini yapılar, namazgâhlar, sıbyan mektepleri, kervansaraylar, su yolları, mevlevihaneler ve dergâhlar, medreseler, hanlar, hamamlar, çeşmeler, sebiller, imarethaneler, darüşşifalar, türbeler, tarihi mezarlıklar, kaleler, köprüler, saraylar, kasırlar, yalılar, konaklar ve Türk sivil mimari örneklerini yansıtan eserler, Cumhuriyet dönemi anıtları, binaları günümüze gelmiştir Ayrıca uygarlık tarihinin tüm eserlerini bir araya toplayan müzeler de yine bu kentte bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Gezgin Gözüyle

Topkapı Sarayının Gizemli Köşesi: HAREM

Erdem Yücel

İstanbulun fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Topkapı Sarayının yapımına Sarayburnundaki Bizanstan arta kalan kalıntılar üzerinde 1465 yılında başlamıştır Osmanlı İmparatorluğunun kaderinde rol oynayan bu saray kompleksi Saray-ı Cedid-i Amire (Yeni Saray) ismiyle 1478de tamamlanmıştır Osmanlı devleti yönetim yapısı niteliğindeki saraya haremin ne zaman taşındığı konusunda kesin bir tarih verebilmek çok zordur Bu konuda yazılı belge olarak yalnızca Arabalar Kapısı üzerinde 1578 tarihli bir kitabe dışında başka bir belgeye rastlanmamaktadır Bazı tarihçiler, Saray Atikden (Eski Saray) Haremin Kanunî Sultan Süleyman devrinde (1520-1566) taşındığını ileri sürmüşlerse de bu iddia da bir belgeye dayanmamaktadır

Osmanlı İmparatorluğunda padişahın evi anlamında olan Haremde padişahlar çiniler, ocaklar, çeşmelerle bezeli dairelerinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir Burada acı-tatlı bir yığın olay birbirini izlemiştir Padişahlar ölmüş, öldürülmüş, masum şehzadelerin canına kıyılmış, gün gelmiş devletin varlığını tehlikeye düşürecek olaylar, saray entrikaları birbirini izlemiştir Bütün bu entrikalarla dolu ortamda yaşayanlar büyük olasılıkla kendilerini mutsuz hissetmişlerdir Sultanlar, sultan eşleri, cariyeler, valide sultan, şehzadeler, hizmetçiler, köleler, ağalar zengin bezemeli Harem dairelerinde yaşamış, dış dünyadan kopmuşlardır Bütün bu insanların yaşamı, güvencesi tek bir kişiye; Padişaha ve onun ağzından çıkacak bir çift söze bağlanmıştı

Haremde yaşayan kızların çoğu yabancı kökenli olup Darüssaade Ağası tarafından güzelliklerine göre seçilip satın alınmışlar veya bir baskında ele geçirilmişlerdir Sonra da Haremde İslam kurallarına göre yetiştirilip nakış, dans, müzik öğretilmiş, içlerinden en iyileri, güzelleri Sultanın hizmetine sunulmuşlardı Sultanın yatağına girebilme onuruna ulaşanlara gözde, birliktelikleri süreklilik kazananlara da ikbal denilmiştir Sultandan çocuk doğuran ikbal haseki olurdu Bunlardan erkek çocuk doğurana haseki sultan, kız çocuk doğurana da haseki kadın ismi verilirdi Hasekilerin Haremde farklı yerlerde daireleri, özel gelirleri, özel hizmetçileri olurdu Sultanın en büyük oğlunun annesi baş haseki sultan olurdu Bu çocuk padişah olduğunda da annesi Osmanlının en güçlü kadını, valide sultanlık mertebesine erişirdi Ancak Sultanın dikkatini çekmeyen, şanssız diye nitelenenler, çocuk doğurma yaşını aşanlar, çocuk sahibi olması yasak şehzadelere verilirdi İçlerinden şanslı olanlar ise sarayda eğitildikten sonra saray dışında görev alanlarla evlendirilirdi

Topkapı Sarayında Harem, Babüsselâmdan girildikten sonra ikinci avlunun (Birûn) sol yanından başlayarak üçüncü avlu (Enderun) içerisine kadar uzanmaktadır İlk yapımından XIX yüzyılın ilk yarasına kadar geçen süre içerisinde her padişah döneminde yapılan eklerle genişletilmiş ve 400ü aşkın odasıyla adeta küçük bir şehir görünümüne ulaşmıştır Böylesine uzun bir zaman süreci içerisinde yapılan eklerle çeşitli devirlerin mimari özelliklerini, bezemelerini görebilme olanağı vardır

Arabalar Kapısından, yekpare demir iki kanatlı kapı ile içerisine girilen Haremin yuvarlak kemeri üzerinde, siyah zemine altın yaldızlı bir kitabe yerleştirilmiştir

Güzin-i Padişahan han-ı Murad-ı âlişân
Letafetiyle beridir, der behişti acip
Haim-i cennet-i âlide bab-ı Sultan
996 (1588)

Arabalar kapısından Haremin asıl giriş kapısına kadar uzanan, üzeri açık, ince uzun avlunun çevresinde Dolaplı Kubbe, Şadırvanlı Taşlık, Kule, Başhazinedar Ağa ile Başmuhasip Ağanın daireleri, Meşkhane Kapısı, Karaağalar Mescidi, Karaağalar Koğuşu, Kızlar Ağası Dairesi sıralanmıştır Bu avlunun karşısına gelen küçük bir holün ardında da Haremin asıl giriş kapısı bulunmaktadır Buradan da tonozlu koridor üçüncü avluya (Enderun) açılan Kuşhane Kapısı yer almaktadır Haremin belli başlı bölümlerini Dolaplı Kubbe, Şadırvanlı Taşlık, Kule, Karaağalar Mescidi, Karaağalar Koğuşu, Kadın Efendiler Taşlığı, Valide Sultan Daireleri, Hünkâr Hamamı, Hünkâr Sofası, Ocaklı Sofa, Murad III Has Odası, Ahmet I Okuma Odası, çifte Kasırlar-Şehzadeler Daire oluşturmuştur

Topkapı Sarayı Hareminin her bölümü ayrı ayrı gezilmelidir Bu bölümler Osmanlı tarihi tarihinde acı ve tatlı pek çok olaya tanık olmuştur Burada entrikalar, aşklar, kıskançlıklar yaşanmış ve bir çok acımasız olaylar birbirini izlemiştir Kısacası her bölümün ayrı bir öyküsü vardır

İşte, bunlardan bir örnek: Söylenenlere göre Mehmet isimli bir Harem ağası sevdiği, ümitsiz aşkına ortak olmuş genç bir cariye ile birlikte Dolaplı Kubbenin içerisinde eskilerin değişi ile sır olmuş, yani yok olmuştur Söylentiye göre padişahın biri bu aşkı öğrenmiş, hançerini çekerek “Kanın benim elimden akacak melun” diyerek zenci ağayı kovalamıştır Canını kurtarmak için kaçan Mehmed, Dolaplı Kubbeye kaçmış, ancak elbisesinin ucu kapının dışında kalmıştır Peşinden koşan padişah kapıyı açtığında zencinin yerinde yeller estiğini görmüştür Bu olay genç cariye içinde söylenmiş ve saraylılar bir anda yok olan çiftin erdiğine inanmışlardır Bunun üzerine de Dolaplı Kubbenin kapıları yeşile boyanmış, üzerine bir daha açılmaması için kilit vurulmuştur

Haremde yaşayan en önemli kişilerin başında da Kızlar Ağası gelirdi Karaağaların başı olan Kızlaraağasının resmi ismi de Darüssade Ağası idi Padişahın görevlendirdiği Darüssade Ağası son derece nüfuslu olup resmi protokolde sadrazam ile eş tutulurdu Ancak onunda kaderi padişahın iki dudağı arasında idi Padişahı kızdıran Darüssade Ağasını yalnızca Sultan azlederdi Bu durumda kendisini saygıda yine kusur edilmez, yol hazırlıklarını yapması için sarayda daha birkaç gün kalır, sonra da bir gemi ile Mısıra gönderilir ve orada ölünceye kadar yaşardı; ancak padişahın gazabına uğrayanlar sarayın Balıkhane Kapısına getirilerek orada korku içerisinde bekletilirdi Burada bekleyen ağanın karşısına ya cellat ya da kendisini Mısıra götürecek olan geminin kaptanı gelirdi

Osmanlı Hareminin tarihe geçmiş en ünlü kadınlarının başında Kösem Mahpeyker Sultan gelmektedir Kocasının, iki oğlunun ve bir torununun zamanında Haseki Sultan, Valide Sultan ve Büyük Valide Sultan olarak yarım yüzyıla yakın sarayda saltanat sürmüştür Reşat Ekrem Koçunun deyişiyle; sevmiş, sevilmiş, baş tacı edilmiş, Osmanlı sarayında her türlü entrikaya karışmış ve rakiplerinin hepsini yere sermiş, saltanatı uğruna cinayete varıncaya kadar her şeyi meşru görmüştür Osmanlı sarayına on üç yaşında gelmiş, on dört yaşındaki şehzade Ahmetin koynuna sokulmuştur Aslında adalı bir Rum kızı olup, bir papazın evlatlığı idi Sultan I Ahmed ona “Kösem” (sürünün başında giden) ismini yakıştırmıştır

Osmanlı tarihinin en kanlı olaylarından biri olan Alemdar olayı da yine Haremin çevresinde geçmiştir Alemdar Mustafa Paşa, Sultan III Selimi yeniden tahta çıkarmak için Babüssaade Kapısını kırıp içeri girdiğinde, padişahın cesedi ile karşılaşmıştı Bu sırada tahta çıkardıkları Sultan IV Mustafanın yerinde kalabilmesi için isyancılar Şehzade Mahmudu öldürmeye koşmuşlardı Ancak genç şehzadeyi Cevri Kalfa isimli cesur bir kadın korumuş, taş merdivenin başında eline geçenleri isyancıların üzerine attıktan sonra elini kül dolu çömleğe sokarak merdivenleri çıkmaya çalışanların üzerine kızgın külleri atmış, genç şehzadenin damdan dama atlayarak kaçmasını sağlamıştı Bu mücadele Alemdar Mustafa Paşaya zaman kazandırmış ve Sultan II Mahmud Osmanlı tahtına çıkmıştır

Sultan I Abdülhamit ise Ruhşah isimli bir Başkadına aşık olmuş; ancak ömrünün sonuna kadar Onun yüzünden aşk acıları çekmiştir Harem de yazmış olduğu mektuplarda bu aşkın izleri açıkça görülmektedir

“Ruhşanım, Hamidin sana kurban ola, Cenab-ı Hallâk-ı Âlem, cal mahlûkatın hâlihidir Bir kusur ile azap eylemez Efendim sana bendolmuş bir kulunum İster darp eyle ister öldür; sana teslimim Bu gece gel niyazımdır Billâki sebeb-i illetim gözüm sürerek reca eylerim, kendimi zaptedemiyorum billâhilâzım

Padişahların zevk ve sefa sürdüğü Haremin hamamında iç oğlanlar, cariyelerin oluşturduğu görünümler batılı gravürlerde de yer almıştır Nitekim Tarihçi Reşat Ekrem Koçu Haremin hamamına kendine özgü üslubu ile anlatmaktadır:

“Muhteşem bir saray hamamının mermer ve altın yaldızlı bronz akisleri arasında saçı sakalı ağarmış bir padişahın, gözleri nefis lezzeti ışıkları ile parlayarak cennet kaçkını huri ve gılman misali, çıplak kızlar veya oğlanlar tarafından yıkanması, altın taslar, sızma işlemeli kırmızı peştemallar, sızma veya ince işlemeli tasmaları ile sedef kakmalı âbânoz nalınlar, tepe camlarından çubuk çubuk süzülen ışıklar, ne muhteşem bir tablodur

Osmanlıda padişahların tanrısal bir niteliği olmamasına karşılık hanedanın dokunulmazlığı vardı Özellikle bu durum padişahta kutsallık olarak yoğunlaşmış ve bir köle aristokrasisine dönüşmüştür Padişahın bile özel yaşamının olmadığı bu sistemde Haremde yaşayanların da hareketleri yasalarla, törelerle sınırlanmıştır Bu saray sistemi Osmanlı Devletini XX yüzyılın başlarına kadar taşımıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Sözlü Tarih

İstanbulun kuruluşuna ilişkin söylence

Megaralı Bizans,Kendi halkı için bir kent kurmaya niyetlenirDelf bilicisine başvurarak yer sorarBilici şöyle der:"Bu kenti körler ülkesinin karşısına kur"

Bizans bilicisinin söylediği yeri bulmak için hazırlıklara girişirgöç başlarGünün birinde Sarayburnuna gelirlerBuradan çevreyi seyerderken,Kadıköyde kurulmuş kenti görür"Bu kenti neden halşen benim bulunduğum yere değilde karşıki çorak yere kurmuşlarBu adamlar körmü"diye düşünürBirden bilicinin sözlerini hatırlarAradığı yeri bulmuşturKentini bulunduğu kıyıdaki yemyeşil yedi tepeüzerine kuracaktırKısa sürede kurulan kente Bizans adı verilir
İstanbulun Fethine ilişkin söylence ll

İstanbulun fethine ilişkin bir söylence de şudur:Fatih Padişah olunca İstanbulun fethini görüşür devlet yetkilileriyle fakat kimse bu işe rıza göstermezHulefai Raşidine nasip olmayan fetih ancak Mehdi Hazretlerine nmasip olur derler fakat Ak Şemseddin "Konstantiniyyeyi Muhammed Han Fetheder,sonra Beni asfar alır"der

Devlet ileri ileri gelenleri bu söze pek rağbet etmezlerse de Fatih inanıradamlarını gönderip tekrara tekrar sordurursonunda da "Bu yılın Rebiülevvel ayının yirminci günü seher vakti ihlas ve gayretle falan falan tarafdan yürünür,o gün feth olunur,Konstantiniyye Ezan sesleriyle dolar" dedi

Savaşa devam edildiği bir esnada Fatih bir ara Akşemseddini davet ederFakat Akşemseddin çadırına kimsenin alınmamasını talebelerine tembih ettiğinden kimse yanına varamazGelmeyince Fatih hiddetlenirKendi gelir fakat bakar ki çadırı çadırı örtülmüş vaziyette kapalıKılıcını çekerek yarar ve içeri girerGörür ki içeride hiç bir şey yok Akşemseddin sadece toprak üzerind esecdeye kapanmış,tacı mübarek başından yuvarlanmış,başının ak sacı ve sakalı parlamaka Ak sacını ve sakalını toprağa sürmüş toprak olmuş,gözlerinden boşanan yaşlar yeri ıslatmışAllaha yalvarmakta

Fatih bu durumu görünce dönüp makmına gelirKaleye bir bakar ki :İslam askeri Hisara yürümüş önlerind e ak elbise ( aba) giymiş bir taife hisaar gelmektedirArdından islam askeri,derken İstanbul feth edilir

fetihten sonra Akşemseddine fethi nasıl bildiğini sorunca o şöyle der:

-Kardeşim Hızırla İlm-i ledünde Konstantiniyyenin fethini istihrac etmiştikKale fetholunduğu gün hızırı gördüm,aba giymiş velielrle askerin önünde Hisara girmiştiKalenin fethinden sonra da hızır kardeşim kale duvarının üzerine çıkmış ayaklarını sarmış oturyorducevabını verir

Fetihten sonra da Fatih Akşemseddini aratır ,bulamazlar Nihayet Edirnekapıda bir eski oda da ibadet ederken bulurlar

İstanbulda bulunduğu sürece Akşemseddin o evde otururOraya bir mescit yapmıştırHalen oraya Akşemseddin mahallesi denir
Eyüp Sultana ait söylence

Söylenceye göre Peygamberimizin müjdesini duyan Emevi orduları İstanbulu fethetmek için kuşatır fakat bir türlü fethedemezKuşatma orduları içinde Pegamberimizin sancaktarı Eyüp Sultan Hzleri de vardırSefer sırasında ağır hastalanırÇevresindekilere ölünce surlara en yakın yere gömülmesini vasiyyet ederÖlünce de gerçekten de en yakın bir yere gömülürGece olduğunda kabrinden çıkan nur Bizans imparatorunun dikkatini çeker ve durumu araştırıp öğrenir ve buraya bir türbe yaptırarak dört kandil yakılmasını emrederBöylece Eyüp Sultanın kabri Bizanslılarca da kutsal kabul edilir

Eyüp Sultanın kabrinin bulunuşuna ilişkin birçok söylence vardırBunlardan biri de şöyledir

Fatih İstanbulu ferthettikten sonra Hocası Akşemseddin ile beraber Eyüp Sultan tarafına gider at üzerinde ki yolculuk bugünkü Eyüp Sultanın kabrinin bulunduğu yere gelince Akşemseddin:

-Hünkarım bugünkü yolculuğumuz buraya kadar olsun,der ve yere iki çınar dalı sokarGece fatih vezirini çağırıp çınar dallarının yerini değiştirmesini ve kimseye söylememesini emreder

Sabahleyin yine aynı yere geldiklerinde Akşemseddin atından iner ve :

-Hünkarım bizim çınar dalları yerlerini değiştirdi der ve yerin kazılmasını isterBir müddet kazıldıktan sonra Eyüp Sultanın kabri bulunurYıkanıp temizlendikten sonra tekrar gömülür ve bugünkü cami ve türbe yapılır,buradaki çınar dalları bugünkü çınar ağaçları olduğu söylenir
Ayasofya ya ilişkin Söylence

İmparator Justinianus bir gece düşünde bir aziz görürAziz ,çevresine bakmakta ve her köşede bir duraklamaktadırJustinianus hemen yanına varırAzizin elinde gümüş bir levha levhada da şimdiye değin eşi benzeri görülmemiş bir kilise resmi vardırİmparator:" keşke bu resim bend olsaydı da bu topraklarda aynısını yaptırsaydım" diye düşünürAziz resmi imparatora uzatarak " Justinianus ,tam şuraya bir kilise yaptır,adını da Aaysofya koy ",der

İmparator,ertesi dün çağırttığı mimarın elinde düşündeki yapı resmini görünce çok şaşırırAziz Mimarın da düşüne girmiştirUyandığında resmi kağıda döken mimar İmparatorun buyruğuyla Ayasofyanın yapımına girişir

HzMuhammetin doğduğu gece İstanbulda büyük bir zelzele olurAyasofyanın büyük kubbesi yıkılırbir türlü onarılamazBunun üzerine Hızırın uyarısıyla Mekkeye 300 keşiş gönderilirKeşişler Henüz çocuk olan HzMuhammetin tükrüğünden alır,biraz Kabe toprağı ve zemzem suyula İstanbula dönerlerKubbenin onarımında kullanılan harca bunlar katılınca kubbe tutar

İstanbul fethedildiğinde Fatih "Bu kubbe Peygamberimizin tükrüğüyle yapılmıştır"diyerek kubbenin ortasına paha biçilmez bir altın top astırmıştırİnanışa göre bu Hızırın makamıdır40 gün bunun altında namaz kılanlar mutlaka Hızırı görürler

Ayasofyanın büyük kubbesinin dört yanında birer melek resmi vardırbunlardan Cebrail kanat açıp nara atınca ,tüm doğu mücevherlerle dolarİsrafil nara atınca batıda kıtlık olur,Mikail seslenince Kuzeyde bir ermiş kişi ortaya çıkarAzrail bağırınca da tüm evrende veba salgını başlarBir başka söylenceye göre de Cebrail ve İsrafil gelecekte olacakları ,Mikail düşman saldırısını ve kıtlığı Azrailde hükümdarların ölümünü haber verirAyasofyanın orta kapısı üzerinde pirinçten uzun bir sanduka vardırİnnaışa göre içinde kraliçe Sofianı mumyası bulunmaktadırSandukaya el sürülürse korkunç bir gürültü çıkacak ve her yan sarsılacaktır

Güney kapılarından soldan 10sunun iç yanında dört köşe bir mermer sütun vardırBuna "Terler Direk" denirSütun kış yaz nemlidirBuna ilişkin olarak ta:Fatih İstanbulu fethetmiş,Ayasofyayı da cami yapmıştırİş bittiğinde Hızır camiyi gezer bakarki Mihrap Kabeye yönelik değil,Terler Direkin kaideini parmağını sokarak binayı Kabeye çevirirTerler Direkte ki delik Hızırın parmağını soktuğu yer olarak kabul edilirBurası bir çok hastalıkların çaresi ve dileklerin gerçekleşeceği yer olarak bilinir

Büyük Kıble kapısının da Tufanda Nuhun kullandığı geminin tahtasında yapıldığı görülürDeniz ticaretiyle uğraşanlar ,sefere çıkmadan önce buraya uğrar dualar eder Nuh AS a dualar okur ve kendilerine iyi geleceğine sağsalim dönüp geleceklerine inanırlar
llBayezid Camii ne ilişkin söylence

Bayezid camisinin temelleri atıldığında ,Mimar Başı Bayezide Mihrabı nasıl yerleştirmeleri gerektiğini sorarBayezid:

-"Şu ayağıma bas" der Mimar başı denileni yaptığında Kabeyi görür ve Mihrabı ona göre yerleştirir
Ahmed Paşa Camisine ilişkin söylence

Söylenceye göre Hafız Ahmet Paşa Fatih Camii nin yanına bir cami sebil medrese ve çeşme yaptırırCami bittikten sonra Paşa bir düş görür ve düşünde Fatih:"amimin yakınında cami yaptırıp neden cemaatimi aldın" diye onu azarlar ve başını vurdurturAhmet Paşa heyecanla uykudan uyanır,düşünü yorumlatırYetmiş gün sonra paşa ölürCesedi gömülürken lahdin kenarından kopan bir taş başını kılıç gibi keser
Rahime Sultan ve Merkez Efendi söylencesi

Sümbül Efendinin Rahime adlı bi rkızı vardırMüritlerden Merkez Efendi onunla evlenmek isterSümbül efendi kızı vermek istemediğinden ancak kırık deve yükü altın getirirse razı olacağını söylerMerkez Efendi günümüzde gömütünün bulunduğu yerin arkasındankırık çuval toprak alırBunları develere yükleyerek Sümbül Efendiye götürürÇuvallar açıldığında altınla dolu oldukları görülürSümbül Efendi onun kerametlerini görünce "Sen artık yetiştin kale dışına çık ve Hakkın sana verdiği görevi yerine getir"derBunun üzerine Merkez efendi şimdi bulunduğu yere yerleşir

Günün birinde kızıyla damadını ziyarete giden Sümbül Efendi,kapıyı açık bulurKızı ayaklarını uzatmış,çıkan ateşle yemek pişirmektedirBabası ne yaptığını sorar o da odunları olmadığından dervişlere ancak böyle yemek pişirebildiğini söylersümbül Efendi kızının da olgunluğa eriştiğini anlar,bir süre sonra ölür
Yuşa Peygamber Söylencesi

Yuşa ,HzMusanın kızkardeşinin oğlu ve sancaktarıdırMusa ölünce İsrailoğullarının başına geçmiş ve onları filistine ulaştırmıştırbu arada yapılan savaşlarıon birind etam savaşı kazanmak üzere iken gün batmaya başlaryuşa sol elini havaya kaldırarak güneşi durdururGüneş bir saat daha aydınlık kalrak savaşı kazanır

söylenceye göre yuşa İstanbulda da savaşmış ama Boğaziçinde Sütlüce köyü yakınlarında vurulmuş,bedeni ikiye ayrılmıştırBelinden aşağısı Sütlüce köyünde kalmış üst bölümü ise şimdi gömütünün bulunduğu yere dek gelmiş ve burada ruhunu teslim etmiştirOnyedi metre uzunluğudaki gömütünde,sadece belden yukarısının yattığına inanılırayaklarının kaldığı yerden fışkıran suyun da şifalı olduğuna inanılırAb-ı hayat suyu denir

Yuşa gömütünün başı Kudüse doğru iken İslamiyetin doğuşuyla kendiliğinden Kabeye yönelmiştirBeykozlular Yuşayı koruyucuları ve kurtarıcıları sayar"Beykozluları önc Allah sonra Yuşa korur" diye söyleniş yaygındır

Yuşanın İsrailoğularının başına geçişi,savaşımı ve güneşi durdurması olayı Kitab-ı Mukaddeste anlatılmaktadır
Şeyh Yahya Söylencesi

Kanuninin süt kardeşi olan Yahya döneminin en tanınmış müderrsilerindendirFatih sultan Mehmet Medresesindeki görevinden ayrıldıktan sonra Ortaköyde günümüzde kendi adıyla anılan toprakları alırBurada bir ev,medrese,mescit ve çeşme yaptırırsöylenceye göre en yakın arkadaşı HızırdırHatta bahçesindeki asmayı da beraber dikmişlerdir

Kanuni onunla hızıe arasındaki yakınlığı bildiğinden bir gün kendisini de Hızırla görüştürmesini isterGünün birinde Padişahın saltanat kayığı ortaköy önlerine gelirHaberciler Şeyh Yahyaya hünkarın kendisini çağırdığın bildirince o hızırla gelip kayığa binerarkadaşını Kanuniye tanıtmazPadişahta sormazBiraz ilerlediklerinde Hızır,Parmağındaki yüzüğü işaret ederek "Kerem eder verirmisiniz?"derPadişah uzatırHızır yüzüğü suya atıverirKanuni birşey demez ama çok öfkelenmirtirHızır Kurçeşmede elini suya uzatıp yüzüğü çıkarır:"Buyur Hünkarım çok üzüldün çok ta öfkelendin" der

Kıyıya çıktıklarında Yahya ,Padişaha yanınadakinin kim olduğunu söylerPadişah daha önce söylemediği için Yahyaya çıkışır,Hemen ardına dönüp onu ararOrtada kimseler yoktur"o sana kimliğini söyledi ama sen anlamadın der"
Baba Haydara ilişkin söylence

Şeyh Haydar ünlü bir Rufai şeyhidirÜsküdardaki dergahında yaşarYoksuldur,ama gönlü zengindirEline geçeni Üsküdarın yoksullarıyla paylaşır

Bir ramazan günü dergahında toplantı vardırİstanbulun her yerinden gelen yoksullar yiyip içeçek,dua edecektir Ama dergahta yiyeceğin kırıntısı bile yokturHaydarın kardeşi Ethem Bey bunu görüp endişelenmektedirBaba Haydar ise hiç aldırış etmez"şimdi her şey gelecek yolda" diyerek kardeşini paylarRamazan topunun patlamasına beş dakika kala Padişahın adamları tepsiler dolusu yiyeceklerle çıka gelir
Yeni Kapı Söylencesi

lVMurat tebdili kıyafet halk arasında dolşamaktadırBir gün yine kıyafet değiştirerek Üsküdardan kayığa binerYanında bir kiş daha vardırBoğaza doğru yol alırken yanındakine adını sorar O da "bana Üsküdarlı Remmal Ağa derler " derNeiş yaptığını sorunca Remmil atıp gaipten haber verdiğini söylerlVMurat Remmil atıp Padişahın yerini söylemesini isterAdam Remil atar ve 1Padişah deniz üstünde görünür der yeniden bakınca "Sultan Murat bizimle beraber,Sultan sizsiniz " diye nara atar Padişah :"Aferin hüner sahibiymişsin" derŞimdi bir remil daha at bakalım "ben İstanbula hangi kapıdan gireceğim,bilirsen seni ödüllendiririm bilemezsen gerisini sen düşün "derAdam remilini atmadan önce "padişahım bunu yazıp vereyim siz İstanbula girdikten sonra okuyun"derPadişah kabul ederKıyıya gelince lVMurat adamlarına kayığı kıyıya çekip sur kapısını kırıp İstanbula girerRemili açıp okur "Padişahım Yeni Kapınız hayırlı olsun!" kapının açıldığı semte "Yeni Kapı" adı verilir
Beşiktaşa ilişkin söylence

Beşiktaş bölgesi ormanlıkken Yaşka adlı bir papaz bir kilise yaptırırHzİsanın Taş Beşiğini de Kudüsten getirterek buraya yerleştirirBu beşik konulunca kilseye Taş Beşik Kilisesi denmeye başladıPapaz ölünce beşik Ayasofyaya götürülürama semtin adı Taşbeşiktirzamanla bu ad Beşiktaş olarak değişir

Başak bir söylenceye göre Barbaros Hayrettin Paşa , Akdenize çıkacağı zaman gemileri burada demir atınca ,halatları bağlamak için ,kıyıya taştan beş direk diktirirBu nedenle buralara Beşiktaş denilir
Cibaliye ilişkin söylence

İstanbulun fethinde önsaflarda çarpışan yiğitlerden biri olan Cebe Ali Mısır sultanının şeyhidirİstanbulun fethinde bulunmak istemektedirBu amaçla Anadoluya gelirAt çulundan bir cebe giydiği için bu adla anılır

Cebe ali orduyla İstanbul önlerine geldiğinde kendisine ekmekçibaşılığı görevi verilirBinlerce kişilk ordunun ekmeğini hiçbir aksaklığa meydan vermeden pişirir ama sırrını kimsecikler bilemez

Fatih gemileri karadan denize indirdiğinde Cebe Ali bu gemilere binmez Üç yüz Zeyni Fakiriyle Postlarını denize yayar,def ve küdüm eşliğinde denize açılırBunu gören Bizanslılar korkuyla kaçışırlarBu günün cibali kapısı denilen yere geldiklerinde surlara saldırır ve kente girerlerCebe Ali açıkça keramet gösterdiğinden şehit olur ve kente girdiği yere onun adı verilirbu ad zamanla Cibali olur
Unkapanına ilişkin söylence

Sefer Dede adlı şahıs bir gün Unkapanında ki bir fırına girer ve uyurfırının en harlızamanıdırBir süre sonra dışarı çıkıp tanıdıklarıyla vedalaşır;Unkapanından kendini denize atarak yiterYedi yıl sonra Cezayirden gelen bir gemi ile yine Unkapanına dönerAma dili tutulmuşturOnu getiren gemiciler Sefere Dedeyi Septe Boğazında bir timsahın üstünde ardlarından gelirken görüp gemiye almışlarkıyıya ulaşana değin timsah kendilerini izlemiştirKıyıya ulaştıklarında timsah ölmüşSefer Dedenin ricasıyla orada gömülmüştür

İSTANBUL

Dünyada güzeldir yeri
İstanbul bir cennet şehir
Mescitleri, camileri
İstanbul bir cennet şehir

Yedi tepe üzerinde
Eyüp Sultan yatır onda
Sevgisi yürekte, canda
İstanbul bir cennet şehir

Ayasofya, Sultan Ahmet
Fatih Sultan çekmiş zahmet
Allah ona vermiş rahmet
İstanbul bir cennet şehir

Beyazıt'ta gezin şöyle
Tarih, kültür seyir eyle
Gören kişi doğru söyle
İstanbul bir cennet şehir

Beşiktaş'ı, Eminönü
Topkapı, Üsküdar yönü
Çamlıca'dan görün onu
İstanbul bir cennet şehir

Sahabeler dolu bir yer
Yatır veliler, şehitler
Bağrında Yûşa Peygamber
İstanbul bir cennet şehir

Çobanoğlu elde kalem
Peygamber'den almış selâm
Hadis ile olmuş kelâm
İstanbul bir cennet şehir

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Camileri ve Mescitleri 1

Abbas Ağa Cami (Beşiktaş)

Beşiktaşta, Sinanpaşa Mahallesinde, Selamlık Caddesi ile Abbas Ağa Cami Sokağının kavşağında yer almaktadır

Bânisi Darüssade Ağası Abbas Ağadır (ö1672den sonra) Abbas İbn Abdürrrezzak adı ile de bilinmektedir Osmanlı sarayının ünlü darüssade ağalarındandır IV:Mehmetin padişahlığı (1648-1687) döneminde, saray hareminin ve haremağalarının etkinlik kazandığı yıllarda darüssaade ağası (1668-1671) oldu Edindiği servetle İstanbulun bir çok semtinde okul, cami, hamam ve çeşmeler yaptırdı 1672de darüssaade ağalığından azledilerek Mısıra sürüldü, orada öldü Kahirede İmam Şâfi Türbesi Haziresine gömüldü
Abbas Ağa Cami, Hadikatül Cevâmiye göre 1665-1666da inşa edilmiştir IIMahmut tarafından 1834-1835te yeniden yaptırıldığı bilinmektedir İlk inşasında caminin yanında bir sıbyan mektebi ile bir çeşmenin tasarlandığı, yapının bir hünkâr mahfili ile donatıldığı tesbit edilmiştir Sıbyan mektebi günümüze ulaşmamıştır

Caminin etrafı yüksek duvarlarla kuşatılmıştır Çevre duvarının kuzey yönünde, biri ana girişe, diğeri de halen imam meşrutası olarak kullanılan hünkâr mahfiline geçit veren iki kapısı bulunmaktadır Cümle kapısı ile cami arasındaki alan ahşap bir sakıfın altına alınmıştır Cami, kapalı son cemaat yeri, enine dikdörtgen harim, harime batı yönünde bitişen hünkâr kasrı ve minareden oluşmaktadır Duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülerek ahşap bir çatı ile örtülmüş, duvarlara iki sıra halinde dikdörtgen pencereler dizilmiştir Hünkâr kasrı ise ahşap olarak tasarlanmıştırSon cemaat yerinin batı kenarında bağımsız bir girişle donatılmış olan hünkâr kasrının, IIAbdülhamit devri onarımında elden geçirildiği sanılmaktadır

Harimde bulunan fevkani mahfil, doğuda ve batıda duvarların yarısına kadar, kuzeyde ise derinliğine gelişerek son cemaat yerinin üstünü kaplamaktadır Petek kısmı prizmatik üçgenlerden oluşan silindir gövdeli minare, son cemaat yeri ile hünkâr mahfilinin birleştiği köşede, kare bir kaide üzerinde yükselmektedir Mahfilin cephelerinde, başlıklarında küçük oyma gülçeler bulunan ahşap pilastrlar vardır Küçük bir mihrabı olan son cemaat yeri ile ana mekan ahşap bir duvarla ayrılmıştır

Harim tavanındaki ahşap işçilik dikkat çekicidir Tam ortadaki avize, altın yaldızlı beyzi bir göbeğe asılmıştır Tavan yüzeyi, kalın çıtalarla oluşturulmuş sekiz köşeli yıldızlar, kenarları yumuşatılmış dikdörtgenler ve çeşitli geometrik şekillerle düzenlenmiştir Tavan kornişlerinde yelpaze şeklinde ajurlu konsollar, mukarnası andıran sarkıtlı süslemeler ve perde motifleri görülmektedir

Mahfil kare kesitli ahşap sütunlara oturtulmuş, mihrap eksenindeki sütun açıklığı, eğri çizgilerden oluşan alınlıkla taçlandırılmıştır Mahfilin kuzey ve doğu kanatları çatıdan mamul kafeslerle, insan boyunu aşacak yükseklikte kapatılmıştır Hünkâr mahfili niteliğindeki batı kanadı özel bir oda olarak ayrılmış, dışarıdan aplike, renkli ahşap süsleme ögeleri ile kapatılan küçük kare mekânın üzeri bağdadi bir kubbe ile örtülmüştür Bu kubbenin içi yağlıboya akantus yapraklı bir süsleme ile bezenmiştir Kareden kubbeye geçişte, köşelerde beliren üçgen alanlar, altın yaldızlı ışınsal süslemelerle kaplanmıştır IIMahmut devrinin özelliği olan söz konusu mekânda tavana kadar devam eden bir mihrap tasarlanmıştır Ana mekânın, beyaz yağlıboya ile boyanmış olan mihrabı ile ahşap mimberi oldukça basittir

Abdi Çelebi Cami (Fatih)

Fatih İlçesinde, Kocamustafapaşa mahallesinde, Müdafaimilliye Caddesi ile Marmara Caddesinin kesiştiği yerdedir

Kanuni Dönemi ileri gelenlerinden Ruznameci Çelebi Abdullah Efendi tarafından yaptırılmıştır Çilingir, Sankiyedim, Yedimiçtim gibi adlarla da anılmaktadır

Mimar Sinan tarafından 940/1533 tarihinde inşa edilen ilk yapı dolma bir set üzerinde yükselmekte, dört fil ayağına bir kubbe oturtulmak suretiyle tasarlanmıştı Geçen yüzyılın sonlarında çok harap olan cami, devrin seraskeri Rıza Paşanın (1844-1920) delaletiyle, gideri Hazine-i Hassadan ödenmek kaydıyla yeniden inşa ettirilmiş, Mimar Sinanın ilk tasarladığı camiden tamamen farklı, eklektik üslupta bir yapı ortaya çıkmıştır İstanbulda meydana gelen 1896daki Ermeni Olaylarından sonra caminin çevresindeki Ermeni mahallesinde bir karakolun inşa ettirilmesi, caminin de yenilenmesine neden olmuştur

Osmanlı devrinin son yıllarında bakımsız kalan cami 1993de Süeda Hanım isimli bir hayırsever tarafından onarılmıştır 1992 yıllarında yapının kuzey kesimine dernek binası, tuvalet ve abdest yerleri eklenmiştir Ayrıca fevkani mahfilde kuzeye bakan pencerelerden biri kapıya çevrilerek minareye ve mahfile dışardan giriş sağlanmıştırSon yıllarda yapılan ekler caminin ana yapısı ile uyumsuz bir görüntü arz etmektedir

Yapının cepheleri pilastralarla bölünmüş, alt ve üst pencerelerin arasına yatay bir silme yerleştirilmiştir Alt pencereler basık, üst pencereler ise yuvarlak kemerlidir Üst pencerelerden cephe ekseninde bulunanlar yükseltilerek saçak kornişinden yukarıya taşırılmıştır Birkaç istisna dışında Osmanlı yapılarında görülmeyen, buna karşılık Bizans dini mimarisinde çokça kullanılan, osmanlı dönemi Rum kiliselerinde de sürdürülen bu saçak ayrıntısı, Abdi Çelebi Camisinin Rum kökenli ustaların elinden çıkmış olabileceğini düşündürmektedir Yapının dört köşesinde yükselen ağırlık kuleleri sekizgen, üst kısımları da soğan kubbelidir Cami kiremit kaplı ahşap çatıyla örtülmüştür Minaresi kuzeybatı köşesindedir

Kapalı son cemaat yerinin üst katı kadınlar mahfili olarak değerlendirilmiştir Fevkâni mahfilden harime açılan üç adet kemerin içinde mahfil zemini kavisli çıkmalarla genişletilmiş, bu çıkmalardan ortadaki daha geniş tutulmuştur Kare planlı harimin tavanı köşede, pandantif görünümlü ahşap dolgularla kuşatılmış, böylece elde edilen sekizgen yüzeyin merkezine alçıdan yuvarlak bir göbek oturtulmuştur Son devrin hattatlarından Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezerin eseri olan, yaldızla yazılmış sülüs hatlı Nur ayeti, alçı göbeği kuşatmaktadır Mihrabı çevreleyen ve 1933 onarımına ait olduğu sanılan çini kuşakta mavi zemin üzerine beyaz renkte celi sülüs olarak yazılmış, Kamil Akdik imzalı İhlas suresi bulunmaktadır Mihrap nişinde, son dönem özelliklerini yansıtan kalem işi perde motifleri görülür

Başlangıçta mescit olarak faaliyet gösteren yapının mimberini 1756da mahmut Ağanın yaptırdığı bilinmektedir Halen görülen ahşap mimber ise, yapının mimarisi gibi eklektik özellikler göstermektedir 19Yüzyılın sonundaki yenileme sırasında konduğu anlaşılan bu mimberin köşk kısmı dilimli kemerlerle donatılmış, soğan kubbeli bir külah ile taçlandırılmıştır

Ağa Cami (Beyoğlu)

Beyoğlunda İstiklâl caddesindedir Caminin batısı Sakızağacı Caddesine, kuzeyi Maliyeci Sokağına bakmaktadır 1003/1594 yılında Galatasaray ağası Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır IIMahmut 1834 yılında camiyi onartmıştır Doğudan Rumeli hana bitişik olan caminin etrafı çevre duvarıyla kuşatılmıştır Maliyeci Sokağına bakan ana kapıdan avluya girilmektedir Tamamı kesme taş olan yapının tüm kenarları taraklı mozaikle çerçeve içine alınmıştır Cami, üstte sivri kemerli, dıştan revzenle kaplı, içeriden sitilize Türk çiçek motifli, renkli cam pencerelerle, altta ise dikdörtgen kesitli ve demir parmaklıklı iki sıra pencereyle aydınlatılmıştır Yapıyı saçak hizasında dolaşan palmet frizinin hemen altında bir üçgenler kuşağı yer alır Dışarıdan çokgen bir çıkma yapan mihrabın hemen arkasında, içinde bânisinin gömülü olduğu bir hazire yer alır Caminin kuzeybatısındaki kesme taş minarenin, dikdörtgen kesitli kaidesinden petek kısmına, prizmatik üçgenlerle geçilmiştir Silindir gövdeli ve şerefe korkulukları kesme taş olan minare, ahşap üzerine kurşun kaplı bir külah ile örtülmüştür

Dört basamakla çıkılan kâgir son cemaat yerinden bir kapıyla harime geçilmektedir Girişte, fevkâni mahfilin tam altında kalan iki bölüm sağ ve solda ahşap korkuluklarla ayrılmıştır Harim, mahfilin altında kalan giriş bölümüne göre biraz daha yükseltilmiştir İki basık paye, kuzeybatıdan bir merdivenle çıkılan fevkani mahfili taşır Payelerle mahfilin birleştiği yeri mukarnaslı konsollar desteklemektedir Mahfilin altı kalem işiyle bezenmiştir Enine dikdörtgen harim, kenarları parhlanmış iki paye ile üçe ayrılmıştır Payeler, zeminden belirli bir yüksekliğe kadar on iki köşeli yıldızlardan oluşan geometrik süslemeyle kaplıdır Tavan, klasik üslupta kalem işi ile bezelidir Mahfil seviyesinden başlayan siyah üzerine altın yaldızlı yazı kuşağı iki koldan mihrabın tepeliğine kadar dolaşır Duvarlar, zeminden itibaren pencerelerin ortasına kadar mavi, yeşil fayanslarla kaplıdır Caminin içi, klasik motifler kullanılarak Kütahya çinileriyle, pencereler ise kalem işleriyle süslenmiştir

Avlusunda, aralarında ajurlu mermer şebekeler ve içbükey çeşme aynaları olan, sivri kemerli sütunların oluşturduğu çokgen planlı bir şadırvan bulunmaktadır Şadırvan Mimar Sinanın eseridir Bugün yerinde olmayan, fakat Mimar Sinanın tezkirelerinde adı geçen Kasımpaşadaki, Sinan Paşa Camisinden getirtilmiştir Fıskıyesi ise Oluklubayır Tekkesinden getirilmiştir

Ağalar Cami (Eminönü)
Bugün Topkapı Sarayı olarak adlandırılan Saray-ı Cedîdin üçüncü avlusunda bulunan Ağalar Cami, Hasodanın yanındadır

REkrem Koçu, sarayın içindeki camilerin en büyüğü olan bu ibadet yerine Hünkâr Cami de denildiğini bildirmektedir Burada İçoğlanları ve Enderun-ı Hümayun zülüflü ağaları namaz kıldıklarından, daha sonraları buraya Ağalar cami denilmiştir Yapının kesin tarihi bilinmemekle beraber, Ağalar Camisinin duvar örgü tekniği Fatih Sultan Mehmet döneminden kaldığına işaret etmektedir Kapılarından biri üstündeki 1136/1723-24 tarihli kitabeden ve duvar örgü tekniğindeki farktan, 18Yüzyılda Seyyid Mehmed Ağa adlı bir kişi tarafından büyük ölçüde tamir ettirildiği anlaşılmaktadır

IIMahmud döneminde, yeniçeri Ocağının kaldırılması kararının bu camide alındığı da söylenmektedir Ağalar Cami, 1881e kadar cami olarak kullanılmış, bundan sonra depo ve yemekhane olmuş ve üstünün kurşunları alınarak yıkılmaya bırakılmıştır Topkapı Sarayı müzeye dönüştürüldükten sonra, 1925ten itibaren kütüphane ve okuma salonu olarak restore edilmiş, sarayın çeşitli yerlerindeki yazma kitaplar burada toplanmış ve bunu anlatan 1928 tarihli bir kitabe güney tarafındaki kapısı üzerine konulmuştur

Ağalar Cami, dikdörtgen planlı, enlemesine uzanan bir yapıdır Yanına kapısında 1136 tarihli kitabe olan mescit eklenmiştir Cami ilk yaıldığında, üstünün kiremit kaplı bir ahşap çatı ile örtülü olduğu ancak, 18Yüzyılın ortalarında şimdi görülen beşik tonozun inşa edildiği, bunun sonuncu elemanın Türk klasik dönem mimarisine ters düşmesinden anlaşılır Üstünde daha önce bir kubbe olduğu yolundaki görüş pek inandırıcı değildir Ağalar Cami taş ve tuğla dizileri halinde yapılmış, yuvarlak kemerli alt sıra pencereleri bu biçimlerini 18Yüzyılda almıştır

Ağalar camisinin yanında bugün okuma salonu olan mescidin duvarları çinilerle kaplanmıştır Mescit ile esas cami arasında kalan ve ancak Altınyoldan ulaşılan mekan ise hareme mahsus namaz yeri idi

Ahi Çelebi Cami (Eminönü)

Eminönünde, Haliç kıyısında, Zindan Hanının batısında ve Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağının kesiştiği köşede yer almaktadır

Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadırAncak bazı söylentilere dayanılarak kapı üzerine 1500 tarihi konulmuştur Yapıldığı yıl kesin olarak belli değildir Yaptıran ise Âhi Çelebi Mehmed bin Tabib Kemal Ahî Can Tebrizîdir Vakfiyelerde de “Merhum Ahî Çelebi bin Kemalül-Tabib olarak geçmektedir Fatih, IIBayezid, Yavuz Selim ve Kanuni devirlerinde yaşamıştır Önce Candaroğulları hizmetindeyken, daha sonraları İstanbula gelerek Mahmutpaşa semtinde bir dükkânda tabiblik yapmıştır İlk bilgilerini babasından alan Ahî Çelebi, fatih Darüşşifasına hekimbaşı olmuşturMısırda ölmüş ve İmam Şafii Türbesine gömülmüştür Böbrek ve mesane taşları üzerine kaleme aldığı telifi ve tıbba ait bazı eserleri bilinmektedir

Ahi Çelebi Camii, Kanlıfırın Mescidi ve Yemişçiler Camii adlarıyla da anılmaktadır Ayvansarayînin Hadikatül-Cevâmide verdiği bilgiye göre, 15yüzyılda Ahi çelebi Tabib Kemal tarafından yaptırılmıştır Yemiş İskelesinde çıkan yangınlarda iki defa
yanmış; ilki 1539, ikincisi ise 1653tedir İkinci yangından sonra Mimar Sinan tarafından tamir edildiği için Tezkiretül-Enbiyede Onun eserleri arasında adı geçmektedir 1894 depreminde de hayli zarar görmüş ve onarım geçirmiştir Ahi Çelebi, İstanbulun en eski camilerinden biri olup, bugün harap durumda ve mimari açıdan pek fazla bir özelliği bulunmamaktadır Evliya Çelebinin ünlü seyahat rüyasını gördüğü cami olması nedeniyle İstanbul folklorunda önemli bir yer tutmaktadır

Evliya Çelebinin ünlü rüyası:
1040 yılı Muharreminin aşura gecesi (19 Ağustos 1630), İstanbuldaki evinde bir ara dalıveren Evliya Çelebi, eskilerin deyimiyle “beynen-nevm vel-yakaza”, yani uykuyla uyanıklık arasında bir rüya görür Yemiş İskelesi yakınında helâl mal ile yapılmış eski bir cami olan Ahi Çelebi Camiinde, minberin dibinde oturmaktadır Birden kapı açılır ve camiin içi nurdan bir cemaatle doluverir Hayret ve hayranlık içinde olup biteni seyreden Evliya, gelip yanına oturan zata kim olduğunu sorar
Aldığı cevap heyecan vericidir:
“Aşere-i Mübeşşereden okçuların pîri Sad ibni Ebi Vakkas!”
Peki, camiyi nura boğan cemaat? Okçular pîrinin anlattığına göre, ön saftakiler peygamberlerin, arka saftakiler evliyanın ruhlarıdır Ashabın, muhacirînin ve bütün Kerbelâ şehitlerinin ruhları da hep orada Mihrabın sağında oturan Hz Ebubekir ve Ömer, solundaki Hz Osman ve Alidir Mihrabın önündeki de Hz Üveysül-Karâni Müezzinlerin, dolayısıyla Evliya Çelebinin piri olan Bilâl-i Habeşi, camiin solunda duvar dibinde oturmaktadır Ve işte şimdi içeri kanlı esvaplarıyla girenler de Hazreti Hamza ve cümle şehitlerin ruhları!
Sad ibni Ebu Vakkas, Evliyanın “Yâ sultanım, bu cemaatin bu camide cem olmalarının aslı
nedir?” sorusunu da şöyle cevaplandırır:
“Azak câniblerinde cüyûş-ı muvahhidînden Tatar-ı sabâ-reftâr askeri muzdaribül-hâl olmağla
Hazretin himâyesinde olan bu İslambola gelüp andan Tatar Hana imdâda gideriz; şimdi
Hazret-i Risâlet dahi İmam Hasan ve İmam Hüseyin ve on iki imamlar ve bizden gayri Aşere-i Mübeşşere ile gelüp sabah namâzının sünnetin eda idüp sana kamet eyle diyü işaret buyururlar; sen dahi savt-ı alâ ile ikamet-i tekbîr idüp bades-selâm Ayetül-kürsîyi tilâvet eyle, Bilâl Sübhanallah desin, sen Elhamdülillah, Bilâl Allahü ekber desin, sen âmin âmin de Ve cümle cemaat alel-umûm tevhîd ederiz, Badehu sen Ve salli ala cemîil-enbiyâ vel-mürselîn vel-hamdülillâhi rabbil-âlemîn diyüp kalk, heman mihrabda Hazret-i Risâlet otururken dest-i şerîfin bûs idüp Şefâat ya Resûlallah deyüp recâ eyle!”
“Seyahat ya Resulallah!”
Tam o sırada camiin kapısında bir nur şimşek gibi çakar ve her yer “nûrün alâ nûr” olur Bütün cemaat ayağa kalkmıştır; Peygamberimiz, sağında İmam Hasan, solunda İmam Hüseyin olduğu halde kapıda belirir Yüzünde al şaldan bir örtü, elinde bir asâ vardır ve kılıcını kuşanmıştır “Bismillah” diyerek mübarek sağ ayağını içeri atıp nikabını açar ve selâm verir:
“Esselâmü aleyküm yâ ümmetî!”
Camidekiler hep bir ağızdan selâmı alırlar Resulullah mihraba geçip sabah namazının sünnetini kılarken Evliya dehşet içinde tir tir titremekte, bu arada Peygamberin eşkalini dikkatle incelemektedir Evet, aynen Hilye-i Hâkanîde yazdığı gibidir: Destârı on iki kolanlı beyaz şal, gerdanında sarı sof şal, ayaklarında sarı çizmeler
Peygamber sünneti kılıp selâm verdikten sonra sağ eliyle dizine vurarak Evliyaya “İkamet eyle!” buyurur Evliya, segâh makamında “ikamet ve tekbir” eder Resulullah aynı makamda hazin bir sesle Fâtihayı okuyarak ruhlar cemaatine sabah namazını kıldırır Selâmdan sonra Evliya, Sad ibni Ebi Vakkasın tarifine göre Bilâl-i Habeşî ile müselsel müezzinlik yapar Resulullah mihrapta yanık bir sesle Yâsin-i Şerif okuduktan sonra ayağa kalkınca Sad ibni Ebi Vakkas, Evliyayı elinden tutup huzura götürür ve der ki:
“Âşık-ı sâdıkın ve ümmet-i müştâkın Evliya kulun şefaat rica eder!”
Ve ardından Evliyaya döner:
“Mübarek dest-i şeriflerini bûs eyle!”
Evliya büyük bir heyecan içindedir; ağlayarak Peygamberin elini öper ve “şefaat”
diyecek yerde,
“Seyahat ve Resulallah!” deyiverir
Bu dil sürçmesi Resulullahın çok hoşuna gitmiştir; tebessüm ederek:
“Şefaat ettim, sıhhat ve selâmetle seyahat eyle! Fâtiha!” buyurur
Ruhlar Fâtiha okuduktan sonra, Evliya Çelebi hepsinin ellerini bir bir öpmeye başlar Evliya Çelebinin anlattığına göre Hz Peygamberin pembe renkli eli gül gibi kokmaktadır ve sanki
kemiksizmiş gibi yumuşacıktır Diğer peygamberlerin elleri ayva kokusundadır Hz
Ebubekirin eli kavun, Ömerinki anber, Osmanınki menekşe, Alininki yasemin, Hasanınki
karanfil, Hüseyininki beyaz gül
Evliya camideki bütün ruhların ellerini öptükten sonra Hz Peygamber tekrar “Fâtiha” der;
herkes yüksek sesle “sebal-mesânî”yi okur ve “Esselâmü aleyküm eyâ ihvânûn” diyerek
camiden çıkar; sahabeler de Evliyaya hayır dualar ederek onu takip ederler Sadece Sad ibni
Ebi Vakkas durur ve belinden sadağını çıkarıp Evliya Çelebinin beline kuşattıktan sonra şu öğütleri verir:
“Yürü sehm ü kavs ile gazâ eyle ve Allahın hıfz-ı emânında ol ve müjde olsun sana bu meclisde ne kadar ervâh ile görüşüp dest-i şerîflerin bûs itdinse cümlesini ziyaret itmek müyesser olup seyyâh-ı âlem ve ferîd-i âdem olursun Amma geşt ü güzer itdiğin memâlik-i mahrûsaları ve kılâ-i büldanları ve âsâr-ı acîbe ve garîbeleri ve her diyarın memdûhât, sanâyiât, mekûlât ve meşrûbâtını ve arz-ı beledi ve tul-ı neharların tahrir idüp bu seyr-i garîbe ile ve benim silâhımla amel idüp dünyâ ve âhiret oğlum ol, tarîk-i hakkı elden koma gıll u gışdan beri ol, nân u nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, iyilerden iyilik öğren!”
Bu öğütleri verdikten sonra Sad ibni Ebi Vakkas da Ahi Çelebi Camiinden çıkıp gider
“Önce bizim İstanbulcuğumuzu yaz!”
Derin bir inşirah ve büyük bir mutluluk içinde uyanan Evliya Çelebi, abdest alıp fecir namazını kıldıktan sonra Kasımpaşaya gider ve rüya tabircisi İbrahim Efendiye güzel rüyasını en ufak ayrıntıyı bile kaçırmadan anlatır İbrahim Efendiye göre, Evliya seyyah olup bütün dünyayı dolaşacak ve öteki dünyada Resulullahın şefaatine nâil olacaktır Bu tabirle yetinmeyen Evliya Çelebi,
Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dedenin tabirini de merak eder ve huzuruna varır
Dedenin tabiri daha gönül ferahlatıcıdır:
“On iki imamın ellerini öpmüşsün, dünyada azim sahibi ve başarılı olacaksın! Aşere-i
Mübeşşerenin ellerini öpmüşsün, cennete gireceksin! Çâr-yâr-ı güzînin ellerini öpmüşsün,
dünyada bütün padişahların dostu olacak, sohbetlerinde bulunacaksın Hazreti Resulün yüzünü
görüp mübarek ellerini öpmüş, hayır dualarını almışsın, iki dünyada saadete ereceksin İmdi,
Sad Vakkasın nasihati üzere önce bizim İstanbulcuğumuzu yazmaya başla, yürü işin rast gele,
el fâtiha!”

Caminin bilinmeyen vakfiyesi953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterinde özet olarak verilmiştirVakfiyede Meyve Kapısı haricinde gösterilen cami ve bâninin Edirnede bir hamam, Trakyada sekiz köy, mezralar vakfedilmiştirAyrıca Ahî Çelebinin oğlu Ruhullah Çelebinin kızı Ayşe Hatun da 934/1528de 10000 akçe nakit ve yıllık 1250 akçelik bir meblağı vakfa ilave etmiştir

Cami, tuğladan dört sivri kemer üzerine oturtulmuş, oldukça basık tek kubbelidir Son cemaat yeri altı kubbelidir Kubbeyi taşıyan sivri kemerlerin sağ ve sol üstlerinde sivri kemerli pencere izleri çıkmıştır Binanın kare şeklindeki kubbe kasnağı çepeçevre bir demirle çevrilmiştir Yanlara doğru ikişer payandanın da sonradan ilave edildiği anlaşılmaktadır Büyük kemer içlerinde sağ ve solda dörderi kıble duvarında üç, mihrap duvarında ise iki üst pencere mevcuttur Minare sağda yer almaktadır İçerideki kapısı yüksekte olduğundan bir merdivenle ulaşılmaktadırMinare kaidesi de bu geçide olanak vermek amacıyla dışarıdan kıbleye doğru uzatılmıştır Son cemaat yerinde minare tarafındaki duvardan bir kapı açılarak eklenti olan ilave binalara geçiş sağlanmıştır Caminin cümle kapısı son derece basittir Mihrabı mermer plaklarla kaplanarak yenilenmiştir Sağdaki ilave yapı üzerinde bulunan çeşmenin kitabesi 1281/1864 tarihlidir Binanın mimari açıdan önemi olmamakla birlikte, tarih açısından önemli bir yeri vardır

Ahmed Ağa Cami (Üsküdar)

Bağlarbaşından Selimiye Üsküdar yönüne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, Karacaahmet Türbesinin karşısında, Karacaahmet Mezarlığına bitişiktir

Caminin kuzeybatı köşesinde, imam odası ile pencere arasında on dört satırlık manzum kitabe yapının, üzengi ağalarından Rodoslu Hacı Hafız Ahmed Ağa tarafından ahşap olarak yaptırıldığını, daha sonra da oğlu Tophane Müşiri Fethi Ahmed Paşa tarafından 1272/1857de yeniden inşa ettirildiğini belgelemektedir

Yapı kâgir ve ahşap çatılıdır Basık kemerli, uzun dikdörtgen pencerelerle aydınlanan caminin, türbeye bakan cephesinin altında dükkânlar bulunmaktadır Kuzeydoğu köşesi, kitabeye kadar uzanan mermer bir sütunla yumuşatılmıştır Ana mekâna, merdivenlerle minare kaidesinin yola ve mezarlığa bakan yönlerinden girilmektedir İç mekân birçok değişikliğe uğramış ve tarihi özelliğini kaybetmiştir Tavanı ahşap kirişli, mihrap ve minberi basit ahşaptan yapılmıştır

Kuzeydoğu köşesinde yer alan minaresinin dikdörtgen kesitli kaidesi yapı kitlesinin içerisine dahildir Sıvalı minaresi kurşun kaplı bir külahla örtülüdür

Ali Kethüda Cami (Sarıyer)

Sarıyer'de Yenimahalle caddesi üzerindedirII Mustafa zamanında (1695-1703) sadrazam kethüdası olan Ali Efendi tarafından yaptırılmıştır Hadikatül Cevamîde 1720-1721de Nevşehirli İbrahim Paşanın kethüdası Mehmet Ağa tarafından tamir ettirildiği ve bu sırada bir minare eklendiği yazılıdır Yapının 19Yüzyılın ortalarında yenilendiği mimari özelliklerinden anlaşılmaktadır İlk yapıldığında, deniz kıyısında yer aldığı, zamanla kıyının doldurulması sonucu biraz daha içeride kaldığı tesbit edilmiştir Nitekim deniz yönünde kayıkhanelerin bulunduğu, kaynaklardan anlaşılmaktadır

Kıble doğrultusunda gelişmiş, derinliğine dikdörtgen bir alana yayılan yapı, kâgir duvarlı ve ahşap çatı ile örtülüdür Bir bodrum katı üzerine oturtulan caminin, kapalı bir son cemaat yeri ve harimi bulunmaktadır Cümle kapısı kuzeyde, mihrap ekseni üzerindedir Ana mekân, sekizgen kesitli, pilastr başlıklı yedişer ahşap sütunla derinliğine üç nefe ayrılmıştır Sütunlar kuzey, doğu ve batı duvarları boyunca mihrap duvarına kadar uzanan fevkani mahfili taşırlar Mahfilin, kuzey kanadında , mihrabın karşısına gelen kısmı yarım daire bir çıkma yapmaktadır Aşağıdakilerle aynı hizada olan ahşap sütunlar çatıyı desteklemektedir Üst katta batı yönündeki pencerelerden beş tanesi kapı olarak kullanılmakta, bu açıklıklardan son yıllarda yapıya eklenen kadınlar bölümüne geçilmektedirKuzeydeki ana girişten başka, doğu duvarında bir yan giriş bulunmaktadır Duvarlar dışardan, kesme taş örgüsüne benzer şekilde taraklı mozaikle kaplıdır Bütün cephelerde iki sıra halinde, dikdörtgen açıklıklı ve kesme taş söveli pencereler sıralanmaktadırGerek pencere söveleri gerekse de aynı özellikleri gösteren cümle kapısı söveleri pilastr şeklinde yontulmuştur Yalnızca ana girişin üstünde daire şeklinde bir pencere açılmıştır

Harimin tavanı, boydan boya, ince ve kalın çıtalarla yapılmış, sivri uçlarında iç içe geçen baklava şekilleriyle düzenlenmiştir Bu düzenleme yer yer kare çerçeveler içine alınmış, çiçek süslemeleri ile renklendirilmiştir Mihrap beyaz ve siyah mermerle üslupsuz bir şekilde yenilenmiştir Ahşap minberin kapısında ve köşk kısmının sütunlarında, IIMahmud devrinden itibaren yaygınlaşan çubuklu süslemeler bulunmaktadır Minberin köşk kısmının üzerinde, sekizgen prizma biçiminde bir kasnağa oturan piramit şeklinde bir külah bulunmaktadır

Kuzeybatı köşesindeki minarenin, yapı kitlesi içine gömülü kaidesinin kuzey yüzünde, diğer pencerelerle aynı boyutta üst üste iki sağır pencere vardır Kesme taştan inşa edilmiş, silindir gövdeli minare, birçok geç devir örneğinde olduğu gibi, yine kesme taştan, soğan kubbe biçiminde bir külahla son bulmaktadır Caminin kuzeydoğu köşesinde, basık bir kitle halinde abdest mekânları yer almaktadır

Ali Paşa Cami (Eminönü)

Beyazıtda, Fuat Paşa Caddesi ile Mercan Caddesinin kavşağında, İstanbul Üniversitesi Merkez Binası bahçesinin güneydoğu kapısının karşısında yer almaktadır

Yapı Ağa Mescidi ve Yakup Ağa Cami olarak de tanınmaktadır Saray Ağası Yakup Ağanın 954/1547de ölümünden önce, Eski Saraydan kalkan cenazelerin namazlarının kılınması için yaptırdığı mescidin yanması üzerine, Sultan Abdülaziz dönemi sadrazamlarından Âli Paşa (1815-1871) tarafından 1286/1869da yaptırılmıştır

Yapının mimarı İtalyan Borioridir Kitabe üzerinde, beyzi bir madalyon içinde Sultan Abdülazizin tuğrası yer almaktadır 1912 Mercan Yangınında hasar gören yapı, otuz yedi yıl harap durumda kaldıktan sonra 1949-1953 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, Âli Paşa dönemindeki üslubuna uygun olarak restore edilmiş ve ibadete açılmıştır

Eklektik üsluptaki bu yapı, altındaki dükkanları, köşesindeki sebili ve sekizgen prizma biçimindeki kitlesi ile dikkat çekicidir Dıştan sekizgen olan şema, içte yuvarlatılmış ve üstü kubbeyle örtülmüştür Alttan, dönen bir merdivenle çıkılan kapalı son cemaat yerinden yine aynı türde bir merdivenle mahfile çıkılmaktadır Bu merdivenin altında da bir kapıyla çokgen gövdeli, kırık piramidal külahlı, gövdesi üzerinde madeni aydınlatma şebekeleri bulunan minareye geçilir Şerefe, uçlarında sarkıtları bulunan konsollara oturtulmuş olup, korkulukları yine şebekeli madeni levhalardan meydana gelmektedir

Caninin yapıldığı arazinin konumu nedeniyle, ana eksende olmayan son cemaat yeri Fuat Paşa Caddesine bakan giriş cephesi üzerindeki yarım altıgen planlı ve her kenarında dilimli kemerlere sahip bir pencere ile aydınlatılan bir çıkma bulunmaktadır Bu çıkma, yapının bu kesimine sivil mimari özelliği katmaktadır Cami caddelere bakan cephelerindeki pencerelerle aydınlatılmıştır Bu pencerelerden doğrudan ana mekâna açılan üç tanesi oldukça yüksek tutulmuş olup, yuvarlak kemerlerle donatılmıştır Kemerlerin üzengi hizalarına üçgen çıkıntılar konulmak suretiyle at nalı kemer havası verilmiştir Bu pencerelerin üzerinde, içeriden alçı vitraylar, dışarıdan Mühr-i Süleyman biçiminde şebekelerle donatılmış birer yuvarlak tepe penceresi yer almaktadır Yapının mihrabı çokgen çıkıntısı ile cephede vurgulanmıştır

Cami, iç süslemesinin bugünkü sadeliğine karşın, dıştan çok hareketli bir görünüme sahiptir Yapının saçak silmesi klasik oranlardan uzaklaşmış mukarnaslardan oluşmaktadır Ana kitlede, saçağın üst bölümünde, her cephede dilimli kemer şeklinde biçimlendirilmiş, içi rumîleri hatırlatan stilize bitki motifleri ile dolgulu alınlıklar, cephelerin köşelerinde birer palmet oluşturmakta ve böylece yapıyı bir taç gibi sarmaktadır Harime açılan yuvarlak kemerli pencerelerin iki yanı, üzengi hizasına kadar bir sıra altıgen kesme taşla hareketlendirilmiş, altıgenlerin birleşme noktalarında oluşan boşluklar kırmızı ve yeşil taş kakmalarla doldurulmuştur

Dükkanlar ve sebilin yer aldığı zemin kat ile caminin bulunduğu birinci katın arası, küçük konsollardan oluşan bir kuşakla belirtilmiştir Günümüzde namaza tahsis edilmiş olan ancak gerçek işlevi tam olarak anlaşılamayan zemin katta, basık kemerli pencereler yer almaktadır
Arakiyeci (Takkeci) İbrahim Ağa Cami (Zeytinburnu)

Topkapıda, sur dışında, eski Edirne yolu üzerindedir Arakiyeci İbrahim Ağa, Takkeci İbrahim Çavuş, Takkeci Cami olarak da anılmaktadır

Kitabesinde de belirtildiği gibi, camiyi yaptıran İbrahim Çavuştur ve inşa tarihi 1000/1591-92dir Cami, mektep ve sebilden meydana gelmiştir Taş levha ve iri dikmelerle inşa edilmiş bir duvarla çevrelenmiş, üç kapılı geniş bir avlu içerisindedir Doğu tarafındaki Takkeci Sokağında İbrahim Ağanın bir diğer sebili, kendinin ve oğlu Halil Çavuşun kabirleri bulunmaktadırAvlunun kuzeydoğu köşesinde ve diğer taraftaki sebilin karşısında Derviş Paşanın 1235/1819 tarihli çukur çeşmesi bulunmaktadır Haziredeki 1173/1759 tarihli Takkeci İbrahim Cami Şeyhi Ali Efendinin kabir taşından ve Hadaikadaki ifadeden caminin aynı zamanda vakfiye gereğince Halveti tekkesi olarak da kullanıldığı anlaşılmaktadır

Cami, 1236/1830da onarım görmüştür1985te Vakıflar İdaresinin yaptırdığı çalışmalarda da mahfil tavan ve dikme ve kemerlerinde orijinal altın yaldızlı nakışlar bulunmuştur

Cami 1,15 m kalınlığında, kaba kesme taş ve iki sıra tuğla ile yapılmıştır Çatılı ancak, içeriden 5,50 m çapında ahşap kubbelidirCaminin iç ölçüleri 11,70x11,25 mdir 7,75 m Derinliğinde iki sıralı ahşap direk üzerinde, geniş saçaklı son cemaat yeri “U” şeklinde binayı çevrelemektedir Ön ve yan saçak alınları üçgen biçimindedir Sağda bulunan minare kaidesinin bir eşi de solda yapılarak denge kurulmuştur Buradan, dışarıdan ve içeriden mahfile çıkılmaktadır Minare kesme taştan, çok kenarlı bir gövdeye sahip, şerefe altı stalaktitlidir Bütünü ile orjinaldir Mahfile minareden de çıkılmaktadır Son cemaat duvarındaki cümle kapısı sade silmeli çerçeve içinde, iki sıra bademle tezyin edilmiştir Caminin kitabesi makaralı kapı üzerinde, üç satır halindedir Türkçe olarak kartuşlar içine girift bir celi sülüsle yazılmıştır Ahşap cümle kapısı orijinaldir ve kündekâri tekniği ile yapılmıştır Cümle kapısı sağ ve solunda ikişer alt ve üst pencere bulunmaktadır Alt pencereler arasında iki adet üstü dilimli ve köşeleri malakâri ile süslenmiş mihrap bulunmaktadır Son cemaat yerindeki alt pencerelerin kemer aynalarında mermerden celi sülüsle Fatiha, İhlas, Felak ve Nas sureleri kabartma olarak yazılmıştırCaminin sağ duvarında, minare yanında ikinci bir kapı vardır Cami on dört alt ve on dört üst pencereye sahiptir Üst pencereler sivri kemerli ve basit müzeyyen alçılıdır Mihrap üzerindeki müzeyyen pencerede besmele yazısı vardır Pencere ahşap kanatlarının bazıları günümüze kadar gelebilmiştir Mihrap duvarındaki pencerelerin kemer aynalarında son cemaat pencerelerindeki gibi celi sülüs yazılar bulunmaktadır Diğerlerinde ise çini panolar yer almıştır Dokuz ahşap direk üstündeki mahfil “U” şeklindeki camiyi sağ ve sol duvar ortalarına kadar sarmaktadır Yan duvarların mahfil altına isabet eden iki pencere arasında karşılıklı olarak birer kitabesi bulunmaktadır

Takkeci İbrahim Ağa Camisinin ünü ise, içerisindeki çinilerden dolayıdır 16Yüzyılın en güzel İznik işi çini örnekleriyle pencerelerin kemer tepelerine kadar bütün duvarlar kaplanmıştır Nar çiçeği kırmızısı, parlak camgöbeği, yeşil, lacivert renkler rumî ve hatayî desenler kullanılmıştır Pencere aralarında vazo ve çiçek buketleri ile bezenmiş panoların, kemer köşelikleri ve içleri zengin motiflerle süslenmiştir Mihrabın alçı mukarnasları hariç, tamamı çini ile kaplanmıştır ve mihrap ayeti de çiniyle yazılmıştır Bununla birlikta bazı duvarlarda taklit çiniler de kullanılmıştır Bazı panolar tamamen sökülerek alınmış ve yerlerine baskı tekniği ile yapılmış yenileri konmuştur Bunlardan bazılarının Gülbenkyan tarafından Lizbondaki Salazar Müzesine hediye edildiği bilinmektedir

Caminin mermer minberi, şebekeli korkuluğu, kafesli yanlıkları ve sade silmeleri ile devrinin güzel ve nisbetli bir eseridir Ahşap kubbe yaldızlı çatı ile dilimlenmiş, eteklerindeki mukarnasları altın yaldızlı iki sıra badem ve yapraklarla tezyin edilmiştir Kubbe göbeğinde yuvarlak içinde tekrarlanan bir ayet bulunmaktadır

Caminin avlusunun kıble tarafındaki kapının sağına bitişik üstü açık bir sebil, su kuyusu ve haznesi ayrıca da bir mektep binası bulunmaktadır Mektep, tek katlı ve çatılıdır Sebil ve mektebe giriş takkeci Cami Sokağından ayrı bir kapı iledir Mektebe bitişik olan sebilin avluya bakan penceresi yanında büyük bir kitabesi bulunmaktadır Kitabe dokuz satır olarak celi sülüsle caminin kitabesini de yazan Nûşî tarafından yazılmıştır 1002/1593-94 tarihini taşımaktadır

Caminin doğusunda Takkeci Cami Sokağının öbür tarafında, köşe başında İbrahim Ağanın diğer sebili ve kendisi ile oğlunun kabirleri bulunmaktadır Sebil, köşede her iki sokağa karşı ikişer pencerelidir 4,10x4,50 m Ölçülerinde taş söve ve başlıklardan yapılmıştır İlk yapıldığında üstü diğer sebil gibi açık olduğu sanılan yapının bugün üstünde çinko kaplı bir ahşap kat bulunmaktadır Sebilin eski Edirne yolu üzerindeki cephesinde içerideki su haznesine bağlı bir çeşmesi vardır Bu çeşme üzerinde üç beyitlik mermerden Türkçe kitabede İbrahim Ağanın adı ve 986/1578 tarihi yazılıdır Sebilin diğer köşesinde pencere üst başlığındaki diğer mermer kitabede su ayeti ve bir hadis bulunmaktadır Sebilin arkasında bulunan bahçedeki yüksek sanduka büyük olasılıkla Takkeci İbrahim Ağanın kabridir Dört yanında gülçeler bulunan ve sekiz köşeli baş ve ayak taşlarında Arapça ve Türkçe kitabelerde bu hayratın sahibi olan zatın 1004/1595-96 da vefat ettiği yazıldır Yanındaki daha küçük olan ve örfi kavuklu taşıyla dikkati çeken kabir ise oğluna aittir Kitabesinde Türkçe olarak İbrahim Ağanın oğlu Halil Çavuşun 995/1587de vefat ettiği yazılıdır

Arap Cami (Beyoğlu)

Tersane Caddesi, Galata Mahkemesi Sokağında ve Haliçin Galata yakasındaki en büyük camidir Bu caminin İstanbulu kuşatan Araplar tarafından yaptırıldığına dair bir söylence vardır Ama bu tarihsel verilerle çatışmaktadır İstanbul fethedildiğinde burada bir kilise bulunmaktaydı Bu kilise Fatih Sultan Mehmed tarafından Galata Camii adıyla 1475 yılında camiye dönüştürülmüştür Eski kilise, doğrudan doğruya Fatih vakıflarından biri olarak cami yapılmıştır 1492deİspanyadan göçe zorlanan Endülüs Araplarının bu cami etrafına yerleştirildikten sonra Arap Camii ismini almıştır

Arap Cami, IIIMehmed döneminde (1595-1603) bir onarım gördükten sonra, 1731deki Galata yangınının arkasından 1147/1734te Galatanın bu bölgesinde hayır eserleri yaptıran IMahmudun (1730-1754) annesi Saliha Sultan tarafından büyük ölçüde restore edilmiş ve bir de şadırvan eklenmiştir Cami, 1807de bir yangın geçirmişse de hemen onarılmıştır Bu onarımla birlikte Divan-ı Hümayun kâtiplerinden Hacı Emin Efendi tarafından binanın manzum bir tarihçesi yazılarak taşa işlenmiş ve mihrabın sağındaki duvara konulmuştur Bu manzumede caminin esasının Mesleme bin Abdülmelike dayandığı da anlatılmıştır

Arap Camisinin büyük ölçüdeki onarımı 1285/1868de IIMahmudun kızı Âdile Sultan ile kocası Mehmed Ali Paşa tarafından yapılmıştır Bu sırada avlunun altına bir sarnıç ile, bugün görülen şadırvan da inşa edilmiştir Balkan Savaşından bir süre önce cami tekrar onarıma alınmış, bütün çatısı açılmış ve 1913te yapılan bu onarımla büyük değişikliğe uğramıştır Bu sırada ahşap döşemenin altından çok sayıda kitabeli ve armalı mezar taşları çıkmış, bunlar Arkeoloji Müzesine konulmuştur Ayrıca binanın doğu kısmında Bizans üslubunda bazı fresko resimlere de rastlanmış, çok sayıda Bizans korkuluk levhaları bulunmuştur Giritli Hasan Bey adında bir kişinin kontrolünde yapılan bu onarımda, avlu tarafındaki cephe ileriye alınmış, Arap Mimari üslubunu taklit eden yeni bir son cemaat yeri ilave edilmiş, mahfiller, ahşap direkler üzerine yeniden inşa edilmiştir Mihrabın yanındaki hücrenin Meslemenin Çilehanesi olarak düzenlenmesi ve kaldırılan hünkâr mahfili merdiveninin yerinde, rüya ile keşfedildiği söylenen Arap baba merkadinin yapılması yakın tarihlerdedir Son yıllarda kilisenin çan kulesi olan, çok değişik biçimli minaresi küçük bir onarım görmüştür Bu minarenin Şamdaki Emeviye Cami minarelerine çok benzemesi de camiyi Araplara bağlayan söylenceyi desteklemektedir

Arap Cami dikdörtgen planlı ve gotik üslupta bir yapıdır Minareye yakın duvarda esasları gotik kemerli bir iki pencerenin izleri görülebilir Dominiken kiliselerinin kuleleri biçiminde olan kare kesitli minarenin de altında gotik sivri kemerli bir dehliz, avluya geçilmesini sağlar Kulenin üçüz pencereleri örülerek mazgal biçimine dönüştürülmüştür Caminin içinde mihrap bölümünde gotik mimarisinin en başta gelen özelliği olan kaburgalı tonozlar görülmektedir Mihrap ve hünkar mahfili ile yan kapıların röveleri, barok üsluptadır ve büyük ihtimalle 1734-35te Saliha Sultan tarafından yapılan onarım dönemine aittir
Asariye Cami (Beşiktaş)
Beşiktaşta Yıldız Mahallesinde Asariye Caddesi ile Asariye Çıkmazının kesiştikleri köşede yer almaktadır

Aynı yerde daha eski tarihli bir caminin bulunduğu bilinmekle birlikte, kaynaklarda söz konusu yapının inşa tarihi ve yaptıranı hakkında farklı görüşler yer almaktadır Bugünkü yapı IIMahmud tarafından, büyük olasılıkla hükümdarlığının (1808-1839) sonlarına doğru yaptırılmıştır Caminin talik hatlı mermer kitabesi kırık olduğundan tarihi tesbit edilememiştir Bu kırık kitabe, bugün cami bahçesinin kuzeydoğu köşesinde durmaktadır

Daire planlı ve kâgir olan yapıya, geç dönem özelliği olarak, dış görünüşüne egemen olan ve kuzeybatı köşesinde dikdörtgen bir çıkma yapan ahşap hünkâr kasrı eklenmiştir Hünkâe kasrı çıkmasını taşıyan, iki mermer sütunun arasına, daha sonra iki adet kare kesitli ahşap sütun yerleştirilmiştir Ana mekân, yüksek ve yuvarlak bir kasnağa oturan, içeriden sıvalı, dışarıdan kurşun kaplı bağdadi bir kubbe ile örtülmüştür Kâgir duvarlarda iki sıra halinde dikdörtgen açıklıklı pencereler yer almakta, alttakiler, IIMahmud döneminde sıkça görülen, baklava taksimatlı ve pullu şebekelerle donatılmış bulunmaktadır Harimin cümle kapısı kuzeyde, mihrap ekseninde yer almakta ve kapalı son cemaat yerine açılmaktadır Daire planlı ana mekân, alışılmış cami tiplerinden farklıdır Pencere aralarındaki sekiz çift bağdadi pilastr, kubbe eteğine kadar devam etmektedir

Eteğinde geniş bir silmenin dolaştığı kubbenin iç yüzeyi kartonpiyer tekniğinde yapılmış, ampir üslubunda süsleme grupları ile bezenmiştir Merkezde, avizenin asılı olduğu yuvarlak madalyon şeklindeki göbek içinde, yapraklardan ve çiçeklerden oluşan sekiz kollu bir süsleme görülmektedir Geri kalan yüzey, çift plastrların hizasında bulunan birer çift silme ile sekiz dilime ayrılmıştır Silmeler arasında, kubbe merkezine doğru gittikçe daralan sekiz adet dikdörtgen bölüm içinde, yaprak dolgulu oval süsleme grupları yer alır Bu dilimlerin eteğinde çelenk motifleri, merkeze bağlanan kısımlarında ise perde motifleri bulunmaktadırAynı perde motifleri mihrabın üzerinde de görülür İki yandan ahşap pilastralarla sınırlanan mihrabın yanlarında, ampir üslubu ile uyumlu, cami ile yaşıt pirinç şamdan durmaktadır Ahşap minber, iki tarafındaki plastralar ve eğri çizgilerden oluşan tepeliği ile aynı üslubun egemenliğini vurgulamaktadır

Caminin kuzeybatı köşesinde, hünkâr kasrı çıkmasının altındaki kapıdan, hünkâr kasrının zemin kat sofasına girilir Güney yönünde bir odanın bulunduğu bu sofadan merdivenle üst kata çıkılır Hünkâr mahfili ile bağlantılı üst kat, bir sofa, iç içe iki oda ve bir abdestlikten oluşmuştur Harim yönünde dışbükey bir çıkma yapan hünkar mahfili ahşap karkaslı, ajurlu madeni şebekelerle kapatılmıştır Karkasın üzerinde, marköteri tekniğinde, IIMahmud döneminde çok sık görülen çubuk biçiminde ve oval kakmalar bulunmaktadır Son cemaat yerinin üstünde büyük bir mahfil, kuzeydoğu köşesinde ise hünkâr mahfilinin simetriği olan ve aynı biçimde bir çıkma ile donatılmış ancak şebekesiz müezzin mahfili bulunmaktadır

Caminin kuzeydoğu köşesinde kesme taş minarenin kare kaidesi gövdeye kadar yükselmektedir Pabuç kısmı olmaksızın kalın bir simitle başlayan silindir gövdeli minarenin şerefesinin altına madeni akantus yaprakları aplike edilmiştir Sekizgen yıldızlarla süslü şerefe korkuluklarının alt kısmına girland kabartmaları yerleştirilmiştir Çıkmaz sokağın kuzeyinde, eskiden şadırvanın olduğu yerde halen tuvaletler ve abdest alma mekânı bulunmaktadır

Aşçıbaşı Cami (Eyüp)

Eyüp, Nişancı Mustafapaşa Mahallesinde Aşhane Sokağı ile Aşçıbaşı Cami Sokağının kesiştiği köşede yer almaktadır

Ayvansarayîye göre, yapıyı yaptıranın Aşçıbaşı Mehmed Ağa olduğu ve mihrabın önünde gömülüdür Vakfiyesi 999/1589 tarihlidir Çeşitli onarımlar geçirerek günümüze gelen bu yapı, bugün aralarda tuğla hatılları olan moloz taş duvar örgüsüne sahiptir Mihraba dik, dikdörtgen bir plan arz eden yapı içten ahşap tavan, dıştan dört tarafa meyilli kiremit çatı ile örtülüdür Çatının altındaki bir sıra kirpi saçaktan sonra tuğlaların dekoratif yerleştirilmesi ile hareketli bir kuşak elde edilmiştir Kuzeydeki kapının üzeri konsollara oturan genişçe bir basık kemer şeklinde olup, üzeri kirpi saçaklı sundurma gibi düzenlenmiştir Bunun üzerinde ise tuğladan yuvarlak kemerli yüksek pencere açıklıklarına sahip yapıda içte bir son cemaat yeri bulunmaktadır Asıl harim mekânı kare planlı olup, son cemaat yerinin üstünde ahşap korkuluklu bir mahfili bulunmaktadır

Dıştan dikdörtgen çıkıntı yapan mihrap, içten derin yarım yuvarlak bir niş şeklinde düzenlenmiştir Mihrap nişi önünde köşelerde birer kaideye oturan yivli ahşap sütunçeler bulunmaktadır Aşağıdan yukarıya hafifçe daralan bu sütunçeler üstte yine ahşap bir lento ile birbirlerine bağlanmıştır Sade ahşap bir minberi bulunan camide mihrap nişi, duvar yüzeyleri ve pencere içleri tamamen geç devir kalem işleri ile süslenmiştir Harap durumda olan kalem işlerinde kiremit renkli çerçeveler içinde “C” ve “S” kıvrımlı sarı, kirli sarı renklerde bitkisel motifli süslemeler görülmektedir Pencerelerin alt hizasına kadar duvar yüzeyleri, son yıllarda fayansla kaplanmıştır
Cami hariminin kuzeybatı köşesinde dışa taşkın bir minare yer almaktadır Bir sıra düzgün kesme küfeki taş, iki sıra tuğla ile örgülü kare kaide üzerinde geçiş bölgesindeki üçgenlerin bir taş, biri tuğla olarak ele alınmıştır Kaval silmeden sonra sıvalı olan yuvarlak minare gövdesi tekrar kaval silme ile oval hareketli taş şerefeye kadar uzanmaktadır Şerefede korkuluklar demir parmaklıklı ve yine sıvalı olan pabuç bölümünden sonra iri alem şeklindeki taş külah ile minare son bulmaktadır

Caminin doğu tarafında sokak köşesinde, uygun bir biçimde yer alan çevre duvarı üzerindeki mermer kaplamalı çeşme son yıllarda yapılmıştır Bugün yapının mihrabı önünde ve batı tarafında toprağa gömülü olarak birkaç tane mezar taşı bulunmaktadır

Atik Ali Paşa Cami (Fatih)

Atik Ali paşanın “Zincirlikuyu, Karagümrük, vasat Ali Paşa” camileri de denilen cami, Atikali semtinde Fevzi Paşa caddesindesindeki set üstündedir Zincirlikuyu adını, caminin yakınında bulunan bir kuyudan almıştır Cami çevresinde, hattat Rakım Efendinin medresesi ve türbesi ile Semiz Ali Paşanın medresesi bulunmaktadır

Caminin yapılış tarihi bilinmemekle birlikte, IIBeyazıd devri sadrazamlarından Atik Ali Paşa tarafından yaptırıldığı bilinmektedir Kitabesi bulunmayan cami, Atik Ali Paşanın 915/1509 vakfiyesine göre İstanbulda camileri, medresesi, imaret ve hankahı, Edirnede camisi, hankahı bulunmaktadırbu hayrat için İstanbulda, Rumelide ve Anadoluda bir hayli köy, arazi, dükkan, bedesten, hamam, bahçe ve evler, fırın, bostan, değirmenler bırakmıştır Morada beş Muallimhanesi bulunmaktadır Ayrıca 119 cilt kitap da vakfedilmiştir Vakfıyede Balatta görülen cami, Kariye Camidir

Yapı bir çok kez onarım görmüştür Özellikle 1648 depreminde son cemaat kemerlerinin tamamen, minaresinin de şerefesine kadar yıkıldığı kayıtlara geçmiştir 1960lara kadar ahşap olarak kalan son cemaat yeri, temel izlerine göre yeniden yapılmıştır

Cami iki sıra kesme taş,üç sıra tuğla ile inşa edilmiştir Plan olarak iki kare ayak üzerinde altı kubbelidir Son cemaat yeri de kesme taştan kare dört ayak üstünde üç kubbe ile örtülüdür Kemerlere isabet eden yerlerde, dış duvarlarda istinat ayakları mevcuttur Kemerler son tamirde dışta taş, içeride tuğla ile örülmüştür Altta ve üstte sekizer pencere vardır Ayrıca mihrap duvarında üstte iki yuvarlak pencere daha bulunmaktadırKaidesi kaba yonu kesme taştandır Pabuç kısa, gövde kesme taştandır Şerefe altı helezoni yivlidir Cümle kapısı da kesme taştan dışarı çıkık, üstte sivri kemerli, sade silmelidir Kitabe yeri boştur Mihrap alçıdan, yeni uçları püsküllü, altı sıra bademlidir Minber, taştandır, ancak yağlıboya ile boyanmıştır Nisbetli, sade bir eserdir

Atik İbrahim Paşa Cami (Eminönü)
(Çandarlı İbrahim Paşa Cami)

Eminönü İlçesinde, Mercan Ağa Mahallesinde, Uzunçarşı Caddesi ile Fincancılar Yokuşunun kavşağında yer almaktadır Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa (1429-1499) tarafından yaptırılan bu caminin yanında bir medresesi de bulunmakta, ayrıca bir mektebi olduğu da Vakfıyeden öğrenilmektedir Günümüzde sadece cami ayakta kalabilmiştir

Çandarlı İbrahim Paşa Camisinin, cümle kapısı üzerinde bulunan kitabeden öğrenildiğine göre, inşaatı 898/1492de başlamış ve 900/1494te bitirilmiştir Tarih boyunca çeşitli yangın ve depremlerle tahrip olmuştur Yakın tarihlerde de onarılarak ibadete açılmıştır

Plan olarak enlemesine dikdörtgen biçiminde, kesme taştan, çatılı ve bir minarelidir Ayrıca sekiz sütunlu bir son cemaat yeri bulunmaktadır 1559da çizilen bir gravürde çatılı olduğu görülmektedir Evliya Çelebi de binayı tarif ederken çatılı olduğundan söz etmektedir Cümle kapısı az çıkıntılı ve kemerlidir Son cemaat duvarında sağda ve solda birer mihrap bulunmaktadır Son cemaat yerinin sütun araları sonradan duvarla örülmüşken son onarımlarda yıkılarak kaldırılmıştır Sütunlar ve başlıkları da değiştirilmiştir Caminin altta on altı, üstte on yedi penceresi vardır Giriş kapısı içinden altı betonarme sütun üzerindeki mahfile çıkılmaktadır Minare kaidesi, on bir kenarlıdır ve gövdeye dik baklavalarla geçiş yapmaktadır Gövde hemen hemen kaidesi kadar kalındır Tavan ahşap alçıdan mukarnaslı olup, her ikisi de yenidir

Atik Mustafa Paşa Cami (Fatih)

İçerisinde sahabeden Hazret-i Câbirin kabrinin bulunduğu inancıyla Câbir Cami olarak da adlandırılan bu tarihi yapı aslı eski bir Bizans kilisesidir İstanbulun kuzeybatı köşesinde kara tarafı surları ile Haliç kıyısı arasında kalan sahada Ayvansaray semtinin içinde, ancak 1933lerde yapılan düzenleme sonucunda adını verdiği mahallenin surları dışında kalmıştır

Eski bir kilise olan bina, 1490 yılında Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülmüştür Yapılış tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte bazı araştırmacılar Bizans İmparatoru I Leon Flavius tarafından 458 yılında yaptırıldığını belirtmektedir Kilisenin adı hakkında da kesin bir bilgi bulunmamaktadır Ancak kimi kaynaklarda Aziz Petros ve Aziz Marcos Kilisesi olarak geçer Bazı kaynaklarda ise kilisenin IX yüzyılda İmparator Teofilosun kızı Prenses Tekla tarafından yaptırıldığı ve adının da Hagia Tekla Kilisesi olduğu belirtilir

İstanbulun Bizans dönemine ait eski eserlerine ait toplu bir eser yazan Patrik Konstantinos, Fransızcası 1846da yayımlanan (Rumca ilk baskı 1824, 2bas1844) kitabında burayı havarilerden Petrus (Petros) ve Marcusun (Markos) kilisesi olarak gösterir Bu teşhis sonraları İstanbulun eski eserleri ve tarihi topografyasına dair belli başlı kitaplarda da tekrarlanmıştır Bu hipoteze esas olan söylenceye göre, ILeon döneminde (457-474) Galbios ve Kandidos adlarında iki patris Kudüsü ziyaretlerinde bir Yahudinin evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryemin evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryemin elbisesini (mafarion) çalarak 458e doğru Bizantiona getirirler ve Blaherna semtinde havari petros ve Markos adlarına bir kilise yaptırarak bu kutsal elbiseyi küçük bir yapı olan bu kiliseye koyarlar Fakat İmparator bunu öğrenince daha büyük olan Blaherna Kilisesini inşa ettirerek, elbiseyi oraya taşıtır Bu eşyanın oraya konulmasının hatırası için her yıl 2 Temmuz günü büyük tören yapılıyordu Fakat Atik Paşa Cami olan kilisenin, iki patrisin 458e doğru inşa ettirdikleri bina olması olasılığı çok zayıftır Buna karşılık bu bölgede İmparator Teofilosun (hd 829-842) kızı Teklanın bir kilise ve manastır kurduğu ve azizelerden Aya Tekla adına sunulan bu manastıra çekilerek burada öldüğü bilinmektedir Aya Tekla Kilisesi, bir savaştan dönerken büyük bir kasırga ile selden kurtuluşunu o gün yortusu olan Aya Teklanın bir mucizesine borçlu olduğu inanan, İsaakios Komnenos (1057-1059) tarafından 1059da tamir ettirilmiştir Bu onarımın önemli ölçüde bir yenileme olduğunu, IAleksiosun (1081-1118) kızı Anna Komnenanın kitabından öğrenmekteyiz

İstanbulun fethinde kilisenin ne durumda olduğu bilinmemekle birlikte Fatih vakfiyelerinde adı geçen Ayaleharna Mahallesinin Blaherna olması olası görülmüş ve buradaki Çokalica Manastırının adı Çuhalica olarak açıklanarak, bunun Meryemin elbisesi ile bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır Blahernadaki Meryem Kilisesi, bu caminin çok yakınında olduğuna göre (100-150 m mesafede) manastırın tarihte adı geçen Tekla Kilisesi yanındaki manastır olabileceği de bir hipotez olarak düşünülmüştür 1430da Blaherna Kilisesi yandığında, Meryemin kutsal elbisesi, komşu Tekla Kilisesine konulmuştur Elbise, çuha yaklaşımı ile, vakfiyedeki Çuhalicanın Tekla Kilisesi olduğu, dolayısı ile Atik Mustafa Paşa Cami, eğer Tekla Kilisesi ise, kutsal elbisenin saklandığı mabedin olması olasıdır

Kilisenin, IIBayezid döneminde sadrazam olan ve ISelimin 1512de idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği bilinmekte ise de bu biraz tartışmalıdır 953/1546 tarihli İstanbul Vakıflar Tahrir Defterinde çok daha küçük mescitler ayrı başlık altında yer alırken bu cami, Koca Mustafa Paşanın bu semte adını veren, yine kiliseden çevrilme diğer camisi ile birlikte kaydedilmiştir Vakıf defterinden öğrenildiğine göre, bu caminin çevresindeki pek çok sayıda ev ve dükkan da onun evkafındandı Binanın bütün saçak bölümü Türk dönemine değiştirilip, esas Bizans yapısı kubbenin yerine Türk mimari üslubunda bir kubbe yapıldığına göre, bu işlemin 1509 depreminden sonra gerçekleştirildiğine ihtimal verilebilir Ayvansarayda büyük tahribat yapan 1729 yangınında cami de zarar görmüştür İstanbulda eski eserlerde izler bırakan 1894 depreminde de Atik Mustafa Paşa Camisi zarar görmüş ve minaresi yıkıldığından yeniden yapılmıştır

Caminin apsisinin sağ tarafındaki hücre, bir türbe şekline sokularak, buraya konulmuş olan talik hatla yazılı bir levhada buranın Hazret-i Câbirin kabri olduğu bildirilir Bu bölmenin kapısı üstünde de “Hâza merkad-i Câbir bin Abdullahül Ensarî” yazısı vardır Hadikanın verdiği bilgiye göre ise Eyyub-i Ensarî ile Bizans döneminde Bizantionun önüne gelen sahabeden olan Câbir bin Abdullah burada gömülüdür Aslında islâm tarihinin bilinen iki Câbir bin Abdullahından ikisi de Bizantion kuşatmalarında bulunmamıştır Bu türbenin bir makam olduğu anlaşılmaktadır

Atik Mustafa Paşa Cami olan bu kilise, Bizans dini mimarisinde kapalı haç planlı yapılar gurubunun, köşe duvarlı tipindedir Binanın içinde haç biçimindeki mekânı, dört taraftaki dört hücrenin köşeleri meydana getirmektedir Ortada dört kolun birbirlerine kavuştukları karenin üstünde büyük ihtimalle Bizans döneminde, pencereli yüksek kasnaklı kubbe bulunuyordu Türk mimarisinin klasik döneminde, burası bugün görülen penceresiz basık kasnaklı kubbe yapılmıştır Bu arada, aslında iç bünyenin dışa aksettirilmesi yüzünden inişli çıkışlı olması gereken saçak hattı da, yan cephelerde kemerlerin kesilmiş olmasından , düz bir biçimde değiştirilmiştir Ayrıca orijinal pencerelerin çoğu örülmüş ve sövelerinden belli olduğu üzere yeni pencereler de açılmıştır

Kiliselerde bulunan ve mutlaka olması gereken narteks (giriş holü) burada yoktur Bilinmeyen bir tarihte yıkıldığı sanılan bu bölümün yerine basit, üstü çatılı ve mimari özelliği olmayan bir son cemaat yeri yapılmıştır Minare ise 1894 depreminden sonra standart tipte yapılan taş külahlı minarelerdendir Caminin içinde Bizans dönemine ait hiçbir bezeme bulunmamaktadır Türk döneminde de yapılan ahşap minber ile mermer vaaz kürsüsü sanatsal bir özellikte değildir Caminin tonoz ve duvarlarını kaplayan kalem işleri çok yakın tarihlerde, 1894ten sonra yapıldığı sanılmaktadır

Caminin dışında bulunan, yekpare mermerden oyulmuş bir vaftiz teknesi 1922de Arkeoloji Müzesine taşınmıştır 1957de Amerikan Bizans Enstitüsü, binanın güney cephesinde badana tabakası altında fresko tekniğinde yapılmış bazı aziz resimlerine rastlamışlardır Bunlardan ikisi hekim asıllı azizlerden Ayios Kosmas ve Ayios Damianos olarak teşhis edilmiştir Diğeri ise melek Mikaeldir Üzerleri tahta ile kapatılan bu freskolar dış tesirlere ve özellikle insanların tahriplerine açık bırakılmıştır Caminin şadırvanı, girişin önünden geçen sokağın karşı tarafındadır

Ayazma Cami (Üsküdar)

Üsküdarda, Salacakla Şemsipaşa semtleri arasında, Kızkulesinin karşısında ve Marmaraya hakim bir tepe üzerindedir
Cami, 1760-1761 yıllarında Sultan III Mustafa tarafından annesi Mihrişah Emine Sultan ile kardeşi Şehzade Süleyman adlarına yaptırılmıştır Mimar Mehmed Tahir Ağanın eseridirKapısı üzerindeki kitabelerden yapının 1174/1760-61 tarihli olduğu anlaşılmaktadır Kitabe talik hatla yazılmış olup, tarih manzumesi Sadrazam Râgıp Mehmed Paşaya, hat ise Şeyhülislâm ve hattat Veliyüddin Efendiye aittir

Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde bulunan 5446 numaralı ve 1172/1758-59 tarihli belgeden caminin yerinde daha önce Ayazma Sarayı ve Bahçesinin bulunduğu anlaşılmaktadır Başka bir arşiv belgesine göre 1740lı yıllarda Ayazma Sarayı iyi durumda olup, onarılarak İran elçisine tahsis edilmiştir

Camiye vakıf olarak bir hamam ile birçok dükkan ve han yaptırılmış, ayrıca cami, hamam ve avluya bitişik çeşmeye Bulgurludan su getirilmiştir Birkaç kez onarım gören caminin yıkılan minaresi de iki defa yeniden yapılmıştır

Geniş bir avlunun ortasına yerleştirilen caminin son cemaat yerine yarım daire düzeninde on basamaklı merdivenle çıkılırAvlu kapıları üstünde celi hatla yazılmış ayet-i kerimeler bulunmaktadır Son cemaat yeri üç bölümlüdür Esas mekân dikdörtgen planlı olup, dört kemere oturan merkezi bir kubbe ile örtülüdür Sol tarafta yapıya bitişik Hünkâr köşkü yer almaktadır Sokak yönünde taş konsollar tarafından taşınan mekân, sütunlar tarafından taşınan ve iki katlı olan bir galeriyle caminin hünkâr mahfiline bağlıdır Caminin içinde bulunan hünkâr mahfili de sütunlar üzerinde taşınır Altın yaldızlı süslemeler bu bölümün en çarpıcı yönüdür

Ayazma Cami Avrupa sanat üslubunun etkisinde kalınan bir dönemde yapılmış olmakla birlikte, büyük kemerler içindeki pencereler, Türk klasik mimarisi özelliğini taşımaktadır Minber vaaz kürsüsü ve mihrapta çeşitli renkli taşların zarif birleşmesiyle meydana getirilmiş zengin bir süsleme dikkati çekmektedir

Ayazma Caminin müştemilatından olan sıbyan mektebi, hamam ve muvakkıthane yıkılmıştırÖnceleri cami yakınında inşa edilen vakıf dükkânlarından ise sadece bazı izler kalmıştır Caminin duvarlarında küçük konsol çıkmaları üzerinde oturan tam bir Türk köşkünün minyatür modeli biçimindeki kuş evleri görülmektedir Caminin haziresinde ise saraya mensup bir çok kimsenin mezarı bulunmaktadır

Geniş avluyu çevreleyen duvarın bir köşesinde mermerden büyük bir çeşme vardır Kitabesinden 1174/1761de cami ile birlikte yapıldığı anlaşılan bu çeşmenin manzum tarih kitabesi şair ZihnînindirÇeşme, mermer bir cepheye yapıştırılmış dört köşe bir paye şeklindedir Alt kısmı taş olan avlu duvarında açılan esas kapının önünde taş korkuluklu iki taraflı rampa bulunmaktaydı

Ayazma Cami, Türk mimarisinde artık yabancı üslubun hâkim olduğu bir dönemin örneği olmakla birlikte, normal ölçüleri aşan yüksekliği ve yapıldığı yerin topografik durumu ile bunu bir kat daha arttıran gösterişli bir görünüme sahiptir Marmara ve Boğazın girişine hâkim oluşu ile şehrin Anadolu Yakasına değişik bir güzellik kazandırmaktadır

Aziziye Cami (Beşiktaş)

Maçka, Taşlıkta Vişnezade Mahallesinde Abdülaziz (1861-1876) tarafından yapımına başlanmış, ancak bitirilememiştir

Projesine göre Abdülaziz bu camiyi Maçkanın Dolmabahçe üzerindeki hâkim bir noktasında dört minareli olarak yaptırılmak istenmiş, mimar olarak da Sarkis Balyan düşünülmüştü

Yaptırdığı bütün büyük yapılarda şehrin kuzey tarafını tercih eden Abdülaziz, inşaatı başlatmadan önce cami giderleri için, günümüzde de Akaretler olarak anılan sıra evleri yaptırmıştır 1874 sonları veya 1875 başlarında büyük bloklar halindeki temel taşları yerleştirilerek bina temelden yükselmeye henüz başlamışken Abdülaziz 30 Mayıs 1876da tahttan indirilmiş ve inşaat durdurulmuştur Duvarların ve büyük ana payelerin uzun süre burada duran temel taşları, bu mevkinin “Taşlık” adını almasına neden olmuştur

Cumhuriyet döneminde bu temeller üzerinde Taşlık Gazinosu inşa edilmiş, 1980li yıllarda ise Swissotel-Bosphorus oteli inşa edilmiştir Caminin, avlu olarak tasarlanmış bölümü ise Vişnezade İnönü Parkı olarak düzenlenmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Camileri ve Mescitleri 2

Sultanahmet Camisi (Eminönü)



Sultanahmet Meydanında, Ayasofya Camisinin karşısında yer alan Sultanahmet Camisi, Sultan IAhmet tarafından mimar Sedefkâr Mehmed Ağaya yaptırılmıştır Caminin yapımına 1609 yılında büyük bir törenle başlamış, 1617 yılında cami, 1619 yılında ise külliyenin diğer bölümleri tamamlanabilmiştir

İstanbuldaki en büyük yapı komplekslerinden biri olan külliye, cami, medrese, hünkâr kasrı, arasta, dükkanlar, hamam, çeşme, sebil, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethaneden meydana gelmekteydi Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır
İçindeki 21043 adet çini kullanılmıştır Bu çinilerin çeşitliliği ve aynı zamanda sayılarının çokluğu piyasadaki mevcutlardan toplanmasından kaynaklanmaktadırBeyaz zemin üzerine çeşitli renklerle meydana getirilen panolardaki selviler, laleler, sümbüller, nar çiçekleri, üzüm salkımları ve rûmi motifleri burada Türk çini sanatının en güzel örneklerini bir araya getirmiştir



Bu konu üzerinde inceleme yapan Tahsin Öz, elliden fazla çiçek deseninin bulunduğunu ve benzerine rastlanmayan bu durumun süsleme sanatı yönünden bir hazine olduğunu söylemiştir Bu çinilerin renginden ve vitraylardan içeriye sızan ışık karışımından ötürü Sultanahmet Camisi yabancılar tarafından “Mavi Cami” olarak isimlendirilmiştir Cami, külliyenin merkezinde yer almaktadır Cami, geniş bir avlu ve ona eş büyüklükte bir iç mekândan oluşur Zeminden yükseltilmiş avluya basamaklarla ulaşılır Avluda üzeri kubbeyle örtülü, fıskiyeli bir havuz yer almaktadır Sultanahmet Camisinin bir diğer özelliği de minareleridir İstanbuldaki tek altı minareli camidir Altı minareli oluşu, Sultan IAhmetin İstanbulun fethinden sonra altıncı padişah oluşunu simgeler Bu minarelerden dördü cami gövdesine bitişik ve üç şerefelidir Diğer iki minaresi ise avlunun köşelerinde olup, iki şerefelidir Bütün minarelerinde bulunan şerefe sayısı toplam 16 olup, Sultan IAhmetin on altıncı Osmanlı padişahı olduğunu simgelemektedir

Caminin ibadet mekânını örten kubbesi yaklaşık 34 m çapında ve yerden 43 metre yükseklikte olup, 5 metre çapında dört fil ayağının üzerine oturmaktadır



Bu büyük kubbeyi destekleyen dört tane yarım kubbe vardır Camiyi yerden kubbeye kadar 5 kat halinde ve renkli vitraylı 260 pencere aydınlatmaktadır Çinilerin yanı sıra, yapıldığı dönemin diğer mimari öğeleri de burada bir arada kullanılmıştır Sedef kakmalı mermer minber, işlemeli mermer mihrap, kalem işi süslemeler, sedef, bağa kakmalı ahşap kapılar, dolap, pencere kapakları ve rahleler, kubbeye asılan devekuşu yumurtaları ve avizeler, caminin iç mekânını süsleyen Osmanlı sanatı örnekleridir

Külliyenin bir diğer yapısı Hünkar Kasrıdır Padişahın namaz öncesi veya sonrasında istirahat edebileceği bir yapı olarak tasarlanan bu bina bir cami etrafına yapılan ilk sultan kasrıdır Külliyenin dış avlusunda yer alan Hünkâr Kasrı 1960lı yıllarda yanmış ve yenilenmiştir Vakıflar Genel Müdürlüğü burada Halım ve Kilim Müzesini açmış, ancak eserlerin rutubetten etkilenmesi üzerine müze kapatılmıştır

Külliyenin kuzeydoğu köşesinde türbe yer almaktadır Bu türbe de Sultan IAhmed, eşi Kösem Sultan, oğulları Sultan IIOsman ve Sultan IVMurad ile bazı torunları gömülüdür Günümüzde bu yapı topluluğu, Kültür ve Turizm Bakanlığının Türbeler Müzesi Müdürlüğüdür Türbenin yakınında ise medrese yer alır Bu medrese günümüzde Başbakanlık arşiv deposu olarak kullanılmaktadır



Dış avlu duvarına bitişik olarak da sıbyan mektebi yer alır Bu mektebin zemin katında bir çeşme ve dükkanlar, üst katında ise dershane vardır Külliyenin kıble yönündeki en uç yapısı arastadır 1912 yangınında bir kısmı yok olan arastanın bir bölümü Mozaik Müzesi olarak düzenlenmiş, 1986 yılından sonra arastanın bu bölümünde demir konstrüksiyonlu Büyüksaray Müzesi açılmış, arastanın diğer dükkânları halı ve turistik eşya satan bir çarşıya dönüştürülmüştür

Sokollu Mehmet Paşa Yokuşu üzerinde bulunan darüşşifa ve imaret in bir bölümü Marmara Üniversitesi ve Sultanahmet teknik Lisesi tarafından kullanılmaktadır XIXyüzyılın sonlarında yapılan bu yapılar darüşşifa ve imareti orijinal görünümünden oldukça uzaklaştırmıştır Yapı topluluğunun dört sebilinden üçü günümüze ulaşmıştır Bunlardan biri arastanın içinden, diğeri dış avlu kapısı yanında, üçüncüsü ise türbe civarındadır

Süleymaniye Camisi (Eminönü)



Süleymaniye Cami Külliyesi İstanbulun üçüncü tepesinde, tepenin Haliçe bakan yamacında, Kanuni Sultan Süleymanın emriyle Mimar Sinanın kalfalık döneminde külliye olarak yapılmıştır Yaklaşık 6000 m2lik bir avlu içerisindeki caminin çevresinde yedi medrese, sıbyan mektebi, imarethane, tabhane, darüşşifa, bimarhane, hamam, çarşılar darülhadis ve türbelerden meydana gelmiştir Külliye bugünkü Kantarcılar Mahallesine bakan tepe üzerinde 13 Haziran 1550de temelleri atılmış ve ilk temel taşı devrin büyük alimi Şeyhülislam Ebussuud Efendi tarafından konulmuştur Yapı topluluğu yedi yıllık bir sürede tamamlanmış, 7 Haziran 1557de törenle açılmıştır Kaynaklara göre 59 milyon akçe yapımı için sarf edilmiştir



Süleymaniye Camisi, Osmanlı Devletinin en görkemli günlerini yaşadığı çağda yapılmış bir eserdir İstanbul panoramasının en önemli öğelerinden biri olan yapı topluluğu yalnızca bir ibadethane değil, etrafındaki külliye ve çevresindeki mahalleyle birlikte, çağının en önemli sosyal ve kültürel bir merkezi idi Burada Mimar Sinanın sanatı, dehası, Osmanlının büyüklüğü ve gücü simgelenmiştir

İstanbulda başka herhangi bir camide rastlayamayacağımız yapı topluluğunun avlusuna mermer üç katlı muhteşem bir kapıdan girilir Avluda fıskiyeli bir havuz yer alır Yine diğer camilerden farklı olarak, caminin dört minaresi de avlunun köşelerine yerleştirilmiştir Dört minâre, Kanuni Sultan Süleymanın İstanbulun fethinden sonraki Osmanlı İmparatorluğunun dördüncü hükümdarı olduğunu gösterir Minârelerin şerefelerinin toplam sayısı da Kanunî Sultan Süleymanın Osmanlı Devletinin kurucusu olan Sultan Osman Gaziden sonra onuncu padişah olduğunu belirtir Cami ön kısmının iki yanındaki minarelerde ikişer ve avlunun sonunda iki minarede de üçer şerefe olup dört minarede toplam on şerefe vardır ve alt kısımlarında sarkaç süslemeleri bulunmaktadır Minarelerin birbirleriyle ve kubbeyle olan orantıları, görünüm ve estetik açıdan mimarinin en güzel örneklerinden biridir



Caminin ibadet yerinin üzeri iki yarım kubbe, iki çeyrek kubbe ve on üç küçük kubbenin desteklediği merkezi bir kubbe ile örtülüdür Bu kubbe dört büyük payeye; kubbe kemerleri ise dört büyük granit sütuna dayanmaktadır Kubbe 53 metre yüksekliğinde, 2725 m Çapında olup, kasnağındaki 32 pencere ile aydınlatılmıştır Ayrıca içerideki yankıyı kuvvetlendirmek için kubbenin içerisine ve köşelere, ağzı iç tarafa açık gelecek şekilde 64 küp yerleştirilmiştir Böylece mükemmel bir akustik meydana getirilmiştir Camii içerisinde mükemmel bir hava dolaşım sistemi oluşturulmuş, giriş kapısı üzerindeki boşlukta aydınlatma için kullanılan 4000 mumun isi toplanmıştır Bu islerden hat sanatında kullanılan mürekkep elde edilmiştir İçerideki yazılar devrinin önde gelen hattatlarından Ahmet Karahisari ile öğrencisi Hasan Çelebinin eserleridir

Yaklaşık 3500 m2lik bir alana yayılan cami 59x58 m2lik bir ölçüsü olup, içerisi 238 pencere ile aydınlatılmaktadır Caminin mermer minberi, mihrabı Osmanlı oymacılık sanatının en güzel örneklerinin başında gelir Ayrıca ahşap oyma vaiz kürsüsü, ahşap üzerine sedef bağa kakma pencere kapakları ve kapıları, pencere vitrayları caminin diğer sanat eserleridir



Külliyenin medreseleri caminin doğu ve batı yönlerinde, dış avlu duvarlarına paralel olarak uzanır Batı yönünde Evvel Medresesi, Sani Medresesi, Sıbyan Mektebi ve Tıp Medresesi, doğu yönünde ise Rabi Medresesi ve Salis Medresesi yer alır Darülhadis Medresesi ise caminin kıble yönünde ve İstanbul Üniversitesi bahçe duvarında paralel olarak uzanır Rabi Medresesi ile Darülhadis Medresesinin kesiştikleri yerde ise külliyenin hamamı vardır Daha önce atölye olarak da kullanılan hamam,1980 yılında restore edilmiştir Külliyenin tabhanesi, darüzziyafesi, imareti ve akıl hastalarının tedavi edildiği bimarhanesi kuzeybatıda, kıbleye paralel olarak yerleştirilmişlerdir Caminin kıble yönündeki haziresinde çok sayıda mezar ile Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultana ait iki türbenin yanı sıra bir türbedar odası yer almaktadır Kanuni ye ait türbede, Sultan II Ahmet, eşi Rabia Sultan, kızı Mihrimah Sultan, Asiye Sultan, Sultan II Süleyman ve annesi Saliha Dilaşub Sultan gömülüdür Türbenin çevresindeki hazirede Osmanlı tarihinin birçok ünlü kişisinin mezarları bulunmaktadır Bunların arasında; Abdülazizi tahttan indirenlerden Hüseyin Avni ve Kaptan-ı Derya Ali paşalar, Sadrazam Ali Paşa, II Mustafanın kızı Safiye Sultan, Maarif Nazırı Kemal Paşa Mimar Sinanın türbesi ise caminin dışında, şu anda İstanbul Müftülüğünün bulunduğu yerin hemen yanındadır

Süleymaniye Camisi ile ilgili diğer bazı camilerde olduğu gibi bir takım öyküler yıllardır anlatıla gelmiştir Bunlar birer hoş anı olarak dinlenmeli, ancak gerçek olduğuna da bilimsel yönden inanmaya olanak yoktur:



Mimar Sinan caminin temelini attıktan sonra, temelin oturması için bir yıl caminin yapımına ara vermiş, bu süre içinde de Bağdattan Arafata uzanan Ayn-ı Zübeyde denilen su yollarını tamir etmişti Bir yıl sonra tekrar dönmüş ve inşaata başlamıştı Maddi olanaksızlıklar nedeniyle inşaatın durduğunu sanan İran kralı Şah Tahmasp, mücevherlerle dolu bir kutuyu, içinde küçümser ifadelerin de bulunduğu bir mektupla birlikte Kanuni Sultan Süleymana göndermişti Bunun üzerine Kanuni, Mimar Sinana dönerek: “Bu gönderdiği taşlar benim camimin taşları yanında pek kıymetsizdir Tez bunları öteki taşlara karıştırıp bina eyle!” demiş İran sefirinin hayret dolu bakışları arasında Mimar Sinan taşları harca karıştırdı ve bu mücevherlerden oluşan harç caminin minarelerinin birisinde kullanılmıştır Ne var ki Cumhuriyet döneminde Süleymaniye Camisinin onarımı yapılırken bu minare yenilenmiş, ancak taşlar arasında her hangi bir taşa rastlanmamıştır

Bir başka söylentiye göre; Süleymaniye Camisi yapılırken birkaç çocuk minareye bakar ve yanındakilere: “Görüyor musunuz, minare eğri” der O sırada oradan geçen Mimar Sinan bu sözleri duyar ve çocuğun yanına yaklaşarak: “Hakkın var, minare biraz eğri Hemen bir urgan bulup, minareyi doğrultalım” der Urganı minareye bağlatır ve güya düzeltiyormuş gibi işçilere çektirir Sonra çocuğa dönerek: “Düzeldi mi evlat” diye sorar Çocuk da: “Tamam Efendim, şimdi düzeldi” der Olayı hayretle izleyen ve niçin böyle yaptığını soran kalfalara Mimar Sinan: “Eğer böyle yapmasaydım, minarenin eğri olduğu inancı çocuğun bilincine yerleşecek ve belki de bu çocuk ileride bir çok kimseyi minarenin eğri olduğuna inandıracaktı” cevabını verir



Caminin yazılarını Hattat, Karahisari ve öğrencisi Hasan Çelebi yazmıştır Hattat Karahisari kubbeye Nur Suresindeki “Allah gökleri aydınlatmıştır” ayetini yazarken işine o kadar yoğunlaşmıştır ki son harfin son düzeltmelerini yaparken daha fazla dayanamamış ve gözlerinin feri tükenmiştir Bu büyük insan, bu cami için canla başla çalışırken iki gözünü de camiye hediye etmiştir Caminin kalan detay rötuşlarını öğrencisi Hasan Çelebi tamamlamıştır

Camideki 138 parça pencereyi yapan da İbrahim Ustadır Özellikle renkli pencerelerden giren ışık insanı büyülemektedir Süleymaniye Camisinin kürsüsünü yapan sanatkar ihlasla o kadar uğraşmış ki kürsünün yapımı caminin yapımından uzun sürmüştür

Süleymaniye Camisinin yapımının uzaması, yaşı bir hayli ilerlemiş olan Kanuniyi, caminin açılışını göremeyeceği konusunda endişelendiriyordu Bu arada Mimar Sinanın padişahın yanındaki itibarını kıskanan bazı paşalar vardı Bunlardan bazıları padişaha: “Sultanım! Kubbenin duracağı şüphelidir!” derken kimileri de Sinana kendi türbesini yaptırmasından ötürü şikayette bulunuyorlardı Bu arada padişaha: “Hünkarım Sinan, camiyi bıraktı da kendisine türbe inşa etmekle meşgul, sizin işinizi ağırdan alıyor” diyerek, Sinan hakkında yalan haberler çıkarmışlardı Bu söylentiler üstüne sabrı büsbütün tükenen Kanuni, öfkeli bir şekilde Sinana: “Mimarbaşı! Niçin benim camimle meşgul olmayıp mühim olmayan işlerle vakit geçirirsin?



Ceddim Sultan Mehmet Hanın mimarı sana örnek olarak yetmez mi? Bana, bu bina ne zaman biter, tez haber ver!” deyince Mimar Sinan, Sultanın bu sözü karşısında şaşırmış ama sükunetle şu cevabı vermişti: “Saadetli padişahım! Devletinde inşallah iki ayda tamam olacaktır” Sinanın bu cevabı karşısında bu sefer Kanuni şaşırmış ve neredeyse Sinan hakkında söylenen dedikodulara inanacak olmuştu Çünkü caminin daha epey vakit alacak işleri vardı ve iki ayda tamamlanması onlara göre hayalden başka bir şey değildi Ancak bu iki aylık süre içerisinde Sinan gece gündüz çalışmış ve camiyi ibadete açılacak hâle getirmişti 7 Haziran 1557 yılında caminin açılışı için toplanan kalabalığın önünde Sinan, caminin anahtarlarını Kanuniye uzatmıştı Kanuni ise anahtarı tekrar Sinana uzatarak: “Bina eylediğin beytullahı, sıdk-u safa ve dua ile senin açman evladır!” dedi Sinan ise o an Hattat Karahisarinin fedakarlığını düşünerek tevazu içerisinde: “Hünkarım! Dilerseniz camiyi açma şerefini, hatlarıyla camiyi süslerken gözlerini feda eden Hattat Karahisariye bahşediniz!” dedi Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman ve orada bulunanların gözyaşları arasında camiyi, Hattat Karahisari açtı

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Rüstem Paşa Cami (Eminönü)



Tahtakalede Hasırcılar Caddesi üzerinde bulunan bu cami, Kanuni Sultan Süleymanın damadı ve aynı zamanda Sadrazam olan Rüstem Paşa tarafından 1560 yılında Mimar Sinana yaptırılmıştır Mimar Sinan burada sekiz dayanaklı ilk kubbe denemesini uygulamıştır

Cami merkezi plânlı olup, alt kısmına mahzenler, depolar ve dükkanlar yapılmıştırCaminin revaklı avlusuna iki taraftan merdivenle çıkılmaktadır 1962 yılında dış saçaklar, 1968de de minaresi, dış avlusu ve zemin duvarları onarım geçirmiştir

Dikdörtgen plânlı caminin merkez kubbesi kemerlerle dört fil ayağına ve sütunlara oturtulmuştur Köşelerdeki kemerler yarım kubbe şeklindedir İki yanlardaki sekizgen plânlı iki fil ayağı ile mekân üç kısma ayrılmış, ortadaki merkezi alan kare, kubbe kaidesi ise sekizgen şeklindedir Yanlarda birer uzun dikdörtgen iki yan sofa bulunmaktadır Bu sofalar ikişer büyük kemerle üç kısma ayrılmış ve her kısım tonozlarla örtülmüş ve üzerlerine küçük kubbeler yerleştirilmiştir



GİRİŞ cephesi, küçük fakat çarpıcı iç mekan duvarları, devrinin en meşhur İznik çini örnekleri ile süslüdür Çiniler geometrik, yaprak ve çiçek motifleri ile bezenmiştir



Caminin avlusu bir tavanla örtülmüştür Bu tavan, kenardaki sütunlar arasına yapılmış kemerlerle son cemaat yerinin kemerleri üstünü örtmektedir Son cemaat yeri altı sütunla beş kısma ayrılmış olup, her kısmın üstü kubbelidir Caminin sağında binaya bitişik tek şerefeli bir minaresi vardır

Yeni Cami (Eminönü)



Eminönü Meydanında, Mısır Çarşısının yanında bulunan, Sultan III Mehmedin annesi ve Sultan III Muradın eşi Safiye Sultan adına 1597de Mimar Davud Ağa tarafından yapımına başlanan caminin temeli 1957 yılında atılmıştır Caminin inşaat alanının deniz seviyesinde ve dolma bir arazi olması nedeniyle temel çukurlarında su çıkmaya başlamış, bunun üzerine Mimar Davut Ağa, buraya büyük kazıklar çaktırarak bunların başlarını kurşun kuşaklarla birleştirmiş ve yapının temel taşlarını bu tabanlara oturtmuştur 1598 yılında İstanbuldaki veba salgınında Mimar Davut Ağanın ölmesi üzerine, yapının mimarlığına Dalgıç Mehmed Çavuş getirilmiştir İlk pencere taklarına kadar yükselen bina, 1603 yılında IIIMehmet ve Safiye Sultanın ölümü ve IAhmetin tahta çıkması üzerine yarım kalmıştır

Yarım yüzyıldan fazla (59 yıl) Sultan IVMehmetin annesi Turhan Sultan tarafından 1660 yılında, duvarlarından bir sıra taş sökülerek yeniden başlatılmıştır Bu kez mimarlığına Ser Mimar-ı Hassa Mustafa Ağa getirilmiş ve cami 1663te tamamlanabilmiştir

Yapı topluluğu cami, sıbyan mektebi, sebil, çeşme, hünkar kasrı ve türbeden oluşmaktaydı Bunlardan sıbyan mektebi günümüze ulaşmamıştır

Caminin etrafındaki yolların genişlemesi nedeni ile dış avlusu ortadan kaldırılmıştır Mısır Çarşısı yönünde 18 sütunlu, 21 kubbeli ve üç kapılı olan iç avlunun ortasında güzel bir şadırvanı vardır Sekiz sütun ve dokuz kubbeli son cemaat yeri ikinci kat pencere altlarına kadar çinilerle kaplıdır Pencere üstlerinde de Hattat Tenekecizade Mustafa Çelebinin hatları vardır Sağda ve solda üçer şerefeli iki minare yer almıştır Kare planlı camiye merdivenle üç kapıdan girilir Çinilerle süslü olan dört fil ayağına ve dört kemere oturan merkezi kubbeyi dört yarım kubbe desteklemektedir Köşelerdeki dört kubbe ve köprü ile türbe önlerinde sütunlarla çevrili kubbelerle birlikte 66 kubbe bulunmaktadır Mihrabı ve minberi beyaz mermerdendir Mihrabın solunda değerli taşlarla süslü bir mozaik tablo bulunmaktadır



Turhan Sultan için yapıldığı söylenen Hünkar Kasrı, klasik Türk evinin bütün özelliklerini taşıyan görkemli bir yapıdır En güzel İstanbul panoramalarından birini seyredecek şekilde konumlanmıştır Üç odalı ve bir salonludur Duvarları desen ve şekillerle, değerli İznik çinileri ile kaplıdır Ahşapları sedef ve fildişi kakmalıdır 1948 yılına kadar bir depo olarak kullanılmıştır1948 ve 1966 yıllarında restore edildikten sonra 1967 yılında müze olarak açılmışsa da kısa bir süre sonra kapatılmış ve yeniden depo olarak kullanılmıştır Ardından bu tarihi yapı kiraya verilmiş, 2002 yılında da Hünkâr Kasrının içerisine giren hırsızlar, XVI ve XVIIyüzyılın en güzel örneği olan çini panolarının bazılarını sökerek götürmüşlerdir
Günümüzde Osmanlı mimarisinin bir biblo kadar güzel olan bu eserinin çatısından içeriye sular sızmakta ve perişan haldedir

Yeni Cami külliyesinden Mısır Çarşısı yanında Turhan Hatice Sultanın türbesi bulunmaktadır Türbenin içerisi çağının en güzel çinileriyle bezenmiş olup, Turhan Hatice Sultandan başka Sultan IVMehmet, Sultan IIMustafa, Sultan IIIAhmet, Sultan IIIOsman ve Sultan IMahmut gömülüdür Ayrıca bir çok şehzade ve sultanların sandukaları da burada bulunmaktadır Bu türbeye sonradan iki türbe daha eklenmiş olup, buraya Sultan Abdülmecid ve Sultan IIAbdülhamitin şehzadeleri, sultanları, bir köşesine de Sultan VMurat gömülmüştür Türbenin bahçesinde ise bazı sultan ve hasekilerin mezarları bulunmaktadır

Turhan Hatice Sultan türbesinin sağına Sultan IIIAhmetin yaptırdığı bir kütüphane bulunmaktadır Bu kütüphanenin kitapları, günümüzde Süleymaniye Kütüphanesindedir

Bugünkü İş Bankasının sol tarafında bulunan geniş saçaklı, mermer işçiliği ve bezemesiyle dikkati çeken sebil, IIMeşrutiyetten sonra yanmış, sonradan orijinal biçimiyle yenilenmiştir

Firuz Ağa Cami (Eminönü)

Divanyolunda, Adliyeden Sultanahmete inen yolun sağında bulunan Firuz Ağa Cami, Sultan IIBeyazıtın Hazinedarbaşısı Firuz Ağa tarafından yaptırılmıştır Divanyolunun genişletilmesinden önce daha büyük bir avlusu olan cami, kapısı üzerindeki yazıttan da anlaşılacağı üzere, 1491 yılında yapılmıştır Kitabedeki yazı Şeyh Hamdullah Efendiye aittir

Tek kubbeli küçük camilerin tipik bir örneği ve Bursa üslubunun basit bir karışımı olan Cami, kare planlıdır İçeride duvarların oluşturduğu dört köşenin yukarı kısımlarına dört bingi inşa edilmiş ve böylece oluşan sekiz köşeli kasnağın üzerine kubbe oturtulmuştur Caminin iç avlusu yoktur Yapı kesme taştan olup, kubbe kasnağı 12 kenarlı ve basıktır Her duvarda altlı üstlü ikişer pencere vardır

Son cemaat yerinin derinliği 425 m Ve üç kubbelidir Bu bölümün sütun başlıkları stalaklitlidir Cümle kapısı dışarı biraz çıkıntılı olup, sade silmeli bir çerçeveye sahiptir Kapının kenarları yuvarlağa oldukça yakın basık kemerli, beyaz ve pembe mermerden yapılmıştır Kemer üstünde iki sıra, dört satırlık kitabe, onun da üzerinde sade bademler işlenmiştir Tam ortada bir şemse, yanlarda ise birbirinin eşi iki geometrik Muhammed yazısı bulunmaktadır

Firuz Ağa Camisinin tek şerefeli minaresi sol tarafta olup, gövdeye geçen pabuç kısmı son derece kısa ve baklavalıdır Gövde ve kaide arasındaki çap farkı çok azdır Şerefe ve korkuluk klasik üsluptadır

Firua Ağanın türbesi günümüzde yoktur Türbe binası Divanyolunun genişletilmesi sırasında Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşanın emriyle yıktırılmış, Firuz Ağanın mermer mezar sandukası minarenin bulunduğu sol duvar önünde, açıklıkta durmaktadır Caminin mezarlığı ise tamamen kaldırılmıştır

Beyazıt Cami (Eminönü)



Bizans devrinin en büyük meydanı olan Forum Theododsiacum veya Tauri Forumunun bulunduğu yerde, Beyazıt Meydanına ismini veren, Fatih Külliyesinden sonra ikinci büyük külliye olan II Beyazıt Külliyesinin yapımına, kapı kitabesinden öğrenildiğine göre1500 yılında başlanmış, 1505 yılında da tamamlanmıştır Cami kapısı üzerindeki bu kitabeyi Hattat Şeyh Hamdullah yazmıştır

Caminin mimarı olarak Mimar Kemaleddin ve Mimar Hayreddinin isimleri üzerinde durulmuşsa da sonradan bulunan bir belgeye dayanılarak mimarının Yakup Şah bin Sultan Şah olduğu ileri sürülmüştür Günümüzde kesin bir söz söylenememekle beraber bu üç mimarın da burada çalıştıkları, ancak hangisinin mimarbaşı olduğu kesinlik kazanamamıştır Rıfkı Melûl Meriç bunlardan Mimar Hayreddini burada Su Yolcu olarak çalıştığını ileri sürmüştür

Hadikatül-Cevami Beyazıt Camisi için şu bilgileri vermektedir:

“Der- beyan-ı Camii Sultan Beyazıd-i Hanı-ı Veli
Sultan Beyazıd Hazretlerinin Camii Şerifi birer şerefeli, iki minareyle bina olunup, sonra imaret ve tabhane ve mektep ve dahi sonra medrese bina edip müderrisliğini Devleti Aliyye de şeyhülislam olanlara şart eylemiştir İptida müderris olan, Zembilli Ali Efendidir Bâdehû Fatih-i Mısır, Sultan Selim-i Kadim Hazretleri pederi üzerine müstakil türbe bina eylemiştir ve kurbinde bir sağır türbede kerimesi Selçuk Sultan medfûnedir ve mihrab üzerinde ve büyük kubbede ve orta kapı haricinde Şeyh Hamdullah hattile işbu nesr-i arâbî tarih vardır:
Vakad vakael ibtidâ bil-binâi fî evâhiri zil-hicce li-seneti sitte ve tısa mie 906 Vetefekul itmami fî seneti ahadi ve aşre ve tisa mie 911 Hicriye

Yapı topluluğu cami, imarethane, sıbyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam, kervansaray ve türbelerden oluşmaktadır Daha önce yapılmış bulunan Fatih Külliyesinden farklı olarak simetrik ve bir düzen içerisindeki külliye görünümünden uzak, dağınık bir şekilde inşa edilmiştir Beyazıd Camisi değişik bir plân şekli göstermektedir Caminin plân düzeni ile Ayasofyanın plânı arasında bağlantı kurulmaya çalışılmıştır Ancak bu iddia gerçeği yansıtmamaktadır Erken Osmanlı mimarisinde görülen yan mekânlı camiler (ters T plânlı) tipinin klâsik mimariye geçişi arasındaki bir dönemin örneği olarak kabul edilmelidir Burada yan mekânlı plan düzeninden yola çıkılarak tamamen Klasik Türk mimarisinin başlangıcı olmuş bir örnektir

İbadet mekânı büyük bir kubbe ve ona bitişik iki yarım kubbe ile örtülmüştür Bunların iki yanındaki dörder yan kubbe de üst örtüyü tamamlamaktadır Caminin ibadet mekânı 3702 ve 3706x3680 metre ölçüsündedir Merkezi kubbe 1678 metre çapındadırSon cemaat yeri altı sütunun taşıdığı yedi kubbelidir Mihrap ve minber mermerden yapılmış olup, oymalı ve kabartmalıdır Minberin sağında renkli on sütun üzerine oturtulmuş hünkar mahfili, sağda da sekiz sütunun taşıdığı müezzin mahfili bulunmaktadır

Caminin birer şerefeli minareleri tabhaneye bitişik olup, diğer camilerden ayrı özelliğidir Bu nedenle iki minare arasındaki uzaklık 79 metredir Bunlardan sağdaki minare 1953-1954 yıllarında onarılmış ve orijinalliğini yitirmiştir Soldaki minare de küpüne kadar yıkılarak yenilenmiştir Minarelerin üzerinde yontma silmeler, çerçeveler ve sivri kemerli nişler vardır Buradaki kırmızı ve yeşil kakma ile yapılmış panoların içerisine kûfi yazılar yerleştirilmiştir Renkli taşlarla geometrik süslemeli minarelerdeki bu bezeme, özellikle soldakinde tahrip edilmiştir

Caminin şadırvanı Sultan IVMurad döneminde (1623-1640) yapılmıştırAvlu döşemesi ve şadırvanın sütunları Bizanstan kalma malzemenin yeniden işlenmesi ile elde edilmiştir Özellikle şadırvan sütunlarında Bizans izleri görülebilmektedir

Külliyenin imarethane ve kervansarayının bugüne ulaşan kısmı Beyazıt Devlet Kütüphanesi tarafından kullanılmaktadır ve caminin solunda yer almaktadır Medrese ise caminin sağında ve oldukça uzağında yapılmıştır Günümüzde Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi olarak kullanılmaktadır Külliyenin hamamı medreseden de uzakta olup, Ordu Caddesi üzerinde, Edebiyat Fakültesinin yanındadır Halk arasında yanlış olarak Patrona Halil ismi ile tanınmaktadır

Beyazıd Camisinin mihrap tarafındaki küçük hazirede 1512de Yavuz Sultan selimin yaptırdığı Sultan IIBeyazıdın türbesi bulunmaktadır Oldukça sade ve zengin bir mimarisi olan bu türbenin duvarları kalem işleri ile süslüdür Türbe içerisinde yalnızca Sultan IIbeyazıdın sandukası bulunmaktadır Caminin kıble tarafındaki boşlukta ise II Bayezidin kızı Selçuk Sultanın ve Tanzimat Fermanının ilan eden Mustafa Reşid Paşanın türbeleri bulunmaktadır Ayrıca burada Sultan IIMahmud döneminin devlet adamları, Sadrazam Çerkez Mehmed Paşa, Şeyhülislam İvazpaşazade İbrahimin mezarları bulunmaktadır

Beyazıd Camisi 1797-1870-1940 ve 1958 yıllarında onarım görmüştür Bu onarımlar sırasında ön cephedeki iki yan kapının üzerindeki ahşap revaklar kaldırılmıştır

Şebsafa Hatun Cami (Eminönü)

Zeyrekte, Atatürk Bulvarı üzerindedir Sultan I Abdülhamidin eşlerinden Fatma Şebsafa Hatun tarafından ölen oğlu Şehzade Mehmed için 1787 yılında yaptırılmıştırHalk tarafından yanlış olarak Zeyrek Camii diye tanınan bu cami barok üslupta, tek kubbeli olarak kesme taş ve tuğladan inşa edilmiştir Son cemaat yeri 5 sütunlu olup, bunlar yukarıdaki dışa kapalı mahfel kısmını taşımaktadır

Merdivenle çıkılan caminin giriş kapısı üzerinde Şeyhülislam SYahya Tevfikin (1715-1791) 9 satırlı, 20 mısralık talik yazılı ile h1200 (1787) tarihli kitabesi bulunmaktadır Bu kitabenin 2 kıtası:

“ Şehzade Hazreti Sultan Mehmed Maderi
Fatma altıncı kadın Şebsafa Fahrünisa
Yaptı bir cami mahalli lâyıkında biriyâ
Etti zuhrü âhret makbul olan ruzu ceza”

Kubbe kasnağında 16, duvarlardaki 13 pencere ile ibadet mekânı aydınlatılmıştır Caminin sağında kesme taştan tek şerefeli minaresi bulunmaktadır Şebsafa Hatunun h1200 tarihli (1787) mezarı caminin arkasındadır Ayrıca sol tarafta klasik üslupta üzeri örtülü sıbyan mektebi yapıya eklenmiştir

Nuru Osmaniye Cami (Eminönü)



Kapalıçarşının Cağaloğlu ve Çemberlitaşa açılan kapısının önünde yer alan Nuruosmaniye Camisi, Osmani ve Nuruosmani isimleriyle tanınmıştır Bu caminin bulunduğu yerde daha önce, Hasan Canzade Şeyhülislam Hoca Sadettin Efendinin eşi Fatma Hatunun mescidi bulunuyordu Mescit harap ve yıkılmaya yüz tuttuğundan, Sultan IMahmudun emriyle ortadan kaldırılmış ve yerine bugünkü caminin yapımına h1161 (1748) yılında başlanmıştır Ancak padişahın ölümü üzerine camiyi kardeşi IIIOsman tamamlatmış h1169 (1755), bundan ötürü de “Osmanın Nuru” anlamında Nuruosmaniye olarak isimlendirilmiştir

Nuruosmaniye Camisinin en büyük özelliği batı mimarisinin etkisiyle yapılmış ilk camilerden oluşudur Burada klasik Osmanlı mimarisinin izlerini görmek çok zordur Barok üsluptaki caminin mimarı da tartışmalıdır Bazı kaynaklarda Mimar Mustafa Ağanın ismi geçiyorsa da büyük olasılıkla Simon Kalfa tarafından yapıldığı sanılmaktadır

Yapı topluluğu; cami , medrese, imaret, kütüphane, türbe, çeşme, sebil ve muvakkithaneden meydana gelmiştir Çevresinde dükkanlar ve aynı ismi taşıyan bir de han vardır Külliyenin bulunduğu arazinin dışa eğimli oluşundan ötürü avlunun kuzey ve batı duvarları boyunca ortaya çıkan mekânlar dükkana dönüştürülmüş ve böylece külliyeye gelir sağlanmıştır



Barok üsluptaki cami, iki kapılı, 12 sütunlu, 14 kubbeli revaklı geniş bir dış avlu ile çevrilidir Bu avlu klasik plân üslubundan tamamıyla ayrılmış olup, yarım daire şeklinde bir plân gösterir Klasik üsluptaki cami avlularında görünen şadırvan burada bulunmamaktadır

İki taraftan geniş merdivenlerle çıkılan caminin giriş kapısı üzerinde Hattat Eğrikapılı Rasimin yazdığı bir kitabe yerleştirilmiştir Girişin iki tarafındaki ayetleri de Hattat Fahrettin Yahya yazmıştır

Caminin ibadet mekânını örten kubbesi, klasik Türk mimarisinde görülen uygulamalardan ayrı olarak, payeler yerine duvarlar üzerine oturtulmuş ve ağırlık buraya verilmiştir Mihrap dışarıya doğru çıkıntılı olup, üzeri de yarım bir kubbe ile örtülüdür Kubbe 25 metre çapında, kubbe eteğinde 32 pencere bulunur Klasik mimariden ayrı olarak beş sıra halinde 174 pencere ile aydınlatılmıştır Yapının dengesini kontrol etmek için mihrabın iki yanına döner terazi sütunlar yerleştirilmiştirAyrıca kubbenin dışa açılmasını önlemek için, yapının her iki tarafına ağırlık kuleleri oturtulmuştur Minber ve mihrabı mermerdendir Mihrabın sağından başlayan fetih suresi mermer üzerine oyularak bir kuşak gibi bütün camiyi çevrelemektedir Ayrıca pencere üzerinde renkli taşlar üzerine hadisleri hattat Bursalı Müzehhip Ali Efendi celi-sülüs yazıyla yazmıştır

Taş alemli ikişer şerefeli iki minaresi vardırOsmanlı mimarisinde taş alemler ilk kez burada kullanılmıştır

Kütüphanenin sağında IIIOsmanın annesi Şehsuvar Sultanın türbesi bulunmaktadır Yapı topluluğunun imareti ve medresesi caminin kuzeyinde, Kapalı Çarşı yönünden avluya girildiğinde sağda yer almaktadır Sebil sağdadırTürbe ve kütüphane, hünkar mahfilinin arkasında yer almaktadır Türbe de Sultan IIIOsmanın annesi Şehsuvar Valide Sultan gömülüdür

Zeynep Sultan Cami (Eminönü)

Alemdar Caddesi üzerinde Gülhane Parkı karşısında yer alan Zeynep Sultan Camisini Sultan IIIAhmetin (1703-1730) kızı Zeynep Sultan 1769 yılında yaptırmıştır Yapının mimarı Mehmet Tahir Ağadır Zeynep Sultan Camisi ile birlikte bir sıbyan mektebi, bir sebil ve bir de çeşme yapılmıştır Ancak, çeşme ve sebil, atlı tramvayların buradan geçebilmesi için yol genişletilmesi sırasında kaldırılmıştır Daha sonra bu sebilin yerine 1780 tarihli, Sirkecideki IAbdülhamit Külliyesinin (bu yapı da günümüze ulaşamamıştır) yine Mehmet Tahir Ağanın eseri olan sebil (1777) ve çeşme buraya taşınmıştır

Zeynep Sultan Camisi de XVIIIyüzyılın sonlarına tarihlenen barok üslupta bir yapıdır Mimar Mehmet Tahir Ağa bu camiden altı yıl önce (1763) yapmış olduğu Laleli Camisinde barok üslubun tüm özelliklerini uygulamış olmasına rağmen burada barok ile klasik üslubu kaynaştırmıştır

Zeynep Sultan Camisi sıbyan mektebi, medrese, meşruta evler ile hazirenin bulunduğu bir avlu içerisindedir Kuzeydoğudan ve güneybatıdan girilen avlusunun kapısı üzerinde sonradan yazılmış bir kitabede banisinin ismi ile bir de besmele bulunmaktadır Caminin dört porfir sütunlu, sivri kemerli ve beş kubbeli son cemaat yerinden içeriye girilir Caminin ana mekânı kare planlı olup, güney duvarında dikdörtgen çıkıntı yapan bölüm mihraba aittir Kare mekânı örten 1220 metre çapındaki kubbe trompların taşıdığı bir kasnak üzerine oturtulmuştur Kubbenin ağırlığı trompların yardımıyla duvarlar tarafından taşınmaktadır Girişin hemen üzerinde altı ince mermer sütunun taşıdığı ahşap bir kadınlar mahfili, onun solunda da hünkâr mahfili bulunmaktadır Kubbe kasnağındaki yuvarlak alçı pencereler ve duvarlardaki dikdörtgen pencerelerle iç mekân aydınlatılmıştır Caminin içerisi zengin kalem işleriyle süslenmiştir Burada rûmi, palmet, lotus gibi klasik üslubun öğelerine yer verilmiştir

Minare, caminin batısında olup, kürsü ve pabuç kısımları kesme taştan, gövdesi tuğladan tek şerefelidir Minarenin tuğla gövdesi yapılırken taş merdivenler dışarıdan görülecek şekilde bırakılmış ve böylece tuğla örgü arasında beyaz renkleriyle helezoni bir şekilde minareye özgü bir konum yaratılmıştır Minarenin şerefesindeki bitkisel bezemeli demir korkuluklar da tamamen barok üslubu yansıtmaktadır

Caminin batısında, 1967 yılında yenilenen meşruta evlerinin yanı başındaki sıbyan mektebi ve önünde de haziresi bulunmaktadır 1970 yangınında medrese ve sıbyan mektebi yanmış, 1983te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmış ve Abideleri Koruma Derneğine tahsis edilmiştir Caminin haziresinde Zeynep Sultandan başka Alemdar Mustafa Paşanın mezarı vardır

Zeynep Sultan Camisi uzun süre harap bir durumda kalmış, 1917de onarılmıştır Bunun ardından 1958de Vakıflar Genel Müdürlüğünce, 1983te de Abideleri Koruma Derneğince onarılmıştır

Mahmut Paşa Cami (Eminönü)

Eminönü İlçesinde, Nuruosmaniye Külliyesinin kuzeydoğusunda yer alan Mahmut Paşa Cami ve külliyesi, fetih sonrasının ilk büyük vezir külliyesi olup, Fatih külliyesinden sonra XVyüzyılın en önemli yapı grubudur 1460lı yılların başında yapımına başlanan külliyenin camisi 1462de tamamlanmış; diğer kısımlarının inşası ise 1474 yılına kadar sürmüştür Külliye, Sadrazam Mahmud Paşa tarafından Mimar Atik Sinana yaptırılmıştır

Yapı, cami, türbe, hamam, han, medrese, imaret ve sıbyan mektebinden oluşmaktaydı Ancak, günümüze cami, türbe, han ve hamamdan başka yapısı ulaşamamıştır Cami, giriş kapısı üzerindeki Arapça kitabesine göre 1462de tamamlanmış, Hamam 1466-1467de, medresesi 1472de, türbesi ise 1473te tamamlanmıştır

Cami, tabhaneli ya da zaviyeli cami denilen erken dönem Osmanlı camileri tipinde yapılmıştır Cami iki büyük kubbe ve etrafında üçer ufak kubbe ile örtülüdür İçersindeki mavi üzerine beyaz yazılı çiniler sonradan konulmuştur Minber ile mihrabı işlemeli mermerden yapılmıştır Son cemaat yeri 6 kesme taş sütun üzerine 5 kubbelidir Son cemaat yerinin arkasında beş kubbeli bir giriş kısmı daha vardır Yanlardaki ufak kubbeler altında koridorlar yer alır Kıble kapısının üzerinde hicri 868 tarihli ve caminin yapılış tarihini belirten bir kitabe bulunmaktadır Kapısının etrafı işlemeli mermerdendir Kapının yanında Sultan III Osmana ait onarım kitabesi yer almaktadır Çıkan bir yangında büyük zarar gören cami 1755 yılında Sultan III Osman tarafından tamir ettirilmiştir Cami 1766 yılı depreminde yıkılmış, 1785 yılında tamir görmüştür 1827 yılı yangınından sonra 1829 yılında tekrar tamir edilmiştir Geçirmiş olduğu bu onarımlar nedeniyle, cami içerisindeki bezemeler orijinalliklerini kaybetmişlerdir Kesme taştan tek şerefeli minaresi 1936 restorasyonundan sonra bu günkü şeklini almıştır

İstanbul un en eski han ve hamamları olan Mahmud Paşa Hamamı ve Kürkçü Han ise caminin kuzeyinde yer alırlar Caminin doğusunda bulunan medresenin sadece bir dershanesi günümüze ulaşmıştırCaminin kuzeyinde bulunan hamam, İstanbuldaki en eski hamamlardan biridir

Avlusundaki çeşme ve sebil Darüssade Ağası Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştırMahmut Paşanın türbesi caminin arkasındadır

Laleli Cami (Eminönü)



Laleli semtinde, Ordu Caddesi ile Fethi Bey Caddesinin kesiştiği köşede yer alır Sultan III Mustafa tarafından 1760-1763 arasında yaptırılmıştır Külliyenin mimarı bazı kaynaklarda Mehmed Tahir Ağa olarak geçmektedir Ancak bunu doğrulayan kesin bir bilgi bulunmamasına karşılık, yapının inşaatının ilk aylarda mimarbaşılık görevini Hacı Ahmed Ağanın yaptırdığı bilinmektedir Yapının bitmek üzere olduğu (1762 Aralık başı) dönemde ise hassa başmimarı olarak yine Ahmed Ağanın adını veren belge bulunmaktadır

Adını yakınındaki Laleli Baba Türbesi veya Laleli Çeşmeden alan külliye, cami, imaret, çeşme, sebil, türbe, han, medrese, muvakkithaneden oluşmuştur Cami, külliyenin merkezini teşkil etmektedir Bodrum niteliğindeki bir altyapının üzeri, aynı zamanda caminin avlusudur Bu avlu yer seviyesinden yüksektedir ve avluya basamaklarla çıkılır Laleli Camisi bu yüksek avlunun ortasında yer alır XVII yüzyıl Osmanlı mimarisinin en özgün eserlerinden biridir 24 pencereli büyük kubbesi, giriş ve kıble taraflarındaki üçer yarım kubbeyle desteklenir Tek şerefeli iki minaresi vardır Özellikle minarelerin külahları çok değişiktir Toplam 105 pencere tarafından aydınlatılan caminin iç duvarları renkli somaki mermerlerle kaplanmıştır

Cami barok üslupla yapılmış olsa da daha çok klasik üslubun özelliklerini taşımaktadır Yapımından kısa bir süre sonra İstanbulun geçirdiği 1766 depreminden çok etkilenmemiştir Yalnız bazı kaynaklara göre sol taraftaki minaresi altı yıl sonra camiye eklenmiştir Nitekim kapısı üzerinde bulunan 1197-1783 tarihli Arapça onarım kitabesinden, 1782de geçirdiği büyük yangından sonra onarım gördüğü anlaşılmaktadır Aynı yangında caminin vakfı olan dükkanlar da yanmıştır

Caminin dış avlu cümle kapısı 1957-1958 yılında yol genişletme çalışmaları sırasında geriye çekilmiş ve caddeye ek dükkanlar yapılarak bodrum onarılmıştır Yapıldığı yıllarda ticari amaçlarla kullanılmayan cami bodrumu da günümüzde çarşıya dönüştürülmüştür

Külliyenin hanı, Fethi Bey Caddesi üzerinde, caminin kuzey yönündedir ve hala çarşı olarak kullanılır Taş Han, Çukur Çeşme ve Sipahiler Hanı olarak da bilinen han iki katlı, biri büyük, diğeri küçük iki avlulu bir yapıdır Külliyenin medresesi, bugün Tayyare Apartmanları olarak bilinen yapı topluluğunun bulunduğu yerde, eski adı Derbent Sokağı olan taraftaydı 1894 depreminde harap olan yapı, 1911deki yangında yanarak tamamen yok olmuş ve yerine bu apartmanlar yapılmıştır

Külliyenin türbeleri ve sebili, Ordu Caddesi üzerinde Aksaray yönündeki köşesindedir Öndeki türbede Sultan III Mustafa, Sultan III Selim, Heybetullah, Mihrimah, Mihrişah ve Fatma Sultanlar gömülüdür Bu türbenin yanında Haseki Sultanlar Türbesi ve caminin haziresinde üzeri bronz şebekeli Âdilşah Kadının üzeri açık türbesi vardır

Kalenderhane Cami (Eminönü)

Veznecilerde, 16 Mart Şehitleri Caddesinde ve Bozdoğan su kemerlerine bitişiktir Kiliseden çevrilme camilerdendir Kalenderhane ismi Fatih döneminde verilmiş ve günümüze kadar bu isimle gelmiştir

Bizans dönemindeki adı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Akataliptos İsaya ithaf edildiği sanılmaktadır Ancak bu isim konusunda da kesin bir bilgi bulunmamaktadır

Bugünkü yapının aslı, Latin istilası sırasında Katolik İtalyanlara tahsis edilmiş bir XII yüzyıl kilisesidir Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed vakfı olarak zaviyeye çevrilerek Kalenderi tarikatına tahsis edilmiştir XVIII yüzyılın ilk yarısında Babüssaade Ağası Maktul Beşir Ağa tarafından camiye dönüştürülmüş ve bütünüyle onarılmıştır Aynı zamanda hünkâr mahfili de ekleyen Beşir Ağanın bu onarımı ile ilgili bir kitabesi bulunmaktadır

Duvarları taş ve tuğla karışımı olan caminin bir büyük ve bir küçük olmak üzere iki kubbesi vardır Köşeleri kum saatli olan mihrabı oldukça güzel bir eserdir Minber ampir üslupta olup, ahşaptandır İç duvarlarında renkli mermer kaplamalar ve kabartma halinde friz süslemeler bulunmaktadır

XIX yüzyılda büyük bir yangın geçiren cami, 1854de onarılmıştır Minaresi 1930 yılında yıldırım düşerek yıkılmıştır Bu tarihlerden sonra terkedilmiş, 1966-1975 yılları arasında Harvard Üniversitesi ile İstanbul Teknik Üniversitesi işbirliği ile yapılan bir araştırma ve kazıya konu olmuş, 1968 yılında restore edilerek tekrar ibadete açılmıştır

Küçük Ayasofya Cami (Eminönü)

Cankurtaran ile Kadırga arasında, Küçük Ayasofya Caddesinin sonundadır Kiliseden çevrilme camilerdendir 527 yılında Bizans İmparatoru I Jüstinyen zamanında yapılmıştır Sergios ve Bakhos adlı iki azize ithaf edilmiş olup, adı Sergios ve Bakhos Kilisesidir Fetihten sonra 1504 yılında kilise, Sultan II Beyazid zamanında Darüssaade Ağası Hadım Hüseyin Ağa tarafından kiliseye, beş kubbeli bir son cemaat yeri, binadan ayrı duran minare ile, içerisine bir müezzin mahfili, minber ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür Çeşitli zamanlarda onarımlar geçiren binanın bugünkü minaresi 1955 yılında yaptırılmıştır

Küçük Ayasofya Camisi 30x34 boyutlarında bir alanı kaplamaktadır Kubbe 19 m Yükseklikte ve sekiz köşeli bir kasnağa oturtulmuştur Son cemaat yeri beş sivri kemerli olup, üzeri kubbelidir Sütun başlıkları baklavalıdır Orta kubbe köşelikleri stalaktitlidir Kemerlerde eski süslerin kalıntıları görülebilmektedir

Caminin cümle kapısı beyaz-pembe mermerdendir Bu kapı üzerinde iki ayrı kitabe vardır Bunlardan ortadaki caminin asıl kitabesidir Arapça olan diğer kitabede ise onarımı ve tamamlandığı tarih bulunmakta olup, diğer kitabede ise Hadis-i Şerif yazılıdır Bu cümle kapısındaki ahşap kapı, çok harap olmakla birlikte, XVIyüzyıl ağaç işçiliğinin en güzel örneğidir

Mihrabı mermerden beş kenarlı ve sadedir Üzerindeki tacı süslüdür Minberi de sadedir Kapı üstünde pembe mermerden kenarları laleli bir taca sahiptir Müezzin mahfili sekiz kenarlı on sütun üzerindedir Tavanı çatılı, korkuluğu sağırdır

Yapıdan ayrı ve caminin sağında bulunan minare sekiz kenarlıdır Köşelerinde sütunçeler vardır Caminin kuzeyinde ise Hüseyin Ağa Türbesi bulunmaktadır Türbe sekiz köşeli, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır

Şehzade Cami (Eminönü)



Şehzadebaşı semtindeki cami, genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmet için, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinana yaptırılan külliye içerisindedir Mimar Sinan, Şehzade Cami ve külliyesini 1544-1548 tarihleri arasında dört yılda tamamlamıştır Mimar Sinan daha sonraları yaptığı bir değerlendirmede “Şehzade çıraklık, Süleymaniye kalfalık, Edirne Selimiye de ustalık eserimdir” demiştir Bu nedenle Şehzade Camisi, Mimar Sinanın mimari dehasındaki ana devirler olan bu üç anıt eserin ilk basamağıdır

Bu yap topluluğu, cami, imaret, tabhane, medreseler ve mekteplarden oluşmaktadır Bunlardan imaret ile mektep avlu dışında olup, cami, medrese, tabhane ve türbeler bir avlu içerisindedir

Cami kare planlı olup, üstü yarım küre şeklinde bir büyük kubbe ve bunun etrafında dört yarım kubbeyle örtülmüştür Dört köşede yarım küre, dört de küçük kubbe vardır Bütün kubbeler dört büyük fil ayağı üzerine oturur Mimar Sinanın eserlerinde görülen sadelik ve tezyinat bu camide de görülür

Hünkâr mahfili harimin solunda sütunlar üzerindedir Minber ve mihrap mermerden işlenmiş olup, kafesli ve parmaklıklıdır Müezzin mahfili ise sekiz sütun üzerindedir

Camiye üç ayrı kapıdan girilir Ortadaki cümle kapısının üzerinde bir kitabe bulunmaktadır Cami avlusu 12 sütuna dayanan 16 kubbe ile çevrilidir Buradaki kalem işleri dikkat çekicidir Avlunun ortasında şadırvan vardır Caminin sağ ve solunda ikişer şerefeli iki minaresi bulunmaktadır Minareler çeşitli şekillerde işlenmiştir Medrese, sıbyan mektebi, imaret ve tabhanesi, kuzey yönünde ve avluya duvar teşkil edecek biçimde yerleştirilmişlerdir



Şehzade cami haziresi bir çok türbeyi içine almaktadır Şehzade Mehmedin türbesi camiden daha önce bitirilmiştir Sonraki yıllarda eklenen çeşitli türbelerle bu alan bir hazireye dönüşmüştür Özellikle Şehzade Mehmet Türbesi süsleme ve bezemeleriyle Mimar Sinanın eserlerinin en güzel örneğidir Mermer, breş ve terrakotta ile polikrom bir kaplamaya sahiptir Tek kubbe ile örtülü sekizgen bir yapıdır Üç açıklıklı, düz saçaklı revaklı bir girişi vardır Kubbe yivleri sıklaştırılmış ve derinleştirilmiş; silindirik tambur, yivli bir sütun tamburu niteliği kazanmış, bir palmet dizisiyle sonlandırılmıştır Kapının iki yanına “cuerda seca” tekniğinde İznik çinilerinden panolar yerleştirilmiştir İçeride de aynı teknikte yapılmış çini kaplama kubbe eteğine kadar yükselir Şehzade Mehmedin sandukasının üstüne ağaçtan bir taht yerleştirilmiştir Şehzade Mehmed Türbesinin sol tarafında yine Mimar Sinanın eseri olan ve sekiz köşeli plân düzeninde tek kubbeli Rüstem Paşa Türbesi vardır Ayrıca hazirede Şehzade Mahmud, Hatice Sultan, Fatma Sultan ve İbrahim Paşanın türbeleri yer almaktadır

Külliyede, haziresinde beş tane, dış avlu duvarlarında dörtgen biçiminde bir tane olmak üzere toplam altı türbe vardır Bunlardan özellikle Şehzade Mehmed Türbesi İstanbulun en güzel mezar yapılarındandır

Sokullu Mehmet Paşa Cami (Eminönü)

Kadırga, Su Terazisi Sokakta bulunan cami, IISelimin kızı ve Sadrazam Mehmet Paşanın eşi Esma Sultan tarafından 1571 yılında kocası adına yaptırılmıştır Cami, Sultanahmet Meydanından Kadırgaya inen yolun üzerinde, eğimli bir mevkide bulunan Bizans dönemine ait Aya Anastasia Kilisesinin bulunduğu yerde yapılmıştır Mimarı Mimar Sinandır

Dış avlusu olmayan caminin iç avlusuna kuzey kapısından merdivenlerle girilir Bu avlunun üç tarafı revaklar ve bunların gerisinde yer alan üzerleri kubbeli 16 medrese odası ile çevrelenmiştir Merdivenle çıkılan girişin üzerinde dershane ile yan girişlerde müezzin ve kayyım odaları bulunmaktadır Ayrıca avlunun ortasında, sütun ve mermer şebekeli, kubbeli bir şadırvanı vardır

Cami, dikdörtgene yakın plânlıdır Son cemaat yeri, stalaktitli mermer sütunlar, sivri kemerlerle birbirine bağlanmış, üzerleri kubbeli yedi bölümden oluşmuştur Yuvarlak kemerli portalin üzerinde sülüs hatlı kapı yazıtı bulunmaktadır

Caminin ana mekânı 13 m Çapında merkezi bir kubbe ile örtülüdür Bu kubbe mihrap ve portal tarafından ikişer, yan kenarlarının ortasında birer tane olmak üzere toplam altı ayağa dayanmaktadır Bu ayaklar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmışlardır Buradan bir altıgene ve oradan da çini pandantiflerle kubbe yuvarlağına geçilmektedir Kubbenin yanlara açılmasını önlemek amacıyla, caminin dışına, her ayağın üzerine bir ağırlık kulesi oturtulmuş ve köşelere birer yarım kubbe eklenmiştir Mihrap ve minberi taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir Minberin külahı çinilerle kaplanmıştır Caminin kemerlere kadar İznik çinileri ile kaplı mihrap duvarı, Türk çini sanatının en gelişmiş döneminin örneğidir

Caminin kesme taştan minaresi, sağ taraftadır Gövdesi üzerinde dikey hatlar bulunmaktadır Pencereleri üzerinde mavi zemine beyaz süslü hatla, tamamen çini dekorlu kitabeler bulunmaktadır Cami kalem işleri ile bezenmiştir Özellikle avlu giriş kapısı tavanındaki malakâri örnekler ile mahfil tavanları çok güzel eserlerdir

Caminin haziresinde Sokullu Mehmet Paşanın iki torunu gömülüdür

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Türbeleri

Ayasofya Türbeleri (Eminönü)

Ayasofya Müzesinin avlusunda beş Osmanlı padişahının türbesi bulunmaktadır Bunlar Sultan II Selim (1524–1574), Sultan III Murat (1546–1695), Sultan III Mehmet (1566–1603), Sultan İbrahim (1615–1648) ve Sultan IMustafanın (1591–1639) türbeleridir Beş Osmanlı padişahının aynı yerde gömüldüğü tek yapı da Ayasofyadır Bu türbeler Mimar Sinan, Mimar Davut ve Mimar Dalgıç Mehmet Ağaya aittir Bu türbelerde Osmanlı sanatının en güzel örnekleri bir araya getirilmiştir

Sultan II Selim Türbesi

Sultan II Selimin ölümünden üç yıl sonra 1577de yapılan türbesi Mimar Sinanın eseridir Dışarıdan mermer kaplı, kare planlı, çifte kubbeli bir yapıdır Yüksek ve iki bölümlü kubbe kemerlerin yardımıyla içeriden sekiz sütun üzerine oturtulmuştur

Türbenin basık kemerli kapısı üzerinde, çini üzerine kartuşlar içerisine alınmış iki beyitli bir kitabe bulunmaktadır:

“Rıhlet etti Hazret-i Sultan Selim
Ana rahmet ide Rabbül-Âlemin

Geçti evlâd-ı kiramıyla o Şah
Rahmetüİlahi aleyhim cemain

Yaptılar bir türbe-i cennet misal
Dense lâyık kasr-ı Firdevs-i berin

Hatif-i Kutsi dedi tarihini
Türbe-i Sultan Selim pâk-i din 984

Bu türbe iç düzenlemesi itibarı ile Kanuni Sultan Süleyman Türbesine benzeyen Mimar Sinanın ilginç yapılarından bir örnektir Türbe köşeleri genişçe pahlanmış bir gövde üzerinde yükselen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür İçten kare planlı olan türbenin duvarlarında sekizgen bir plan şekli uygulanmış ve bunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanarak pandantifli kubbeyi taşımaktadırlar Böylece Kanuni Sultan Süleyman türbesinde olduğu gibi, üst yapı itibarı ile sekizgen bir orta mekân elde edilmiş ve iç kısmında sandukaların çevresini dolaşan bir galeri elde edilmiştir

Geniş saçaklı, üç kemerli revakın ardından girişteki iki büyük çini pano dikkati çekmektedir Buradaki firuze, mavi renkli çiniler XVI yüzyılın en güzel örneklerini yansıtmaktadır XIX yüzyılın sonlarında İstanbulda dişçilik yapan SDoringy isimli bir Fransız, zamanının bir Evkaf Nezaretine başvurarak türbenin eksik çinilerini tamamlamak istediğini belirtmiş ve kendisine izin verilmiştir SDoringy bu çinilerin hakikileri yerine Yeni Cami Hünkâr Kasrında olduğu gibi panolardan birini sökerek götürmüş ve yerine bir taklidini yağlı boya ile yapmıştır Günümüzde bu çini pano Louvr Müzesinde sergilenmektedir

Türbenin içerisi zeminden 450 m ye kadar yükseklikte çinilerle kaplıdır Pencere ve dolapların arasındaki yüzeyler, alt pencerelerin kenarına kadar beyaz zemin üzerine mavi, yeşil, kırmızı, lacivert renkte çiçek ve yapraklarla süslüdür Firuze zemine beyaz Çin bulutları ile işlenmiş bordürler pencere ve dolap kapaklarını çevrelemektedir Pencerelerin üzerinde lacivert zemine beyaz celi-sülüs yazı ile yazılmış ayetlerden oluşan geniş bir yazı kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır Pandantiflerin ortasına da İsm-i Celâl ve Cihar yar-ı Güzinin isimlerini oluşturan yuvarlak madalyonlar yerleştirilmiştir

Türbe içerisinde 41 sanduka bulunmaktadır Bunlar Sultan II Selimin büyük ve yüksek sandukasının yanı sıra, III Muratın annesi Nurbanu Sultan, Sultan II Selimin kızları Gevherhan Sultan, İsmihan Sultan ve Sultan III Muratın cülüsünde (tahta çıkışı sırasında) boğdurulan Sultan II Selimin şehzadelerinden Şehzade Süleyman, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah ile Sultan III Mehmetin boğdurduğu 21 erkek kardeşi ile Sultan III Muratın oğulları ile kızlarına aittir

Sultan III Murat Türbesi

Ayasofya haziresindeki Sultan III Muratın (1546–1695)Türbesi, ölümünden sonra Mimar Davut Ağa tarafından yaptırılmıştır Türbe Sultan II Selim ile Şehzadeler Türbesinin arasındadır Türbenin yapımına 1595 yılında başlanmış, Mimar Davut Ağanın yanı sıra Dalgıç Ahmet Ağa da kendisine yardımcı olmuştur Davut Ağanın 1598de ölümü üzerine türbeyi Mimar Dalgıç Ahmet Ağa 1599–1560 yılında tamamlamıştır

Türbenin dışı mermer kaplı, altıgen planlı olup, üzeri iç ve dış olmak üzere iki kubbe ile örtülmüştür Bu kubbeler doğrudan doğruya duvarların üzerine oturtulmuştur Burada Mimar Sinanın Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan II Selim türbelerinde uyguladığı sistem tekrar edilmiştir İç mekânda altı sütun ortadaki sandukalar ile dış duvarlar arasındaki koridoru meydana getirmiştir

Türbenin içerisindeki duvarlar sekilerden itibaren 420 m yüksekliğe kadar XVI yüzyılın mercan kırmızısı rengindeki çinilerle kaplıdır Pencere ve dolapların etrafı çiçekli bir bordür ile çevrelenmiş, aralarda kalan duvar yüzeylerine kırmızı palmet, yeşil kıvrık yaprak, mavi şakayık ve Çin bulutlarından oluşan çiniler yerleştirilmiştir Bunlar renk, kalite ve kompozisyon yönünden yapıldığı dönemin en güzel örnekleri arasındadır Pencerelerin üzerinde lacivert zeminli, beyaz ve celi-sülüs ile yazılmış Besmele ve ayetleri kapsayan bir yazı kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır İç mekândaki büyük sivri kemerler kalem işleri ile boyanmıştır Pandantiflerin ortasına birer dairevi madalyon yerleştirilmiş ve buraya Esma-i Hüsna yazılmıştır Kubbe yazı ve çeşitli motiflerle bezelidir Ortada Besmele ile birlikte Fatiha suresinin bulunduğu bir madalyon yer almaktadır Ayrıca İsmi Celâl ve İsmi Nebinin tekrarlandığı kufi bir yazı şeridi de dikkati çekmektedir

Türbenin abanoz ağacından yapılmış kapısı Türk ağaç işçiliğinin güzel örnekleri arasındadır Kapının sağ ve sol kanatlarındaki “Küllü nefsin Zâikatül- mevt sümme ileyna terceün” ayetinin yazılı olduğu sedef kakmalı kareler Dalgıç Ahmet Ağaya aittir

Türbede çeşitli ölçülerde 50 sanduka bulunmaktadır Sultan III Murat başta olmak üzere, hasekisi ve Sultan III Mehmetin annesi Safiye Sultan, III Muratın kızları Fahri, Mihriban ve Fatma sultanlar ve ayrıca 20 kızı, Sultan IAhmetin şehzadesi Kasım, Sultan III Mehmetin tahta çıktığı sırada öldürülen 20 şehzadesi, 20 kızı, Sultan İbrahimin bir şehzadesi ve iki kız gömülüdür

Türbenin yanında Sultan III Muratın oğullarının gömülü bulunduğu dıştan sekizgen, içten dört köşeli Şehzadeler Türbesinde Padişahın dört oğlu ile kızı gömülüdür

III Mehmet Türbesi

Ayasofya haziresinde bulunan Sultan III Mehmetin türbesini Mimar Dalgıç Ahmet Ağa yaptırmıştır Bu türbe de Kanuni Sultan Süleyman, Sultan II Selim ve Sultan III Murat türbelerinde uygulanan mimari sistem küçük değişikliklerle tekrar edilmiştir Dalgıç Ahmet Ağanın eseri olan bu türbe dıştan mermer kaplı, içten de sekiz köşeli plana sahiptir Türbenin üzerini örten iç ve dış olmak üzere iki bölümden meydana gelen kubbe, doğrudan doğruya duvarların üzerine oturtulmuştur Sonraki dönemlerde Sultan III Mehmetin ölen kızları için giriş kapısının iki yanına yeni bölümler eklenmiştir

Türbenin önünde üç kemerli bir revak bulunmaktadır Bu revakın zamanla bazı değişikliğe uğradığı, sütun başlıkları ve duvarlar üzerindeki resimlerden anlaşılmaktadır Giriş kapısı XVIII-XIX yüzyılın barok özelliklerini yansıtmaktadır Bu da bu bölümün yenilendiğine işaret etmektedir

Türbenin içerisi muntazam sekizgen bir plan göstermekte olup, sekiz mermer sütun, sekiz büyük kemerle birbirine bağlanarak pandantifli iç kubbeye dayanak sağlamaktadır Böylece Kanuni türbesindeki iç mekânın düzeni burada bir kez daha tekrarlanmıştır Baklavalı başlıklara oturtulan kemerler duvarlarla ve çok yüksekteki bağlantı kemeri ile birleştirilmiştir Türbenin içerisi İznik işi çinilerle kaplanmıştır Alt sıralardaki pencere ve dolapların arasında kalan duvarlar tamamen çinilerle kaplıdır Ancak bu türbe çinilerinde sonraki dönemlerde yapılan eklemeler de görülmektedir Türbe içerisinde kalem işleri görülmemekte olup, onların yerini yaprak-çiçek kompozisyonları almıştır Pandantiflerin ortasında yeşil zeminli yuvarlak madalyonlara altın yaldızla Lafsa-i Celâl, İsm-i Nebi, Cihar yar-ı Güzin, Hasan ve Hüseyin isimleri yazılmıştır Madalyonların çevresi de lotuslar ve rumi kıvrımlarla doldurulmuştur Kubbe göbeğinde madalyon içerisinde bir ayet bulunmaktadır

Türbenin içerisinde ve dışında çeşitli yerlere yerleştirilmiş kitabe ve yazılar bulunmaktadır Bunlardan kapının basık kemeri üzerinde iki satır halinde altı kartuş içerisine yazılmış kitabesi okunmaktadır:

“Ruh-ı pak-i Hazreti Sultan Mehmed Han içun-farz-ı ayn oldu şam u seher her salihe daima firdevs-i aladâ meşam canına
İrişe Gülizar-ı kutsiden muattar rayiha-azm-i Firdevs ettiğine hükmüya tarihtir Okuyun Sultan Mehmed can-i çün Fatiha

Bunun yaı sıra türbenin dışta batı cephesine, alt pencere ile orta sıradaki pencerelerin arasındaki yüzeye üç satır halinde, her mısraı ayrı bir kartuş içerisine alınmış uzun bir kitabe yerleştirilmiştir Bu kitabeden türbenin Sultan I Ahmet tarafından babasının ölümü üzerine yaptırıldığı ve binanın 1608–1609 yıllarında tamamlandığı yazılıdır Buna dayanılarak türbenin Sultan III Mehmetin ölümünden beş yıl sonra tamamlandığı anlaşılmaktadır

Türbede Sultan III Mehmetin yanı sıra Sultan I Ahmetin annesi Handan Sultan, Sultan I Ahmetin üç oğlu ve on dört kızı ile Sultan III Muratın kızı Ayşe Sultan gömülüdür Giriş revakının iki yanındaki mekânlarda da Sultan III Muratın kızları gömülüdür

Sultan İbrahim ve Sultan I Mustafa Türbesi

Ayasofyanın Bizans Çağına tarihlenen vaftizhanesi fetihten sonra bir süre camiye dönüştürülen yapının kandillerinin yanmasını sağlayan yağhane olarak kullanılmıştır Sultan I Mustafanın 1623 yılında ölümü üzerine gömülmesi için yer bulunamamış, naşı bir süre bekletildikten sonra vaftizhane türbeye dönüştürülmüş ve oraya gömülmüştür

Sultan İbrahimin 1648 yılında ölümünden sonra O da Sultan I Mustafanın yanına gömülmüştür Bu türbenin kubbedeki kalem işi dışında bezemesi bulunmamaktadır Duvarlardan bir parçası üzerinde Bizans döneminden kaldığı sanılan bir fresko izi bulunmaktadır

Vaftizhane ile Ayasofya arasında küçük bir iç avlu bulunmaktadır Bu avlu içerisinde Bizans döneminden kalma bir vaftiz teknesi ile Osmanlı döneminden kalan yağ küpleri görülmektedir

Bu vaftizhane ve sonra türbeye dönüştürülen bölüm, ana yapının güneybatı köşesinde, kare planlı ve anıtsal bir yapıdır Üzeri dıştan kasnaksız kurşun kaplı, basık bir kubbe ile örtülüdür İçeride köşelerde, kare dış duvarların içlerine dört eksetra oyulmuş ve böylece binanın üzeri sekizgene dönüştürülmüştür Duvarlarda sekiz niş bulunmakta olup, iç kısımdaki sekizgen planı daha da belirginleştirmektedir Bu nişlerden doğudaki hafifçe dışa taşkın olup, bir apsis oluşturmaktadır

Vaftizhanenin batısında kalan narteks bölümü üzeri çapraz tonozlu üç bölüm halindedir Vaftizhanenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Bazı iddialara göre IIustinianus, bazı iddialara göre de II Theodosius zamanından kalmadır Mimari işçiliği ve kullanılan elemanlar bugünkü Ayasofyadan farklıdır

Türbede Sultan I Mustafa ve Sultan İbrahimden başka Sultan IV Muratın kızı ve Melek Ahmet Paşanın eşi Esmahan Kaya Sultan, I Ahmetin kızı, Bayram Paşanın eşi Hanzade Sultan, I Ahmetin kızı ve Kenan Paşanın eşi Atike Sultan, Sultan İbrahimin kızı ve İbşir Paşanın eşi Buy-unus Ayşe Sultan, Sultan İbrahimin oğlu Şehzade Selim, Sultan IV Mehmetin oğlu Şehzade İbrahim ve Sultan II Ahmetin oğlu Şehzade İbrahim gömülü bulunmaktadır Türbe içerisinde toplam on sekiz sanduka bulunmakta olup, bunların dışındakilerin kime ait olduğu bilinmemektedir

Sultan I Ahmet Türbesi (Eminönü)



Sultan IAhmedin (1603–1617) Türbesi, Sultanahmet Külliyesinin kuzeydoğu köşesinde bulunmaktadır Duvar ile çevrili olan türbenin arkasında bir darülkurra, revakların önündeki köşede daha önce sebil olan ve XIX yüzyılda muvakkithaneye dönüştürülen, günümüzde Türbeler Müzesi Müdürlüğü olarak kullanılan bir yapı bulunmaktadır

Sultan IAhmedin 1617de ölümünden sonra Sultan IMustafa (1617–1618/1622–1623) döneminde 1617–1618 yıllarında türbenin yapımına başlanmış, Sultan II Osman (1618–1622) döneminde 1619da tamamlanmıştır

Türbe XVI yüzyıl türbelerinden ayrı bir mimari üslup göstermektedir Bu yapıda iç koridorlu mekân düzeninden ve çift cidarlı kubbeden vazgeçilmiştir Girişin karşısına bir çıkıntı yapılmıştır Kare planlı olan yapının cepheleri mermerle kaplanmış olup, köşeler pahlanarak yumuşatılmıştır Bu pahlanan kısımlar üstte mukarnas dolgular ile son bulmaktadır Türbe cephelerdeki üç sıra pencere ile aydınlatılmıştır Alt sıra pencereler ahşap kapaklı dikdörtgen söveli, üst sıra pencerelerse sivri kemerli ve şebekelidir Türbenin yan cephelerine açılan farklı boyuttaki bu pencereler asimetrik bir görünüme sahiptir Sultan I Ahmedin sandukasının hizasına rastlayan pencereler diğerlerinden daha büyük tutulmuş ve böylece farklı bir görünüm elde edilmiştir

Türbenin üzeri çokgen bir kasnak üzerine oturan kubbe ile örtülmüştür Türbe girişi üç bölümlü bir revak görünümündedir Bu revakın üst örtüsü önde dört, arkasında duvarlara gömülü iki sütun üzerine oturmaktadır Buradaki mukarnas başlıklı mermer sütunlar iki ayrı renkli taştan örülmüş ve bunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır Bu kemerlerin ortasında ayna tonoz, iki yanında da birer kubbe bulunmaktadır Üst örtünün içerisi bitkisel kalem işleri ile bezenmiştir Türbe giriş revakı daha geniş tutulmuş ve iki yanına da mermer korkuluklu sekiler yerleştirilmiştir Türbe girişi basık kemerli bir kapı olup, bunun üzerinde üç satırlık on iki kartuşlu bir kitabeye yer verilmiştir:

“Hüsrev-i Cennet-mekân hakan-ı Firdevs-i aşiyan
Daver-i Cemşid ferdray-ı hurşid itila
Yani Sultan Ahmed ol Şah-ı Süleyman kadr kim
Şahlar olurlar idi dergehine çehresa
Gördü kim bu alem-i fani değil Cay-i karar
Can atıp firdevse kıldı azm-i aklim-i beka
Şahbaz ruh-ı paki arşa pervaz eyledi
Oldu cism-i pakine bu merkad-i ca dilguşa
Habgahın adın kıl ya Rab o şah-ı adilin
Cennet-i alada lutfunla müyesser kıl lika
Türbe-i ulyasının ihtimamına tarihdir
Türbe-i Sultan Ahmed evc-i ılliyyin ola
1028 (1619)

Türbenin ahşap kapı kanatları üç bölüm halindedir Bu kapıda kündekari teknik uygulanmış, geçmelerin içerisi sedef, fildişi ve bağa ile kaplanmıştır Türbenin girişi üzerine bir mahfil yerleştirilmiş, buraya çıkışı sağlayan merdiven giriş kapısı ile dolap nişi arasına yerleştirilmiştir Türbenin üzerini örten kubbeye geçiş duvarlardan dışarı taşan sekiz sivri kemer ve bu kemerlerin mukarnaslı üçgenleri üzerine oturtulmuştur

Sultan I Ahmet Türbesi çini, kalem işi ve ahşap işçiliğinin güzel örneklerini bir araya getirmiştir Alt sıra pencerelerin üzerlerine kadar zeminden çiniler ile kaplıdır XVII yüzyıl sıratlı tekniğindeki bu çinilerde bitkisel kompozisyonlara ağırlık verilmiştir Çini panoların üzerini lacivert zemine beyaz sülüs hat ile yazılmış Mülk suresine yer verilmiştir Bu ayet kuşağı bütün türbeyi çepeçevre dolaşmaktadır Çinilerin üzerinde kalan bölüm ise zengin kalem işleri ile bezenmiştir Kubbenin ortasına madalyon içerisine Fâtır suresinin 41 ayeti; pandantiflerdeki madalyonlar içerisine de Esma-ül Hüsna yazılmıştır

Türbede Sultan I Ahmet, oğulları Sultan II Osman, Sultan IV Murad, Kösem Valide Sultan (Mahpeyker Sultan), I Ahmedin, II Osmanın, IV Muradın ve Sultan İbrahimin kızları ile oğulları gömülüdür

Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, müze olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır

Sultan II Mahmud Türbesi (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Çemberlitaşta Divanyolu Caddesi üzerinde bulunan Sultan II Mahmut Türbesi çevresinde büyük bir alanı kaplayan, adeta bir Osmanlı anıtsal mezarlığı görünümündedir

Türbe sebil, muvakkithane ve hazireden meydana gelmiş olup, bunun bir kenarında bulunan Sultan II Mahmut Türbesi, Sultan II Mahmudun (1808–1839) 1 Temmuz 1839da ölümünden sonra yapılan görevlendirmelerle 1839da yapılmış ve 11 Kasım 1840ta açılmıştır Türbenin mimarları Ebniye-i Hümayun kalfalarından Ohannes Dadyan ve Bogos Dadyandır Türbenin mali ve idari işlerinden de bina emini Bekir Abdülhalim Efendi sorumlu olmuştur Türbedeki kitabeleri de Hattat Mehmet Haşim Efendi yazmıştır Türbenin dış avlu kapısı üzerindeki kitabe de Yesarizade Mustafa İzzet Efendiye aittir

Sultan II Mahmut Türbesi ve hazireye açılan kapıların üzerinde Şair Ziverin söyleyip, Yesarizade Mustafa İzzet Efendinin yazdığı kitabelerden birinci kapı üzerindeki kitabede;

“Fevz ve şevketle muammer eylesin
Şehriyar-ı asrî Hay Müsteân
Zâtı eslâf-ı selâtine onun
Hayrla hayrul-halefdir bî-gümân
Vâlidî Mahmûd Hanın kabrine
Türbe inşa kıldı ol Şah-cihan
Öyle âlî türbe kim Cennet gibi
Dâima olmuş makam-ı kudsiyan
Fatiha İhlâs okundukça Hudâ
Rûh-ı Han-ı Mahmudu kılsın şadümân
Ziverâ tarihim oldu cevherîn
Türbe-i Mahmud Han kasr-ı Cinan / 1255”

İkinci kapı üzerindeki kitabede ise;

Menba-ı mâil-hayât madelet-şâh-ı cihân
Hazret-i Abdülmecid Hân sâye-i Rabb-i Celîl
Hayr-ı cârîsi o şâhın meşreb-i pâkîzesi olmuş
Su gibi olmuş revân bulsa seza ecr-i cezîl
Vâlid-i zî-şânın rûh-ı şerîfi içün o Şeh
Eyledi ihyâ bu mevkîden sebîl-i bî-adîl
Rûh-ı Mahmûd Hân garîk-i rahmet olsa var yeri
Türbesi firdevs olup oldu sebîli selsebîl
Ya ilâhî teşne-gan etdikce bunda nûş-ı âb
Rûh-ı Hân-ı Mahmûdu kıl seyrâb-ı inâm-ı cemîl
Cevher-i târihime su verdi Ziver-i feyz-i cûd
Buldu kevser ruh-ı Han-ı Mahmud içün zîbâ-sebil / 1256” Yazılıdır



Divanyolu Caddesi üzerinde, cephede, Çemberlitaş yönündeki köşede bulunan türbe sekizgen planlı olup, ön bölümü cadde üzerine taşmış ve buraya birkaç basamak merdiven yerleştirilmiştir Türbenin Sultanahmet yönündeki köşesine de bir çeşme yerleştirilmiş, böylece yuvarlak pencereli mezarlığın duvarlarında bir kenarda türbe, diğer kenarda da çeşme ve her ikisi arasındaki sebil ve giriş kapısı ile bir bütünlük sağlanmıştır

Mezarlık alanına giriş anıtsal bir kapı görünümündedir Türbe, kapılar ve sebil araları birbirlerine eşit uzunlukta dörder yuvarlak şebekeli pencerelidir Sebilin her iki yanındaki pencereler arkadaki başka bir mekâna da bağlı olduklarından madeni şebekelerin arkasına ayrıca ahşap aksam yerleştirilmiştir Bunların arkasında Muvakkithane ile Hünkâr Dairesine yer verilmiştir Türbeye giriş bu yapının içerisindendir

Sekizgen planlı olan türbenin yan yüzeyleri kenarlarından biraz içeriye çekilmiş, plasterlerle hareketlendirilmiştir Saçak altına kadar uzanan bu plasterler antik çağın korint üslubuna benzemektedir Plasterler arasındaki yüzeylere yarım daire kemerli pencereler ve bunların üzerine içleri boş kartuşlar yerleştirilmiştir Pencere kemerlerinin üzengi hizasında bir silme türbeyi çepeçevre kuşatmakta, sonra da uzun cephenin pencereli duvarlarının üst bitimine bağlanmaktadır Bu silmelerin türbe plasterleri üzerlerine rastlayan bölümlerine de palmetli bir friz yerleştirilmiştir Ayrıca saçak altındaki yüzeylere çifter kılıçlı birer kalkan kabartmasına da yer verilmiştir Bu kalkanların bitiminde meşale şekilleri görülmektedir

Bütünüyle mermer kaplı olan cephenin tasarım ve uygulama düzeni madeni parmaklıklarda ve sebilim alemlerinde de görülmektedir Türbe 17 m çapında bir kubbe ile örtülüdür İçerisi kalem işleri ile bezenmiş, çiçek sepeti kabartmaları, armalarla süslenmiştir

Türbe içerisinde on sekiz sanduka bulunmaktadır Burada Sultan II Mahmud, Sultan Abdülaziz ve Sultan II Abdülhamid gömülü bulunmaktadır Sultanların sandukaları madeni ve sedef şebekeler içerisine alınmıştır Yalnızca Sultan II Mahmudun madeni sanduka şebekesi özenli biçimde yapılmıştır

Türbeye girişteki uzun koridorun iki yanında bulunan odalardan sol taraftaki Nevfidan Türbesi olarak isimlendirilir Ayna tonozla örtülü olan bu odanın tavanı alçı kabartmalarla bezenmiştir Bu bezemelerde, saksı içerisinden çıkan çiçek demetleri ve etrafında çelenklerden gelişen süslemeler dikkat çekicidir Burada asıl türbe içerisinde gömülü bulunan üç Osmanlı padişahının eşleri ve çocuklarına ait sandukalar bulunmaktadır Girişin sağındaki oda ise kendi içinde ikiye bölünmüş olup, burasının türbe ziyaretine gelen sultanların dinlenme yeri olduğu sanılmaktadır

Türbenin içerisinde beyaz renk egemen olup, yalnızca bezeme olarak kubbe içerisinde alçı kasetli dekorasyon dikkati çekmektedir Diğer Osmanlı türbelerinde görülen ayet kuşağına burada da yer verilmiştir Siyah zemin üzerine altın yaldızlı Hud Suresinden ayetler yazılmıştır Bunun yanı sıra kapı üzerindeki kitabede Rahman Suresinden ayetler, kubbe kasnağı çevresinde Lafz-ı Celâl, İsm-i Nebi, Cihar-ı Yar-ı Güzin, Hasan ve Hüseyin isimleri madalyonlar içinde yazılmıştır



Türbenin içerisi rahleler, Kuran-ı Kerim, Şifa-i Şerifler, Ecza-i Şerifler, çeşitli levhalar, beratlar, Sultan II Mahmudun tuğralı Kâbe örtüsü, ipek seccadeler, halılar, İran şalları, şamdanlar, avizeler ile bezenmiştir Bunlardan kubbeye asılı kristal avize İngiltere Kraliçesi Viktorya tarafından gönderilmiştir Kapının iki yanındaki altın yaldızlı duvar saatleri de Fransa İmparatoru III Napolyonun hediyesidir

Türbe, Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, içerisindeki eşyaların büyük bir kısmı envanterlenerek Türbeler Müdürlüğü deposuna kaldırılmıştır

Sultan II Mahmud Türbesinin yanındaki avlu 1861 yılından sonra hazireye dönüştürülmüş ve büyük çoğunluğunu 1840–1920 tarihleri arasında görev yapmış önemli devlet adamları ve yazarların, şairlerin mezarları oluşturmaktadır Burada 150ye yakın son dönem Osmanlı taş işçiliğini yansıtan, hat ve tarih yönünden önemli mermer lahit ve mezar taşı bulunmaktadır Burası açık hava mezar müzesi görünümündedir Burada gömülü olanların başında; Ahmed Fethi Paşa, Müşir Ahmed Eyüb Paşa, Süreyya Paşa, Damat Hasan Hüsnü Paşa, Sadullah Paşa, Mehmed Tevfik Paşa, Said Halim Paşa, Şevknihal Kadın, Revnak Kadın, Ferahnuma Kadın, Talha Ağa, Ahmed Raşid Zeynel Efendi; Hasan Fehmi Bey, Ahmed Samim; Muallim Naci, Ziya Gökalp gelmektedir

Türbe kompleksinin önünde bulunan Sebil caddeye taşmış olup, avlunun iki ana giriş kapısının ortasında bulunmaktadır Beyaz mermer kaplı sebil dört sütun üzerine oturan kubbe ile örtülmüştür Kubbenin içerisi dilimlere bölünmüş ve her bir dilimin içerisine çiçek demetlerinden oluşan alçı kompozisyonlar işlenmiştir

Sebilin iki yanındaki odalara avludan girilmektedir Sebile geçişi sağlayan avlunun sağında kalan bölüm Muvakkithane olup, burada Ahmed Eflâki Mevlevi Dedesi ilk muvakkit olarak görev yapmıştır Bu bölüm uzun yıllar Vakıflar Genel Müdürlüğünün restoratörü YMimar Sedat Çetintaşın çalışma ofisi olarak kullanılmıştır

Sultan IIBeyazıt Türbesi (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesi, Beyazıt Meydanında Sultan II Bayazıt yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan türbe, Bayazıt Camisinin güneyinde, dış avlusunda bulunmaktadır Türbeyi II Bayazıtın (1481–1512) oğlu Yavuz Sultan Selim (1512–1520) caminin Kıble yönündeki boş alana yaptırmıştır Türbenin mimarı kesinlik kazanamamakla birlikte Mimar Hayreddin olduğu sanılmaktadır Sultan II Bayazıt saltanatı oğlu Yavuz Sultan Selime bıraktıktan sonra Dimetokaya gönderilmiş, ancak çorlu yakınlarında ölmüştür Bundan sonra İstanbula getirilerek kendi adına yaptırdığı camisine gömülmüştür Sultan II Bayazıtın 26 Mayıs 1512de ölümü dikkate alındığında türbenin de 1513 yılının sonlarında veya 1514 yılının başında tamamlandığı sanılmaktadır

Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi formunda, köfeki taşından sekizgen planlı olup, her kenarı 535 m ölçüsündedir Üzeri sağır sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür Bu türbe Mimar Sinan öncesi Osmanlı devri mimarisi ile Klasik Osmanlı mimarisi arasında bir geçit teşkil etmektedir Türbenin her kenarında altlı üstlü ikişer penceresi vardır Türbeyi son derece güzel aydınlatan bu pencerelerin alt sıradakiler dövme demir parmaklıklı, dikdörtgen şekildedir Bunların üzerinde tahfif kemerlerine yer verilmiştir Üst sıra pencereler Klasik Osmanlı mimarisinde yaygın biçimde kullanılan basık sivri kemerlidir

Giriş kısmındaki geniş saçaklı holün orijinali günümüze gelememiş, burası XVIII yüzyılın sonlarına doğru yenilenmiştir İki renkli taşlardan yapılmış kapı kemerinin üzerinde Besmele yazılıdır Kapı kanatları kündekâri tekniğindedir Ayrıca altın yaldızlı madeni kabaralarla süslenmişse de bunların hemen hemen hepsi yerlerinden sökülerek çalınmıştır Kapı kanatlarının üst kısmındaki kitabelerde “Dünya ahiretin tarlasıdır” anlamında bir hadisi şerife yer verilmiştir

Türbenin dış cephesinde yeşil ve somakilere de yer verilmiş ve böylece Osmanlı türbe mimarisindeki sadelikten kısmen uzaklaşılmıştır



Türbe içerisindeki kalem işleri barok üslupta XVIII-XIX yüzyılda yapılmıştır Bu kalem işlerinin Tanzimat döneminde yapıldığı ve 1940lı yıllardan sonra caminin onarımı sırasında yenilendiği bilinmektedir Ayrıca alt pencerelerin üzerlerine madalyonlar içerisinde manzara resimleri yapılmış, yine madalyonlar içerisinde Esma-ül Hüsnaya yer verilmiştir

Sultan II Bayazıtın sandukası türbenin ortasına tek olarak yerleştirilmiştir Sanduka sedef kaplamalı bir şebeke ile çevrilmiştir Bu sandukanın üzerinde sarı simlerle Maraş işi tekniğinde Sultan II Bayazıtın doğum, cülüc, saltanat süresi ve ölüm tarihini içeren bir kitabe işlenmiş, bunun üzerine de celi-sülüs yazı ile Kelime-i Şahadet ve Kurandan alınma diğer bölümler işlenmiştir

Türbe İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğünün yönetiminde olup, içerisindeki Kuran-ı Kerim, Lihye-i Saadet, şamdanlar, rahleler, levhalar ve kandiller müze deposuna kaldırılmıştır

Sultan II Bayazıt Türbesinin sol tarafında kızı Selçuk Sultanın, sağında ise Tanzimat döneminin önde gelenlerinden Mustafa Reşit Paşanın türbeleri bulunmaktadır

Kanuni Sultan Süleyman Türbesi (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesinde, Süleymaniye Camisinin avlusunda bulunan Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, ölümünden sonra yapılmıştır Kanuninin Zigetvar Savaşında, kalenin düşmesinden birkaç saat önce 6–7 Eylül 1566 yılında ölmüştür Sokullu Mehmet Paşa Kanuninin ölümünü orduda karışıklık çıkmaması amacı ile gizlemiş, iç organları sultanın öldüğü yere gömülmüş, cesedi İstanbula getirilmiştir Padişahın ölümü Belgrata yaklaşırken açıklanmış ve tabut 400 kişilik Vezir Ahmet Paşanın komutasında İstanbula götürülmüştür Süleymaniye Camisi önünde üçüncü defa namazı kılınmış ve caminin mihrabı önüne gömülmüştür

Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) öldüğü Zigetvarda bir makam türbesi yapılmıştır Sultan II Selimin (1566–1574) emri ile Budin Valisi Sokullu Mustafa Paşa aynı yerde bir türbe yaptırmıştır Sonraki yıllarda Sultan IV Mehmet (1648–1687) bu türbeyi onarmıştır Osmanlıların Macaristandan çekilmesinden sonra bu türbe yıktırılmıştır

Kanuni Sultan Süleymanın İstanbuldaki türbesini oğlu Sultan II Selim yaptırmıştır Mimar Sinanın eseri olan bu türbe sekizgen planlı olup, köşeleri hafifçe pahlanmıştır Sekizgen gövdenin alt kısmını geniş bir saçak altında dolaşan sivri kemerli bir revak çepeçevre sarmıştır Bu revak iki mermer kemerlerin üzerine oturduğu baklava başlıklı 29 sütun tarafından taşınmaktadır Sütunların aralarına Bursa kemerli korkuluklar yerleştirilmiştir Bu revakların arkasında dikdörtgen çerçeveli, mermer söveli pencereler bulunmaktadır Pencerelerin iki renkli sivri kemerli alınlıkları mermer ile kaplanmıştır

Türbenin sekizgen gövdesinin üzerinde iki renkli mermerlerle örülmüş geniş bir sivri kemer içerisinde üçlü pencere gurupları bulunmaktadır Bunlardan ortadaki pencereler yanlardakinden daha geniş ve daha yüksektir Pencere kemerleri sivri formlu ve iki renk mermer örgülüdür Türbenin cephesi mukarnaslı bir friz ve palmetli bir tepelikle sonlandırılmıştır Üst örtü iç içe iki kubbe şeklinde olup, kasnaksızdır

Türbenin giriş revakı üç kemerlidir Bunun sağ ve soluna birer kemer daha eklenmiştir Bunun sonucu olarak da giriş revakı beş kemerli görünüm kazanmıştır Ortadaki revak dizisinin kemerleri yandakilere göre daha sivri ve daha yüksektir Giriş revakının kemerleri mukarnas başlıklı sütunlar üzerine oturtulmuştur Ayrıca revaklar mermer şebekelerle çevrilmiş, revakın tavanı mermer plakalarla kaplanmıştır Bu bölüm dıştan geniş bir çatı ile örtülmüştür



Türbenin içerisi de sekizgen planlı olup, üzerini örten kubbe geniş pandantifler üzerine oturtulmuştur Bu pandantifler mukarnas başlıklı kırkızı porfir ve beyaz mermer sekiz sütun tarafından taşınmaktadır Türbenin içerisi XVI yüzyılın çinileri, kalem işleri ve ağaç işçiliğinin örnekleri ile bezenmiştir Giriş kapısının iki yanına bitkisel kompozisyonların egemen olduğu çini panolar yerleştirilmiştir Abanoz kapı kanatları sedef ve fildişi kakmalarla bezenmiş, bunların üzerine Kelime-i Tevhit yazılmış ve geometrik süslerle de bezenmiştir İç mekân duvarları yarıya kadar çini ile kaplanmıştır Burada beyaz zemin üzerine lacivert, firuze ve kırmızı renklerin ağırlıklı olduğu bitkisel kompozisyonlu çiniler boş yer bırakmamacasına bütün yüzeyi kaplamıştır Ayrıca çinilerin üzerinde tüm mekânı çepeçevre dolaşan bir ayet frizi bulunmaktadır Pandantiflerin yüzeylerine de Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri yazılıdır

Kubbe kalem işleri ile bezenmiş, altın yaldızlı madalyonlar da dikkati çekmektedir Burada rumi ve hatayilerin yanı sıra bezemeleri birleştiren düğümlerin ortalarına parlak cisimler yerleştirilmiştir

Türbede Kanuniden başka II Süleyman, II Ahmed ve hasekisi Rabia Sultan, Kanuninin kızı Mihrimah Sultan, II Süleymanın annesi Saliha Dilaşub Sultan ve II Ahmedin kızı Asiye Sultan gömülüdür

Sultan III Mustafa ve Sultan III Selim Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Lalelide Ordu Caddesi üzerinde bulunan bu türbe Sultan III Mustafanın 1763 yılında yaptırmış olduğu Laleli Camisi ismi ile tanınan imaret, sebil, muvakkithane, han, hamam ve dükkânlardan oluşan külliyenin bir bölümüdür Yapı topluluğunun mimarı Tahir Ağadır

Sultan III Mustafa (1757–1774) Lalelide yaptırdığı bu külliyenin yanına daha önce kendisi için bir de türbe eklemişti Bu nedenle 1774 yılında öldüğü zaman kendi yaptırdığı türbesine gömülmüştür Sultan III Selim de (1761–1808) 1808de öldüğü zaman babası olan Sultan III Mustafanın bu türbesine gömülmüştür

Mermer kaplı ongen planlı tek kubbeli, barok üsluptaki türbenin üç cephesi önündeki Ordu Caddesine yöneliktir Türbe girişinde üç gözlü revak bulunmaktadır Türbenin avlu giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Mehmet Vasfi Efendinin Fecr suresinin 27–30 ayetleri yazılıdır Giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Mehmet Vasfinin Ankebut suresinin 57 ayeti yazılıdır Giriş kapısının iç kısmında Mehmet Vasfinin koyu yeşil zeminli kabartma harfler ve altın varakla Haşr suresinin 2 ayeti yazılmıştır Caddeye bakan türbenin güneydeki üç penceresi basık kemerli olup, bunların köşelikleri mermerden kabartma yaprak ve çiçek motifleri ile bezenmiştir Süsleme yönünden son derece zengin olan türbenin içerisindeki birinci kat pencereleri yayvan kemerlerle çevrilmiş pencere aralarına XVI yüzyıla tarihlenen, piyasadan toplanmış mercan kırmızısı, mavi ve beyaz renklerin egemen olduğu çiniler yerleştirilmiştir Bu pencereler üzerine yine Mehmet Vasfi Efendinin Zümer suresinin 49–53; 73–73 ve Saffad suresinin 180–182 ayetleri yazılmış ve bunlar bir kuşak halinde iç mekânı çepeçevre dolanmıştır

Türbede Sultan III Selim ve Sultan III Mustafanın sandukaları bulunmaktadır Bu sandukalar sedef kakmalı, ahşap korkuluklarla çevrilmiştir Onların yanı sıra, Sultan III Mustafa, Sultan III Selimin şehzadeleri ve kızlarına ait sekiz sanduka daha bulunmaktadır Bunlar Sultan III Mustafanın kızları Hibetullah, Mihrimah, Mihrişah sultanlar ile torunu Şerife Havva Sultana aittir Türbe haziresinde ayrı bir türbede ise Sultan III Mustafanın eşi Adilşah Kadın gömülüdür

Sultan IAbdülhamid Türbesi (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesi, Hobyar Mahallesinde, 4Vakıf Hanın karşısında bulunan Sultan IAbdülhamid Türbesi, Sultan IAbdülhamid (1774–1789) tarafından 1776–1777 yılında yaptırdığı imaretin bir bölümünü oluşturmaktadır Sultan I Abdülhamid burada bir cami yaptırmak istemiş ancak, Yeni Cami gibi şehrin en kalabalık semtinde bulunan bu büyük mabedin yanına bir imaret yapılmasının daha hayırlı olacağını düşünmüş ve bu imareti yaptırmıştır Bu imaretin yanına medrese, sebil, çeşme, kütüphane eklemiştir İmaretin Bina eminliğini Mustafa Ağa, mimarlığını da Beylerbeyi Camisini yapan Mehmet Tahir Ağa yapmıştır Meşrutiyetin ilk yıllarında bu imaret Evkaf Nazırı Hayri Efendi tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmış, yerinde yalnızca türbesi kalmıştır İmaretin sebili bugün Gülhane Parkı karşısında bulunmaktadır

İmaretin bir bölümünü oluşturan Sultan IAbdülhamidin Türbesinin bulunduğu yerde bir manastırın bulunduğu kaynaklardan öğrenilmektedir Abdülhamit döneminde arsa halindeki yere bu yapı topluluğu yapılmıştır Türbe mermer işçiliği yönünden son derece muntazam ve barok üsluptadır XIX yüzyılda JPVon Hammer; “bu türbe güzel ve asil bir stilde inşa edilmiştir Her ne kadar Kanuni Sultan Süleymanın güzel türbesini geçemese de binanın tazeliği ve yeniliği görülmeye değer” diye anılarında bu türbeden söz etmiştir

Sultan I Abdülhamidin türbesi köşeleri yuvarlatılmış kare planlı olup, tümü ile mermerden yapılmıştır Önünde avlusu bulunan türbenin dış avlu kapısı üzerine sülüs yazı ile Ankebut suresinin 57 ayeti yazılmıştır Bu avludan üç gözlü bir revak ile türbeye girilmektedir Türbenin giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Hattat Mehmet Eminin yazmış olduğu Fecr suresinin 27-30 ayetleri bulunmaktadır Dıştan iki katlı görünümdeki bu türbenin katları birbirinden düz kornişli bir silme ile ayrılmıştır Üzeri kubbeli olan türbe, 26 pencere ile aydınlatılmıştır Türbenin içerisi kalem işleri ile süslenmiştir Kuzey duvarının ortasına Peygamberin ayak izini kapsayan mermer bir pano yerleştirilmiştir Pencere ve dolapların üzeri ile türbeyi çepeçevre kuşatan bir yazı kuşağı görülmektedir Mermer üzerine sülüs yazı ile yazılmış olan bu kuşakta Mülk suresine yer verilmiştir Kubbeyi taşıyan pandantiflerin içerisine de madalyonlar halinde İsm-i Celâl, İsm-i Nebî, Çehar yâr-i Güzin ile Hasan ve Hüseyinin isimleri yazılıdır Ayrıca kubbe içerisindeki yuvarlak madalyona da “Yâ âlimen bi-hâli aleyke ittikâli” yazısı dört kez yazılmıştır

Türbe içerisinde Sultan I Abdülhamidden başka oğlu Sultan IV Mustafa (1807–1808), Şehzade Ahmet (1778), Şehzade Süleyman (1786), Şehzade Mehmet (1784), Şehzade Murat (1785), Şehzade Mehmet Rüştü (1851), Şehzade Abdülmecit, Şehzade II Murat, Şehzade Beyazıt, Ayn-ı Şah Sultan (1780), Rabia Sultan (1780), Melik Şah Sultan (1781), Mevhibe Sultan (1851), Fatma Sultan (1785), Alem Şah Sultan (1785), Emine Sultan (1790), Saliha Sultan (1786), Rabia Sultan (1781), Emine Sultan (1809) gömülü bulunmaktadır

Şehzade Mehmet Türbesi (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Şehzadebaşında Şehzade Külliyesinin Kıble avlusunda bulunan Şehzade Mehmet Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1543 yılında ölen oğlu için yaptırılmıştır

Şehzade Mehmet Manisada Vali iken Çiçek Hastalığından 23 yaşında ölmüştür Şehzadenin cenaze namazı Bayazıt Camisinde kılınmış ve daha sonra burada yapılacak türbesinin olduğu yere gömülmüştür Bundan sonra Kanuni Sultan Süleyman Mimar Sinana Şehzade Mehmet için görkemli bir türbe, türbenin yanına da bir cami yaptırmasını istemiştir Mimar Sinanın yaptırmış olduğu ilk selâtin külliyesi olan bu yapı topluluğu cami, medrese, tabhane, sıbyan mektebi, imaretten meydana gelmiş olup, 1544 yılında yapımına başlanmış 1548de de tamamlanmıştır

Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup, yapı topluluğunun en erken bitirilen bölümüdür Osmanlı mimarisinin en güzel türbelerinden birisi olup, sekizgen planlıdır Üzeri yivli bir kubbe ile örtülmüştür Türbenin dış cepheleri zeminden saçak kornişine kadar yarım sütunlarla birbirlerinden ayrılmış, üzerine kırmızı taştan bir silme yerleştirilmiştir Buradaki silmelerden sonra palmet motiflerinden bir friz yapıyı çepeçevre dolanmıştır Kubbe ile tambur arasında kalan bölüme de küçük ölçüde palmetlerden meydana gelmiş bir akrotel frizi yerleştirilmiştir

Türbenin her cephesinde altlı üstlü ikişer penceresi vardır Toplam 30 pencere ile türbe aydınlatılmıştır Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, sivri kemerli ve pembe porfir alınlıklıdır Üst sıra pencereler yine dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış olup, sivri kemerlidir Buradaki kemerler alternatifli olarak kırmızı ve beyaz taşlardan örülmüştür Alt ve üst pencereler arasında celi-sülüs yazı ile Fatiha, Tekasür, İhlâs ve Zümer surelerinin ayetlerini içeren bir friz dolaşmaktadır

Türbenin doğusunda üç gözlü bir revaktan giriş kapısına ulaşılmaktadır Renkli mermerden geçme olarak yapılmış bu kapı silmelerle yumuşatılmış ve Bursa kemerli bir niş içerisine alınmıştır Kapı kemerinin üzerinde de dikdörtgen kitabesi yer almaktadır Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:

“Sonunda, kulhuvellahü ehad hakkı için bu âlem sarayında havas ve avamdan hiçbir kimse baki kalmayacaktır Bu âlemden, temiz inancı olan Şehzade de geçmiştir Hay ve Samed olan Cenâb-ı Hak ebedi âlemde Ona rahmet etsin ki, ahrette Allahın izniyle asude olsun, rahat uyusun Padişahın ömrü uzun olsun Ezeli olan Allahın ilhamı ile onun vefat tarihi şu oldu: Sultan Mehmedin merkadi firdevs-i ebed olsun Sene 950 (1543)

Türbe son derece zengin bir bezemeye sahiptir Giriş kapısının iki yanında, dış duvarlar üzerinde birbirine benzeyen iki çini panoya yer verilmiştir XVI yüzyılın bitkisel motifli bu çinilerinin üzerine lacivert zemine sülüs yazı ile “Allahtan başka İlah yoktur” ve “Doğru konuşan Emin olan Muhammed Onun peygamberidir” ibaresi yazılıdır Giriş kapısının sağ ve solundaki mermer zeminli panolar üzerine celi-sülüs yazı ile Rad suresi ile Zümer suresi yazılmıştır Ayrıca alt sıra pencerelerin üzerine bir kuşak halinde Esma-ül Hüsna yazılmıştır Türbe içerisindeki çiniler gri, kırmızı, kirli beyaz renklerde olup, çeşitli çiçeklere, kıvrık dallara, lotus ve palmetlere yer verilmiştir

Şehzade Mehmetin sandukası üzerinde dört ayaklı, fildişi kakmalı bir taht bulunmaktadır Bu taht Kanuni Sultan Süleyman tarafından konulmuş ve ölümünden sonra Şehzade Mehmetin padişah olmasını istediği simgelenmiştir

Türbede Şehzade Mehmetten başka kardeşi Şehzade Cihangir (1553), Şehzade Mehmetin kızı Hümaşah Sultan ve kim olduğu bilinmeyen bir başka sanduka daha bulunmaktadır

Şehzade Mahmut Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Şehzadebaşında, Şehzadebaşı Camisinin avlusunda Şehzade Mehmet Türbesinin kuzeybatısında bulunan bu türbe, Sultan III Mehmedin (1595–1603) oğlu Mahmut ile annesine aittir Şehzade Mahmut ve annesi 1603 yılında öldürülmüş, bundan ötürü de türbenin bu yılda yapıldığı sanılmaktadır

Türbe altıgen planlı olup, ilk yapımında birbirlerine bağlı altı sütunun taşıdığı kubbeli açık bir türbe şeklinde idi Sonraki dönemlerde kapalı türbe haline getirilmiştir Doğu yönündeki basık kemerli kapısı önünde revak için yapıldığı sanılan çokgen gövdeli iki sütun görülmektedir Türbenin köşelerinde çokgen gövdeli sütunlar ve bunların taşıdığı sivri kemerlere yer verilmiştir

Türbenin iç kısmındaki bezemesi bozulmuş ve orijinalliğini yitirmiştir

Hürrem Sultan Türbesi (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesindeki Süleymaniye Külliyesinin içerisinde Kanuni Sultan Süleyman Türbesinin yanında bulunan bu türbe 1558 yılında Hürrem Sultan için Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1558 yılında Mimar Sinana yaptırılmıştır

Türbe kesme köfeki taşından, dıştan sekizgen, içten onaltıgen planlıdır Türbenin giriş cephesi dışında her cephede altlı üstlü ikişer penceresi vardır Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli olup, üzerlerinde hafif sivri sağır kemerlere yer verilmiştir Mermer pencere alınlıklarının etrafını pembe mermerden bir bordür çevirmektedir Sivri kemerli üst sıra pencerelerin yuvarlak kemerli açıklıkları bulunmaktadır Türbenin tüm pencereleri silmeler içerisine alınmış ve böylece cepheye hareketlilik verilmiştir

Türbenin önündeki giriş revaklı olup, önde dört, arkada iki sütunun taşıdığı bu revak düz çatı ile örtülmüştür Buradaki mukarnas başlıklı sütunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış ve kilit taşları üzerine de rozetler yerleştirilmiştir Basık kemerli giriş kapısı üzerinde Kelime-i Tevhid yazılı bir kitabe bulunmaktadır Türbenin üzeri yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür Bu kasnağın üzerine de kabartma olarak ayetler yazılmıştır

Türbenin içerisi sıratlı ve renkli sır tekniğinde çinilerle bezenmiştir Bitkisel motifli bu çiniler mercan kırmızısı, lacivert ve firuze renklerde olup, aralarında Türk çini sanatında çok rastlanmayan siyah renge de yer verilmiştir Dış cephede, kapının iki yanındaki çini panolar altta lacivert, firuze ve beyaz renklerin kullanıldığı mermer taklidi şeklindedir Bunların üzerindeki sivri kemerli panoda bahar dalı, altında lale, karanfil gibi çiçeklerden meydana gelmiş kompozisyonlara yer verilmiştir Köşe dolgularında mavi zemin üzerine beyaz konturlu Çin bulutları görülmektedir Bunların üzerine de lacivert zemine beyaz sülüs yazı ile ayetler yazılmıştır Türbenin içerisi üst sıra pencerelerin altına kadar çinilerle kaplıdır Pencere alınlıkları çinilerle kaplı olup, burada beyaz zemin üzerine kırmızı, siyah, firuze ve lacivert renklere yer verilmiş, hatayi ve hançer yaprakları tüm yüzeyi doldurmuştur Pencerelerin üzerine de beyaz sülüs yazı ile yazılı ayetler yerleştirilmiştir Burada kapının iki yanındaki çinilerden farklı olarak renkli sır tekniğinin kullanıldığı da görülmektedir

Türbede çini süslemeler dışında ağaç işlerine ve kalem işlerine de geniş yer verilmiştir Kubbe içerisinde kalem işinden bitkisel kompozisyonlar yapılmıştır Kapı kanatlarında, pencere kanatlarında, sanduka şebekelerinde ağaç işçiliği kullanılmış, özellikle kündekâri tekniği hemen hemen tüm ağaç işlerinde kullanılmıştır

Türbe içerisinde Hürrem Sultandan başka Sultan II Selimin şehzadesi Mehmet ile Kanuni Sultan Süleymanın kız kardeşi Hatice Sultanın kızı Hanım Sultan gömülüdür

Hatice Turhan Sultan Türbesi (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesinde, Safiye Sultanın 1598de yapımını başlattığı, Kösem Sultanın girişimlerine karşılık yarım kalan ve sonra, Hatice Turhan Sultan tarafından 1665te tamamlanan Yeni Cami Külliyesinin bir bölümünü oluşturan Hatice Turhan Sultan Türbesi 1663 yılında yapılmıştır Mimarı Yeni Caminin de mimarı olan Mustafa Ağadır Yeni Caminin güneyinde yer alan türbe ile cami arasında bir yol geçmektedir Türbe Valide Sultan adına yapılmışsa da, daha sonra buraya Sultan IV Mehmet ve padişah ailesinden bazı kişiler gömülmüştür Hatice Turhan Sultan, Sultan İbrahimin eşi, Sultan IV Mehmedin de annesidir

Mimari yönden Sultanahmet Türbesine benzeyen bu türbe kare planlı bir mekân ile türbenin ön cephesinde 1500x1500 m ölçüsünde bir revaktan meydana gelmiştir Bu revak kırmızı ve beyaz taşların alternatifli olarak örülmesinden meydana gelen sivri kemerler ve duvara bitişik payelere dayanmaktadır Revakın orta bölümü pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür Revak çini süslemeli ve kalem işi süslemeler ile bezelidir Buradaki beyaz zeminli dikdörtgen panoların ortalarına kırmızı ve soluk yeşil renkte şemseler yapılmış ve içleri çiçek demetleri ile doldurulmuştur Panoların köşelerinde ise kırmızı renkte dolgu motifleri bulunmaktadır

Türbe kapısının sağ tarafında mealen “Ey kapılar açan Allahım, bize hayırlı kapılar aç” yazısı yer almaktadır

Türbe kesme taşlardan yapılmış revakın yer aldığı cephe dışında iki sıra pencere ile aydınlatılmıştır Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen mermer söveli olup, demir lokmalı parmaklıkları vardır Üst sıra pencereler sivri kemerli alçı şebekelidir

Türbenin içerisi çini ve kalem işleri ile bezenmiştir Burada İznik işi çinilere yer verilmiştir Pencerelerin üzerindeki yazı kuşağı ile sonuçlanan bölümün üzerindeki duvarlara ve yapıyı örten kubbe klasik malakâri süslemelerle bezelidir Buradaki orijinal bezemeler 1959 yılında yapılan restorasyon sırasında ortaya çıkarılmıştır Klasik madalyon ve rozetlerden oluşan bu bölümdeki kalem işleri orijinal kalem işlerinin tekrarı olarak XIX-XX yüzyıl arasında yapılmıştır İç mekânı çepeçevre kuşatan çini kuşakta Mülk suresinin 130 ayeti yazılıdır Türbenin batı duvarı içerisine iki satırlık talik yazılı bir kitabe bulunmakta olup, bu kitabe Sultan IV Mehmetin türbeye gömülmesi sırasında buraya konulmuştur



Kitabe:

“Mehemmed Han-ı Rabi ibn-i İbrahim-Ferruh-dem
Onunla bulmuştu izz ü şevket tahtı Osmanî
Hitabı ircil ahir erince canib-i Haktan
Müşerref eyledi ruhu revanı bağ-ı rıdvanı
Kemal üzre bulup kadr-ü ayarın ehl-i İrfanın
Müsahip eylemişti Fenn-i abd-i senahanı
O yerde yattığınca Hazret-i Hak eyleye daim
Serir-i madelette Gazi Sultan Mustafa Hanı”

Türbenin önündeki revakın sağ tarafına Sultan III Ahmet zamanında bir kütüphane yaptırılmıştır Ayrıca türbenin yanına sonradan Havatin ve Cedid Havatin denilen iki türbe daha yapılmıştır

Türbede, Sultan IV Mehmed, Hatice Turhan Sultanın yanı sıra Sultan II Mustafa, Sultan III Ahmet ve Sultan I Mahmut gömülüdür Bunların yanı sıra III Ahmetin kızları Sabiha, Rukiye ve Naile Sultan, III Ahmetin oğulları Mehmet, Abdülmelik, Mustafa, Murat; Sultan II Mustafanın oğulları Şehzade Süleyman, Şehzade Ali, Şehzade Mehmet, Şehzade Hasan, kızları Emetullah ve Fatma sultanlar; III Ahmedin kadınlarından Zeynep Kadın olmak üzere 44 mezar bulunmaktadır

Havatin Türbesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Hatice Turhan Sultan Türbesinin batı yönündeki çıkıntılı kısmına eklenmiş olan bu türbenin ne zaman yapıldığı konusunda bir belgeye rastlanmamıştır Türbe içerisinde bulunan sandukalardan en eskisi 1845 tarihlidir Ancak, türbenin mimari yapısı bu tarihten daha önceki bir devre işaret etmektedir

Türbe kesme taştan 755x767 m ölçüsünde olup, dışarıya çıkıntı yapan bir blok görünümündedir Güney kenarının ortasındaki dikdörtgen çerçeve içerisine alınmış, önünde de iki sekiz köşeli bir sütun bulunan girişi vardır Türbenin içerisi mimari ve sanat tarihi yönünden herhangi bir özellik göstermemektedir Hatice Turhan Sultan Türbesine dayandığı doğu kenarında iki pencere bulunmaktadır Bu pencerelerin iki yanına birer dolap nişi yerleştirilmiştir Ancak bu durum yapı ile bir uyumsuzluk göstermektedir Bunun dışındaki kenarlarında yine dikdörtgen söveli ikişer pencere daha bulunmaktadır Bu pencerelerin arasına da birer dolap yerleştirilmiştir

Türbe içerisinde 17 sanduka bulunmakta olup, bu sandukalardan dördü sedef kakmalı parmaklıklar içerisine alınmıştır Sandukalardan 12si Sultan Abdülmecitin kızları ve şehzadelerine aittir Diğer beş sanduka ise Sultan Abdülazizin kızı Esma Sultanın oğlu Hasan Bedreddin Efendi ile İkbal ve Kadın Efendilere aittir

Cedid Havatin Türbesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Hatice Turhan Sultan Türbesinin batı yönündeki çıkıntılı kısmına eklenmiş olan bu türbenin ne zaman yapıldığı konusunda bir belgeye rastlanmamıştır Bu türbe Havtin Türbesinden sonra yapılmış ikinci bir ilavedir Bu nedenle de yapının bütünüyle bağdaşmayacak bir görünümdedir

Türbeye batı yönündeki bir kapıdan ve Havatin Türbesinin kuzeyindeki bir pencereden içerisine girilmektedir Bu bölüm 861x1139 m ölçüsünde dikdörtgen planlıdır Kuzeybatı bölümü pandantifli bir kubbe ile örtülmüş, kubbeyi oturtmak için de doğu ve güney yönüne kemerler atılmıştır Türbenin içerisi doğu ve batı kenarındaki yuvarlak kemerli iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır Türbenin pandantifleri, kasnağı ve kubbesi kalem işleri ile bezenmiştir Ayrıca doğudaki pencerelerin üzerindeki frizde de bir şehir manzarası, karşısındaki yere de Mekke ile Medinenin temsili resimleri yapılmıştır

Türbe içerisinde Sultan V Muradın ve ayrıca 21 sanduka bulunmaktadır Sultan V Muradın sandukası türbenin güneydoğu köşesine yerleştirilmiş, etrafı mermer ve madeni bir şebeke ile çevrelenmiştir Bunun dışında türbede Sultan Abdülmecidin, Sultan Abdülazizin ve Sultan II Abdülhamidin kadınları, kızları ve şehzadeleri gömülüdür

Hatice Sultan Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Şehzadebaşında, Şehzade Camisinin Kıble yönündeki avlu içerisinde Hatice Sultanın Türbesi bulunmaktadır Hatice Sultanın kim olduğu konusunda kaynaklarda bir bilgiye rastlanmamıştır Türbenin kitabesi de olmadığından bu konuda ileri sürülen iddiaların ne derece doğru olduğu da bilinmemektedir Sicil-i Osmanîde bu türbenin Yavuz Sultan Selimin (1512–1520) kızına ait olduğu yazılıdır Haluk Şehzuvaroğluda Sultan III Muradın (1574–1595) kızı olduğunu belirtmiştir M Çağatay Uluçay Sultan III Muradın bu isimde bir kızı olmadığını yazmıştır Hatice Sultan Şehzadeler Türbesinde gömülüdür Bazı araştırmacılar da burada Yavuz Sultan Selimin kızı Hatice Sultanın çocuklarının gömülü olduklarını ileri sürmüşlerdir

Türbe sekizgen planlı, kesme köfeki taşından tek kubbeli bir yapıdır Kubbe doğrudan doğruya sekizgen gövdenin üzerine oturtulmuş, saçak hizasında da iki sıralı kirpi saçak dizisine yer verilmiştir Dış cepheler birbirinden köşeli sütunlarla ayrılmıştır Duvarların alt tarafı köfeki taşından, üst tarafı da tuğladan örülmüştür Cephelerde altlı üstlü pencereler bulunmaktadır Bu pencerelerden alt sıradakiler demir parmaklıklı ve dikdörtgen söveli, üst sıradakiler de sivri kemerlidir Yalnızca giriş kapısının bulunduğu yüzde pencereye yer verilmemiştir Türbenin içerisinde herhangi bir bezeme unsuruna rastlanmamaktadır

Türbe içerisinde dört sanduka bulunmaktadır

Mustafa Reşit Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Beyazıt Camisinin haziresinin güney köşesinde, Yeniceriler Caddesi üzerindedir Türbe Sadrazam Mustafa Reşit Paşanın 1858de ölümünden hemen sonra GFossatinin planına göre yapılmıştır

Mustafa Reşit Paşa beş defa sadrazamlık yapmış, Tanzimat Fermanını ilan etmiştir Sultan II Mahmudun yanında önemli görevler almıştır Londra elçisi, Hariciye Nazırı olmuştur

Osmanlı türbe mimarisinden farklı bir planda olan türbe, 600x600 m ölçüsünde kare planlı bir yapı olup, üzeri prizma şeklinde pandantiflere oturan bir kubbe ile örtülmüştür Kesme taştan yapılmış olan türbe, hazire duvarlarının dışında, 2 m lik bir podyum üzerine oturtulmuştur Türbenin her cephesinde birbirinden farklı bir uygulama görülmektedir Batı cephesinde tek penceresi vardır Doğu yönünde saçaklı bir girişi iki sütun üzerine oturtulmuştur Böylece bu cepheye küçük bir portal görünümü verilmiştir Kuzey cephesinde büyük bir pencere açıklığı vardır Türbenin asıl cephesi güneyde olup, burası diğerlerine göre daha farklı bir özenle yapılmıştır Yapı köfeki taşından olmasına karşılık burası mermer kaplanmıştır Üç büyük pencere de bu cepheyi diğerlerinden ayıran bir başka özelliktir

Türbenin içerisi son derece sade olup, yalnızca pandantiflerde alçı kabartma süsler ve akantus yaprakları bulunmaktadır Kubbe içerisine de kalem işleri yapılmıştır Türbenin pencereleri birbirinden ayıran kemerleri taşıyan ayaklarına bitkisel bezemeler, akantus yaprakları, rozetler yapılmıştır

Türbede Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, oğulları Mehmet Cemil Paşa, Ali Galip Paşa ve Salih Bey gömülüdür Türbenin kuzey cephesine bitişik olan demir şebekeli açık mezar da Reşit Paşanın kızı Adile Sultana aittir

Mahmud Nedim Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Cağaloğlu Babı Âli Caddesi üzerinde bulunan Mahmud Nedim Paşa Türbesi, Mahmud Nedim Paşanın ölümünden sonra 1883te yapılmıştır Mahmut Nedim Paşa (1818–1883) Osmanlı Sadaret Mektubî Kaleminden yetişmiş, Nezaret Müsteşarlığı valilikler ve nazırlıklar yapmış, 1871–1872 ve 1875–1876 yıllarında iki kez sadrazamlık yapmıştır

Türbe XIX yüzyılda yapılmış benzeri türbeler gibi kare planlı olup, üç cephesi birbirinin eşidir Bu cephelerde birbirinin eşi yarım daire kemerli birer büyük pencere, iki yanında da derinliği az olan birer niş bulunmaktadır Cephelerin kenarlarında kompozit başlıklı plasterlere yer verilmiştir Giriş cephesi köfeki taşından, oldukça düzgün ve sade bir işçilik göstermektedir Giriş kapısı üzerinde kitabe bulunmamaktadır Türbenin kitabeleri güneydoğu cephesinde olup, kasnakta Kurandan Al-i İmran, Embiya ve Fecr surelerinin ayetleri; yarım daire biçimindeki pencere kemeri alınlığında da “Necib Paşa-zade Sadr-ı Esbak Mahmud Nedim Paşa merhumun ruhiçün Liilahi l-Fatiha Sene 1300 fi Recep” yazısı bulunmaktadır Türbeyi örten kubbenin pandantifleri üzerine eklektik üslupta kalem işleri yapılmıştır

Türbe içerisinde Mahmut Nedim Paşa ve kimliği bilinmeyen bir kişiye ait, iki ahşap sanduka bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Mahmud Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Mahmutpaşada Mahmut Paşa Camisinin avlusunda bulunan bu türbe 1474 yılında yapılmıştır İstanbul türbelerinin en erken örneklerinden birisidir

Mahmut Paşa, Fatih Sultan Mehmet devri sadrazamlarından olup, Sultan II Murad (1446–1451) zamanında saraya alınmış ve Şehzade Mehmedin yanına verilmiştir Fatih Sultan Mehmed padişah olunca da önce Ocak Ağası, daha sonra Rumeli Valisi olmuş, İstanbulun fethedildiği 1453 yılında da sadrazamlığa getirilmiştir İstanbulun fethi sırasında önemli rol oynamış, 16 yıl sadrazamlıkta bulunmuş, zamanında Sırbistanın büyük bir kısmı, Bosna ve Midilli ele geçirilmiştir 1469 yılında sadrazamlıktan azledilmiş, 1472de yeniden sadrazamlığa getirilmiş, 1474 yılında da öldürülmüştür İstanbulda kendi ismini taşıyan semtte cami, medrese, hamam, kütüphane yaptırmıştır Sofyada da birçok vakıf eseri bulunmaktadır

Mahmut Paşa Türbesi köfeki taşından, sekizgen planlı, tek kubbeli bir yapıdır Türbenin üzeri 737 m çapında bir kubbe ile örtülüdür Her kenarında dikdörtgen söveli iki sıra halinde 15 pencere bulunmaktadır Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıra pencereler de sivri kemerli, alçı şebekelidir Türbenin dış cephesi sırlı mozaik çiniler ile kaplıdır Bu çiniler firuze ve lacivert renklerde yıldız ve poligonal biçimdedir Bu çiniler alt pencerelerin üzerinden başlayarak ikinci kat pencereleri de kapsayarak tüm türbeyi çepeçevre kuşatmaktadır

Türbenin içerisine mermer merdivenli eyvan şeklinde bir portalden girilmektedir Bu cephe 1827 yılında sundurma şekline sokulmuş ve orijinalliği bozulmuştur Türbenin giriş kapısı üzerindeki orijinal kitabesi 1827 yılında yapılan onarım sırasında sökülmüş ve yerine iki satırlık bir kitabe konulmuştur

Türbenin orijinal sökülen kitabesi:

“Sahipül-hayrat Mahmudül-hisal
Menbaül-eltaf-i memduhül-kemal
Sadıküs-Sultan Mahmud el-Kerim
Rahe mazlumen ila darel-naim
Fate merhumen ve tarihu beda
Mate Mahmudü şehiden zâhida

Türkçe onarım kitabesi:

“Mücevher söyledim tarih-i tamiri üdüb icab
Münevver Türbe-i Mahmud Paşa oldu Zinetyab

Mahmut Paşa Türbesi Sultan I Abdülhamid tarafından 1785, Sultan II Mahmud zamanında 1827 ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından da 1960 yılında onarılmıştır Türbenin içerisinde Mahmut Paşa ile oğlunun sandukası bulunmaktadır

Mimar Sinan Türbesi (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Süleymaniye yapı topluluğunun yanı başında Salis ve Rabi Medreselerinin köşesinde, Fetva Yokuşu ile Mimar Sinan Caddesinin kesiştiği köşede bulunmaktadır

Mimar Sinan 1556 yılında Süleymaniye Külliyesini tamamladıktan sonra bu türbeyi yaptırmıştır Türbenin yanında bulunan Mimar Sinanın evi ile sıbyan mektebi günümüze gelememiştir Mimar Sinan türbesini kendi mülkü olan arsasının en uç noktasına yapmıştır Yaptığı her eserde yeni değişiklikler deneyen Mimar Sinan bunu kendi türbesinde de uygulamıştır

Süleymaniye Külliyesi içerisinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan türbeleri ile kendi türbesi karşılaştırıldığında bu türbenin oldukça basit ve mütevazı bir görünümdedir Büyük olasılıkla Mimar Sinan, Kanuni Sultan Süleyman gibi bir padişahın yanına gösterişli bir türbe yapmaktan kaçınmıştır Bununla beraber türbesini mimari yönden son derece ahenkli ölçülerle, adeta bir yüzük taşı gibi bulunduğu üçgen alanın en uç noktasına oturtmuştur

Türbe yontma köfeki taşı ile mermerden yapılmıştır Mimar Sinan Caddesindeki avlu duvarına on bir, Fetva Yokuşuna da geometrik şebekeli beş mermer pencere açılmıştır 1940 yılında yapılan onarım sırasında buradaki avlu duvarları yıkılmış, lotus ve palmetlerden meydana gelen bir frizle sonuçlanarak yeniden yapılmıştır Bazı eski resimler avlu duvarının onarım öncesi durumu ile ilgili bazı fikirler vermektedir Bunlara göre muntazam olmayan kaba yontma taş duvar üzerine yine taş bir friz geçirilmiş ve bunu pencere dizisi izlemiştir Orijinal pencere dizisi ile bugünkü pencereler arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır

Mimar Sinanın mermer sandukasının önündeki hacet penceresinin üzerine yekpare mermerden bir kitabe yerleştirilmiştir Bu kitabe sülüs yazılı on beş kartuşlu Nakkaş Sainin eseridir

Kitabe:
“Ey iden bir iki gün dünya sarayında mekân
Cay-i asayiş değildir âdeme milk-i cihan
Han Süleymana olub mimar bu merdi Güzin
Yapdı bir cami verir Firdevsi âlâdan nişan
Emri şahile kılub su yollarına ihtimam
Hızr olub abıhayatı âleme kıldı revan,
Çekmece cisrine bir tâkı muallâ çekdi kim,
Aynıdır âyinei devranda şekli Kehkeşan
Kıldı dört yüzden ziyade mesçidi âli bina,
Yapdı seksen yerde cami bu aziz kârdan
Yüzden artuk ömr sürdü akıbet kıldı vefat
Yatuğu yeri Hüda kılsın anın bagı cinan
Rıhletinin Sâi-i dâi tarihini
Geçdi bu demde cihandan pîri mimaran
Sinan 996



Mimar Sinanın mermer sandukasının üzeri birbirine sivri kemerlerle bağlanmış altı sütunun taşıdığı bir tonoz ile örtülmüştür Kemer ayaklarının masif görünüşleri keskin hatlarla, köşelerde de sütuncuklarla gizlenmek istenmiştir Türbenin üzerini örten tonozun ön kısmı da kubbemsi bir şekilde dışarıya taşırılmıştır

Sandukanın baş ve ayak taşları yekpare mermerdendir Baş taşının üzerindeki burma kavuğu da son derece sanatkârane biçimde yontulmuştur

Türbe içerisinde üç mezar daha bulunmaktadır Bunlardan ikisinin kime ait olduğu bilinmemektedir İbrahim Hakkı Konyalı soldaki mezarın Mimar Sinanın ikinci karısı Gülruh Hatuna, sağdakinin de torunu ve aynı zamanda vakfının mütevellisi Derviş Çelebiye ait olduğunu ileri sürmüştür Türbe içerisindeki üçüncü mezar Neo-Klasik devrin öncülerinden Mimar Ali Talat Beye aittir Ali Talat Bey 19 Ekim 1922de öldüğünde arkadaşları onu hayran olduğu Mimar Sinanın yanına gömmüşlerdir Bu mezarın üzerine kendi arzusu ile de ismini belirten bir kitabe konulmamıştır Türbenin ucuna da Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılan bir sebil yerleştirilmiştir

Mimar Sinanın Türbesi 1938 yılında İstanbul Vakıflar Başmimarı Vasfi Egeli tarafından onarılmıştır

Keçecizade Fuad Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Çemberlitaş, Binbirdirek Mahallesi, Peykhane Caddesinde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekte olup, tartışmalıdır Fransada 1869da ölen Keçecizade Fuad Paşanın ölmeden önce bu türbenin tasarımını yaptırdığı, ölümünden sonra da inşa edildiği ileri sürülmektedir

Keçecizade Fuad Paşa Tanzimat dönemi Osmanlı sadrazamlarından olup, Şair Keçecizade Mehmet İzzet Efendinin oğludur Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane-i Askeriyeyi bitirmiş, Hekim Yüzbaşı olarak Trablusgarpa gitmiş, 23 yaşında hekimliği bırakarak Bab-ı Âli Tercüme Odasına 1837 yılında girerek diplomatlığa başlamıştır Büyük Reşit Paşa son derece mükemmel Fransızca bilen Fuad Paşayı himayesine alarak Mütercimievvel ve Londra elçiliği başkâtibi yapmıştır Bundan sonra 1844te Madrid muvakkat elçisi, Diva-ı Hümayun tercümanı, Bükreş ve Petersburg elçiliklerinde bulunmuştur 1851ðe Hariciye Nazırı olmuş, 1853 yılında askeri kumandan unvanı ile Yanyaya gönderilmiş ve burada asayişi bozan Yunan çetelerini ortadan kaldırmıştır İstanbula dönüşünden sonra Meclis-i Tanzimat Reisi, ikinci kez Hariciye Nazırı olmuş, 1859da Şam İhtilalini bastırmak üzere askeri kumandan olarak Suriyeye gönderilmiştir Şamdaki ihtilali bastırdıktan sonra 1861 yılında sadrazamlığa getirilmiştir Bunun ardından Seraskerlik ve ikinci kez sadrazam olmuş, Sultan Abdülazizin Avrupa seyahatine katılmıştır Fransanın Nice şehrinde 1868 yılında ölmüştür Cenazesi İstanbula getirilmiş ve türbesine gömülmüştür

Türbe sekizgen planlı olup, dış cephesindeki mermer süslemeleri Endülüs mimarisinden etkilenmiştir At nalı şeklindeki kemerli pencereleri son derece özenli bir işçiliği yansıtmaktadır Kademeli taş kaide üzerinde çokgen planlı türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür Türbenin kapı ve pencerelerinde Mağrip üslubu kemerleri gotik silmelerle beraberlik sağlamıştır Köşe sütunları yine Mağrip mimarisinde karşılaşılan moresk başlıkları ile dikkati çekmektedir Pencere şebekelerindeki bezemeler Endülüs Elhamra Sarayının bezemelerini andırmaktadır Türbenin sağır cepheleri de boş yer kalmamacasına bezemelerle kaplıdır

Bu türbe aynı zamanda batı etkili XIX yüzyıl Osmanlı mimarisinin ilginç örneklerinden birisidir

Türbe içerisinde Keçecizade Fuad Paşa ile kime ait olduğu bilinmeyen iki sanduka daha bulunmaktadır

Aynül-Hayat Hanım Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Laleli, Ordu Caddesinde bulunan bu türbe Sultan III Mustafa Camisinin (Laleli Camisi) avlusunda 1764 yılında yaptırlmıştır Aynül Hayat Hanım, Sultan III Mustafanın eşi, Mihrimah Sultanın da annesidir

Türbe barok üslupta yapılmıştır Kesme köfeki taşından olan türbenin ön cephesi yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanan dört sütun ile üç bölüme ayrılmıştır Ortadaki giriş kapısının iki yanına birer pencere yerleştirilmiştir Cephe sütun başlıklarının üst noktasına kadar mermerden, kemerler ve üst kısmı tuğla ve taştan örülmüştür Pencereleri dönemin vitrayları ile kaplıdır

Son derece sade bir yapı olan türbe içerisinde Aynül Hayat Hanımdan başka, Sultan III Selimin başkadını Şefizar Hanımın (1791) sandukası da bulunmaktadır

Baba Cafer Türbesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Zindankapıda Zindan Hanı içerisinde olan türbe, asıl ismi Seyyit Cafer olan ve halk arasında Baba Cafer olarak tanınan Seyyit Cafere aittir Seyit Caferin yaşamı ile ilgili kesin bilgi bulunmamaktadır Onunla ilgili Evliya Çelebi Seyahatnamesi ile Hafız Hüseyinin Ayvansaray-i Mecmua-i Tevarih isimli eserinde bazı bilgiler bulunmaktadır Bunlara dayanılarak Baba Caferin Bağdat doğumlu ve İmam Hüseyin soyundan olduğu, Sıddıkiye Tarikatına mensup olduğu öğrenilmektedir

Abbasi halifelerinden Harunu Reşit (789–809) döneminde Baba Maksut ile birlikte İstanbula Müslümanlar ile Bizanslılar arasındaki gerginliği gidermek amacı ile gönderilmiştir İstanbulda o zamanlar Bizanslıların egemenliği altında olup, Kocamustafapaşada da bir Müslüman mahallesi bulunuyordu Baba Cafer ile birlikte gelen heyet bu Müslümanlarla Bizanslılar arasındaki anlaşmazlığı gidermek amacı ile İstanbula gelmiştir Baba Cafer Kocamustafapaşada birçok Müslümanın öldürüldüğünü, cesetlerinin gömülmesine izin verilmediğini görmüş ve bunun üzerine Bizans İmparatoru I Nikeforosun huzuruna çıkarak gördüklerini anlatmıştır İmparator Baba Caferin söylediklerini dinlemiş, ancak “Allaha inanan insanların böyle gaddarlık yapamayacağını” söylemesi üzerine imparator kızmış ve onu zindana attırmıştır Baba Cafer ile birlikte gelen Baba Maksut İmparatoruz yola getirmiş ve bütün Müslüman şehitlerinin gömülmesini sağlamıştır

Kaynaklara göre Baba Cafer zindanda bazı kerametler göstermiştir Baba Caferin ölümü ile ilgili bir takım rivayetler bulunmaktadır Bunlardan birine göre; İmparator tarafından zehirletilmiş, diğeri; kendi eceliyle ölmüş, bir diğeri de Bizans askerleri tarafından öldürüldüğüdür İmparator Baba Caferin cesedini zindana gömdürmüş, bu arada zindancının Müslüman olup, Ali ismini aldığını öğrenince de onu da öldürerek Baba Caferin yanına gömdürmüştür

Baba Caferin kerametlerinin çokluğundan söz edilir Bunlardan birine göre Bizans İmparatoru Nikeforosun emriyle zincirlenmiş, bir süre sonra zindancı zincirin olmadığını görmüş ve onu tekrar zincire vurmuştur ancak, bu zincir de yok olmuştur

Baba Cafer Türbesi, İstanbul şehir surlarının Haliç kulelerinin bitişiğinde bir zindan içerisindedir Türbe dikdörtgen planlı, tahta zeminli olup, üzeri beşik tonozla örtülüdür Türbenin içerisine Zindan Handan dar ve demir bir kapıdan girilmektedir Bu kapı 1990 yılında Zindan Hanının restorasyonu sırasında kapatılmıştır Türbe içerisinde bir su kuyusu bulunmaktadır Aydınlatılması beş küçük mazgal deliği ile sağlanmıştır Sultan II Mahmut zamanında bu türbe onarılmış ve bunu belirten bir kitabelerden biri demir kapının arkasına, diğeri de sokak kapısının üzerine konulmuştur

Demir kapının arkasındaki kitabe:

“Şâh-ı kerrar şiyem Hazret-i Sultan Mahmud
Hüsn-i hulk ile odur fahr-i mülûk-i İslâm
Devr-i Fatih geçeli işbu makam-ı Rûşen
Olmamışken himem (tevsiine?) mazhar-i tâm
Kıldı tecdidine ferman o müceddid unvan
Câferin rühunu şâd eyledi ber vech-ı merâm
Öyle Câfer ki Hassan tenine kılınmış idi
Tâbiin ahdi şehidâ bu mahal içre niyâm
Gel de ihlâs ile ol cay-i icâbettir bu
Sübhagerdâni dua şâh-i Cihana müdâm
Âlem oldukça nazargâh-i velî agâh
Dâim itdün şeh-i devran-ı Hüda-yi Alâm
Bende-i sâdıkı Esad dedi zibâ tarihi
Merkad-i Câferi yapdı ne güzel şah-i enam
1250 (1834–1835)

Sokak Kapısı üzerindeki kitabe;

”Merkadi Hazreti Cafer radiyallahü anhü
1298 (1881)
Gel ziyaret kıl niyaz et Câferül-ensâriye
Müptelâyi derd olanlar biavnillah olur hoş
Gerek ekdar gerek emraz nedenlü hüznü endişe
Nâmurâdı bernürâd ider iden eyle gûş
Kıraat eyle üç ihlâs dahi surei Fâtiha
Bu âli Ali Babayı saksın eyleme ferâmûş
Eğer mümin eğer gayri alub bir katre âbından
Hâsılı câhi necatden her kim eylerse nûş

Türbe içerisinde Baba Cafer ile Zindancı Alinin sandukaları bulunmaktadır Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Bosnalı İbrahim Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesinde, Şehzadebaşı Camisinin haziresinde bulunan bu türbe 1603 yılında Dalgıç Ahmet Ağa tarafından yaptırılmıştır

Bosnalı İbrahim Paşa, Sultan III Murad (1574–1595) devri sadrazamlarından olup, aslen Bosnalıdır Enderunda yetişmiş, Yeniçeri Ağalığı, Diyarbakır (1574), Şam (1581) ve Mısır (1583) valiliklerinde bulunmuş, 1584 yılında Sultan III Muradın kızı Ayşe Sultan ile 1605te evlenerek saraya damat olmuştur Bundan sonra 1586da Kaptan-ı Derya, 1587de ikinci vezir ve Sadrazam olmuştur İbrahim Paşa 1595–1596 ve 1598 yıllarında üç kez sadrazamlık yapmıştır Son sadrazamlığı sırasında Serdar-ı Ekrem olmuş, Tiryaki Hasan Paşanın yardımı ile Kanice Kalesini ele geçirmiş, 1601 yılında Belgrat seferinde ölmüştür Cesedi İstanbula getirilmiş ve daha sonra türbesinin yapılacağı mezara gömülmüştür

Türbe dıştan sekizgen, içten de on altıgen planlıdır Üzeri duvarlar üzerine oturtulmuş kubbe ile örtülüdür Kesme taştan yapılan türbenin kuzey cephesinde dördü serbest, ikisi de duvara gömülü mukarnaslı sütunların taşıdığı saçaklı bir revak bulunmaktadır Giriş kapısı üzerinde kitabesi vardır:

Kitabe:

“Eyledi Mimarbaşı Ahmed Ağa ihtimam
Rıhletine haşimi Dai dedi tarih anın
İde İbrahim Paşa adn-i alâ-yi makam
Hatıf-i Haybi dedi tarih-i itmamın anın
Oldu sahn-ı adrı İbrahim Paşaya mekân
1012 (1613)

Ayrıca giriş kapısı üzerinde Kelime-i Şahadet yazılıdır Basık kemerli abanozdan sedef kakmalı kapının iki tarafındaki panolara bitkisel motifler yerleştirilmiştir Bunlardan sağ taraftaki panonun üzerine celi-sülüs ile “Amentü billâhi ve Melâiketihi ve kütübihi ve Resulihi vel-yevmil-âhiri” yazılıdır Sol taraftaki pano üzerine de Kassas suresinin 84 ayeti yazılmıştır

Türbenin giriş cephesi dışında her cephesinde altlı üstlü birer penceresi vardır Bunlardan alt taraftaki pencereler düz, üsttekiler sivri kemerlidir Bu pencereler arasına mermer üzerine Bakara suresinden Ayetel Kürsinin 155 ve 156 ayetleri yazılmıştır

Türbe içerisinde alt ve üst pencereler arasında İznik çinileri duvarları kaplamıştır Alt pencereler üzerindeki çini ayet kuşağı mavi zeminli olup, üzerine beyaz yazı ile Mülk suresi yazılmıştır Kubbe döneminin malakari süslemeleri ile bezenmiştir

Türbede İbrahim Paşa ile küçük yaşta ölen oğlu ve kızına ait iki mermer lahit bulunmaktadır

Destari Mustafa Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Şehzadebaşında, Şehzadebaşı Camisinin avlusunda bulunan bu türbe 1611 yılında Destari Mustafa Paşanın sağlığında kendisi tarafından yaptırılmıştır

Destari Mustafa Paşa Sultan I Ahmet (1603–1617) devri vezirlerinden olup, Enderunda yetişmiş, Mirahorluk, Beylerbeyliği, Sadaret Kaymakamlığı, Kubbe Vezirliği ve Vezirlik yapmıştır Saraya damat olmuş, 1614 yılında öldürülmüştür

Türbe kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır Üzeri dışa taşkın sekizgen bir kasnak üzerine oturan kubbe ile örtülmüştür Kubbenin yanında ayna tonozlara yer verilmiştir Türbenin caddeye yönelik cephesine iki sıra pencere açılmıştır Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen söveli, üsttekiler de kaş kemerlidir Sonraki yıllarda türbeye üç sütunun taşıdığı, düz çatılı bir ziyaret mekânı eklenmiştir Caddeye açılan pencerelerin üzerine 20 satırlık bir kitabe yerleştirilmiştir Giriş kapısı üzerinde de 12 satırlık bir başka kitabe daha bulunmaktadır

Türbenin içerisinde, girişin bulunduğu duvar dışındaki diğer üç duvara ve pencere aralarına çini panolar yerleştirilmiştir Bunlar İznik işi çiniler olup, beyaz zemin üzerine mavi, yeşil, kırmızı ve firuze renklerde narçiçekleri, palmetler, kıvrık dallara yer verilmiştir Kubbenin içerisi ile pandantif ve tonozların da kalem işleri bezendiği günümüze gelen izlerden anlaşılmaktadır

Türbe içerisinde Destari Mustafa Paşadan başka Ayşe Sultan ve üç çocuk lahti bulunmaktadır Bunlardan üzerinde hançer motifi olan lahit Paşanın oğluna aittir Diğerleri de Paşanın kızlarına aittir Günümüzde türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Ekmekçizade Ahmet Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi Alemdar Mahallesinde Kovacılar Caddesi ile Taştekneler Sokağının birleştiği köşede Molla Hüsrev Camisi karşısında bulunan bu türbe, yanındaki medrese ve sebil ile birlikte 1606–1618 yıllarında Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Mimarının Sedefkâr Mehmed Ağa olduğu sanılmaktadır

Ekmekçizâde Ahmet Paşa Edirneli bir sipahinin oğludur Sultan I Ahmet (1603–1617) zamanında Rumeli Beylerbeyi (1607) olmuş, ardından Halep Valiliği görevinde bulunmuş, 1618 yılında ölmüş ve kendi yaptırdığı türbesine gömülmüştür Ekmekçizâde Ahmet Paşanın Şehzadebaşındaki külliyesinin yanı sıra Edirnede de çeşitli eserleri bulunmaktadır

Türbe, medrese ile sebil arasında bulunmaktadır Kesme taştan kare planlı olan türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür Türbenin içerisinde yapıldığı dönemi yansıtan XVII yüzyıl kalem işleri bulunmaktadır

Türbede Ekmekçizâde Ahmet Paşa, eşi Hanım Sultan, kızı Fatma Sultan, yakınlarından Ahmet Vasıf Efendi, Vasıf Efendinin eşi, torunu Siret Bey, Siret Beyin eşi ve Hafız Mehmet Efendiye ait sekiz sanduka bulunmaktadır

Fatma Sultan Türbesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Şehzadebaşı Caddesinde, Şehzade Camisi avlusunda bulunan bu türbe 1588 yılında yaptırılmıştır Fatma Sultan Kanuni Sultan Süleymanın oğlu Şehzade Mehmedin kızı, Hümaşah Sultanın Ferhat Paşadan olma kızıdır

Türbe baldaken tarzında yapılmış olup, kare planlıdır Etrafı açık, dört yuvarlak sütunun üzerine oturan kubbelidir Aşağıdan yukarıya doğru daralan mermerden baklava başlıklı dört sütun sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır Türbenin giriş kapısının ön yüzünde Kelime-i Şahadet yazılıdır Türbeye batı cephesindeki basık kemerli yekpare mermerden yapılmış bir kapıdan girilmektedir

Türbe içerisinde Fatma Sultanın sandukası bulunmaktadır Ayrıca Fatma Sultanın kocası Şehrizor Beylerbeyi Mehmet Beyin sandukası da bulunmaktadır

Kesikbaş Hüseyin Ağa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, İshak Paşa Mahallesinde, Küçük Ayasofya Camisinin haziresi içerisinde bulunan bu türbe 1510 yılında yaptırılmıştır Hüseyin Ağa Sultan II Bayazıt (1481–1512) devri Darüssaade Ağalarından olup, kapıcılık görevinde bulunmuş, rivayete göre de 1510 yılında öldürülmüştür Bunun da nedeni Hüseyin Ağayı çekemeyenler vergi kaçakçılığı yaptığını padişaha şikâyet etmişler Padişah da bunun üzerine başının vurulmasını istemiştir Küçük Ayasofya Camisinin bulunduğu yerde başı vurulmuş, rivayete göre ayağa kalkan Hüseyin Ağa kesik başını alarak bugünkü türbenin bulunduğu yere gelmiş ve orada ölmüştür

Türbe sekizgen planlı, klasik üslupta, tuğla ve kesme taştan yapılmıştır Duvarları iki sıra tuğla bir sıra da moloz taştan örülmüştür Duvarlarında sivri hafifletme kemerleri içerisine her sırada birer tane olmak üzere iki sıra halinde pencereler açılmıştır Ahşap çatının üzerine boynuz şeklinde bir alem yerleştirilmiştir

Türbede Hüseyin Ağadan başka Mehmet Kamil Efendi (1911) sandukası ile kimliği bilinmeyen bir sanduka daha vardır

Koca Ragıp Mehmet Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Laleli Ordu Caddesinde bulunan bu türbe ismini taşıyan kütüphanenin bahçesinde 1761 yılında yapılmıştır

Koca Ragıp Mehmet Paşa Sultan III Osman (1754–1757) ve Sultan III Mustafa (1757–1774) devri sadrazamlarından olup, Enderunda yetişmiş Sadaret Mektupçuluğu, Reisül-Küttablık, Halep Beylerbeyi ve Sadrazamlık yapmıştır Sultan III Ahmedin (1703–1730) kızı Saliha Dlâşup Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur Sadrazamlık görevinde iken yaşlılığından ötürü kendisine Koca unvanı verilmiş ve 1762 yılında da ölmüştür Hayatta iken 1761 yılında yaptırmış olduğu kütüphanesinin yanındaki türbeye gömülmüştür

Koca Ragıp Mehmet Paşa Kütüphanesinin bahçesindeki türbe altıgen planlı, açık türbe şeklinde yapılmıştır Barok üsluptaki türbe üç basamaklı bir podyum üzerinde altı mermer sütun ve bunların arasındaki altı yuvarlak kemerlidir Sütunların arası dövme demir şebekeli olup, aynı zamanda üst örtüdeki kubbe yerine de demir bir başlık oturtulmuştur

Türbenin içerisinde Koca Ragıp Mehmet Paşanın lahdi bulunmaktadır Bu lahdin baş taşı üzerinde de kitabesi yazılıdır:

“Hüvel baki
Sahibül Hayrat vel hasenat
El merhumül Mağfurun leh el muhtaç
İlâ rahmet-i Rabbi gafur es Seyyid
Sadrazam Muhammed Ragıp Paşa
Tabe serahü birrevâih il-cenneti
Ruhu için Fatiha sene 1176 (1782)

Türbede ayrıca Koca Ragıp Paşanın torunu Mehmet Emin Beyin 1763 tarihli lahdi de bulunmaktadır

Koca Sinan Paşa Türbesi (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Divanyolu üzerinde, Yeniçeriler Caddesinde bulunan Koca Sinan Paşa Türbesi kendi ismini taşıyan külliyesinin bir bölümündedir Külliye ile birlikte türbeyi Mimar Davud Ağa 1593 yılında yapmıştır

Koca Sinan Paşa Sultan II Selim (1566–1574), Sultan III Murad (1574–1595), Sultan III Mehmed (1595–1603) dönemlerinde beş defa sadrazamlık yapmıştır Enderundan yetişmiş sarayda Çeşnigirbaşı görevinde bulunmuş, bundan sonra Mirimiran olmuş ve ardından Erzurum, Halep, Mısır Beylerbeyliğine tayin edilmiştir Sultan II Selim zamanında Yemen seferine katılmış ve Yemeni fethettiği için de kendisine Yemen Fatihi unvanı ile Vezirlik rütbesi verilmiştir Ardından Tunusu da fethetmiştir İran seferinde Serdar ve Sadrazam olmuştur Bu dönemde yaşlı olduğundan ötürü de kendisine Koca Sinan Paşa denilmiştir Sinan Paşa 1596 yılında ölmüş ve kendi adına 1593 yılında yaptırdığı külliyesi yanındaki türbeye gömülmüştür

Koca Sinan Paşanın türbesi dıştan on altıgen, içten sekizgen planlıdır Kesme taştan yapılmış olan türbenin giriş kapısı önünde beş mermer sütunun taşıdığı üzeri meyilli bir revak bulunmaktadır Buradaki sütunlar kaş kemere benzeyen dilimli kemerlerle birbirine bağlanmış, ayrıca köşelere de sütunlar yerleştirilmiştir Türbenin cephesi oldukça hareketli bir görünümdedir Cephenin alt kısmı dikdörtgen formda, demir parmaklıklı, sivri kemerli, geometrik motifli pencerelerle hareketlendirilmiştir Pencerelerin üst kısımları iki renkli taşla örülmüş, alçı şebekeli pencereler arasında kalan yüzeylere de sağır pencereler yerleştirilmiştir Bunların üzerinde tüm cepheyi çepeçevre dolanan mukarnaslı bir kuşak ile palmetli bir frize yer verilmiştir Türbenin her cephesinde altlı üstlü ikişer pencere bulunmaktadır Bunlardan alt kat pencereler dikdörtgen söveli, üst sıradakiler ise müzeyyen küçük pencerelerdir

Türbenin üzeri on altıgen kasnaklı sivri bir kubbe ile örtülmüştür Bezeme olarak dikkat çeken bir özelliği bulunmamaktadır



Yuvarlak kemerli mermer söveli bir kapıdan girilen türbenin kitabe yeri boş bırakılmıştır Türbenin içerisinde de dikkati çeken bir bezeme bulunmamaktadır Yalnızca kubbe içerisine sülüs yazı ile Zümer suresinin 53 ayeti yazılmıştır Bunun dışında kalan yüzeyler kıvrık dal ve bitkilerle bezenmiştir Bu bezeme kubbenin ortasından kubbe eteğine kadar devam etmektedir

Türbe içerisinde Koca Sinan Paşanın sandukası dışında iki adet daha ahşap sanduka ile biri kitabeli iki mermer çocuk lahdi bulunmaktadır Bu sandukalar üzerinde kitabe bulunmadığından kime ait oldukları bilinmemektedir Türbenin çevresindeki hazirede dönemin önemli kişilerine ait mezar taşları bulunmaktadır

Koca Sinan Paşa Türbesi İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Köprülü Mehmed Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Divanyolu Caddesi üzerinde bulunan bu türbe Köprülü Mehmet Paşanın sağlığında 1661 yılında yapılmıştır

Köprülü Mehmet Paşa Sultan IV Mehmed (1648–1687) devri sadrazamlarındandır Köprülü Fzıl Ahmet Paşa ile Fazıl Mustafa Paşanın babasıdır Enderunda eğitim görmemesine rağmen devlet görevlerinde bulunmuştur Hüsrev Paşanın hazinedarı olmuş, Şam, Kudüs, Trablusşam valiliği yapmış 1650 yılında da vezir olmuştur Osmanlı İmparatorluğunun zor günlerinde, IV Mehmedin yaşının küçük oluşundan ötürü Devlet Hatice Turhan Valide Sultan tarafından yönetiliyordu Bu dönemde Köprülü Mehmed Paşa sadrazam olmuş ve bu sadrazamlığı kabul etmek için de dört şart ileri sürmüştür Bu şartların padişaha arz ettiklerinin kabul edilmesi, istediği kişileri kullanması, işlerinde bağımsız olması ve aleyhinde yapılacak dedikodulara önem verilmemesi idi Mehmed Paşanın bu şartlarının kabul edilmesi üzerine 1656 yılında sadrazamlık görevine başladı O dönemde İstanbul başta olmak üzere Osmanlı topraklarında asayişsizlik ve rüşvet çoğalmıştı Ordu gücünü kaybetmeye başlamış, Venedikliler Çanakkale Boğazını kontrol altına almaya başlamışlardı Köprülü Mehmed Paşa bu zor günleri aşmış ve imparatorluğu canlandırarak itibarını güçlendirmiştir Güçlü bir donanma kurarak Çanakkale Boğazına yeniden hâkim olmuş, Erdel beyinin isyanını bastırmış ve Anadoludaki eşkıyaları sindirmiştir 25 yıl sadrazamlık yaptıktan sonra 1661 yılında ölmüştür Vasiyeti üzerine de oğlu Fazıl Ahmet Paşa Onun yerine getirilmiştir

Köprülü Mehmed Paşanın türbesi sekizgen planlı olup, sekiz stalaktitli yuvarlak mermer sütunun taşıdığı kafesli kubbeli açık türbe şeklindedir Sütun araları bronz şebekelerle birbirlerine bağlanmıştır Türbeye bronz şebekeli bir kapıdan girilmektedir Bu kapının üzerinde sülüs yazı ile bir ayet bulunmakta olup, ayrıca sütun aralarına da kartuşlar içerisinde beş ayrı kitabe bulunmaktadır

Kitabe:

“Mekâbiri Eshabül hayrat
Sadr-ı Azam-ı esbak Köprülüzade merhum
Fazıl Ahmed Paşa ruhu için Fatiha- 1087 (1676)
Sadr-ı Azam-ı esbak merhum ve magfurunleh
Köprülü Mehmed Paşa ruhu için Fatiha-1072 (1661)
Köprülü-zade Sadr-ı Şehit Mustafa Paşa validesi
Merhume Ayşe Hanım ruhu için Fatiha-1085 (1674)
Mekabiri Eshab-ül hayrat

Türbe içerisinde Köprülü Mehmed Paşanın yanı sıra oğlu Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, Sultan II Mustafanın kızı Ayşe Sultanın mezarları bulunmaktadır

Kuyucu Murat Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıtta Vezneciler Caddesinde bulunan bu türbe, Kuyucu Murat Paşanın 1601 yılında yaptırdığı medresenin yanında yer almaktadır

Kuyucu Murat Paşa Sultan I Ahmed (1603–1617) dönemi sadrazamlarındandır Enderundan yetişmiş, 1557de Mısır valisi Mahmud Paşaya Kethüda olmuş, Sinan Paşa ile 1571de Yemen seferine katılmış ve Yemen Beylerbeyi olmuştur Daha sonra Şarkîkaraağaç başta olmak üzere çeşitli sancaklarda görev yapmıştır Üç defa Diyarbakır valisi olmuş, İran savaşı sırasında esir düşmüşse de kaçmayı başarmış ve İstanbula dönmüştür Bundan sonra Kıbrıs, Diyarbakır ve Halep valiliklerinde bulunmuştur Macaristan seferine 1606da katılmış ve aynı yıl Derviş Paşanın yerine sadrazam olmuştur Sadrazamlığı sırasında Anadoludaki isyanları bastırmış, İranlılarla yapılan savaşları kazanmıştır Kuyucu Murad Paşa 1611 yılında ölmüş ve sağlığında yaptırmış olduğu medresesinin yanındaki türbesine gömülmüştür

Türbe kesme taş ve tuğladan örülmüş kare planlı bir yapıdır Üzeri düz bir çatı ile örtülmüştür Altlı üstlü iki sıra halindeki pencereler ile aydınlatılmıştır Bu pencereler alt sırada dikdörtgen, mermer söveli ve sivri mermer alınlıklıdır Üst sıradaki pencereler ise kaş kemerlidir

Türbeye güney cephesindeki revaklı bir kapıdan girilmektedir Buradaki revakın üzerine “Allahın selamı üzerinize olsun, iyi insanlar olduğunuz için Cennete girin ve orada kalın” anlamında bir yazı yazılmıştır Ayrıca kapının üzerinde celi-sülüs yazı ile mermer zemine Zümer suresinin 73 ayeti yazılmıştır Türbenin içerisi son derece sade olup, bezeme elemanına rastlanmamaktadır

Türbede Kuyucu Murad Paşadan başka Cağaloğlu Sinan Paşazade Mahmud Paşa (1642) ve Abaza Mehmed Paşanın (1638) mezarlarının yanı sıra üç ahşap sanduka ile bir de çocuk lahdi bulunmaktadır

Nuruosmaniye Türbesi (Şehsuvar Sultan Türbesi) (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Nuruosmaniye Camisi avlusunda olan Şehsuvar Sultan (Nuruosmaniye) Türbesi Mimar Mustafa Ağa ve yardımcısı Simon Kalfa tarafından 1755 yılında yapılmıştır

Şehsuvar Sultan, Sultan II Mustafanın (1686–1703) kadınlarından olup, Sultan III Osmanın (1754–1757) da annesidir Şehsuvar Sultan 1756 yılında öldükten sonra Nuruosmaniye Camisinin avlusundaki türbesine gömülmüştür

Türbe Sultan I Mahmudun (1730–1754) başlattığı ve Sultan III Osmanın tamamladığı külliyenin bir bölümüdür Caminin doğusunda bulunan bu türbe aslında Sultan I Mahmud için yaptırılmış, yapı çalışmaları tamamlanmadan ölünce de kardeşi Sultan III Osman tarafından Hatice Turhan Valide Sultan Türbesine gömülmüştür Sultan III Osmanın ölümünden sonra tahta çıkan Sultan III Mustafa (1757–1774) Nuruosmaniye Türbesine Onu gömdürmemiştir Türbeye Sultan III Osmanın annesi Şehsuvar Sultan gömülmüştür

Türbe kesme köfeki taşı ve mermerden yapılmıştır Barok üslubun tüm özelliklerini yansıtan türbe köşeleri yuvarlatılmış kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür Sonradan bitişiğine dikdörtgen bir mekân eklenmiştir Türbe altlı üstlü 22 pencere ile aydınlatılmıştır Barok üslubun özelliklerini yansıtacak biçimde kubbe kasnağı geniş tutulmuş ve burası dıştan petek, içten de vitraylarla aydınlatılmıştır

Türbe içerisine üzeri üç kubbeli bir revaktan girilmektedir Bunlardan ortadaki kubbe diğerlerine göre daha yüksektir Revak dört sütunludur Türbe içerisinde alt pencerelerin üzerinde bir yazı frizi çepeçevre dolaşmaktadır Burada mermer üzerine siyah zemine sülüs yazı ve altın varakla Ahkaf suresinin 15-19 ayetleri ile Nuh suresinin 28 ayeti, Saffat suresinin 180-182 ayetleri yazılıdır Türbenin içerisi çiçek dalları, istiridye kabuğu motiflerinden oluşan kalem işleri ile bezenmiştir

Türbe içerisinde Şehsuvar Sultanla birlikte kim oldukları bilinmeyen 10 sanduka daha bulunmaktadır

Rüstem Paşa Türbesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi Şehzadebaşında, Şehzade Camisinin avlusunda, Şehzade Mehmet türbesinin yanında bulunan bu türbe, Kanuni Sultan Süleyman dönemi sadrazamlarından Rüstem Paşaya aittir Mimar Sinan tarafından 1561 yılında yapılmıştır

Rüstem Paşa Enderundan yetişmiş, Silahtar olarak göreve başlamış, sonra da İmrahor, Rikab Ağası ve Diyarbakır Valiliği yapmıştır Bu arada Kanuni Sultan Süleymanın Hürrem Sultandan olan kızı Mihrimah Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur Bundan sonra Anadolu Beylerbeyi (1538), Vezir (1539) ve bir süre sonra da Kubbealtı II Veziri olmuştur Sadrazam Hadım Süleyman Paşanın yerine 1544te Sadrazam olmuş 1553te de azledilmiştir Bunun ardından 1555te yeniden Sadrazam olmuş ve öldüğü 1561 tarihine kadar da bu görevi sürdürmüştür İstanbulda Rüstem Paşa Camisini yaptırmış, ayrıca Anadolu ve Rumelinin birçok yerlerinde de çeşitli hayır eserleri bulunmaktadır

Rüstem Paşa Türbesi kesme köfeki taşından, sekizgen planlı, tek kubbeli bir yapıdır Kubbe doğrudan doğruya duvarların üzerine oturtulmuştur İçerisi altlı üstlü ikişer pencere ve toplam 17 pencere ile aydınlatılmıştır Yalnızca giriş cephesinde üst pencereler bulunmaktadır Pencerelerin tümü dikdörtgen silmelerle çerçevelenmiştir Bu silmelerin üzerlerine sivri kemerli pencereler yerleştirilmiştir

Türbenin giriş revakı altı adet baklava başlıklı, birbirlerine kemerlerle bağlı, beyaz mermer sütunlardan meydana gelmiştir Bu revakın üzeri çatı ile örtülüdür Giriş kapısı dikdörtgen niş şeklinde olup, kırmızı ve beyaz taşların alternatifli olarak sıralandığı yuvarlak kemer şeklindedir Bu girişte kündekâri tekniğinde XVI yüzyıl ahşap işçiliğini yansıtan iki kanatlı kapısı vardır Girişin üzerindeki mermer zemine celi-sülüs yazılı kitabesi yerleştirilmiştir

Kitabe:

“İlahi çünkü kıldın ehli takva
Kıl ona cennet-i Firdevs-i meva
Bu dem hafiften ilham oldu tarih
O da olsun cennet-i adn mesva
967 (1559)

Bu kitabenin her iki yanına Besmele yazılmıştır

Türbe süsleme bakımından oldukça zengindir İçerisi XVI yüzyıl çinileri ile kaplıdır Pencere üzerinde mavi zemin üzerine beyaz renkte celi-sülüs yazılı bir yazı frizi çepeçevre dolaşmaktadır Burada Bakara suresinin 255 ayeti ile Zümer suresinin 53 ayeti yazılmıştır Kubbenin içerisine de devrini yansıtan kalem işleri yapılmıştır

Türbede Rüstem Paşa ile oğluna ait iki sanduka bulunmaktadır

Selçuk Sultan Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıtta, Beyazıt Camisinin avlusunda bulunan Selçuk Sultan Türbesi, Yavuz Sultan Selim tarafından 1512 yılında yaptırılmıştır Mimarı Hayreddindir

Selçuk Sultan, Sultan IIBayazıdın (1481-1512) kızı, Yavuz Sultan Selimin (1512-1520) de kardeşidir Mustafa Paşanın oğlu Mehmet Bey ile evlenmiştir 1512 yılında ölmüş ve bu türbeye gömülmüştür Yaşamı süresince bazı hayratlar yapmıştır Serezde medrese, cami ve ribat yaptırmış, mallarını bu yapılara vakfetmiştir

Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunu yansıtan türbe, kesme taştan, sekizgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür Giriş kısmı mermer sövelidir İki sıra halinde 14 pencere ile aydınlatılmıştır Türbenin içerisi kalem işleri ile bezenmiştir Bunun dışında çinilere yer verilmemiştir Günümüze gelebilen kalem işleri XIX yüzyıla aittir Bu bezemede kıvrık dal ve yapraklar, rumiler görülmektedir Duvarların kubbe ile birleştiği yere madalyonlar içerisinde İsm-i Celâl ile İsm-i Nebî ve Cehar yâr-i Güzin yazılmıştır

Türbe içerisinde Selçuk Sultana ait ahşap şebekeli sanduka bulunmaktadır Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup ziyarete açıktır

Şeyh Vefa Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Vefa Caddesinde, Vefa Camisinin avlusunda bulunan Şeyh Vefa Türbesi Sultan II Bayazıd (1481–1512) döneminde, 1490–1491 yıllarında yaptırılmıştır

Şeyh Vefa Konyalı olup, Zeyniye Tarikatının şeyhidir Asıl ismi Mustafa bin Ahmettir Edirnede Debbeğlar İmamı Şeyh Muslihiddin Hanifiden, Abdüllatif Kutsi Hazretlerinden ders almıştır İstanbulda Vefa semti civarında yaşamış, etrafa yaptığı iyilikler ve kerametleri ile tanınmıştır Mısır ve hicaza gitmiş, hac dönüşü Rodos Şövalyeleri tarafından esir edilmiş, bunu duyan Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından kurtarılmıştır İstanbulun fethinden sonra Konyaya dönmek istemişse de Fatih Sultan Mehmetin isteği üzerine İstanbulda kalmış bugünkü Camisinin bulunduğu yere yerleşmiştir Şeyh Vefa 1490 yılında ölmüş İstanbulda Vefa semtinde ismini taşıyan külliyesi ile Konyadaki bir camisini Fatih Sultan Mehmet veya Sultan II Bayazıd Onun adına yaptırmıştır Makam-ı Sülük, Saz-ı İrfan, Evrad-ı Vefa, Ruzname-i Vefa isimli kitapları bulunmaktadır Ayrıca çeşitli şiirleri de vardır

Şeyh Vefa Türbesi 1490–1491 yıllarında yapılmış, 1909 yılında yanmış, daha sonra 1979, 1988 ve 1996 yıllarında onarılmıştır Yanan camisi de 1994 yılında yeniden yapılmıştır

Türbe kesme taştan ve tuğladan 830x830 ölçüsünde kare planlıdır Duvarları üç sıra tuğla, bir sıra kesme taştan örülmüş, üzeri de dört yöne doğru meyilli ahşap bir çatı ile örtülmüştür Türbenin söve ve lentoları ile kemerleri mermerdendir Pencereleri üzerine tuğladan hafif sivri kemerler yapılmış, alınlıkların içerisi tuğla ile doldurulmuştur Türbenin yay kemerli giriş kapısı üzerinde iki satırlık Farsça kitabesi bulunmaktadır Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:

”Sırlar Kâbesinin harimini parlatan o çera küçük ve büyüğün geçtiği köprüden geçti”

Ayrıca türbenin hacet penceresi üzerindeki bir levhada da; “Muslihüddin Ebül Vefa mana ehlinin evliyanın uyduğu kimsedir Mezarının toprağı, âşıkların gözlerine sürmedir” yazılıdır Şeyh Vefa Türbesinin çevresindeki hazirede başta Şair Nef-i olmak üzere Sultan II Beyazıd dönemi âlimleri gömülüdür Türbenin girişinde ise Sultan II Bayazıd ve Yavuz Sultan Selimin hocası Ataullah Efendi ile Emin Seydi Ahmet gömülü bulunmaktadır

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Medreseleri



Osmanlı İmparatorluğunun süratle gelişmesinde kuruluş yıllarından başlayarak kültürel faaliyetlerin ve eğitimin büyük etkisi olmuştur Osmanlı kültürünü veren kuruluşların başında Selçuklulardan itibaren devam eden medreselerin büyük payı olmuştur Türklerin Anadoluya yerleşmesinden sonra eğitim konusuna önem verilmiş ve kısa zaman içerisinde önce belli başlı büyük şehirlerde olmak sureti ile medreseler kurulmuş ve bunların sayıları her geçen gün biraz daha artmıştır

İslâm dininin “Utlubül-ilme minel mehdi ilel lahd” beşikten mezara kadar anlamındaki bu sözüne uyularak medreselerin yapımı camileri yaptıranlar için aynı zamanda da dini bir görev olmuştur Kurulan ilk medreselerden ilim ve kültür yönünden ileri düzeyde olan Asyadaki İslâm ülkelerinden birçok âlim Anadoluya davet edilmiştir Bu âlimlere büyük önem verilmiştir Bunun yanı sıra Horasan, Herat ve Buhara gibi devrin kültürel merkezlerinden gelenler olmuştur Anadoluya gelen bu âlimlerin yerli meslektaşları ile birlikte, onların yardım ve çabaları ile başta Konya olmak üzere Amasya, Kayseri ve Sivas Selçuklular döneminden itibaren ilk önemli kültür merkezleri olmuştur

Anadoluda Osmanlılar zamanında ilk medrese Orhan Gazi (1288–1359) tarafından İznikte kurulmuştur Müverrih Âşık Paşazadeden öğrenildiğine göre; Orhan Gazi İznikte Yenişehir Kapısı yakınındaki Bizans manastırlarından birisini medreseye çevirmiş ve yanına bir de imaret eklemiştir Zamanına göre oldukça ileri bir öğretimin yapıldığı bu medresede Şerafeddin Davut Kayseri, Taceddin Esved gibi tanınmış müderrisler ders vermiştir

Hoca Sadedin Efendinin Tacüd-Tevarih isimli eserinden öğrenildiğine göre de Bursanın fethinden sonra Orhan Gazi Hisar içerisindeki bir kiliseyi medrese haline getirmiş ve ona çeşitli vakıflar tahsis etmiştir



Orhan Gaziden sonra Murad Hüdavendigâr (1325–1389) Bursa Çekirgede yaptırdığı camisini medrese ile birleştirmiştir Sultan Yıldırım Beyazıd (1360–1403) Bursa Hisarı dışında cami ile medrese yaptırmıştır Çelebi Sultan Mehmedin (1387–1421) Bursada yaptırdığı Yeşil Medresede Molla Fenarinin oğlu Mehmet Şah Efendi başta olmak üzere Anadolunun ünlü ulemaları ders vermiştir

Osmanlı İmparatorluğunun ilk dönemindeki medreseler arasında Edirnedeki Üç Şerefeli Camisinin medresesi de bu yöndeki önemli bir kültür merkezi idi

İstanbulun fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet (1444–1446; 1451–1481) yeni medreseler yapılıncaya karda şehirdeki sekiz kiliseyi öğretim müessesesi haline getirmiştir Bunlardan Pantokrator Kilisesinde (Zeyrek Camisi) Molla Zeyrek ders vermiş, Fatih Sultan Mehmet döneminde çeşitli medreselerde ders veren âlimler arasında Ali Tusi, Mevlâna Abdülkerim ve Ali Kuşçunun isimleri bilinmektedir

Fatih Sultan Mehmet Ayasofyada yaptırdığı ilk medreseden sonra kendi ismini taşıyan camisinin kuzey ve güneyine iki sıra halinde sekiz binadan meydana gelen Semaniye Medreselerini yaptırmıştır Burada sekiz ayrı müderrisin ders vermesine olanak sağlamıştır Bunun ardından yüksek düzeydeki Semaniye Medreselerine öğrenci yetiştirmek için Tetüme Medreseleri kurulmuştur Bu medreselerde Molla Hüsrev, Ali Kuşçu, Ali Tusi, Hocazade Musluhiddin Mustafa, Molla Abdülkerim, Kadızade Molla Kasım gibi devrinin önde gelen âlimleri ders vermiştir

Semaniye Medreselerinde mantık, fıkıh, kelam ve tefsir gibi dini bilimlerin yanı sıra matematik, geometri, astronomi ve tıp da okutulmuştur Sultan II Beyazıd (1447–1512) Beyazıtda kendi ismini taşıyan külliyesini yaptırmış ve burasını devrinin önemli bir bilim merkezi haline getirmiştir Kanuni Sultan Süleyman (1494–1566) seferlere çıkan ordunun doktor, cerrah ve mühendise olan ihtiyacını göz önünde bulundurarak Süleymaniye Cami Külliyesinde medreseler yaptırmıştır Bu medreseler Evvel, Sani, Salis, Rabi ve Darül Hadisden meydana geliyordu Kanuni Sultan Süleyman devrin tefsir ve hadiste önde gelen alimi Yahya Bin Nureddin Efendiyi bu medreselerin başına getirmiştir Onun yanı sıra devrin ulemasından Kadızade Şemseddin Ahmet, Mimarzade Musluhiddin Mustafa, Karahisarlı Şeyh Mehmed Efendi de ders vermişlerdir Bu arada İdadi mahiyetinde öğrenci yetiştirmek için Tetüme Medreseleri kurulmuş, buradan yetişenlerin Süleymaniye Medreselerinde yüksek öğrenim yapmaları sağlanmıştır



XVII yüzyılda Süleymaniye Medreselerinde yapılan ilavelerle burası on iki dereceye yükseltilmiş ve bu düzenleme Osmanlıların son dönemine kadar sürmüştür Böylece Süleymaniye Medreselerindeki eğitim İptida-iden başlayarak en yüksek derece olan Darül Hadise kadar devam etmiştir

Osmanlı hükümdarları ve devletin önde gelen kişileri yaptırmış oldukları camilerin yanına medreseler de eklemişlerdir XV-XIX yüzyıllar arasında İstanbulda beş yüzden fala medrese olduğu söylenmektedir Medreseler mimari olarak derslerin yapıldığı dershane ile öğrencilerin barındığı hücrelerden meydana gelmiştir Ayrıca şadırvan, gusülhane, helâ gibi birimler de onlara eklenmiştir Medrese dershane ve hücreleri çoğunlukla kare planlı olup, üzerleri kubbe ile örtülmüştür Bazı medreselerde hücrelerin arasına Sultan II Beyazıd, Şehzade ve Edirne Kapı Mihrimah Sultanda olduğu gibi eyvanlar da yerleştirilmiştir

Medrese planları incelendiğinde buradaki hücrelerin dizilişi, dershane ile olan bağlantılarının çeşitlilik gösterdiği de görülmektedir Bu bakımdan medreseler yan yana tek dizi, karşılıklı iki dizi, L planlı, U planlı, dikdörtgen planlı, sekizgen planlı olmak üzere gruplara ayrılmışlardır Bununla beraber arazi konumundan ötürü zorunlu koşullarda da yeni plan şemaları da uygulanmıştır

Ayasofya Medresesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Sultanahmet Meydanında bulunan Ayasofya Medresesi Fatih Sultan Mehmetin (1444–1446; 1451–1481) Ayasofyayı camiye çevirdikten sonra kuzeyine bir de medrese yaptırmıştır Evliya Çelebinin “Ebul Feth Sultan Han binası olan Ayasofyayı kebir medresesi” olarak sözünü ettiği bu yapı Ayasofya ile Topkapı Sarayı dış avlu surları arasında yer alıyordu Evliya Çelebiden öğrenildiğine göre de daha önce bu alanda patrik ve keşişlerin İncilhaneleri bulunuyordu

Ayasofya çevresindeki bu yapılar 1493 yılına ait eski bir Alman tasvirinde görülmektedir PGİnciciyan Ayasofya Medresesinin yapım tarihi olarak h857 (1453) yılını işaret etmiş, caminin kuzeyine odalar, darül hadis ve 150 talebenin devam ettiği medrese inşa ettirmiştir demektedir Fatih Sultan Mehmetin vakfiyesinde de bu medreseden söz edilmiştir Hüseyin Ayvansarayi Hadikatül Cevami isimli eserinde Fatih Sultan Mehmetin camiyi temizletip, minber koyduğunu, bir tuğla minare ve bir medrese bina eylediğini belirttikten sonra şöyle demiştir: “Badehu medrese höceratının üzerine bir tabaka dahi bina olup, höcerat tarh olunmak Sultan Beyazıd Hanındır ve Bab-ı Hümayun köşesine bir minare dahi onlar icad eylemiştir Müderris vazifesinin nısfı usül-ı vakfından ve nısfı dahi Sultan Beyazıd vakfından verilir

Ayasofya Medresesi dış narteksten avluya açılan yan kapı ile Sultan IIIMuradın yaptırdığı minare yanından başlayarak Soğukçeşme Sokağındaki avlu duvarına kadar uzanıyordu Medresenin camiye bitişik olmadığı, Ayasofya ile medrese arasında üstü örtülü bir yol olduğu da Fatih Sultan Mehmedin vakfiyesinden öğrenilmektedir Bu medresenin planının bir örneği Prof Dr ASüheyl Ünver tarafından yayınlanmıştır Ayrıca CGurlittin planından öğrenildiğine göre de 5000x4700x3500 m ölçüsünde bir plan şeması göstermektedir Medresenin iç avlusu 1400x2300 mdir Bu plan düzenine göre uzun tarafında on ikişerden otuz dört, küçük avlusunda ise on iki hücre yer alıyordu Büyük avlunun ortasında da tonozlu bir su mahzeni dikkati çekiyordu

Ünlü Osmanlı âlimlerinden Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmedin Uzun Hasan üzerine yaptığı sefere katılmış, dönüşünde de burada müderrislik yapmıştır Onun bu medresede verdiği matematik dersleri epey rağbet görmüş ve devrin ünlü âlimleri de Onu dinlemiştir İl kuruluşunda Müderris Molla Hüsrev, Mehmet Biri Feramürz da burada ders vermiştir

Fatih Sultan Mehmet, Fatih Külliyesini yaptırıp, Semaniye Medresesini 1471de yapı topluluğuna ekledikten sonra bütün öğrenimi burada toplamıştır Bundan sonra Ayasofya Medresesi ikinci planda kalmış, 1479 yılında da terk edilmiştir Ayasofyada yapılan ilk medresenin ne zaman yıkılarak ortadan kalktığı bilinmemektedir XVII yüzyılda burasının düz bir alan halinde olduğu bazı gravürlerde görülmektedir Sultan Abdülmecit (1839–1861) zamanında toprakla dolu olan bu alana Ayasofyanın onarımını yapan İtalyan Mimar GFosattiye 1847–1849 yıllarında yeni bir medrese yaptırmıştır İlk medresenin temellerinden yararlanılarak yapılan bu yapının planı da OrdProfDrASüheyl Ünver ile YMühEkrem Hakkı Ayverdi tarafından yayınlanmıştır Plan şeması olarak iki medrese karşılaştırıldığında arada büyük bir fark olmadığı da açıkça görülmektedir

İkinci Ayasofya Medresesi ayrı ayrı avlular etrafında on beş hücreli, bir büyük yedi hücre ve bir de küçük bölümden meydana gelmiştir Sonraki dönemlerde Ayasofya Medresesinin üzerine ahşap bir ilave kat yapılmıştır Üst kata çıkışı sağlamak amacı ile birer hücre merdivene dönüştürülmüştür Üst katta ahşap gezinti yerleri meydana getirilmiş, bunun için de alt kata onları taşımak amacı ile ahşap direkler yerleştirilmiştir Böyle olunca da medresenin tümü değişmiş, üzeri çatılı ahşap revaklı, yuvarlak kemerleri taşıyan ahşap sütunların arkasına odalar sıralanmıştır

Ayasofya Medresesi Dârül-HılatüAliyye Medresesi olarak 1924 yılına kadar kullanılmış, 1934 yılında da yıktırılmıştır

Ayasofya Müzesinin 1982–1983 yıllarındaki onarımı sırasında temelleri tamamen toprak altında kalan bu medresenin kazısı YMühMimar Alparslan Koyunlu ve Arkeolog Erdem Yücel tarafından yapılmış, plan düzeni tümü ile ortaya çıkarılmıştır Bundan sonra medresenin yeniden yapılması için restitüsyon planları çizilmiş, Anıtlar Yüksek Kurulunca da onaylanmıştır Ancak, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü bilinmeyen bir nedenle medresenin yapımına izin vermemiştir

Sultan Ahmet Medresesi (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesi, Sultanahmet Meydanında, Sultan I Ahmedin (1603–1617) 1610–1617 yıllarında yaptırmış olduğu yapı topluluğu cami, hünkâr kasrı, türbe, darül-hadis medresesi, darül-kurra sıbyan mektebi, çeşme, sebiller, darüşşifa, imaret, hamam ve arastadan meydana gelmiştir Yapı topluluğunun mimarı Sedefkâr Mimar Ağadır

Bu yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan Darül-Hadis Medresesi külliyenin kuzeydoğusunda, türbenin yakınında yer almaktadır Medrese kıbleye paralel olarak dikdörtgen planlı bir avlu çevresinde yapılmıştır Medrese revaklar, hücreler ve dershane-mescitten meydana gelmiştir Ayrıca türbenin girişi hücrelerin arasındaki bir geçit ile revaklara bağlanmıştır Kesme taştan yapılan medresenin dikdörtgen planlı avlusunun ortasına da yuvarlak mermer bir havuz yerleştirilmiştir Bu havuzun üzerinin altı sütunla taşınan bir çatı ile örtüldüğü sanılmaktadır Avlu etrafında sıralanmış 24 hücre bulunmaktadır Osmanlı mimarisinde medreselerde genellikle 12 veya 16 hücre olmasına karşılık bu medresede hücre satısının 24e çıkması yaptıranın padişah ile bağlantılı olduğunu düşündürmektedir

Medrese hücrelerinin çoğunda dışarıya ve revaklara açılan pencereleri bulunmaktadır Hücreler içerisinde nişler ve bir de ocağa yer verilmiştir Hücrelerin üzerleri küçük kubbelerle örtülmüştür Hücrelerin kuzey köşesine yerleştirilen dershaneye kuzeydoğudan girilmektedir Zeminden üç basamakla yükseltilmiş olan bu dershanenin mescit olarak kullanıldığı da kıble duvarındaki mihraptan anlaşılmaktadır Kütlevi görünümdeki dershane kuzeybatıdan hücrelerle birleşmektedir Cephelerinde iki katlı pencerelerin bulunduğu dershanenin üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür

Medrese 1924 yılına kadar faaliyetini sürdürmüş, 1935 yılında onarılmış ve avlusu camlı bir çatı ile örtülmüştür Günümüzde Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğünün deposu olarak kullanılmaktadır

Sokullu Mehmet Paşa Medresesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Sultanahmette, Şehit Mehmet Paşa Yokuşu, Suterazisi Sokağında bulunan Sokullu Mehmet Paşa Camisi, Sokullu Mehmet Paşa (1506–1579) tarafından 1571 yılında yaptırılmıştır Mimar Sinanın eseridir

Medrese caminin avlusunda yer almakta olup, U şeklinde bir plan düzenine sahiptir Avlu girişinden merdivenle çıkılan medresenin 16 adet üzeri tonoz örtülü hücresi ve bir de dershanesi bulunmaktadır Kesme taştan yapılmış olan medresenin önünde yuvarlak sütunlarla birbirine bağlı revakın arkasında hücreler sıralanmıştır Hücreler içeriye ve dışarıya birer pencere ile açılmakta olup, içlerine bir de ocak yerleştirilmiştir Dershane kısmı avlunun ortasında dikdörtgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüş, hücreler ile cami arasında ilginç bir mimari kompozisyon meydana getirilmiştir

Dershanenin duvarlarında dikdörtgen söveli, ikişer pencere bulunmakta olup, üzeri kubbe ile örtülüdür İçerisindeki bezemeden günümüze herhangi bir iz gelememiştir

Beyazıt Medresesi (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıt Meydanında Sultan II Beyazıdın (1481–1512) yaptırmış olduğu külliye cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, tabhane, hamam ve kervansaraydan meydana gelmiştir Külliyenin yapımına 1500 yılında başlanmış, 1505 yılında da tamamlanmıştır Mimar Hayreddinin eseridir

Sultan II Beyazıd Külliyesinin bir bölümünü oluşturan medrese camiden biraz daha uzakta, bağımsız bir yapı olarak yapılmıştır Sultan II Beyazıd Vakfiyesinde bu medresenin ismine rastlanmamıştır Ancak, Osmanlı arşivinde bulunan 1506 tarihli bir belgeden medresenin caminin yapımı bittikten sonra yapıldığı öğrenilmiştir Bu belgeye göre de medresenin mimarı Yusuf Bin Papas, bina emini de Solakoğlu Alidir Buna dayanılarak medresenin 1507 yılında yapımının tamamlandığı sanılmaktadır

Medrese yapımından kısa bir süre sonra 1509 depreminde zarar görmüş, büyük bir bölümü yıkılmış, ardından onarılmıştır Osmanlı eğitiminde önemli bir yeri olan bu medresede şeyhülislâmların ders verdikleri kaynaklardan öğrenilmektedir Ayrıca devrinin ünlü kişilerinden Zembilli Ali Efendi, İbni Kemal de burada ders vermiştir

Medrese 1911–1915 yılları arasında harap bir durumda kalmıştır 1940 yılında İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından onarılmış, 1943 yılında Belediye Şehir Kütüphanesi olarak hizmet vermiştir Belediye Şehir Kütüphanesi Taksimdeki yeni binasına 1983 yılında taşınmıştır Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı Vakıf Hat Sanatları Müzesi olarak hizmet vermektedir

Medrese ilk yapıldığı yıllarda önündeki meydandan taş bir duvarla ayrılıyordu ve meydana açılan klasik üslupta bir kapısı vardı 1940 yılında yapılan onarımdan sonra buradaki avlu duvarının bir bölümü ile avluya giriş kapısı yıktırılmıştır 1956–1959 yılında Beyazıt Meydanının düzenlenmesi ile de bu duvarlar tamamen kaldırılmış ve medrese ortada kalmıştır

Kesme taştan yapılmış olan medrese 4400x3660 m ölçüsünde dikdörtgen planlıdır İç avlunun çevresini üç taraftan kubbeli revaklar çevrelemektedir Buradaki revakların kemerleri taş payeler üzerine oturtulmuştur Avlunun dördüncü kenarında dershane-mescit bulunmaktadır Dershanenin üzeri 740 çapında bir kubbe ile örtülmüştür Medresenin bütününde kesme taş kullanılmış olmasına rağmen dershane taş ve tuğla dizilerinden meydana gelmiştir

Medresenin giriş kapısı sivri kemerli büyük bir eyvan içerisindedir Bu eyvanın üst kısmında da camilerdeki giriş kapılarına benzer silmeler bulunmaktadır Medresenin revakları arkasında kare planlı, üzerleri kubbeli 20 odası vardır Odaların içerisinde ocak, dolap ve dışa yönelik pencereler bulunmaktadır Medrese avlusunda bir şadırvana yer verilmiştir Ayrıca bu avluda bir de güneş saati bulunmaktadır

Süleymaniye Medreseleri (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Süleymaniyede Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) 1550–1557 yılında yaptırmış olduğu külliye cami, medreseler, türbeler, hamam, imaret, darülkurra, darüşşifa, tabhane, sıbyan mektebi, arastalardan meydana gelmiştir Külliyenin mimarı Mimar Sinandır

Külliyenin medreseleri Evvel, Sani, Salis, Rabi, Darül-Hadis ve Tıp Medresesinden meydana gelmiştir Kanuni Sultan Süleyman ordusunun mühendis ve doktor ihtiyacının yanı sıra eğitim ve bilim için bu medreseleri yaptırmıştır Bunlardan Darül-Hadis Müderrisliğine daha önce Bağdat kadılığı yapan ünlü âlim Molla Yahya Bin Mureddini getirmiştir Onun yanı sıra devrin ulemasından Kadızade Şemseddin Ahmet, Mimarzade Musluhiddin Mustafa, Karahisarlı Şeyh Mehmet Efendi de burada ders vermiştir Tetüme Medresesinde Süleymaniye medreselerinde yüksek tahsillerini yapacak için de olanak sağlamıştır

Süleymaniye Medresesinin yapımı ile birlikte o zamana kadar devrin ünlü kültür yuvarlarından Fatih Medreseleri ikinci planda kalmıştır XVII yüzyılda Süleymaniye Medreselerinde yapılan düzenleme ile burası 12 dereceye kadar yükseltilmiş ve bu düzen Osmanlıların son zamanına kadar sürmüştür Süleymaniye Medreselerindeki eğitim İptidaiden başlayarak eğitimin en yüksek derecesi olan Darül-Hadisle son bulmuştur

Yapı topluluğunun meyilli bir arazide oturtulması için arazinin meyline uydurularak medreselere en üst kottan girilmiş ve bu kota dershaneler yerleştirilmiştir Hücrelerin önüne kademeli revaklar yerleştirilmiş, revak dışındaki yerlere de iki yandan merdivenlerle inilmiştir Avluya doğru bir cumba ile uzanan dershanelerin altına da birer çeşme yerleştirilmiştir Medreselerde 21er hücre, birer nişli medrese odası ve helâlar bulunmaktadır Medrese hücreleri kare planlı olup, üzerleri kubbe ve tonozlarla örtülmüştür İçlerine ocak nişleri ile dolap yerleri eklenmiştir Ayrıca bunlar önlerindeki revaklara ve dışarıya dikdörtgen söveli birer pencere ile açılmıştır

Süleymaniye Medreseleri kesme taştan, avlu etrafında sıralanmış medrese hücreleri ile dershaneden meydana gelmiştir Simetrik düzende bir iç avlu ile birbirlerinden ayrılan Salis ve Rabi medreseleri Osmanlıların yapmış olduğu medreseler içerisinde mekân yönünden en zengin kuruluşlardır Caminin girişinin batısında Salis, güneyinde de Rabi medresesi yer almaktadır Bu medreselerin altında dükkânları ile Tiryaki Çarşısı bulunmaktadır Bu medreseler kare planlı bir avlunun çevresinde, kare planlı olarak yapılmışlardır 20 medrese hücresi önlerindeki kubbeli revakların arkasına simetrik olarak sıralanmıştır Rabi ve Salis medreseleri birbirine simetrik düzende yerleştirilmiştir

Darül-Hadis Medresesi külliyenin cami mihrabının karşısında yapılmıştır Kesme taştan yüksek kubbesi ile dikkati çeken bu bölümde Hadis ilimleri ile ilgili eğitim verilmekte idi Caminin girişinin doğusunda Evvel, kuzeyinde de Sani Medresesi bulunmaktadır Dar bir yolun iki tarafına simetrik olarak yerleştirilen bu medreselerin altında öğrenci hücreleri bulunmaktadır Bu yapılarda 23 hücre bir dershane, helâlar ve müderrisler için bir ev bulunmaktadır

Tıp Medresesi yapı topluluğuna 1552 yılında eklenmiş olup, Darül-Hadis ve Salis medreselerinin arasındadır Bu medrese de dükkânlar üzerine oturtulmuştur Tiryaki Çarşısının doğusunu oluşturan bu medresenin arkasına doğumevi yapıldığından özgün durumu hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır Günümüze bu medreseden yalnızca Tiryaki Çarşısı üzerindeki bir sıra hücresi gelebilmiştir

Cafer Ağa Medresesi (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Alemdar Caddesi üzerinde bulunan bu medrese, Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1520–1566) Babüs-Saade ağalarından Cafer Ağa tarafından 1554–1557 yıllarında yaptırılmıştır Mimar Sinanın eserlerinin listesini veren Teskiretül Ebniye, Teskiretül Bünyan ve Tuhfetül Mimarine göre Mimar Sinanın eseridir Cafer Ağanın 1557de ölümünden sonra kardeşi Gazenfer Ağa tarafından 1559da tamamlanmıştır

Cafer Ağa Medresesi Osmanlı mimarisindeki bağımsız medreseler grubundan bir örnektir Arazi eğiminden ötürü Alemdar Caddesi yönünde, altında dükkânları olan bir bodrum katı üzerine yapılmıştır Ayrıca yol üzerindeki dört hücrenin üst kat ile bağlantısı bulunmamaktadır Medresenin Alemdar Caddesine açılan birer kapısı ile alt ve üst penceresi ile ocağı bulunan, üzerleri basık beşik tonozlarla örtülmüş alt kat odaları bulunmaktadır

Medrese düzgün kesme köfeki taşından yapılmıştır Ancak daha az önemli görünen arka cephelerde kaba yontma taş örgü tekniği, Alemdar Caddesi yönünde ise bir taş, üç tuğla dizisi ile duvarlar işlenmiştir

Medresenin asıl girişi Soğukkuyu Sokağının, Soğukkuyu Çıkmazındadır Buradaki basık kemerli bir kapıdan dikdörtgen planlı avluya girilmektedir Bu avlunun çevresinde 15 medrese hücreleri ile dershaneye yer verilmiştir Medrese hücreleri aynı ölçülerde yapılmamış, doğudakiler kareye yakın, batıdakiler de dikdörtgen planlıdır Üzerleri tonoz veya kubbe ile örtülü olan bu hücrelerin revaklara açılan dikdörtgen birer penceresi bulunmaktadır Dış cephelere yönelik pencerelerin üzerinde ikinci sıra pencereye yer verilmiştir Her odanın ayrı birer ocağı ve nişi vardır

Medresenin uzun ekseninde, kuzey-güney doğrultusunda avluya giriş arazi konumundan ötürü dershane ile hücrelerin doğu kanadı arasındadır Bu nedenle de doğu yönündeki hücrelerin sayısı azaltılmış ve burada kolları birbirine eşit olmayan bir U plan düzeni ortaya çıkmıştır Dershane U planının açık ucu üzerinde ayrı bir yapı görünümündedir Ön kısmına saçaklı bir sundurma eklenmiştir Dershane 600x600 m ölçüsünde kare planlı olup, üzeri kasnaksız bir kubbe ile örtülmüştür Dershane giriş kapısı dışında altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır

Giriş cephesine biri kapı üzerinde, diğer ikisi de yanlarda olmak üzere üç kitabe yerleştirilmiştir Bu kitabelerden 1560 tarihli olanında Yerebatan Sarnıcı içerisindeki suyun bu medreseye bağlanması için padişahın izin verdiği belirtilmiştir Diğer iki kitabeler ise medresenin kandillerine zeytinyağı satın alınması ve hayırsever kişilerin yaptığı bağışlarla ilgilidir

Medrese avlusunun ortasında bir kuyu ile mermer bir su haznesi bulunmaktadır Cafer Ağa Medresesi değişik dönemlerde onarılmış, son olarak 1989 yılında Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından onarılmış ve medrese Kültür Merkezi ismi altında Geleneksel Türk el sanatlarının üretildiği, öğretildiği ve satıldığı bir turizm merkezine dönüştürülmüştür

Cedid Mehmet Efendi Medresesi (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Kabasakal Caddesi ile Mimar Mehmet Ağa Caddesinin kesiştiği köşede bulunan, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun restore ederek otel olarak kullanılan Yeşil Evin bitişiğindeki Cedid Mehmet Efendi Medresesi aynı zamanda Kabasakal Medresesi olarak da tanınmaktadır Medresenin tarihi geçmişi ile ilgili kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır Banisi olarak söylenen Cedid Mehmet Efendinin kim olduğu konusunda da Sicil-i Osmanîde bu isme rastlanmamıştır Bu nedenle Cedid Mehmet Efendinin halktan bir kişi olduğu ve bu medreseyi yaptırdığı sanılmaktadır Medresenin mimari yapısı da XVIII yüzyılda yapıldığını göstermektedir

Cedid Mehmet Efendi Medresesinin kitabesi bulunmamaktadır Medresenin bütünü tamamlanmadan öğrenime açıldığı avlu revaklarının sütun başlıklarından yalnızca birinin işlenip, diğerlerinin eksik bırakılmasından anlaşılmaktadır Büyük olasılıkla da banisi medreseyi tamamlamadan ölmüş olmalıdır Bu medrese ile ilgili Ceride-i İlmiye ve Ders Vekâleti Medrese ve Müderris Defterinde ismi geçmektedir Buna göre, Cedid Mehmet Efendi Medresesi Taliyye üç sınıftan oluşmuş ve 30 öğrencisi bulunuyordu Bunun yanı sıra Esin Yücelden öğrenildiğine göre Ders Vekâleti Medrese ve Müderris Defterinde medrese ile ilgili bir kayıt bulunmaktadır:

“Cedid Mehmet Efendi
Sultanahmed Hücre sayısı:12

Zemînî harabca, cereyân-ı havâya müsâid değil ise de, nufûz-ı ziyâya müsâidce 12 odası ve harab bir dershâne ile muhtâc-ı tathîr ve kûfi vüsatde bir havli ve şadırvan ve bir de kuyusu mevcûd olup, abdesthâne, gusûlhâne, çamaşırhânesi tamîr olunduğundan kâfidir Lâyıkıyla ve mükemmel bir tamîr-i fennî ile talebe iskân edebilir Hâl-i hâzırdı pek iyi değildir 7 talebesi vardır 12 kadar talebe ikâmet edebilir Fî 20 ağustos 1330

Müderrisleri:
Ders-î âmmdan Kastamonulu
Mustafa Âsım Efendi
Ders-î âmmdan Filibeli Ahmed
Cevded Efendi

……77 İshak Paşa
Boş olub, biraz tamir edilir ise, talebe ikamet eder Birkaç zâbid namzedi vardır, memlekete gitmek üzeredir Fi 19 Kanun-ı evvel Sene 334

Medrese İstanbul Vakıflar Baş Müdürlüğünün mülkiyetinde olup, 4 Nisan 1984 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ile yapılan protokol ve Bakanlar Kurulunun 8 Mayıs 1983 gün ve 6506 Sayılı Kararı ile on yıllığına kuruma tahsis edilmiştir Bu tarihte bakımsız olan medrese Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunca YMimar Mustafa Pehlivanoğlu ve YMüh Vasıf Pehlivanoğlu tarafından yapılan restorasyonu 1987 yılında tamamlanmıştır

Medrese kesme taştan avlulu plan tipindedir Medreseye Kabasakal Caddesi üzerinde sıralanmış dükkânların arasından girilmektedir Mermer söveli, basit bir girişten sonra beşik tonozlu bir geçitten avluya ulaşılmaktadır Bu avlu dikdörtgen planlıdır İçerisinde kime ait olduğu bilinmeyen bir mezar, kuyu ve su haznesi bulunmaktadır Avlu üç taraftan dokuz sütunun taşıdığı sivri kemerli bir revak ile çevrelenmiştir Revaklardaki ince ve mermer sütunlar birbirleri ile sivri kemerlerle bağlanmıştır Bu revakların arkasında 12 adet üzeri kubbeli medrese hücresi bulunmaktadır Bu medrese odaları kare planlı olup, birer pencere ve kapı ile avluya açılmaktadır Medresenin Kabasakal Caddesinin köşesine rastlayan yerine yine kare planlı ve hücrelerden daha büyük bir dershane-mescit yapılmıştır

Günümüzde medrese Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun yönetiminde Osmanlı kültürünü yansıtan İstanbul El Sanatları Çarşısı olarak hizmet vermektedir

Hacı Beşir Ağa Medresesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Alemdar Mahallesi, Alay Köşkü Caddesi, Hükümet Konağı Sokağı ve Hacı Beşir Tekkesi Sokağının sınırladığı alanda bulunan Hacı Beşir Ağa Külliyesi, cami, sıbyan mektebi, medrese, kütüphane, tekke, sebil ve iki çeşmeden meydana gelmiştir Bu yapı topluluğu Sultan III Ahmed (1703–1730) ve Sultan I Mahmud (1730–1754) dönemlerinde Darüssaade Ağalığı yapan Hacı Beşir Ağa tarafından 1744–1745 yılları arasında yapılmıştır XIX yüzyılın ilk yarısında onarılan yapı topluluğu günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir

Medrese kesme taş ve tuğladan yapılmış olup, caminin minare kaidesinin yanında yer almaktadır Medresenin girişi kilit taşında küçük bir rozet bulunan basit bir kemerli kapıdır Girişi çepeçevre çeviren dikdörtgen çerçevenin arasına Şair Rahminin 1744 tarihli manzum kitabesi yerleştirilmiştir

Dikdörtgen planlı medresenin avlusu batıda Hacı Beşir Tekkesi Sokağı boyunca devam eden dayanak duvarları ve diğer üç yönde de sivri kemerli revaklarla çevrilidir Kesme köfeki taşından yapılmış olan medresenin 15i kare planlı ve kubbeli, istinat duvarına bitişik olan iki tanesi de tekne tonozlu ve dikdörtgen planlı 17 hücresi bulunmaktadır Hücrelerin önündeki yuvarlak revak kemerleri mermer sütunlar üzerine oturtulmuştur Medrese hücreleri birer kapı ve dikdörtgen söveli, demir lokmalı pencerelerle avluya açılmıştır Doğu kanadındaki hücrelerin cami avlusuna açılan ayrı birer penceresi de bulunmaktadır Odaların içerisinde ocaklar ve nişlere yer verilmiştir Ocakların tuğla örgülü, kare kesitli bacaları kurşun kaplı piramidal külahlarla dikkati çekmektedir Bu medresenin bir özelliği de dershane bölümünün bulunmayışıdır

Rüstem Paşa Medresesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Cağaloğlunda Rüstem Paşa ile Hoca Hanı sokaklarının kesiştiği yerde bulunmaktadır Kanuni Sultan Süleymanın kızı Mihrimah Sultan ile evlenen ve 1544–1553; 1555–1561 yıllarında sadrazamlık görevinde bulunan Rüstem Paşa Eminönündeki külliyesinin yanı sıra bu medreseyi de 1550–1551 yıllarında yaptırmıştır

Medrese Haliçe doğru eğimli bir arazide olup, kuzeyi dayanak duvarları ile desteklenmiş bir teras üzerindedir Medresenin kuzeydoğu duvarı da bu dayanak duvarından yaklaşık 750 m geriye çekilmiştir Bulunduğu yerden kuzeybatıya doğru kıvrılarak devam eden medrese, XVIII yüzyıl sonrasında yapılmış bir su terazisi ile birleştirilmiştir

Kesme köfeki taşı ve tuğladan yapılan medrese Mimar Sinanın eseridir Bu medresede Mimar Sinan Amasyada Kapı Ağası Medresesinde uyguladığı sekizgen planlı avlu düzenini tekrarlamıştır Ondan farklı olarak bu medrese dıştan kareye dönüştürülmüş ve köşe dönüşlerinde değişik bir çözüm uygulamıştır Güneydoğu cephesinin ortasındaki kemerli bir kapıdan içerisine girilen sekizgen planlı avlunun ortasına kümbet şeklinde bir şadırvan yerleştirmiştir Avlu birbirine eşit yükseklikte çepeçevre revaklarla çevrilmiştir Kıble yönüne 4200x4300 m ölçüsünde kareye yakın dershane yerleştirilmiştir Bu dershanenin yarısı hücrelerin içerisinde, yarısı da dışarıya taşacak biçimdedir Revak zemininden bir basamak yüksekliğindeki dershaneye basık kemerli bir kapıdan girilmektedir

İç mekân dışarıya açılan pencerelerin yanı sıra kemerli nişlerle hareketlendirilmiştir Güneydoğu duvarının ortasında da sonradan yapıldığı sanılan küçük bir mihrap nişine yer verilmiştir Dershanenin pencereleri ana yapıdan dışarıya çıkıntı yapan cephelere, yan duvarlarda bir alt ve bir üst; kuzeydoğu cephesinde iki alt ve birbirine eşit yükseklikte üç üst pencere düzenindedir Kubbe geçişi içeriden mukarnaslı tonoz üçgenlerle sağlanmıştır Avlu revaklarının arkasına hücreler sıralanmıştır Dershaneye bitişik olan hücrelerin üzeri kubbe ve piramidal yarım kubbelerle örtülmüştür

Medresenin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde derinliklere yerleştirilmiş iki eyvan vardır Bu bölümlere de üçü eyvandan girilen beşer hücre sığdırılmıştır Toplam 22 adet olan medrese hücreleri değişik boyut ve plan düzenindedir Medresenin güneybatı köşesindeki hücreler dışta sekizgeni oluşturacak biçimde sıralanmıştır Kare ve sekizgen arasında kalan alçak plandaki bahçe duvarı ile sınırlanan yere de helâ ve gusülhaneler yerleştirilmiştir

Medresenin güney köşesi diğerlerinden farklı olan bir üst örtü düzenine sahiptir Diğerlerinden farklı olan bu mekânın bazı araştırmacılar tarafından hamam olduğu ileri sürülmüştür Bununla beraber bu mekânın mutfak olarak tasarlandığı da düşünülmektedir

Medrese değişik zamanlarda onarılmış ve bu yüzden de bazı yerlerine ilaveler yapılmıştır 1869 yılında kadar medrese görevini sürdüren yapı, 1918 yangınında, yangından zarar görenler tarafından işgal edilmiş, Cumhuriyet döneminde önce Kimsesizler Yurdu, 1966dan sonra üniversite öğrencilerinin yurdu olarak kullanılmıştır 1987den itibaren de Eminönü İlçesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından kullanılmaktadır

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Çarşıkapıda Divan Yolu Caddesi üzerinde bulunan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesini Sultan IV Mehmet (1648–1687) döneminde Kaptan-ı Derya ve Sadrazamlık görevlerini yapmış olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa yaptırmaya başlamıştır Ancak sadrazamın II Viyana Kuşatmasındaki başarısızlığından ötürü 1683 yılında yapı topluluğu yarıda kalmıştır Dershane üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre de oğlu Ali Bey tarafından Mimar Hamdiye 1690 yılında tamamlattırılmıştır

Yapı topluluğu Darül Hadis Medresesi, dershane-mescit, sıbyan mektebi, sebil, dükkânlar ve hazireden meydana gelmiştir Külliyenin dershane-mescidi avlunun kuzeydoğu köşesinde sekizgen planlı bir yapı olup, kesme köfeki taşından yapılmıştır Dershane-mescidin üzeri içten pandantifli, dıştan da sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür Avlu zemininden biraz daha yüksek olan dershanenin girişi önünde dört, yanlarında da birer tane olmak üzere altı mukarnas başlıklı, sivri kemerlerle birbirine bağlanmış bir revak bulunmaktadır Revakın üzeri ahşap tavanlı olup, ortadaki kemer diğerlerine göre daha geniş ve yüksektir Buradaki kemer üzerinde bulunan kitabe sülüs yazı ile yedi beyitten meydana gelmiş olup, yarıda kalan külliyenin Kara Mustafa Paşanın oğlu Ali Bey tarafından Mimar Hamdiye tamamlattırdığı yazılıdır

Dershane-mescit çift sıralı pencerelerle aydınlatılmış olup, alt sıradaki pencereler köfeki taşından sivri hafifletme kemerli dikdörtgen sövelidir Üst sıra pencereler ise sivri kemerlidir İç kısmında mihrap nişi ve duvarlarda da dolaplara yer verilmiştir

Dershane-mescidin karşısındaki avluda medrese odaları U şeklinde sıralanmıştır Önlerinde revaklar bulunan medrese hücreleri batı ve güneyde on odadan meydana gelmiştir Medrese hücrelerinin revak cepheleri kesme köfeki taşından olup, batı ve güney yönlerindeki cepheleri taş-tuğla duvar örgüsüne sahiptir Baklava başlıklı dokuz mermer sütuna oturan ve sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmış olan revaklar ile medrese odalarının üzerleri pandantifli kubbelerle örtülmüştür Bunlardan köşe odası dikdörtgen planlı, diğerleri ise kare planlıdır Dikdörtgen olan odanın güneyinde kubbe, kuzeyinde de içeriye girişi sağlayan yer beşik tonozla örtülmüştür Köşe odasında girişi sağlayan kapı diğer odalarda da basık kemerli birer kapı ile ikişer dikdörtgen penceresi bulunmaktadır Medrese odalarının içerisinde yuvarlak kemerli ocak nişi ve bunun iki yanında da birer dolap nişine yer verilmiştir Bu pencereler dıştan tuğladan yuvarlak kemerli ve dikdörtgen söveleri köfeki taşından yapılmıştır

Medresenin avlu kapısının yanına revak cephesinin üst köşesine de bir kuş köşkü yerleştirilmiştir Medrese avlusundaki havuz günümüze gelememiştir Revak kemerleri yakın tarihte Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyon sırasında camekânla kapatılmıştır Külliyenin Divan Yolu Caddesine bakan cephesindeki dükkânlar 1956–1957 yıllarında caddenin genişletilmesi sırasında yıkılmıştır Bu arada önündeki sebil ve hazire yan sokağa taşınmıştır

Yapı topluluğu Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1960 yılında restore edilmiştir Günümüzde medrese ve yanındaki sıbyan mektebi İstanbul Fetih Cemiyeti ile Yahya Kemal Enstitüsüne tahsis edilmiştir

Sinan Paşa Medresesi (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesi, Beyazıt Çarşıkapıda Yeniçeriler Caddesi ile Bileyciler Sokağının kesiştiği noktada bulunan Sinan Paşa Külliyesini Sadrazam Koca Sinan Paşa Mimar Davut Ağaya 1593 yılında yaptırmıştır Yemen Fatihi Sinan Paşanın yaptırmış olduğu bu külliye medrese, dershane-mescit, türbe ve sebilden meydana gelmiştir

Külliye simetrik olmayan bir plan düzenine göre avlu içerisinde yer almaktadır Külliyeyi oluşturan medrese, türbe ve sebil güney ve batı yönlerindeki kesme taş duvarlar içerisine alınmıştır Ayrıca ana caddeye bakan avlu duvarının türbe hizasına sivri kemerli demir şebekeli pencereler açılmıştır Avlu duvarı ile medrese arasındaki bahçe XVIII yüzyılın sonlarında hazireye dönüştürülmüştür Böylece içerideki mezarların dışarıdan görünebilmeleri için duvarın bir bölümü yıktırılmış ve barok üslupta bir kemerle yükseltilmiştir Yapı topluluğunun basık kemerli avlu giriş kapısı da bu cephenin üzerindedir Bunun biraz ilerisinde cadde ile sokağın kesiştiği yere de sebil yerleştirilmiştir

Medrese Klasik Osmanlı üslubunda yapılmıştır Dikdörtgen planlı, revaklı avlulu olan medresenin üç tarafı hücrelerle çevrilmiştir Dershane-mescit ise Osmanlı medrese planlarının geleneksel düzeninden ayrı olarak medrese hücrelerine bitiştirilmiştir Böylece dershane revakı hem medreseye, hem de dershaneye girişi sağlamıştır Avlu çevresindeki medrese hücresi on altı adet olup, hepsi kare planlıdır Üzerleri kubbe ile örtülüdür Hücreler avluya birer kapı ve birer pencere ile dışarıya ise altlı üstlü iki pencere sırası ile açılmıştır Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıradakiler de alçı şebekeli sivri kemerlidir Hücrelerin önündeki baklava başlıklı on dört sütun birbirlerine kemerlerle bağlanmış, üzerleri de kubbelerle örtülmüştür

Medresenin iç avlusunda sekizgen planlı bir şadırvan bulunmaktadır Bu şadırvan baklava başlıklı sekiz sütunun taşıdığı bir çatı ile örtülüdür Şadırvanın ortasına sekizgen planlı mermerden yapılmış bir de havuz eklenmiştir Ayrıca avlu içerisine bir su kuyusu ile mermerden su teknesi de eklenmiştir

Medresenin batısında bulunan dershane-mescit Erken Osmanlı mimarisini anımsatacak biçimde ters T planı göstermektedir Önünde iki sütun ve bir paye üzerine oturmuş üç gözlü bir revaka yer verilmiştir Bu revakların iki bölümü kubbe diğerleri de tonozla örtülüdür Dershanenin duvarları bir sıra taş ve üç sıra tuğlanın alternatifli olarak örülmesinden meydana gelmiştir Dershanenin üzeri sekizgen kasnaklı tromplu bir kubbe ile örtülmüştür Kubbe içerisindeki kalem işleri XIX yüzyılın sonlarında yapılmıştır

Şehzade Mehmet Medresesi (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesi, Şehzadebaşında Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) kendisinden sonra padişah olmasını arzu ettiği Şehzade Mehmetin ölümü üzerine yaptırmış olduğu külliyenin bir bölümünü medrese oluşturmaktadır Caminin kitabesinden öğrenildiğine göre külliyenin yapımına 1544 yılında başlanmış ve 1548 yılında da tamamlanmıştır Medresenin giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1546–1547 yıllarında yapıldığı anlaşılmaktadır

Medrese kesme köfeki taşından yapılmış olup, yapı topluluğunun dış avlu kuzey duvarını oluşturmaktadır Klasik Osmanlı medrese mimarisinden simetrik olmayışından ötürü ayrılmaktadır Dershane ve 20 medrese hücresinden meydana gelmiştir Medrese hücrelerinin önünde yuvarlak mermer sütunlar baklava başlıklı olup, birbirleri ile yuvarlak kemerlerle birleştirilmişlerdir Bunların üzeri kubbe ile örtülüdür Revakların arkasındaki medrese hücreleri kubbeli olup, avluya bir kapı ve bir de dikdörtgen söveli pencere ile açılmaktadır İçlerinde ocak ve dolap nişleri bulunmaktadır Girişin karşısına bir eyvan ve helâlar yerleştirilmiştir Dershane kısmının içerisinde bulunan mihrap burasının aynı zamanda mescit olarak da kullanıldığını göstermektedir

İstanbul medreseleri arasında üst düzey eğitim veren bir kurum olup, zamanla harap olmuş, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir 1950 yılından sonra da Yüksek Eğitim Kız Öğrenci Yurdu olmuştur

Seyyid Hasan Paşa Medresesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıt Veznecilerde, Kimyager Derviş Sokağı üzerinde bulunan bu medrese Sultan I Mahmut (1730–1754) dönemi sadrazamlarından Seyyid Hasan Paşa tarafından yaptırılan külliyenin medresesidir Külliye medresenin yanı sıra sıbyan mektebi, sebil, çeşme ve dükkânlardan meydana gelmiştir Mimarbaşı Çelebi Mustafa Ağa tarafından yapılmıştır

Medrese fevkâni olarak kesme köfeki taşı ve tuğladan yapılmıştır Zemin katın ortasında giriş kapısı, bunun iki yanında beşik tonozlu ikişer dükkâna yer verilmiştir Sol taraftaki dükkânların yanında sıbyan mektebinin kapısı ile çeşme ve sebil bulunmaktadır Giriş kapısı kesme köfeki taşından yuvarlak kemerlidir Üzerine Şair Nimetin on sekiz mısralık talik yazılı kitabesi yerleştirilmiştir Giriş kapısından merdivenle çıkılan üst katta medrese ve sıbyan mektebi bulunmaktadır

Dershane kısmı konsolların yardımı ile zemin katın üzerine oturtulmuştur Buradaki medrese hücreleri sekiz tane olup, revaklı avluyu L şeklinde kuşatmaktadır Medresenin üst katı bir sıra taş, üç sıra tuğla ile yapılmıştır Medresenin beş hücresi sol yan cephede olup, burası on sekiz pencere ile dışarıya açılmaktadır Bunlar dikdörtgen mermer söveli olup, demir parmaklıklıdır Ayrıca sağ yan cephede bulunan dershane-mescit ile pencereler de dışarıya açılmaktadır Yapının tümü iki sıra halinde kirpi saçaklıdır Medrese içerisindeki dershane bölümü tromplu bir kubbe ile örtülüdür Buradaki kalem işleri barok üslupta olup, yapının tümünde başka bir bezemeye rastlanmamaktadır

Cafer Paşa Medresesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Merkez Mahallesinde Kalenderhane Caddesi ile Kızıl Değirmen Sokağının birleştiği yerde bulunan medrese, dergâh ve türbeden meydana gelen yapı topluluğunu XVI yüzyıl vezirlerinden Cafer Paşa yaptırmıştır Külliyenin dergâh üzerindeki manzum kitabesindeki ebcet hesabına göre yapı topluluğu 1575 yılında yaptırılmıştır

Medrese on oda ve bir de dershaneden meydana gelmiştir Avlu etrafında U şeklinde sıralanmış medrese hücreleri ve dershane kesme köfeki taşından yapılmıştır Plan düzeninde dershane kısmı U şeklindeki planın kısa kenarındaki hücreye bitiştirilmiştir Kare planlı olup, üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür İç kısmında girişin karşısına gelen bir mihrap nişi, bunun iki yanında da birer dolap bulunmaktadır Dışarıya girişin iki yanında, dergâha yönelik cephesinde de dikdörtgen söveli ikişer penceresi bulunmaktadır Medrese hücreleri U planının kısa kenarında üçer tane, uzun kenarında da altı adettir Bu hücrelerin üzerleri pandantifli kubbeler ile örtülmüş, dışarıya ikişer pencere ile açılmışlardır Medresenin avluya yönelik cepheleri taş ve tuğladan, arka cepheleri ise moloz taşla örülmüştür

Yapı topluluğu Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1975 yılında restore edilmiştir Günümüzde Kuran Kursu olarak kullanılmaktadır

Fatih (Eyüp Sultan Cami Medresesi) Medresesi (Eyüp)



İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Camisinin avlusunda bulunan bu medrese Fatih Sultan Mehmet (1441–1446/1451–1481) döneminde Eyüp Sultan Külliyesi ile birlikte yaptırılmıştır Neşri Tarihinde “Ebu-Eyyüb-ı Ensariden bir imaret ve bir medrese ve bir cami ve bir hamam yapılmıştır” yazılıdır Fatih Sultan Mehmedin vakfiyesinde de “cami hariminde her neci güzelliklerle bezenmiş ve kubbelerle süslü, altı hücreli değerli bir medrese bina etti” yazılıdır

Ekrem Hakkı Ayverdi bu medrese odalarının on altı tane olduğunu belirtmiştir Bu medresenin hücreleri cami revakından başlayarak türbenin sağ ve soluna kadar uzanıyordu Sağ taraftaki medrese odalarının bulunduğu yere sonradan Beşir Ağa Türbesi, Cüzhane; sol tarafındaki hücrelere de Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşanın türbesi yapılmıştır

Medrese cami ile birlikte 1766 depreminde zarar görmüş, 1798 yılında cami yenilenmişse de medrese odaları tamamen ortadan kaldırılmış ve bugün avluya dönüştürülmüştür

Küçük Emir Efendi 1528 yılında ölümüne kadar bu medresede ders vermiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İsmihan Sultan (Yazılı Medrese, Sokullu Mehmet Paşa Medresesi) Medresesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Cami-i Kebir Caddesinde Sokullu Mehmet Paşa Türbesinin karşısında bulunan bu medrese kitabesinden öğrenildiğine göre, Yavuz Sultan Selimin (1512–1520) kızı İsmihan Sultan tarafından 1568 yılında Mimar Sinana yaptırılmıştır

Medresenin avlu kapısı üzerinde üç satır halinde Arapça bir kitabe bulunmaktadır:

“Hazretüs-Sultan bint-i Han Selim
Ehl-i Hayrât alâ vü cehül-umum

Medresenin 12 mısralı tarih beyti:

“Kâle târihen nihadi behâ
İnhâ darüd-tahsil-i ulum
976 (1568)

Medrese hücrelerine açılan kapısında kitabe bulunmamaktadır Kesme köfeki taşından yapılmış olan medrese odaları dikdörtgen bir avlunun iki tarafına yerleştirilmiş on dokuz hücreden meydana gelmiştir Avlunun iki tarafında sıralanmış olan hücrelerin on dokuzu öğrenci odası, biri giriş holü ve ikisi de eyvandır Eyvanlardan biri iç, diğeri de dış avluya bakmaktadır Dış avluya bakan eyvanın yanında iki odalı bir hizmet bölümüne yer verilmiştir Avluyu çevreleyen duvarlar kapılar dışında sağırdır Hücreler birbirinin eşi ölçüdedir Bu hücrelerin üzerleri 340 m çapında pandantifli kubbelerle ile örtülü olup, içlerinde ocak ve dolap nişleri bulunmaktadır Medresenin girişi dershanenin hemen altında yer almaktadır Hücrelerin önünde üzerleri kubbeli ikisi mermer, diğerleri de köfeki taşından yirmi dört sütunlu bir revak bulunmaktadır

Medresenin dershanesi hücrelere göre daha yüksek olup, üzeri kurşun kaplı bir kubbe ile örtülüdür İç mekân altta dikdörtgen söveli altı pencere, üstte de alçı şebekeli, vitraylı üç pencere ile aydınlatılmıştır Kubbenin içerisi XIX yüzyılda yapılmış kalem işleri ile bezelidir Ayrıca avlunun orta yerine de dikdörtgen bir şadırvan yerleştirilmiştir

Dershane-mescit Sokullu Mehmet Paşanın eşi İsmihan Sultan adına yaptırılmış olup, önünde tek kubbeli küçük bir revakı bulunmaktadır Dershane on iki köşeli kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür İç mekândan kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştır Medrese ile birlikte dershane de üç sıra tuğla hatıllı köfeki taşından yapılmıştır

Medrese Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1957 yılında onarılmıştır

Zal Mahmut Paşa Medresesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Defterdar Caddesi ile Zal Paşa Caddesi arasında bulunan Zal Mahmut Paşa Külliyesini Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) sadrazamı Zal Mahmut Paşa ile karısı Yavuz Sultan Selimin (1566–1574) kızı Şah Sultan tarafından cami, medrese, türbe ve çeşmeden oluşan bir külliye olarak yaptırılmıştır Bu yapı topluluğunun üzerinde kitabesi olmadığından yapım tarihi konusunda kesin bir tarih verilememektedir

Yapı topluluğunun bölümlerinden biri olan bu medresenin, Mimar Sinanın eserlerinin listesini veren Tuhfetül Mimarinde ismi geçmektedir XVI yüzyılda yapılmış Klasik Osmanlı medreselerinden bir örnektir Medresenin 1580 yılında cami ile birlikte yapıldığı sanılmaktadır CBaltacı medresenin Vakıflar Genel Müdürlüğündeki arşiv kayıtlarına göre 1579–1580 yıllarında fevkâni olarak yapıldığını belirtmiştir Yapı topluluğunun 1569–1570 tarihli vakfiyesinde medresenin 9 danişmende ikişer akçe, müderrise de 30 akçe verildiğini yazmaktadır

Medrese arazi eğiminden ötürü kuzey doğu yönünde, caminin yan sahnının aşağı kotunda kalmıştır Kot farkından ötürü de medrese hücreleri alt yapı üzerine oturtulmuştur Bu nedenle de simetrik olmayan bir düzen yapıya hâkim olmuştur Medrese hücreleri caminin karşısında U şeklinde avlu etrafına sıralanmış, üzerleri kubbeli on üç oda ve bir dershaneden meydana gelmiştir Dershane hücrelerin bir köşesindedir Revaklar yalnızca iki oda grubunun önünde kalmış, arazi eğiminden ötürü de güneybatıdaki odaları üzerleri aynalı tonozlu dikdörtgen planlar halinde düzensiz olarak yapılmıştır Caminin son cemaat revakı ile medrese revakları arasında bazı uyumsuzluklar görülmektedir

Medresenin üst katındaki avlusu merdivenle aşağı kottaki avluya bağlanmıştır Alt kattaki avluda ise değişik biçimde üst örtüleri ile dikkat çeken, kuzey tarafında altı, bunun sağında da dört oda yer almakta olup, simetrik olmayacak şekilde yerleştirilmiştir Doğu tarafındaki üzeri kubbeli üç oda, tonozlu bir büyük oda ve yüksek kubbeli bir dershane bulunmaktadır Odaların önüne de sütunlu bir revak eklenmiştir

Medrese külliye ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1960 yılında onarılmıştır

Behram Kethüda Medresesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesinde Mahpeyker Kösem Sultanın kethüdası olan Behram Kethüdanın yaptırmış olduğu medresenin ismine kaynaklarda rastlanmakla beraber, Eyüpteki yeri ve yapım tarihi bilinmemektedir Behram Kethüdanın 1646 yılında ölümünden önce yapıldığı sanılmaktadır

Cezeri Kasım Paşa Medresesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Çömlekçiler civarında, Zal Paşa Caddesi ile Akar Çeşme Sokağının bulunduğu yerdeki Cezerizade Kasım Paşanın 1515te yaptırmış olduğu camisinin avlusunda bulunan medrese günümüze gelememiştir Kaynaklarda ahşap olduğu belirtilen bu medresenin mimari yapısı ile ilgili de bilgi bulunmamaktadır Necmeddin Mehmed Efendi bu medresede ders vermiş ve caminin mihrabı önüne gömülmüştür

Defterdar Nazlı Mahmut Efendi Medresesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi Çömlekçiler semtinde, Defterdar Caddesinde bulunan 1541 yılında yapılmış Defterdar Camisinin yanındaki medrese günümüze gelememiştir Medrese ile ilgili olarak yalnızca Hüseyin Ayvansarayi Hadikatül Cevami adlı eserinde bazı bilgiler vermektedir:

“Ahşap medrese, mütevelli reyi ile evli olanlara oda oda kiraya verilmiştir

Bu medresenin yanındaki sıbyan mektebi ile birlikte 1766 yılında yıkıldığı sanılmaktadır

Kazasker Arif Efendi Medresesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Yusuf Muhlis Paşa Caddesi ile Ruznameci Çıkmazının birleştiği yerde bulunan bu medrese günümüze gelememiştir Bugün arsası üzerinde Ziraat Bankası bulunmaktadır

Kazasker Abdülbaki Arif Efendi, Selanik, Bursa ve Mısır Mollası olmuş, 1700 tarihinde de İstanbul Kadılığına getirilmiştir Son olarak Rumeli Kazaskerliği görevini yapmış, 1713 tarihinde de ölmüştür Mezarı Eyüp Sultan Camisinin Bostan İskelesine açılan avlu kapısının solundadır Medreseyi ölümünden sonra vasiyeti üzerine damadı ve talebesi Abdürrahim Faiz Efendi yaptırmıştır

Medresenin mimari yapısı hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır

Taşköprüzade Medresesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesinde, Taşköprüzade İsameddin Ahmet Efendininm yaptırmış olduğu bu medresenin Eyüpteki yeri ve yapım tarihi bilinmemektedir Taşköprüzadenin 1561 yılında öldüğü dikkate alınacak olursa medresenin bu tarihten önce yapıldığı sanılmaktadır Medresenin mimari yapısı ile ilgili kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanmamıştır

Kangırılı Mustafa Efendi Medresesi (Eyüp)

İstanbul, Eyüp ilçesi, Nişancada Nişancı Mustafa Paşa Caddesi ile Davut Ağa Caddesinin birleştiği yerde bulunan bu medrese ile ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır Yalnızca bu medresenin sonradan Şeyh Murat Efendi dergâhına dönüştüğü bilinmektedir Hüseyin Ayvansarayi Hadikatül Cevamide Şeyh Murat Efendi Tekkesi mescidi ile ilgili bazı bilgiler vermektedir:

“Banisi Şeyhülislâm Minkârizade Yahya Efendinin damadı Anadoludan mazulen vefat eden Kangırılı (Çankırı) Mustafa Efendidir Aslında medrese olarak yapılmıştır

Medreseyi Damat Mustafa Rasih Efendi yaptırmıştır İstanbul kadısı ve Rumeli payesi verilen Mustafa Rasih Efendi 1684 yılında ölmüştür Medreseyi hangi tarihte yaptırdığı kesinlik kazanamamakla beraber burada bulunan 1652 tarihli mezar taşına göre, bu tarihten önce yaptırıldığı sanılmaktadır

Medrese L şeklinde bir plan düzeninde olup, üzeri kubbelidir Hücrelerin önünde kubbeli revaklar bulunuyordu Bu revaklar XX yüzyılın başlarında yıkılmış ve 1983 yılında da yeniden yapılmıştır Medrese odalarının arkasındaki bahçede ise tekke şeyhinin eliböğründelerle çıkmalı üç katlı ahşap bir meşrutası bulunuyordu Bu meşruta da 1983 yılında yıkılmıştır

Gazenfer Ağa Medresesi (Fatih)



İstanbul ili Fatih ilçesi, Kırkçeşme Mahallesi, Atatürk Bulvarı üzerinde, Bozdoğan Kemerine bitişik olan Gazanfer Ağa Medresesi 1596 tarihli vakfiyesinden öğrenildiğine göre Sultan III Mehmetin (1595–1603) Kapı Ağalarından, Hasodabaşısı Gazanfer Ağa tarafından yaptırılmıştır XVI yüzyılın sonlarında yapılan bu medrese Davut Ağanın mimarbaşılığı sırasında yapılmıştır

Medrese türbe ve sebilden meydana gelmiştir Girişteki ön avlunun karşısına medrese hücreleri, kuzeydoğu köşesine Gazanfer Ağanın türbesi, güneydoğu köşesine de dışarıya taşkın biçimde sebil yerleştirilmiştir Avlu duvarı ile türbenin arasına sonradan yapılan gömülerle küçük bir de hazire meydana gelmiştir

Medrese 1782 yangınında harap olmuş, çeşitli zamanlarda onarılmış, son olarak da 1943–1944 yıllarında onarılmış ve günümüze iyi bir şekilde gelebilmiştir Ön avlunun batısında yer alan medresenin avlusu kare planlıdır Kesme köfeki taşı ile yapılmış olup, batı yönündeki duvarları taş ve tuğla dizilerinden oluşturulmuştur Medresenin doğu cephesinin ortasındaki kapı basık kemerlidir Ön avludan iki basamakla çıkılan sahanlığın üzeri ahşap bir saçakla örtülmüştür Baklava başlıklı on iki sütunun taşıdığı revakların üzeri pandantifli geçişlerle on altı kubbe ile örtülmüştür Revakların arkasındaki giriş dışında medrese U şeklinde on dört hücreden meydana gelmiştir Güneybatı köşesine ise bir oda daha eklenmiştir Medrese hücreleri kare planlı, üzerleri de pandantifli kubbelerle örtülmüştür Bu odalar birer kapı ve pencere ile avluya açılmışlardır Avlunun kuzey ve güneyindeki odalar ikişer üst pencere ile aydınlatılmıştır Kuzey ve güneydeki odalar alt ve üst pencerelerle arkadaki iç avluya da açılmıştır Odaların içerisinde birer ocak nişi ile onun iki yanında da birer dolap nişine yer verilmiştir



Girişin karşısına gelen dershane-mescit kare planlı olup, zeminden 050 m yükseklikte ve dışarıya taşkın olarak yapılmıştır Avluya iki renkli taşın alternatifli sıralanması ile meydana gelmiş bir yay kemerle açılmıştır Dershanenin üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür İkisi altta, üçü de üstte olmak üzere revaklara, altlı üstlü beşer pencere ile de arkadaki iç avluya açılmıştır

Dershanenin içerisinde karşılıklı birer niş iki yan duvara yerleştirilmiştir Bu nişlerden biri mihrap nişi olarak kullanılmıştır Bu nişlerin yanına da birer dolap nişi yapılmıştır

Gazanfer Ağa Medresesi 1943–1944 onarımından sonra Belediye Müzesi olarak kullanılmıştır Günümüzde Büyükşehir Belediyesi tarafından Karikatürcüler Derneğine 1989da kiralanmış olup, günümüzde Karikatür ve Mizah Müzesi olarak hizmet vermektedir

Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi (Fatih)



İstanbul ili Fatih ilçesi, Saraçhanebaşında, Mimar Ayas Mahallesinde bulunan Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi, dershane-mescit, kütüphane, sıbyan mektebi, on altı medrese hücresi, sebil ve sonradan bunlara eklenen bir çeşmeden meydana gelmiş olup, 2580 m2lik bir alana yayılmıştır Medreseyi Sultan II Mustafa (1695–1703) devrinin sadrazamı Köprülüzade ailesinden Amcazade Hüseyin Paşa yaptırmıştır

Amcazade Hüseyin Paşa, Sultan IV Mehmet (1648–1687) zamanında Osmanlı devletinin çeşitli görevlerinde bulunmuş, 1683te Viyanayı ikinci kez kuşatan Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın yanında bulunmuştur Viyana Kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine diğer devlet yöneticileri gibi tüm yetkileri alınarak Rikab-ı Hümayuna gönderilmiştir Daha sonra Gelibolu yakınındaki Çardaka muhafız olmuş, Suyolcuzade Vezir Ali Paşanın 1688de ölümü üzerine Seddülbahir muhafızlığına vezir unvanı ile getirilmiştir Bundan sonra bir süre sadaret kaymakamlığı, yeniden Seddülbahir muhafızlığı ve kaptan-ı deryalık görevlerinde bulunmuştur Bu dönemde Sakız Adası Osmanlı topraklarına katılmıştır Ardından Anadoluda çıkan ayaklanmaları bastırmaya çalışmış, Sultan II Mustafa döneminde Macaristanda Alman ordusu ile savaşmış, sadrazamlık makamına getirilmiştir Kendi arzusu ile bu görevden ayrıldıktan sonra Silivrideki çiftliğinde 1702de ölmüştür

Amcazade Hüseyin Paşa Osmanlı İmparatorluğunun zayıfladığı ve gerilemeye başladığı zor döneminde sadrazamlık yapmıştır Paşanın bu medreseden başka Boğaziçinde yalısı, Edirnede Buçuktepede yaptırdığı kasır ve Bursada bir tekkesi bulunmaktadır Ayrıca Edirnede başta çeşmeler olmak üzere çeşitli hayır eserleri de vardır

Amcazade Hüseyin Paşa Medreseyi 1697–1702 yıllarında devam eden sadareti sırasında yaptırmıştır Mimarbaşı İbrahim Ağa tarafından yapılmıştır Yapı topluluğu doğal afetlerden ve yangınlardan ötürü zaman zaman harap olmuştur Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1940 ve 1957, 1958 yıllarında onarılmıştır Yapı topluluğunun yıkılan bölümleri, özellikle medrese hücreleri, kütüphane ve sıbyan mektebi yeniden onarılmış ve 1966 yılı sonlarında orijinal görünümüne uygun biçimde restore edilmiştir Yapı topluluğunu ilk defa 1940 yılında Ekrem Hakkı Ayverdi 1957–1958 yıllarında da Y Mimar Fikret Çuhadaroğlu restore etmiştir

Medresenin yuvarlak kemerli girişinin yanında 1739 yılında eklenmiş Şeyhülislâm Mustafa Efendi Çeşmesi ile altında dört dükkân bulunan sıbyan mektebi bulunmaktadır Kapının diğer yanında da üç ayrı bölüm halinde hazire ve sebil bulunmaktadır Yuvarlak kemerli giriş kapısı köfeki taşından olup, profilli silmelerle daha belirgin bir şekle sokulmuştur Kapının üzerine kartuşlar içerisine alınmış on iki mısralık sülüs yazılı Arapça bir kitabe yerleştirilmiştir

Kitabe:

Lillâhi darun benahu
Lil ilmi sardun mücedded
Nizâmu ikdil meani
Fi ısrı hayrın muarded
Hayfu tefada yakinen
Annalgana imâ suyed
Fâzet simahu münibin
Hüsnül mesâi tezevved
Tarih-i tekmil-ia kad
Alhâ tamamen bimuhrad
Şedel Hüseynu vezirân
Lil ilmi dâran veceddet

Giriş kapısından külliyenin ortasında şadırvan bulunan oldukça geniş bir avluya girilmektedir Avlunun sağ tarafında kütüphane ile sıbyan mektebi ve dört medrese hücresi, girişin karşısında on bir medrese hücresi, sol tarafta da iki medrese hücresine yer verilmiştir Böylece medrese on yedi hücreden meydana gelmiştir Avlunun sol tarafında ise dershane-mescit bulunmaktadır

Medrese hücreleri dershane-mescit ile kütüphane arasında kalan alanda, avluyu U şeklinde çevrelemektedir Amcazade Hüseyin Paşa vakfiyesinde on altı medrese hücresinin ismi geçmesine rağmen bugün on yedi medrese hücresi bulunmaktadır Bunlardan on yedinci hücre kuzey ve doğu medrese hücrelerinin birleştiği köşede üzeri açık bir mekândır Bunun on yedinci hücre olup olmadığı da tartışmalıdır

Medrese hücrelerinin önünde baklava başlıklı, yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış, üzerleri kubbeli bir revak bulunmaktadır Bunların üzeri kubbelerle örtülmüştür Medrese hücreleri 400x400 m ölçüsünde kare planlı olup, üzerleri küçük kubbelerle örtülüdür Bu kubbelerin birbirleri ile eş olmadıkları dikkati çekerse de bu durum büyük olasılıkla değişik dönemlerde zarar gören yapının onarımı sırasında meydana gelmiştir Köfeki taşından basık kemerli bir kapı ile içerisine girilen hücrelerin her birinin içerisinde iki veya üç dolap nişleri ve bir de ocak bulunmaktadır

Medresenin dershane-mescidi üç taraftan yirmi iki mermer sütunun çevrelediği bir revakla görkemli bir konumdadır Bu revakların üzerleri kubbe, çapraz ve ayna tonozlarla örtülmüştür Bunların da üzerlerini düz ve meyilli bir çatı örtmektedir Revakları meydana getiren sütunlar beyaz mermerden olup, başlıkları stalaktitlidir Yalnızca güneydeki üç başlık baklavalıdır Dershanenin girişi özellikle belirtilmiş ve burada içten malakâri sıvalı bir kubbeye yer verilmiştir Girişin iki yanına da birer niş yerleştirilmiştir Girişin üzerinde koyu mavi zemine yaldızlı bir sülüsle bir kitabe konulmuştur

Kitabe:

Kad bena hâzihil bukat-ül mübâreket-ül hasenete fid devlet-i Sultan Mustafa Han veziri-ül âzam Hüseyin Paşa fi seneti İsnâ aşere ve miete ve elf h1112 (1700)

Dershane kesme köfeki taşından olup, her kenarı 450–700 m arasında değişen sekizgen planlı olup, üzeri 1100 m çapında merkezi bir kubbe ile örtülüdür Kubbe kasnaksız olup, tamamen duvarlar üzerine oturtulmuştur Altlı üstlü iki dizi halinde ve sekizgenin her kenarında ikişer tane olmak üzere yirmi sekiz tane pencere ile aydınlatılmıştır Alt sıra pencereler dikdörtgen mermer söveli, üst sıradaki pencereler ise sivri kemerlidir Giriş ekseni üzerinde bulunan mihrap yedi köşeli mermerden olup, mukarnaslı olarak sonuçlanır Mihrabın üzerine sülüs yazı ile “kalellâhu taâlâ küllemâdahale aleyha zekeriyyel mihrap” yazılıdır

Medrese avlusunun sağında dershane karşısında iki katlı kütüphane bulunmaktadır Ampir üslubuna yakın kütüphanenin üzerindeki h 1168 (1755) tarihli kitabesinden öğrenildiğine göre 1755 depreminden sonra Amcazade Hüseyin Paşanın kızı Rahmiye Hatun tarafından buraya eklenmiştir

Külliyenin ön cephesinde bulunan sıbyan mektebine dış cephedeki dükkânların arasında bulunan yuvarlak kemerli bir kapıdan küçük bir girişe, oradan da merdivenle çıkılmaktadır Dikdörtgen planlı olan, üzeri tonozlu sıbyan mektebi iki bölümden meydana gelmiştir

Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi 1966 yılı onarımından sonra Vakıflar Genel Müdürlüğünün “Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi” haline getirilmiştir

Fatih Medresesi (Fatih)



İstanbul ili Fatih ilçesi, Fatih Sultan Mehmetin (1444–1446/1451–1481) 1463–1470 yıllarında yaptırmış olduğu külliyesinin bir bölümünü oluşturan medreseleri İstanbulun fethinin hemen arkasından Ayasofyadaki medresesinden sonra yaptırmıştır

Caminin iki yanında sıralanan medreselere “Sahn-i Seman” isimleri verilmiştir Bu medreselerin dışında ve yine caminin iki yanında, arazinin meyilli olmasından ötürü daha aşağıda olduğundan “Tetimme” denilen öğrencilerin eğitime hazırlık medreseleri bulunuyordu Bu medreselerden caminin Marmara Denizi yönünde olanlar Fatihten Edirnekapıya kadar uzanan Fevzi Paşa Caddesinin genişletilmesi sırasında yıktırılmış, Haliç tarafındakilerin yerlerine de bir ilkokul yapılmıştır Bu medreselerden Haliç tarafındakilere Karadeniz Medreseleri ismi altında “Bahr-i Siyah”, Marmara tarafındakilere de Akdeniz anlamına gelen “Bahr-i Sefid” isimleri verilmişti Saraçhanebaşından Edirnekapıya doğru uzanan yol üzerinde “Baş Kurşunlu”, “Baş Çifte Kurşunlu”, “Ayak Çifte Kurşunlu”, “Ayak Kurşunlu” şeklinde de isimlendirilmişlerdir

Fatih Sultan Mehmet, caminin kuzey ve güneyine iki sıra halinde sekizer yapıdan meydana getirdiği Semaniye Medreselerinde sekiz ayrı müderrisin ders okutmasına karar vermiştir Bunların arkasındaki yüksek derecede öğretim kurumu olan Semaniyeye öğrenci yetiştirmek amacı ile de Tetimme Medreselerini yaptırmıştır Medreselerin yapımında Veziri Azam Mehmet Paşayı derslerin düzenlenmesinde Molla Hüsrev ile Ali Kuşçuyu görevlendirmiştir Bu medreselerde Tusi, Hocazade Musluhiddin Mustafa, Molla Abdülkerim, Kadızade Molla Kasım gibi devrin âlimleri müderrislik görevini üstlenmişlerdir Semaniye Medreselerinde Mantık, Fıkıh, Kelam, Tefsir gibi ilimlerin yanı sıra Matematik, Geometri, Astronomi ve Tıp da okutulmuştur

Kesme köfeki taşı ve tuğladan yapılmış olan bu medreselerin her biri on dokuzar hücre ve bir de dershane mescitten meydana gelmiştir Medrese hücreleri kare planlı olup, avluya birer kapı ve pencere ile açılmışlardır Ayrıca arka cephelere de altlı üstlü birer pencereleri bulunmaktadır Bunların üzerleri kasnaklı kubbelerle örtülmüştür Dershane olarak nitelenen bölüm ise yine kare planlı olup, diğer hücrelerden daha yüksek ve gösterişli biçimdedir Dershanenin üzeri de kasnaklı kubbe ile örtülüdür

Medreselerin ortak özelliği ortalarında revaklı birer avlularının bulunmasıdır Tetimme Medreseleri ise günümüze gelemediğinden bunların mimarisi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır Bazı kaynaklara dayanılarak bunların üzerlerinin çatı ile örtülü olduğu sanılmaktadır

Fatih Külliyesini oluşturan medreseler 1766 depreminde cami ve diğer yapılarla birlikte zarar görmüşse de kısa süre içerisinde yeniden onarılmışlardır Tetimme Medreselerinin yıktırılması ve temel altı toprak tabakasının ortaya çıkması üzerine Akdeniz Medreseleri yıkılma tehlikesi ile karşılaştığından bunlar kalın gergi demirleri ile desteklenmiştir Bu medreseler 1955 yılından itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş ve bir bölümü öğrenci yurdu olarak kullanılmıştır

Feyzullah Efendi Medresesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Macar Kardeşler Caddesi ile Feyzullah Efendi Sokağının kesiştiği noktada bulunan bu medrese, kitabesinden öğrenildiğine göre; Sultan II Mustafanın (1695–1703) hocası Şeyhülislâm Feyzullah Efendi kitaplık, mektep ve çeşme ile birlikte adeta küçük bir külliye konumunda 1700 yılında yaptırılmıştır Mimarının kim olduğu bilinmemektedir Ancak Şeyhülislâm Feyzullah Efendi döneminde Mimarbaşı olarak görev yapan Kayserili Mehmet Ağa tarafından planının tasarlandığı düşünülmektedir

Bunlardan mektep 1912 yılında Macar Kardeşler Caddesinin genişletilmesi sırasında ortadan kaldırılmıştır Buradaki onarım çalışmaları medreseyi olumsuz yönde etkilemiştir Kaynaklardan öğrenildiğine göre de bu medresenin yıkılması da kararlaştırılmıştır Ancak, İstanbulda 1910 yılında bulunan Fransız elçisinin eşi Madam Bombarın o yıllarda İstanbul Eski Eserlerini Koruma Encümeni Onur Üyesi olmasından ötürü onun çabaları ile bu medrese yıkılmaktan kurtulmuştur Harap durumdaki bu yapı 1916da İstanbul Muhibleri Cemiyeti tarafından onarılmış ve Ali Emiri Efendinin çoğu yazma olan eserlerinden oluşan kitaplarının buraya bağışlanması ile kütüphaneye dönüştürülmüştür

Medresenin önünden geçen yolun genişletilmesinden sonra medresenin kitaplık olarak kullanılan dershanesi ana cadde üzerinde kalmış, medrese avlusunun güneydoğu yönündeki sınırları taş babalar ve aralarına yerleştirilen demir parmaklıklarla belirtilmiştir

Osmanlı Klasik dönem medrese mimarisini yansıtan bu yapı Lale Devrinin özelliklerini de taşımaktadır Medresenin Feyzullah Efendi Sokağında bulunan cephesinde iki çeşme ile bir de girişi vardır Basık kemerli kapının üzerinde h1112 (1700) tarihli yapım kitabesi bulunmaktadır Buradaki sokak zemininin yükseltilmesi nedeni ile medresenin çeşmeleri ile girişi çukurda kalmıştır Bundan ötürü de medresenin asıl girişi 1983 yılında yapılan restorasyon sırasında yenilenmiştir Bu giriş kubbe ile gösterişli biçimde belirtilmiştir

Dikdörtgen planlı olan medresenin avlusunun kuzeydoğusuna dershane-mescit ile kitaplık, güneydoğu ve güneybatı kenarlarına da L şeklinde on medrese hücresi yerleştirilmiştir Kitaplık ve hücrelerin kuzey kenarları giriş yönündeki bahçe duvarı ile birleştirilmiştir Medrese hücrelerinin önündeki revaklar yalnızca hücrelerin önünde bulunmaktadır Ayrıca avluya altı sütunun taşıdığı ahşap kubbeli mermer hazineli, köfeki taşından bir de şadırvan yerleştirilmiştir

Kitaplık ve dershane bölümleri ortak bir ana mekânın iki yanına yerleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarisinde çok ender görülen bir plan tipi ortaya çıkarılmıştır Bunun benzeri Şehzadebaşındaki Damat İbrahim Paşa Külliyesinde de uygulanmıştır Dershane-mescit ile kitaplık avludan biraz yüksek olup, kare planlı iki ayrı yapıdır Eyvan niteliğindeki açık bir sofanın yanında yer almışlardır Üç basamakla çıkılan giriş sahanlığındaki basık kemerli bir kapıdan sonra sekiz basamakla dershane ve kitaplığa ulaşılmaktadır Her iki bölüm arasındaki dikdörtgen planlı bu ara mekânın merdiven ve geçitlerden arta kalan bölümleri sekiler halindedir Bu mekânın oturma ve okuma amaçlı kullanıldığı sanılmaktadır Geniş bir saçakla güneyden gelecek güneş ışıklarından korunmuştur Dört demir eliböğründe ile desteklenen bu saçağın altı ahşap kaplamalıdır Buradaki açık sofanın altı sütun ve duvarlara dayanmış kubbe ve tonozlarının almaşık düzeni ile farklı bir mimarisi vardır

Medrese Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Millet Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır Günümüzde restore edilmektedir İçerisindeki kitaplar ve yönetim birimi geçici olarak Beyazıt Devlet Kütüphanesindedir

Sultan Selim Medresesi (Halıcılar Medresesi) (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Vatan Caddesi ile Oğuz Han Caddesinin kesiştiği noktada bulunan bu medrese Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) tarafından, babası Yavuz Sultan Selim (1512–1520) anısına yaptırılmıştır

Medresenin bulunduğu alan çevre düzenlemeleri ve önünde açılan Vatan Caddesi nedeni ile çukurda kalmıştır Mimar Sinanın eserlerinin listesini veren Tezkiretül-Ebniye, Tezkiretül Bünyan ve Tuhfetül Mimarine göre Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır Yapım tarihini belirten bir kitabesi bulunmamaktadır Ancak kaynaklarda medresenin 1548–1549 yıllarında yaptırıldığı belirtilmektedir Medresenin dershanesi 1562–1563 yılında bir minare ve minber eklenerek mescide çevrilmiştir

Medrese kesme köfeki taşından ve yer yer tuğladan yapılmış olup, bir duvar içerisine alınmıştır Bu duvarın Aksaraya yönelik cephesine anıtsal bir giriş, yanına da kitabesi bulunmayan bir çeşme eklenmiştir Üzeri kubbe ile örtülü olan bu girişten sonra ikinci bir kapı ile avluya geçilmektedir Bu avlunun çevresinde medrese hücreleri U şeklinde sıralanmıştır Medrese, on dokuz hücreden meydana gelmiş olup, bir eyvan ile avluyu üç yönden çevrilmiştir Avlunun ortasında bulunan şadırvan günümüze ulaşamamıştır Medrese hücrelerinin önündeki taş ayaklar üzerine oturtulmuş kubbeli kasnaklı revaklar yuvarlak kemerlerle birbirleri ile bağlantılıdır Kare planlı olan hücrelerin üzerleri pandantifli kubbelerle örtülmüştür Bu hücreler revaklara birer kapı ile açılmaktadır Ayrıca bunların dışarıya ikisi altta biri üstte olmak üzere üçer penceresi vardır İçlerinde bulunan ocakların yaşmakları günümüze ulaşamamıştır Ocakların üzerindeki dörtgen ve altıgen prizma şeklindeki bacaları kurşunla örtülü yüksek külahlar şeklindedir

Medresenin dershanesi güneybatı yönünde olup, avlunun simetrik ekseninden yana kaydırılmıştır Yalnızca revak kısmı avlu içerisinde olup, dershanenin ana kütlesi dışarıya taşırılmıştır Dershane giriş revakı kırma çatı ile örtülüdür Kare planlı olan dershanenin girişine mukarnaslı bir mihrap yerleştirilmiştir Dört cephesinde iki alt, iki de üst penceresi bulunmaktadır Dershanenin üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüş olup, kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştır İçerisinde ilk yapılışına ait bezemesi günümüze ulaşamamıştır

Medrese 1914 yılından sonra çevresindeki yangından zarar görmüş, 1918de aşhane olarak kullanılmış ve aynı yıl yeni bir yangınla da harap olmuştur Vatan Caddesinin açılması sırasında ortaya çıkan medrese 1958–1962 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir Bundan sonra İstanbul Vakıflar Baş Müdürlüğünün yazma eserler ve halılardan oluşan teberrükât deposu olarak kullanılmıştır 1968 yılında da medrese Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından İstanbul Vakıflar Baş Müdürü İhsan Erzinin çabaları ile Yazı Sanatları Müzesine dönüştürülmüştür Bu müzenin Beyazıt Külliyesine taşınmasından sonra da 1994 yılından itibaren Sağlık Vakfına bağlı Şadiye Hatun Teşhis Kliniği olarak kullanılmaktadır

Bayram Paşa Medresesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Hasekide Haseki Külliyesinin yanında yer alan bu medrese, sıbyan mektebi, dergâh, türbe, sebil, çeşme ve dükkânlarla birlikte Veziriazam Bayram Paşa tarafından 1634–1635 yıllarında yaptırılmıştır Mimarı kesin olmamakla beraber devrin Hassa Başmimarı Kasım Ağa olduğu sanılmaktadır

Medrese XVIII yüzyıldan bu yana çeşitli onarımlar geçirmiş, bunlardan sıbyan mektebi dışında kalanlar orijinal konumunu koruyarak günümüze gelebilmiştir Günümüzde Haseki Caddesi bu yapıların kuzey yönündeki sınırını oluşturmuştur Ayrıca bu caddeyi kesen, kuzey-güney doğrultusundaki Haseki Kadın Sokağı da yapıları iki ayrı parçaya bölmüştür Haseki Kadın Sokağının doğusunda medrese, sıbyan mektebi ve dükkânlar; batısında ise tekke, türbe, hazire, sebil ve çeşmeler bulunmaktadır

Yapılar kesme köfeki taşından yapılmış, yer yer de moloz taş ve mermerler kullanılmıştır Medrese Osmanlı medreselerinin büyük çoğunluğunda olduğu gibi açık avlulu ve revaklı olarak düzenlenmiştir Kare planlı avlu çepeçevre sivri kemerli revaklar ve bunların arkasındaki medrese hücrelerinden meydana gelmiştir Üzerleri pandantifli kubbelerle örtülü olan on altı dilimli revakların arkasında ise on dört adet medrese hücresi ve bir de dershane bulunmaktadır Medrese hücreleri kare planlı, pandantifli kubbelidir Kubbelerin her biri sekizgen kasnaklar üzerine oturtulmuştur İç kısımda ocaklar ve dolap nişlerine yer verilmiştir Medrese hücrelerinin kuzey kanadında kare planlı, üzeri on iki köşeli kasnaklı kubbe ile örtülmüş dershane bulunmaktadır Bu bölüm medrese hücrelerinden ayrı olarak tasarlanmıştır

Haseki Sultan Medresesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Haseki semtinde, Kanuni Sultan Süleymanın eşi Hürrem Sultanın Mimar Sinana 1538–1551 yıllarında yaptırmış olduğu külliyesi, cami, medrese, imaret, darüşşifa ve sıbyan mektebinden meydana gelmektedir Medresenin caminin kitabesine dayanılarak 1538–1540 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır

Caminin karşısında yer alan medrese, kare avluyu çeviren revakların arkasındaki odalardan meydana gelmiştir Sokak cephesinin merkezindeki bir kapıdan içerisine girilen revaklı avlunun üç yanı medrese hücreleri ile çevrelenmiştir Giriş ekseni üzerinde de üzeri büyük bir kubbe ile örtülü dershanesi bulunmaktadır Böylece Klasik Osmanlı medrese plan şeması burada uygulanmıştır Dershane giriş kapısının karşısında, revakların ortasında yer almaktadır Medrese hücrelerinden dışarıya taşkın olan dershanenin üzeri 680 m çapında bir kubbe ile örtülüdür Dershanenin iki yanına üçerden altı, avlunun iki yanına da beşerden on oda yerleştirilmiştir Bu hücrelerin üzerleri kubbe ile örtülü olup, içlerine ocak ve dolap nişleri yerleştirilmiştir

Medresenin yan tarafındaki hücreler arasına karşılıklı iki dar mekân yerleştirilmiştir Üzerleri beşik tonozla örtülü olan bu mekânlardan doğudaki dar ve karanlık hücre görünümündedir Batıdaki bölüm ise sıbyan mektebi ile diğer yapılara geçit veren bir dehliz özelliğindedir

Medresenin giriş tarafında hücreler bulunmamaktadır Kesme taştan yapılmış olan medrese hücrelerinin üzeri kasnaklı kubbelerle örtülmüştür Hücrelerin önündeki revak kemerleri kırmızı ve beyaz taştan almaşık düzende yapılmış olup, beyaz mermer ve somaki sütunlar tarafından taşınmaktadır Bu sütunlardan dördü Nilüfer çiçeği biçiminde, diğerleri de baklava başlıklara sahiptir Buradaki ana kapı ile dershane kapısı üzerinde bulunan renkli sır tekniğinde yapılmış 1539–1540 tarihli iki çini pano medresenin harap olduğu yıllarda korunma amacı ile Çinili Köşke götürülmüştür Bunun dışında pencere alınlıklarında bulunduğu sanılan çinilerden günümüze hiçbir iz gelememiştir

Haseki Külliyesi ile birlikte medrese de çeşitli yangın ve depremlerden zarar görmüş ve onarılmıştır Son olarak 1963–1974 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Club Mediterrane arasında yapılan anlaşma ile cami dışındaki binalar turistik amaçlı olmak üzere restore edilmiş, ancak semt sakinlerinin itirazı üzerine bundan vazgeçilmiştir Günümüzde medrese Diyanet İşleri Başkanlığının İstanbul Haseki Eğitim Merkezi olarak kullanılmaktadır

Mihrimah Sultan Medresesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Hatice Sultan Mahallesinde Edirnekapı surlarından girişteki Fevzi Paşa Caddesi üzerinde bulunan Mihrimah Sultan Külliyesi, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) döneminde kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinana yaptırılmış olup, cami, sıbyan mektebi, çifte hamam, çarşı ve medreseden meydana gelmiştir

Yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan medrese caminin iç avlusunun güneybatı ve kuzeydoğu kenarında on dokuz hücre ve iki küçük eyvandan meydana gelmiştir Cami ve medrese avlusuna Edirnekapı surları tarafındaki iki kapıdan ve kuzeydoğudaki kayyum odasının altındaki merdivenlerden çıkılmaktadır Medresenin yan girişlerindeki iki küçük hücre imam ve kayyum odaları olarak ayrılmıştır Avlunun uzun kenarına hücre yerleştirilmemiştir Bu medresenin bir özelliği de dershanesinin bulunmayışıdır Medresenin güneybatısında, hücrelerin arkasındaki küçük avluya helâlar yerleştirilmiştir

Kesme köfeki taşı ve tuğla hatıllı medrese odalarının önüne yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış bir revak yerleştirilmiştir Bu revakların üzeri küçük kubbelerle örtülmüştür Bunların arkasındaki medrese hücreleri kare planlı olup, üzerleri kubbelidir İçlerine birer ocak nişi ile dolap nişleri yerleştirilmiştir Ocakların dikdörtgen planlı, ince uzun bacaları kubbelerin arkasına sıralanmıştır Avluda on altıgen planlı mermer bir şadırvan bulunmaktadır

Medrese doğal afetlerden zarar görmüş ve kısmen de özelliğini yitirmiştir Dershane kısmının bu afetler nedeni ile ortadan kalktığı sanılmaktadır

Şeyhülislâm Esat Efendi Medresesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Çarşamba Semtinde Manyasizâde ve İsmail Ağa caddelerinin kesiştiği noktada bulunan bu medreseyi Sultan I Mahmut (1730–1754) döneminde Şeyhülislâm Esat Mehmet Efendi yaptırmıştır Medrese yanındaki cami avlusundan köfeki taşından pencereleri olan bir duvarla ayrılmaktadır Bu duvarın ortasındaki bir kapıdan Darülhadise girilmektedir Bu kapının basık kemeri üzerindeki mermer kitabede de 1748 yılında yapıldığı yazılıdır

Medrese dikdörtgen planlı olup, yine dikdörtgen planlı avlunun üç yönünü çeviren revakların arkasındaki hücrelerden meydana gelmiştir Bu hücreler de aynı ölçüde olmayıp, güneydoğudaki avluya girişe yakın ucunda bulunan iki hücre dikdörtgen planlı tekne tonozlu olup, bu bölümün dershane olarak kullanıldığı sanılmaktadır Medresenin kuzeyindeki hücre dikdörtgen planlıdır ve doğrudan doğruya revaka açılmaktadır Üzeri kubbe ve tonozla örtülüdür Bunun dışında kalan diğer hücreler kare planlı ve pandantif kubbe ile örtülüdür Hücrelerin içerisinde birer ocak ve dışa açılan pencereler bulunmaktadır Bu pencerelerin üzerine tuğla dolgulu hafifletme kemerleri yerleştirilmiştir

Medrese Osmanlı mimarisinde Klasik ve Barok mimari arasındaki geçiş döneminde yapılmış olmasına rağmen, klasik dönemin mimari üslubu daha etkindir Yalnızca avlu kapısının kemerlerindeki rozet ve yan sövelerdeki motifler barok özellikleri yansıtmaktadır

Kaynaklardan 1869 yılında işlerliğini koruyan medresenin 1914 yılında harap olduğu ve 1918 yılında Fatih yangınında zarar gören ailelere tahsis edildiği anlaşılmaktadır Medrese yanındaki İsmail Ağa Camisi ile birlikte 1952 yılında onarılmıştır Bunun ardından 1979 yılında bir kez daha onarılmıştır Günümüzde İsmail Sağa Camisi İlim ve Hizmet Vakfı tarafından kullanılmaktadır

Cedid Abdürrahim Efendi Medresesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Darüşşafaka Caddesi ile Yeşil Sarıklı Sokağının kesiştiği noktada bulunan bu medreseyi Rumeli Kazaskeri olan Cedid Abdürrahim Efendi 1747 yılında yaptırmıştır Medresenin banisi Abdürrahim Efendi 1757 yılında ölmüş ve medresenin yanındaki mezarlığa gömülmüştür

Osmanlı medreselerinde bir külliyeye bağlı olmayan tek medrese tipinde olan bu yapı Barok dönemde yapılmış olmasına rağmen yapı üslubu Klasik dönem özelliklerini taşımaktadır Çarşamba Caddesinin açılması sırasında medrese kısmen zarara uğramıştır

Dikdörtgen planlı, köfeki taşından yapılmış olan medrese avlusuna Darüşşafaka Caddesindeki mermer söveli, basık kemerli bir kapıdan girilmektedir Girişin güneydoğusunda üç dükkân sonraki yıllarda cephesi örülerek odaya dönüştürülmüştür Medresenin avlusu kare planlı olup, üç yönde revak arkasındaki odalarla U düzeninde bir plan şeklindedir Buradaki hücreler ve bir de dershaneden meydana gelmiştir Avlunun güneydoğu yönünde hücrelerin arasında bulunan dershaneye mermer söveli barok kemerli bir kapıdan girilmektedir Dershanenin yan duvarlarında birer pencere, birer dolap bulunmakta olup, hazireye bakan güneydoğu cephesi üç pencere ile dışarıya açılmıştır Üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülüdür Medrese hücreleri kare planlı, üzerleri kubbe ile örtülmüştür Bunlar dışarıya ikişer pencere ile açılmış olup, içlerinde birer ocak ile dolap nişine yer verilmiştir

Medrese 1976 yılında onarılmış ve bu onarım sırasında özgünlüğünden oldukça uzaklaşmıştır Günümüzde Kuran Kursu olarak kullanılmaktadır

Cedit Ali Paşa Medresesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Karakümrükte Hasan Fehmi Paşa Caddesi üzerinde bulunan bu medreseyi Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) dönemi sadrazamlarından Semiz Ali Paşa yaptırmıştır Medrese ve çevre düzenlemesinde ve Fevzi Paşa Caddesinin açılması sırasında medresenin arka cephesi ana cadde üzerine çıkmıştır Bu nedenle de kuzeydoğuda bulunan asıl giriş kısmı kapatılmıştır Ancak, buradaki duvarda ocak ve niş izleri görülmektedir Günümüzde Fevzi Paşa Caddesi üzerinden içeriye girilmektedir

Medrese 1729 Balat yangınından ve 1894 depreminden zarar görmüştür Bu nedenle de kuzey köşesine yapılan payandalarla yıkılması önlenmiştir Medresenin Mimar Sinanın eserleri arasında ismi geçmektedir Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Ancak bazı kaynaklarda 1558 yılında buraya müderris tayin edildiği belirtilmekte olup, 1550–1560 yılları arasında yapıldığı sanılmaktadır

Medrese mimari yönden Süleymaniye Evvel ve Sani, Sultan Selim ve Cafer Ağa medreselerine benzerlik göstermektedir Kesme taş ve tuğladan yapılan medrese dikdörtgen planlı olup, medrese hücreleri avluyu U şeklinde çeviren revakların arkasındaki hücrelerden meydana gelmiştir Avlu girişi yana kaydırılmış olmasına rağmen dershane avlunun simetrik eksenindedir Bugün Hasan Fehmi Paşa Caddesinden yüksekte olan medreseye birkaç basamakla çıkıldığı sanılmaktadır Avlunun giriş yönünde medrese hücrelerine yer verilmemiştir Medrese kare planlı üzerleri kubbeli on beş hücreden meydana gelmiş olup, bunlar kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı yönlerine yerleştirilmiştir Medrese hücrelerinin önündeki revaklar kare planlı ayaklar üzerine oturtulmuştur Bunların üzerleri güneydoğu, güneybatı ve kuzeybatı yönlerinde çapraz tonozla, giriş yönünde de kubbe ile örtülüdür

Dershanenin batısındaki ilk hücre ile köşe hücre arasında bir de eyvan bulunmaktadır Dershanenin yanındaki güneybatı ve güneydoğu hücreler arasındaki tonozlu bir geçitle de yandaki bahçeye geçilmektedir Dershane kare planlı olup, üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür İki yanındaki geçitlerle de yanındaki hücrelerden ayrılmıştır Dershanenin avluya açılan girişinden başka yan revakları iki ile bağlantı kapısı bulunmaktadır Dershanenin güneybatı cephesinde yalnızca üst pencereler bulunmaktadır Diğer cephelerde ise iki alt bir de üst penceresi vardır

Medrese 1960 yılında onarılmış, hücreler içerisindeki ocaklı kısımlar kapatılmış ve bodruma inmek üzere merdivenler yapılmıştır Avlunun ortasındaki şadırvan günümüze ulaşamamıştır Medrese bugün Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık ocağı olarak hizmet vermektedir

Şemsi Paşa Medresesi (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Şemsi Paşa Semtinde, cami, türbe, sıbyan mektebinden meydana gelen Şemsi Paşa Külliyesinin bir bölümünü oluşturan medrese, külliye ile birlikte 1580 yılında Şemsi Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinana yaptırılmıştır

Şemsi Ahmet Paşa, Sultan II Selim (1566–1574) ve Sultan III Murad (1574–1595) dönemlerinde vezirlik yapmıştır İsfendiyar ailesinden Kastamonu Beyi Kızıl Ahmet Beyin torunu, Mirza Paşanın da oğludur Osmanlı Saray Okulu olan Enderunda yetişmiştir Avcıbaşı, Bölük Ağası, Müteferrika ve Sipahiler Ağası olmuştur 1554 yılında Anadolu, bir süre sonra da Rumeli Beylerbeyliği yapmıştır Sultan II Selim tarafından vezirliğe yükseltilmiştir

Yapı topluluğunun avlusunun kuzeybatı yönüne medrese hücreleri bir şerit gibi yerleştirilmiştir On iki medrese hücresinden meydana gelmiş olan bu bölüm bir sıra kesme taş dizisi ve üç sıra tuğladan yapılmıştır Hücrelerin ön kısmında baklava başlıklı on yedi sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır Buradaki sütunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmışlardır Ancak medrese hücrelerinin duvarları üzerinde bu revaklarla ilgili kemer bağlantılarının izlerine onarım sırasında rastlanmamıştır Revakların üzeri düz bir çatı ile örtülmüştür Revak sütunlarında yeşil ve siyah porfir sütunlara da yer verilmiştir Üsküdar İskele Meydanının düzenlenmesi sırasında yeşil bir sütunun bulunarak cami avlusuna getirildiği, bunun bir benzerinin de itfaiye binasında bulunarak aynı yere taşındığı dikkate alındığında revaklarda kullanılan sütunların ne şekilde olduğu da ortaya çıkmaktadır Bu bakımdan revakların orijinalinde yeşil ve siyah porfir olduğu sanılmaktadır

Günümüzde medrese hücrelerine revakların kenarından ve ortasında bir de sütun bulunan bir kapıdan girilmektedir Medrese hücreleri 295x295 m ölçüsünde kare planlı olup, duvar kalınlıkları 080 m dir Hücrelerden her birinin içerisinde birer ocak ile bir veya iki niş bulunmaktadır Hücreler altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır Köşe odalarında cephe görünümü olduğundan buradaki pencere sayısı daha artmıştır

Medresenin dershane-mescidi hücrelerin ortasında, yapı topluluğunun da kuzeybatısındadır Yuvarlak kemerli bir kapıdan girilen bu bölüm 700x700 m ölçüsünde kare planlıdır Üzeri basık sekizgen bir kasnağa oturtulmuş kubbe ile örtülüdür İçerisi altlı üstlü on altı pencere ile aydınlatılmıştır Yapı topluluğunun diğer bölümlerinde olduğu gibi burada da süsleyici bir elemana rastlanmamıştır

Şemsi Paşa Külliyesi ile birlikte medrese de 1894 depreminde hasar görmüş ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü YMimarı Süreyya Yücel tarafından 1940 yılında onarılmıştır Medrese 1953 yılından itibaren Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır

Mihrimah Sultan Medresesi (Üsküdar)



İstanbul Üsküdar ilçesi, İskele Meydanında Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinana 1548 yılında yaptırılmış olan, cami, türbe, sıbyan mektebi ve handan meydana gelen külliyenin bir bölümünü oluşturan medrese külliye ile birlikte aynı tarihte yaptırılmıştır Medresenin giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmamaktadır Medresenin on dokuz kubbesi kurşunla kaplı olduğundan Kurşunlu Medrese ismi ile de tanınmaktadır

Kaynaklardan öğrenildiğine göre medresenin yapımından sonra devrin ünlü müderrislerinden İmamzade Mehmet Efendi burada ders vermiştir Onun ardından Şemseddin Ahmet Efendi, Arapzâde Mehmet Efendi, Şah Mehmet Çelebi, Hacı Muradzâde Dursun Efendi, Şeyhülislâm Çivizâde Mehmet Efendi de burada ders vermiştir Mihrimah Sultanın vakfiyesinden öğrenildiğine göre medresede belirli günlerin dışında mazereti olmaksızın öğrenimi terk etmeyecek müderrise günde 50 akçe, öğrenciler arasında en bilgili olanına günde 5 akçe, medresede talebe olan ve mazereti olmaksızın dersi terk etmeyen 14 öğrencinin her birine günde 2'şer akçe, sabah namazından önce kapıyı açarak yatsıdan sonra kapayacak kapıcıya da günde iki akçe ve temizlik işlerine bakan ferraşa günde bir akçe verilmesi şart koşulmuştur

Mihrimah Sultan Camisinin kuzey yönünde yer alan medrese kesme köfeki taşından yapılmıştır Caminin avlusuna bakan görkemli giriş kapısının iki yanına birer üzeri stalaktitli mihrabiye yerleştirilmiştir Giriş kapısı kırmızı ve beyaz mermerlerin alternatifli sıralanması ile oluşmuş yuvarlak kemerlidir Medrese avlusunun iki uzun cephesine on dört oda yerleştirilmiştir Bu odaların önünde baklava başlıklı mermer sütunların yuvarlak kemerlerle birbirine bağlandığı, üzerleri kubbeli bir revak bulunmaktadır Medrese hücreleri kare planlı olup, içlerinde birer ocak ve dolap nişleri vardır Üzerleri kubbe ile örtülmüştür

Medrese avlu girişinin karşısına gelen mekâna kare planlı dershane yerleştirilmiştir Dershanenin üzerinde kitabesi bulunmamaktadır Dershanenin üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür Dershane beş adet pencere ile aydınlatılmıştır

Medrese Cumhuriyetin ilk yıllarında Çocuk Dispanseri ve Ruh Sağlığı binası olarak kullanılmıştır Günümüzde özel bir tıp merkezidir

Rumi Mehmet Paşa Medresesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesinde, Şemsi Paşa Camisinin üst tarafında, Marmara Denizi ile Boğaza hâkim bir tepe üzerinde bulunan Rum Mehmet Paşa Camisi, medrese, hamamı ve imaretten meydana gelen yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan medrese, külliye ile birlikte 1471–1472 yıllarında yaptırılmıştır Kitabesi günümüze gelememiştir Bu yapı topluluğundan günümüze yalnızca cami ile türbe gelebilmiştir

Hüseyin Ayvansarayinin Hadikatül Cevami isimli eserinden medresenin 1770 yılına kadar harap durumda olduğu öğrenilmektedir Ne zaman yıkıldığı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır

Rum Mehmet Paşa, Fatih Sultan Mehmet (1444–1446/1451–1481) devri Sadrazamlarından olup, Osmanlı saray okulu olan Enderundan yetişmiştir Saraydan çıktıktan sonra Beylerbeyi Serdar ve Vezir görevlerinde bulunmuş, 1466 yılında Mahmut Paşanın yerine Sadrazam olmuştur 1470 yılında da azledilerek idam edilmiştir

Medrese bugünkü Eşref Saat Sokağı (Medrese Sokağı) üzerinde bulunuyordu Günümüze gelemeyen bu medresede İstanbullu Ahmet Çelebi, Ahizâde Hasan Efendi, Mu'idzâde Mehmet Efendi, Ayaşî Ahmet Efendi, Mollazâde İbrahim Efendi, Bakkalzâde Bostan Efendi, Geylânî Mehmet Efendi ders vermiştir

Ahmediye Medresesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Ahmediye Semtinde Gündoğumu Caddesi ile Esvapçı Sokağının birleştiği köşede meyilli bir arazi üzerindeki bu medrese, Tershane Kethüdası Eminzâde Hacı Ahmet Ağa tarafından 1721–1722 tarihinde yaptırılan cami, kütüphane, türbe, sebil ve çeşmelerin bir bölümünü oluşturmaktadır Mimarının Kayserili Mehmet Ağa olduğu sanılmaktadır

Yapı topluluğunun medresesi güneyde L şeklinde bir plan göstermektedir Kesme köfeki taşından yapılmış olan medresenin hücreleri önünde yuvarlak kemerli ve kubbeli bir revak bulunmaktadır Baklava başlıklı sütunların yer aldığı bu revakın arkasında medrese odaları sıralanmıştır Kare planlı medrese odalarının üzeri kubbelerle örtülü olup, içerisinde ocak nişleri ve dolap yerleri bulunmaktadır Medresenin hücrelerinin arka tarafında da helâlar yer almıştır

Medresenin dershanesi Gündoğumu Caddesine açılan ve aynı zamanda Tekke Kapısı denilen giriş kapısının üzerine fevkâni olarak yapılmıştır Sekiz köşeli dershanenin üzeri ana duvarlar üzerine oturan kubbe ile örtülmüştür Dershanenin önünde mukarnaslı sütunların meydana getirdiği bir revak bulunmaktadır Bu revakın ortası çapraz tonozlu, yanları da kubbe ile örtülüdür Dershanenin giriş kapısı üzerine beş satırlı 1722 tarihli bir de kitabe yerleştirilmiştir Dershane altlı üstlü iki sıra pencere ile aydınlatılmıştır İç kısımdaki mermer mihrap mukarnaslı olup, dışarıya çokgen ve yarım kubbeli olarak taşırılmıştır

Dershane-mescit Mahmut Raci Efendi tarafından 1724 tarihinde Rıfai tekkesi haline getirilmiş, sonradan terk edilmiştir Caminin son cemaat yerinin olduğu yere ahşap olarak eklenmişse de dergâh 1931de çökmüştür Dershanenin içerisinde yakın tarihlere kadar dergâha ait eşyalar bulunuyordu

Medrese odaları, Hilâl-i Ahmer'in sonra da Kızılay'ın imareti haline getirilmiş ve 1965 yılına kadar Üsküdardaki yoksul halka yemek dağıtılmıştır

Çinili Medrese (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Murat Reis Mahallesinde, Çinili Semtinde Çavuşdere Caddesi ile Çinili Mescit Sokağının birleştiği köşede olan Çinili Külliyesi, Sultan İbrahimin (1640–1648) döneminde Kösem Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır Yapı topluluğu cami, medrese, sebil, sıbyan mektebi, çeşme ve çifte hamamdan meydana gelmiş olup, mimarı Kasım Ağadır

Çinili Medresesi caminin kuzeydoğusunda, avlunun köşesinde bulunmaktadır Caminin kitabesinde bu medreseden söz edilmemekle beraber, medresenin 1640 yılından sonra yapıldığı sanılmaktadır Hüseyin Ayvansarayi Hadikatül Cevami isimli eserinde bu yapıdan Darülhadis olarak söz etmiş ve 1912 yılında da faaliyette olduğunu belirtmiştir

Medrese avlunun güney duvarına bitişik olup, yüksek bir kaide üzerinde yapılmıştır L biçimli plana sahip olan medresenin planında arazi konumundan ötürü bazı düzensizlikler de görülmektedir Medrese önünde bir sundurma veya revakın olduğu sanılmakla beraber, günümüzde bunlarla ilgili bir ize rastlanmamıştır Sekiz hücreden meydana gelen medresenin üzeri pandantifli kubbelerle örtülmüştür L şeklinde birleşen köşedeki bölüm diğerlerinden daha büyük ölçüde olup, büyük olasılıkla dershane olarak tasarlanmıştır Köfeki taşından yapılmış olan bu bölüme dikdörtgen söveli bir kapı ile girilmektedir İçerisinde bir mihrap nişi ile iki yanında dikdörtgen nişlere yer verilmiştir Doğu tarafında iki dikdörtgen pencere ile avluya açılmaktadır

Medresenin altı odasının dikdörtgen söveli kapı ve pencereleri bulunmaktadır Ayrıca hücrelerin girişlerinin karşısında birer ocak ve nişe yer verilmiştir Yalnızca doğu yönündeki küçük hücre dışarıya açılmaktadır Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1970te restore edilmiştir

Gülfem Sultan Medresesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesinde bulunan Gülfem Hatun Camisinin yanında bulunan ve günümüze gelemeyen bu medrese XVI yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır

Gülfem Hatun Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) cariyelerinden, sonra da kadınlarından olup, Üsküdarda kendi adına bir cami yaptırmıştır Caminin doğusunda küçük bir hazire vardır

Gülfem Hatun Camisinin yanında medrese, türbe ve sıbyan mektebi bulunuyordu Bu yapı topluluğu 1850 yılındaki yangın sırasında bütün mahalle ile birlikte yanmıştır Bu yangından on dokuz yıl sonra 1868–1869 tarihinde cami ile sıbyan mektebi halk tarafından onarılmıştır Ancak medrese ile türbe onarılamamış olup, günümüze gelememiştir

Beşiktaş Medreseleri (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesinde XVI yüzyılda Hayreddin Paşa Medresesi, Yahya Efendi Medresesi ve Sinan Paşa Medresesi yapılmıştır Bunlardan günümüze yalnızca Sinan Paşa Medresesi gelebilmiştir

Yahya Efendi Medresesi (Beşiktaş)

Yahya Efendi Medresesi, Şeyh Yahya Efendi dergâhı içerisindeki geniş bir alanda bulunuyordu Mescit, hamam ve çeşmenin de yanında yer aldığı medresenin yapımına 1538de başlanmış, XVIII yüzyılda buna yeni binalar eklenmiştir XIX yüzyılda ise medrese arazisinin büyük bölümü Yıldız Sarayı ile Çırağan Sarayı bahçesi içerisinde kalmıştır

1869 yılında düzenlenmiş olan medreseler listesinde bu medresenin ismine rastlanmayışı medresenin bu tarihten önce yıkıldığına işaret etmektedir

Hayrettin Paşa Medresesi (Beşiktaş)

Beşiktaşta Barbaros Hayrettin Paşanın 1552de yaptırdığı medresenin yanında mescit, kütüphane, aşhane, sıbyan mektebi, darül kura ve türbe bulunuyordu

Barbaros Hayrettin Paşanın vakfiyesinden medresenin on iki hücreli olduğu anlaşılmaktadır Hüseyin Ayvansarayinin Hadikatül Cevami isimli eserinde bu medresenin dershanesinin mescit olarak kullanıldığı belirtilmiştir Medresenin ne zaman yıkıldığı kesin olmamakla beraber, XIX yüzyılın ikinci yarısında yıkılmıştır Nitekim 1869 tarihli İstanbul medreseleri listesinde de bu medresenin ismine rastlanmamıştır

Sinan Paşa Medresesi (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesi, Barbaros Bulvarı ile Beşiktaş Caddesinin birleştiği yerde Barbaros anıtının karşısında bulunan Sinan Paşa Medresesini, Sadrazam Rüstem Paşanın kardeşi Kaptan-ı Derya Sinan Paşa cami, çifte hamam ile birlikte yaptırmıştır Yapı topluluğu Sinan Paşanın 1553 yılında ölümünden sonra tamamlanmıştır Cami üzerindeki kitabede de caminin 1555 yılında tamamlandığı yazılıdır

Sinan Paşa Camisinin avlusunda bulunan medrese hücreleri özgünlüğünü koruyamamıştır Kare planlı, üzeri kubbeli odalardan meydana geldiği sanılan, taş ve tuğlanın almaşık düzende işlenmesi ile meydana gelen on iki medrese hücrelerinin üzeri bugün çatı ile örtülüdür Bu çatının buraya ne zaman yerleştirildiği bilinmemekle beraber Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1930lu yıllarda yapıldığı sanılmaktadır Yalnızca avlusundaki mermer şadırvan özgün hali ile günümüze gelebilmiştir Medrese odalarının arkasında, içerisinde helâların bulunduğu küçük bir avlu vardır

Kaynaklardan medresenin 1557 yılında öğrenime açıldığı, 1869 yılında 31 öğrencisinin bulunduğu 1914te de kadro dışı bırakıldığı öğrenilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Beylerbeyi Sarayında birçok tarihi kişi misafir edilmiştir İran Şahı Nasireddin Şah, Karadağ Prensi, Ayestefanos Antlaşmasından sonra İstanbula gelen Grandük Nikola bunlar arasındadır Sultan Abdülazizin Fransa seyahatini, Fransa İmparatoru III Napolyon iade etmiştir İmparatoriçe Eugenie Beylerbeyi Sarayındaki misafirliğinden anılarında uzun uzun söz etmiştir



Eski Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey “13 Asr-ı Hicri İstanbul Hayatı” isimli kitabında İmparatoriçe Eugenenin Beylerbeyi Sarayında geçen günlerinden söz etmiştir:

“İmparatoriçe Türk kadınları usulünde yıkanmayı arzu ettiğinden en maruf hamam ustalarından İstavroz Hamamındaki Vesile Hanım celbedilerek sarayın hamamında müşarünileyhâyı eli ile yıkamıştır Vesile Hanım Eugenienin güzelliğini, endamının tenasübünü, bâhusus billür gibi vücudunu söylemekle bitiremezdi Bu kadının dediği gibi İmparatoriçe hakikaten pek güzeldi

Vesile Hanım bellediği birkaç kelime Fransızcayı karışık bir şekilde söyler, İmparatoriçe de pek çok gülermiş İmparatoriçe giderken kendisine haylice hediyeler vermiş olduğundan bu parayı sermaye yapıp bohçacı olmuş ve hamam ustalığını terk etmişti

Sultan II Abdülhamit (1876–1909) Beylerbeyi Sarayı ile ilgilenmemiş ve Onun zamanında saray kapalı kalmıştır Tahttan indirilip götürüldüğü Selanikteki Alatini Köşkünden sonra Yunanlıların Selanike yaklaşması üzerine Beylerbeyi Sarayına getirilmiştir Abdülhamit sarayın bahçesine bakan ve annesinin öldüğü odayı kendisine seçmiştir Böylece II Abdülhamit hayatının son günlerini burada geçirmiş, 1918de de burada ölmüştür

İbrahim Paşa Sarayı (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Sultanahmet Meydanında bulunan İbrahim Paşa Sarayı XVI yüzyıl Osmanlı mimarisinin önemli yapılarından biri olup, Hipodromun oturma kademeleri üzerinde bulunmaktadır Yapım tarihi kesin olmamakla beraber, bu yapı Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1520 yılında on üç yıl sadrazamlık yapan İbrahim Paşaya hediye edilmiştir

Evliya Çelebi bu sarayla ilgili olarak; “En büyük saray, At Meydanındaki İbrahim Paşa Sarayıdır Bu zat Kanuni Sultan Süleyman veziridir Bu sarayın yarısı bölünüp padişahlara mahsus saray yapılıp, has gılmandan ikinin kadar zülüflü padişah gılamı vardır İstanbulda bundan büyük saray yoktur” demektedir

İbrahim Paşa Kanuni Sultan Süleymanın 13 yıl sadrazamı olmuş, 1524 yılında evlenme töreni burada 15 gün 15 gece sürmüştür Bu nedenle sarayın mehterhane bölümünde Kanuni için özel bir taht kurulmuştur XVII yüzyıl ortalarına kadar Acemi Oğlanlar Ocağı olarak kullanılmıştır Sultan III Muratın kızı ile evlenen Bosnalı İbrahim Paşanın mülkiyetine geçmiştir Bunu Selaniki Tarihi şöyle anlatmaktadır:

”İbrahim Paşa Hazretlerine Atmeydanı sarayı temlik olunduğudur Ve sene-i merküme zilkadesinin aharında Padişah-ı gerdun vekar Hazretleri teksire-i Hümayun gönderup vezir-i mükerrem İbrahim Paşaya Atmeydanında olan eski İbrahim Paşa Sarayının İçoğlanları sakin olduğu yerden maadasını hibe ve temlik ettim, hüccet-i şeriye yazulsun ve mülknâme verilsün buyurup ve iç sarayının tamir temrinine şürü olunmak ferman olundu

İbrahim Paşa Sarayı kaynaklardan ve minyatürlerden öğrenildiğine göre; At Meydanında (Hipodrom) yapılan şenlik, Sultan III Murat şehzadesi Mehmetin sünnet düğünü gibi olayların yanı sıra Osmanlı tarihindeki isyanlarda da ismi geçmiştir İbrahim Paşanın 1536da öldürülmesinin ardından ondan sonra gelen sadrazamlar tarafından kullanılmış, kışla, elçilik sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi, cezaevi olarak da kullanılmıştır Bir ara avlusu içerisine evler yapılmış, bir bölümünden askerlik şubesi olarak yararlanılmıştır

İbrahim Paşa Sarayı ilk yapılışında dört büyük iç avlu çevresinde yapılmış bir saray idi Osmanlı sivil mimarisindeki ahşap yapıların aksine bu yapı kesme taştan yapılmıştır Sarayın ikinci avlusu yapının ağırlık noktasını oluşturmaktadır Birinci avludan daha yüksekte olan ikinci avluya merdiven ve kapılardan girilmektedir İkinci avlu minyatürlerde padişahın göründüğü bölümlerin sağında belirtilmiştir Bu mekânlardan arkada bugün olmayan bölümlere geçişi sağlayan kapılar bulunuyordu Avlunun batı duvarına Sultan II Mahmut tuğralı 1831–1832 tarihli barok üslupta bir çeşme yapılmıştır Bugünkü girişin üzerinde bulunan küçük köşkün minyatürlerde görülen köşkün yerine daha geç tarihlerde yapıldığı sanılmaktadır



İkinci avlunun batı ve kuzey yönünde, zemin kat üzerindeki mekânlar tonoz ve kubbelerle örtülmüştür Bunların içlerinde ocakların da bulunduğu odalar ve revaklar vardı Sarayın ikinci avlusunun güneyinde, sultanların At Meydanında yapılan eğlenceleri seyrettikleri Divanhane bulunmaktadır Burası yazılı kaynaklarda ve minyatürlerde görülen şahnişin olduğu yerdir Son onarımlar sırasında yenilenmiştir Selânikinin “Kasr-ı Şahnişin yapıldı” diye belirttiği bu bölümün duvarlarındaki izlerden çini ile kaplı olduğu anlaşılmaktadır Matrakçı Nasuhun minyatüründe Divanhanenin avluya bakan cephesinin ahşap sütunlu olduğu görülmektedir Buradaki ahşap direkler ahşap kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır Divanhane ayrı bir kapı ile kışlık veya iç divanhane ile de bağlantılıdır

İbrahim Paşa Sarayının üçüncü avlusu ana cephenin sağında, bugünkü Adalet Bakanlığı Arşiv Dairesidir Bunun önüne XIX yüzyılda Tapu ve Kadastro Binası yapılmıştır Arkasındaki dördüncü avluda altta koğuşlar, üstte kubbeli revaklar ve kubbeli odalara yer verilmiştir

Dördüncü avlu 1939 yılında Adliye Sarayının yapı sırasında yıkılmıştır Y Mimar Sedat Çetintaşın çizimlerinden iki katlı, revaklı, revakların arkasında odalar bulunduğu anlaşılmaktadır Nurhan Atasoy buradaki ince uzun binanın ahırlar olduğunu belirtmiştir Nurhan Atasoy ikinci ve dördüncü avlular arasındaki boşluğu dolduran iki katlı, kemerli beşik tonozlu yapının hazine ve batı ucundaki ikinci kata kadar çıkan merdivenin sarayın kulesine ait olduğunu ileri sürmüştür

İbrahim Paşa Sarayının günümüze gelen bölümleri Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır

Çırağan Sarayı (Beşiktaş)



İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde Çırağan Caddesinde, Çırağan Sarayının bulunduğu alan XVII yüzyıl başlarında Kazancıoğlu Bahçesi olarak isimlendirilen bir mesire yeri idi Sultan IV Murat (1623–1640) tarafından kızı Kaya Sultana verilen bu alanda yaz aylarında kullanılmak üzere Kaya Sultan ve eşi Melek Ahmet Paşa bir yalı yaptırmıştır Sonraki yıllarda Sultan IMahmut da bu yalıyı kullanmıştır

Evliya Çelebi bu yalıdan şöyle söz etmektedir: “Vacibüs-seyr bir yalıdır Bunda febkâni bir şadırvan vardır ki dünyada öyle bir sanatlı fevvâre görülmemiştir

Sultan III Ahmet (1703–1730) zamanında, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kullanılan bu alanda Çırağan Şenlikleri yapıldığı için de bu yalı Çırağan Yalısı olarak isimlendirilmiştir Sultan III Ahmetin tahttan indirilmesinden sonra yalı bir süre kendi haline terk edilmiştir Sultan III Selim (1789–1807) döneminde padişahın kız kardeşi Beyhan Sultan tarafından kullanılmış, Sadrazam Yusuf Paşa buradaki yapıların yıkılarak yerine büyük bir sahil saray yapılmasını istemiş ise de, zamanın ekonomik koşullarından ötürü bu istek gerçekleşememiştir Beyhan Sultan yalının yanındaki Rodoslu Yalısını satın almış ve yerine bir mabeyn dairesi yaptırmıştır Yalnızca 1805 yılında buraya bazı yapılar eklenmiştir

Sultan II Mahmutun (1808–1839) Boğaziçinde yaşamak istemesinden ötürü Çırağanda, kıyıdaki mabeyn dairesinin arkasına yeni bir daire yaptırılmıştır Böylece biri deniz kıyısında, diğeri de arka tarafta olmak üzere iki mabeyn dairesi meydana getirilmiştir Bundan sonra 1836 yılında padişahın sürekli kalabileceği bir saray yaptırılması düşünülmüş, çevredeki bazı yapılar yıktırılmış ve Çırağan Sarayının yapımına başlanmıştır

Dolmabahçe Sarayını yaptıran Abdülmecit Çırağan Sarayı üzerinde durmuş, daha önce burada yapılmış olan yapıları 1859–1860 yıllarında yıktırmıştır Ancak ekonomik nedenlerden ötürü sarayın yapımı gecikmiştir Abdülaziz döneminde burası yeniden ele alınmış, Balyan ailesinden Nikogos Balyanın tasarladığı, Sarkis Balyanın mimarlığını yaptığı sarayın yapımına 1863 yılında başlanmış ve 1871 yılında da tamamlanmıştır Kaynaklardan öğrenildiğine göre bu saray 4 milyon Osmanlı altınına çıkmıştır Bu saray II Abdülhamit tarafından içerisindeki eşyaları ile birlikte Meclis-i Mebusana verilmiş 15 Kasım 1909da büyük bir törenle açılmış, Meşrutiyetin ilanından ötürü çalışmalarına başlamıştır Bu sırada sarayın iç bölümleri meclis toplantıları için değiştirilmiştir Üst katta, denize bakan son derece görkemli salona padişah için bir taht yerleştirilmiştir Ortadaki salon Ayan Meclisine ayrılmıştır

Çırağan Sarayını detaylı biçimde inceleyen YMimar Sedat Hakkı Eldem sarayı şöyle tanımlamaktadır:



“Bu sarayın yapıldığı devir, Avrupa ve Amerika mimarisinde tam anlamıyla eglektik, yani toparlama ve yakıştırma bir mimarinin egemen olduğu bir zamandır Çırağan Sarayının mimarları Batıdaki bu akımı benimsemişlerdi Olağanüstü mimari yetenek ve sanat üstünlükleri, meydana getirdikleri eseri yaşıt Avrupa mimarisi eserlerinden kat kat üstün kılmıştır Üslup, Avrupadaki tarihi üslupların tekrarı modasına uygun olarak bir tür Müslüman, daha ziyade Magrip mimarisinden esinlenmekle birlikte bu uyarlama ancak kemer kavislerinde ve takma sütun başlıklarında kalmıştır Geri kalan ve mimarinin özünü veren elemanlar tümüyle yeni yapıtlardır Kornişler, silmeler ve benzeri mimari elemanlarda, kavisler ve yumuşak eğilimlerden kaçınılmış, kırık, kesik kontraslı ve kuvvetli geometrik şekiller tercih edilmiştir Bunlar yakından bakıldığında biraz kaba bile görülebilir Fakat mimari bütünüyle gayet isabetli ve bağlayıcı bir özellik göstermektedir Feriye Sarayları, Matbahlar, çeşitli köprüler ve müştemilat ile ona yakın ayrı binadan oluşan ve 1300 m uzunlukta bir rıhtım cephesini kaplayan Çırağan Sarayı, Boğaziçi kıyılarında görkemli bir mimari ve şehircilik eseri olarak meydana çıkmıştır Bu büyük ölçüdeki mimari hâkimiyet yanında içeriye ait ayrıntılar da aynı mimari üslubu devam ettirebilmiştir Sarayın iç ve dış mimarisi arasındaki uyum ve birlik ancak en yüksek düzeydeki bir sanat eserinde bulunabilecek niteliktedir Bütün bina sanki bir kalıptan ve sanki bir elden çıkmış gibidir Üstelik bu el tamamıyla yeni bir mimari üslup yaratarak bu armoniyi meydana getirmiştir Şüphe yok ki, Çırağan Sarayı, Batı dünyasında benzeri binalar arasında mimari kıymet ve öncelikle plan kompozisyonu bakımından üstün bir eserdir

Çırağan Sarayının en ilginç ve en üstün tarafı planıdır Bu planın kuvveti Türk ev mimarisi geleneğine bağlı kalmış olmasıdır Bu tarihe kadar bu büyüklükte tek vücut saray bölüğü yalnız II Mahmut yapıları Çırağan ve Beylerbeyi saraylarında ahşaptan, 15 sene evvel de Dolmabahçe Sarayında yarı kâgir olarak uygulanmıştır Fakat bu planlar nedense yeni Çırağan Sarayı planına nazaran eski klasik Türk planlarından daha uzak kalmışlardır Çırağana en yakın olan örnek XVIII yüzyıla kadar uzanan Kıbrıslı Yalısı planıdır Çırağan Sarayında üç sofalı klasik Türk planı büyük ölçüde uygulanarak sıkı bir dikdörtgen içine alınmış ve eski Türk saraylarını anımsatacak pitoresk cumba ve çıkmalardan kaçınılmıştır Üç bölükten oluşan plan, cephede de aynen ifade edilmiş ve her bölük arasına birer girinti şeklinde teras konması uygun görülmüştür Her bölüğün ortasındaki sofa, özel ve büyük pencere elemanları ile belirtilmiş ve bu arada ortadaki cephe elemanı, Avrupa mimari anlayışına benzetilerek sağ ve soldakilere oranla biraz geniş tutulmuştur Böylece Selamlık Sofası haç şeklinde yani dört kollu olmuştur Bunun dışında gerek sofalarda gerekse odaların yerleşme ve boyutlanmalarında tümüyle serbest ve fonksiyonel bir şekilde hareket edilmiş, bu tutum cephelerde de belirtilmiştir Daha fazla önem verilen ve daha zengin olan Hünkâr Hamamı ise ayrı bir kol içinde uygulanmıştır Bu kol bir köprü şeklinde, sarayı yolun karşı tarafındaki bahçeye bağlamaktadır

Saray Beşiktaştan Ortaköye kadar uzanan alanda beş bölümden meydana gelmiştir Bunlar Merasim ve Mabeyn daireleri, Daire-i Hümayun, Harem ve Veliaht Dairesi başta olmak üzere on yapıdan meydana gelmiştir Bu sarayın en görkemli bölümü de ortada bulunan mermer sütunlarla hareketlendirilmiş cephe görünümü ile padişaha ait olan daire idi



Meclis-i Mebusan ve Ayanın Çırağan Sarayına taşınmasından iki ay dört gün sonra 6 Ocak 1910da sarayda çıkan yangın birkaç saat içerisinde büyümüş, yalnızca dört ana duvarı ayakta kalabilmiştir Bu yangının elektrik kontağından çıktığı ve sarayın itfaiyenin yetersizliğinden ötürü yandığı söylenmektedir

Cumhuriyet döneminde sarayın Beşiktaş tarafındaki birinci binası önce İlkokul, sonra da İETTye tahsis edilmiştir Ondan önce gelen boşlukta Et Balık Kurumu, Soğuk Hava Deposu yapılmıştır Kıyıdaki eski harem binasına Beşiktaş Kız Lisesi yapılmıştır Yanmış saray binasından sonraki Yaverler Binası Yüksek Denizcilik Okuluna, ondan sonra gelen bölümler Galatasaray Lisesi ile Beşiktaş Ortaokuluna, son bina da Kabataş Lisesine tahsis edilmiştir

12 Eylül 1980den sonra İETT deposu boşaltılmış ve restore edilerek Devlet Konukevi haline getirilmiştir Sarayın bahçesi Türk futbolunda önemli bir yeri olan Şeref Stadı olarak da kullanılmıştır Bundan sonra sarayın kalıntıları modern bir otel haline getirilmek için Alman turizm şirketi Kempinsky İşletmesine tahsis edilmiştir

Günümüzde Çırağan Sarayının ana yapısı Çırağan Oteli olarak kullanılmaktadır Bahçesi olan Şeref Stadı da yeni yapılan otel blokları nedeni ile ortadan kalkmıştır Bunun yanı sıra Çırağan Sarayının bulunduğu yerdeki Beşiktaş Mevlevihanesine ait olan Mevlevi mezarları sarayın bodrum katında kalmıştır

Fer'iye Sarayları (Beşiktaş)



İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Ortaköye uzanan Çırağan Caddesi üzerinde bulunan Feriye Saraylarının yerinde bugün Galatasaray Üniversitesi ile Kabataş Lisesi bulunmaktadır Bunların yanında Ortaköy Karakolu veya Tabya Karakolu olarak tanınan Feriye Karakolu da bulunmaktadır

Feriye Sarayları XIX yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır Bu saraylar Sultan Sarayları, İbrahim Tevfik Efendi Sahil Sarayı, Cemaleddin Efendi Sahil Sarayı ve Seyfeddin Efendi Sahil Sarayları isimleri ile de tanınmıştır Sarayların mimarının kim olduğu ise bilinmemektedir Bu saraylara Feriye denilmesinin nedeni de padişahın yaz aylarında yaşadığı esas sarayın yanında ikinci derecede önemli yapılar olmasından kaynaklanmıştır

Feriye Saraylarında tarihte geçen en önemli olay, Sultan Abdülazizin (1861–1876) tahttan indirilmesinden sonra, önce Topkapı Sarayına sonra da Feriye Saraylarının günümüzde Kabataş Lisesi olarak kullanılan bölümüne getirilmiş ve Sultan Abdülaziz burada odasında ölü olarak bulunmuştur Bazı tarihçilere göre öldürülmüş, bazılarına göre de intihar etmiştir

Feriye Sarayları deniz kıyısında, yan yana üç ana yapıdan meydana gelmiştir Dikdörtgen planlı bu bölümlerin denize ve yola bakan odaları, odaların arasında geniş ve uzun sofalar yer almaktadır Yapıların cephe mimarisi simetrik bir düzendedir Yuvarlak, basık kemerli, dikdörtgen çerçeveli pencereler bezemesiz olup, denize ve arkadan geçen yola açılmaktadırlar Yalnızca üç katlı olan bu yapıların katları birbirlerinden yatay silmelerle ayrılmıştır Sarayların odaları ve sofaların tavanları XIX yüzyıl özelliğini yansıtan kalem işleri ile bezenmiştir Aynı zamanda son derece değerli ahşap kaplamalar da onları tamamlamıştır Bunlar günümüzde de varlığını sürdürmektedir

Adile Sultan Sarayı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandillide Akıntıburnunun sırtlarındaki düzlükte bulunan bu saray, Sultan Abdülmecitin kız kardeşi Sultan II Mahmutun kızı, Tophane Müşiri Mehmet Ali Paşanın eşi Adile Sultan (1826–1899) adına Abdülmecit tarafından 1876da yaptırılmıştır Sarayın bulunduğu alan Sultan Abdülmecit tarafından Tophane Müşiri Halil Paşadan satın alınmış, buradaki konak yıktırılmış ve Sarkis Balyan tarafından bu saray yaptırılmıştır

Sarayın bulunduğu alan kayalık ve eğimli bir arazidir Saray bu arazinin doğu-batı yönüne yerleştirilmiş ve batı cephesi tamamen Boğaziçine yöneltilmiştir Arazi konumundan ötürü sarayın ön yüzü üç, arkası da iki katlıdır Saray 3200x9300 m ölçüsünde dikdörtgen bir taban üzerine oturtulmuştur Üç ayrı bölümden oluşan sarayın 55 odası bulunmaktadır Sarayın çevresi tamamen koruluk olup, sahil yolundaki bir kapıdan içeriye girilmekte ve dolana dolana yükselen bir yolla saraya ulaşılmaktadır

Sarayın batı bölümü tamamen Adile Sultana aittir Bu bölüm yüksek bir kaide üzerine oturtulmuş olup, birinci katına iki yönlü bir merdivenle çıkılmaktadır Dört kolonun taşıdığı şahnişli bir girişten sonra sahanlığa geçilmektedir Girişte mermer döşeli büyük bir taşlık ve bunun iki yanında da büyük odalar bulunmaktadır Buradan iki yönlü kolonların taşıdığı bir merdivenle de üst kata çıkılmaktadır Üst kat sultanın özel dairesidir Zemin katına benzeyen bir plan gösteren bu bölümde denize yönelik salona geniş bir şahniş eklenmiştir Buradaki sofanın iki yanında da ayrıca büyük salonlar bulunmaktadır

Sarayın doğu bölümünün girişinde uzun ve büyük bir taşlık bulunmaktadır Geniş bir merdivenle çıkılan üst kat büyük bir sofanın çevresine sıralanmıştır Bu salonun doğu ucunda servis bölümlerine yer verilmiştir

Sarayın ana bölümü harem ve selamlık olarak kullanılan simetrik bir plan göstermektedir Ortada merkezi bir bölüm büyük ve oval bir salon görünümdedir Bu bölüm 2800x1000 m ölçüsündedir İki yana doğru da eyvan şeklinde eklerle genişletilmiştir Oval salon dekoratif bezemelerinde geç rokoko üslubu açıkça kendini göstermektedir Ayrıca sarayın bezemeleri arasında meandr motifleri, akantus yaprakları, sekiz köşeli yıldızlar, çeşitli kıvrımlar dikkati çekmektedir



Sarayın cephesi sade bir görünümdedir Cepheler üçlü pencerelerle hareketlendirilmiştir Sarayın arkasındaki bahçede müştemilat binalarına yer verilmiştir Bazı kaynaklarda sarayın deniz kenarında yalı ve bir de deniz hamamı olduğu söylenirse de bunlardan bir iz günümüze gelememiştir

Adile Sultan Sarayı 1916 yılında Kandilli Adile Sultan İnas Mekteb-i Sultanisi ismi ile okula dönüştürülmüştür Cumhuriyet döneminde Kandilli Kız Lisesi olmuş, sarayın bulunduğu alanın altına alt kotlarda betonarme eğitim birimleri eklenmiştir

Adile Sultan Sarayı 1986 yılı Mart ayının başında yanmış ve saray tamamen harabeye dönmüştür Yangın sırasında sarayın içerisinde bulunan değerli eşyalar ve aynalar da yok olmuştur Bu yangından sonra bir süre kendi haline terk edilmiş, bundan sonra İstanbul Valiliği, Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı ve Hacı Ömer Sabancı Vakfının ortak girişimleri ile onarılmıştır Bu onarımlarda yapının yangında hasar gören duvarları güçlendirilmiş, çatısı örtülmüştür Ödenek yetersizliğinden bir süre yarım kalan yapı, Sakıp Sabancının sağladığı kaynakla 2004 yılında restorasyonu başlamış ve açılışı 28 Haziran 2004te yapılmıştır

Günümüzde Adile Sultan Sarayının 500 kişilik ziyafet ve toplantı salonu, 200 kişilik küçük toplantı salonu, 1300 m2lik kokteyl ve sergi salonu, 20 adet 30–40 kişilik seminer salonları, 150 kişilik lokantası, 60 kişilik kafeteryası ile müze yönetim ve servis birimleri bulunmaktadır Sarayın işletmesini Lütfi Kırdar Uluslar arası Kongre ve Sergi Sarayını da yürüten UKTAŞ firması üstlenmiştir

Neşetâbat Sarayı (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Defterdar Burnunda bulunan bu sarayın olduğu yerde XVIII yüzyılda Sadrazam Şehit Ali Paşanın yalısı bulunuyordu Sadrazamın ölümünden sonra yalı Meselâcı Hasan Paşa tarafından satın alınmıştır Sultan III Ahmet Bebekte Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın yaptırdığı Hümayun Abatı görmek için saltanat kayığı ile buradan geçerken Defterdar Camisi yanında bulunan Hasan Paşa yalısının yerini beğenmiştir Bunun üzerine Damat İbrahim Paşadan burada bir sahil saray yaptırmasını istemiştir Tersane Emini Kıblelizade Mehmet Bey bu işi üstlenmiştir

Saray arkasındaki dağ ile deniz arasındaki düzlükte kurulmuştur Saray 1726 yılında tamamlanmış, Sultan III Ahmet saltanat kayığı ile saraya gelmiştir Bu gelişi nedeni ile sarayda kendisine bir ziyafet verilmiş, buradan hoşlanan padişah bunu yazdığı bir beyitle dile getirmiştir:

Biz safa ile Neşatâbadı ettik çün mahar
Sana da ey gam adem-i âbada lazımdır sefer

Sultan III Selim de bu saraya zaman zaman dinlenmek üzere gelmiştir Padişahın sır kâtibi Ahmet Efendi padişahın 15 Zılhıcce 1205te (1790) buraya gelişini şöyle anlatmıştır:

“Neşatâbada, binişi hümayunla teşrif buyurulup agavat kullarına tomak ve pehlivan güreştirilip, yukarı havuz başındaki kasra saye endaz-ı saltanat ve derun-u havuzdaki zevrak çeye agavat kullarını nöbetle bindirip şarkı okutmakla ârâm ve istirehat esnasında kaptan-ı derya Küçük Hüseyin Paşanın ve Mora valisi Silahtar Mustafa Paşanın birbirini müteakip tahriratlarını vücut eyledi

Sultan III Selim Neşetâbat Sarayını kardeşi Hatice Sultanın ikametine tahsis etmiş ve sultan burada yaşamıştır Hatice Sultan Avrupa mimarisini ve süslemesine yakınlık gösteriyordu Bu nedenle Büyükderede Danimarka Maslahatgüzarı Baron dö Hubşun evi ile bahçesini görmüş ve sarayı da ona benzer şekilde düzenlemiştir Danimarka Maslahatgüzarı sultana Mimar Mellingi tavsiye etmiş ve saray ona göre düzenlenmiştir Mimar Melling sarayın bahçesini Fransız saraylarına benzer şekilde düzenlemiş, dolambaçlı yolların çevresine leylak, akasya ve gül ağaçları diktirmiştir

Hatice Sultan kardeşinin tahttan indirilmesinden sonra Sultan II Mahmut zamanında 1821 yılında burada ölmüştür Saraydaki değerli eşyalarından bazıları Çinili Meydanda satılmıştır Sultan II Mahmut sarayı kızlarına tahsis etmiştir Bunlardan Saliha Sultan bu sarayda uzun yıllar oturmuştur II Mahmutun kız kardeşi Hibetullah Sultan 1841 yılında burada ölmüştür

Abdülmecit devrinde saray yine sultanların ikametine ayrılmıştır Kırım Savaşı sırasında İstanbula 1853te gelen Prens Napeleon bu sarayda ağırlanmıştır

Neşetâbat Sarayı önden denize, arkadan da yola yönelik yapılar topluluğu halinde idi Bunlar dikdörtgen planlı iki katlı bloklar olarak yapılmıştı Yapı üslubu tamamen barok ve rokokoya benziyordu Saray bölümlerinin ortasında denize yönelik bir salon ve onun çevresinde de odalara yer verilmiştir Ayrıca cephelerin ortaları ahşap sütunların taşıdığı şahnişlerle dışarı taşırılmıştır

Hatice Sultanın ölümünden sonra bir süre diğer sultanlar burada oturmuş ve 1892 yılında yıktırılmış, yerine Sultan II Abdülhamitin kızları Zekiye ve Naime sultanlar için birbirine benzer iki küçük saraylar yaptırılmıştır

Çifte Saraylar (Beşiktaş)



İstanbul Beşiktaş ilçesi, Fındıklı semtinde Meclis-i Mebusan Caddesi üzerinde bulunan Çifte Saraylar Sultan Abdülmecit (1839–1861) tarafından kızları Cemile ve Münire Sultanlar için yaptırılmıştır Sarayların yapımına 1856 yılında başlanmış, 1859 yılında da tamamlanmıştır Mimarı Balyan ailesinden Garabet Amira Balyandır

Çifte Saraylar olarak isimlendirilen bu saraylardan Molla Çelebi Camisine yakın olanı Cemile Sultana aittir Cemile Sultan Mahmut Celaleddin Paşa ile evlenmiştir Sarayın düğün tarihine kadar tamamlanamaması üzerine sultan bir süre Emirgândaki Mısırlı İsmail Paşa Yalısında oturmuş ve altı ay sonra bu saraya yerleşmiştir Cemile Sultanın 1915te ölümünden sonra saraya Dervişzâde Ahmet Paşa ile evli olan Nazime Sultan yerleşmiştir Sonraki yıllarda Çırağan Sarayının yanması üzerine Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Âyan 1913–1920 yıllarında çalışmalarını bu sarayda sürdürmüştür Cumhuriyetin ilanından sonra saray 1926da Güzel Sanatlar Akademisine devredilmiştir 1 Nisan 1948de yanmış ve bu yangın sırasında kütüphanesindeki değerli kitaplar, dosyalar, ders malzemeleri ve tablolar da yok olmuştur Bu olaydan sonra saray Y Mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından hazırlanan proje doğrultusunda yeniden yapılmış ve 23 Nisan 1953te Güzel Sanatlar Akademisi burada öğrenimine başlamıştır

Çifte Sarayların diğer bölümünü oluşturan Münire Sultan Sarayında Sultan Abdülmecidin kızı Münire Sultan yaşamıştır Sultanın 1862de ölümünden sonra Abdülazizin kızlarından Saliha Sultan, ardından II Mahmutun kızı Adile Sultan bu sarayda yaşamıştır Adile Sultanın 1899da ölümü üzerine saray Sultan Abdülazizin damadı Ahmet Zülküf Paşaya geçmiştir Cumhuriyet döneminde bir süre III Kolordu Komutanlığı karargâhı olarak kullanılmıştır 1943–1952 yıllarında İstanbul Edebiyat Fakültesi burada ders görmüş, 1970 yılına kadar Atatürk Kız Lisesi olarak kullanılmıştır Ardından Mimar Sinan Üniversitesine devredilmiş ve YMimar Sedat Hakkı Eldemin projesi ile yeniden yapılmış ve 21 Kasım 1975te Mimar Sinan Üniversitesi burada eğitimine başlamıştır

Çifte Sarayların her ikisi de denize paralel olarak yapılmış ve bu plan düzenlemesi iç mekânda da aynen uygulanmıştır Birbirlerine simetrik olan eksenlerin ortada kesiştiği alanda büyük ve denize paralel dikdörtgen planlı bir sofaya yer verilmiştir Bu sofa ikişer direkle yan sofalara açılmıştır Sarayın odaları deniz ve karaya yönelik cephelere peş peşe sıralanmıştır Bezemelerde ve mimari yapıda ampir üslubunun egemen olduğu görülmektedir Bu nedenle pencerelerin üzerine yer yer üçgen alınlıklar, kat silmeleri ve geniş saçaklar eklenmiştir

Beyhan Sultan Sahil Sarayı (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Arnavutköy Akıntıburnunda bulunan bu saray günümüze gelememiştir Beyhan Sultan (1766–1824), Sultan III Mustafanın kızı, Sultan III Selimin de kız kardeşidir Halep Valisi Silahtar Mustafa Paşa ile evlendiğinde büyük olasılıkla Eski Saraydan ayrılarak kendisine tahsis edilen Çifte Saraylara yerleşmişti Beyhan Sultan adına yapılan sahil sarayın yapımına 1800 yılında başlanmıştır Mimarları Mimarbaşı Mustafa ile Şehremini Hayrullah ağalardır

James Robertsonun 1853–1854 yıllarında çektiği İstanbul fotoğraflarında görülen yalılar arasında bu sarayın kalıntıları görülmektedir Buna dayanılarak sarayın görkemli bir cephe görünümü olduğu anlaşılmaktadır Dar bir rıhtım üzerinde bulunan saray, yüksek bir sağır duvar üzerinde iki katlıdır Bu katlar denize doğru çıkmalarla genişletilmiştir Ayrıca tüm cephe pencerelerle kaplanmış, çoğu kafesli olan bu pencereler arasına plasterler yerleştirilmiştir Üst noktasının üçgen bir şekildeki alınlıkla sonuçlandığı sanılmaktadır

Yıldız Sarayı (Beşiktaş)



İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde bulunan Yıldız Sarayı, deniz kıyısından başlayarak, kuzeye doğru yükselen tüm yamaçları ağaçlarla kaplı 500000 m2 yüzölçümü olan koruluk ve bahçeler içerisindeki köşklerden, saraylardan ve çeşitli yapılardan meydana gelmiştir Sarayın bulunduğu “Hazine-i Hassa”ya kayıtlı bu arazi Kanuni Sultan Süleyman döneminden beri padişahlar tarafından av sahası olarak kullanılmaktaydı

Bu araziye ilk kasrı Sultan I Ahmet (1603–1617) yaptırmıştır Sultan IV Murad (1617–1640) bu alana avlanmaya geldiğinde bu kasırda dinlenmiştir Bunun ardından XVIII yüzyılda önce Sultan III Selim (1789–1807) annesi Mihrişah Sultan için bir başka kasır daha yaptırmış ve bu kasra Yıldız ismini vermiştir Bunun yanı sıra sarayın iç bahçesine de rokoko üslubunda bir çeşme eklemiştir Sultan III Selimden sonra Sultan II Mahmud (1808–1839) Yıldız Sarayı bahçesinde düzenlenen ok atışları ve güreş oyunlarını seyretmek için buraya gelmiştir Bu nedenle de 1834–1835 yıllarında yeni bir köşk yaptırarak çevresine yeni bir bahçe düzenlemiştir Sultan IIMahmud “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” ismi ile kurduğu yeni ordusunun talimlerini Yıldız Sarayı bahçesinde yaptırmış ve onları izlemiştir Sultan II Mahmudun oğlu Sultan Abdülmecid (1839–1861) burada yapılmış olan köşkleri yıktırmış ve onlardan daha güzel olan “Kasr-ı Dilküsa” isimli köşkü 1842 yılında annesi Bezm-i Alem Valide Sultan için yaptırmıştır Sultan Abdülazizin (1861–1876) ise, Osmanlı İmparatorluğunda bir yüzyılı aşkın süre mimari yapıları ile hâkim olan Balyan ailesine Büyük Mabeyn Köşkünü yaptırmış ardından dış bahçede Malta ve Çadır Köşkleri ile asıl sarayı oluşturan Çit Kasrını onlara eklemiştir Böylece Yıldız Sarayı, Osmanlı padişahlarının yaptırmış olduğu köşklerle saray kompleksine dönüşmüştür

Sultan Abdülazizin tahttan indirilmesinden sonra yerine geçen Sultan V Murad (1876) üç aylık saltanatını Yıldız Sarayında sürdürmüştür Sultan Muradın akli dengesizliğinden ötürü tahttan indirilmesinden sonra kardeşi Sultan II Abdülhamid (1876–1909) Dolmabahçe Sarayının deniz kıyısında bulunması ve sarayın herhangi bir ayaklanmada denizden kuşatılma olasılığını göz önünde bulundurarak Yıldız Sarayına taşınmıştır

Bundan sonra sarayın yeniden yapılanmasına başlanmış, çevredeki araziler satın alınarak bugün Yıldız Parkı denilen dış bahçeler genişletilmiş ve bunun içerisinde de yeni imar çalışmaları yapılmıştır Böylece saray bahçeleri ile birlikte 80 dönümlük bir araziye yayılmıştır Yıldız Sarayı Hümayunu ismi verilen bu yapı topluluğunda sultanların, şehzadelerin ikamet olarak kullandıkları, resmi görevlilerin görev yaptıkları köşkler, tiyatro, müze, kitaplık, eczane, hayvanat bahçesi, mescit, hamam, tamirhane, marangozhane, demirhane, kilithane gibi çeşitli yapılar bulunuyordu Ayrıca sarayın hemen dışında da Osmanlı IOrdusuna bağlı bir hassa tümeni de konuşlanmıştı



Sultan Abdülhamidin tahttan indirilmesinden sonra yerine geçen Sultan Mehmet Reşat (1909–1918) buradaki Hususi Daire denilen köşkün Dört Mevsim Salonunda ameliyat edilmiştir Sultan VI Mehmet Vahdettin ise (1918–1922) Dolmabahçe Sarayında ikamet etmiş zaman zaman da Yıldız Sarayına gelmiştir

Yıldız Sarayı, Avrupa şehircilik ve saray kompleksine göre biçimlendirilmiştir Sarayda birbirini izleyen avlular, bu avluların çevresinde yapılar sıralanmıştır Oldukça geniş bahçenin çevresinde de küçük köşkler, tiyatro, kütüphane sıralanmıştır Sarayın IAvlusunda Büyük Mabeyn Köşkü, Yaveran Dairesi, Çit Kasrı, Silahhane, Marangozhane bulunmaktadır Sarayın II Avlusunda ise Harem binalarının yanı sıra kültürel ve sanatsal yapılar bulunmaktadır Has Bahçe adı ile bilinen yerdeki Harem Dairesinden başlayan saray Cihannüma Köşküne kadar devam etmektedir İç Bahçenin değişik yerlerine birbirlerinden bağımsız, Ata Köşkü, Kameriye Köşkü ve Cihannüma Köşkü gibi köşkler yapılmıştır

Sarayın en görkemli yapısı olan Abdülazizin Balyan ailesine yaptırdığı Büyük Mabeyn Köşkünün yanında Seyir Köşkü ve Çit Kasrı, onların karşısında da Yaveran Dairesi bulunmaktadır

Osmanlı İmparatorluğunun sona ermesinden sonra saray uzun süre terk edilmiş, bir süre Harp Akademileri binası olarak kullanılmıştır Bu arada sarayın bazı bölümleri TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığına, İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezine (IRCICA) Yıldız Üniversitesine bağlanmış bir bölümü de 1978 yılında Kültür Bakanlığına devredilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Yalıları 1



Türk yapı sanatı ve yaşantısı içerisinde Boğaziçi yalılarının ayrı bir yeri vardır Bu yalıların önünde günün hemen her saatinde denizin renk değiştiren mavisi, arkasında da zengin bir yeşillik armonisi içerisinde sırtlar ve korular yer alır Boğaziçi yalıları da bunların arasında beyaz bir inci dizisi gibi uzanır Geçmiş yılların anılarını sayıklayan Türke has özellikleri olan bu yalıların benzerlerine başka ülkelerde kolay kolay rastlanmaz Denize kıyısı olan pek çok ülkede yalı vardır Ancak onların hiç birisi su ve yeşilin kucak kucağa olduğu Boğaziçindekilere benzemez

Eski, Türk evlerinde olduğu gibi bu yalılar da harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmişlerdir Harem ve selamlık bazen aynı yapıda, bazen de ortak bahçe içerisinde ayrı ayrı binalar olarak yapılmışlardır Hepsinin ortak özelliği ise üst katların suya konmuşçasına direkler üzerinden denize uzanmış oluşlarıdır Türk sivil mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan bu yalıların alt katlarında Malta taşı veya mermer döşeli bir taşlık ile aydınlık odalar vardır Buradan geniş ve yayvan ahşap merdivenlerle ikinci kata çıkılır Merdivenler bazen iki kat arasında bir sahanlıktan ikiye ayrılır, bazen de çift yönlü başlayarak sahanlıktan sonra tek yönlü olarak devam ederler Denizin üzerine çıkmışçasına duran üst katta geniş sofalar, yatak, kabul, oturma ve hazine odaları ile kütüphane yer alır Son derece aydınlık olan bu odaların tavanlarına özel itina gösterilmiş, sanatkârane oymalar, nakışlar adeta bir minyatür gibi işlenmiştir Pencereler de çiçekli bezemeli kapaklarla örtülürdü Odaların içerisinde kullanışlarına göre yüklük, çubukluk, kavukluk, testilik, peşkirlik, lambalık denilen irili ufaklı dolaplar bulunurdu Yerlere Mısır hasırları serilir, üzerlerine geniş halılar yayılır, kanepe, koltuk, sedir ve mermer konsollara oturtulmuş büyük aynalar yerleştirilirdi Kristal avizeler, duvar saatleri, yağlı boya tablolar da bu kompozisyonu tamamlayan diğer öğelerdi

Yerli ve yabancı kaynaklarda lebiderya diye isimlendirilen bu yalıların mimarları bir takım ince hesaplar ve her şeyden önce de uyum, estetik üzerinde durmuşlardır Su sesinin daha yakından duyulabilmesi için odalara, sofalara küçük havuzlar ile fıskiyeler yerleştirilmiş böylece mistik bir ortam yaratılmıştır Renkli görünümdeki yalıların her biri geniş bahçeler içerisinde yer almaktadır Kayıkhaneler, deniz hamamları ve balıkhaneler de bu yalıları tamamlamaktadır Hizmetlilere ait odalar, mutfaklar bahçenin bir köşesinde yapılmışlardı Tarihi çağlarda her yalının birkaç kayığı bulunurdu ve bunlar yalı yaşantısının vaz geçilmez öğeleriydiler



Yalıların tüm yaşantısı denizle bağlantılı olduğundan tarihi yalıların önünden yol geçmez, geçmiş olsa bile pek önemsenmezdi Yalıda yaşayanlar denizden sandallarla geçen satıcılardan yararlanırdı Geçmiş günlerde Boğaziçi kıyılarında hemen her çeşit satıcı, antikacı, kumaşçı ve elbiseci bile kayıklarla geçer, yalı halkı onlardan alış-veriş yapardı Her biri küçük birer saraya benzeyen bu yalılar mülk sahibinin unvanı dikkate alınarak boyanırdı Sultanların, devlet ricalinin yalıları kırmızı, yeşil ve beyaz; Gayrimüslimlerinki yalnızca kırmızı renkte olurdu Geçmiş günlerin Boğaziçinde herkesin istediği yere yalı yaptırmasına izin verilmezdi Lale Devrinde devlet ricali, halk, tüccar ve Gayrimüslimler toplu halde ayrı ayrı yerlerde otururlardı Sultanlar ile devlet ricali Beşiktaş, Ortaköy ve Kuruçeşmeyi tercih ederdi Babıâli erkânı Bebeke, İlmiye ricali Rumelihisarına, Gayrimüslimler de Arnavutköye yerleşirdi Yeniköy, Tarabya, Büyükderede çoğunlukla yabancı uyrukluların, Kireçburnu-Büyükdere arasında sefaret tercümanlarının ve Rumların, Sarıyerde ise orta halli Türklerin yalıları vardı

Balkan Savaşı ardından I Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğunun birçok yerinden, özellikle Mısır ve Balkanlardan gelen gelirlerin kesilmesine neden olmuştur Bunlar Boğaziçi yaşantısını ve yeni yapılanmayı engellemiştir II Dünya Savaşından sonra ise sosyal ve ekonomik koşulların değişmesi Boğaziçini de etkilemiştir Büyük ve zengin ailelerin oturduğu yalılar maddi güçlükler nedeni ile terk edilmiş, bir kısmı yanmış yıkılmış ve yerlerinde beton yapılar yükselmiştir

İstanbulda Boğaziçi yalılarının yanı sıra günümüze örnekleri gelememekle beraber Haliçte, Eyüp çevresinde ve Kadıköyden Bostancıya kadar uzanan güzergâhta da yalılar bulunuyordu Ancak bu yalılardan hemen hemen hiçbir örnek günümüze gelememiştir

Ahmet Fethi Paşa Yalısı (Pembe Yalı) (Üsküdar)



İstanbul Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk Paşa Limanı Caddesinde bulunan bu yalının ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamakla beraber XIX yüzyılda Fethi Ahmet Paşanın mülkiyetinde olduğu bilinmektedir Fethi Ahmet Paşanın yalıyı İsmet Bey isimli bir kişiden satın aldığı da bilinmektedir İsmet Beyin kim olduğu konusunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır Bununla beraber, Salah Birsel “Sergüzest-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi” isimli eserinde bu yalıyı Ahmet Fethi Paşanın Mihrimah Sultanın torunlarından birinin kocası olan ismini belirtmediği bir şeyhülislamdan aldığını yazmıştır Buna dayanılarak yalının XVIII yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır

Fethi Ahmet Paşa Eyüp İskelesi yakınındaki Abdullah Paşa Yalısında 1801 yılında dünyaya gelmiş, Enderunda yetişmiş, 1827de Kolağası rütbesi ile Asakiri Mansure-i Şahane Taburu subaylarından olmuştur Türk-Rus Savaşına katılmış, Aydos Savaşı sırasında yaralanmış ve gösterdiği yararlılıklardan ötürü de terfi etmiş, padişah yaverliği, Kurenağalığı, Çuhadarlık, Asakiri Harsa-i Şahane Beylerbeyliği, Viyana ve Moskova elçilikleri yapmış, Meclis-i Vâlâ Azalığı, Ticaret Nezareti Serasker Kaymakamlığı yaptıktan sonra Tophane Müşirliğine yükselmiştir Aya İrinide ilk Türk müzesini kurmuştur

Sultan Abdülmecitin kız kardeşi Atiye Sultan ile 1840 yılında evlenmiştir Salah Birselden öğrenildiğine göre; Sakız dökümünde kalyoncuların getirdiği güzel bir kız çocuğunu yanına almış onu eğiterek büyütmüştür Ne var ki, Şemsinur ismini verdiği bu kıza aşık olmuştur Bu durum paşanın annesinin kıskançlığına neden olmuş, kızı Beylerbeyinde İstavroz Çayırında bir eve taşımış ve annesine de Şemsinuru Tunus Paşasına sattığını söylemiştir Ancak paşanın annesi kıza karşı derin bir özlem duymuş, paşaya devamlı sorular yöneltmiş, paşa da kızın boğulduğunu söylemiş, annesinin çok üzüldüğünü görünce de Şemsinuru tekrar yalıya getirmiştir Abdülmecit kardeşini Fethi Paşa ile evlendirmek isteyince yeniden zor duruma düşmüştür Atiye Sultan son derece kıskanç bir kadın olduğundan onun her davranışına kuşku ile bakmıştır Görevli olarak eve gelmediği akşamlarda, Kuzguncuktaki yalıya gizlice adamlar göndererek onu aratmıştır Ahmet Fethi Paşa Şemsinur isimli gözdesini Kuzguncuktaki bu yalıda saklamış ve Atiye Sultandan gizlemiştir

Fethi Ahmet Paşa Pembe Yalı olarak da ismi geçen Kuzguncuktaki yalısını zevkle döşemiş, zaman zaman da onarmıştır Avrupada çeşitli görevlerde bulunan paşa yalıyı en nadide eserlerle süslemiştir Bunda öylesine dikkat çekmiş ki Sultan Abdülmecit Dolmabahçe Sarayının döşenmesini de ona bırakmıştır Bu yüzden sarayda ismi Bezirgân Paşaya çıkmıştır Pembe Yalı paşanın İstanbulda kurdurduğu billur camlarla, çeşmibülbüllerle süslenmiştir Atiye Sultan ile geçen on yıllık evliliğinden sonra sultan ölünce paşa Atiye Sultanın kasrını terk ederek tekrar yalıya taşınmış ve öldüğü 1854 yılına kadar bu yalıda yaşamıştır Paşanın öldüğü gün yalıda yaşayan kalfalar, hizmetkârlar “Ah efendimiz, bunları ne kadar severdi O gitti Ondan sonra bunları görecek göz kimde var?” diyerek yalıda ne kadar sanat eseri ve ne kadar çeşmibülbül varsa denize atmışlardır

Ahmet Fethi Paşa Yalısı mimari yönden incelendiğinde harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana geldiği görülür Yalı taş temeller üzerine yer yer tuğlaların da kullanıldığı ahşap bir mimariye sahiptir Ahmet Fethi Paşa yalının orijinalliğini bozmadan onarmıştır Yalının cephe görünümü ve planı tipik bir Osmanlı sivil mimarisini yansıtmaktadır İki katlı, on altı odalı ve çok büyük iki salondan meydana gelen yalının üst katı Beylerbeyindeki Hasip Paşa Yalısında olduğu gibi hiçbir sütuna dayanmadan duvarlar üzerine oturtulmuştur Üst kattaki iki uç ve ortadaki dörder büyük eli böğründe ile dışarıya taşırılmış ve böylece hareketli bir cephe görünümü sağlanmıştır



Yalıda karnıyarık plan tipi uygulanmıştır Buradaki salonların uçları denize ve koruya doğru yönelmemiş, sofalar kıyıya paralel yerleştirilmiştir Biri büyük, diğeri küçük iki sofa uzunlamasına uç uca yerleştirilmiştir Her ikisinin de deniz ve kara tarafına değişik büyüklükte odalar yerleştirilmiştir Büyük sofanın Kuzguncuk İskelesine yönelik dar yüzüne merdiven oturtulmuştur Bu yalıdaki en büyük özellik sofalarda içe dönük bir sistemin uygulanmış oluşudur Bunun da nedeni kalabalık olan ailenin bir arada oturabilmelerini sağlamaktır Bunda, Fethi Paşanın Avrupai düşüncede sosyal yaşamının da ileri düzeyde olmasının büyük payı vardır

Yalının bahçesi selsebillerle süslenmiş olup, iki kademelidir Yalının havuzu Romadaki Barberini Sarayındaki havuzun bir benzeri olduğu söylenmektedir Yalının bahçesinde bulunan Arif Hikmet Beyin babası İsmet İbrahime hayrat olarak yaptırdığı mermer çeşmeye ait bir kitabe bulunmaktadır Bu çeşme kitabesi yalının karşısında yamaç duvarından buraya getirilmiştir

Yalının Üsküdar tarafındaki harem dairesi ile uşak odaları 1922 veya 1923 yılında yanmıştır Günümüze gelen bölüm yangından zarar görmemiş, 1927–1928 yıllarında onarılmıştır Paşanın ölümünden sonra damadı İngiliz Sait Paşanın torunu olan avukat ve eski Demokrat Parti milletvekili Şevket Mocanın mülkiyetine geçmiştir Şevket Mocan yalıyı pembe renge boyatmıştır Şevket Mocanın ölümünden sonra yalının kuzey bölümü ikinci eşinden olan kızı Rüya Mocana, güney bölümü de ilk eşinden olan kızı Ayşe Şemsaya kalmıştır

Yalı 1990 yılında İsmail Yalçın isimli bir kişiye satılmış ve 1973 yılında Y Mimar Sinan Genim tarafından restorasyonu yapılan yalı iyi bir durumda günümüze kadar gelebilmiştir Yalının arkasındaki çam, çınar ve köknar ağaçlarının çoğunluğunu oluşturduğu koru belediye tarafından kamulaştırılmıştır

Cemil Molla Yalısı ve Köşkü (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk ile Beylerbeyi arasında, Nakkaştepe Mezarlığının sol tarafındaki korunun önündedir Bu yalı Şeyhülislâm Üryanizâde Ahmet Esat Efendinin torunu Şair Süleyman Beyin oğlu, kısa bir dönem Adliye Nazırlığı yapmış olan Mahmut Cemil Efendi tarafından 1885 yılında yaptırılmıştır Bu yalının arkasındaki köşk 1930 yılında yanmıştır

Köşk ve yalıyı İtalyan Mimar Sinyor Albeti yapmıştır Her iki yapının da masif cevizden kapıları, fildişi kapı tokmakları bulunuyordu Tavanları ve duvarları oymalarla bezeli idi Yalı içerisinde yapılan kalorifer tesisatı İstanbulda yapılan ilk örneklerdendi Özel jeneratörden de elektriği sağlanıyordu Bu arazi içerisinde bulunan üç ayrı köşkten hiçbir iz günümüze gelememiştir

Cemil Molla Yalısının bulunduğu yerde daha önce Halil Haşim Bey Yalısı ile Kamil Paşa Yalısı isimli bir yapı bulunuyordu Ancak bunlardan herhangi bir iz günümüze gelememiştir Cemil Molla Yalısının olduğu yerde günümüzde Cemil Molla Yalısı isimli bir apartman bulunmaktadır

Hasip Paşa Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Beylerbeyi ile Çengelköy arasında, Beylerbeyi Vapur İskelesi ve Beylerbeyi Camisinin yakınında yer alan Hasip Paşa Yalısı 1974 yılında yanmış ve tamamen yok olmuştur

Beylerbeyi'ndeki Sadullah Paşa Yalısı'ndan sonra, yörenin en eski yapısı olan Hasip Paşa Yalısı ile ilgili XIX yüzyılda İstanbullular arasında bir tekerleme bulunuyordu;

Dünyanın en güzel şehri neresidir? İstanbul
İstanbul'un en güzel yeri neresidir? Boğaziçi
Boğaziçi'nin en güzel yeri neresidir? Beylerbeyi
Beylerbeyi'nin en güzel yeri neresidir? Hasip Paşa Yalısı

Hasip Paşa Yalısını XIX yüzyılın başlarında Vakıf gelirlerinden sorumlu Mehmet Emin Efendinin oğlu Mehmet Hasip Paşa yaptırmıştır Hasip Paşanın ismi tarihte ilk kez Sultan II Mahmutun Tophanede yaptırdığı Nusretiye Camisinin bina emininin yanında katip oluşu ile geçmiştir Nusretiye Camisinin tamamlanmasından sonra buradaki başarısı sarayın dikkatini çekmiş ve Hacegânlık rütbesi ile taltif edilmiştir Ardından Darphane Defterdarı ve sonra da Evkaf Nazırı olmuş ve bu arada Müşir payesi ile paşalık unvanı verilmiştir Tarihi kaynaklar Hasip Paşanın beş defa Evkaf Nazırı, iki defa Maliye Nazırı olduğunu ve 1870 yılında Şeyhülislâm iken öldüğünden söz etmektedirler Hasip Paşanın mezarı Üsküdarda Selimiye Camisi haziresindedir

Hasip Paşa Yalısı 900 m2lik bir alanda iki katlı olarak yapılmıştır Yalının içerisinde bulunduğu 4 dönümlük bahçede üç müştemilat binası ile mermer bir havuz ve kapalı bir deniz hamamı da bulunuyordu Yalı Türk-Ampir üslubunda yapılmıştır Mimarının kim olduğu bilinmemekle beraber İtalyan olduğu sanılmaktadır İlk defa II Mahmut zamanında yapılan yalının içerisine eşyalar döşeneceği sırada yanmış, bunun hemen ardından harem ve selamlık olarak iki ayrı bölüm halinde yeniden yaptırılmıştır Yanan yalının ilk hali bilinmiyorsa da harem ve selamlığın birbirlerine kapalı bir geçitle bağlandığı söylenmektedir Bunun ardından geniş bir bahçe içerisinde ikinci kez yapılan yalının arkasındaki sırtlarda koruluğu bulunuyordu

Harem kısmı zamanla birkaç kez tadilat görmüş ve eski özelliğini yitirmiştir Halk arasında Kuleli Yalı ismi ile tanınan harem bölümü bugün Kalkavanlar Yalısı olarak tanınmaktadır Hasip Paşa Yalısının üzerinde durulması gereken asıl bölümü yanan selamlık bölümüdür Bu bölümün planı elips bir sofa çevresinde yer alan mekânlardan meydana gelmiştir Elipsin denize yönelik küçük ekseni üzerinde merdivenler denize dik olan büyük ekseninde de eyvanlara yer verilmiştir Köşelerde kendilerine özgü iç sofaları olan, birbirlerinden bağımsız üçer ve dörder odalı küçük ayrı daireleri bulunuyordu Yalının sekiz dairesi ve 26 odası vardı

Yapının bütünü merkezi orta sofalı plan tipinde olup, elips şeklindeki sofanın uzunluğu 18 m dir Bu plan şekli ile Sadullah Paşa ve Prenses Rukiye Hanım yalılarına göre daha büyük ve daha organize edilmiş plan şekli göstermektedir Üst kattaki sofa ahşap asma kubbe ile örtülmüştür

Yalının ön ve arka cephelerindeki mimari eksenleri tamamen ortadaki beyzi sofaya göre uyarlanmıştır Bu nedenle de yalı hafif kavisli olarak inşa edilmiştir Deniz tarafından direk ve eli böğründelerle denize doğru taşırılmıştır İki katlı yalının iki başındaki odalar temelden ileriye doğru uzatılmış, arada kalan cephe ise kavisli bir şekle dönüştürülmüştür Bu yapı üslubu ile de deniz üzerindeki tüm odaların aynı yöne açılmaları sağlanmıştır Yalının ortasındaki Mısır hasırları ile döşeli büyük beyzi sofa hiçbir yere dayanmadan doğrudan doğruya çatı ile bağlantılıdır

Yalının iç süslemesi, banyo muslukları, çeşme aynaları barok-rokoko üslubunda idi İç bezemesinin yanı sıra Venedik bohem avizeleri ile Üsküdar Çatması denilen sedirler ve hasırlar yalıya farklı bir görünüm vermiştir Üst kattaki fayans döşeli hamam bahçedeki barok üsluptaki şadırvan ve balıkhane olarak kullanılan havuz da bu eski Türk yapısını tamamlayan elemanlar idi Ayrıca Boğaziçi yalılarının çoğunda olduğu gibi Hasip Paşa Yalısının da arkasında bulunan alandaki tepe üzerinde bir de köşkü vardı Bu köşkün zarif pencereleri ve mimarisi ile kaynaklarda ismi geçmektedir Yalının yanmadan önce Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından rölövesi yapılmıştır

Hasip Paşa Yalısının varisi Hami Beyin ölümünden sonra varisleri yalıda bir mezat düzenleyerek tavanlarındaki avizeleri, içerisindeki taban halıları, aynaları ve bezemelerinin büyük bir kısmı satılmıştır

Yalı, Hasip Paşa'nın mirasçıları tarafından Nazım Kalkavan'a, Nazım Kalkavan tarafından Haydarabat Nizamı Muharrem Cay'ın eşine satılmış ve 1987'de de Özdemir Sabancı tarafından satın alınmıştır Özdemir Sabancının ölümünden sonra oğlu Demir Sabancının mülkiyetine geçen yalı 1990lı yıllarda restore edilmiştir

Sadullah Paşa Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Çengelköyde Kaynana Sokağında bulunan Sadullah Paşa Yalısının ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir Sadullah Paşa ismini sonradan alan bu yalının ismine Vakıf kayıtlarında ilk kez Sultan I Abdülhamit (1774–1789) zamanında rastlanmıştır Kayıtlardan yalının 1783 yılından önce ölen Darüssaade Ağalarından Çerkez Mehmet Ağa tarafından bütün malı ve mülkü ile birlikte Sultanahmet civarındaki bir türbeye vakfedildiği öğrenilmektedir

Çerkez Mehmet Ağa Hacca giderken Şamda ölmüş, varisi olmadığı iddia edilmiş, bu nedenle de malına el konmak istenmiştir Bu arada ortaya çıkan varisler açtıkları davayı kazanmış ve yalıyı geri almışlardır Bundan sonra düzenlenen Bostancıbaşı Defterleri ile 1792 tarihli tapu kayıtlarında yalının “Mehmet Ağa kızı ve Sadr-esbah Yusuf Paşa (Koca Yusuf Paşa halilesi Hanife Hatunun” mülkü olduğu yazılıdır Koca Yusuf Paşanın bu yalıda yaşadığı sanılmaktadır Hanife Hatunun ölümünden sonra yalı oğlu Müderris Mahmut Bey adına kaydedilmiş, daha sonra da Bağdat Valisi olan torunu Hamdi Paşaya kalmıştır Hamdi Paşa Padişahın gözünden düşmüş ve İstanbula dönmek için bir türlü izin alamamıştır O sırada yalıda oturan Koca Yusuf Paşanın kızı Seyyit Ali Paşanın dul eşi Hamdi Paşanın annesi olan Emine Hanımın bir gün kafası kızar ve doğruca Sadrazam Ali Paşaya gider Kendisini rıhtımda karşılayan sadrazamdan oğlunun affı için yardımını ister ve şöyle der:

“Ana pir, oğul bir”

Hamdi Paşanın annesinin bu dileği padişaha durulur ve Hamdi Paşa affolur Paşanın İstanbula dönüşünü kutlamak için yalıda ve arkasındaki koruda o güne kadar görülmemiş bir Çırağan alemi düzenlenir Binlerce çırağanın ışığı geceyi aydınlatır O sırada karşı kıyıdaki Beşiktaş Sarayında bulunan padişah pencereden bu aydınlığı görünce Çengelköyde yangın olduğunu sanır

Hamdi Paşa ehli zevk sahibi olduğundan yalısında buna benzer pek çok eğlence düzenlemiş, sonunda epeyce borca girmiş, yalı da 1881 yılında Ayaşlı Esat Muhlis Paşaya satılmıştır Soyu Hacı Bayram Velinin Halifesi Bünyamin Veliye kadar dayanan Ayaşlı Esat Muhlis Paşa şair ruhlu bir kişi idi Aynı zamanda da hattattı Edirne, Erzurum, Diyarbakır valiliklerinde bulunan Esat Muhlis Paşanın ölümünden sonra oğlu Sadullah Paşa yalının bütün hisselerini diğer vereselerden satın alır Böylece yalı Sadullah Paşa ismi ile tanınır



Sadullah Paşa anılarında; Sultan V Muratın tahta çıkışında yalıya bir kayık göndererek kendisini saraya davet ettiğini yazar Saray Mabeyn Başkâtibi ve Berlin sefiri olan Sadullah Paşa Berlin Antlaşmasını (1878) imzalayan Osmanlı heyetinde bulunmuştur Meşrutiyet yönetiminden yana oluşundan ötürü Hamdi Paşa gibi bir türlü İstanbula çağrılmaz ve sürekli Avrupada kalır Kaynaklardan öğrenildiğine göre ailesine yazdığı mektuplarda vatan hasretini sürekli dile getirmiştir Hasretini çektiği İstanbulu ve Boğaziçini bir daha görememiş 1889da Viyanada ölmüştür Sadullah Paşanın ölümünden sonra eşi Necibe Hanım aklını kaybetmiş yalıda gece gündüz dolaşarak kocasının dönüşünü beklemiştir Yeni evlendiklerinde Sadullah Paşa eşini pembe tül elbise içerisinde görmüş ve bu rengin ona çok yakıştığını söylemişti Bundan ötürü de Necibe Hanım 1917 yılında 80 yaşını aşkın ölene kadar pembe tüller içerisinde paşayı beklemiştir Sonraki yıllarda yalıda oturanlar, üst katta, güneydoğudaki pembe odada Necibe Hanımın pembe tüller içerisinde hayalinin dolaştığından söz etmişlerdir

Sadullah Paşanın gelini olan Çengelköylü Münevver Ayaşlı “Dersaadet” isimli kitabında yıllarını geçirdiği yalıdan söz ederken yalı ile ilgili ilginç bilgiler de vermiştir:

“Kaderimde Çengelköy ile bağlı bir taraf var… Evlendiğim zaman yine Çengelköyde evlendim ve Çengelköyde kayınpederim Sadullah Paşa Yalısında oturdum O zamanlar yalıda ne su, ne elektrik vardı ve oldukça harap idi, fakat fevkalade güzeldi, daha restore edilmemiş ve bütün eski güzelliğini muhafaza ediyordu O zaman bahçesi ikiye bölünüp satılmamıştı, büyük bir havuzu ve adeta küçük bir limanı vardı ki, maalesef burası satılan kısmında kaldı Yalının yerli büyük bir hamamı ve koca koca mermer taşlarla örtülü bir mutfağı ve mutfakta kocaman bir ocağı vardı Burası yemek pişirmekten başka adeta yemek yenecek kadar güzeldi Bu mutfağın üstünde küçük ve kendine mahsus çok şirin birkaç basamakla çıkılır bir daire vardı ki bahçenin harem duvarı ile birleşiyordu Yalının bütün bu kısmı yıktırılınca yalı ile harem bahçesinin duvarı birbirinden ayrıldı ve artık harem duvarının manası kalmadı… Hâlbuki yalının bahçesine büyük bir ahşap kapıdan girilir, koyu yeşil ağaçlar ve taflanlardan geçilir ve nihayet asıl yalının harem kısmına gelinirdi, burada da küçük bir bahçe vardı İki tarafı taflan ve mozaik döşeli dar bir yoldan gidilir ve yalıya gelinirdi Yalının diğer kısmında ise birkaç basamakla çıkılan deniz üstünde harikulade güzel bir yemek odası ve bu yemek odasının altında her şeyi ile hamamı, mutfağı, birkaç odası ile bir daire vardı Bütün bunlar yıkılınca koca yalı hamamsız ve mutfaksız kaldı ve kullanılacak büyük canım odalar mutfak ve hamam haline getirildi

Sadullah Paşa Yalısı 1947 yılında eski büyükelçilerden Seyfullah Esin ve eşi araştırmacı yazar Emel Esin tarafından satın alınmıştır Yalı 1947 yılında TAÇ (Türkiye Anıt Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma Vakfı) Vakfı tarafından Y Mimar Turgut Cansever ve Y Mimar Cahşde Tamer tarafından onarılmıştır Emel Esinden sonra Asil Nadir ve Ayşegül Nadir burada kiracı olarak oturmuşlardır



Sadullah Paşa Yalısı günümüze kadar epey değişikliğe uğramış olmasına rağmen XIX yüzyılın özelliklerini yansıtmaktadır Yalının planı iki eksen esasına göre simetrik olarak düzenlenmiştir Harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelen yalının haremi iki katlı ve kubbeli, ona bitişik selamlığı ise ince uzun tek katlı bir yapıdır Bahçesinde büyük bir havuz, iki katlı ahşap kayıkhane, hamam, mutfak ve bahçe duvarında da bir çeşme vardır Günümüze yalının harem kısmı ile bahçeyi korudan ayıran duvarlar ve bir de çeşme gelebilmiştir

Yalının kuzey yöndeki kapısı eskiden selamlık yönüne açılırdı Kuzeydoğu cephesinde de büyük ocağı ile yüksek tavanlı mutfağı bulunuyordu Üzeri çatı ile kaplı olan ancak içten büyük bir kubbe ile örtülü haremin ikinci katı eli böğründelerle dışarıya taşırılmıştır Dikdörtgen plan şemasının uygulandığı harem kısmında ortadaki sofalar haçvari şekilde genişletilmiş ve dört yöne bakan geniş bir görüş imkânı sağlanmıştır Merkezi sofa alt katta köşeleri pahlanmış bir dikdörtgen şeklinde, üst katta ise beyzi biçimdedir Üst kat sofasının üzerini örten kubbe adeta Orta Asya otağlarını anımsatmaktadır Her iki katta da sofaların köşelerine yerleştirilmiş ikişerden sekiz oda bulunmaktadır Bu odalar mavi, sarı, yeşil ve pembe renklere boyanmıştır Bu odaların pervazlarında Edirne işi bezemelere, kıvrımlı hatlara, kurdelelere, şerit şeklinde halatlara, meyve demetlerine, şemse kompozisyonlarına, odaların tavanlarında Avrupalı ressamların elinden çıkan resimler bulunmaktadır XVIII yüzyıl Türk mimari örneklerini gösteren bu resimler aynı zamanda birer belge niteliğindedir Bu resimlerde Boğaziçinden kesitler, Salacaktaki Şerefâbat Sarayı, Sarayburnu ve Topkapı Sarayı da görülmektedir Odaların her birinin bezemesi diğerlerine benzememektedir

Kandilli Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Kandilli Vapur İskelesinin Anadolu Hisarı yönündeki bu yalı günümüze gelememiştir XIX yüzyılın sonlarına doğru yapılan yalı XX yüzyılın ilk yarısında yıktırılmıştır Deniz kıyısında geniş bir arazi üzerinde bulunan bu yalının kimin tarafından ve hangi tarihte yaptırıldığı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır Kaynaklarda yalnızca Sultan II Abdülhamitin yalıyı içindeki eşyalarla birlikte Mustafa Fazıl Paşadan 25000 Liraya satın aldığı yazılıdır Bu yalıda Cemile Sultan bir süre yaşamıştır Cemile Sultandan sonra oğlu Prens Celaleddin Bey bir süre burada yaşamıştır Celaleddin Beyin ölümünden sonra da VI Mehmet bu yalıyı kızı Ulviye Sultan için satın almıştır

Yalının harem ve selamlıktan meydana geldiği bilinmektedir Yalının harem dairesi ile arka bahçesi arasında bir yol geçtiğinden ötürü üzeri kapalı bir köprü ile arka bahçe ve koru ile bağlantısı sağlanmıştır Koruda da 27 odalı Prens Celaleddin Beyin bir köşkü bulunuyordu

Balkan Savaşı sırasında bu yalı Yaralı Gaziler Hastanesi olarak kullanılmıştır Yalı kesme taş temeller üzerine iki katlı, ahşaptan denize paralel üç bölüm halinde yapılmıştı Yalının sıra halindeki dikdörtgen pencerelerinde dekoratif bir özellik görülmemektedir Katlar birbirlerinden dışa taşkın silmelerle ayrılmıştır Üzeri çatı ile örtülü olan yapının asıl girişi bahçe içerisinde ve iki yan kenarda idi

Kont Ostrorog Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandillide Göksü Caddesinde bulunan bu yalı XIX yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmektedir Yalının kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir XX yüzyılın başlarında Polonyalı Leon Valerien Ostrorog tarafından satın alınmış ve bu isimle tanınmıştır

Kont Ostrororg İslâm Hukuku üzerinde çalışmış, Oxford ve Lahey üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmış bir bilim adamı olup, 1900lü yıllarda Osmanlı hükümetinin daveti üzerine Adliye Nezaretinde hukuk ve sadaret müşavirliği görevlerinde bulunmuştur Bu arada İstanbul Darülfünununda öğretim üyeliği yapmış ve Osmanlı İmparatorluğu Hukuk Danışmanı unvanını kullanmıştır İstanbula yerleşmiş ve İstanbullu bir aileden Lorandoların kızı Jeanne ile evlenmiştir

Kont Ostrorog Türkçe, Arapça ve Farsçanın yanı sıra 7 lisanı çok iyi bilen bir kişi olup, aynı zamanda da piyano ve org çalan iyi bir müzisyendi IDünya Savaşı sırasında Fransaya gitmiş, eşi Kontes Jeanne Ostrorog yalıda onun dönüşünü beklemiştir Çanakkale Savaşında yaralanan askerlere yalısının kapılarını açmış ve onların sağlıklarına kavuşması için elinden geleni yapmıştır

Kontes Jeanne Ostrorog 17 Ocak 1931de İstanbulda, Kont Leon Ostrororg ise 1932de Londrada Ritz Otelinde ölmüştür Her ikisinin mezarı da Feriköy Katolik Mezarlığındadır Ostrorog ailesinin Jean ve Stanislas isimli iki oğlu vardır Bunlardan Kont Stanislas Ostrororg Fransız Dışişleri Bakanlığında görev yapmış, Fransanın Delhi ve Pekin büyükelçisi olmuştur Diğer oğlu Jean Ostrorog İstanbulda büyükbabası Lorandonun Beyoğlunda Galata Mevlevihanesi yakınındaki konağında doğmuştur Galata Mevlevihanesi postnişini Ataullah Efendi komşusunu kutlamaya gittiğinde kontun büyükbabası Jean Ostrorogu şeyhin kucağına vermiş ve onun tarafından okunup üslenmiştir Bu olayı sonraki yıllarda Kont Jean Ostrororg yakınlarına ve dostlarına anlatırken “Ben kiliseden önce bir Mevlevi Şeyhince takdis edildim” diye övünmüştür

Kandillideki Kont Ostrorog yalısının yaklaşık 150 yılı aşkın bir geçmişi vardır Kont Leon Valerienin bu yalıyı Asker Ali Paşanın damadı, zamanın Adliye Nazırı Servet Paşadan satın alınmış, 1905 yılında da yanındaki Ahmet Aşkî Paşanın yalısı ile birleştirilerek genişletilmiştir Böylece iki yalının birleşmesi ile yeni bir yalı ortaya çıkmıştır

Günümüzde arkasındaki ana caddeden uzun bir merdivenle inilen yalı çiçekli bir bahçesi içerisindedir Bahçesinde 1882 tarihli bir hamam aynası, selsebil ve bir de çeşme bulunmaktadır Bu bahçeden oldukça geniş bir kapı ile yalının salonuna girilmektedir Bu salonun bütün kapıları açıldığı zaman önden deniz, arkadan da koru ve bahçe ile bütünleşmektedir



Yalının harem dairesi orta sofalı karnıyarık plan tipindedir Her iki katta da aynı plan düzeni tekrarlanmıştır Buradaki sofa dikdörtgen biçiminde olup, yalıyı ikiye bölmektedir Kısa kenarlardan birisinde giriş, diğerinde de merdiven bulunmaktadır Merdiven üç kollu olup, sofanın bahçe cephesini tümü ile kaplamaktadır Yalıya hem bahçe hem de deniz tarafından girilmektedir Giriş katındaki sofa taşlık olup, köşelerine dört geniş oda yerleştirilmiştir Bu odaların aralarında daha küçük bir oda ile helâlara yer verilmiştir

İki katlı, ahşap yalının irili ufaklı 15 odası vardır Kafesli dikdörtgen, ince uzun çerçeveli pencerelerinin ardına boydan boya sedirler yerleştirilmiştir Alt kattan iki taraflı merdivenlerle çıkılan üst kattaki salonun çevresinde de yine irili ufaklı odalar sıralanmıştır Yalının odalarının tavanları Osmanlı ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini bir araya getirmektedir Yalının döşeme parkeleri ise 1940 yılında Bebekte yıkılan Köçeoğlu Yalısından satın alınarak buraya getirilmiştir Yalıya bitişik eski deniz hamamının üzeri kapatılarak salon haline getirilmiş ve Pierre Lotinin buraya ziyaretinden ötürü de bu bölüme Onun ismi verilmiştir Yalının içerisi antika eşyalar, halılar, çeşitli koleksiyonlarla zenginleştirilmiştir Buradaki Pekin işi antikaların, Çin vazoların, Çin lambalarının en güzel örnekleri bulunmaktadır Bunların yanı sıra zengin bir kütüphanesi bulunmaktadır

Ünlü Fransız yazar Pierre Loti ile Claude Farrere İstanbula gelişlerinde bu yalıda misafir edilmişler, onları Fransa eski Cumhurbaşkanı Georges Pompideu, Danimarka Prensesi Margarite, Dürrüşehvar Sultan gibi ünlüler de izlemiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Kıbrıslılılar (Mehmet Emin Paşa) Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandilli Göksu Caddesinde bulunan, Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa yalısı günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir Küçüksunun en eski yalılarından biri olan bu yalı sırtını arkasındaki yamaçlara dayamış, denizin kenarına yerleştirilmiştir Bu yalının oldukça uzun bir geçmişi bulunmaktadır Boğaziçinden söz eden eski kaynaklar yalının ilk sahibinin Sultan I Abdülhamit (1725–1789) devri sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa olduğunu ileri sürmüşlerdir

İzzet Mehmet Paşa, Kara Vezir adı ile anılan Silahtar Mehmet Paşanın ölümünden sonra ikinci kez sadrazamlığa getirilmiştir Bu nedenle de yalı Kara Vezir Yalısı olarak da anılmaktadır İzzet Mehmet Paşa Rum Mehmet Paşanın torununun oğlu olup, Şehreminliği yapmış, ikinci sadareti sırasında azledilerek 1783te Belgrat valisi iken ölmüştür Paşanın ölümünden sonra yalı, Osmanlı devletinin İkinci Mirahuru (sarayın ahır ve atlarından sorumlu) olan oğlu Sait Mehmet Beye geçmiştir Sait Mehmet Bey bu yalıda bir süre oturmuş daha sonra da Sultan III Selimin sadrazamlarından İzzet Paşaya 1794 yılında kiralamıştır Sait Mehmet Beyin ölümünden sonra oğlu Mehmet Ataullah Bey bu yalıda yaşamış, Ataullah Beyin 1887 yılında ölümünden sonra varisleri 1840 yılında yalıyı satmışlardır Yalının bundan sonraki sahibi Kıbrıslı Mehmet Emin Paşadır Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa çeşitli devlet hizmetlerinde bulunmuş valilik, sefirlik, iki defa kaptan paşalık, üç defa da sadrazamlık yaptıktan sonra 1871 yılında yalısında ölmüştür

Kıbrıslı Mehmet Paşanın eşi Melek Hanım yalı ile ilgili anılarını 1872 yılında New Yorkta yayınlamıştır Topkapı Sarayı eski müdürlerinden Haluk Y Şehsuvaroğlu bu anıları Türkçeye çevirmiştir

Kıbrıslı Mehmet Paşanın oğlu olmadığından yalı Moralı Müşir Tosun Paşanın oğlu Mustafa Sadettin Paşaya geçmiştir Günümüzde yalıda, Kıbrıslı Mehmet Emin Paşanın torunlarından Refiha Hanımın oğlu Selim Dirvane, kızı Mihta Bilgişin ve ailesi yaşamaktadır Yalının İsmail Paşa Yalısına yakın olan kısmında ise Sedat Ürün, diğer kısmında da Kıbrıslı Mehmet Emin Paşanın torunlarından Aziz Başkan oturmaktadır

Kıbrıslılar Yalısı harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana gelmiştir Yalının denize bakan cephesi 6400 m uzunluğunda olup, içerisinde fıskiyeli, havuzlu salonlar ve odalar bulunmaktadır Yalının harem kısmı da ikiye ayrılmıştır Üç sofalı plan tipinde olan yalının sofalarının çevresinde odalar yer almıştır Bunlardan orta sofanın bulunduğu kısım iki katlı, diğerleri tek katlıdır Yalının alt katta 15, üst katta da 6 olmak üzere toplam 21 odası bulunmaktadır Güney bölümü 1975 yılında tescil edilmiş, dış görünümü korunarak yeniden beton ve tuğladan inşa edilmiştir Harem kısmının bulunduğu yalının iki katlı bölümünde orta sofada üst kata çıkan iki taraflı bir merdiven bulunmaktadır

Selamlık yalının en iyi korunmuş bölümü olup, buraya bahçe tarafından dört sütunlu bir portikten girilir Selamlık sofası korint başlıklı sütunlara ve duvarlara dayanan bir tonozla örtülmüştür Sofanın dört köşesine odalar yerleştirilmiştir Bu bölümlerdeki mutfak tuvalet ve banyo yakın tarihlerde yenilenmiştir Selamlık kısmına XIX yüzyılda bir de limonluklu bir divanhane eklenmiştir Bu divanhanenin içerisinde, asma yaprakları, üzüm salkımları ile bezenmiş bir de fıskiyeli havuz bulunmaktadır

Selamlık odalarının tavanlarında alçı kabartmalı bitkisel motifli süslemelere yer verilmiştir Ayrıca deniz ve bahçe tarafındaki eyvanların tavanları ahşap kabartmalıdır Selamlık sofasının tonozunda da alçı kabartmaların arasına vazo içerisinden çıkan çeşitli çiçekler yapılmıştır Yalının duvarlarındaki tablolar arasında Kıbrıslı Mehmet Emin Paşanın da yağlı boya tablosu bulunmaktadır

Yalının cephesi çıkmalarla hareketlendirilmiştir Burada ince uzun pencerelere sıra halinde yer verilmiştir



Yalının bahçesinde, yol tarafında bulunan ve XVIII yüzyılın sonlarında yapılmış olan iki katlı bina yol geçmesi nedeni ile yıktırılmıştır Bunun yanı sıra yalının üç büyük hamamı da günümüze gelememiştir Yalı bahçesinden yalnızca mermer musluk ve dilimli havuzu gelebilmiş, kayıkhanesi de yıkılmıştır

Kıbrıslı Yalısı çeşitli tarihlerde onarım görmüş, bazı bölümleri yıkılmış ve orijinalliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır Yalının son sahiplerinden Refia Hanım ismini hatırlayamadığı bir İtalyan mimarının yalıyı onardığını ve içerisindeki Türk eserlerinin bu arada yok edildiğini söylemiştir Yalının selamlık bahçesinin demir parmaklıkları 1896 depreminde yıkılmıştır

Sultan III Selim zamanında Ressam FPraaultun çizdiği karakalem bir Boğaziçi resminde Kıbrıslı Yalısının orta kısmının yüksek, iki yanlarının alçak daireler halinde olduğu görülmektedir Bu resmin yapılışından sonra XIX yüzyılın başlarında yalının kuzey tarafına bir takım eklemeler yapıldığı da anlaşılmaktadır Burada araştırma yapan DrTucheltin araştırmalarında yalı dışında kayıkhane, deniz hamamı, havuz, ahır, mutfak, arabalık, sarnıç, hamam, döner dolap, sebze bahçesi, çamaşırlık, harem bahçesi, harem iskelesi, selamlık iskelesi ve bostan bölümlerinin olduğu ortaya çıkmıştır

İsmail Paşa Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Beylerbeyinde Beylerbeyi Camisinin yanında, Yalıboyu Caddesinde bulunan bu yalı, Sultan II Abdülhamit döneminde (1876–1909) Debre Mebusu İsmail Hakkı Paşa tarafından yaptırılmıştır Bu yalının bulunduğu yerde III Selim döneminde (1789–1807) Sadrazam Damat Melek Ahmet Paşanın yalısı bulunuyordu

İsmail Hakkı Paşanın yaptırdığı yalı Mimar AVallaurynin eseri olup, iki katlı simetrik ve iki eksenli bir plana sahipti Yalının 22 odası bulunuyordu Art arda iki tane üç kollu merdivenle ikinci kata çıkılıyordu Yalının büyük sofaları dışarıya cumba şeklinde taşırılmış olup, doğu cephesinin ikinci katında sütunlu bir balkona yer verilmişti Katlar birbirlerinden ahşap bir kornişle ikiye ayrılmıştır Yalının cumbalı bölümlerinde yuvarlak kemerli, diğer bölümlerinde ince uzun dikdörtgen söveli pencereler vardı Denize yönelik cephesinin dışarıya çıkıntılı bölümünde altlı üstlü üçer, iki yan kenarda da yine altlı üstlü ikişer penceresi olan yalının üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştü Denize bakan cephesinde dışarıya çıkıntılı bölümün altına bir de kayıkhane girişi yerleştirilmişti

Yalı orta sofa etrafında sıralanmış odalardan meydana gelen bir plan düzenine sahipti Tavanları yaldızlı bezemelerle süslenmişti Geometrik desenli bordürlerin arasına manzara ve mimari konulu resimler yapılmıştı Yalı 1983 yılında yanmış ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmiştir

İsmail Paşa Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Kandillide bulunan bu yalıyı Garabet Balyan 1853 yılında yapmıştır Birçok kez el değiştiren yalının sahipleri arasında Şam Kethüdası İbrahim Beyin varisleri Hacegândan İbrahim Bey, Kazasker Şeyda Efendi, Anadolu Kazaskeri Hasan Rafet Efendi, Rafet Efendinin oğlu Anadolu Kazaskeri İbrahim Ethem Efendi bulunmaktadır Bundan sonra yalı Sultan II Abdülhamitin (1876–1909) yakınlarından Osman Beyin mülkiyetine geçmiştir Osman Beyin ölümünden (1892) sonra kızı Fikriye Hanım ile damadı Süreyya Paşaya kalmıştır Fikriye Hanım Süreyya Paşanın ölümünden sonra Ferik İsmail Paşa ile evlenmiştir İsmail Paşa yalıyı tamir ettirmiş ve bu nedenle de yalının ismi İsmail Paşa olarak kalmıştır

İsmail Paşa Yalısının güneyinde Abud Efendi Yalısı, kuzeyinde de Kıbrıslı Yalısı bulunmaktadır Bahçesindeki havuz nedeni ile Havuzlu Yalı olarak da tanınmıştır

İsmail Paşa Yalısı üç katlı olup, Abud Efendi Yalısına bitişik olan bölüm harem, Kıbrıslı Yalısına bakan kısmı da selamlık olarak düzenlenmiştir Zemin kat üzerinde bulunan ahşap iki kat çıkmalarla denize taşırılmıştır Harem ve selamlığı birbirinden ayıran bahçede çamaşırhane, mutfak, bir başka hamam bulunmaktadır Dikdörtgen planlı harem orta sofa etrafında yer alan odalardan meydana gelmiştir Zemin kat üzerindeki iki katta büyük bir sofa, bunun çevresinde üç oda, doğu yönünde de aydınlığa bakan iki oda daha bulunmaktadır

Yalının kuzeyindeki selamlık kısmında iki ayrı giriş vardır Burada da sofa etrafında yerleşik oda planı uygulanmıştır İkinci katta denize bakan bir sofa, üç oda ve tuvalet, bahçedeki havuza bakan bölümde ise iki oda ile güneyde büyük bir odası daha vardır

Bu yalı XX yüzyılın başında onarılmış, eski özelliğini yitirerek Art-Nouvau üslubunda yenilenmiştir Bu yalı da 1972 yılında yanmış, yerine bir apartman yapılmıştır

Hekimbaşı Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Anadoluhisarı ile Kanlıca arasında bulunan bu yalı, XIX yüzyılın ikinci yarısında harem ve selamlık olarak yapılmıştır Günümüze yalnızca harem kısmı gelebilmiştir Selamlık kısmı Hekimbaşının ölümünden sonra hissedarları tarafından satılmış ve yerine modern bir yalı yapılmıştır Yalının hareminde Salih Efendinin torunu Mehlika Gürpınar yaşamaktadır

Hekimbaşı Salih Efendi Sultan II Mahmut (1808–1839) zamanında açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanenin ilk mezunlarındandır Sultan Abdülmecitin (1839–1861) Hekimbaşılığına getirilmiştir Hekimbaşı Salih Efendi Milletlerarası Karantina ve Sıhhiye Nizamnamesinin hazırlanması için toplanan komisyona başkanlık yapmıştır Salih Efendi otlardan ve çiçeklerden yaptığı ilaçlarla da tanınmıştır Sultan Abdülmecitin kız kardeşinin çocuklarına ders vermiş bu arada saraydaki cariyelerden biri ile padişahın onayı ile evlenmiştir

Hekimbaşı Salih Efendi iki oda, bir sofa olarak bu yalıyı satın almıştır Yalının ilk sahibinin kim olduğu bilinmemektedir Bundan sonra yalıyı genişletmiş, kuzey kısmı selamlık, güney kısmı da harem konumuna getirilmiştir Salih Efendinin ölümünden sonra iki blok halindeki harem bölümü üçüncü eşi Payidar Hanıma ve kızları Sakibe Hanıma geçmiştir Daha sonra bu bölüm Mehlika Hanımın mülkiyetine, kuzeydeki selamlık kısmı büyük kısmı Mehlika Hanımın teyzesi Übeyde Hanıma geçmiştir Übeyde Hanım kuzeydeki selamlık bölümünü XX yüzyılın başlarında yıktırarak bahçe haline getirmiştir



Hekimbaşı Yalısının günümüze gelen aşı boyalı harem kısmı yan yana üç ayrı bölümden meydana gelmiştir Bu yapılardan biri üç, diğerleri de iki ve tek katlıdır Üç katlı yapının orta katı ahşap direklerin taşıdığı balkonla denize açılmıştır Üzeri ahşap çatılı olan bu yalının birbiri ile uyumlu olmayacak biçimde dikdörtgen pencereleri bulunmaktadır Üç katlı yapının alt katında ince uzun ortada üç penceresi vardır Bunun yanındaki iki kapıdan rıhtıma çıkılmaktadır Birinci kat balkon şeklinde geriye çekilmiştir Üst katta da yine dört pencere dışarıya açılmıştır Yanındaki daha alçak olan bölümün alt ve üst katında üçer pencere, tek katlı olanda da üç, geriye çekilmiş bölümünde de iki penceresi bulunmaktadır

Üç katlı yapının plan düzeninde ortada bir sofa ve çevresinde de küçük yüklükler bulunmaktadır Yalının üst katı tamamen sofaya açılan yatak odalarına ayrılmıştır 1980li yıllarda denize doğru kayma gösteren yalının önüne boydan boya bir rıhtım yaptırmıştır

Recaizâde Ekrem Bey Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Vaniköyde bulunan bu yalı, XIX yüzyılda Vakanüvislik ve Takvimhane Nazırlığı yapan Recai Efendi tarafından yaptırılmıştır Yalı, Recai Efendinin oğlu Tanzimat edebiyatının temsilcilerinden Recaizâde Mahmut Ekrem Beyin ismi ile tanınmıştır

Üç Katlı, ahşap olan bu yapı beyaz ve aşı boyalı diğer boğaz yalılarından farklı olarak sarı renge boyanmıştır Bir süre fabrika binası olarak kullanılan yapı 1989da restore edilmiş ve konut olarak günümüzde kullanılmaktadır Restorasyon sırasında yalının kat planlarında değişiklikler yapılmış olmasına karşılık cephe görünümünde orijinaline sadık kalınmıştır Yalnızca arka cepheye iki pencere açılmış ve denize bakan cephedeki balkon kaldırılmıştır Yalının cephesinde katlar silmelerle birbirinden ayrılmış ilk iki katta ince uzun dikdörtgen yedişer pencere açılmıştır Kırma çatı ile örtülü olan yalının çatı arasına bir de çatı katı yerleştirilmiştir Bu katın da denize açılan diğerlerinden daha küçük ölçüde üç penceresi vardır Cephe görünümünde çatı katı bir alınlığı andırmaktadır

Tuğrakeş Recai Efendi Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Üsküdar ile Kuzguncuk arasındaki Paşalimanında, tütün deposu yanında bulunan bu yalının bulunduğu yerde Kaya Sultanın sarayının olduğu sanılmaktadır Yalının sahibi Sultan III Mustafa (1757-1774) dönemi Reisül Küttaplarından Recai Mehmet Emin Efendidir Recai Mehmet Emin Efendi Reisül Küttablığın ardından Sadaret Kethüdalığı Mesnedine ve defterdarlığa getirilmiştir Recai Efendinin İstanbulda Vefa Kovacılar Caddesi üzerinde sıbyan mektebi, çeşme ve sebilden (1775) oluşan bir de külliyesi bulunmaktadır

Recai Efendi Yalısı iki katlı ahşap bir yapı idi 1942 yılında yıkılmıştır Mimarisi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır Yalının girişindeki taşlıkta XVIII yüzyıla tarihlenen fıskiyeli bir havuzu ve duvara yerleştirilmiş bir selsebili bulunuyordu

Abud Efendi Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandilli Göksu Caddesinde bulunan Abud Efendi Yalısı Banker Altunizade Necip Bey tarafından 1820–1855 tarihlerinde yaptırılmıştır Mimarı kesin olmamakla beraber Balyan ailesinden Karabet Amira Balyan olduğu ileri sürülmüştür

Yalının yapımından kısa bir süre sonra Baron de Vandeouvre tarafından satın alınmış ve bu Fransız aile kırk yıla yakın bir süre burada yaşamıştır Fransız ailenin Fransaya dönüşünden sonra XX yüzyılın başında İstanbul Ticaret Odası Başkanlığında 33 yıl bulunan, ipek ve deri tüccarı Mehmet Abud Efendi (1830–1917) tarafından satın alınmıştır Abud Efendinin ölümünden sonra kızı Belkıs Abud burada yaşamış, 1979 yılında ölümünden sonra da İsmail Özdoyuran tarafından 1980 yılında satın alınmıştır Bundan sonra 1984-1989 yıllarından restore edilmiştir Günümüzde iyi bir durumdadır

Abud Efendi Yalısı iki katlı ve ahşap bir yapı olup, ana binasının yanı sıra servis mekânları, iki kayıkhanesi ve bir de deniz hamamı bulunuyordu Yalı 270 m2lik bir alan içerisinde harem ve selamlığı aynı binadadır Bu yapı içerisinde yalının salonları, sofaları, odaları, merdivenleri ve balkonları bir arada aynı plan düzeni içerisinde yerleştirilmiştir Yapımındaki ahşap bağdadilerde hava ve rutubete karşı dayanıklı meşe ağacı kullanılmıştır Yalının iki sofası, 18 odası bulunmakta olup, üst kat tamamen yarım dikdörtgen planlı bir sofanın etrafına yerleştirilmiştir



Yalının denize karşı batı cephesinin girişinde selamlık sofası yer almıştır Girişin tam karşısında yuvarlak bir merdiven ile yarım daire şeklinde servis merdivenini de kapsayan bir merdiven bölümü bulunmaktadır Buradaki ikinci merdiven aynı zamanda doğu yönündeki harem sofasına açılmaktadır Bu merdiven bölümünün üzeri basık bir kubbe ile örtülmüştür Girişteki haremi kapsayan bölümde denize bakan odalardan birisi içerisinde bulunan bir apsis nişi bu mekânın Baron de Vandeouvre tarafından ibadet yeri olarak kullanılmıştır

Yalının deniz ve kara cephelerinde her iki katında da selamlık ve harem sofaları arasında odalar sıralanmıştır Bu odalardan deniz cephesine sıralananlardan ötürü sofalar oldukça dar tutulmuştur Selamlık sofasının üzerine gelen asıl kabul salonu haç planlıdır Bu salondaki haçın kollarından bahçeye yönelik olanlar dar, derinlikleri çok az, buna karşılık denize yönelik olanlar ise geniş olup derinlikleri çok azdır

Yalının denize ve karaya bakan salonu kare planlı olup, ikişer sütun ile bu mekân üçe ayrılmıştır Salonun orta mekânını örten tonozlu tavan ile haçın kollarının üzeri düz tavanlarla örtülmüştür Bu bölümlerde yağlı boya manzara resimleri bulunmaktadır Ayrıca giriş salonunun kapılarının camları üzerinde de hurma motiflerine yer verilmiştir

Edip Efendi Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandilli Vapur İskelesinin güneyinde, Akıntıburnunda bulunan bu yalının tapı kayıtlarına göre ilk sahibi Muammer Paşa olup, ondan Kani Paşaya geçmiş daha sonra da İbrahim Edip Efendi tarafından 1887 yılında satın alınmıştır XIX yüzyılın ortalarına tarihlenen bu yalı Edip Efendinin ismi ile tanınmıştır

Edip Efendi XIX yüzyıl Osmanlı devlet ricalinden olup, Şuray-ı Devlet üyeliği, Defter-i Hakani ve Maliye Nazırlıklarında bulunmuştur

Bu yalıda Osmanlı hükümeti ile Japonya arasında ilk ticari görüşmeler yapılmıştır Edip Efendinin ölümünden sonra yalı iki oğlu arasında taksim olunmuş ve her iki bölüm de zamanla değişikliğe uğramıştır Zamanla harap duruma gelen ve bir süre terk edilen yalıyı 1986 yılında bir şirket tarafından satın alınmış ve çökmüş durumdaki harem bölümü İstanbul Anıtlar Bölge Kurulunun kararı ile aynı plan ve aynı bezemeler tekrarlanmak sureti ile yeniden yapılmıştır Selamlık kısmının restorasyonu da 1993 yılında yapılmıştır



Edip Efendi Yalısında geleneksel Osmanlı konut mimarisinin özgün planlarından biri uygulanmıştır Burada dış sofalı plan tipi ile karşılaşılmaktadır Yalının harem ve selamlık bölümleri denize paralel aynı plan düzeninde yapılmıştır Her iki bölümün sofaları bir mabeyn koridoru ile birbirine bağlanmıştır Bu sofalardan denize yönelik büyük odalara geniş kapıla açılmıştır Böylece bu mekânlar gerektiğinde birlikte kullanılabilir duruma getirilmiştir Yalının asıl kullanım mekânları üst kattadır Zemin kat yalnızca mutfak, hela ve servis bölümlerine ayrılmıştır Yalının selamlık kısmında bir kayıkhane, harem kısmında da bir hamam bulunmaktadır

Bezeme yönünden selamlık kısmı hareme göre çok daha zengindir Harem mekânlarının tavanları desenli çıtalarla bezenmiştir Selamlık bölümünde ise tavanlar kalem işleri ile bezelidir Güneydeki odanın tavanına örtülen muşamba üzerine de yağlı boya resimler yapılmıştır

Mustafa Fazıl Paşa Yalısı (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Kandilli İskelesinin yanında Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşanın yalısı bulunuyordu Yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber, ilk sahibinin Silahtar Mustafa Paşa olduğu söylenmektedir Sultan IV Mustafa devrinde Enderundan vezir olarak çırağ edilen Süleyman Paşa bu yalıda bir süre yaşamış ve Sultan II Mahmutun tahta çıkışı ile birlikte Şam Valisi olarak İstanbuldan ayrılmıştır XIX yüzyılın başlarında satın alan Mustafa Fazıl Paşa yalıda bazı değişiklikler yapmıştır

Mustafa Paşanın Beyazıt civarında büyük bir konağı ve Çamlıcada da büyük bir köşkü vardı Yaz aylarında burada kısa bir süre kaldığı kaynaklardan öğrenilmiştir

Mustafa Fazıl Paşa 16 yaşında İstanbula gelmiş Babıâliye girmiş, 28 yaşında da vezir rütbesini almıştır Sultan Abdülazizin Mısırdaki veraset usulünü Hıdiv İsmail Paşanın çocukları lehine değiştirmesi Fazıl Paşayı küstürmüş ve Sultan Abdülazizin aleyhinde çalışan yeni Osmanlılarla yakınlık kurmuştur Uzun süre bu cemiyete maddi yardımlarda bulunmuş, bir süre Türkiyeden ayrılarak Avrupada yapılan hürriyet kavgalarına karışmıştır Bu arada Abdülazize yazdığı “Padişahların sarayına en güç giren şey doğruluktur” diye başlayan mektubu da çok ünlüdür Mısırda veraset usulünün değiştirilmesinden sonra Mustafa Fazıl Paşanın Mısır Hıdivi olması ihtimali ortadan kalkınca Mısırdaki emlakine karşılık kendisine Mısır hazinesinden beş milyon lira verilmiştir Paşa bu parayı on yıl içerisinde tüketmiş, son zamanlarında sıkıntı çekmiş, bir ara bir altın leğen ibriği, bir murassa enfiye kutusunu bir bankere rehine olarak vermek zorunda kalmıştır Onun bu durumu Hıdive bildirilmiş ve kendisine ayda 2 bin lira para bağlanmıştır Ancak paşa bu parayı bir defa almış ve 1876 yılında Beyazıttaki konağında ölmüştür

Mustafa Fazıl Paşa hoş sohbet ve misafirperver bir kişi olduğundan Kandillideki yalısında ve Beyazıttaki konağında devamlı misafirlerini ağırlamıştır Kaynaklardan İstanbuldaki ilk maskeli balonun Sultan Abdülaziz zamanında Mustafa Fazıl Paşanın bu yalısında düzenlendiği öğrenilmektedir O günlerde Jön Türklerin hareketlerini izleyen Şehzade Abdülhamit bu balolarla ilgili anılarında bazı bilgiler vermektedir: “Baloyu amcam Sultan Aziz zamanında Çamlıca'da Fazıl Paşa Köşkü'nde yapmış Bu baloda Namık Kemal Bey, Sami Bey gibi bazı zevat da davetli idiler Onlar da donsuz bir entari giymişler, kırmızı gravat takmış, yalın ayak, baş açık sofrada iyş ü nuş etmişler

Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa Mısır Hıdivi İsmail Paşanın küçük kardeşi olup, 1829 yılında Kahirede doğmuştur İsmail Paşadan dört saat sonra doğmasından ötürü Hıdivlik hakkını kaybetmiştir Paşanın bu dört saatlik geç doğmasına her zaman canı sıkılmıştır İsmail Paşa Hıdiv olarak İstanbula birçok kez gelmiş ve Emirgandaki yalısında kalmıştır Mustafa Fazıl Paşa onun bu gelişlerinden birisini Kandillideki yalısında dürbünle izlerken yanındakilerden biri şöyle demiştir: “Ey Rabbim, bu kadar külfet, bu kadar teşrifat hep şu dört saatlik farktan mı ileri geliyor” Buna karşılık Paşa da; “Orası öyle amma eğer o fark olmasaydı biz de sizi kazanamazdık” demiştir

Sultan II Abdülhamit tahta çıktıktan sonra Kandillideki Mustafa Fazıl Paşa Yalısını kardeşi Cemile Sultan için satın almıştır Bu konuyu mabeyn feriki Eğinli Sait Paşa anılarında şöyle belirtir: “Merhum Mustafa Paşanın yalnız 20 bin lira kıymetinde olan Kandillideki sahilhanesini 25 bin liraya Sultan Hamit tarafından satın alındığı ve senetlerinin kendisi vasıtası ile sultana gönderildiğini, bu büyük hediyeye mukabil sultanın, başağası ile 400–500 lira değerinde murassa bir enfiye kutusunu yolladığını ve padişahın kendi ihsanına karşı böyle değersiz bir hediye verilmesine pek canı sıkıldığını o akşam mabeyne gelen Cemile Sultanın kocası Mahmut Paşaya söylemiştir Mahmut Paşa da daha sarrafa borcu ödenmemiş kutuyu geri almıştır

Cemile Sultan Kandillideki yalısında çok fazla oturmamış, Erenköyündeki köşkünde yaşamıştır Yalıyı da resim yapan, ava meraklı Prens Celaleddin Beye bırakmıştır Prens Celaleddin Beyin I Dünya Savaşında ölümünden sonra VI Mehmet Vahidettin tarafından kızı Ulviye Sultan için satın alınmıştır İstanbulun İtilaf Ordusu tarafından ele geçirilmesi sırasında Rumlar bu yalıyı satın almak istemişlerdir Yalı Cumhuriyetin ilk yıllarında yıkılmıştır

Yalının harem ve selamlıktan meydana geldiği, rıhtımından selamlık bahçesine girildiği kaynaklardan öğrenilmektedir Selamlık girişinde mermer bir taşlığa, oradan da sağ ve sol yöndeki iki büyük salona geçiliyordu Girişin karşısındaki holün karşı tarafında dört mermer direk üzerine oturtulmuş bir sahanlık ve çift yönlü parkeden muhteşem bir merdiven bulunuyordu Bu merdivenlerin çevresi somaki mermer kaplı idi Üst katta büyük bir sofa ve bu sofanın sağ ve solunda iki büyük salona geçiliyordu Prens Celaleddin Bey zamanında her odada renkli Hereke halıları bulunuyordu Alt kattaki üç salondan biri koyu fes renginde, diğerleri yeşil ve sarı renkte boyanmış salonlardı Üst kattaki salonlar ise mavi, beyaz ve pembe renge boyalı idi

Yalının plan düzeninde koridorlar ön plana çıkarılmıştı Yatak ve oturma odaları bu koridorlar üzerine yerleştirilmiştir Üst kattaki koridorlardan sağ taraftakinde içerisi renkli çinilerle döşeli iki büyük kurnası olan bir de hamamı vardı

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Mahmut Nedim Paşa Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Vaniköyde, Vaniköy Caddesi üzerinde bulunan bu yalıyı Viyana Sefiri Mahmut Nedim Paşa XIX yüzyılın ikinci yarısında yaptırmıştır Burada bulunan Mahmut Nedim Paşanın büyükbabası Selim Sabit Efendiye ait yalı yıkılmış, çevresindeki yalıların da arsaları satın alınmıştır

Yalı eklektik üslupta, harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir Yalının cadde yönünde de Ağalar Odası bulunmaktadır Selamlığın bahçesinde ise yalının müştemilatından olan ve yakın tarihlerde restore edilen, özelliğini yitirmiş bir yapı daha bulunmaktadır Yalının su gereksinimi rasathane sırtlarından toprağın altından ve üstünden geçirilen boruların oluşturduğu bir su tesisatı ile sağlanmıştır

Geleneksel Osmanlı ev ve yalı mimarisi tiplerinden bir örnek olup, iç sofalı plan düzeninde yapılmıştır Klasik üslupta bağdadi sıvalı ahşap karkas sistemi burada uygulanmıştır Yalının 13 odası ile iki sofası bulunmaktadır İki katlı haremin bir bölümünü oluşturan ve harem ile içeriden bağlantısı bulunan üç katlı, üzeri piramidal külahlı bir kule bulunmaktadır Bu kulenin her katına bir oda yerleştirilmiştir Harem bölümünün odalarının tavanları geniş ve uzun tahtalardan oluşturulmuş, geometrik desenlerle bezenmiştir

Deniz kıyısında rıhtımı olan yapının her iki katı birbirinden sade bir silme ile ayrılmıştır Cephe düzeninde altlı üstlü dikdörtgen söveli altışar pencere bulunmaktadır Yapının hamam ve mutfak mekânları haremin semin kat sofası ile bağlantılıdır Buradaki hamam iki bölümlüdür ve dökme mozaik zeminlidir Mutfak bölümü ise onarımlar sonucu özelliğini yitirmiştir

Yalının selamlık bölümü 1960lı yıllarda yanmış Y Mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından eski yerinden biraz daha geriye çekilerek yeniden yapılmıştır Bu bölümün denize bakan cephesi ve çatısı dışında tüm aksamı ve planı değiştirilmiştir

Eski kaynaklardan yalının içeriye kadar uzanan geniş bir kayıkhanesinin olduğu ve buraya iki saltanat kayığının sığdığı öğrenilmektedir Bahçesinde bir de selsebili vardır Bahçenin harem bölümüne bitişik küçük bir yapı daha bulunmaktadır Günümüzde değişikliğe uğramış bu yapının Mahmut Nedim Paşanın oğlu Prof Nebil Bilhanın Kütüphanesi olduğu söylenmektedir Harem bölümü uzun yıllar Kızılay Hemşire Yurdu olarak kullanılmıştır

Günümüzde yalının harem ve selamlık bölümlerinin mal sahipleri farklı kişilerdir

Tırnakçı (Çürüksulu) Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Salacak sırtlarında Ayşe Sultan Yalısının yanında bulunan bu yalı Enderun-ı Hümayundan yetişen Tülbetağası ve sonrada Mabeyinci ve Tırnakçı olan Mustafa Ağa yaptırmıştır Tırnakçı Yalısı 1798 yılındaki Açık Türbe Yangınında yanmıştır

Bugünkü Çürüksulu Ahmet Paşa Yalısı da Tırnakçızadelerin yaptırmış olduğu yalının yalnızca bir bölümünü oluşturmaktadır Bu yalının XIX yüzyılın başlarında yaptırıldığı sanılmaktadır Kaya temeller üzerine oturtulmuş olan bu yalıyı eski büyükelçilerden Muharrem Nuri Birgi 1968de satın almış, onarmıştır Yalıyı onaran YMimar Turgut Cansever XVI yüzyıldan kalma meşe sütunlara rastladığını söylemiştir Buna dayanılarak yalının çok daha eski tarihlere ait olduğu sanılmaktadır

Geniş bahçe içerisindeki yalının diğer örneklerinde olduğu gibi anıtsal bir görünümü bulunmamaktadır Giriş holü içerisinde yemek holüne yer verilmiştir Ancak iç mimarisi Avrupanın XIX yüzyılda Osmanlı mimarisine etkisini göstermektedir İki katlı olan yalının ince uzun geniş pencereleri Marmara Denizinin Sarayburnu kesimine bakmaktadır Karnıyarık planında yapılmış olan yalının her iki katında da ortada geniş sofalar ve bunun etrafına sıralanmış odalara yer verilmiştir Üzeri geniş saçaklıklı ahşap bir çatı ile örtülmüştür

Tırnakçızadelerin yaptırmış olduğu yalıdan ise günümüze hiçbir iz ve kalıntı gelememiştir

Köçeoğlu Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Çengelköyde bulunan bu yalıyı Sultan V Muratın ünlü sarrafı Agop Köçeoğlu 1780 yılında yaptırmıştır Boğaziçinin en güzel yapılarından olan bu yalı uzun yıllar harap bir halde kalmış, 1943 yılında da yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır Ancak yalının orta salonuna ait bezemeli tavanı yıkıcılardan satın alınarak onarılmış Fatih Sultan Mehmetin yaptırmış olduğu Topkapı Sarayındaki İmrahor Odasına monte edilmiştir

Köçeoğlu yalısı harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelmiştir Harem bölümüne ait uzaktan çekilmiş bir fotoğraftan bilgi edinilmektedir Buna dayanarak harem cephesinin selamlıktan daha geniş ve derinliği de daha fazla idi Yalı önünden geçen caddeye eli böğründelerle taşırılmış ve aşı boya ile boyanmıştır Yalı iki sofalı plan tipine göre yapılmıştı Ortada sofa ile yan avluya bakan küçük sofa haremi bahçeye açılan bir başka sofası daha bulunmakta idi Bu sofa ile selamlıkla bağlantı sağlanmakta idi Merkezi plan tipindeki harem sofasının köşeleri yuvarlatılmıştır Bu sofa deniz ve arka bahçeden iki sütunla ayrılmış eyvanlarla tamamlanıyordu Büyük sofanın dört köşesine de dört ayrı oda yerleştirilmişti Sonraki yıllarda deniz ve cadde yönüne üç ayrı odanın açıldığı bir yan sofa daha eklenmiştir

Yalıda alt ve üst kat planları birbirlerinin tekrarıdır İçerisi XVIII yüzyılın ikinci yarısını yansıtan motiflerle bezeli idi Dış görünümü içine göre oldukça sade idi Kesme taştan rıhtım duvarı üzerindeki zemin katı dış cepheye çok sayıda pencere ile açılmıştır Bu görünüm de yalıyı diğer Boğaziçi yalılarından ayırmaktadır YMimar Sedat Hakkı Eldem bu yalının bir restitüsyon projesini hazırlamıştır

Serasker Rıza Paşa Yalısı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi Vaniköy Caddesinde bulunan bu yalı XIX yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmıştır Yalının ilk sahibinin Mustafa Nuri Paşa (1824–1889) olduğu bilinmektedir Mustafa Nuri Paşa Sultan Abdülaziz (1830–1876 ) zamanında Mabeyn Başkâtibi olmuş, daha sonra Sadaret Müsteşarlığına getirilmiş, 1885te Evkaf Nazırı olmuştur İstanbulda ölmüş ve Süleymaniye Camisinin haziresine gömülmüştür

Yalı sonraki yıllarda Serasker Rıza Paşaya devredilmiştir Sultan Abdülmecit ( 1878–1909) müşiri Serasker Rıza Paşa (1809–1877) Divanyolunda Sultan Mahmut Türbesinin haziresinde gömülüdür

Yalı art-nouveau üslubunda, bodrum, zemin ve çatı katından, harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelmiştir Günümüze yalnızca selamlık bölümü gelebilmiştir Yalı çeşitli dönemlerde yapılan onarımlar sonucu özelliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır Cephe görünümü devrinin özelliklerini yansıtacak biçimde kemerler içerisine alınmış pencerelerle hareketlendirilmiştir İç mekânda orta sofa etrafında sıralanmış odalardan meydana gelmiş, üzeri geniş bir saçakla örtülmüştür

Mabeyinci Ragıp Paşa Yalısı (Kadıköy)

İstanbul ili Kadıköy ilçesi Caddebostanda bulunan bu yalı Ragıp Paşa tarafından XIX yüzyılın sonlarında Sirkeci Garının mimarı Jasmunda yaptırılmıştır Yalı 105000 altına çıkmıştır Yapıldığı Sultan II Abdülhamit döneminde yalı ile ilgili bir takım dedikodular yapılmış, bu arada II Meşrutiyetten ötürü de Ragıp Paşa bu yalıda oturamamıştır

Yalı Avrupa mimarisi etkisinde, kesme taştan yapılmış olup, iki kenarına çokgen gövdeli birer kule yerleştirilmiştir İki katlı olan yalının cephesi boş yer kalmamacasına pencereler, sütunlar, sütunçelerle doldurulmuştur İki yan kanattaki kuleler yapının ana bünyesinden bir kat daha fazladır İç kısmında barok ve rokoko üslubu karışımı bezemeler bulunmaktadır

Amcazade Hüseyin Paşa (Meşruta Yalı) Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Üsküdar ilçesinde Kanlıca ile Anadoluhisarı arasında bulunan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı Sultan II Mustafa (1695–1703) devrinin sadrazamı Köprülü ailesinden Amcazade Hüseyin Paşa tarafından 1797–1698 yıllarında yaptırılmıştır

Amcazade Hüseyin Paşa, Köprülü Mehmet Paşanın erkek kardeşinin oğlu ve Fazıl Ahmet Paşanın da amcası idi Sultan II Mustafa döneminde çeşitli görevlerde bulunmuş, 1607–1702 yıllarında da Sadrazamlık yapmıştır Paşanın Fatih, Saraçhanebaşında bir de külliyesi bulunduğu gibi İstanbul ve Edirnenin çeşitli yerlerinde eserleri vardır

Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı selamlık ve harem bölümlerinden meydana gelmiştir Bunlardan harem dairesi selamlığın 70–80 m kadar güneyinde yer alıyordu Günümüze gelemeyen haremin eski fotoğraflarından iki katlı, iki büyük sofalı, 15–20 odalı olduğu sanılmaktadır Harem bölümünün denize yönelik çıkmalı üç geniş odası vardı Bu bölüme 1893 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rumeli göçmenleri yerleştirilmiş bu nedenle tahrip olmuş ve bir yangın sonucu da ortadan kalkmıştır

Harem ve selamlık bölümünün arasında bir bahçe, arkasındaki tepenin eteklerine kadar uzanan geniş bir alanı vardı Kaynaklardan öğrenildiğine göre; günümüze gelen selamlık divanhanesinden çıkan bir yol Zarifi Paşa ve Esat Bey yalılarının altından geçerek hareme kadar ulaşırdı Amcazade Hüseyin Paşa yalısının yapımından sonra devrin ünlü şairi Nazım, bununla ilgili bir tarih düşürmüştür:

“Gazi Hüseyin Paşa yani Vezir-i Azam
Daldan dadı kuster destur-u kârı ferman
Çarhı saadet üzre yekta mehi cihantâb
Bucu şerefte Rahşan hurşidi alem ânâ
Mimarı tabı pâki deryaya karşu yaptı
Bir böyle hurrem âbâd mevayı hâlet efsâ
Guya bu tarhı rânâ bir şuhu bi bedeldir
Çıkmış kenara eyler rindana seyri derya
Eyvanı serbülendin seyr eyleyüp acem mi
Geçse yere hayadan taku revakı kisra
Ali binayı ziba kâşane-i zerandâd
Valâ makamı dikleş bünyadı ruh bahşâ
Didei Nazım hatif tarihini bu tarhın
Bahrı üzre tarhı ziba câyı Hüseyin Paşa
h1111 (1699)

Amcazade Hüseyin Paşanın vakfını yönetecek evlat ve soyunun oturmasını şart koştuğu bu yalının salonlarından Osmanlı hükümeti zaman zaman yararlanmıştır Burası bir süre hariciye köşkü gibi kullanılmış, Sultan III Ahmetin veziriazamı Damat İbrahim Paşa yabancı elçileri burada kabul etmiştir Yerli ve yabancı yazarların, gezginlerin hayranlıkla sözünü ettiği bu yalıda Karlofça Antlaşması nedeni ile Avusturya elçisine muhteşem bir ziyafet verilmiştir Devrin Vakanüvislerinin sözünü ettiği bu ziyafet, o zamanın İstanbulu için son derece önemli bir olay olmuştur Bunlardan öğrenildiğine göre davetliler çeşitli bayraklarla, fenerlerle süslenmiş üç büyük gemi ile birbirini izleyerek peş peşe yalıya gelmişlerdir 300 kürekçinin kürek çektiği gemilerin en büyüğünde Osmanlı devletinin önde gelenleri ile sefirleri bulunuyordu Kıyıya yaklaşırken yalının çevresinde yanıp sönen fenerler, meşaleler gemidekilerle birleşmiş, deniz üzerindeki kayıkların ışıkları da bunlara eklenince çevre bir renk cümbüşüne dönüşmüştü Bütün bunların yanı sıra gemilerin zincir gürültülerine yalıdan yükselen sazendelerin, hanendelerin şarkıları, ney, tambur, santur, kanun, nefir, musikâr ve keman sesleri karışmıştır Böylece Boğaziçi o güne kadar yaşamadığı ve bir daha yaşayamayacağı bir geceyi yaşamıştır

Amcazade Hüseyin Paşa Yalısının deniz üzerine eli böğründelerle, çıkmalarla, direklerle uzanan divanhanesi ondan sonra, 1650–1750 yıllarında Boğaziçinde yapılan en az 50 civarındaki yalıya da örnek olmuştur Yalının bezemeleri barok rokoko üslubundan etkilenmiş ve Osmanlı süsleme sanatı da onları tamamlamıştır

Cihannüma olarak nitelenen divanhane, ters T plan şeklinde olup, bu şekli ile üç yönden Boğaza bakış sağlanmıştır Kırmızı aşı boyalı yalının üç yanında sıralanmış pencereler, oldukça alçak tutulmuştur Bunun sonucu olarak da deniz üzerindeki gölge ışık oyunları tavanlara, duvarlara yansıtılmıştır Alçak pencereler ile saçak çizgisi arasında kalan cephe çıtalarla, üzerleri sivri kemerli düşey panolarla birbirlerinden ayrılmıştır Divanhanenin üzeri Osmanlı ağaç işçiliğinin, oymacılığının en güzel örneklerinden olan ahşap bir kubbe ile örtülmüştür Kubbe dışında kalan bölümler tekne tavanlarla örtülmüş, bunları geometrik şekilde ağaç işleri, mukarnaslar ve sarkma topuzlar tamamlamıştır Ahşap kubbenin altına da son derece sanatkârane, yekpare mermerden oyulmuş bir havuz yerleştirilmiştir Divanhanenin duvarları altın yaldızlı pano ve nakışlarla bir çiçek bahçesi gibi bezenmiştir Stalaktitli kornişler, çeşitli çiçek ve yaprak motifleri yalı duvarlarını boş yer bırakmamacasına kaplamıştır Burada kırmızı, kurşuni, beyaz renkli yapraklar arasındaki vazolardan çıkan güller veya yalın güller, laleler, karanfillerden oluşmuş buketler olup, mavi desenli beyaz çinili vazolar da onları tamamlamıştır Ayrıca pencere pervazları, kapı ve dolap kapakları fildişi bağ kakmalardan yapılmıştır

XIX yüzyıl sonu, XX yüzyıl başlarında kendi haline terk edilen yalı, ilk kez Türkiye Anıtlarının Korunmasına Yardım Derneği tarafından 1947 yılında kısmen onarılmıştır Ardından Milli Eğitim Bakanlığı yönetimindeki Topkapı Sarayı Müzesince onarılmıştır Bu onarımı YMimar Cahide Tamer tarafından yapılmıştır Bu arada yalının temelleri sağlamlaştırılmışsa da içeriye akan yağmurlar rutubete bezemelerde yer yer dökülmelere, ağaç işlerinde de bozulmalara neden olmuştur Son olarak yalı TAÇ Vakfı tarafından 1956 yılında yıkılmasını önlemek amacıyla kısmen onarılmıştır

Yalının eski selamlık dairesinin hamam, mutfak ve hizmetkârlar dairesinin bahçedeki, bugünkü sokak seviyesine kadar uzanan alanda olduğu sanılmaktadır

Göksu Yalıları (Beykoz)

XVIII-XIX yüzyıllarda Göksu kıyılarında sıralanmış bazı yalılar olduğu Bostancıbaşı Defterlerinden öğrenilmektedir Bu yalılardan hiçbir iz günümüze gelememiştir Bostancıbaşı Defterlerinde ismi geçen yalılar arasında İzzet Paşazade Sait Bey Yalısı, Sabık Şam Kapı Kethüdası İbrahim Bey veresesinin Yalısı, Hazine Kesedarı Efendinin yalısı, Mustafa Ağanın oğlunun yalısı, Tahir Ağazade Şakir Ağanın yalısı, Anadolu Kalemi Kâtibi Emin Efendinin yalısı, Gülsüm Hanımın yalısı, Yemişçizade Ahmet Beyin yalısı, Salih Ağanın yalısı, Osman Ağanın yalısı, Hacegândan Mehmet Bey ile hemşiresinin yalısı, Şam Valisi Silahtar Süleyman Kullarının yalısı, Sabık Kethüda Katibi Tayfur Ağanın yalıları bulunuyordu Bu yalılar sonradan el değiştirmiş, yerlerine yenileri yapılmış ve onlarla ilgili hiçbir iz günümüze gelememiştir

Vecihi Paşa (Prenses Rukiye Sultan) Yalısı (Beykoz)

İstanbul, Beykoz ilçesinde, Kanlıca Koyu, Körfez Caddesinde bulunan bu yalı Osmanlı döneminde çeşitli valiliklerde bulunan Vecihi Paşa tarafından yaptırılmıştır Vecihi Paşanın ölümünden sonra yalının selamlık kısmı kızı Necibe Hanıma, harem ve orta kısmı da oğulları Devlet Şurası Azası Aziz Bey ile İstinaf Mahkemesi Azası Muhlis Beye ve kızı Berlin Viyana Sefirliği yapan Sadullah Paşanın eşi Necibe Hanıma kalmıştır Bundan sonra Aziz Bey yalının orta bölümünü, Muhlis Bey haremi, Necibe Hanım da hissesine düşen selamlığı oğlu Nusret Beyin eşi Mısırlı Abdülhalim Paşanın kızı Rukiye Hanıma yüzgörümlüğü olarak vermiştir Kavalalı Mehmed Ali Paşanın torunu Prenses Rukiye tarafından da1895 yılında yalının selamlığını yıktırarak yeniden yaptırılmıştır Bu nedenle de yalı, Rukiye Sultan Yalısı olarak da tanınmıştır

Aziz Beyin hissesine düşen kısım ölümünden sonra yıktırılmış ve arsası bir Ermeniye rehin edilmiştir I Dünya Savaşı yıllarında Boğaziçinin Kanlıca yöresinde türeyen eşkıyalardan ve onların gönderdikleri tehdit mektuplarından ürken prenses yalıyı terk etmiştir Terk edilen yalı günden güne harap olmuş ve oturulamayacak duruma gelmiştir Bu yıllarda yalıyı satın almak isteyenler çıkmışsa da prenses yalıyı satmamış, sonunda yakınlarının teşviki ile Hıdiv İsmail Paşanın kardeş çocuğu Prenses İffet Hanıma satmıştır Prenses İffet Hanım yalının orijinal şeklini bozmadan onartmış, tavanlarındaki süslemelerin eksiklerini de tamamlamıştır Prenses İffetin ülkeden kaçmasının ardından 1957 yılında Özdemir Atman tarafından satın alınmıştır Yalı günümüzde Atman ailesinin konutu olarak kullanılmaktadır

XIX yüzyıla tarihlendirilen bu yalı Neo-Klasik üslupta, harem ve selamlık bölümü olarak yapılmıştır Yalının selamlık kısmı Prenses Rukiye Sultan tarafından yenilenmiştir

Yalı üç katlı, orta sofalı plan tipindedir Oval biçimdeki orta sofanın çevresine deniz ve bahçe yönlerini görecek biçimde birer eyvan ve sofaya açılan odalar yerleştirilmiştir Yalının son zamanlarda yapılan restorasyonu sırasında bu odalar kaldırılmış, yerlerine iki mutfak ve bir banyo yerleştirilmiştir

Bahçe içerisindeki yalının önünde denize yönelik bir rıhtım bulunmaktadır Yalının üçüncü katına bir balkon yerleştirilmiştir Ayrıca deniz cephesinde yalı boyunca yükselen çıkmada bulunan bu merdivenle ikinci kata çıkılmaktadır Yalının diğer yanında da ayrı bir girişi olup, zemin kattadır Yalının katları birbirlerinden kornişlerle ayrılmıştır Alt kat pencereleri sade ve demir parmaklıklıdır Orta kat pencereleri panjurlu olup, üzerlerine üçgen alınlıklar yerleştirilmiştir Oldukça geniş olan çatı saçağını ise zarif konsollar taşımaktadır Tavanlarında yer yer orijinal ahşap kabartma izleri bulunmaktadır

Zarif Mustafa Paşa Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesi, Anadoluhisarı Körfez Caddesinde bulunan bu yalının XVII yüzyılın sonu veya XVIII yüzyılın başında yapıldığı sanılmaktadır Yalıya ismini veren Zarif Mustafa Paşa yalıyı, Paşanın el yazısı ile yazdığı ve torunlarından birinin elinde bulunan anılarından 1848de satın aldığı öğrenilmektedir Ancak kimden aldığı belirtilmemiştir Kaynaklarda paşanın bu yalıyı üçüncü sahibi olan, Sultan II Mahmutun (1784–1839) Kahvecibaşılığını yapan, Enderundan yetişmiş Kani Beyden satın aldığı belirtilmektedir Kani Bey Sarıkçıbaşılık, Defter Eminliği yapmış ve 1849 yılında da ölmüştür

Sicil-i Osmanîden öğrenildiğine göre Zarif Mustafa Paşa Hassa Süvari Alay Kâtiplerinden olup, Mirliva ve Ferik olmuştur 1845 yılında Dar-i Şüra Reisi olmuş, 1846da bu görevden ayrılarak Mirmirani rütbesi ile Kudüs Mutasarrıfı olmuştur Bundan sonra 1847de Ferik rütbesine yükseltilmiş, 1849 yılında Konya ve Halep Valisi olmuştur Bu görevden kısa bir süre sonra azledilmiş, ardından Vidin ve Erzurum Valisi, Anadolu Ordusu Müşiri olmuştur 1859 yılında Meclis-i Vâlâ Azası olmuş 1863 yılında da ölmüştür Karacaahmet Mezarlığında gömülüdür

Mustafa Zarif Paşa Yalısı harem, selamlık ve mehtabiye köşkü olmak üzere üç ayrı bölümden meydana gelmiştir Mehtabiye köşkünün bir bölümü günümüze gelebilmiş ve bu bölüm çeşitli onarımlar nedeni ile özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir Haremin bir kısmı 1918–1919 yıllarında yıkılmış, kalan bölümüne de 1971 yılında bir gemi çarpmış ve böylece harem bölümü günümüze gelememiştir Günümüze yalnızca selamlık kısmı gelmiştir Restore edilen bu bölüm iyi bir durumdadır Zarif Mustafa Paşa Yalısı yıkılmadan önce kayıkhanesi, bahçeleri, limonluğu ve ahırları ile birlikte Boğaziçinin en büyük yalılarından birisi idi



Zarif Mustafa Paşa Yalısının aşı boyalı iki katlı olan harem bölümünün ikinci kattaki yaldızlı odasının barok bezemeleri, ahşap kaplamaları, stalaktitli tavan bordürlerinin olduğu kaynaklarda belirtilmiştir Amcazade Hüseyin Paşa yalısı ile bu bakımdan benzerlikleri bulunmaktadır

Yalının iyi bir durumda günümüze gelen selamlık kısmı bazı kaynaklara Zarif Mustafa Paşanın torunu olan ve Devlet Şurası Azalarından Esat Beyin ismi ile geçmiştir Neo-Klasik devir özelliklerini taşıyan bu yapı iki katlı olup, sarı boyalıdır Orta sofalı plan tipinde olup, deniz cephesindeki üçgen alınlıklı konsolların taşıdığı bir bölümle dışarıya taşırılmıştır Orta sofa etrafında sıralanmış salon ve odalardan meydana gelen yalının katları silmelerle birbirlerinden ayrılmıştır Aydınlığı sağlayan pencereler dikdörtgen sıra halinde dizilmiş olmasına rağmen, denize çıkmalı bölümde yuvarlak kemerli pencerelere de yer verilmiştir Yalının hamamı sıcaklık ve soğukluktan meydana gelen klasik Osmanlı hamam planı şeklindedir

Rasim Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Çubukluda bulunan Rasim Paşa Yalısının XIX yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır Yalı 1897 yılında yanmış ve ertesi yıl yeniden yapılmıştır Ancak bu kez eskisinden biraz daha küçük ölçüde yapılmıştır Yalıya ismini veren Trablusgarp Valisi Rasim Paşa öldükten sonra varisleri tarafından İstanbul Belediyesine satılmıştır Belediye yalıya herhangi bir fonksiyon verememiş, Belediye Meclisinin aldığı bir kararla İstiklal Savaşı komutanlarından Şükrü Naili Paşaya hediye edilmek istenmiştir Ancak paşa İstanbul Belediyesinin bu hediyesini kabul etmemiştir Bunun üzerine yalı özel idareye devredilmiş, ardından 36 İlkokul olmuştur Onarılmayan yalı okul olduktan sonra daha da harap olmuş, çöküntüler başlamış böyle olunca da okul başka bir yere nakledilmiştir Yalı da kendi haline bırakılmıştır Yalının restorasyonu 1988 yılında başlamıştır

Yalının mimarının kim olduğu bilinmemektedir Yapıldığı dönem ve ampir üslubu dikkate alınarak Balyan ailesinden biri tarafından yapıldığı sanılmaktadır Yalı zemin kat üzerine iki katlıdır Boğaziçindeki diğer yalılardan ayrı olarak simetrik bir plan burada uygulanmamıştır Harem ve selamlık olarak yapılan yalıda orta sofaların etrafına odalar sıralanmıştır Katlar arasında tek yönlü ve çift yönlü merdivenler bağlantıyı sağlamıştır

Yalı denizden üç, karadan da iki katlı idi Kuzey ve deniz cephesinde alınlıklı yapı boyunca yükselen çıkmaları bulunuyordu Yalının kara yönündeki cephesi diğerlerine göre daha sadedir Bu cephede silmeli, dikdörtgen pencerelere yer verilmiştir Diğer cephelerde ise dikdörtgen pencerelerin yanı sıra yuvarlak kemerli pencereler de onların yanına yerleştirilmiştir Denize bakan cephesinde iki uca birer tane, üzerleri üçgen alınlıklı ikili pencere yerleştirilmiştir Yalının girişi kuzey cephesinden üçgen alınlıklı merdivenli, dört sütunlu bir açıklıktadır Yalıda katlar birbirlerinden kornişlerle ayrılmıştır İç bezemesinde tavanlara önem verilmiş, geometrik çıtalı bezemelerin yanı sıra resimler de burada kullanılmıştır

Keçecizade Fuat Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıcada bulunan Keçeci Fuat Paşa Yalısı XIX yüzyılda yapılmıştır Yalıyı Keçecizade Mehmet İzzet Efendinin oğlu Doktor Mehmet Fuat Paşa harem ve selamlık olarak büyük bir bahçe içerisinde yaptırmıştır

Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1815–1868) Sultan Abdülaziz zamanında iki defa sadrazamlık, seraskerlik, hariciye nazırlığı ve büyükelçiliklerde bulunmuştur Şair Keçecizade İzzet Mollanın oğlu olup, İstanbulda doğmuş, Tıphane ismi ile ilk defa açılan Tıp Fakültesinde eğitim görmüş ve hekim olmuştur Tophane Hekimi olarak Çengeloğlu Tahir Paşanın maiyetinde Trablus Seferine katılmıştır Bundan sonra hekimliği bırakarak diplomat olmak için 1837de Babıâli tercüme odasına girmiştir Çok iyi Fransızca bilen Fuat Paşayı o zamanın Hariciye Nazırı Büyük Reşit Paşa tarafından himaye görmüştür Mütercim-i Evvel ve Londra elçiliği başkâtibi (1838), Madrid elçisi (1844) ve Divanı Hümayun (1844) tercümanı olmuştur Ardından Bükreş ve Petersburg elçiliklerinde bulunmuş ve Sadaret Müsteşarlığına getirilmiştir Fuat Paşa Hariciye Nazırı iken Sultan Abdülaziz ile birlikte Avrupa seyahatine katılmış, aynı zamanda edebiyatla da ilgilenmiş Ahmet Cevdet Paşa ile birlikte ilk Osmanlı gramerini yazmıştır Bu eser sonradan Cevdet Paşa tarafından kendisine mal edilmiştir Nesir ve Divan tarzında şiirleri de bulunmaktadır

Keçeci Mehmet Fuat Paşa Molla, hekim ve devlet adamlığı yanında, güzel konuşması ve nüktedanlığıyla tanınmış, 1869 yılında Fransanın Nice kentinde vefat etmiştir, cenazesi bir Fransız gemisi tarafından getirilmiş İstanbulda Peykhane Sokağında kendi yaptırdığı caminin yanına gömülmüştür

Keçecizade Fuat Paşa bu yalıda Osmanlı İmparatorluğuna yön veren kararlar almış ve siyasi görüşmeler yapmıştır Burada düzenlenen toplantılara başta Sultan Abdülaziz olmak üzere yerli ve yabancı devlet adamları gelmiştir Kanlıca Muayidesi ismi ile tanınan bir antlaşma da yine bu yalıda imzalanmıştır O günlerde yalıyı sık sık ziyaret eden yabancı bir devlet adamı da Yalıyı şöyle tanımlamaktadır:

“Fuat Paşanın Kanlıcadaki yalısına ayak basan, kimin karşısına çıkacağını derhal anlar Zira yalının görünüşü bile büyüklük ishar eder Ali Paşanın konağı büyük bir konaktır, fakat Fuat Paşanın yalısına muhteşem tabirinden başka bir şey bulunamaz Boğziçinin dağları üstünde kurulmuş olan bu yalı arkadaki tepelere kadar uzayan büyük koruluklarla çevrilidir Koruluğun üst tarafına çıkıldığı zaman gözler Rumeli ve Anadolu kıyılarını tamamıyla kavrar Yalının etrafındaki mükellef bahçeler herkese açıktır Bildik ve yabancı kim isterse koruluğun altına girerek Boğazın güzelliklerini seyredebilir

Fransız gezgin yalıya bir sabah saatinde gitmiştir Kendisini Fuat Paşanın dairesi altında bulunan bekleme salonuna aldılar Salonda paşayı ziyarete gelen birçok Avrupalı iş adamı bulunuyordu Hepsinin koltukları altında planlar, projeler vardı Hepsi şimendifer gibi, kanal gibi sağlam banka teklifleri ile paşayı görmeye gelmişlerdi Hepsi de Onu ikna ederek bir iki milyon alabilme hülyasındaydılar

Fransız seyyah bu ziyaretçileri tetkik ederken üst kattan gelen bir piyano sesi salonu doldurdu Beklemekten yorulan ziyaretçi orada rastladığı İzmirli bir Rum dostu ile beraber kayıkla Boğaziçi gezintisine çıktı Rum dostu ona demişti ki; hele şöyle kayıkla bir gezinti yapalım karlı çıkarız Emin olunuz İstanbulda yegâne harika şu Boğaziçidir İnsan Boğazın sularında ne kadar gezerse, o kadar istifade eder Bir iki saat sonra döneriz Paşanın yalıdan çıkıp gittiğini öğreniriz ve üzüntüden kurtuluruz İsterseniz yarın gene Kanlıcaya gelebilirsiniz, bu defa bahçeleri koruları gezersiniz Fakat paşayı yalıda görmeyi aklınızdan çıkarmalısınız

Keçecizade Fuat Paşa oğlu Nazım Beyin Vükelâ Vapuruna binerken ölmesi üzerine bir süre için yalıyı terk etmiştir Fuat Paşanın ölümünden sonra da Sait Paşa yalıyı satın almak isterse de Sultan II Abdülhamit “Denizden Hıdiv İsmail Paşa Yalısına yakındır” diyerek buna izin vermemiştir Bunun ardından yalı Hıdiv İsmail Paşanın oğullarından Hüsnü Paşaya ihsan edilmiştir Onun ölümüyle de Sait Paşaya satılmıştır Meşrutiyetin ilanından sonra Şehzade Yusuf İzettin Efendi ile Sait Paşa arasında yalının arazisi yanındaki Çavuşpaşa Çiftliği için bir ihtilaf çıkmış ve taraflar mahkemeye düşmüşlerdir Bu durumdan da Sait Paşa kazançlı çıkmıştır

Keçecizade Fuat Paşanın yalısı çevrede tutuşan otlardan sıçrayan kıvılcımla yanmış, yalının yüksek taş duvarları bir süre ayakta kalmışsa da tehlikeli bir durum gösterdiğinden yıkılmıştır Yalının yanındaki kâgir kemerli su bendinin duvarları da Sultan Mehmet Reşatın emri ile yıkılmıştır Bunun da nedeni Sultan Reşat Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa ile Söğütlü Vapuru ile boğazı gezdikleri sırada birçok insanın bu kemerli duvarların altında oturduklarını görmüş, bu yüzden de çökme tehlikesi olabileceğinden ötürü bu duvarları yıktırmıştır

ACabir Vadadan öğrenildiğine göre yalının bahçesi büyük çam ağaçları başta olmak üzere çeşitli ağaçlarla kaplı idi Yalının arkasında Süngerli Köşk denilen bir yapı bulunuyordu Bu köşk ahşaptan olup, üst katında biri büyük diğeri de küçük odalar vardı Alt katında sünger taklidi merdivenler olmasından ötürü Süngerli Köşk ismi buraya yakıştırılmıştı Yalı ve arsasının cephesinin 125 m uzunluğunda olduğu, yanında kayıkhanesinin bulunduğu öğrenilmektedir

Marki Necip Bey Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesi, Anadoluhisarı Körfez Caddesi üzerinde bulunan bu yalıyı XIX yüzyıl sonlarında bir Fransız markisi yaptırmıştır Bu marki İslamiyeti kabul etmiş ve Ahmet Necip ismini almıştır Bu nedenle de Marki Necip Bey Yalısı olarak tanınmıştır Yalının mimarının bir İtalyan olduğu bilinmektedir

Yalı dört katlı ve bir de çatı katından meydana gelmiştir Deniz seviyesi ile üzerindeki yol arasında kot farkı olduğundan cadde yönündeki bir kapıdan yalının dördüncü katına girilmektedir Bu katta önce bir giriş holü, sonra da tonozlu küçük bir mekân vardır Burada alt katlara inen merdivenler bulunmaktadır Dördüncü katta denize cephesi olan geniş bir salon vardır Salonun önüne de oldukça geniş bir teras yerleştirilmiştir Yalının diğer katlarının planları birbirinin eşidir Birinci ve ikinci katlarda denize cephesi olan birer büyük salona yer verilmiştir Yalnız üçüncü kat ile ikinci katın salonuna balkon şeklinde bir bölüm eklenmiştir İkinci ve üçüncü katlarda bahçeye ve caddeye yönelik odalar sıralanmıştır Zemin katta ise deniz seviyesi boydan boya balkonludur Bu balkona kemerli beş pencere açılmaktadır Ayrıca yapının Anadoluhisarı yönündeki yan cephesine de küçük bir balkon yerleştirilmiştir İlk yapılışında kayıkhane olan bölüm de bir vitray ile kapatılmış, önü rıhtım olarak düzenlenmiştir

Zemin kattan bahçeye geçilir Bu geçişin bulunduğu bölüm yapı boyunca aynı yükseklikte bir çıkma şeklindedir Yalının bahçeye bakan cephesindeki zemin kat iki tarafı renkli taşlarla süslü, ince sütunlu ve dilimli kemerlidir Yalının içerisinde tavanlar ve salonlar bitkisel ve geometrik motifli kabartmalarla bezenmiştir

Erdoğan Demirören ailesi 1977 yılından beri bu yalıda yaşamaktadır Yalı 1983 yılında yanmış ve yeni baştan restore edilmiştir

Saffet Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca Vapur İskelesinin güneyinde bulunuyordu Bu yalıyı Ethem Efendi isimli bir kişi 1760 yılında yaptırmıştır Boğaziçinin en eski ve en bakımlı yalılarından biri olarak nitelenen bu yapı Sultan II Abdülhamit döneminde (1876–1909) altı kez Hariciye Nazırlığı, kısa bir süre de Sadrazamlık yapan Saffet Paşanın mülkiyetine geçmiştir Saffet Paşa bu yalıyı harap bir durumda 1865 yılında tamir ettirmiştir 1876 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşmasından (1878) sonra bu yalıda tarihi bir toplantı yapılmıştır Bu toplantılardan birisinde Saffet Paşa Kont Şövalov, İgnatiyef Salisburinin de bulunduğu bir heyete burada ziyafet vermiştir Ardından içlerinde Prusya Prensi Waldemar, Gloucester Düşesi, Bavyera Prensi Konrad, Somersed Maukham ve Agata Christienin de bulunduğu birçok ünlü kişi bu yalıda ağırlanmıştır Saffet Paşanın ölümünden sonra ailesine intikal eden yalının son sahiplerinden birisi de Kadri Cenani olmuştur

Saffet Paşa Yalısı harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir Ayrıca hamamı, kayıkhanesi de vardı Yalının harem bölümü 1920 yılında yıktırılmıştır Bundan sonra haremin arsası ile selamlık bahçesinin bir kısmı birbirinden ayrılmış, Saffet Paşanın ikinci oğlu Faiz Beyin kızı Aliye Hanımın oğlu Sedat Simaviye satılmıştır Sedat Simavi de 1939–1941 yıllarında burada yeni bir yalı yaptırmıştır Selamlık bölümü ise 1976 yılında yanmış, arta kalan duvar kalıntıları da yıktırılarak yerine bir betonarme yalı yapılmıştır

Saffet Paşa Yalısı çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla orijinalliğinden kısmen uzaklaşmış olmasına rağmen yine de Türk sivil mimarisinin örneklerinden birisi idi Harem ve selamlık bölümleri orta sofalı plan tipinin simetrik olarak uygulanmasından meydana gelmişti İki katlı yalının arka cephesinden ön cephesine kadar uzanan dikdörtgen sofaları bulunuyordu Katlar arasında bağlantıyı üç kollu merdivenler sağlıyordu Bu sofalara açılan dikdörtgen planlı farklı boyutlarda odaları vardı Bu odalardan bazıları ahşap direk ve konsollarla dışarıya doğru genişletilmiştir Selamlığın güney cephesinde bir eyvan içerisinde girişi vardı Bu girişin içerisine son derece güzel bir çini pano yerleştirilmiştir Buradaki zemin yükseltilmiş, mermerle kaplanmış, eyvanın önüne de Rodos işi çakıllarla bir bezeme yapılmıştı Yalının bütünü barok ve ampir üslubunu yansıtıyordu Odaların ahşap oymalı tavanlarındaki bezemelerinin Hasköy sandalcıları tarafından yapıldığı yalının son sahibi Kadri Cenani söylemiştir

Bu yalıdaki bir başka özellik de Batılılaşma dönemi Osmanlı sivil mimarisinin kendine özgü kemerli nişlerinin bulunuşudur Harem ve selamlık arasındaki avlu XIX yüzyılın sonlarında yapılan bir onarım sırasında ortadan kaldırılmış ve buraya bölümleri birbirine bağlayan iki koridor eklenmiştir

Sedat Simavi Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıcada bulunan Saffet Paşa Yalısının yıktırılan haremi ile harem bahçesinin tamamı, eski Yedigün Müessesesinin sahibi, Hürriyet Gazetesinin kurucusu Sedat Simavi tarafından satın alınmıştır Burada 1938 yılında kâgir bir yalının yapımına başlanmışsa da II Dünya Savaşının çıkması ile yapı malzemesinin sağlanmasında güçlükler çıkmış ve yalı ancak 1941 yılında tamamlanmıştır

Eski Boğaziçi yalılarına benzemeyen bir mimari üslupta olan bu yalı Kanlıcada ilk kaloriferli bina olarak tanınmıştır

Halil Ethem Eldem (Osman Hamdi Bey) Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesi, Çubuklu İskele Caddesinde bulunan bu yapı Sultan II Abdülhamitin (1876–1909) sadrazamlarından Ethem İbrahim Paşa tarafından XIX yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmıştır

Neo-Klasik üsluptaki yalı harem ve selamlık olmak üzere iki bölümlü simetrik düzende bir plana sahiptir Müşterek orta sofalı, iki yan sofalı ve iki bölümlü plan tipindedir Yalının zemin katı taş, üzerindeki iki katı ahşaptandır Her katın güney ve kuzey yönlerinde iki merdiven bir orta sofa, iki yan sofa, altı oda ve iki tuvaleti bulunmaktadır Yalının iki dış yüzü kavisli olup, orta sofanın iki yanındaki harem ve selamlık dairelerinin ikisi deniz yönüne biri de kara tarafına olmak üzere üçer odası bulunmaktadır Yalıya kuzey ve güney yan cephelerindeki merdivenli kapılardan girilmektedir

Dış cephe görünümünde birinci katta üçgen alınlıklı, demir şebekeli pencerelere yer verilmiştir Üst kat pencereleri oldukça sade olup, ahşap kepenklidir Yalının bahçesinde bulunan selsebil Kanlıcadaki Bahai Yalısından buraya getirilmiştir Bunun yanı sıra bahçede kaskatlı bir havuz ile iki küçük mermer çeşmeye de yer verilmiştir Yalının kayıkhanesi son onarımlar sırasında kapatılmıştır

Yalı uzun yıllar harap bir halde kalmış, 1988–1990 yıllarında yenilenmiş, betona dönüştürülmüş ve dış cephesi ahşap kaplanmıştır Plan özellikleri ise bozulmamıştır

Nuri Paşa Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıcada bulunan bu yalı, Sultan II Abdülhamit döneminde Nuri Paşa tarafından 1895 yılında yaptırılmıştır Nuri Paşanın oğlu Marki Necip Yalısının sahibinin kızı ile evlenmiştir Sonraki yıllarda yalı eski bakanlardan Muhlis Erkmenin mülkiyetine geçmiş, daha sonra da Sadıkzadeler tarafından satın alınmış, son olarak da Rahmi Koçun mülkiyetine geçmiş olup, Rahmi Koç Yalısı olarak da anılmaktadır

Yalı XIX yüzyıl ikinci yarısında yapılmış art-nouveau üslubu yapılardan bir örnektir İki katlı ahşap yalı son onarımlar sırasında beton takviyeli olarak yenilenmiştir Yalı orta sofa etrafında sıralanmış odaların oluşturduğu plan düzenine göre yapılmıştır Yalının ortasında denize yönelik altlı üstlü birer balkonu bulunmaktadır Bunlardan üst balkon ahşap çatının devamı üçgen bir alınlıkla sonuçlanmaktadır

Mektupçu Ali Bey Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıcada bulunan bu yalı, XIX yüzyılda Sadaret Mektupçusu Ali Bey tarafından yaptırılmıştır

Günümüze gelemeyen bu yalı geniş bir bahçe ve çam ağaçlarının arasında iki katlı bir yapı idi Harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelen yalının Meşrutiyetin ilanı sırasında yıktırılmıştır Selamlık tarafında bulunan kayık havuzu ise 1925 yılında yol yapımı nedeni ile üzeri doldurulmuştur

Kezzubi Hasan Efendi Yalısı (Beykoz)

İstanbul Beykoz ilçesi, Kanlıcada bulunan bu yalı, XVIII yüzyılın sonu, XIX yüzyılın başlarında yapılmıştır Sokak seviyesinin 3 m altında bulunan bu yalı 1893 yılında yanmıştır Arkasındaki arazide bulunan köşkü ise zamanla harap olmuş ve 1937 yılında da tamamen yok olmuştur

ACabir Vadadan öğrenildiğine göre; yalı setler halinde ağaçlıklı bir alanda yapılmıştı Harem ve selamlıktan meydana gelen yalının mimari yapısı ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır

Asaf Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul Beykoz ilçesi, Kanlıcada bulunan bu yalı XIX yüzyılın başlarında Selami Efendi bir kişi tarafından yaptırılmıştır Harem ve selamlıktan meydana gelen yalı iki ayrı bölüm halinde idi Arkasında da bir köşkü bulunuyordu Şerif Abdülmuttalip tarafından satın alınan yalı daha sonra Asaf Paşaya satılmıştır Asaf Paşanın ölümünden sonra yalı yıktırılmış, arsası Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşanın torunu Vedia Hanıma satılmıştır Arkasındaki köşk de Karaköy Börekçisi Hüseyin Çeyrek tarafından satın alınmıştır

ACabir Vadadan öğrenildiğine göre; bahçe içerisindeki bu yalının bir de arka ile bağlantısını sağlayan halka açık tünel şeklinde bir yolu vardı Bu yalının arsasını 1938 yılında Bahriye Vekâleti Sıhhiye Müdürlüğünden emekli Mazhar Tan satın almış ve buraya kâgir bir köşk-yalı yaptırmıştır

Sahaflar Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıcada bulunan bu yalı XVIII yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir Yalının sahibi Sahaflar Şeyhi Vakanüvis Esat Efendi olup, ondan ötürü de Sahaflar Yalısı olarak tanınmıştır Mimari yönden bir özelliği olmayan bu yalı daha sonra Mirliva Şükrü Beyin mülkiyetine geçmiş 1911 yılında da yanmıştır

Rıfat Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıcada vapur iskelesi ile Sahaflar Yalısı arasında yer alan bu yalı XVIII yüzyılda Rıfat Paşanın babası Hacı Ali Bey tarafından yaptırılmıştır Sadık Rıfat Paşa Meclisi Vâlâ, Ahkâmı Adliye ve Tanzimat azalıklarında bulunmuş, dört defa Hariciye, bir defa da Maliye Nazırlığında bulunmuştur Bu yalıyı daha sonra Sultan II Abdülhamitin kız kardeşi Cemile Sultan satın almış, Rıfat Paşa da Çubukluda deniz kenarındaki bir araziyi satın alarak buradaki körfezi doldurmuş, harem ve selamlıktan ibaret büyük bir yalı yaptırmıştır

Rıfat Paşa Yalısı Cemile Sultanın mülkiyetinde iken 1871 yılında yanmış, yangından arta kalan selamlık XIX yüzyılın başlarına kadar ayakta kalmıştır Daha sonra bu araziyi Yağcı Haci Şefik Bey ile ortağı satın almışlardır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Yağcı Şefik Bey Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıcada bulunan bu yalı Rıfat Paşa Yalısının bulunduğu yerde XIX yüzyılın ortalarında yaptırılmıştır Daha sonra Donanma Cemiyetinin kurucusu Şefik Bey Cemile Sultana ait buradaki arazinin yerine 1905 yılında bu yalıyı yaptırmıştır

Geniş ağaçlıklı bir alanda bulunan yalının iki salhanesi ve arkasında da dükkânları vardı Salhanelerin biri köyün kasabına, diğer dükkân da vakfa ait iken her ikisi de yıktırılmıştır Ayrıca yalının yanında sekiz kayığı barındıracak genişlikte bir de havuzu bulunuyordu

Harem ve selamlıktan meydana gelen yalı, klasik Osmanlı yalı mimarisi tipinde idi İstanbul Belediyesi tarafından 1934 yılında yanındaki iskele ile birlikte onarılmıştır

Nevres Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıcada Sultan II Mahmut devrinde Baha Molla tarafından XIX yüzyılın ilk yarısında yaptırılmıştır Baha Molla bir gece Ermeniler tarafından öldürülmüştür Yalıda hizmetçilik yapan bir Ermeninin anlattığına göre Ermeni fırıncılar sabaha karşı yalı halkı uykuda iken içeri girmiş Baha Mollayı parası için öldürmüşlerdir Sultan II Mahmut Ermeni katilleri yakalamış ve Kanlıca çarşısında onları idam ettirmiştir

Bu yalı Marrif Nazırlığında bulunan Şair ve musikişinas Nevres Paşanın eşi Fatma Zehra Hanım tarafından satın alınmıştır Nevres Paşanın tedavi için gittiği Fransada Nice şehrinde 1872 tarihinde ölümünden önce Fatma Zehra Hanım yalıyı kardeşi Nihat Beye vermiş ve Emniyet Sandığına ipotek edilmiştir Paşanın ölümünden sonra Emniyet Sandığı ile Şuray-ı Devlet Azasından Sami Paşazade Sami Bey arasındaki anlaşma sonucunda yalı 1886da Sami Bey tarafından işgal edilmiştir Sami Bey yalının ahşap kazıklı rıhtımını yontma taşa çevirmiş, yalıyı tamir etmiş, genişletmiş ve boyatmıştır Yalının arka bahçesinde iç içe çiçek tarhları yapılmış ve kalorifer tesisatı ile de ısıtmıştır

Yalının asıl sahibi olan Nihat Beyin ölümünden sonra varislerinin açtığı dava sonucunda Emniyet Sandığının alacağına karşılık yalı üzerindeki anlaşmazlık sürerken 1906 yılında yanmış, Emniyet Sandığı alacağından vazgeçerek yalıyı sahiplerine bırakmıştır Bundan sonra yalının arsası ikiye bölünmüş rıhtımlı kısmına Doktor Hakkı Nevin, diğer kısmını da Deniz Albay Muzaffer Bey satın almıştır Doktor Hakkı Nevin yalıyı kâgir olarak yaptırmış, Albay Muzafferin ölümü üzerine de varisleri yalıyı emekli hâkim Sami Temizele satmışlardır Bundan sonra çiçek tarhlarının bulunduğu arka bahçe Tanburi Ahmet Bey tarafından satın alınmış ve orada ahşap bir bina yapılmıştır Sami Beyin mülkiyetinde olan kısım da 1908de Operatör Remzi Beye satılmış, burada ahşap bir yalı yapılmış ancak, onun da ölümünden sonra burasını 1931 yılında Sami Temizel satın almıştır

Mehmet Muhtar Bey Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi Kanlıcada bulunan bu yalı XIX yüzyılda Mısır Kethüdası Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşanın eşi Adile Sultanın Kethüdası Mehmet Muhtar Bey tarafından yaptırılmıştır Deniz kıyısında 120 m uzunluğunda olan bu yalının hamamı, kayıkhanesi, harem ve selamlık daireleri bulunuyordu

Mehmet Muhtar Beyin ölümünden sonra yalı oğulları Mısır Kethüdası Mahmut Aziz Bey ile Burdur Mutasarrıfı Mustafa Nuri Paşaya geçmiştir Yalının selamlık, arka bahçesi ve haremi Mahmut Aziz Beyin, diğer tarafı da haremin bir bölümü ile birlikte kayıkhanesi Mustafa Nuri Paşanın mülkiyetine geçmiştir Mahmut Aziz Beyin ölümünden sonra varisleri tarafından Van Valisi Nazım Paşaya satılmış ve yalı 1911 yılında yıkılmıştır Bundan sonra yalının arsası üzerine Hacı Ahmet Hayri Bey büyük bir yalı yaptırmıştır Bu yalı da harem ve selamlıktan meydana gelmiştir Daha sonra Mehmet Muhtar Beyin yaptırdığı selamlık Gülhane Hastanesinden ProfDr Emekli Albay Şükrü Cangör tarafından satın alınmış ve yalı 1937 yılında görünümünü tamamen değiştirecek biçimde onarılmıştır

Hacı Ahmet Beyin payına düşen bölüm ise 1941 yılında ölümünden sonra oğlu Fuat Ramazanoğlunun mülkiyetine geçmiş, 1942 yılında bahçesinin üst tarafı Doktor Hüseyin Beye satılmıştır Bu bölüm Emniyet Sandığından ipotek edilmiş, borç ödenemeyince de 1984 yılında Avukat Mazhar Seyhun tarafından satın alınmıştır

Miskyağcı Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca Körfezinin girişinde bulunan bu yalının ne zaman yapıldığı ve ne zaman yıkıldığı kesinlik kazanamamıştır Kalıntıları üzerine 1939 ve 1941 yıllarında tuğladan yeni bir yalı yaptırılmıştır Bu yalının Sultan Abdülaziz zamanında 1863 yılında Sultanahmet Meydanında kurulan hirfet, sanat ve ticaret sergisinin kalıntılarından yapıldığı sanılmaktadır Sonraki yıllarda Uzunçarşıda miskyağcılık ticareti ile meşgul olan Hacı Tevfik Bey ve kardeşleri Hasip ve Haşim Beyler tarafından satın alınmıştır Günümüzde bu yalıdan herhangi bir iz gelememiştir Son kalıntısı olan hamamı da 1943 yılında yıktırılmıştır

Yağlıkçı Hacı Reşit Bey Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca Bahayi Körfezinin kuzey ucunda bulunan bu yalıyı Yağlıkçı Hacı Reşit Bey yaptırmıştır XIX yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen yalı döneminin en iyi malzemesi ve temiz işçiliği ile ahşap ve üç katlı olarak yapılmıştır

Yalının önünde rıhtımı, yanında ayrı bir hamamı ile önü havuzlu geniş bir kayıkhanesi vardır Hamamın arkasında çamaşır yıkama-kurutma binaları, geniş bahçesinde çeşitli meyve ağaçları ve iki de küçük havuzu vardır Yağlıkçı Hacı Reşit Beyin ölümünden sonra eşi, oğlu ve kızının mülkiyetine geçen yalı satılmıştır Yalı 1980li yıllarda Barlas Turan tarafından restore edilmiştir

Ethem Pertev Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesinde bulunan Ethem Pertev Yalısı 1860 yılında Art Nouveau üslubunda yaptırılmıştır Bu yalının kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanmamakla beraber saraylı bir kadın tarafından yaptırıldığı ileri sürülmektedir Saraydan yaşlılığından ötürü ödüllendirilmiş bir hanım olup, bundan dolayı yalıya Saraylı Hanım Yalısı ismi de verilmiştir ACabir Vadadan öğrenildiğine göre; bu hanım uzun yıllar kimse ile görüşüp konuşmamıştır Eczacı Ethem Pertev Bey bu yalıya kiracı olarak girmiş sonra da yalıyı satın almıştır

Eczacı Ethem Pertev Bey, Türkiye eczacılık tarihinin önemli kişilerinden olup, ailesi Bulgaristan'daki Tırnova kentinden İstanbul'a gelmişti Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'nin yeni açılan eczacılık bölümünün ilk mezunlarındandır Ethem Bey İstanbul Aksaray'da kendi adını taşıyan eczaneyi açmış, aynı yıl Türkiye'nin ilk hazır ilâcı olarak bilinen "Sirop Pertev"i (Pertev kuvvet şurubu) üretmeye başlamıştır Cumhuriyet'in ilânından sonra Çemberlitaşta Matbaa-i Osmaniye binasının bir kısmını laboratuar haline getirmiş, üretiminin çeşitlerini arttırmıştır

Cephe görünümündeki arabesk ve art nouveau üslubundan ötürü de Süslü Yalı ismi ile de tanınmıştır Yalı kazıklar üzerinde iki katlı ahşap olup, önündeki arabesk balkonu ile dikkat çeken bir mimariye sahiptir Yalı harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir Haremi kayıkhane üzerinde olan yalının alt kattaki balkon ve buradaki bezemelerin yalıya sonradan eklendiği sanılmaktadır Haremin ortasındaki sofadan üst kata çıkılan bir merdiveni bulunmaktadır Bu bölümün ön cephesinde altlı üstlü ikişer odası bulunmaktadır İkinci kattan küçük bir merdivenle de çatı katına çıkılmaktadır Yalının selamlık kısmı ise bahçenin diğer ucundadır Tek katlı olan bu bölüm harem ile aynı mimari üsluba sahiptir

Ethem Beyin ölümünden sonra yalı 1932 yılında satılmıştır Bazı kaynaklara göre yalıyı Şirketi Hayriye kaptanı Hari Bey, bir başka kaynağa göre de Mürşide Hanım isimli biri tarafından satın alınmıştır

Hadi Bey (Manford) Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Sarıyer ilçesi, Kanlıcada bulunan bu yalı XIX yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır İlk sahibinin ve mimarının kim olduğu bilinmemektedir I Dünya Savaşı sonrasında İstanbulun işgali sırasında Licardopulos isimli bir Yunanlı armatörün mülkiyetinde görülmektedir İstiklal Savaşı sonrasında yapılan mübadele hükümlerine göre Avukat Hadi Beyin Selanikteki mülküne karşılık bu yalı ile takas edilmiştir Bundan sonra yalı Hadi Bey Yalısı ismi ile tanınmıştır

Yalı harem ve selamlık olarak iki bölüm halinde ve iki katlı yapılmıştır Boğaza özgü bir renk olan bordo renkli yalı birbirine simetrik orta salonlu ve onun çevresinde sıralanmış odalardan oluşan bir plan düzenine sahiptir Yalının cephesinde dikdörtgen söveli altlı üstlü pencereler sıralanmıştır Ahşap yalının giriş taşlığından sonra merdivenle ikinci kata çıkılmaktadır Alt katta mutfak, yemek odası ve kiler gibi bölümlere yer verilmiştir Yalının arkasındaki korulukta bir de küçük seyir köşkü bulunmaktadır

Komodor Remzi Bey Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Anadoluhisarında, Anadoluhisarının önünde bulunan bu yalı 1917 yılında Komodor Remzi Bey tarafından yaptırılmıştır Daha sonra General Mümtaz Aktaya satılan yalı 1970 yılında Armatör Ali Sohtorikin kızı Prof Dr Erdal İnönünün eşi Sevinç İnönünün mülkiyetine geçmiştir

Yalı zemin üstü üç katlıdır Ayrıca yan kısmına eklenmiş olan bölüm bodrum üstü iki katlıdır Ahşap olan yalının cephe görünümünde mimari bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır Yalnızca cephe dikdörtgen söveli, her katta dörder pencere bulunmaktadır Birinci kattaki ortadaki iki pencere kapı şekline sokulmuş ve önüne bir balkon ilave edilmiştir

Yalı ahşap çatılı olup, ön kısmında çatı üçgen bir alınlık şeklindedir Yakın tarihlerde restore edilmiş ve iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir

Bahriyeli Sedat Bey Yalısı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesi, Anadoluhisarında bulunan bu yalı, Bahriyeli Sedat Beyin dedesi Mustafa Reşit Paşa tarafından XX yüzyılın başında yapılmıştır Bahçesindeki manolyalardan ötürü Manolya Yalısı olarak da isimlendirilmektedir

Yalı barok üslupta, iki katlı harem ve selamlık olmak üzere iki bölüm halinde yapılmıştır Yalı karnıyarık planı şeklinde, orta sofanın etrafında sıralanmış odalardan meydana gelmiştir Her iki bölüm de birbirinin eşidir Yalının cephesinde altlı üstlü iki sıra halinde pencere dizisi bulunmaktadır Bu pencerelerden köşedekiler dikdörtgen söveli, onun yanındakiler ikiz pencere şeklindedir Orta bölümdeki pencereler yuvarlak kemerli olup, ikinci katın ortasına balkon yerleştirilmiştir Bu balkonun üzerine rastlayan çatı katının uzantısına küçük bir balkona yer verilmiştir

Yalının tümü geniş saçaklı ahşap çatılıdır Günümüzde yalı Işıkoğlu ailesinin mülkiyetinde olup, yakın tarihlerde restore edilmiş, bu nedenle de bugün iyi durumdadır

Ahmet Mithat Efendi Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Yalıköyde bulunan bu yalı XIX yüzyılın başlarında yapılmıştır Yalının kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır 1894 yılında satın alan ve burada yaşayan Ahmet Mithat Efendiden ötürü de Onun ismi ile tanınmıştır

Yalı ampir üslubunda bodrum, zemin, iki normal ve bir de çatı katı olmak üzere beş katlıdır Simetrik bir düzene göre harem ve selamlıktan meydana gelmiştir Her iki bölüm dış cephesinde kendisini belli etmektedir Geometrik tavan bezemeleri ile dikkati çekmektedir Harap bir durumda olan yalı 1980li yıllarda yeniden restore edilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.