Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
adan, bilgiler, devleti, devletiadan, genel, hakkında, osmanlı, zye

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



Nişancı

--------------------------------------------------------------------------------

Osmanli devlet teskilatinda, divan-i hümayunda bulunan önemli vazifelilerden biri Padisahin imzasi demek olan "tugra"yi çekmekle görevli olan Nisanci, bazi tarihi' kaynaklarda ve vesikalarda "muvakkî, tevkiî ve tugraî" isimleriyle de anilir Padisahin emrini havi olan ve bastarafina tugra çekilmis vesikalar, Osmanli teskilat dilinde "nisan-i serifi sultani, nisan-i hümâyûn, tugra-i garrâ-i hakani, tevhi-i hümâyun, tevhi-i refî" gibi isimlerle anilir, ancak yaygin olarak bu evraklar kisaca nisan olarak isimlendirilirdi Ayrica Nisancilar, devletin kanunlarini iyi bilen, eski ile yeni kanunlari ve ser'î hukukî kanunlari birlikte telif edebilmesi hasebiyle divanda yeri geldikçe görüsü alinir ve "turakes-i ahkâm, tugra-i serif hizmetlisi, müftî-i kanun" olarak isimlendirilirlerdi

Islâmiyetin ilk devirlerinde, halifelere verilen istidalara, devlet reisi tarafindan verilen cevaba, "tevhi" denilirdi Osmanli devletindeki hatt-i hümayun demek olan bu serhleri, divandaki katiplerin basi yazardi Hz Ömer (ra) istidalari (dilekçeleri) bizzat kendisi cevaplandirirdi Amr îbn As'a verdigi bir cevap da ise söyle yazmislardi: "Emirin senin hakkinda nasil olmasini istiyorsan sen de halk hakkinda öyle ol" Tevhîler ayni zamanda devlet baskaninin imzasini tasidigindan, geçen zaman içinde özel sekiller almislardir Abbasilerden itibaren, tevhi yazilma isi için "divanü'i-insa" denilen daire kurulmustur Bu daire, Büyük Selçuklu Devleti'nde Türkçe olan tugra kelimesi kullanilarak "divanü't-tugra" ismini almistir Anadolu Selçuklu Devleti'nde, Büyük Divan'da bulunan ve arazi defterlerine bakan ve dirlik tevcih beratlarini hazirlayan dairenin baskanina "Pervaneci" denilmistir Bu memur, Osmanli teskilatindaki Nisanciya tekabül etmekteydi Uygur ve Karahanli Devletlerindeki "ulug bitigci" de ayni islerle vazifeli memur idi

Osmanli devletinde, nisancilarin Orhan Gazi zamanindan itibaren, bu padisaha ve haliflerine ait berat ve tugralarin mevcudiyeti ile anlasilmaktadir Nisanci kelimesi, Sultan Ikinci Murad devrinde, arabca müvekki' nin yerine kullanilmaya baslanmistir

Nisanci'ya ait ilk topluca bilgiye Fatih Kanunnâmesi'nde rastlanir Kanunnâmeye göre, merkezde vezirlik, kadiaskerlik ve bas defterdarliktan sonra en yüksek memuriyet nisancilik idi Devletin disari ile yazismasini temin ve tugra çekmek,'en basta gelen vazifesi idi Divan toplantilari esnasinda diger yüksek memurlarla beraber çadirda oturur, Divan'dan sonra verilen yemekte vezirler ve defterdarlarla,ayni sofrada otururdu Nisancilik vazifesine, edebî sahsiyetlerden ve âlimlerden tayin yapilmasi usûldendi ve bu sebeble nisanciliga en çok müderrisler getirilirdi

Tesbit edilebilen ilk, nisanci olan Muhammed Asgarü'l-cezerî'den itibaren, bu memuriyette vazife yapan bütün nisancilar, devletin nizamlarina, teskilatina ve müesseselerine dair kanunlarin toplanmasinda, nesredilmesinde baslica rolü oynadilar Gerçekten, Leyszâde Mehmed b Mustafa, Fatih Kanunnâmesi diye bilinen Kanunnâme-i Âli Osman'in bir araya getirilmesinde ve yazilmasinda en büyük pay sahiplerindendir Nisancilik vazifesinde bulunanlarin teskilatfri isleyisine diger bir katkilari da, divandan çikan ferman'larin tertip, imla ve insa tarzlarinda koyduklari kaidelerdir Konulan bu kaideler, bu nisancilarin haleflerince de aynen tatbik edilmistir Meselâ, Tacîzâde Cafer Çelebi, Koca Nisanci Celâlzâde Mustafa Çelebi, Ramazanzâde, Okçuzâde, Hamza Pasa'nin kendilerine mahsus ferman ve mensur yazis tarzlari vardir

Onyedinci asir sonlarinda kaleme alinmis Tevhiî Abdurrahman Pasa Kanunnâmesinde, Nisancilara mahsus olan kiyafe't söyle tarif edilmektedir Mücevveze sarik sarar, sof üstlük, lokmali kutnî, iç kaftani ve orta abayi giyer, orta raht vururdu Ayrica bu kanunnamede Nisancilarin 400 akçelik haslari oldugu ye Sadr-i â'zamla her vakit görüsebildikleri kayitlidir Bundan baska Eflak-Bogdan voyvodaliklari ile Erdel Kralinin tevcihinden dolayi muayyen bir gelirleri mevcuttur

Osmanli merkez teskilatindaki bu mühim memuriyet, 1836'da kaldirildi Yerine getirildigi görevler de defter eminligine devredildi Önemli fermanlara Bab-i âlî, diger fermanlara ise defter eminliginde Tugra-nüvis denilen memurlar tarafindan tugra çekilmeye baslandi 1838'de ise tugra-nüvislik de kaldirildi ve Bâb-i âli ile birlestirilerek tugra çekme isi, Bâb-i âli dairelerinde yapilmaya baslanildi Daha sonra, nisancilik sadece paye olarak verildi

Tazminattan sonra ise, nisanciligin vazifeleri birkaç memuriyete dagitildi Asli vazifeleri Mabeyn baskatipligi ile Hariciye nazirligina, diger önemsiz vazifeler ise maliye ve defteri hakanî dairelerinde yerine getirilmege baslandi

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



Ordu teşkilatı

--------------------------------------------------------------------------------

Osmanli ordusu, kurulusundan 20 yüzyilin basina kadar kara ve deniz kuvvetleri olmak üzere teskilâtlanmisti 1909-1910 yillarinda Avrupa ordu teskilâtina giren Hava kuvvetleri, 1912'de de Osmanli Devletinde kuruldu

Osmanlilarin kurulusunda ordu, asiret kuvvetlerinden meydana geliyordu Fetihlerin genislemesiyle, gönüllülerin, feth edilen yerlere iskânla da Türkmen bey ve kuvvetlerinin katilmasiyla asker miktari artip, teskilâtlanmaya gidildi Beylik, akinci ve gönüllü kuvvetlerine ilâveten 1361 yilinda yaya (piyâde) ve müsellem (süvâri) olmak üzere muntazam ve dâimî ordu teskilâti kuruldu Osmanli kara kuvvetleri piyâde, süvâri eyâlet askerleri, teknik ve yardimci siniflardan meydana gelirdi Piyâdeler; acemi, yeniçeri, cebeci, topçu, top arabacilari, lagimci, humbaraci ocaklari olmak üzere yedi ocaga ayrilirdi Süvâriler de; sipâhi, silâhtar, sag ulûfeciler, sol ulûfeciler, sag garipler, sol garipler bölükleri olmak üzere alti bölüge ayrilirdi Eyâlet askerleri timarli sipâhiler ve yerli kulu teskilâti olmak üzere ikiye ayrilirdi Timarli sipâhiler, Osmanli ordusunun en önemli kismi olup; timar sâhipleriyle, bunlarin beslemek ve yetistirmekle yükümlü olduklari cebelülerden meydana gelirdi Yerli kulu teskilâti; yurtiçi, geri hizmet, kale kuvvetleri teskilâti olmak üzere üç bölümdü Yurtiçi teskilâti; belderanlar, cerahorlar, derbendciler, martalozlar, menzilciler, voynuklar gruplarindan; geri hizmet teskilâti, yaya ve müsellemler ile yörüklerden; kale kuvvetleri teskilâti, azaplar, gönüllü ve beslilerden meydana gelirdi Akincilar, Osmanli ordusunun öncü kuvvetleri olup, kurulusuna, gelismesine ve genislemesine çok hizmetleri geçti Akincilar onlu sisteme göre teskilâtlanmislardi

Deniz kuvvetleri (Donanma): Osmanli Deniz Kuvvetleri, Karesi, Mentese, Aydin gibi denizci beyliklerin hâkimiyet altina alinmasiyla sâhip olunan gemi ve personeliyle kuruldu Ilk zamanlarda Karamürsel, Edincik ve Izmit'teki gemi insâ tezgâhlari, Sultan Birinci Bâyezîd Han (1386-1402) zamâninda Gelibolu, Sultan Birinci Selim Han (1512-1520) zamaninda Haliç, Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamâninda Süveys ve zamanla Ruscuk, Birecik tersâneleri kuruldu Bu tersânelerde kürekli ve yelkenli gemiler îmâl ediliyordu Buharli gemilerin kesfiyle 1827'de donanma, Bugu denilen bu gemilerle de donatildi Kürekli gemi çesitleri olarak; uçurma, karamürsel, aktarma, üstüaçik, çete kayigi, brolik, celiyye, çamlica, sayka, firkate, mavna, kalite, girab, sahtur, çekelve, kirlangiç, bastarde ve kadirga kullanildi Yelkenli gemi çesitlerinden de; ates, agripar, barça, brik, uskuna, korvet, kalyon, firkateyn, kapak ve üç ambarli kullanildi Donanma-i Hümâyûnun basi 1867 yilina kadar kaptan-i derya, bu târihten sonra da bahriye nâziri ünvânini tasidi Osmanli donanmasi, muazzam teskilâti, kuvvetli harp filosu, cesur, üstün kâbiliyetli kaptan ve leventleriyle Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz ve Kizildeniz'e hâkim olup, Hind ve Atlas Okyanuslarinda Osmanli sancagi ile armasini dalgalandirip temsil ediyorlardi Osmanli donanmasinin 27 Eylül 1538 târihinde müttefik Avrupa devlet ve kavimlerinden meydana gelen Haçli donanmasina karsi kazandigi Preveze Deniz Zaferi, bugün de Deniz Kuvvetleri günü olarak kabul edilmektedir

Osmanli ordusunda atessiz, atesli, koruyucu silâhlar kullanilmaktaydi Atessiz silâhlar; kiliç, ok, sapan, bozdogan, topuz da denilen gürz, kamçi, dögen, balta, meç, simsir, gaddara, yatagan, hançer, kama, mizrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zipkin, tirpan, çatal, halbart, mancinik, müteharrik kule; Atesli Silâhlar; sayka, zarbazen, miyane zarbazen, sahî zarbazen, sakloz, dranki, bedoluska, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarindaki toplar sishaneli karabina, çakmakli, fitilli çesitleriyle tüfek, tabanca kullanilirdi Zirh, karakal, migfer, kalkan da düsman silâhindan muhâfaza için kullanilirdi

1839 Tanzimat ilânina kadar ordu-yu hümâyûnda mülkî vazifeleri de olan askerî rütbeler sunlardir: Sadâret, vezir, beylerbeyi, ülâ, sancak beyi, alaybeyi, kaymakam, binbasi, sagkolagasi, yüzbasi, mülâzim-i evvel, mülâzim-i sânî, zâbit vekili, basçavus, onbasi, nefer Son devir askerî rütbeler ve Ikinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamâninda, 1900'de subay maaslari: müsîr (maresal) iki yüz elli altin, ferik (korgeneneral) yüz altin, mirliva (tümgeneral) altmis altin, miralay (albay) yirmi bes altin, kaymakam (yarbay) on sekiz altin, binbasi on iki altin, kolagasi (kidemli yüzbasi) on altin, yüzbasi bes altin, mülâzim-i evvel (üstegmen) iki buçuk altin, mülâzim-i sâni (tegmen) iki altin, nefer (er) bir mecidiye (bir altinin beste biri) Bu maaslar net ve kesintisiz olup, her ay da ihsân-i sahâne (pâdisâh hediyesi) alan pekçok subay vardi

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



Saray teşkilatı

--------------------------------------------------------------------------------

Osmanli Devletinin kurulusundan sonra, saray teskilâti da diger müesseseler gibi gelisme gösterdi Bursa ve Edirne saraylarindan sonra, Istanbul'un fethi üzerine bugünkü Istanbul Üniversitesi merkez binâsinin oldugu yerde, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafindan Saray-i Atîk denilen eski saray kuruldu Daha sonra yine Fâtih tarafindan Saray-i Cedid adi verilen Topkapi Sarayi yaptirildi

Bu saraylar pâdisâhlarin hem ikâmet ettikleri yer ve hem de bütün devlet islerinin görüsülüp karar verildigi en yüksek devlet dâiresiydi

Osmanli Devletinde saray teskilâti üç kisimdan meydana gelmekteydi:

1) Bîrûn adi verilen dis kisim,
2) Enderûn adi verilen iç kisim,
3) Harem-i hümâyûn

Sarayin Birûn adi verilen kismi sarayin disi, yâni Babüs'saâde hâricindeki teskilâtidir Sarayin Birûn teskilâtinin isleri çesitli oldugundan, her birinin memurlari da ayri ayri siniflardandi

Burada görevli olan ilmiye sinifi ile Birûn agalari denen agalar, sarayin hem harem ve hem de enderûn kisminin hâricindeki yerlerde ve dâirelerde bulunup, vazifelerini yaparlar ve aksamlari evlerine giderlerdi Birûn teskilâtina âit bütün tâyinler sadr-i âzam tarafindan yapilirdi

Enderûn: Sarayin bu kismi yüksek dereceli devlet memuru yetistiren bir mektep ve terbiye yeriydi Pâdisâhlar bir kismi sarayda ve bir kismi da orduda olmak üzere Müslüman Türk terbiye ve kültürü ile yogrulmus, kendilerine sâdik bir sinif yetistirdikten sonra, Osmanli devlet idâresini bunlarin eline vermistir

Küçük yastaki devsirme denilen çocuklar, saraya alinmadan sivil Müslüman Türk âilelerin yaninda büyük bir îtinâ ile yetistirilerek, Müslüman Türk terbiyesi görürlerdi Dînî bilgileri ve Türkçeyi ögrenirler daha sonra saraya alinirlar, burada da mükemmel bir tahsil gördükten sonra, siralari gelince liyâkat ve kâbiliyetlerine göre saray hâricindeki çesitli devlet hizmetlerine tâyin edilirlerdi Sarayda her kogusun ve sinifin fertlerinin kaydina mahsus defterler olup, bunlarin saray terbiyesi üzere yetismeleri için her kogusta lala tâbir edilen hocalar vardi

Osmanli Sarayi, hem devletin en yüksek idâre organi ve hem de en yüksek idârecilerini yetistiren bir müessese idi Sarayin kendine mahsus usûl ve erkâni vardi Islâm ahlâkinin ve insanlik seciyesinin en güzel örnekleri burada yasanir ve buradan Osmanli ülkesine ve dünyâya yayilirdi

Harem-i Hümâyûn: Pâdisâhin âile efrâdinin; pâdisâh kadinlarinin, pâdisâhin kiz ve erkek çocuklari ile harem agalarinin ve muhâsiplerinin oturdugu yerdi Yerlesim olarak vâlide sultanin dâiresi, sehzâdeler mektebi, pâdisâhlarin yatak odalari, câriyelerin yetistigi yerler gibi bölümleri vardi Haremde; vâlide sultan, baskadin efendi, pâdisâh kizlari, gedikli kadin, hizmetçi (câriye)ler bulunurdu

Osmanli sarayinin harem bölümü, hânedan mensuplarinin husûsî âile hayatlarini yasadiklari yerdi Devletin bütün müesseseleri ve cemiyet hayatinda oldugu gibi, buradaki günlük hayat da, Islâmiyetin esaslarina Türk örf ve an'anesine titizlikle riâyet edilerek yürütülürdü Harem-i Hümâyûnda bulunanlar, küçük yaslarindan îtibâren çok titiz ve ciddî bir egitimden geçirilerek yetistirilir, sarayin müstesnâ âdâb ve terbiyesine uymasina îtinâ gösterilirdi

Asirlar boyunca cihan-sümûl Osmanli Devletini idâre etmis, ülkeler fethetmis, ilim ve irfânin ilerlemesine, medeniyetin yükselmesine ve yayilmasina hizmet etmis pâdisâhlarla, mümtaz ahlâk, iffet, sefkat, merhamet ve hamiyet nümûnesi hanim sultanlar, hep bu Harem-i Hümâyûnda terbiye edilerek yetismislerdir Haremde, hânedan âilesinin yasayisini düzenleyen çok muazzam bir tesrifât, (protokol) vardi Harem teskilâti ve müessesesini anlatan çesitli târihî vesikalar mevcuttur

Harem-i Hümâyûnda bulunan câriyeler, Islâm ordularinin düsmanlarla yaptigi harplerde esir edilen kadin ve kizlarla, pâdisâha hediye edilenlerden hizmetçi olarak sarayda bulunanlardi Bunlarin çogu hizmetçi olarak hanim sultanlarin ve haremde vazifeli kadin görevlilerin emrinde hizmet ederek yetisirlerdi Câriyelerin hepsi, uzun süre çok ciddi bir terbiyeden geçirilir, Islâm ahlâki ve Türk örfüne göre yetistirilir, çesitli hizmetlerle vazifelendirilirlerdi Temayüz edenlerinden pek azi, pâdisâhin özel hizmetlerini görmekle de vazifelendirilirdi Bu dereceye yükselmek, câriyeler için pek büyük bir meziyet ve mazhariyetti ve uzun terbiyelerden sonra ulasilirdi Gerek pâdisâhin ve gerekse Harem-i Hümâyûnda bulunan diger hânedan mensuplarinin hizmetlerindeki câriyelerle olan muâmeleleri, Islâm hukûkuna uygundu Keyfilikten, zevk ve safâya zebunluktan uzak olup, Islâmiyetin târif ettigi mesru âile hayâtinin bir nümûnesiydi Câriyelerden çogu kendiliklerinden Müslüman olur, ya sarayda serefli bir ömür sürerler veya münâsip kimselere zengin çeyizlerle gelin edilirler, yuva kurarlardi

Eski ve ortaçaglardaki krallik ve imparatorluk saraylarinda yasanan zevk ve safâhat âlemleriyle, bilhassa saraya mensup kadinlarin karistigi entrikalarin sehvetleri kamçilayan hikâyelerini dinleyip yazmaga alismis bâzi Avrupali muharrirlerle, onlari taklit eden yerli isimler, hiçbir yabancinin girmemis, hiçbir uygunsuz haber duyulmamis olan Osmanli sarayinda da bu kâbil olaylari çok arastirmislar, yazacak hiçbir sey bulamamislardir Asirlar boyunca devam etmis bir hânedan âilesinden süpheli rivâyetler hâlindeki tek tük olayi ise, genis hayalleriyle süsleyip bire bin katarak anlatmislardir Bilhassa Bati insaninin ulasmayi gâye edindigi zevk ve safâhat hayâtinin Avrupa saraylarinda görülen nümûneleri; onlarin târihte emsalsiz bir ihtisam sâhibi Osmanli sarayinda da benzeri bir hayat hayâl etmelerine sebep olmustur Çünkü Avrupali için iktidar ve maddiyatin zevki ve safâyi teminden baska nihâî bir maksadi yok gibidir Harem kelimesiyse, özellikle son zamanlarda çesitli bahânelerle istismar edilmis, Müslüman-Türk ahlâkinin besigi âile yuvasi, çesitli bozuk düsünce sâhiplerinin uydurma sözleriyle lekelenmek istenmistir Bu maksatli iftiralarla dolu yazilarin hedefi; târihteki, Türk ahlâk ve devletini asagi düsürmektir Bu tip maksatli yazilarin hiçbir vesikasi ve degeri de yoktur Harem kadinlarinin hiçbiri, devrinde kendi hayâtini ve haremi anlatan kitap yazmamistir

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



Sosyal hayat

--------------------------------------------------------------------------------

Osmanlilarda sinifsiz toplum hayâti vardi Köle vardi, fakat; Osmanli ülkesinden alinmazdi Kölelik devamli degildi; âzâd edilip, hürriyete kavusarak, devlet kademesinde vazife alabilirdi Kölelikten yetisme ve köle çocugu pekçok devlet adami yüksek memuriyetlerde bulunurdu Kölelikten yetisme sadr-i âzamlar da vardi Bunlardan Koca Yusuf Pasa, Yusuf Ziyâeddin Pasa, Ibrâhim Edhem Pasa, Resid Mehmed Pasa, Hursid Ahmed Pasa, Sâhin Ali Pasa, Silâhtar Süleyman Pasa, Siyavus Pasa gibi sadr-i âzamlar kölelikten yetiserek devlet kademesinde yükselen sahsiyetlerdir Köylü hür olup, serflik yoktu Köylüler ve kasabada oturan halk üretici durumundaydi Sehirlerde esnaf, îmâlâtçi, sanatkâr, idâreci ve ilmiye teskilâti mensuplari otururlardi Askerligi Müslüman halk yapardi Bütün ülke halki Osmanlilik suuru tasirdi Milliyet ayirimi yapilmayip, ümmet esâsi aranirdi Gayr-i müslimler askerlik yapmayip, erkekleri cizye vermekle mükellefti Müslümanlar çogunlukta olup, dört hak mezhep (Hanefî, Sâfiî, Hanbelî, Mâlikî) ve bimezhep firka mensuplari da olmasina ragmen resmî mezhep Hanefiliktir Müslümanlarin temsilcisi Halîfe olup, 1516 târihinden îtibâren Osmanli pâdisâhlari bu mânevî makamin da temsilcileridir Hiristiyanlardan Ortodoks mezhebinin merkezi Istanbul'dadir Ermeni patrikligi de Istanbul'da olup, merkezleri de Osmanli hâkimiyetindeki Revan'di Osmanli topraklarinda Katolikler de bulunmasina ragmen merkezleri Vatikan'di Yahûdîlerde olan Filistin, Osmanli tebeasindandi Mûsevîligin dogus yeri ve merkezi Osmanli topragi idi Avrupalilarin zulmünden kaçan Yahûdîleri de Osmanlilar himâye ediyordu Osmanli vatandasi olan Müslüman ve gayri müslim topluluklar Rum, Ermeni, Yahûdî, Gürcü, Sirp, Bulgar, Macar, Rumen, kendi din ve dillerinde mâbet, okul açip, ibâdetlerini yapabilme hürriyetine sâhiptiler Bu hosgörü, günümüzün hiçbir liberal, kapitalist, komünist ve dikta rejiminin imkân tanimadigi ölçüde serbestti Gayri Türk Müslümanlar devlet kadrosunda ve orduda vazife alirdi, fakat gayri müslimler, Tanzimatin îlânina kadar bu hakka sâhip degildi Gayri müslimler, Tanzimat ve Mesrutiyet ile devlet memuru ve orduya girme hakki kazanmislarsa da, askerlik yapmak istemediklerinden silâh altina alinmamislardir Serbest meslekle ugrasirlardi Gayri müslimler tarafindan islenen hirsizlik, yol kesme, gasp, soygun, adam öldürme, devlet makâmina zarar verme, Islâm dînine karsi hareketler, devlet tarafindan yasaklara uymama, câsusluk ve bunlara benzer suçlar devletçe ve disindakiler de, kendi kilise ve havralarinda bakilirdi Pâdisâhin, ülkedeki gayri müslim ve Türkler üzerinde tâvizsiz hâkimiyeti olup, din adamlari ve kavmî liderleri, Avrupalilarin ve Prusya'nin tahrikine kapilmadan önce merkeze hürmetkârdilar Osmanli tebeasi olup da, propaganda ve tahriklerine kapilarak Osmanliya ihânet eden kavimlerin hiçbiri bugüne kadar huzur yüzü görmemislerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



Toprak idaresi

--------------------------------------------------------------------------------

Osmanli Devleti'nin kurulus döneminde ve bu devletin ekonomik, sosyal ve askerî gelismesinde önemli derecede rol oynayan etkenlerden biri de süphesiz ki toprak sistemidir Bu sistemin gelismesi ile ilgili müesseseler, devlete bir dinamizm veriyordu Bu sebepledir ki ortadan kalkip tarihe mal olusuna kadar toprak, bu devletin hayatinda önemli bir rol oynamisti

Bir toplumun, devlet olabilmesi için, bazi hususiyetleri tasimasi gerekir Toprak (ülke) bu hususiyetlerin basinda gelmektedir Çünkü her bagimsiz devletin, hak ve selahiyetlerini, mutlak surette kullanabildigi, belirli sinirlarla tesbit ve tayin edilmis bulunan cografî bir toprak parçasi diye tarif edilen "ülke" kavrami, ancak belli bir topraga sahip olmakla mümkün olabilir

Islâm öncesi Türklerinde toprak, biri fertlerin digeri de cemaatin olmak üzere iki kisma ayriliyordu Islâm öncesi Türk devletlerinin, kismen yerlesik de olsa, göçebe hayat tarzi ve an'anelerine göre bir mülkiyet telakkisine sahip olduklari bilinmektedir Hayvanlarina otlak vazifesi görmesinden dolayi göçebeler için topragin ehemmiyeti büyüktü Eski Türklerde otlaklar, fertlerin degil, kabile veya cemaatlerin mülkiyetinde bulunuyorlardi Yedisu havalisinde oturan Kazak-Kirgizlarin isledikleri topraklarda, özel mülkiyet ve cemaat mülkiyeti olmak üzere iki tip mülkiyet vardi Özel mülkiyete dahil bulunan arazi, kabilenin müsterek mülkiyetinde bulunan topraklarin paylasilmasi ve sahis ile kabileye ait olmayan bos yerlerin benimsenmesi suretiyle meydana gelmisti Hususi mülkiyette sahibi, tam anlamiyla toragi temellük eder Öldügü zaman arazi, ogullarina miras kalir Ancak vâris bulunmadigi zaman söz konusu olan toprak cemaata kalir Cemaat içerisinde yeni bir aile kurulunca, cemaat ona idaresindeki araziden bir hisse verir Sayet verilebilecek yeni bir arazi yoksa, cemaat tarafindan onun için, bir arazinin tedarik edilmesine çalisilirdi Cemaat mülkiyetine ait olan arazi, muayyen parçalara ayrilarak bir kira karsiliginda geçici olarak fertlerin istifadesine terk edilirdi Bu arazinin kiracilar elinde birakilma müddeti, muhtelif yerlerde toprak, su ve ekim sartlarina göre degisiyordu

Türklerin Islâm'i kabul edip Islâm medeniyeti içindeki yerlerini almalarindan sonra, dinî, iktisadî ve ictimaî hayatlarinda degisiklikler meydana geldi Bu sebeple Müslüman Türkler, her konuda oldugu gibi toprak hukuku ve idaresi bakimindan da Islâmî prensiplere bagli kaldilar Bunun içindir ki, Islâm toprak hukuku ile ilgilenenler tarihî açidan bu sistemi dört ana devreye ayirirlar Bunlar:

a)Islâmiyetin baslangicindan Hz Ömer'in halifeligi dönemine kadar olan devre,

b)Hz Ömer devri,

c)Abbasi ve Selçuklu devri,

d)Osmanli devri

Islâm medeniyeti içerisinde basli basina bir devreye konu olabilecek olan Osmanli toprak uygulamasi, gerçekten toprak hukuku bakimindan büyük bir önem arz eder Filhakika Osmanlilar, birçok müessesede oldugu gibi toprak mevzuunda da kendisinden önceki müslüman devletlerin tatbikatindan istifade etmislerdi Zaten onlara bigâne kalmalari da mümkün degildi Bu sebepledir ki devlet, henüz bir beylik durumunda oldugu zaman bile, Islâmî bir sistemin yerlesmesi için çalisiyordu Bunun içindir ki bu Müslüman unsurlar (göçlerle gelen ve uçlarda yasayan göçebe Müslüman Türkler) Osmanli Beyligi'ni siyasî ve kültürel bakimlardan, klasik Islâm geleneklerinin ihyasini hedef tutan bir devlet olmaya dogru gelistirdiler Osman Gazi'nin halefleri, tedricen "sultan"lar haline geldiler Onlarin etrafinda karakterini dil ve irktan ziyade din ve medeniyetin tayin ettigi bir "Osmanlilar cemiyeti" tesekkül etti

Islâm âleminde bir gelenek olarak, Osmanlilardan önceki müslüman devletlerde ve özellikle Büyük Selçuklularda görülen ikta sistemi, Büyük Selçuklulardan sonra gelen bütün Türk Islâm devletlerinde uygulanmistir

Selçuklularin, askerî mukataalar ihdas etmeleri, hanedanin, kendi baslica dayanagi olan Türk unsuruna mensup kütleleri yabanci sahalarda yerlestirmek, onlara hem toprak vermek hem de lüzumunda askerî bir kuvvet olarak faydalanmak fikrinden dogmustur Bu suretle yavas yavas topraga baglanan göçebeler, hem bir karisiklik âmili olmaktan çikiyor, hem de devlete kuvvetli bir askerî dayanak teskil ediyorlardi Bu usulün ehemmiyet ve faydasi, bilhassa Bizans'tan zapt edilen yeni sahalarda daha açik bir sekilde görünüyordu Kismen harplerde ve fetihlerde imha veya esir edilen ve kismen de yerlerinde birakilan yerli ahaliden kalmis genis Anadolu topraklari, Selçuklularin takib ettikleri ikta sistemi sayesinde yavas yavas Türklesti

Osmanlilarin, kendilerinden önceki Müslüman Türk devletlerinden mâhirâne bir usul ile alip tatbik ettikleri timar sistemi, Osman Gazi ile baslar O, zapt ettigi bütün yerleri timar olarak silah arkadaslari ile askerlerine veriyordu Itaat eden yerli halki da yerinde birakiyordu Hatta o, arkadaslarindan bazilarinin uysal ve itaat eden ahaliyi herhangi bir sebeple yerlerinden kaçirmalarina engel oluyordu Âsikpasazâde'ye göre o: "Her kime kim bir timar virem âni sebepsiz elinden almayalar ve hem ol öldügü vakitte ogluna ve eger küçücük dahi olsa vireler Hizmetkârlari sefer vakti olicak sefere varalar, tâ ol sefere yarayinca Ve her kim kanun düzse Allah andan râzi olsun Ve eger neslimden bir kisi bu kanundan gayri bir kanun koyacak olursa edenden ve ettirenlerden Allah Teâla râzi olmasin" demistir Selçuklu uygulamasi ile ayni özellikleri tasiyan bu sözlerden su sonuçlar çikmaktadir:

1- Sebepsiz yere hiç kimsenin timari elinden alinamaz

2-Timar sahibinin ölümü halinde timari ogluna intikal eder

3-Ogul sefere gidemeyecek kadar küçükse, harbe gidecek yasa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlari sefere gideceklerdir

Anadolu'da, Osman Gazi ile baslayan timar sistemi, ondan sonra gelen torunlari tarafindan devam ettirildi Gerçekten de Orhan zamaninda timar tevcihlerine dair bir çok tarihî kayit bulunmaktadir Ayrica gazilerin yani timar erlerinin yeni zaptedilen uslara yerlestirildigi hakkindaki rivayetler de timarlarin askerî özellik ve mahiyetlerini daha iyi anlamamiza vesile olmaktadir Hatta timarlarda bulunan yerli halk da zaman zaman sipahilerle birlikte kendi din kardeslerine karsi harplere katiliyorlardi Rumeli fetihleri baslayinca timar sistemi oralarda da uygulanmaya basladi Gelibolu havalisinin Yakub Ece ile Gazi Fazil'a timar olarak verildigi ilk tarihî kaynaklarda belirtilmektedir Sultan I Murad devrinde Rumeli fütuhati ehemmiyet kazaninca Anadolu'dan pekçok halk ve bazi Türk asiretleri oradan alinip Rumeli'ye iskan ettirildiler Bu yeni gelenlerin geçimlerini saglamak için onlara toprak tahsis edilmesi gerekiyordu Bu durum sebebiyle, timar sistemi daha da yayginlik kazanmaya basladi

Baslangiçta "Has" ile "Timar" seklinde ikiye ayrilmis olan birlikler, I Murad döneminde yeni bir kategorinin katilmasi ile üç kisma ayrildilar Rumeli Beylerbeyi Lala Sahin Pasa ölünce, onun yerine Kara Ali oglu Kara Timurtas Pasa beylerbeyi olmustu Dirlikleri yeniden düzenlemek isteyen Kara Timurtas Pasa, "Has" ile "Timar" arasinda "Zeâmet" adi ile yeni bir derece ihdas etti Tedricî bir tekâmül takib ettigi muhakkak olan bu toprak sistemi, topragin mülkiyet haklari ile ilgili degildir Böylece rakabesi (possesio) devlet elinde alikonulmus topraklar rejimi, Osmanli Devleti'nde en genis ölçüde ve en serbest bir sekilde tatbik edilebilmistir Bu rejimde, topragin menfaati kendisine birakilan sinif, topragi fiilen isleyen reâyâdir Burada sunu da hemen belirtelim ki, Osmanli reâyasinin sahip bulundugu haklar, Avrupa'daki "Serf'lerin sahip oldugu haklar ile kiyas edilemeyecek kadar daha medenî, daha insanî ve daha mütekâmildir Konuyu daha netlestirmek ve bir fikir vermek üzere Osmanli reâyasinin muasiri olan Avrupa'daki serflikten ve onlarin durumundan kisaca söz etmek gerekir

Avrupa'da topraga yerlestirilmis olan köle (serf, çiftçi) bazi isleri hür insanlar gibi yapamaz O, birçok haktan mahrumdur Derebeylik sisteminin getirdigi feodalizme göre serfler, hukukî bakimdan diger insanlardan tamamen farkli bir hüviyete sahiptirler Asagidaki maddeler, onlarin nasil bir statüye sahip olduklarini ortaya koyacaktir:

a- Istedikleri ile evlenemezler, baska senyörlerin serfleri veya hürlerle evlenemez

b- Serflerin mirasi hür olan insanlarinki gibi vârislerine intikal etmez, sahipleri istedikleri gibi mirasa müdahale edebilirler

> c-Istedikleri meslegi seçme, çalisip çalismamada serbestlikleri yoktur

d-Efendilerinin angarya islerinde çalismak ve belli zamanlarda onlara hediye takdim mecburiyetleri var

e- Serfleri cezalandirmak efendilerine aittir

f-Serfler, ruhban sinifi ve manastirlara giremezler, mahkemelerde hür bir insana karsi sahidlikleri kabul edilmez

Serflerin içinde bulundugu bu duruma karsilik Osmanli reâyâsi hür insanlardi Onlar ,her türlü hukukî statüye sahiptirler Serf veya ortakçi kullarla bir ilgileri yoktur Bu sebepledir ki, Avrupa feodal toplum yapisinda görülen köylü isyan ve ihtilallerine, son derece karisik dinî ve sosyal gruplari bünyesinde toplayan Osmanli Devleti'nde tarihin hiç bir döneminde rastlanmaz Sinif tesekkül ve kavgasina zemin hazirlamayan Osmanli toplum yapisi, baska toplumlarla kiyasi mümkün olmayan sosyal bir özellik arzeder Bati insaninin yüzyillar boyu sürdürdügü sinif mücadelesini ve kölelikten kurtulma savasinin izlerini Türk ictimaî hayatinda görmek mümkün degildir

Osmanli Devleti kuruldugu ve daha sonra feth ettigi memleketlerde, bir çesit toprak köleliginin mevcud oldugu düzensiz bir derebeylik nizami ile karsilasmistir Bu nizamin, toprak münasebetlerinde sebep olacagi düzensizlikleri önlemek için mevcud toprak düzenine sür'atle müdahale etmis, topraga dayanan asalete son vermek suretiyle, topragi isleyenleri serf olmaktan çikarmis, derebeylik yerine timar sistemini, serf yerine timar sahibi olan sipahî ile aralarinda sadece akdî bir münasebet bulunan, bir çesit aynî hak sahibi kiraciya benzer toprak mutasarriflarini ikame etmistir Böyle bir toprak düzeni ise topragin mülkiyetinin devlette olmasiyla mümkündür Iste bunun içindir ki Osmanli hükümdarlari, Islâm fetihlerinin baslangicinda oldugu gibi, fethedilen topraklarin bir kisminin mülkiyetini halka birakirken, bir kisminin rakabesini hazine için alikoymus ve sadece tasarruf hakkini halka tefviz etmistir

Baslangiçta, arazinin mülk ve mirî olarak ikiye ayrildigi Osmanli Devleti'nde, bilahare arazinin tamamina yakin bir kismi mirî rejime tabi tutulmustur Üsküp ve Selânik kanununun basina koydugu mukaddimesinde Ebu Suud Efendi (898-982/1490-1574), arazinin mirî olus sebeplerine temas ederken ayni zamanda, Islâm hukukuna göre arazinin mahiyetinden de söz eder Ona göre:

"Bilâd-i Islâmiyede olan arazi, muktezay-i seriat-i serife üzre üç kisimdir:

Bir kismi arz-i ösriyyedir ki hin-i fetihte (fetih esnasinda) ehl-i Islâm'a temlik olunmustur Sahih mülkleridir (gerçek mülkleridir) Sâir mallari gibi nice dilerlerse tasarruf ederler Ehl-i Islâm üzerine ibtidâen harac vaz'i, na mesrû olmagin (mesru olmadigi için) ösür vaz' olunmustur Ekerler, biçerler, hâsil olan gallenin ösründen gayri asla bir habbe alinmaz Âni dahi kendiler fukara ve mesâkine virürler Sipahdan ve gayridan asla bir ferde helâl degüldür Arz-i Hicaz ve arz-i Basra böyledir

Bir kismi dahi arz-i haraciyedir ki, hin-i fetihte keferenin ellerinde mukarrer kilinup kendilerine temlik olunub üzerlerine hasillarindan ösür yahut sümün yahud subu', yahud südüs, nisfa degin (1/10, 1/8, 1/7, 1/6, 1/2) arzin tahammülüne göre harac-i mukaseme vaz' olunup yilda bir miktar akça dahi harac-i muvazzaf vaz' olunmustur Bu kisim dahi sahiplerinin mülk-i sahihleridir Bey'a ve siraya (satma, satin alma) vesair enva-i tasarrufata kadirdirler Istira edenler dahi vech-i mezbur üzerine ekerler biçerler, harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin verirler Ehl-i Islâm istira etseler dahi kefereden alinagelen haraclari sâkit olmaz (haraçlari düsmez) Bi kusur edâ ederler Egerçi ehl-i Islâm'a ibtidâen harac vaz' olunmak mesru degildir Amma bekaen alinmak mesrudur Mutasarrif olanlar eger ehl-i zimmettir eger ehl-i islâmdir madem ki ellerinde olan yerleri ziraat ve hiraset edüp ta'dil eylemeyeler asla dahl ve taarruz olunmaz nice dilerler ise tasarruf ederler Fevt oldukta sair emvâl ve emlakleri gibi vereselerine intikal eder Sevad-i Irak arazisi böyledir Kütüb-i ser'iyyede mestûr ve meshur olan arazi bu iki kisimdir

Bir kisim dahi vardir ki, ne ösriyyedir ne de vech-i mezbûr üzerine haraciyyedir Âna arz-i memleket derler Asli haraciyedir Lakin sahiplerine temlik olundugu takdirde fevt olup verese-i kesire mabeynlerinde taksim olunup her birine bir cüz'î kit'a degüp her birinin hissesine mabeynlerinde taksim olunup her birine bir cüz'î kit'a degiip her birinin hissesine göre haraclari tevzi ve tayin olunmakta kemal-i suûbet ve iskâl olup belki âdeten muhal olmagin rakabe-i arazi, beytü'l-mal-i müslimîn içün alikonulup reâyaya ariyet tarikiyla virülüp ziraat ve hiraset idüp, bag, bahça ve bostan idüp hâsil olandan harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin vermek emr olunmustur Sevad-i Irak'in arazisi eimme-i din mezheblerinde bu kabildendir

Bu diyar-i bereket siarin arazisi dahi bu uslûb üzerine arz-i memlekettir ki, arz-i mîrî demekle mâruftur Reâyânin mülkleri degüldür Ariyet tarikiyla tasarruf idüp ziraat ve hiraset idüp ösür adina harac-i mukasemesin ve çift akçasi adina harac-i muvazzafin virüp madem ki, ta'til itmeyüp vücuh-i merkume üzerine tamir idüp hukukun eda ederler kimesne dahl ve taarruz eylemeyüp fevt oluncaya degin nice dilerler ise tasarruf ederler Fevt oldukta ogullari kendilerin makamlarina kayimlar tafsil-i mezbur üzerine tasarruf ederler Ogullan kalmaz ise hariçten tamire kadir kimesnelere ücret-i muaccele alinip tapuya verilip anlar dahi tafsil-i sâbik üzere tasarruf ederler"

Görüldügü gibi devlet, reâyânin elindeki topragin miras yolu ile parçalanmasi, serbest alisveris usûlü ile gelisigüzel sahip degistirmesi ve borç için hacz edilmesi gibi sebeplerie müstakil küçük köylü isletmelerinin mevcudiyetini tehlikeye düsüren muameleleri önleyici hükümler koymustu Bu yüzden kanunnâmelerde "yer beyliktir", yerde bey'u sira ve hibe ve miras vesair tasarrufat ser'an ve örfen memnudur denilmektedir

Müslüman Devletlerde arazinin mîrî olus sekillerini söyle siralayabiliriz:

a) Fethedilen arazi, gâliplere (fâtihlere) tevzi, veya mahallî halk elinde birakilmayarak devlete (beytü'l-mal) mal edilmek suretiyle Islâm hukukuna göre devlet baskani bu arazi ile ilgili olarak istedigi gibi tasarrufta bulunabilir

b) Fetih esnasinda nasil muamele gördügü belli olmayan arazi

c) Mülk araziden olan topragin, mâlikinin mirasçi birakmadan ölmesi ve vasiyette bulunmamasi halinde arazinin hazineye intikal etmesi ile

d) Topragin, mururu zaman (zaman asimi) ile sahibi bilinememek yüzünden hazineye intikali suretiyle

e) Rakabesi devlete ait olmak üzere ihya edilen ölü (mevat) toprak

Osmanli toprak sisteminde "emîriyye" denilen arazi de iki kisma ayrilmaktadir Bunlar:

1- Arazi-i emirîye-i sirfa (beytü'l-male ait)

2- Arazi-i emirîye-i mevkufa (vakfa ait)

Tafsilatina girmeden,sadece kaç kisim olduguna isaret ettigimiz arazi-i emirîye, 1274/1858 tarihli arazi kanunnâmesinin 3 maddesinde söyle tarif edilmektedir:

"Arazi-i emirîyye, beytü'l-male ait olarak ihale ve tefvizi, taraf-i Devlet-i Aliyye'den icra olunagelen tarla ve çayir ve yaylak ve kislak ve korular ve emsali yerlerdir ki, mukaddema ferag ve mahlulat vukuunda sahib-i arz itibar olunan timar ve zeamet ashabinin ve bir aralik mültezim ve muhassillarin izin ve tefviziyle tasarruf olunur iken, muahharan bunlarin ilgasi hasebiyle el-haletu hazihi taraf-i Devlet-i Aliyye'den bu hususa memur olan zatin izin ve tefviziyle tasarruf olunup mutasarriflari yedlerine bâlâsi tugrali tapu senetleri verilir"

1858 tarihli arazi kanununa göre Osmanlilarda arazi: a- Arazi-i Memlûke, b- Arazi-i Emîrîye, c- Arazi-i Mevkufa, d- Arazi-i Metrûke, e- Arâzi-i Mevât olmak üzere bes gruba ayrilmaktadir:

> a- Arazi-i Memlûke: Mülkiyet yolu ile tasarruf edilen topraklar olup dört kisimdan ibarettir: 1- Kasaba ve köylerdeki arsalar olup yarim dönümlük yerlerdir 2- Emîrîye topraklardan mülkiyete dönüstürülen yerlerdir 3- Ösrî topraklardir 4- Haracî topraklardir

Arazi-i Memlûkeye mâlik olanlar, mallarini diledikleri gibi kullanir, isler, satar, hibe veya vakf edebilir Bütün bu muamelat için fikhî hükümler tatbik edilir

b- Arazi-i Emirîye: Devlete ait olup fertlere, tarla, otlak, yaylak, kislak vs olarak tahsis edilen yerlerdir Eskiden timar ve zeamet sahipleri tarafindan kullanilan bu topraklar, arazi kanunnâmesi hükümlerine göre tapu ile tasarruf edilir hale getirilmistir

c- Arazi-i Mevkufa: Toplumun menfaati göz önünde bulundurularak vakf edilmis olan topraklardir Vakfi yapan (vâkif) tarafindan tesbit edilen sartlara göre kullanilir

d- Arazi-i Metrûke: Toplumun menfaati için yapilan yollar, köprüler ile köy ve kasaba halkinin birlikte istifade edebilmesi için birakilan mera, koru vs gibi yerlerdir

e- Arazi-i Mevât: Köy, kasaba ve fertlere tahsis edilmemis bulunan ve imar bölgeleri disinda birakilmis olan topraklardir

Bu sistem, devlete ait mîrî arazinin, savaslarda yararliligi görülen, kale yapim ve tamirinde bulunan, devlete hizmet eden mücahidlere, askerlere ve diger bazi hizmet erbabina dagitilarak, bu kimselerin, kendilerine verilen araziye ait örfî ve ser'î vergileri toplamasi seklinde belirlenebilir Topragin "rakabe" denilen çiplak mülkiyeti devlete, kullanma ve yararlanma hakki timar sahibine aittir Daha önce de temas edildigi gibi toprak üzerindeki bu hak, babadan ogula intikal etmekte, ancak timar sahibinin topragi satmasi, hibe etmesi, bagislamasi, rehine koymasi veya miras olarak intikal ettirmesi mümkün degildir

Osmanli Devleti'nde, mirî arazi rejiminin sonucu olarak timar (dirlik) adi verilen bir sistem ortaya çikti Bu, daha önceki Müslüman devletlerdeki "Ikta" sistemi ile ayni olmakla birlikte ona göre biraz daha gelismisti Osman Gazi'nin fetihleri ile ortaya çiktigini daha önce gördügümüz bu uygulama, I Murad döneminde teskilâtli ve sistemli bir kurum haline geldi Önceleri timar ve has diye ikiye ayrilan dirliklere bu devirde Kara Timurtas Pasa yardimiyla "zeâmet" diye malî yönde ikinci derecede bulunan bir kisim daha ilave edildi

Devlette, büyük bir fonksiyonu bulunan timar sistemi, Osmanli toprak rejiminin temelini teskil ediyordu Zira bu toplumda iktisadî, ictimaî, askerî ve idarî teskilâtlarin tamami büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanmaktaydi Toplum hayatinda en küçük vazife sahibinden, devletin en üst kademesinde bulunan hükümdara varincaya kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar, geçimlerini toprak ürünleri ile sagliyorlardi

Toprak taksimatinin en küçük bölümü olan timar, geliri 3 bin ila 20 bin akça arasinda degisen askerî dirliklere verilen bir isimdir Devrin imkânlari göz önünde bulundurularak bir kisim asker ve memurlara geçimlerini temin hususunda böyle bir kaynak saglanmistir Nitekim bu mânâda "zeâmet ve timar ki defi a'da için tâyin olunan mal-i mukateledir ve asker dahi bunlari tasarruf edenlerdir denilmektedir Keza, Islâm Ansiklopedisindeki genis makalesinde Barkan da bu mevzuda sunlari söylemektedir:

"Osmanli Imparatorlugunda geçimlerini veya hizmetlerine ait masraflari karsilamak üzere bir kisim asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nâm ve hesaplarina tahsil selâhiyeti ile birlikte tahsis edilmis olan vergi kaynaklarina ve bu arada bilhassa defter yazilarindaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirliklere verilen isimdir" Kendisine böyle bir imkân taninan kisi (timar sahibi, sipahî), buna karsilik bâzi vazifelerle mükellef tutulmaktadir O, batidaki toprak sahiplerinin, serflerine karsi takindiklari tavir gibi bir pozisyonda bulunamaz Keza, timari içinde meydana gelen olaylara, toprak sahibi sifatiyle müdahalede bulunamaz Zira "Osmanli Imparatorlugunun adlî düzeni icabi, herhangi bir cezanin tatbiki için bütün suçlarin kadi mahkemeleri önünde usûlü vechiyle tesbit edilerek hükme baglanmis bulunmasi lâzimdir Ne kadar kudretli kisiler olurlarsa olsunlar, timar sahipleri reâyanin hukuk ve ceza dâvalarina bakmak ve onlara ceza tâyin etmek yetkisine sahip degildi Hatta diger askerî sinif mensuplari gibi, timar sahiplerinin de kendi reâyasi ile beraber ayni mahkemeler önünde, ayni kanunlara göre muhakeme edilerek hüküm giymeleri icabediyordu Mahkeme karari olmaksizin, kimsenin hapsedilmesi, zincire vurulmasi, iskenceye tâbi tutulmasi veya para cezasi ödemesi câiz degildi" Osmanlilarda topragin rakabesi devlete aittir Bununla beraber, çiftçinin vermekle mükellef tutuldugu vergiyi dogrudan dogruya devlet degil ve fakat onun adina bir maas karsiligi olarak herhangi bir memur alir ki, böyle bir memuriyeti bulunana sipahî, bu tatbikata da, "timar sistemi" adi verilmektedir Sipahî, timari içinde çalisanlara haksiz bir ceza veremiyecegi gibi, onlara angarya da yükleyemez Zira Osmanlilarda, timari içinde, sipahinin bir kisim topraklari kendi nâm ve hesabina isleten ve bu maksatla idaresi altinda bulunan reâyânin isgücünü angarya mükellefiyetleri ile kullanmak mecburiyetinde olan büyük bir çiftlik sâhibi durumunda olmadigi anlasilmaktadir Ayni sekilde, mîrî arazi tasarruf eden bir reâyâ ile sipahî arasinda, büyük ölçüde ekonomik bir farklilasma görülmez Birisi, idarîaskerî vazifeler karsiligi toprak gelirinden istifade ederken, digeri sadece emek karsiligi bu ürünlerden faydalanmaktadir Osmanli cemiyetindeki bu iki sinif insanin emeklerini toprak geliri ile karsilamasi, maddî farklilasmayi ortadan kaldiran önemli bir âmil olmustur

Sipahî, reâyâdan miktar ve cinsleri kanunlarla tesbit ve tâyin edilmis olan bir kisim vergiden fazlasini tahsile selâhiyetli degildi Selâhiyetini tecavüz edenden de dirligi, bir daha geri verilmemek sartiyle alinirdi Nitekim, 14 Muharrem 973 (12 Agustos 1565) de Sivas Beylerbeyi, Sivas ve Arapkir kadilarina yazilan bir hükümde, Divrigi Beyi Kasim'in seriat ve kanuna aykiri olarak reâyâya haksizlik ettiginin mahkeme tarafindan tesbit edilmis olmasi cihetiyle, sancaginin tebdiline karar verildigi bildirilmektedir Ayni seneye 973 (1565) ait baska bir belgeye göre Avlonya Kadisina yazilan bir hükümde de mezkûr kazaya bagli Aspurokilise adindaki köyde timar tasarruf eden Burhan oglu Ahmed Sipahî, ehl-i senaattan olmak, çesitli kötülük ve haksizliklari bulunmakla hapsedilmesi ve timarinin elinden alinmasina dair tafsilâtli bilgi verilmektedir Ekonomik ve sosyal durumlari ile dinî inançlari tamamen farkli, çesitli kavimlere mensup kimseleri sinirlan içinde barindirarak onlari tebea edinen Osmanli Devleti, böylece timar sahibinin yapabilecegi herhangi bir haksizligin önünü almis oluyordu

Sipahî, mîrî arazinin halka tefvizinde, devletin bir temsilcisi olarak vazife görmektedir O, arazinin gerçek sahibi degildir Bunun içindir ki devlet, timarlarin kapali bir sistem halinde çalismasini engellemek, onlari devamli kontrol etmek ve gerektiginde müdahalede bulunmak için devamli surette buralara çesitli memurlarini gönderir "Timar sahiplerinin kendilerine tahsis edilmis olan arazi ve reâyâya ait ser'î veya örfî bir takim hak ve resimleri (vergi) kendi nâm ve hesaplarina toplayip onlarin gelirleri ile birtakim vazifelerin ifâsini temin ettiklerini biliyoruz Bununla beraber, sipahî timarlarini, malî bakimdan hârice karsi tamamiyle kapali ve müstakil bir bütün, bir müafiyet (imnunite) sahasi olarak kabul etmek de mümkün degildir Çünkü vergilerin toplanma sekli ile aidiyyeti hususlari, siki bir sekilde merkeziyetçi bir devlet teskilâti tarafindan mürakebe edilmekte ve sipahî timarina, muhtelif hak ve vazifeler dolayisiyle birçok devlet memuru girip çikmaktadir"

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



Toprak idaresi 2

TIMAR SISTEMININ TEKÂMÜLÜ
Osmanlilarda, Osman Gazi ile baslayan timar sistemi, Yildirim Bâyezid zamaninda Timur'la yapilan savastan dolayi bir duraklama devresine girmisti Bu hâl, Fâtih devrine kadar tesirini göstermistir Fâtih Sultan Mehmed, devletin artan ihtiyaçlarina uygun olarak, devlet teskilâtini tanzim etmek ve bu arada timar sistemini gelistirmek için yeni kanunlar çikarmistir Nitekim o, timar sisteminin düzenlenmesi, timar topraklarinin arttirilmasi ve aksakliklarin giderilmesi konusunda önemli yeniliklerde bulunmustu Onun, aslinda devlete ait olup çesitli yollarla devletin elinden çikarak mülk veya vakif haline gelmis olan topraklan tekrar mîrî haline getirmesi operasyonu meshurdur Bu dönemde bütün vakif ve mülkler gözden geçirilerek 20000'den fazla köy ve mezra vakif veya mülk olmaktan çikarilip sipahilere dagitilmistir

II Bâyezid (1481-1512) zamaninda timar teskilâtinda pek büyük bir degisiklik yapilmadi Yavuz Sultan Selim (1512-1520) devrinde timar sistemi mükemmel bir sekilde islenmis, sipahî ve "cebelû"lerin miktari 1514 yilinda 140 bin kisiyi bulmustu

Timar teskilâti, Kanunî Sultan Süleyman devrinde tekâmülünün zirvesine ulasmistir Kanunî'nin timarlarla ilgili fermanlari bu hususta çok açik birer delil teskil etmektedirler Keza bu dönemdeki timar sayisindan ve "cebelû" miktarindan da haberdar bulunmaktayiz Nitekim, Kanunî zamaninda irili ufakli 37521 timar vardi Bunlardan 6620 Rumeli, 2614 Anadolu, 419 Haleb ve Sam vilâyetlerinde bulunuyordu Bunlardan 9653'ü kale muhafiz timari, geriye kalan 27868'i ise tamamiyle eskinci timari idi Bahis mevzu 27868 eskinci timari sahiplerinin, harbe beraber sürmek mecburiyetinde olduklari "cebelû" (veya cebelî) denilen silâhli ve zirhli askerlerle 70-80 bin kisilik atli bir timarli sipahî ordusu teskil ettikleri tahmin edilmektedir Padisahin hassa ordusu demek olan Istanbul'daki KapiKulu Ocaklarinin bu devirdeki mevcudu ise henüz 27 bin civarinda idi Kanunî zamaninda bütün müesseseler gibi dirlik (timar) sistemi de tekâmülünün zirvesine ulasmistir Bu dönemdeki timarli asker sayisinin yukanda verilenden daha fazla oldugu ve bunun 200 bin civarinda bulundugu da söylenmektedir

Osmanli toprak düzeninde dirlikler, üç kisma ayriliyordu Bunlar:

a) Has: Padisah, vezir ve ileri gelen devlet adamlarina tahsis edilip, senelik hâsilati 100 bin akçadan fazla olan yerlere (dirliklere) denirdi Her has sahibi, gelirinin her bes bin akçasi için bütün masraflari kendisine ait olmak üzere bir "cebelû" yetistirmek ve beraberinde harbe sürmek mecburiyetindeydi Haslar irsî degildir

b) Zeâmet: Senelik hâsilati 20-100 bin akça arasinda degisen dirliklerdir Bu gelirin 20 bin akçasi kiliç hakki oldugundan, zeâmet sahibi bunun disinda kalan her bes bin akça için bir "cebelî"yi yetistirmek ve harbe sürmek zorundaydi Zeâmetler, devlet merkezinde bulunan hazine ve timar defterdarlarina, zeâmet kethüdalarina, sancaklardaki alay-beyine kale dizdarlarina, kapicibasilara, hâcegan-i divan-i hümâyuna ve müteferrikalara tevcih olunurdu Bunlarin büyük bir suçu görülmedikçe zeâmetleri ellerinden alinmazdi

c) Timar: En küçük kategoriyi teskil eden ve senelik geliri 3000-20000 akça arasinda olan dirliklerdir Bu dirlikte, cinslerine göre kiliç hakki degismektedir Nitekim, Rumeli'de bulunan Budin, Bosna, Timasvar beylerbeyliklerindeki 6000'lik tezkireli timarlarin kiliçlari 3'er bindir Anadolu, Karaman, Maras, Rum, Diyarbekir, Erzurum, Haleb, Sam, Bagdad ve Kibris eyâletlerindeki tezkireli timarlarin kiliçlan ise 2 bindir Kiliç hakkinin disinda kalan her üç bin akça için timar sâhibi bir "cebelî" yetistirmek zorundadir

Osmanli toprak rejiminde her dirligin çekirdegini teskil eden ve "kiliç" adi verilen bir kisim vardir Timarlar, kiliç tâbir edilen ve hiç degismeyen bir çekirdek kismi ile bu kisma zamanla ilâve edilmis olan hisselerden tesekkül eder Timarlarin bulundugu yer ve durumuna göre farklilik arz eden her "kiliç"a bir timar sahibinin tayin edilmis olmasi lâzimdir Bir kiliç yerine iki kisi tayin edilemez Bu, her sancaktaki zeâmet ve timarlarin büyüklü-küçüklü dagilis seklinin ve kadro mevcutlarinin ayni kalmasini temin için bas vurulmus bir çaredir

TIMAR ÇESITLERI
Osmanli toprak düzeninde, timarlari siniflandirmak güç ve ince bir is olmakla birlikte onlari tiplerine göre birkaç kisma ayirabiliriz Bunlar:

1 Timar arazisinin mülk olarak verilip verilmemesine göre:

a) Mülk timarlar: Anadolu'nun bazi vilâyetlerinde mevcud olan bu tip timar sâhipleri, sefer aninda yerlerine "cebelû"lerini gönderebiliyor, kendileri ise sefere istirak etmeyebiliyorlardi Bu mükellefiyetini yerine getirmeyen timar sahibinin bir yillik geliri hazine tarafindan alinirdi Fakat timar baskasina verilmezdi Ölümü halinde ogluna, yoksa diger mirasçilarina kalirdi

b) Mülk olmayan timarlar: Bunlar, hizmet mukabili vâridatinin bir kisminin tahsisi suretiyle verilen timarlardir ki, Osmanli timarlarinin çogu bu nevi'dendir

2 Timar sahiplerinin gördügü islere göre:

a) Eskinci timarlari: Bunlarin sahipleri alay beyinin sancagi altinda sefere eserler (giderler) "Cebelî"leri ile birlikte sefere gitmek zorunda olan bu tip timarlarin mutasarriflari, sefere esmedikleri zaman timarlan ellerinden alinirdi Osmanli toprak sisteminde bu nevi'den olan timarlar çogunlukta idi

b) Mustahfiz timarlari: Bu timarlarin sahipleri, mensubu bulunduklari kale muhafazasinda bulunurlardi

c) Hizmet timarlari: Bâzi serhadlerde bulunan câmilerin imâmet ve hitâbetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere verilen timarlardir

3 Verilis sekillerine göre: Timarlarin, beylerbeyi tarafindan veya Istanbul'dan verilmesine göre siniflandirilmasi ile ilgilidir Buna göre timarlar ikiye ayrilmaktadir:

a) Tezkireli: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile devlet merkezine teklif ettikleri timarlara bu isim verilirdi

b) Tezkiresiz: Beylerbeyilerin, kendi beratlari ile verdikleri timarlara da tezkiresiz adi verilir

Küçük timarlarin dagitilmasinda beylerbeyilerin selâhiyetleri büyüktü Muhtelif eyâletlerde degisik baremlerde olmak üzere defter yazilari belirli bir rakamin altinda olan timarlarin sahiplerini beylerbeyiler kendi tugralarini tasiyan beratlarla dogrudan dogruya tâyin edebiliyorlardi Daha büyük bir gelir saglayan timarlarda ise beylerbeyi, o timara hak kazanmis olan sipahinin eline bir "tezkire" vererek tâyinini devlet merkezine teklif eder Bu sipahinin berati, devlet merkezinden verilirdi Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan sipahî, Istanbul'a giderek 6 ay içinde beratini almak zorunda idi Aksi takdirde timarinin gelirinden faydalanamazdi

Dogrudan dogruya beylerbeyi tarafindan verilen tezkiresiz timarlarin defter geliri düsüktür Bunlarin en büyügü Rumeli'deki eyâletlerle (Budin, Bosna, Timasvar vs) Sam, Haleb, Diyarbekir, Erzurum ve Bagdad bölgelerinde 6000, Anadolu ve Kibris eyâletlerinde 5000, Karaman, Zülkadiriye ve Rum eyâletlerinde de 3000 akçalik geliri olan timarlardir

Osmanli timar sisteminde dikkat edilen hususlardan biri de tezkireli timarlarin bozulup tezkiresiz hâle getirilemeyisidir

4 Malî durumlarina göre:

a) Serbest timarlar: Timar sahibinin "resm-i arûs", "resm-i tapu", "kislak", "yaylak", "cürüm, cinayet" vs gibi vergileri, alma hakkina sahip bulundugu timarlardir, (dirliklerdir) Bunlar, vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, nisanci, defterdar, divan kâtipleri, çavuslar çeribasilari, sübasilar ve dizdarlar gibi yüksek rütbeli idare âmirleri ile memur ve askerlerin has ve zeâmetleridir Bunlar, bazi imtiyazlara sahiptirler

b) Serbest olmayan timarlar: Böyle bir timari tasarruf eden sipahînin, serbest timar tasarruf eden gibi bir yetkisi yoktur Onun için yukarida adi geçen vergileri kendi nâm ve hesabina alamaz

Çesitli yönleri ile tedkik ettigimiz timar sisteminin geçirmis oldugu merhaleler ile farkli sebeblere bagli olarak aldiklari degisik isimleri gördük Beldiceanu, kendine göre ve özellikle timar tasarruf eden kimselere göre ayri bir siniflandirma yapmaktadir

TIMAR SISTEMININ BOZULMASI VE ORTADAN KALKMASI
Kanunî Sultan Süleyman devrinde, tekâmülünün zirvesine erisen timar sistemi, bu pâdisahin ölümünden sonra bozulma temâyülü göstermeye baslamis olacaktir Koçi Bey (? 1640), 992 (1584) tarihine kadar timarlarin kiliç ehli elinde ve ocakzâdelerde bulundugunu, bu sinifa yabanci ve kötü kisilerin girmedigini keza timarlarin büyükler ile âyânin sepetine de girmedigini belirterek o ana kadar bir bozulma belirtisi görülmedigine isaret eder Fakat XVI asrin sonlarina dogru timarlarin iltizam usûlü ile verilmesi, bunun neticesinde mültezimlerin fazla kâr saglayabilmeleri için reâyâya haksizliklarda bulunmalari, bozulmanin baslangici sayilmaktadir III Murad (1574-1595) devrinde bozulma emâreleri, daha belirgin bir sekil almisti Zira bu devrede eski kanunlara riayet edilmeyerek çesitli yollardan timar sahibi olan kimseler türedi Bununla ilgili olarak Koçi Bey, "bosalan timar ve zeâmetler de eski kanunlara aykiri olarak Istanbul tarafindan verilmeye baslandi Ileri gelenler ve vükelâ, bosalan yerleri adamlarina ve akrabalarina verip, Islâm memleketinde olan timar ve zeâmetin seçmelerini ser'-i serife ve yüksek kanuna aykiri olarak kimini mülk olarak, kimini vakif olarak, kimini vücudu sihhatta olan kimselere emeklilik olarak verip bütün zeâmet ve timar, ileri gelenlerin yemligi oldu Bu bozukluklar, devletin en secaatli, güçlü, san ve sevkete sebep olan askerinin harap olmasina sebep oldu Halbuki parali asker, asagi tabaka halkindan devsirilirse hiç bir yararligi olmaz Aksine bunlar, baris günlerinde azginlik ve isyana sebep olup ser aleti olduklarindan epeyce zamandan beri taskinligin ardi arkasi kesilmemektedir Bu beylerbeyliklerinde ve sancakbeyliklerinde, vezirlerin agalarin, müteferrika, çavus ve kâtipler zümresinde, dilsiz, cüce taifesinde, padisah nedimlerinde bölük halkinin ileri gelenlerinde bir çok timar ve zeametler olup, kimi hizmetkârlari üzerine, kimi azadsiz kullan üzerine berat çikarmislardir Nâm adamlarinin olup, mahsûlü kendileri yerler Içlerinde öyleleri vardir ki, yirmiotuz belki, kirkelli kadar zeâmet ve timari bu yoldan alip, ürününü kendileri yeyip, sefer-i hümâyun olunca, cebe ve cevsen yerine aba ve kebe giydirip birer semerli beygir ile sefere gönderirler Kendileri evlerinde zevk ve safâ, seyir ve sohbette olurlar" diyerek bozulmanin sebep ve sekillerini göstermeye çalismistir

Iltizam usûlünün dogmasi, timarlarin akraba ile yakinlara dagitilmasi ve rüsvetin ortaya çikmasi sonucu, timar sahiplerinin askere gitmemesi üzerine bas gösteren bozulmanin sebeplerini söyle siralayabiliriz:

a) Merkezî devlet bürolarinda timar kayitlarinin son derece karisik bir hâle düsmesi Timar sahiplerinin seferlerde yapilmasi gerekli yoklamalarinin türlü tesirler altinda iyi bir sekilde yapilamamasi ve bu yoklamalarin daha sonraki timar dagitimi için iyice muhafaza edilmemesi

b) Bos kalan timarlarin, istihkak sahiplerine verilmesi yerine bir kenara ayrilarak (sepete konarak) çesitli hileli yollarla bazi nüfûzlu kisilerin adamlarina verilmesi

c) Is adami vasfindaki yeni timar sahipleri, sefer zahmetinden, baç ve can korkusundan halas olup safâ ve huzur içinde kâr ve kazançlari ile mesgul olabilmek için, harp zamanlarinda timarlarini bir takim aracilara, seferden dönüste bu timarlardan eski sahipleri lehine feragat etmek sartiyle, devir ve tahvil ettirmenin yolunu bulmakta idiler

Görüldügü gibi timar sisteminde, reâyâ, sipahi ve devlet olmak üzere üç temel taraf bulunmaktadir Bunlarin, birbirlerine karsi nasil davranmalari gerektigi, kanunnâme, adaletnâme ve zaman zaman isdar edilen fermanlarla tesbit edilmisti Bununla beraber bu üçlünün bazan birbirlerine karsi olan yanlis davranislari, Osmanli sosyoekonomik tarihinin en önemli konusu olmustur Bilindigi gibi dirlik sisteminde devlet, arazinin rakabesine yani çiplak mülkiyetine sahiptir Sâhib-i arz veya timar sahibi adiyla da anilan sipahi ise devlete ait araziyi isleten, devletin reâyâdan alacagi vergileri toplayan kimsedir Sipahi, topladigi bu paralarin bir kismini kendine ayirmakta, kalan kismi ile asker besleyip bu askerlerle birlikte seferlere istirak etmektedir Bu durumu ile sipahi, mîrî topragi isleyen bir devlet memurudur Bu bakimdan, reâyâ üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadir O, sorumlulugu altinda bulunan topraklarda devletin otoritesini temsil etmektedir

Reâyâ ise üzerinde yasadigi topraklan isleyip bunlarin vergisini devlet adina sipahiye vermek zorundadir O asirlarda halkin elinde nakit para pek fazla bulunmadigindan vergileri aynî (mahsûl) olarak öderlerdi Reâyâ bu mahsulü teslim etmek üzere kendisine en yakin pazara sürmek zorunda idi Sipahi, reâyânin bunu daha uzaktaki pazara sürmesini isteyemezdi Bundan baska reâyâya eziyet edilmesine, maddî ve manevî külfet yüklenmesine (angarya) izin verilmezdi Devlet, sipahi, reâyâ üçlüsünün statüleri ve karsilikli mükellefiyetleri "Tahrir Defterleri"nin basinda yer alan sancak kanunnâmelerinde genis ve etrafli bir sekilde belirlenmistir Ayrica siyasetnâme nevinden olan eserlerde devletin bekasinin reâyâ ile mümkün oldugu ifade edilmektedir Nitekim Kâtib Çelebi (Düsturu'l-Amel li Islahi'l-Halel, Istanbul 1280, s 124) söyle demektedir: "Evvela reâyâ ve berâyâ selâtin ve ümerâya vediat-i ilâhiye oldugundan gayri La mülke illâ bi'rricâl, velâ ricâle illâ bi's-seyf velâ seyfe illâ bi'l-mal, velâ mâle illâ bi'rraiyye, velâ raiyye illâ bi'l-adl"

Farkli sebeplere bagli olarak bozulmaya yüz tutan timar sisteminin islahi için, çesitli tedbirlere bas vurulmus olmakla beraber, bu gidisin önü bir türlü alinamamistir

Kurulusundan beri, Osmanli Devleti'nin ekonomik, sosyal ve askerî tarihinde büyük bir rol oynayarak önemli bir hizmet ifa etmis olan timar rejimi, birkaç asirdan beri buhranlar içinde geçen hayatinin son safhasinda sessiz sedasiz bir sekilde ve herhangi bir sarsintiya sebep olmadan ortadan kalkti Tarihe mal olmasi çesitli safhalar geçiren bu sistemin ilk tatbikati, 1703 senesinde Girit adasinda basladi Ülkenin diger mintikalarindaki timarlar ise 1812 yilindan itibaren mahlul oldukça (bosaldikça) baskasina verilmemeye baslandi Bu uygulama ile timar sahiplerinin sayisi gittikçe azalmaya yüz tuttu Nihayet, Yeniçeri Ocagi'nin lagv edilmesi ile muntazam ve disiplinli bir askerî sinif vücuda getirildikten sonra, intizamlarini büsbütün kaybetmis olan timar sahiplerinin de eskiden oldugu gibi kendi hallerine birakilmasi uygun görülmedi Bu sebeple H 1263 (M 1848) senesinde bütün timar sahipleri kaydi hayat sartiyla ve yarim timar bedeli ile emekliye sevk edilerek timar sistemine son verildiOsmanli Devleti'nin kurulus döneminde ve bu devletin ekonomik, sosyal ve askerî gelismesinde önemli derecede rol oynayan etkenlerden biri de süphesiz ki toprak sistemidir Bu sistemin gelismesi ile ilgili müesseseler, devlete bir dinamizm veriyordu Bu sebepledir ki ortadan kalkip tarihe mal olusuna kadar toprak, bu devletin hayatinda önemli bir rol oynamisti

Bir toplumun, devlet olabilmesi için, bazi hususiyetleri tasimasi gerekir Toprak (ülke) bu hususiyetlerin basinda gelmektedir Çünkü her bagimsiz devletin, hak ve selahiyetlerini, mutlak surette kullanabildigi, belirli sinirlarla tesbit ve tayin edilmis bulunan cografî bir toprak parçasi diye tarif edilen "ülke" kavrami, ancak belli bir topraga sahip olmakla mümkün olabilir

Islâm öncesi Türklerinde toprak, biri fertlerin digeri de cemaatin olmak üzere iki kisma ayriliyordu Islâm öncesi Türk devletlerinin, kismen yerlesik de olsa, göçebe hayat tarzi ve an'anelerine göre bir mülkiyet telakkisine sahip olduklari bilinmektedir Hayvanlarina otlak vazifesi görmesinden dolayi göçebeler için topragin ehemmiyeti büyüktü Eski Türklerde otlaklar, fertlerin degil, kabile veya cemaatlerin mülkiyetinde bulunuyorlardi Yedisu havalisinde oturan Kazak-Kirgizlarin isledikleri topraklarda, özel mülkiyet ve cemaat mülkiyeti olmak üzere iki tip mülkiyet vardi Özel mülkiyete dahil bulunan arazi, kabilenin müsterek mülkiyetinde bulunan topraklarin paylasilmasi ve sahis ile kabileye ait olmayan bos yerlerin benimsenmesi suretiyle meydana gelmisti Hususi mülkiyette sahibi, tam anlamiyla toragi temellük eder Öldügü zaman arazi, ogullarina miras kalir Ancak vâris bulunmadigi zaman söz konusu olan toprak cemaata kalir Cemaat içerisinde yeni bir aile kurulunca, cemaat ona idaresindeki araziden bir hisse verir Sayet verilebilecek yeni bir arazi yoksa, cemaat tarafindan onun için, bir arazinin tedarik edilmesine çalisilirdi Cemaat mülkiyetine ait olan arazi, muayyen parçalara ayrilarak bir kira karsiliginda geçici olarak fertlerin istifadesine terk edilirdi Bu arazinin kiracilar elinde birakilma müddeti, muhtelif yerlerde toprak, su ve ekim sartlarina göre degisiyordu

Türklerin Islâm'i kabul edip Islâm medeniyeti içindeki yerlerini almalarindan sonra, dinî, iktisadî ve ictimaî hayatlarinda degisiklikler meydana geldi Bu sebeple Müslüman Türkler, her konuda oldugu gibi toprak hukuku ve idaresi bakimindan da Islâmî prensiplere bagli kaldilar Bunun içindir ki, Islâm toprak hukuku ile ilgilenenler tarihî açidan bu sistemi dört ana devreye ayirirlar Bunlar:

a)Islâmiyetin baslangicindan Hz Ömer'in halifeligi dönemine kadar olan devre,

b)Hz Ömer devri,

c)Abbasi ve Selçuklu devri,

d)Osmanli devri

Islâm medeniyeti içerisinde basli basina bir devreye konu olabilecek olan Osmanli toprak uygulamasi, gerçekten toprak hukuku bakimindan büyük bir önem arz eder Filhakika Osmanlilar, birçok müessesede oldugu gibi toprak mevzuunda da kendisinden önceki müslüman devletlerin tatbikatindan istifade etmislerdi Zaten onlara bigâne kalmalari da mümkün degildi Bu sebepledir ki devlet, henüz bir beylik durumunda oldugu zaman bile, Islâmî bir sistemin yerlesmesi için çalisiyordu Bunun içindir ki bu Müslüman unsurlar (göçlerle gelen ve uçlarda yasayan göçebe Müslüman Türkler) Osmanli Beyligi'ni siyasî ve kültürel bakimlardan, klasik Islâm geleneklerinin ihyasini hedef tutan bir devlet olmaya dogru gelistirdiler Osman Gazi'nin halefleri, tedricen "sultan"lar haline geldiler Onlarin etrafinda karakterini dil ve irktan ziyade din ve medeniyetin tayin ettigi bir "Osmanlilar cemiyeti" tesekkül etti

Islâm âleminde bir gelenek olarak, Osmanlilardan önceki müslüman devletlerde ve özellikle Büyük Selçuklularda görülen ikta sistemi, Büyük Selçuklulardan sonra gelen bütün Türk Islâm devletlerinde uygulanmistir

Selçuklularin, askerî mukataalar ihdas etmeleri, hanedanin, kendi baslica dayanagi olan Türk unsuruna mensup kütleleri yabanci sahalarda yerlestirmek, onlara hem toprak vermek hem de lüzumunda askerî bir kuvvet olarak faydalanmak fikrinden dogmustur Bu suretle yavas yavas topraga baglanan göçebeler, hem bir karisiklik âmili olmaktan çikiyor, hem de devlete kuvvetli bir askerî dayanak teskil ediyorlardi Bu usulün ehemmiyet ve faydasi, bilhassa Bizans'tan zapt edilen yeni sahalarda daha açik bir sekilde görünüyordu Kismen harplerde ve fetihlerde imha veya esir edilen ve kismen de yerlerinde birakilan yerli ahaliden kalmis genis Anadolu topraklari, Selçuklularin takib ettikleri ikta sistemi sayesinde yavas yavas Türklesti

Osmanlilarin, kendilerinden önceki Müslüman Türk devletlerinden mâhirâne bir usul ile alip tatbik ettikleri timar sistemi, Osman Gazi ile baslar O, zapt ettigi bütün yerleri timar olarak silah arkadaslari ile askerlerine veriyordu Itaat eden yerli halki da yerinde birakiyordu Hatta o, arkadaslarindan bazilarinin uysal ve itaat eden ahaliyi herhangi bir sebeple yerlerinden kaçirmalarina engel oluyordu Âsikpasazâde'ye göre o: "Her kime kim bir timar virem âni sebepsiz elinden almayalar ve hem ol öldügü vakitte ogluna ve eger küçücük dahi olsa vireler Hizmetkârlari sefer vakti olicak sefere varalar, tâ ol sefere yarayinca Ve her kim kanun düzse Allah andan râzi olsun Ve eger neslimden bir kisi bu kanundan gayri bir kanun koyacak olursa edenden ve ettirenlerden Allah Teâla râzi olmasin" demistir Selçuklu uygulamasi ile ayni özellikleri tasiyan bu sözlerden su sonuçlar çikmaktadir:

1- Sebepsiz yere hiç kimsenin timari elinden alinamaz

2-Timar sahibinin ölümü halinde timari ogluna intikal eder

3-Ogul sefere gidemeyecek kadar küçükse, harbe gidecek yasa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlari sefere gideceklerdir

Anadolu'da, Osman Gazi ile baslayan timar sistemi, ondan sonra gelen torunlari tarafindan devam ettirildi Gerçekten de Orhan zamaninda timar tevcihlerine dair bir çok tarihî kayit bulunmaktadir Ayrica gazilerin yani timar erlerinin yeni zaptedilen uslara yerlestirildigi hakkindaki rivayetler de timarlarin askerî özellik ve mahiyetlerini daha iyi anlamamiza vesile olmaktadir Hatta timarlarda bulunan yerli halk da zaman zaman sipahilerle birlikte kendi din kardeslerine karsi harplere katiliyorlardi Rumeli fetihleri baslayinca timar sistemi oralarda da uygulanmaya basladi Gelibolu havalisinin Yakub Ece ile Gazi Fazil'a timar olarak verildigi ilk tarihî kaynaklarda belirtilmektedir Sultan I Murad devrinde Rumeli fütuhati ehemmiyet kazaninca Anadolu'dan pekçok halk ve bazi Türk asiretleri oradan alinip Rumeli'ye iskan ettirildiler Bu yeni gelenlerin geçimlerini saglamak için onlara toprak tahsis edilmesi gerekiyordu Bu durum sebebiyle, timar sistemi daha da yayginlik kazanmaya basladi

Baslangiçta "Has" ile "Timar" seklinde ikiye ayrilmis olan birlikler, I Murad döneminde yeni bir kategorinin katilmasi ile üç kisma ayrildilar Rumeli Beylerbeyi Lala Sahin Pasa ölünce, onun yerine Kara Ali oglu Kara Timurtas Pasa beylerbeyi olmustu Dirlikleri yeniden düzenlemek isteyen Kara Timurtas Pasa, "Has" ile "Timar" arasinda "Zeâmet" adi ile yeni bir derece ihdas etti Tedricî bir tekâmül takib ettigi muhakkak olan bu toprak sistemi, topragin mülkiyet haklari ile ilgili degildir Böylece rakabesi (possesio) devlet elinde alikonulmus topraklar rejimi, Osmanli Devleti'nde en genis ölçüde ve en serbest bir sekilde tatbik edilebilmistir Bu rejimde, topragin menfaati kendisine birakilan sinif, topragi fiilen isleyen reâyâdir Burada sunu da hemen belirtelim ki, Osmanli reâyasinin sahip bulundugu haklar, Avrupa'daki "Serf'lerin sahip oldugu haklar ile kiyas edilemeyecek kadar daha medenî, daha insanî ve daha mütekâmildir Konuyu daha netlestirmek ve bir fikir vermek üzere Osmanli reâyasinin muasiri olan Avrupa'daki serflikten ve onlarin durumundan kisaca söz etmek gerekir

Avrupa'da topraga yerlestirilmis olan köle (serf, çiftçi) bazi isleri hür insanlar gibi yapamaz O, birçok haktan mahrumdur Derebeylik sisteminin getirdigi feodalizme göre serfler, hukukî bakimdan diger insanlardan tamamen farkli bir hüviyete sahiptirler Asagidaki maddeler, onlarin nasil bir statüye sahip olduklarini ortaya koyacaktir:

a- Istedikleri ile evlenemezler, baska senyörlerin serfleri veya hürlerle evlenemez

b- Serflerin mirasi hür olan insanlarinki gibi vârislerine intikal etmez, sahipleri istedikleri gibi mirasa müdahale edebilirler

> c-Istedikleri meslegi seçme, çalisip çalismamada serbestlikleri yoktur

d-Efendilerinin angarya islerinde çalismak ve belli zamanlarda onlara hediye takdim mecburiyetleri var

e- Serfleri cezalandirmak efendilerine aittir

f-Serfler, ruhban sinifi ve manastirlara giremezler, mahkemelerde hür bir insana karsi sahidlikleri kabul edilmez

Serflerin içinde bulundugu bu duruma karsilik Osmanli reâyâsi hür insanlardi Onlar ,her türlü hukukî statüye sahiptirler Serf veya ortakçi kullarla bir ilgileri yoktur Bu sebepledir ki, Avrupa feodal toplum yapisinda görülen köylü isyan ve ihtilallerine, son derece karisik dinî ve sosyal gruplari bünyesinde toplayan Osmanli Devleti'nde tarihin hiç bir döneminde rastlanmaz Sinif tesekkül ve kavgasina zemin hazirlamayan Osmanli toplum yapisi, baska toplumlarla kiyasi mümkün olmayan sosyal bir özellik arzeder Bati insaninin yüzyillar boyu sürdürdügü sinif mücadelesini ve kölelikten kurtulma savasinin izlerini Türk ictimaî hayatinda görmek mümkün degildir

Osmanli Devleti kuruldugu ve daha sonra feth ettigi memleketlerde, bir çesit toprak köleliginin mevcud oldugu düzensiz bir derebeylik nizami ile karsilasmistir Bu nizamin, toprak münasebetlerinde sebep olacagi düzensizlikleri önlemek için mevcud toprak düzenine sür'atle müdahale etmis, topraga dayanan asalete son vermek suretiyle, topragi isleyenleri serf olmaktan çikarmis, derebeylik yerine timar sistemini, serf yerine timar sahibi olan sipahî ile aralarinda sadece akdî bir münasebet bulunan, bir çesit aynî hak sahibi kiraciya benzer toprak mutasarriflarini ikame etmistir Böyle bir toprak düzeni ise topragin mülkiyetinin devlette olmasiyla mümkündür Iste bunun içindir ki Osmanli hükümdarlari, Islâm fetihlerinin baslangicinda oldugu gibi, fethedilen topraklarin bir kisminin mülkiyetini halka birakirken, bir kisminin rakabesini hazine için alikoymus ve sadece tasarruf hakkini halka tefviz etmistir

Baslangiçta, arazinin mülk ve mirî olarak ikiye ayrildigi Osmanli Devleti'nde, bilahare arazinin tamamina yakin bir kismi mirî rejime tabi tutulmustur Üsküp ve Selânik kanununun basina koydugu mukaddimesinde Ebu Suud Efendi (898-982/1490-1574), arazinin mirî olus sebeplerine temas ederken ayni zamanda, Islâm hukukuna göre arazinin mahiyetinden de söz eder Ona göre:

"Bilâd-i Islâmiyede olan arazi, muktezay-i seriat-i serife üzre üç kisimdir:

Bir kismi arz-i ösriyyedir ki hin-i fetihte (fetih esnasinda) ehl-i Islâm'a temlik olunmustur Sahih mülkleridir (gerçek mülkleridir) Sâir mallari gibi nice dilerlerse tasarruf ederler Ehl-i Islâm üzerine ibtidâen harac vaz'i, na mesrû olmagin (mesru olmadigi için) ösür vaz' olunmustur Ekerler, biçerler, hâsil olan gallenin ösründen gayri asla bir habbe alinmaz Âni dahi kendiler fukara ve mesâkine virürler Sipahdan ve gayridan asla bir ferde helâl degüldür Arz-i Hicaz ve arz-i Basra böyledir

Bir kismi dahi arz-i haraciyedir ki, hin-i fetihte keferenin ellerinde mukarrer kilinup kendilerine temlik olunub üzerlerine hasillarindan ösür yahut sümün yahud subu', yahud südüs, nisfa degin (1/10, 1/8, 1/7, 1/6, 1/2) arzin tahammülüne göre harac-i mukaseme vaz' olunup yilda bir miktar akça dahi harac-i muvazzaf vaz' olunmustur Bu kisim dahi sahiplerinin mülk-i sahihleridir Bey'a ve siraya (satma, satin alma) vesair enva-i tasarrufata kadirdirler Istira edenler dahi vech-i mezbur üzerine ekerler biçerler, harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin verirler Ehl-i Islâm istira etseler dahi kefereden alinagelen haraclari sâkit olmaz (haraçlari düsmez) Bi kusur edâ ederler Egerçi ehl-i Islâm'a ibtidâen harac vaz' olunmak mesru degildir Amma bekaen alinmak mesrudur Mutasarrif olanlar eger ehl-i zimmettir eger ehl-i islâmdir madem ki ellerinde olan yerleri ziraat ve hiraset edüp ta'dil eylemeyeler asla dahl ve taarruz olunmaz nice dilerler ise tasarruf ederler Fevt oldukta sair emvâl ve emlakleri gibi vereselerine intikal eder Sevad-i Irak arazisi böyledir Kütüb-i ser'iyyede mestûr ve meshur olan arazi bu iki kisimdir

Bir kisim dahi vardir ki, ne ösriyyedir ne de vech-i mezbûr üzerine haraciyyedir Âna arz-i memleket derler Asli haraciyedir Lakin sahiplerine temlik olundugu takdirde fevt olup verese-i kesire mabeynlerinde taksim olunup her birine bir cüz'î kit'a degüp her birinin hissesine mabeynlerinde taksim olunup her birine bir cüz'î kit'a degiip her birinin hissesine göre haraclari tevzi ve tayin olunmakta kemal-i suûbet ve iskâl olup belki âdeten muhal olmagin rakabe-i arazi, beytü'l-mal-i müslimîn içün alikonulup reâyaya ariyet tarikiyla virülüp ziraat ve hiraset idüp, bag, bahça ve bostan idüp hâsil olandan harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin vermek emr olunmustur Sevad-i Irak'in arazisi eimme-i din mezheblerinde bu kabildendir

Bu diyar-i bereket siarin arazisi dahi bu uslûb üzerine arz-i memlekettir ki, arz-i mîrî demekle mâruftur Reâyânin mülkleri degüldür Ariyet tarikiyla tasarruf idüp ziraat ve hiraset idüp ösür adina harac-i mukasemesin ve çift akçasi adina harac-i muvazzafin virüp madem ki, ta'til itmeyüp vücuh-i merkume üzerine tamir idüp hukukun eda ederler kimesne dahl ve taarruz eylemeyüp fevt oluncaya degin nice dilerler ise tasarruf ederler Fevt oldukta ogullari kendilerin makamlarina kayimlar tafsil-i mezbur üzerine tasarruf ederler Ogullan kalmaz ise hariçten tamire kadir kimesnelere ücret-i muaccele alinip tapuya verilip anlar dahi tafsil-i sâbik üzere tasarruf ederler"

Görüldügü gibi devlet, reâyânin elindeki topragin miras yolu ile parçalanmasi, serbest alisveris usûlü ile gelisigüzel sahip degistirmesi ve borç için hacz edilmesi gibi sebeplerie müstakil küçük köylü isletmelerinin mevcudiyetini tehlikeye düsüren muameleleri önleyici hükümler koymustu Bu yüzden kanunnâmelerde "yer beyliktir", yerde bey'u sira ve hibe ve miras vesair tasarrufat ser'an ve örfen memnudur denilmektedir

Müslüman Devletlerde arazinin mîrî olus sekillerini söyle siralayabiliriz:

a) Fethedilen arazi, gâliplere (fâtihlere) tevzi, veya mahallî halk elinde birakilmayarak devlete (beytü'l-mal) mal edilmek suretiyle Islâm hukukuna göre devlet baskani bu arazi ile ilgili olarak istedigi gibi tasarrufta bulunabilir

b) Fetih esnasinda nasil muamele gördügü belli olmayan arazi

c) Mülk araziden olan topragin, mâlikinin mirasçi birakmadan ölmesi ve vasiyette bulunmamasi halinde arazinin hazineye intikal etmesi ile

d) Topragin, mururu zaman (zaman asimi) ile sahibi bilinememek yüzünden hazineye intikali suretiyle

e) Rakabesi devlete ait olmak üzere ihya edilen ölü (mevat) toprak

Osmanli toprak sisteminde "emîriyye" denilen arazi de iki kisma ayrilmaktadir Bunlar:

1- Arazi-i emirîye-i sirfa (beytü'l-male ait)

2- Arazi-i emirîye-i mevkufa (vakfa ait)

Tafsilatina girmeden,sadece kaç kisim olduguna isaret ettigimiz arazi-i emirîye, 1274/1858 tarihli arazi kanunnâmesinin 3 maddesinde söyle tarif edilmektedir:

"Arazi-i emirîyye, beytü'l-male ait olarak ihale ve tefvizi, taraf-i Devlet-i Aliyye'den icra olunagelen tarla ve çayir ve yaylak ve kislak ve korular ve emsali yerlerdir ki, mukaddema ferag ve mahlulat vukuunda sahib-i arz itibar olunan timar ve zeamet ashabinin ve bir aralik mültezim ve muhassillarin izin ve tefviziyle tasarruf olunur iken, muahharan bunlarin ilgasi hasebiyle el-haletu hazihi taraf-i Devlet-i Aliyye'den bu hususa memur olan zatin izin ve tefviziyle tasarruf olunup mutasarriflari yedlerine bâlâsi tugrali tapu senetleri verilir"

1858 tarihli arazi kanununa göre Osmanlilarda arazi: a- Arazi-i Memlûke, b- Arazi-i Emîrîye, c- Arazi-i Mevkufa, d- Arazi-i Metrûke, e- Arâzi-i Mevât olmak üzere bes gruba ayrilmaktadir:

> a- Arazi-i Memlûke: Mülkiyet yolu ile tasarruf edilen topraklar olup dört kisimdan ibarettir: 1- Kasaba ve köylerdeki arsalar olup yarim dönümlük yerlerdir 2- Emîrîye topraklardan mülkiyete dönüstürülen yerlerdir 3- Ösrî topraklardir 4- Haracî topraklardir

Arazi-i Memlûkeye mâlik olanlar, mallarini diledikleri gibi kullanir, isler, satar, hibe veya vakf edebilir Bütün bu muamelat için fikhî hükümler tatbik edilir

b- Arazi-i Emirîye: Devlete ait olup fertlere, tarla, otlak, yaylak, kislak vs olarak tahsis edilen yerlerdir Eskiden timar ve zeamet sahipleri tarafindan kullanilan bu topraklar, arazi kanunnâmesi hükümlerine göre tapu ile tasarruf edilir hale getirilmistir

c- Arazi-i Mevkufa: Toplumun menfaati göz önünde bulundurularak vakf edilmis olan topraklardir Vakfi yapan (vâkif) tarafindan tesbit edilen sartlara göre kullanilir

d- Arazi-i Metrûke: Toplumun menfaati için yapilan yollar, köprüler ile köy ve kasaba halkinin birlikte istifade edebilmesi için birakilan mera, koru vs gibi yerlerdir

e- Arazi-i Mevât: Köy, kasaba ve fertlere tahsis edilmemis bulunan ve imar bölgeleri disinda birakilmis olan topraklardir

Bu sistem, devlete ait mîrî arazinin, savaslarda yararliligi görülen, kale yapim ve tamirinde bulunan, devlete hizmet eden mücahidlere, askerlere ve diger bazi hizmet erbabina dagitilarak, bu kimselerin, kendilerine verilen araziye ait örfî ve ser'î vergileri toplamasi seklinde belirlenebilir Topragin "rakabe" denilen çiplak mülkiyeti devlete, kullanma ve yararlanma hakki timar sahibine aittir Daha önce de temas edildigi gibi toprak üzerindeki bu hak, babadan ogula intikal etmekte, ancak timar sahibinin topragi satmasi, hibe etmesi, bagislamasi, rehine koymasi veya miras olarak intikal ettirmesi mümkün degildir

Osmanli Devleti'nde, mirî arazi rejiminin sonucu olarak timar (dirlik) adi verilen bir sistem ortaya çikti Bu, daha önceki Müslüman devletlerdeki "Ikta" sistemi ile ayni olmakla birlikte ona göre biraz daha gelismisti Osman Gazi'nin fetihleri ile ortaya çiktigini daha önce gördügümüz bu uygulama, I Murad döneminde teskilâtli ve sistemli bir kurum haline geldi Önceleri timar ve has diye ikiye ayrilan dirliklere bu devirde Kara Timurtas Pasa yardimiyla "zeâmet" diye malî yönde ikinci derecede bulunan bir kisim daha ilave edildi

Devlette, büyük bir fonksiyonu bulunan timar sistemi, Osmanli toprak rejiminin temelini teskil ediyordu Zira bu toplumda iktisadî, ictimaî, askerî ve idarî teskilâtlarin tamami büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanmaktaydi Toplum hayatinda en küçük vazife sahibinden, devletin en üst kademesinde bulunan hükümdara varincaya kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar, geçimlerini toprak ürünleri ile sagliyorlardi

Toprak taksimatinin en küçük bölümü olan timar, geliri 3 bin ila 20 bin akça arasinda degisen askerî dirliklere verilen bir isimdir Devrin imkânlari göz önünde bulundurularak bir kisim asker ve memurlara geçimlerini temin hususunda böyle bir kaynak saglanmistir Nitekim bu mânâda "zeâmet ve timar ki defi a'da için tâyin olunan mal-i mukateledir ve asker dahi bunlari tasarruf edenlerdir denilmektedir Keza, Islâm Ansiklopedisindeki genis makalesinde Barkan da bu mevzuda sunlari söylemektedir:

"Osmanli Imparatorlugunda geçimlerini veya hizmetlerine ait masraflari karsilamak üzere bir kisim asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nâm ve hesaplarina tahsil selâhiyeti ile birlikte tahsis edilmis olan vergi kaynaklarina ve bu arada bilhassa defter yazilarindaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirliklere verilen isimdir" Kendisine böyle bir imkân taninan kisi (timar sahibi, sipahî), buna karsilik bâzi vazifelerle mükellef tutulmaktadir O, batidaki toprak sahiplerinin, serflerine karsi takindiklari tavir gibi bir pozisyonda bulunamaz Keza, timari içinde meydana gelen olaylara, toprak sahibi sifatiyle müdahalede bulunamaz Zira "Osmanli Imparatorlugunun adlî düzeni icabi, herhangi bir cezanin tatbiki için bütün suçlarin kadi mahkemeleri önünde usûlü vechiyle tesbit edilerek hükme baglanmis bulunmasi lâzimdir Ne kadar kudretli kisiler olurlarsa olsunlar, timar sahipleri reâyanin hukuk ve ceza dâvalarina bakmak ve onlara ceza tâyin etmek yetkisine sahip degildi Hatta diger askerî sinif mensuplari gibi, timar sahiplerinin de kendi reâyasi ile beraber ayni mahkemeler önünde, ayni kanunlara göre muhakeme edilerek hüküm giymeleri icabediyordu Mahkeme karari olmaksizin, kimsenin hapsedilmesi, zincire vurulmasi, iskenceye tâbi tutulmasi veya para cezasi ödemesi câiz degildi" Osmanlilarda topragin rakabesi devlete aittir Bununla beraber, çiftçinin vermekle mükellef tutuldugu vergiyi dogrudan dogruya devlet degil ve fakat onun adina bir maas karsiligi olarak herhangi bir memur alir ki, böyle bir memuriyeti bulunana sipahî, bu tatbikata da, "timar sistemi" adi verilmektedir Sipahî, timari içinde çalisanlara haksiz bir ceza veremiyecegi gibi, onlara angarya da yükleyemez Zira Osmanlilarda, timari içinde, sipahinin bir kisim topraklari kendi nâm ve hesabina isleten ve bu maksatla idaresi altinda bulunan reâyânin isgücünü angarya mükellefiyetleri ile kullanmak mecburiyetinde olan büyük bir çiftlik sâhibi durumunda olmadigi anlasilmaktadir Ayni sekilde, mîrî arazi tasarruf eden bir reâyâ ile sipahî arasinda, büyük ölçüde ekonomik bir farklilasma görülmez Birisi, idarîaskerî vazifeler karsiligi toprak gelirinden istifade ederken, digeri sadece emek karsiligi bu ürünlerden faydalanmaktadir Osmanli cemiyetindeki bu iki sinif insanin emeklerini toprak geliri ile karsilamasi, maddî farklilasmayi ortadan kaldiran önemli bir âmil olmustur

Sipahî, reâyâdan miktar ve cinsleri kanunlarla tesbit ve tâyin edilmis olan bir kisim vergiden fazlasini tahsile selâhiyetli degildi Selâhiyetini tecavüz edenden de dirligi, bir daha geri verilmemek sartiyle alinirdi Nitekim, 14 Muharrem 973 (12 Agustos 1565) de Sivas Beylerbeyi, Sivas ve Arapkir kadilarina yazilan bir hükümde, Divrigi Beyi Kasim'in seriat ve kanuna aykiri olarak reâyâya haksizlik ettiginin mahkeme tarafindan tesbit edilmis olmasi cihetiyle, sancaginin tebdiline karar verildigi bildirilmektedir Ayni seneye 973 (1565) ait baska bir belgeye göre Avlonya Kadisina yazilan bir hükümde de mezkûr kazaya bagli Aspurokilise adindaki köyde timar tasarruf eden Burhan oglu Ahmed Sipahî, ehl-i senaattan olmak, çesitli kötülük ve haksizliklari bulunmakla hapsedilmesi ve timarinin elinden alinmasina dair tafsilâtli bilgi verilmektedir Ekonomik ve sosyal durumlari ile dinî inançlari tamamen farkli, çesitli kavimlere mensup kimseleri sinirlan içinde barindirarak onlari tebea edinen Osmanli Devleti, böylece timar sahibinin yapabilecegi herhangi bir haksizligin önünü almis oluyordu

Sipahî, mîrî arazinin halka tefvizinde, devletin bir temsilcisi olarak vazife görmektedir O, arazinin gerçek sahibi degildir Bunun içindir ki devlet, timarlarin kapali bir sistem halinde çalismasini engellemek, onlari devamli kontrol etmek ve gerektiginde müdahalede bulunmak için devamli surette buralara çesitli memurlarini gönderir "Timar sahiplerinin kendilerine tahsis edilmis olan arazi ve reâyâya ait ser'î veya örfî bir takim hak ve resimleri (vergi) kendi nâm ve hesaplarina toplayip onlarin gelirleri ile birtakim vazifelerin ifâsini temin ettiklerini biliyoruz Bununla beraber, sipahî timarlarini, malî bakimdan hârice karsi tamamiyle kapali ve müstakil bir bütün, bir müafiyet (imnunite) sahasi olarak kabul etmek de mümkün degildir Çünkü vergilerin toplanma sekli ile aidiyyeti hususlari, siki bir sekilde merkeziyetçi bir devlet teskilâti tarafindan mürakebe edilmekte ve sipahî timarina, muhtelif hak ve vazifeler dolayisiyle birçok devlet memuru girip çikmaktadir"

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



Toprak yönetimi 3

TIMAR SISTEMININ TEKÂMÜLÜ
Osmanlilarda, Osman Gazi ile baslayan timar sistemi, Yildirim Bâyezid zamaninda Timur'la yapilan savastan dolayi bir duraklama devresine girmisti Bu hâl, Fâtih devrine kadar tesirini göstermistir Fâtih Sultan Mehmed, devletin artan ihtiyaçlarina uygun olarak, devlet teskilâtini tanzim etmek ve bu arada timar sistemini gelistirmek için yeni kanunlar çikarmistir Nitekim o, timar sisteminin düzenlenmesi, timar topraklarinin arttirilmasi ve aksakliklarin giderilmesi konusunda önemli yeniliklerde bulunmustu Onun, aslinda devlete ait olup çesitli yollarla devletin elinden çikarak mülk veya vakif haline gelmis olan topraklan tekrar mîrî haline getirmesi operasyonu meshurdur Bu dönemde bütün vakif ve mülkler gözden geçirilerek 20000'den fazla köy ve mezra vakif veya mülk olmaktan çikarilip sipahilere dagitilmistir

II Bâyezid (1481-1512) zamaninda timar teskilâtinda pek büyük bir degisiklik yapilmadi Yavuz Sultan Selim (1512-1520) devrinde timar sistemi mükemmel bir sekilde islenmis, sipahî ve "cebelû"lerin miktari 1514 yilinda 140 bin kisiyi bulmustu

Timar teskilâti, Kanunî Sultan Süleyman devrinde tekâmülünün zirvesine ulasmistir Kanunî'nin timarlarla ilgili fermanlari bu hususta çok açik birer delil teskil etmektedirler Keza bu dönemdeki timar sayisindan ve "cebelû" miktarindan da haberdar bulunmaktayiz Nitekim, Kanunî zamaninda irili ufakli 37521 timar vardi Bunlardan 6620 Rumeli, 2614 Anadolu, 419 Haleb ve Sam vilâyetlerinde bulunuyordu Bunlardan 9653'ü kale muhafiz timari, geriye kalan 27868'i ise tamamiyle eskinci timari idi Bahis mevzu 27868 eskinci timari sahiplerinin, harbe beraber sürmek mecburiyetinde olduklari "cebelû" (veya cebelî) denilen silâhli ve zirhli askerlerle 70-80 bin kisilik atli bir timarli sipahî ordusu teskil ettikleri tahmin edilmektedir Padisahin hassa ordusu demek olan Istanbul'daki KapiKulu Ocaklarinin bu devirdeki mevcudu ise henüz 27 bin civarinda idi Kanunî zamaninda bütün müesseseler gibi dirlik (timar) sistemi de tekâmülünün zirvesine ulasmistir Bu dönemdeki timarli asker sayisinin yukanda verilenden daha fazla oldugu ve bunun 200 bin civarinda bulundugu da söylenmektedir

Osmanli toprak düzeninde dirlikler, üç kisma ayriliyordu Bunlar:

a) Has: Padisah, vezir ve ileri gelen devlet adamlarina tahsis edilip, senelik hâsilati 100 bin akçadan fazla olan yerlere (dirliklere) denirdi Her has sahibi, gelirinin her bes bin akçasi için bütün masraflari kendisine ait olmak üzere bir "cebelû" yetistirmek ve beraberinde harbe sürmek mecburiyetindeydi Haslar irsî degildir

b) Zeâmet: Senelik hâsilati 20-100 bin akça arasinda degisen dirliklerdir Bu gelirin 20 bin akçasi kiliç hakki oldugundan, zeâmet sahibi bunun disinda kalan her bes bin akça için bir "cebelî"yi yetistirmek ve harbe sürmek zorundaydi Zeâmetler, devlet merkezinde bulunan hazine ve timar defterdarlarina, zeâmet kethüdalarina, sancaklardaki alay-beyine kale dizdarlarina, kapicibasilara, hâcegan-i divan-i hümâyuna ve müteferrikalara tevcih olunurdu Bunlarin büyük bir suçu görülmedikçe zeâmetleri ellerinden alinmazdi

c) Timar: En küçük kategoriyi teskil eden ve senelik geliri 3000-20000 akça arasinda olan dirliklerdir Bu dirlikte, cinslerine göre kiliç hakki degismektedir Nitekim, Rumeli'de bulunan Budin, Bosna, Timasvar beylerbeyliklerindeki 6000'lik tezkireli timarlarin kiliçlari 3'er bindir Anadolu, Karaman, Maras, Rum, Diyarbekir, Erzurum, Haleb, Sam, Bagdad ve Kibris eyâletlerindeki tezkireli timarlarin kiliçlan ise 2 bindir Kiliç hakkinin disinda kalan her üç bin akça için timar sâhibi bir "cebelî" yetistirmek zorundadir

Osmanli toprak rejiminde her dirligin çekirdegini teskil eden ve "kiliç" adi verilen bir kisim vardir Timarlar, kiliç tâbir edilen ve hiç degismeyen bir çekirdek kismi ile bu kisma zamanla ilâve edilmis olan hisselerden tesekkül eder Timarlarin bulundugu yer ve durumuna göre farklilik arz eden her "kiliç"a bir timar sahibinin tayin edilmis olmasi lâzimdir Bir kiliç yerine iki kisi tayin edilemez Bu, her sancaktaki zeâmet ve timarlarin büyüklü-küçüklü dagilis seklinin ve kadro mevcutlarinin ayni kalmasini temin için bas vurulmus bir çaredir

TIMAR ÇESITLERI
Osmanli toprak düzeninde, timarlari siniflandirmak güç ve ince bir is olmakla birlikte onlari tiplerine göre birkaç kisma ayirabiliriz Bunlar:

1 Timar arazisinin mülk olarak verilip verilmemesine göre:

a) Mülk timarlar: Anadolu'nun bazi vilâyetlerinde mevcud olan bu tip timar sâhipleri, sefer aninda yerlerine "cebelû"lerini gönderebiliyor, kendileri ise sefere istirak etmeyebiliyorlardi Bu mükellefiyetini yerine getirmeyen timar sahibinin bir yillik geliri hazine tarafindan alinirdi Fakat timar baskasina verilmezdi Ölümü halinde ogluna, yoksa diger mirasçilarina kalirdi

b) Mülk olmayan timarlar: Bunlar, hizmet mukabili vâridatinin bir kisminin tahsisi suretiyle verilen timarlardir ki, Osmanli timarlarinin çogu bu nevi'dendir

2 Timar sahiplerinin gördügü islere göre:

a) Eskinci timarlari: Bunlarin sahipleri alay beyinin sancagi altinda sefere eserler (giderler) "Cebelî"leri ile birlikte sefere gitmek zorunda olan bu tip timarlarin mutasarriflari, sefere esmedikleri zaman timarlan ellerinden alinirdi Osmanli toprak sisteminde bu nevi'den olan timarlar çogunlukta idi

b) Mustahfiz timarlari: Bu timarlarin sahipleri, mensubu bulunduklari kale muhafazasinda bulunurlardi

c) Hizmet timarlari: Bâzi serhadlerde bulunan câmilerin imâmet ve hitâbetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere verilen timarlardir

3 Verilis sekillerine göre: Timarlarin, beylerbeyi tarafindan veya Istanbul'dan verilmesine göre siniflandirilmasi ile ilgilidir Buna göre timarlar ikiye ayrilmaktadir:

a) Tezkireli: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile devlet merkezine teklif ettikleri timarlara bu isim verilirdi

b) Tezkiresiz: Beylerbeyilerin, kendi beratlari ile verdikleri timarlara da tezkiresiz adi verilir

Küçük timarlarin dagitilmasinda beylerbeyilerin selâhiyetleri büyüktü Muhtelif eyâletlerde degisik baremlerde olmak üzere defter yazilari belirli bir rakamin altinda olan timarlarin sahiplerini beylerbeyiler kendi tugralarini tasiyan beratlarla dogrudan dogruya tâyin edebiliyorlardi Daha büyük bir gelir saglayan timarlarda ise beylerbeyi, o timara hak kazanmis olan sipahinin eline bir "tezkire" vererek tâyinini devlet merkezine teklif eder Bu sipahinin berati, devlet merkezinden verilirdi Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan sipahî, Istanbul'a giderek 6 ay içinde beratini almak zorunda idi Aksi takdirde timarinin gelirinden faydalanamazdi

Dogrudan dogruya beylerbeyi tarafindan verilen tezkiresiz timarlarin defter geliri düsüktür Bunlarin en büyügü Rumeli'deki eyâletlerle (Budin, Bosna, Timasvar vs) Sam, Haleb, Diyarbekir, Erzurum ve Bagdad bölgelerinde 6000, Anadolu ve Kibris eyâletlerinde 5000, Karaman, Zülkadiriye ve Rum eyâletlerinde de 3000 akçalik geliri olan timarlardir

Osmanli timar sisteminde dikkat edilen hususlardan biri de tezkireli timarlarin bozulup tezkiresiz hâle getirilemeyisidir

4 Malî durumlarina göre:

a) Serbest timarlar: Timar sahibinin "resm-i arûs", "resm-i tapu", "kislak", "yaylak", "cürüm, cinayet" vs gibi vergileri, alma hakkina sahip bulundugu timarlardir, (dirliklerdir) Bunlar, vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, nisanci, defterdar, divan kâtipleri, çavuslar çeribasilari, sübasilar ve dizdarlar gibi yüksek rütbeli idare âmirleri ile memur ve askerlerin has ve zeâmetleridir Bunlar, bazi imtiyazlara sahiptirler

b) Serbest olmayan timarlar: Böyle bir timari tasarruf eden sipahînin, serbest timar tasarruf eden gibi bir yetkisi yoktur Onun için yukarida adi geçen vergileri kendi nâm ve hesabina alamaz

Çesitli yönleri ile tedkik ettigimiz timar sisteminin geçirmis oldugu merhaleler ile farkli sebeblere bagli olarak aldiklari degisik isimleri gördük Beldiceanu, kendine göre ve özellikle timar tasarruf eden kimselere göre ayri bir siniflandirma yapmaktadir

TIMAR SISTEMININ BOZULMASI VE ORTADAN KALKMASI
Kanunî Sultan Süleyman devrinde, tekâmülünün zirvesine erisen timar sistemi, bu pâdisahin ölümünden sonra bozulma temâyülü göstermeye baslamis olacaktir Koçi Bey (? 1640), 992 (1584) tarihine kadar timarlarin kiliç ehli elinde ve ocakzâdelerde bulundugunu, bu sinifa yabanci ve kötü kisilerin girmedigini keza timarlarin büyükler ile âyânin sepetine de girmedigini belirterek o ana kadar bir bozulma belirtisi görülmedigine isaret eder Fakat XVI asrin sonlarina dogru timarlarin iltizam usûlü ile verilmesi, bunun neticesinde mültezimlerin fazla kâr saglayabilmeleri için reâyâya haksizliklarda bulunmalari, bozulmanin baslangici sayilmaktadir III Murad (1574-1595) devrinde bozulma emâreleri, daha belirgin bir sekil almisti Zira bu devrede eski kanunlara riayet edilmeyerek çesitli yollardan timar sahibi olan kimseler türedi Bununla ilgili olarak Koçi Bey, "bosalan timar ve zeâmetler de eski kanunlara aykiri olarak Istanbul tarafindan verilmeye baslandi Ileri gelenler ve vükelâ, bosalan yerleri adamlarina ve akrabalarina verip, Islâm memleketinde olan timar ve zeâmetin seçmelerini ser'-i serife ve yüksek kanuna aykiri olarak kimini mülk olarak, kimini vakif olarak, kimini vücudu sihhatta olan kimselere emeklilik olarak verip bütün zeâmet ve timar, ileri gelenlerin yemligi oldu Bu bozukluklar, devletin en secaatli, güçlü, san ve sevkete sebep olan askerinin harap olmasina sebep oldu Halbuki parali asker, asagi tabaka halkindan devsirilirse hiç bir yararligi olmaz Aksine bunlar, baris günlerinde azginlik ve isyana sebep olup ser aleti olduklarindan epeyce zamandan beri taskinligin ardi arkasi kesilmemektedir Bu beylerbeyliklerinde ve sancakbeyliklerinde, vezirlerin agalarin, müteferrika, çavus ve kâtipler zümresinde, dilsiz, cüce taifesinde, padisah nedimlerinde bölük halkinin ileri gelenlerinde bir çok timar ve zeametler olup, kimi hizmetkârlari üzerine, kimi azadsiz kullan üzerine berat çikarmislardir Nâm adamlarinin olup, mahsûlü kendileri yerler Içlerinde öyleleri vardir ki, yirmiotuz belki, kirkelli kadar zeâmet ve timari bu yoldan alip, ürününü kendileri yeyip, sefer-i hümâyun olunca, cebe ve cevsen yerine aba ve kebe giydirip birer semerli beygir ile sefere gönderirler Kendileri evlerinde zevk ve safâ, seyir ve sohbette olurlar" diyerek bozulmanin sebep ve sekillerini göstermeye çalismistir

Iltizam usûlünün dogmasi, timarlarin akraba ile yakinlara dagitilmasi ve rüsvetin ortaya çikmasi sonucu, timar sahiplerinin askere gitmemesi üzerine bas gösteren bozulmanin sebeplerini söyle siralayabiliriz:

a) Merkezî devlet bürolarinda timar kayitlarinin son derece karisik bir hâle düsmesi Timar sahiplerinin seferlerde yapilmasi gerekli yoklamalarinin türlü tesirler altinda iyi bir sekilde yapilamamasi ve bu yoklamalarin daha sonraki timar dagitimi için iyice muhafaza edilmemesi

b) Bos kalan timarlarin, istihkak sahiplerine verilmesi yerine bir kenara ayrilarak (sepete konarak) çesitli hileli yollarla bazi nüfûzlu kisilerin adamlarina verilmesi

c) Is adami vasfindaki yeni timar sahipleri, sefer zahmetinden, baç ve can korkusundan halas olup safâ ve huzur içinde kâr ve kazançlari ile mesgul olabilmek için, harp zamanlarinda timarlarini bir takim aracilara, seferden dönüste bu timarlardan eski sahipleri lehine feragat etmek sartiyle, devir ve tahvil ettirmenin yolunu bulmakta idiler

Görüldügü gibi timar sisteminde, reâyâ, sipahi ve devlet olmak üzere üç temel taraf bulunmaktadir Bunlarin, birbirlerine karsi nasil davranmalari gerektigi, kanunnâme, adaletnâme ve zaman zaman isdar edilen fermanlarla tesbit edilmisti Bununla beraber bu üçlünün bazan birbirlerine karsi olan yanlis davranislari, Osmanli sosyoekonomik tarihinin en önemli konusu olmustur Bilindigi gibi dirlik sisteminde devlet, arazinin rakabesine yani çiplak mülkiyetine sahiptir Sâhib-i arz veya timar sahibi adiyla da anilan sipahi ise devlete ait araziyi isleten, devletin reâyâdan alacagi vergileri toplayan kimsedir Sipahi, topladigi bu paralarin bir kismini kendine ayirmakta, kalan kismi ile asker besleyip bu askerlerle birlikte seferlere istirak etmektedir Bu durumu ile sipahi, mîrî topragi isleyen bir devlet memurudur Bu bakimdan, reâyâ üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadir O, sorumlulugu altinda bulunan topraklarda devletin otoritesini temsil etmektedir

Reâyâ ise üzerinde yasadigi topraklan isleyip bunlarin vergisini devlet adina sipahiye vermek zorundadir O asirlarda halkin elinde nakit para pek fazla bulunmadigindan vergileri aynî (mahsûl) olarak öderlerdi Reâyâ bu mahsulü teslim etmek üzere kendisine en yakin pazara sürmek zorunda idi Sipahi, reâyânin bunu daha uzaktaki pazara sürmesini isteyemezdi Bundan baska reâyâya eziyet edilmesine, maddî ve manevî külfet yüklenmesine (angarya) izin verilmezdi Devlet, sipahi, reâyâ üçlüsünün statüleri ve karsilikli mükellefiyetleri "Tahrir Defterleri"nin basinda yer alan sancak kanunnâmelerinde genis ve etrafli bir sekilde belirlenmistir Ayrica siyasetnâme nevinden olan eserlerde devletin bekasinin reâyâ ile mümkün oldugu ifade edilmektedir Nitekim Kâtib Çelebi (Düsturu'l-Amel li Islahi'l-Halel, Istanbul 1280, s 124) söyle demektedir: "Evvela reâyâ ve berâyâ selâtin ve ümerâya vediat-i ilâhiye oldugundan gayri La mülke illâ bi'rricâl, velâ ricâle illâ bi's-seyf velâ seyfe illâ bi'l-mal, velâ mâle illâ bi'rraiyye, velâ raiyye illâ bi'l-adl"

Farkli sebeplere bagli olarak bozulmaya yüz tutan timar sisteminin islahi için, çesitli tedbirlere bas vurulmus olmakla beraber, bu gidisin önü bir türlü alinamamistir

Kurulusundan beri, Osmanli Devleti'nin ekonomik, sosyal ve askerî tarihinde büyük bir rol oynayarak önemli bir hizmet ifa etmis olan timar rejimi, birkaç asirdan beri buhranlar içinde geçen hayatinin son safhasinda sessiz sedasiz bir sekilde ve herhangi bir sarsintiya sebep olmadan ortadan kalkti Tarihe mal olmasi çesitli safhalar geçiren bu sistemin ilk tatbikati, 1703 senesinde Girit adasinda basladi Ülkenin diger mintikalarindaki timarlar ise 1812 yilindan itibaren mahlul oldukça (bosaldikça) baskasina verilmemeye baslandi Bu uygulama ile timar sahiplerinin sayisi gittikçe azalmaya yüz tuttu Nihayet, Yeniçeri Ocagi'nin lagv edilmesi ile muntazam ve disiplinli bir askerî sinif vücuda getirildikten sonra, intizamlarini büsbütün kaybetmis olan timar sahiplerinin de eskiden oldugu gibi kendi hallerine birakilmasi uygun görülmedi Bu sebeple H 1263 (M 1848) senesinde bütün timar sahipleri kaydi hayat sartiyla ve yarim timar bedeli ile emekliye sevk edilerek timar sistemine son verildi

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



1 balkan savası

--------------------------------------------------------------------------------

1789 Fransiz Ihtilâlinin dünyaya yaydigi Milliyetçilik akimi neticesinde, imparatorluklar dahilinde bulunan milletler, bagimsizlik için harekete geçmisler ve bazi devletlerin destek ve yardimlari ile ayaklanmislardir Osmanli tarihinde XIX yüzyil, bu tür ayaklanmalar dönemidir Balkan yarimadasinda çok çesitli millet yasadigi için, milliyetçi ayaklanmalar en fazla burada meydana gelmistir
Balkanlarda çikan ayaklanmalari daha çok, XVII yüzyilda gelismeye basliyan ve en büyük gayesi, Baltik denizine ve özellikle Akdenize çikmak olan Rusya kiskirtiyordu Akdenize inmek için önce Karadeniz'i, sonra Istanbul ve Çanakkale bogazlarini ele geçirmesi gerekiyordu Iste Rusya bu gayeye ulasmak için her yola bas vurmaktan geri kalmamistir Bu yollardan biri de irk ve din bakimindan akraba oldugu Balkan Prensliklerini alet olarak kullanip, bu genç devletleri Osmanli Devletinin varligini sona erdirmeleri için kiskirtmakti Osmanlilar Trablusgarp'ta savasirlarken, Sirbistan'in baskenti Belgrat'taki Rus elçisi harekete geçerek, Balkanlarda Osmanli Devletinin elinde kalan son toprak parçalarinin Sirbistan ile Bulgaristan arasinda paylasilmasi için tesebbüste bulundu Neticede iki devlet arasinda bir ittifak imzalatmaya muvaffak oldu Kisa bir süre sonra bu ittifaka Karadag ve Yunanistan da katildi Böylece Balkanlarda Osmanli Devletine karsi harekete geçme hazirliklari tamamlanmis oldu

Bu sirada Türk ordusu subaylari iki partiye ayrilmis ve hükümet Ruslarin Balkanlarda savasa müsaade etmiyecegi hususundaki yalan teminatina inanmisti Sofya elçiliginden hariciye Nâzin olan Asim Bey de 15 Temmuzda, meclis-i Mebûsan'da: "Balkanlardan imanim kadar eminim" tarihi cümlesini ihtiva eden bir nutuk söyliyerek, harb ihtimalinin bulunmadigini iddia etmisti Ayrica Âsim Beyin yerine gelen yeni Hariciye Nâzin Ermeni Gabriel Noradingiyan da Rusya'nin teminatinin kesin oldugunu hükümete bildirmisti Bu inandirici teminatlar neticesinde Rumelindeki en iyi 120 tabur asker terhis edilmisti

Balkan devletleri ittifaktan sonra Osmanli Devletine isteklerini bildirdiler Bu ittifaktan haberi olmayan Ittihatçilar, savas için yüksek ögrenim talebesini kiskirtarak, Babiâli önünde "Harb" diye bagirtmis ve hükümet aleyhinde nümayis yaptirmislardi Harbin kolay geçecegini zannediyorlardi Halbuki müttefikler, Türkiye'ye karsi uygulayacaklari savasi ve taksim projelerini en ince teferruatina kadar tesbit etmislerdi

8 Ekim 1912'de Karadag Prensligi Osmanli Devletine savas açti 18 Ekimde Osmanlilar, Bulgaristan, Sirbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan ile savasa girdi

Ikmal ve Levazim Teskilâtinin çok bozuldugu Osmanli ordusu seferberligini çok geç yapabildi Terhis edilip Anadolu'ya gönderilen 120 taburu, savasin sonunda bile yeniden silâh altina alamadi

Bulgaristan'a karsi çikacak kuvvetler 5 kolordu halinde, "Sark Ordusu" namiyla toplandi ve I Ferik Abdullah Pasa'nin kumandasina verildi Edirne mevkiindeki bagimsiz kuvvetler Sükrü Pasa'nin emrindeydi Yunanistan'a karsi Selanik'te bir kolordu ve Yanya kalesindeki kuvvetler birakilmisti Karadag'a karsi kuvvetler Iskodra kalesinde toplanmisti Sirbistan'a karsi Makedonya'yi "Garb Ordusu" kumandani müstakbel sadrazam Birinci Ferik Ali Riza Pasa savunacakti

Savasi idare kabiliyetinden mahrum Nâzim Pasa'nin hiçbir hazirligi olmayan orduyu hemen Bulgarlara karsi taarruza geçirmesiyle hezimet basladi ve artik arkasi alinamadi Osmanli ordulari Bulgarlara karsi bütün Trakya'yi birakarak Çatalca'ya kadar çekilmek zorunda kaldigi gibi, Sirbistan'a karsi Kumova'da yenilmisti 6 Kasimda Prevezeyi alan Yunanlilar, Veliahd Konstantin idaresindeki büyük kuvvetlerini Selanik üzerine gönderdiler Selânik'i savunmakla görevli jandarma pasasi Tahsin Pasa, tek silâh atmadan, muazzam kolordusunu bütün silâhlari ile beraber yunanlilar'a teslim etti Sultan II Abdülhamîd Hân devrinde ihtilas (devlet malini zimmetine geçirmesi) suçu tesbit edilmis olan bu Tahsin Pasa, o devirde menküb (rütbe ve haysiyetten düsmüs) oldugu gerekçesiyle, Selanik kolordusunun basina getirilmisti Bütün Kuzey Arnavutluk da Sirp-Karadaglilar tarafindan isgal edildi

Selânik'in düsmesinden 8 gün önce, artik "Hakan-i mahlu" veya "Hakan-i sabik" diye anilan Sultan II Abdülhamid Han, Istanbul'a getirilmisti Sultan Abdülhamid Hân-i Selanik'ten almaya, nazirlardan Vezir Damat Germiyanoglu, Arif Hikmet ve Dâmâd Çavdaroglu Mehmed Serif Pasalar gitmislerdi Sultan Abdülhamid Hân muhafizlarinin yaninda, ikisi de bilgin ve degerli eserler sahibi dâmâdlariyle konusmasi meshurdur Gazete okumasi yasak oldugu için, kulaktan aldigi bilgi disinda siyasî durumu etrafli sekilde bilmeyen "Sabik Hakan", 4 Balkan devletinin ittifakina ve bu ittifakin haber alinmamasina hayret etmistir Makedonya'da kiliseler meselesinin Ittihatçilar araciligi ile ortadan kaldirildigini ögrenince, Balkanlarin ittifakini bununla izah etmis, fakat ittifakin ögrenilmemesi karsisinda elçilerin, ataselerin ne is yaptiklarini sormustur "Allah bu hallere sebep olanlarin Kahhar ismiyle kahretsin, devleti batirdilar" diye büyük teessürle gemiye binmistir

Selânik'i ele geçiren Yunanlilar, daha sonra Ege adalarindan Bozcaada, Limni, Somatraki ve Tasoz adalarini isgal ettiler

3 Aralik 1912'de imza edilen ateskes anlasmasi (mütareke) ile silâhli çatisma durmus oldu Balkan devletleri ile Osmanli Devleti arasinda Antlasma 30 Mayis 1913'de Londra'da imzalanmistir Bu baris antlasmasi ile Osmanli Devleti, Ege adalarinin durumunun tayinini ve Arnavutlugun sinirlarinin çizilmesi isini büyük devletlere birakmakta, Girit'i hukuken Yunanistan'a terketmekte ve Midye-Enez hattinin batisinda kalan topraklari da Balkan devletlerine birakmakta idi Bu çizilen sinirla, kendisini kahramanca savunan, fakat yiyecek sikintisindan son derece muzdarib duruma düsmesi sebebi ile düsen Edirne, Bulgaristan'a geçiyor Bulgaristan Kavala ile Dedeagaç arasindaki topraklari alarak Ege denizine ulasiyordu

2500 yillik Türk tarihinin büyük felâketlerinden biri olan Balkan savasinda Türkler, Anadolu'dan sonra ikinci anayurt haline gelmis olan Rumeli'ni biraktilar Bu Rumeli, 550 yildir Türk yurdu idi Birçok bölgede Türkler, ezici ekseriyet halinde idiler Türkiye, hemen hemen bir Avrupa devleti olmak durumundan çikti

93 Harbinde görülen göç ve göçmen felâketinin daha siddetlisi Balkan harbinde cereyan etti Yüzbinlerce Türk, herseylerini birakarak eriye eriye Istanbul'a eristiler ve Anadolu'ya dagildilar Balkanlarin, bilhassa Bulgarlarin yaptiklari zulüm tüyler ürpertici oldu Onbinlerce sivil Türk, kadin, ihtiyar, çocuk ve bebekler dahil olmak üzere her türlü iskencelerle dograndi

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



1 Dünya Savaşı

--------------------------------------------------------------------------------

1914-1918 senelerinde Ingiltere, Rusya ve Fransa'nin yer aldigi îtilâf devletleriyle, aralarinda Osmanli Devleti'nin de bulundugu Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'dan meydana gelen ittifak devletleri arasinda meydana gelen ve Harb-i umûmi diye de bilinen savas
1789'dâ meydana gelen Fransiz ihtilâli ve çeyrek yüzyil süren ihtilâl savaslari; on dokuzuncu yüzyil içinde bir takim siyâsî, ekonomik ve sosyal gelismelere sebeb oldu Ihtilâlin ortaya çikardigi fikirler ve içtimaî müesseseler, devletlere oldugu kadar milletlerin davranislarina da yeni bir istikâmet verdi Bu gelismeler devletler arasi münâsebetlerin de yeni bir çerçeve içinde olmasina yol açti Liberalizm ve milliyetçilik hareketlerinin çikmasi, Italya ve Almanya'nin birliklerini kurmasini sagladi Almanya ve Italya, devletler arasi münâsebetlerde büyük devlet olarak yeralmak istediler Bu hareketler, Avrupa' da yeni bloklarin ortaya çikmasina ve bunlarin birbirleriyle çatismasina yol açti Bloklar arasindaki gerginlik, karsilikli silahlanmalara sebeb oldu Bu gelismeler, Balkanlarda milliyetçilik akimlarinin gelismesine ve Osmanli Devleti himayesindeki Balkan milletlerinin kaynasmasina sebeb oldu

Alman basbakani Bismark'in, Alman Imparatorlugu'nu kurmak için uyguladigi baris siyâseti,devletler arasindaki rekabeti arttirdi On dokuzuncu asirda meydana gelen sanayilesme ve sömürgecilik faaliyetleri, diplomatik münâsebetlerin alaninin Avrupa'dan Afrika ve Uzakdogu Asya'ya kaymasini sagladi Almanya'nin denizlerde ve sömürgelerde Ingiltere ile rekabete yönelmesi, dünyâ pazarlarini ele geçirmeye çalismasi ve askerî yönden güçlenmesi; diger devletler gibi Ingiltere'yi de endiseye sevk etti Nitekim Almanya, 1890'dan sonra tâkib ettigi politika ile Güney dogu Avrupa ve ön Asya'yi etkisi altina aldi Afrika ve Uzakdogu'da girisimlerde bulunmaya basladi Böylece Almanya, Ingiltere için denizlerde güçlü bir râkib, Avrupa'da da dengeyi bozan bir güç hâline geldi Bu da Ingiltere' nin güvenligi, Hindistan yolu ve deniz asiri çikarlari yönünden çok tehlikeliydi Almanya'nin gücünün ve etkinliginin azaltilmasini isteyen ingiltere, Almanya'yi ezmek için çesitli tedbirlere basvurdu

Fransa da, yâni basinda güçlü bir Almanya'nin bulunmasindan endise ediyordu 1870'deh beri Almanya'dan Alsace-Loren'i ele geçirmek ve intikam almak istiyordu Çikabilecek bir savasta müttefikleri ile birlikte Almanya'yi parçalamanin hesabini yapiyordu

Rusya ise, bati sinirlarinda birgüç olarak beliren Almanya'nin,, Dogu Avrupa'daki panislavist emellerine set çekmesinden endise ediyordu Bu sebeble Almanya'yi yikarak ve ona dayanan Avusturya-Macaristan Imparatorlugunu parçalayarak bu tehlikeyi ortadan kaldirmak, bütün Slavlari Rus hâkimiyeti altina alabilmek gayesini güdüyordu Ayrica, Ingiltere'nin karsi çikmasindan dolayi bir türlü alamadigi Istanbul ve bogazlari, Ingiltere ve Fransa'nin müttefiki olmasindan faydalanarak ele geçirmek ve sicak denizlere açilmak emelindeydi

Bütün bu gelismelerin hedefi olan Almanya ise, ekonomik ve siyâsî yönden dünyâda daha etkin hâle gelmek istiyordu, özellikle doguya dogru genislemek ve yeni pazarlar ele geçirmek emelindeydi Avrupa'nin gittikçe güçten düsen devleti Avusturya-Macaristan Imparatorlugu ise, kendisine en büyük zararin panislavizmden gelecegini biliyordu Rusya'nin destegi ve kiskirtmasiyla harekete gecen, büyük iddialar pesinde kosan Sirbistan'i ortadan kaldirarak, doguya dogru genislemek ve Rus etkisini Balkanlardan uzaklastirmak istiyordu

Italya ise, Almanya ile ittifak içinde bulunmasina ragmen gizlice Fransa ile anlasmisti Gayesi, Avusturya'nin hâkimiyeti altinda kalan Italya topraklarini kurtararak, Akdeniz ve çevresinde yeni sömürgeler elde etmekti

Büyük devletlerin hepsi bir harbin çikmasinda kendi çikar ve emelleri açisindan fayda görmekte ve harbin çikmasi için zahirî sebebler aramaktaydilar

Avrupa'da Almanya, Avusturya-Macaristan ve Italya'dan meydana gelen üçlü ittifak ve Ingiltere, Fransa ve Rusya'dan meydana gelen üçlü îtilaf bloklarinin kurulmasi ve savas hazirliklarinin devam ettigi sirada Osmanli Devleti; ittihâdcilarin tesvik ve tahrikiyle girdigi Balkan harbinden maglûb çikmis, pek çok vatan topragini kaybetmis, düzenli ve disiplinli ordulari daginik, bitkin ve teçhîzâtsiz olup, perisan bir hâldeydi Çikacak bir harbe girmeye maddî gücü ve tahammülü olmadigi gibi, böyle bir harbe girmeyi gerekli kilacak birsebeb de yoktu

28 Temmuz 1914 günü Avusturya-Macaristan veliahdi Arsidük Fransuva Ferdinand'in Saraybosna'da bir Sirpli tarafindan öldürülmesi üzerine, Avusturya, Sirbistan'a agir bir ültimatom verdi ve harb ilân ettigini bildirdi Rusya Sirbistan'in, Almanya da Avusturya'nin yaninda harbe girdi Böylece bir hafta içinde Avrupa, dünyâ çapinda bir harbe sürüklendi Almanya Rusya'ya, Rusya'nin müttefiki olan Fransa da Almanya' ya savas ilân etti Fransa'yi ezmek ve ardindan Rusya üzerine yürümek üzere hazirlanan Almanya' nin Belçika'dan geçmesi gerekiyordu Belçika geçis izni vermeyince, Almanya Belçika'ya savas îlân etti Fransa ve Rusya' nin müttefiki olan Ingiltere de bu sirada Almanya ve Avusturya'ya savas ilân etti Belçika'ya giren Almanlar hizla Fransa üzerine yürüdüler, ilk anda geri çekilen Fransizlar, Marne nehri üzerinde kuvvetli bir savunma hatti kurdular Bu hatti yaramayan Almanlar, dogu cephesine dönüp, Ruslari iki defa maglûb ettiler Avusturya ise hiç bir basari saglayamadigi gibi Ruslara da yenildi Galiçya, Ruslar tarafindan isgal edildi Denizlerde Ingiltere ile Almanya arasinda meydana gelen iki savasin ilkini Almanlar, digerini ise Ingilizler kazandi

Bu arada Almanya'nin Uzakdogu'da yayilmasini istemeyen Japonya, 23 Agustos 1914'de Almanya'ya savas îlân ederek itilâf devletlerinin yaninda yer aldi

Trablusgarb ve Balkan savaslarindan yenik çikan Osmanli Devleti, ordu ve donanmasini islâha çalismasi yaninda, bloklara ayrilmis Avrupa'da kendisini siyâsî yalnizliktan kurtarma tesebbüslerine giristi 23 Ocak 1913'de düzenledikleri Bâb-i âlî baskiniyla iktidari ele geçiren Ittihâd ve Terakkî firkasinin ileri gelenlerinden olan Cemâl Pasa, Fransiz dostlugundan faydalanarak Osmanli Devleti'ni îtilâf devletleri safina sokmak istediyse de netice alamadi Çünkü Osmanli Devleti'nin, itilaf devletleri yaninda yer almasi, Fransa ve Ingiltere'nin müttefiki olan Rusya' nin isine gelmiyordu, itilâf devletleri arasinda yer alma tesebbüsleri neticesiz' kalan Ittihad ve Terâkki ileri gelenleri, Enver Pasa'nin Alman hayranligi sebebiyle Almanya'nin yaninda yer almak için tesebbüse geçtiler Harbin baslamasindan bes gün sonra, 2 Agustos 1914'de sadrâzam Saîd Halim Pasa, harbiye nâziri Enver Pasa, dâhiliye naziri Talat Pasa ve Meclis-i meb'ûsân reisi Halil beylerden meydana gelen dörtlü grup; Fransa tarafdâri olan Cemâl Pasa ile diger vükelâ ve Meclis-i meb'ûsânin haberi olmadan Osmanli-Alman ittifakini imzaladilar Daha önceki bütün harbler, Meclis-i meb'ûsân ve hey'et-i vükelâdan baska sarayda toplanan fevkalâde harb meclisinin karariyla ilân edilirdi Birinci dünyâ harbine girisin ilk basamagi olan bu ittifak andlasmasi, pâdisâhtan, bütün meclislerden ve yetkililerden gizli olarak imzalanmak suretiyle Osmanli Devleti' 'nin yikilisi hazirlandi Hiçbir millî menfeat saglamayan, fakat pek çok yükümlülükler getiren bu ittifak andlasmasinin imzalanmasindan sonra, ihtiyat tedbiri olarak ertesi günden baslamak üzere seferberlik ilan edildi Harb hazirliklarina vakit bulabilmek için zahiri olarak tarafsizligini ilân eden Ittihâd ve Terakki, 11 Agustos Sali günü Goeben ve Breslau isimli Alman zirhlilarinin ingiliz takibinden kurtulmak üzere Çanakkale bogazindan girmelerine müsâde etti

Bu Alman zirhlilarinin Çanakkale bogazindan içeri girmesinden ise, sadrazamin, kabinenin, Meclis-i meb'ûsânin, hey'et-i vükelânin ve Enver Pasa haricindeki diger Ittihâd ve Terakki ileri gelenlerinin de haberi olmadi O günün aksami Saîd Halim Pasa' nin yalisinda toplanan Encümen-i veküleâya biraz geç gelen harbiye nâziri Enver Pasa, içeri girerken gülerek; "Bir oglumuz dünyâya geldi" dedi Hemen îzâh ederek, Alman gemilerinin Ingiliz takibinden kurtarmak için içeri alinmalarini kendisinin emrettigini söyledi Bu suretle Enver Pasa, Almanya'nin Türkiye'yi istedigi zaman harbe sokacak bir vaziyete gelmesini te'min etmek gibi târihin hiç bir zaman affetmiyecegi bir cinayeti tek basina isledigi gibi, faciaya ses çikarmayan arkadaslari da suç ortakligini kabul etmis oldular

Bütün bu gelismelere ragmen Osmanli Devleti'nin tarafsiz oldugunu kabul eden itilâf devletleri, Osmanli Devleti'nin tarafsiz kalmasini ve harbe girmemesini saglamak için gayret sarfettiler Fransa ve Ingiltere büyükelçileri, sadrâzami ziyaret ederek protesto notasi verdiler

Itilâf devletlerinin bu tesebbüsleri karsisinda, hükümet, Alman sefirine müracaat ederek bir müddet gemilerin silâhtan arindirilmasini istediyse de, vaziyete hâkim olan Alman sefîri, hükümetin bu istegini kesin olarak reddetti Alman sefirinin bu davranisi üzerine, Saîd Halîm Pasa'nm yalisinda toplanan Encümen-i vükelâ, Alman zirhlilarini Osmanli Devleti tarafindan satin alinmis gibi göstermeye karar verdi, Itilâf devletleri bu hayalî satis oyununa inanmamis olmakla beraber, Osmanli Devleti'nin tarafsizligini te'min için, inanmis göründüler Gemilerin Alman mürettebattan arindirilmasini istedilerse de bu istekleri kabul edilmedi Alman gemilerinin birincisine Yavuz, ikincisine de Midilli adi verildi Biraz sonra da donanma baskumandanligina Alman filo kumandani Amiral Souchon (Suson) Pasa tâyin edildi Böylece tarafsiz kalmaya giden bütün yollar kapatildi

Almanya, dogu Avrupa'daki Rus kuvvetlerinin bir kismini üzerinden atabilmek için Osmanli Devleti'nin bir an önce harbe girmesini istiyordu Enver, Talat ve Cemâl Pasa disindaki diger Osmanli idarecileri ise, devletin mali ve askerî durumunun iyi olmadigini ileri sürerek harbe girisin geciktirilmesini istiyorlardi Fakat ittihadcilarin Balkan harbinde halk üzerinde biraktiklari kötü hâtiralarin silinmesini isteyen, böylece binde bir ihtimâlle de olsa ulasilacak bir Alman zaferinden sonra kendi ikbâllerinin daha parlak olacagini zanneden, gerçekte ise sâdece Alman ordularinin üzerinde bulunap Avrupa' daki yükünü hafifletmek isteyen harbiye naziri Enver Pasa ve kabinenin bâzi üyeleri, devletin bir an evvel savasa girmesini istiyorlardi Netîcede Enver Pasa'nin izniyle amiral Souchon donanmayi alarak 29-30 Ekim 1914 gecesi Karadeniz'e çikti Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarini bombaladi Böylece fiilen harbe giren Osmanli Devleti'ne karsi îtilâf devletleri harb îlân ettiler

Gerek Almanya gerekse Itti-hâd ve Terakkî ileri gelenleri, Rusya ve Ingiltere'nin hâkimiyeti altinda bulunan veya sömürgesi olan müslümanlari ayaklandirarak bu iki devlete gaile çikaracaklarini ümid etmislerdi Ancak çesitli sebeblerle beklenen netice alinamadi Harbin basladigi ilk zamanlarda tarafsizligini îlân eden Italya; Ingiltere ve Fransa' nin bâzi vâdlerde bulunmasi üzerine 20 Mayis 1915'de Avusturya' ya, Agustos 1915'de de Almanya ve Osmanli Devleti'ne karsi savas îlân ettigini bildirerek itilâf devletleri yaninda yer aldi ikinci Balkan savasinda kaybettigi topraklari geri almak isteyen Bulgaristan da, 6 Eylül 1915'de Almanya ve Avusturya ile imzaladigi andlas-malar geregince Sirbistan'a karsi savasa girdi

Osmanli Devleti'nin fiilen harbe girmesinden sonra itilâf ve ittifak devletleri degisik cephelerde savasmaya basladilar

1 Kasim 1914'de Ruslarin Dogubâyezîd'den sinirimiza tecâvüz etmeleri ile Kafkas cephesi açildi Ruslar ilk iki muharebede maglûb edildi ise de tâkib edilip atilamadi "Dondurucu kista taarruz dogru olmaz Ilkbahara te'hir edelim" tavsiyelerine ehemmiyet vermiyen Enver Pasa'nin bizzat idare ettigi Sarikamis harekâtinda dondurucu kisin da etkisiyle en kiymetli ordu birliklerimiz imha edildi Ruslar, 1915'e kadar Van, Mus, Bitlis; 1916'dan sonra Erzurum, Erzincan, Trabzon, Bayburt, Gümüshane'yi zabt ederek Sarkî Anadolu'yu ellerine geçirdiler

1 Kasim 1914'de Ingilizlerin Süveys'te Akabe'yi bombardiman etmeleri üzerine Filistin-Sûriye cephesi açildi Bahriye naziri Cemal Pasa'nin basinda bulundugu ve büyük hayâllerle 1915'de yapilan kanal harekâti iki defa basarisizlikla neticelendiBu bölgeye gönderilen ordumuz zayiat vererek Gazze'ye çekildi 1917*de meydana gelen üç Gazze savasinin ikisini ordularimiz kazandi ise de, üçüncüsünde yenildi 1918 Nablus meydan muharebesinde de, Ingilizlerin oyunlarina aldanan bedevilerin ihaneti neticesinde yenildi Neticede Suriye Filistin, Sam, Haleb ve Beyrut elimizden çikti

Ingilizlerin 1 Kasim 1914'de Basra körfezine asker çikarmalari ile Irak cephesi kurulmustu Umûmi kumandanliga tâyin edilen Süleyman Askerî Bey, ingilizlere maglûb oldu ve civar yerler düsman eline geçti Albay Halil Bey'in Küt zaferini kazanmasina ragmen, bundan istifâde edilemedi, ingilizlerin bu havalideki askerleri tamamen temizlenmeden, Iran seferine girisilip, kuvvetler dagitildi Bundan istifâde eden düsman, takviye kuvvetleri alarak 11 Mart 1917'de mukavemet görmeden Bagdad'i ele geçirdi Sehrin düsüsü ile Irak bölgesi de elimizden çikti

Birinci Dünyâ savasi esnasinda Çanakkale'de de çok mühim savaslar oldu Gauben ve Breslau gemilerinin Osmanlilara siginmasindan sonra düsman Çanakkale üzerine yüklendi 1915'den sonra Çanakkale'de meydana gelen savaslar sehamet destanlari ile doludur Kirte, Zigindere ve Anafartalar, Kocaçimen, Conkbayiri, Kanlisirt, Kirtetepe, Kanlitepe, Aslantepe muharebeleri cereyan etti Düsmanlar muvaffak olamayacaklarini anlayinca belli etmeden gizlice çekilmeye basladilar ve 1916 Ocagi'nda tamamen çekilip gittiler

Türk milletinin târihinde ayri bir önem tasiyan ve 9 aya yakin süren Çanakkale muharebelerinde 250000 kadar sehîd verilmis, yeni yetisen bir nesil burada erimistir Neticede Türk cesareti Ingiliz sogukkanliligini, Türk azmi Ingiliz inadini ve Türk vatanseverligi Ingiliz gururunu yenmis, sanli târihimize "Çanakkale geçilmez" ibaresini yazdirmistir

Avrupa'da durumun îtilâf devletleri lehine gelistigini gören Romanya da, bâzi topraklar elde edebilecegini düsünerek 28 Agustos 1916'da itilâf devletlerinin yaninda harbe girdi

Denizlerde de savaslar oldu Yavuz ve Midilli gemilerinin Rus sahillerini bombardiman etmelerinden sonra Ruslar da Trabzon'u bombaladilar, Ingilizler Gazze ve Iskenderun limanlarini, donanmamiz Batum'u bombardiman etmisti Kanal'da, Gazze'de, Suriye ve Çanakkale muharebelerinde Ingilizler tayyareden de istifâde ettiler

1917*de Rusya'nin savastan çekilmesi ile bosalan yeri Amerika doldurdu Bu durum merkezî kuvvetlerin aleyhine oldu Bu tarihte bütün devletlerde bir yorgunluk ve bikkinlik basgösterdi Rusya'nin savastan çekilmesiyle imzalanan Brest-Litovsk andlasmasi ile Osmanli Devleti, dogudaki topraklarini istilâdan kurtardigi gibi, Kafkasya'daki isyanlari firsat bilerek Baku'yu ele geçirmeye kalkisti Ancak 1917 Haziran'inda, Yunanistan'in itilâf devletleri safinda savasa girmesi ve ayrica 1918 yazi sonlarina dogru itilâf devletlerinin bütün cephelerde umûmî bir taarruza geçmeleri, merkezi devletlerin sonunu getirdi

1918 Eylül'ünde Bulgarlar, Makedonya cephesinde Fransiz taarruzu neticesinde yenilince, mütâreke istediler Bulgarlarin savastan çekilmesiyle Almanya yolu kesilmis, daha önemlisi, Istanbul, Trakya yönünden bir saldiriya açik duruma gelmisti Bu sirada sayisi dokuza çikan Türk ordulari hayli uzaklarda savasiyordu Gerek bu durum, gerekse Suriye cephesindeki yenilgi, yillardir zafer vadiyle aldatilan millete, Ittihâd ve Terakkî'nin siyâsetinin basarisizligini göstermisti Savasa devam etmekte hiç bir fayda yoktu, 1918 Mart'inda sadrâzam olan Talat Pasa, mütârekeyi imzalayacak bir hükümetin kurulmasina imkân vermek için 7 Ekim 1918'de istifa etti Hükümeti daha çok itilâf firkasi mensuplari ile Ahmed Izzet Pasa kurdu Bu sirada dört yildir Anadolu Türk erkeklerini cepheden cepheye kosduran, yüzbinlerce sehîd veren, gâlib fakat maglûb sayilan Osmanlilar, mütâreke istemek mecburiyetinde kaldilar Bagdâd-Kerkük arasindaki Kûtül-Amare'de Osmanlilarca esir alinan ve Büyükada'daki kampta bulundurulan Ingiliz generali Townshend (Tavnsend) araciligi ile Londra'ya basvuran Ahmed Izzet Pasa hükümeti, Bozcaada yaninda Limni adasindaki Mondros limaninda demirleyen Ingiliz Akdeniz donanmasi amirallik gemisi Agamemnon zirhlisi içinde, dikte ettirilen mütâreke sartlarini 30 Ekim 1918 günü imzalamak mecburiyetinde kaldi Bu mütârekenin imzalanmasi esnasinda, Osmanli Devleti'ni bahriye nâzin Rauf, hâriciye müstesari Resâd Hikmet ve erkân-i harb kaymakami Sâdullah beyler temsil etti Amerika cumhurbaskani Wilson'un ünlü on dört maddelik prensiplerini Ingiltere ve Fransa kabul etmislerdi Bu Wilson prensiplerinde; "Osmanli Devleti'nin Türk olan bölgelerinde, itirazsiz olarak Türklerin hâkimiyeti saglanacak ve bir bölgenin halkicoklukça hangi idareyi istiyorsa, o idareye tâbi olacaktir" hükümleri de vardi

Bütün bunlara ragmen, Ingilizler müttefikleri Fransizlara bile bildirmeden Akdeniz baskumandani visamiral Arthur Calhorpe (Kaltorp)'a, Londra'dan telsizle bildirdikleri, bütün Osmanli târihinde görülmemis korkunç bir esaret ve teslim olus vesikasi olan yirmi bes maddelik Mondros mütârekesini dikte ettirerek ve hiç bir îtirâzina yer vermiyerek Osmanli temsilcilerine imzalattilar

Bu mütârekenin imzalanmaini tâkib eden günlerde, keyfî idareleri, ikbâl ve makam hirslari sebebiyle Osmanli Devleti'nin yikilmasina, milyona varan müslüman-Türk evlâdinin sehid olmasina ve Anadolu disindaki bütün topraklarimizin elden çikmasina sebeb olan ittihâd ve Terakki'nin üçlüsü olan Talat, Enver ve Cemâl pasalar ile diger ileri gelenleri yurt disina kaçtilar

Halkimizin seferberlik dedigi dört yil süren Birinci dünyâ harbinde Osmanli ordulari; Kafkasya cephesinde ve Karpatlardaki Galiçya'da Ruslarla; Makedonya' da Yunanistan ve Fransizlarla; Çanakkale'de Ingiltere-Fransa-Italya ve (Hintli, Avusturalyali) sömürgeleriyle; Sûriye-Filistin ve Irak cephelerinde, Yeni Zelanda ve Hindistan dâhil, Ingiltere Imparatorlugu ordulari ile san ve serefle kahramanca çarpisti Bu kahramanliklar halk türkülerine yedi düvelin önünde; "Osmanliydi ki dayandi" sözleriyle aksetmistir

Basta Ingiltere, Fransa ve Rusya olmak üzere, Amerika, Belçika, Brezilya, Çin, Kosta Rika, Küba, Yunanistan, Guatemala, Haiti, Honduras, italya, Japonya, Liberya, Montenegro, Nikaragua, Panama, Portekiz, Romanya,Sirbistan ve Siam'dan meydana gelen itilâf devletlerine karsi; Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'dan meydana gelen ittifak devletlerinin yaninda harbe giren Osmanli Devleti, Hicaz, Yemen, Asir, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan ve Misir'i kaybetti Osmanli Devleti'nin Birinci dünya harbindeki asker zayiatinin yekûnu ise 3842580 (üç milyon sekiz yüz kirk iki bin bes yüz seksen) kisidir Dört milyona yaklasan bu müdhis yekûnun 550000'i (bes yüz elli bin ) sehîd; 891364'ü (sekiz yüz doksan bir bin üç yüz altmis dört) malûl; 103731 'i (yüz üç bin yedi yüz otuz bir) kayip; 2167841'i (iki milyon yüz altmis yedi bin sekiz yüz kirk bir) yarali ve 129644'ü (yüz yirmi dokuz bin alti yüz kirk dört) esirdir Bu esirlerin büyük bir kismi esarette ölmüstür Memleketin çesitli bölgelerinde açlik, salgin, bulasici hastalik ve muhaceret (göç) sebebiyle telef olan sivil ahâli kurbanlari bu yekûna dâhil degildir Pek çok harb gemimizin de tahrîb oldugu bu harb esnasinda, Osmanli Devleti'nin daha önceki harbler sebebiyle zâten zayif durumda bulunan hazînesi iflâs hâline geldi, iste bütün bu millî felâketlere sebeb olanlarin, daragaçlariyla beraber kurduklari idarenin mâhiyetini de, faciaya sebeb olanlarin basindaki Talat Pasa; "Bizim bu memlekette kurdugumuz idare, olsa olsa münevver bir istibdâddir" diyerek ifâde etmistir Kurulan dîvân-i harb, kaçak olan Talat, Enver ve Cemâl pasalar ile Dr Nâzim'i giyabî olarak îdâma mahkûm etti

Birinci dünyâ harbinden sonra îtilaf devletleri kazançli çikarken, ittifak devletleri zararli çikmis, en degerli topraklari ellerinden alinmistir 1815 Viyana kongresinde kurulan, ancak on dokuzuncu yüz yil boyunca önemli degismelere ugramakla beraber umûmî olarak 1914 yilina kadar gelen Avrupa siyâsî haritasi ile güçler dengesi yikildi Bunun neticesinde Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanli Imparatorluklari parçalanarak yerlerine küçük ve yeni bir çok devlet kuruldu Avrupa'da yeni bir siyâsî harita ve güçler dengesi ortaya çikti Daha genis mânâda dünyâda yeni bir statüko kuruldu Ancak bu degisiklik, müttefik devletlerin lehine idi itilâf devletleri; yenilen devletlerin topraklarini küçültecek, bâzilarini isgal edecek veya o topraklarda yeni devletler kuracak, askerî kisitlamalar ve yasaklar koyacak sekilde andlasmalar kabul ettirdiler Bunun neticesinde yikilan üç imparatorlugun biraktigi bosluk, basta Ingiltere olmak üzere; Fransa, Italya ve Japonya gibi devletler tarafindan doldurulmak istendi

Birinci dünyâ harbinden en kârli çikan devlet Ingiltere idi Almanya'yi yenilgiye ugratmakla Avrupa'dan adasina gelebilecek tehlikelerden ve denizlerde bu devletin rekabetinden kurtulmus oldu Diger taraftan Almanya' yi Ortadogu'dan uzaklastirarak, güçlü bir rakîbi ortadan kaldirdi ve böylece bölgeye hâkim oldu Ayni zamanda Rusya'yi etkisiz hâle getirdi ve Fransa'yi da ikinci plânda birakti Neticede, dünyânin bir numarali devleti hâline geldi

Fransa ise; Almanya ve Avusturya-Macaristan devletlerinin yenilmesi ve parçalanmasi ile sinirlarindaki iki büyük tehlikeden kurtuldu Avrupa'da ve Ortadogu'da elde ettigi kazançlarla da Ingiltere'den sonra ikinci devlet oldu

Italya, Avusturya'dan aldigi topraklarla kuzeye dogru genisledi Anadolu'da kendisine birakilan payi az buldugundan Ingiltere ve Fransa'ya kirgin olmakla beraber, elde ettigi adalar ve yerlerle Akdeniz ve çevresinde etkili duruma geldi Japonya ise, Uzak Dogu'da genis çikarlar elde ederek dünyâda söz ve etki sahibi oldu

Birinci dünyâ harbi sebebiyle gerek îtilâf, gerekse ittifak devletlerinin kendi bünyelerinde de bâzi siyâsî hâdiseler meydana geldi

Ancak Birinci dünyâ harbi sirasinda ve sonrasinda yapilan andlasmalar, yenilenlere çok agir sartlar getirdiginden, gâlib devletlerin de çikarlarina aykiri oldugundan ilk zamanlardan itibaren tepkilere, anlasmazliklara ve yeni mes'elelerin ortaya çikmasina yol açti Bunlar da barisin uzun sürmemesine sebeb oldu Dünyâda kisa bir müddet sonra yeniden bir umûmî savas tehlikesi basgösterdi

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



1 Kosova Savaşı

--------------------------------------------------------------------------------

Birinci Kosova Meydan Muharebesi (1362-1389): Osmanlilarin kurulusundan itibaren kuvvetlenmesi, Avrupa kitasinda fetihlerde bulunmasi, buradaki devletleri endiseye sevketti Tek baslarina karsi koyamayacaklarini anlayan bu devletler, ittifak halinde harekete karar verdiler ve anlastilar Sirp Krali Lazar ile Bosna Krali Tvartko ve Arnavud Prensi Jorj Kastriyota öncülügünde; Bulgar, Arnavud, Ulah, Sirp Prensleri de ittifaka katildilar Hayati muharebe meydanlarinda geçerek, Islâm Dini'nin cihad emrini yerine getiren, Birinci Sultan Murâd Hân, Osmanli Devleti aleyhine yapilan Hiristiyan ittifakindan, casuslar vasitasiyla haberdar oldu Gerekli tedbirleri yerinde ve zamaninda alinmak suretiyle, düsmanin dikkatini çekmeden, plânli olarak harbe hazirlanildi Haçli ittifakina karsi, Anadolu beyliklerinden yardimci kuvvetler istenerek, gönüllüleri davet edildi Balkanlar'daki ittifaki bozmak için, Vezir-i âzam Çandarlizâde Ali Pasa, otuzbin kisilik kuvvetle 1388'de, Bulgarlari saf disi ederek, Bulgaristan ve Mora isgal etti

Türkler'i, Balkanlar'dan atmak için hazirlanan ittifaka karsi bütün hazirliklarini tamamlayan Sultan Murad Hân, Harp Meclisi'nin ardindan, altmisbin kadar mevcutlu Osmanli ordusu ile Anadolu beylikleri kuvvetleri ve gönüllü Müslümanlar ile 1389'da, Sirp Krali Lazar'in merkezi olan Pristine istikametine hareket etti Rumeli Akinci kumandani Gazi Evrenuz Bey ile Pasa Yigit kumandasindaki Osmanli öncü kuvvetleri, Kosova'da müttefik Haçli kuvvetleriyle karsilastilar Osmanli ordusunun, Balkanlar'da ilerlerken, geçtigi yerlerde yagma, tahribat yapmamasi, Islâmi Hiristiyanlara çok iyi tanitti Islâmiyet hakkinda bilgileri olmayan halk, hayretler içinde kaldilar Idarecilerinden zulüm, eziyet, kötü muameleden baska birsey görmeyen ahâli, bundan sonraki seneler Türk idaresini arzu ve istekle beklediler ve benimsediler

Muharebe öncesi toplanan harp divaninda; istisareden sonra Sultan Murad-i Hüdavendigâr; kumandan ve hey'ete:

"-Cümleniz berhudar olasiniz Firasetinizi açikça bildirdiniz Gayri hepimiz biliriz ki, zafer ancak Allahü teâlânin yardimiyla gerçeklesir Küffar ordusu 'bizden fazladir Fakat Müslüman mücahid kâfirden secâatlidir Beglerim,, pasalarim, hadi göreyim sizi Bu gece, asker evlâdciklarimi hosça tutasiniz Onlara, Yüce Allah'imiza dua etmelerini vaziyet edesiniz Helâllasasiniz Ola ki yarin, çogumuz cennette bulusuruz" hitabini yapip, kendisi de mübarek Berât gecesi Kur'ân-i kerîm okuduktan sonra harb meydanindaki çadirinda, firtina devam ederken, tarihe geçen su duayi Allahü teâlâdan niyaz etti:

"-Ya Rabbim! Bu firtina, su âciz Murad kulunun günâhlari yüzünden çiktiysa, masum askerlerimi cezalandirma Onlari bagisla Allahim Onlar ki buraya kadar, sadece Senin adini yüceltmek, Islâm dinini kâfirlere duyurmak için geldiler Bu firtina âfetini, onlarin üzerinden def eyle Senin sanina lâyik bir zafer kazanmalarini nasip eyle Onlara öyle bir zafer kazandir ki, bütün Müslümanlar bayram ede Müslümanlari mansûr ve muzaffer eyle Ve dilersen o bayram gününde su Murâd kulunu sana kurban olsun Önce beni gazi kildin, sonra sehid et"

1389 yazinda Kosava'da, düsmana karsi harp nizami alan Osmanli ordusuna Sultan Murad Hân kumanda edip, merkez kuvvetlerinin basindaydi Vezir-i Âzam Ali Pasa, Sultan'in yanindaydi Ordunun sag kolunda Sehzade Bâyezid, Rumeli Beylerbeyisi Kara Timurtas Pasa, Akinci Beyi Evrenuz Bey, sol kolda Karesi Sancakbeyi Yakup Beg, Anadolu Beylerbeyi Saruca Pasa bulunuyor ve kumanda ediyordu Merkez kuvvetlerinin önünde Yeniçeriler ve onlarin önünde de toplar vardi Her kolun önüne biner okçu yerlestirildi Haçli ordusunun merkezinde bulunan Sirp despotu Lazar, birliklere komuta ediyordu Sag kola Lazar'in yegeni ve damadi Brankoviç, sol kola Bosna Krali Tvartka kumanda ediyordu Düsman kuvvetleri Sirp, Bosna, Macar, Ulah, Arnavud, Leh ve Çeklerden meydana gelip, mevcudu Osmanli kuvvetlerinden fazlaydi Muharebe 9 Agustos 1389 günü Haçhlar'in top atisiyla basladi Türk ordusunun kahramanligi ve harp plâninin mükemmelligi ve muvaffakiyetle tatbiki neticesinde, üstün Haçli ordusu, sekiz saat içerisinde bozuldu Sag kalan Haçli kuvvetleri geri çekilip, çareyi kaçmakta buldular Muharebenin kazanilmasinda ve düsmani imha ve takip edilmesinde, Sehzade Bayezid'in büyük rolü oldu Haçli kumandani Lazar ile oglu, yüksek rütbeli kumandanlar ve mahiyyetleri esir edildiler Murad Hân, zaferden sonra devrin an'anesi geregince, sükran ifadesiyle muharebe meydaninda dolasirken, Lazar'in damadi, yarali sirp asilzadelerinden Milos Obiliç'in halini sorarken sehid edildi Sultan Murâd-i Hüdâvendigâr'in sehâdetinden önceki vasiyyetinde, Bâyezid Hân, Osmanli Sultani oldu ikiyüzbinlik Haçli ordusunun kumandanlari dahi öldürülüp, Kosova'da zafer kazanilmasi neticesinde; Osmanli Devleti Balkanlar'a kesin olarak yerlesti ve Sirp Kralligi yikilarak, Sirbistan, Türk hakimiyetine geçirildi Bölgeye, Türk ve Islâm nüfusu iskân edilerek, hakimiyet pekistirildi

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



1Viyana Kuşatması

--------------------------------------------------------------------------------

Mohaç'ta Macaristan ordusunu tamamen imha edip bölgeyi Osmanli Devleti sinirlari içine katan Kanunî Sultan Süleyman Han, savastan sonra Budapeste' ye gelip Macaristan'in yeni statüsünü tesbit etmisti Buna göre Macaristan, Osmanli Devleti'ne bagli bir krallik olarak bilinen ve Mohaç muharebesine katilmayan Transilvanya (Erdel) voyvodasi Zapolya'ya verilecekti Nitekim Kanunî Sultan Süleyman Han 16 Ekim 1526'da Macaristan tacini Zapolya'ya veren târihî fermanini imzaladi ve Budapeste'de Macaristan tahtina geçirdi Kuzeydogu Macaristan'da Tokay sehrinde toplanan Macar diet (asiller) meclisi Zapolya'yi kral tanidi Macar kralliginin Bohenya tacina bagli olan ve Osmanli ordularinin girmedigi Bohenya, Moravya, Slovakya ve Silezya gibi ülkeler ise, Mohaç'ta öldürülen Macar krali Layos'un karisi ve ispanyaAlmanya imparatoru CharlesOuint'in kardesi olan Avusturya arsidükü Ferdinand'da kaldi Kanunî Sultan Süleyman istanbul'a döndükten sonra harekete geçen Ferdinand, Bratislava'da Osmanlilara karsi olan asillerden tesekkül ettirilmis bir diet meclisi toplayarak kendini Macaristan ve Bohenya krali îlân ettirdi Agabeyi Ispanya Almanya imparatoru CharlesQuint' in de destegini alarak iyice güçlenen Ferdinand, Tokay meydan muharebesinde Zapolya'yi yenerek Budapeste'yi (Budin) almis ve Macaristan'in büyük bir kismini ele geçirmisti Bunun üzerine Zapolay, Kanunî Sultan Süleyman Han'dan yardim istedi

Kanunî Sultan Süleyman Han, Mohaç zaferi ve kiliç hakkiyla zaptettigi genis Macaristan ülkelerinin Alman asilli bir hükümdarin eline geçmesine müsâde edemezdi Bu, Osmanli Devleti için vahim neticeler dogurabilirdi

Kanunî Sultan Süleyman Han sefer hazirliklariyla mesgulken, Macaristan'dan fethedilen arazinin geri verilmesi karsiliginda baris yapmak istegiyle Ferdinand'in elçileri geldi Fakat Almanlari, Budin ve Macaristan' dan çikarip atmak, Ferdinand'a gözdagi vermek, bulunabilirse, Alman ordusunu yakalayip yok etmek arzusunda olan Kanunî Sultan Süleyman Han, o zamanin âdetleri geregi elçileri tevkif ettirdi Hazirliklarini tamamladiktan sonra serbest birakip savas için yola çiktigini söyleyip Ferdinad'a gönderdi

10 Mayis 1529'da istanbul'dan hareket eden Süleyman Han, 20 Haziran'da Sofya'ya ve 18 Agustos'da Mohaç ovasina ulasti Zapolya da 6000 Macar askeri ile orduya katildi ve burada Pâdisâh' in elini öpmekle sereflendi Eylül' de Budin'i kusatan sultan Süleyman Han, teslim teklifinin reddedilmesi üzerine siddetli bir muhasara savasina basladi 8 Eylül'de kale kapilarindan biri ele geçirilip umûmî hücum baslatilinca, ümit kalmadigini anlayan müdâfiler, hayatlarina dokunulmamak sartiyla kaleyi teslim ettiler Kisa zamanda gösterilen bu muvaffakiyet karsisinda, Osmanli hâkimiyetine daha fazla karsi duramayacagini anlayan Bogdan voyvodasi besinci Petro Raves de ordugâha gelerek bir tâbiiyyet andlasmasi imzaladi Elbasan sancakbeyi Hasan Bey'i Budin'de muhafiz birakan Kanunî, 12 Eylül' de Macar taht sehrinden ayrilip Viyana üzerine yürüdü Bu arada Ferdinand'in adamlari tarafindan kaçirilmak üzereyken izvornik sancakbeyi Sultanzâde Bâli Bey' in ele geçirdigi meshur Macar taci, yeniçeri sekbanbasisi tarafindan Zapolya'ya giydirildi

Kanunî Sultan Süleyman Han, 22 Eylül'de Almanya sinirini geçti Ertesi gün Bâli Bey'in kardesi Semendire sancakbeyi Sultanzâde Mehmed Bey, Alman öncü kuvvetlerinin büyük bir kismini Viyana'nin on bes kilometre güneydogusundaki Bruck kasabasi yakinlarinda imha etti Esir edilen Alman kuvvetleri komutani Christophe Von Zedlitz ve alti general Sultan'a gönderildi 27 Eylül'de Viyana önlerine gelen ordu-yi hümâyûn, hiristiyanligin en büyük devleti olan Alman imparatorlugu'nun baskentini muhasaraya basladi

Kanunî Sultan Süleyman Han, 120000 kisilik bir orduyla Budin' den ayrilip Viyana üzerine yürüdügü haberi duyulunca, sâdece Almanya'da degil, bütün Avrupa' da müthis bir telas ve korku baslamis, Türklerin gelisi karsisinda, o sirada had safhada olan mezhep mücâdeleleri bile bir tarafa birakilarak, Viyana'ya yardim kampanyasi açilmis ve Avrupa'nin her yerinden muhtelif milletlere mensup yardim kuvveti akin akin gelmeye baslamis, hattâ muhâsaradan biraz evvel bu kuvvetlerin büyük bir kismi kaleye yerlesmisti Osmanli ordusunun hasmetinden büyük bir korkuya kapilan Ferdinand, alelacele sehri terkederek kaçmis, yerine ihtiyar ve tecrübeli bir asker olan, Kont Nicolos Von Salm'i kale komutani olarak birakmisti Müdâfaa hazirliklarina baslayan Kont Salm de, Türk ordusu gelmeden Viyana yakinlarindaki mahalleleri tamamen yakip yikmis, birinci istihkâm hattindan yirmi adim içerde ikinci bir istihkâm insâ etmis, Tuna sahillerine kaziklar diktirerek müdâfaa için gerekli tedbirleri almisti Osmanli humbaracilarinin yakici te'sirlerinden korunmak için evlerin ahsap çatilarini yiktirmis, top güllelerinin te'sirini azaltmak için de, sokaklarin kaldirimlarini söktürmüstü Ayrica iki ay yetecek kadar erzaki te'min edip, sehirdeki sivil halki disari çikarmisti

Kanunî Sultan Süleyman Han, Viyana'ya gelirken hiç bir zaman kaleyi alma gayesini gütmemis, istedigi zaman bunu gerçeklestirebilecegini göstererek göz dagi vermek istemisti Üstelik yeni fethedilmis olan Macaristan'da islâm idaresi tam yerlesmeden Viyana'nin da alinip askerin çok genis bir alana yayilmasi, stratejik bakimdan hatali olurdu Kisin yaklasmasi kale çevresinin yogun yagmurlar sebebiyle bataklik hâline gelmis olduguna aldirmadan kaleyi kusatmisti

Kaleyi muhasaraya baslayan Kanunî Sultan Süleyman Han, on yedi gün boyunca döverek, sehrin surlarini iyice tahrip etmisti Bu sirada bir Osmanli güllesinin isâbetiyle kale komutani Kont Salm de öldürülmüstü Çevreden aldigi istihbaratlar sonunda Viyana'ya yüzelli kilometre uzaktaki Linz'de Alman ordusunun da Osmanli ordusunun karsisina çikmayacagi anlasilinca, CharIesQuint'e verilen cezanin yeterli olduguna kanâat getiren Kanunî Sultan Süleyman Han, orduya muhasarayi kaldirma emrini verirken, çesitli beyler kumandasindaki akinci kuvvetlerini akina göndererek,Avusturya, Güney Almanya (Bavyera), Muravya, Bohenya Slovakya, Silezya (simdiki Çekoslovakya) ve Slovesya gibi Alman Imparatorlugu'na bagli ülkeleri bastan basa çignetti 16 Ekim'de Viyana önlerinden hareket eden ordu-yi hümâyûn, 25 Ekim'de Budin'e 16 Aralik'ta da istanbul'a döndü

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



2Balkan Savaşı

--------------------------------------------------------------------------------

I Balkan Savasinda Osmanli Devletinin agir maglubiyete ugrayip Balkanlardan çekilmesi sonucunda, Balkanlarda siyâsî bakimdan büyük bir bosluk ve dengesizlik meydana geldi Ganimetin paylasilmasinda anlasamiyan Balkan devletleri, birbirine düstüler
Sirbistan askeri, hareket dolayisiyla, Sirp-Bulgar ittifakinin çizdigi ve kendisine ayirdigi arazi parçasindan daha büyük bir bölgeyi ele geçirmisti Sirplarin bu arazi bölgelerini geri vermemesi anlasmazligin dügüm noktasini teskil ediyordu Diger taraftan Londra Konferansinda en büyük payi Bulgaristan'in almasi, diger müttefiklerin hosnutsuzluguna sebebiyet vermisti Bulgarlarin Ege kiyisina ulasmis olmasini Yunanlilar sert tepki ile karsilamislardi Bu husus, Yunanistan ile Sirbistan'i birbirine yaklastirmis ve aralarinda ittifak anlasmasi akdine sebep olmustu Sirbistan ile Yunanistan'in birbirlerine yaklastiklarini gören Bulgaristan, bu iki devlete tam hazirliklarini yapmadan önce 29-30 Haziran 1913'de saldirdi Ancak Bulgar ordusu Yunanlilar ve Sirplar tarafindan Makedonya'dan çikarildi Bu sirada Bulgaristan'dan pay almak istiyen Romenler de savasa girdiler ve kisa zamanda Bulgar Dobruca'sini ele geçirdiler Bulgar ordulari birkaç cephede savasmak zorunda kaldigi için yenilmeye basladi

Osmanli Devleti de bu tarihî firsati kaçirmadi ve bütün özellikleri ile bir Türk sehri olan Edirne'yi geri aldi

Bu yenilgiler üzerine Bulgarlar, bir yandan Romanya kralina basvurarak Balkanli devletlerle, bir yandan da Babiâli'ye basvurarak Osmanli Devletiyle baris yapmak istediler

II Balkan Savasi sonunda, Bulgaristan'la diger Balkan devletlerinin imzaladiklari 10 Agustos 1913 tarihli Bükres Antlasmasi, Romanya ile Bulgaristan'in yeni sinirini belirtiyor, Tuna'nin güneyinde kalan önemli bir arazi parçasini Güney-Dobruca dahil Romanya'ya birakiyordu

Osmanli Devleti ile Bulgaristan arasinda 29 Eylül 1913 tarihinde imzalanan Istanbul Antlasmasi ile Bulgaristan, Kirklareli, Dimetoka ve Edirne'yi Osmanli Devletine geri verdi Antlasmada Bulgaristan'da kalan Türklerin de durumu ele alinmakta, Türklerin mülkiyet haklarina saygi gösterilecegi de belirtilmekte idi

Osmanli Devleti ile Yunanistan arasinda imzalanan 14 Kasim 1913 tarihli Atina Antlasmasi ile Girit kesin olarak Yunanistan'a birakildi Ege adalarinin ne olacagi da büyük devletlerce kararlastirilacakti Büyük devletler ancak 1914 Subatinda Londra'da, bu adalardan Imroz, Bozcaada ve Meis bir yana, digerlerinin Yunanistan'a ve Italya isgalinde olanlari da Italya'ya kalmasina karar verdiler Ancak bu karar üzerinde henüz bir anlasmaya varilamadan I Dünya Harbi çikti Sirbistan'la antlasma ise 13 Mart 1914'de Istanbul'da imza edilmistir Sirbistan'la Osmanli Devletinin artik ortak siniri olmadigindan, sadece Sirbistan'da kalan Türklerin durumlari düzenlenmistir

I Dünya Savasi öncesi dönemde Osmanli Imparatorlugu, Afrika ile ilgisini kesmis, Balkanlarda agir toprak kaybina ugramis, Bulgaristan'dan geri aldigi Edirne ile Dogu-Trakya'da kalabilmistir Balkanlardaki devletlerin güçlenmesi ise, Avusturya-Macaristan ve Almanya' nin burada ilerleme egilimlerine ve Rusya ile Ingiltere'nin nüfuzlarina set çekmisti

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



2 Kosova Savaşı

--------------------------------------------------------------------------------

Ikinci Kosova Meydan Muharebesi (1472-1451): Türklerin Avrupa'daki, ilerleyisini durdurmak için, Hiristiyan devlet ve milletler, her maglubiyetin ardindan yeni ittifaklar kuruyorlardi Osmanli Sultani Ikinci Murad Hân (1421-1451) devrinde, 1444'deki Varna maglubiyetinin öcünü almak hissiyle, Macar Kral Naibi Hunyadi Yanus, Almanya, Polonya, Romanya ve diger ülkelerden doksanbin kisilik ordu topladi 1448'de Osmanli Devleti'ne tâbi Sirbistan'a giren Hunyadi Yanus'un kumandasindaki müttefik kuvvetlerin, buralari isgal haberi üzerine, Ikinci Sultan Murâd Hân, süratle harekete geçti Anadolu'daki Karamanogullari Beyliginden ve Sirbistan'dan yardimci kuvvetler alan Sultan Murad Hân, Ekim 1448'de Kosova'da düsmanla karsilasti Iki ordunun mevcudu da esit durumda olmasina ragmen, Osmanlilar devrin en üstün atesli silahlarina ve topa sahipti Müttefik ordusu agir zirhli olup, çesitli milletlerden meydana geliyordu Türkler ise muharebe egitim ve tecrübesi ile üstün taktik kabiliyet vasiflari yaninda, sarsilmaz bir iman birligi içindeydiler Sultan Murad Hân, Türk-Islâm an'anesi geregince, muharebeden önce sulh teklif etti Sulh, Haçli taassubu ile red edilince, düsman ordusu hakkinda bütün bilgileri degerlendirerek, harp nizâmi alindi Osmanli ordusunun merkezinde Ikinci Sultan Murad Hân, sag kolda Saruca Pasa, sol kolda, Dayi Karaca Pasa bulunuyordu Öncü kuvvetler, Akinci beylerinden Hizir Bey, Isa Bey, Turahan Bey, ihtiyat da Sinan Bey kumandasinda toplanmisti Hunyadi Yanus'un kumandasindaki müttefik ordusunun saginda Macarlar, Sicilyalilar, sol kolda da Almanya, Polonya, Romanya kuvvetleri vardi

17 Ekim 1448 tarihinde Hunyadi Yanus, zaferden emin bir sekilde taarruzla muharebeyi baslatti Müttefik askerler, coskuyla hücum etmesine ragmen, Türkler karsisinda birinci gün üstünlügü saglayamadilar Türklerin geri çekilecegini uman Hunyadi Yanus, ikinci gün ögleyin baslatilan taaruz da neticesiz kalinca, gece baskinina tesebbüs etti fakat basarili olamadi Muharebenin üçüncü günü olan 19 Ekim sabahi baslayan taarruzda, Osmanli ordusu, sahte ric'at taktigini tatbik ederek, mukavemet etmeden geri çekildi Sag ve sol kollar açilarak, müttefiklere Osmanli merkez kuvvetleri hedef tayin ettirildi Türkler'in kaçtigini zanneden Haçli ordusu zafer kazandik hissiyle suursuzca merkez istikametine ilerledi Merkezde safha safha geri alinirken, düsmanin iyice dagildigi tespit edilince, karsi taarruza geçildi Merkeze girmis olan düsman kuvvetleri, yandan ve geriden sarildi, iyice çevrildigini anlayan Haçlilar, ümitsizce bir an karsilik verdiler ve kaçmaya basladilar Önceden kaçanlar ve geri çekilenler disinda Haçlilar muharebe meydaninda imha edildi

Ikinci Kosova Meydan Muharebesi neticesinde, Türklerin Balkanlar'dan atilamayacagi kesinlesince, Avrupalilar taarruzu birakip, müdafaaya geçtiler Balkanlar'da baslatilan menfaat mücadelesi, hosgörü ve adalet prensiplerini tatbik etme siyasetince Osmanlilar lehine neticelendi

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



2Viyana Kuşatması

--------------------------------------------------------------------------------

Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın vefatı üzerine, 5 Kasım 1676 tarihinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazamlığa getirildi Rusya seferinin, yapılan barış antlaşmasıyla bitmesinden sonra, Macaristan'da Avusturya'ya karşı isyan edip tekrar Osmanlı Devleti himayesini isteyen Tökeli İmre (Emeric Thökely), Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından Orta Macaristan Kralı ilan edildi

Macarların lideri konumuna gelen Tökeli İmre, Avusturya kralı I Leopold'a karşı direnişe geçti Tökeli'nin Osmanlılardan yardım istemesi üzerine, bunu fırsat bilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana'yı kuşattı(14 Temmuz 1683)

60 gün süren kuşatma sırasında Viyana'ya 18 büyük yürüyüş gerçekleştirildi Ancak büyük ve son saldırı için Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sürekli bekliyordu Bu arada Papanın çağrısı üzerine Lehistan Kralı Jan Sobiyeski Viyana'nın yardımına yetişti

Düşmana 80 bin kişilik ordusuyla büyük moral ve güç kazandıran Lehistan Kralının gelmesiyle, Osmanlı Ordusu iki ordu arasında sıkıştı Kırım kuvvetlerinin yeterli gayreti ve mücadeleyi göstermemesi üzerine, Osmanlı ordusu dağıldı ve büyük bir bozguna uğradı; ordu hızlı ve düzensiz şekilde Belgrad'a doğru geri çekildi

İkinci Viyana Kuşatması'ndaki başarısızlık Sultan Dördüncü Mehmed'in Merzifonlu Kara Mustafa Paşaya olan güvenini sarsmadıysa da, düşmanları sadrazamı başarısızlığın tek sorumlusu olarak gösterdiler Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Belgrad'da idam edildi Yerine Kara İbrahim Paşa sadrazamlığa getirildi

Viyana önlerinde bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu geri çekilince düşman kuvvetleri Macaristan girdi Sırasıyla Vişgrad (18 Haziran 1684), Uyvar (19 Ağustos 1685), Budin (2 Eylül 1686) kaleleri Avusturyalıların eline geçti Diğer taraftan Venedik, Avusturya ile anlaşarak Osmanlı Devleti'ne karşı cephe açtı ve adaların bazılarını ele geçirdi Venedik Yunanistan'da Patras, Korent, İnebahtı, Mizistre gibi önemli kalelere ve son olarak Atina'yı ele geçirdi (25 Eylül 1687)

İkinci Viyana Kuşatması'nın Osmanlı tarihinde önemi büyüktür Şimdiye kadar bu denli büyük bir yenilgiye uğramayan Osmanlı Devleti artık gerilemeye başlıyordu İkinci Viyana Kuşatması'ndan sonra Avrupa Devletleri Türkleri Avrupa'dan çıkarma umuduna kapılıp kutsal ittifakı kurdular

Avusturya ve Venedik'e karşı alınan mağlubiyetler ve önemli kalelerin kaybedilmesi Osmanlı Devleti'nde büyük yankı uyandırmıştı Ordu da isyanlar başladı Askerler başarısızlığının sebebi olarak Sultan Dördüncü Mehmed'i suçluyorlardı Askerlerin isteği ile sadrazam olan Siyavuş Paşa, bütün devlet adamlarının hazır bulunduğu bir toplantıda Sultan Dördüncü Mehmed'in tahttan indirilerek yerine Şehzade Süleyman'ın tahta geçirilmesine dair bir karar aldı Sultan Dördüncü Mehmed 8 Kasım 1687 tarihinde tahttan indirildi

Alıntı Yaparak Cevapla

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..

Eski 09-10-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

A'dan Z'ye Osmanlı Devleti...A'dan Z'ye Osmanlı Devleti Hakkında Genel Bilgiler..



Ankara Savaşı

--------------------------------------------------------------------------------

Osmanli sultâni Yildirim Bâyezid ile Timur Han'nin 1402 senesinde Ankara'da yaptiklari muharebe Yildirim Bâyezîd Han; Nigbolu zaferiyle Rumeli'de Osmanli hâkimiyetini te'sis ettikten sonra, Anadolu'da birligi saglamak için harekete geçti Bu niyetle Aydin, Mentese, Karaman ve isfendiyarogullari beyliklerine son verdi Ancak bu beyliklerin basindaki beyler, Asya'da kuvvetli bir devlet kurup, batiya yönelen Timur Han'a sigindilar Ayni sekilde Tîmûr Han'nin hükümdarligina son verdigi Karakoyunlu beyi Kara Yûsuf ile Tebriz hükümdari Ahmed Bey de Yildirim Bâyezîd'e siginmis, Erzincan beyi Mutahharten de akrabalarini Yildirim Bâyezîd'e göndererek yardim istemisdi Tîmûr Han'a siginan Anadolu beyleri, Osmanli sultâni hakkinda; Tîmûr Han'nin önünden kaçan beylerde Yildirim Bâyezîd'e Timur'la ilgili olmadik seyler söyleyip kötüleyerek, her iki müslüman Türk hükümdarinin arasini açtilar, iki taraf da karsilikli kendilerine siginanlari müdâfaa ettiler Tîmûr Han, Yildirim Bâyezîd'e mektup göndererek kendisine siginanlarin iadesini istedi Bu mektuplarda her iki hükümdarin birbirlerine hakaret dolu sözlere yer verdikleri ilim adamlari arasinda kabul görmemektedir Bu gün bilinen hakaret dolu mektuplarin sahte oldugu isbatlanmistir Yildirim Bâyezîd, Tîmûr Han'nin istegini kabul etmeyince savas kaçinilmaz oldu

Tîmûr Han, kuvvetli bir ordu ile, Anadolu içlerine dogru harekete geçti Bunu haber alan Yildirim Bâyezîd de, Istanbul kusatmasini kaldirarak, kuvvetlerini Bursa'da toplamaya basladi Bursa'dan hareket eden Osmanli ordusu, iki koldan yürüyerek Ankara önüne geldi Bu sirada Tîmûr Han Sivas'i ele geçirmisdi Onun, Sivas'da oldugunu haber alan Yildirim Bâyezîd, agirliklarinin bir kismini Ankara'da birakarak Akdagmadeni ve Kadisehri daglik mintikasinda mevzi almak istedi, iki ordunun öncü kuvvetleri Sivas ve Tokat bölgelerinde karsilastilar ise de, Osmanli sultâni Sivas ile Tokat arasindaki geçitleri tuttugundan, burada muharebe yapmayi kendisi için tehlikeli gören Timur Han Kayseri'ye dogru yürüdü Timur Han, Bâyezîd'i kendisine dogru çekmek istediyse de duruma vâkif olan Yildirim Bâyezîd bu oyuna gelmedi ve yapacagi taarruzun zamanini bekledi

Tîmûr Han Kirsehir üzerinden hizla Ankara önlerine gelerek kaleyi kusatti Kale muhafizi Yâkûb Bey, kaleyi siddetle müdâfaa etti Tîmûr Han Osmanli ordusunun gelecegini tahmin ettigi yolu iyice tahkirn etti Osmanli ordusu ise onun hiç beklemedigi taraftan ve tahmininden çok erken Ankara önlerine geldi

Osmanli ordusunun merkezinde sultân Yildirim Bâyezîd bulunuyordu Yaninda sadrâzam Çandarlizâde Ali Pasa, sehzade Isa, Mustafa ve Musa Çelebiler yer aliyordu Sag cenahta bulunan Anadolu birliklerine vezir Tîmûrtas Pasa, sol cenahta yer alan Rumeli birliklerine sehzade Süleyman Sah kumanda ediyordu, ihtiyat kuvvetlerinin basinda da Sehzade Mehmed Çelebi bulunuyordu Sol cenahin ihtiyat kuvvetlerini, Sirbistan despotu ve Sultân'nin kayin biraderi Stefan Lazreviç'in kumandasinda yirmi bine yakin zirhli sirp askeri meydana getiriyordu Merkez ihtiyatinda Karakoyunlular, sag cenahin ihtiyatinda Kara tatarlar denilen Türklesmis Mogollar yer aliyordu Ayrica Süleyman Sah'in kumandasinda akinci kuvvetleri de vardi Osmanli askerinin sayisi yetmis binden fazla idi

Tîmûr Han, ordusunun merkezinde yer almisti Torunu Muhammed Mirza, zirhli ve atli olan Mâverâünnehr askeri ile ihtiyatta idi Diger torunlari Pir Muhammed ve Iskender Mirza, Muhammed Mirza'nin yaninda yer aliyorlardi Sag cenaha üçüncü oglu Mîransah, sol cenaha ise dördüncü oglu Sahruh Mirza kumanda ediyordu Zirhli otuz iki fil, ordunun önünde dizilmisti Ikiye ayrilmis olan merkez kuvvetlerin sag tarafina Tîmûr Han'nin ikinci oglu Ömer Seyh Mirza, sol tarafina ise Emir Celâl islâm kumanda ediyordu Akkoyunlu sultâni Osman Bey ile Emîr Cihan Sah'in tümenleri sag cenahin önünde yeralmisti Mutahharten Bey Karamanoglu, Aydinoglu, Menteseogiu, Germiyanoglu, Saruhanoglu ve Candaroglu, sag cenahta yer almislardi Çagatay sultâni Mahmüd Han, Timur'un yaninda idi

Muharebe günü sabah namazindan sonra Yildirim Bâyezîd, askerlerine veciz bir hitabede bulundu Fakat karsi taraf da sünnî müslüman ve Türk oldugu için, askerin, hiristiyan ordularina karsi gösterdigi basariyi gösteremiyecegi ortada idi

Iki ordu, Ankara'nin kuzey dogusundaki Çubuk ovasinda 28 Temmuz 1402 târihinde karsilasti Burada, o devrin en büyük kumandanlarindan ikisi arasinda târihin en büyük savaslarindan biri oldu Fil görmemis Osmanli atlari ürktü Osmanli ordusundaki Kara tatarlarin aniden Tîmûr tarafina geçip, Rumeli sipahilerinin arkasindan ok atmaya baslamalari, Osmanlinin taarruz gücünü kirdi Bu sirada Osmanli ordusundaki Karaman, Candar, Germiyan, Aydin, Mentese ve Saruhanli sipahileri karsi tarafta bayrak açmis olan beylerini görünce, Tîmûr Han'in tarafina geçtiler Yildirim Bâyezîd'in yaninda az bir asker kaldi Osmanli ordusunun bir kismi geri çekildi Kara Tîmûrtas ve Fîruz pasalar, birlikleri tamamen bozuluncaya kadar dayandilar Yildirim Bâyezîd gün batarken üç bin kisi ile Çataltepe'de muharebeye devam ediyordu Burada süren üç saatlik vurusmadan sonra maglûbiyeti anlayinca etrafindaki askerleri yararak kurtulmak istedi Yildirim Bâyezîd'in ati yaralaninca oglu ile beraber Çagatay hani sultan Mahmüd Han'in kumanda ettigi birlik tarafindan esir alindi

Tîmûr Han kendisini iyi karsiladi ve tesellîde bulundu Bir Osmanli pâdisâhina yarasir sekilde, izzet ve ikramda bulundu Timur'un, Yildirim Bâyezîd'e iyi davranmadigi iddialari uydurmadir Ancak esaret zilletini çekemeyen Yildirim Bâyezîd Han, kederinden ve nefes darligindan kirk dört yasinda vefat etti Tîmûr Han ölüm haberini alinca; "Yazik oldu, büyük bir mücâhid kaybettik" demekten kendini alamadi

Ankara savasi ortaçagin en büyük meydan muharebesidir Iki yüz binden fazla Türk askeri birbiri ile savasmistir Anadolu topraklarinda iki müslüman devlet arasinda yapilmis olan büyük meydan muhârebelerindendir Ankara savasinin önemli neticeleri arasinda; AnadoluTürk birliginin parçalanmasi, Bizans ve istanbul fethinin elli yil daha uzamasi ve Osmanli Devleti'nin gelismesinin en azindan yarim asirdan daha fazla gecikmesi sayilabilir

Tîmûr Han, Ankara savasinda kirk bine yakin zayiat vermistir Hâlbuki o bu muharebeye kadar alti binden fazla kayip vermemisti Buna Osmanli ordusundaki sevk ve idarenin mükemmeliyeti sebeb olmustur Bâzi tarihçiler, Yildirim Bâyezîd ile harb ettigi için Tîmûr Han'i haksiz olarak kötülemekte, harp sahasinda olanlari, zulüm ve ortaligi kana boyamak seklinde bildirmektedir Hâlbuki bunun iki devlet arasinda bir hâkimiyet savasi oldugu unutulmamali, bu savas tarafsiz ele alinip degerlendirilmelidir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.