Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ihtilaller, tarihte

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Çocukluğundan beri denize ilgi duyan Jacques-Yves, denizaltının eşsiz güzelliklerinin farkına, 26 yaşında genç bir deniz subayı iken varır İlgisi giderek büyür ve ölünceye dek süren bir sevdaya dönüşür

Jacques-Yves, dünyanın bütün denizlerini dolaşır Kimsenin dillerini bilmediği binlerce dost edinir ve bize de bu "Su Gezegeni" ni başkalarıyla paylaşıyor olduğumuzu anımsatır Onların efendisi değil, dostu olmamızı ister Bunun için de sonuna kadar çaba gösterir

Subay ve Dalgıç Jacques-Yves Cousteau, 11 Haziran 1910'da Bordeaux yakınlarında, zengin bir pazar şehri olan St Andre-de-Cubzac'de doğar 4 yaşında yüzmeyi öğrenir Çocukluğunda suya olduğu kadar, makinalara da ilgisi vardır Daha 11 yaşındayken bir model vinç ve 13 yaşındayken de pille çalışan bir araba yapar

Babası Amerikalı bir milyonerin yanında çalışmaktadır Ailesini iki yıllığına Amerika'ya götürür Ağabeyi Pierre ile Manhattan sokaklarında oyun oynayan Jacques-Yves, nefesini tutarak dalmayı da Velmont'da, göl kıyısındaki bir yaz kampında öğrenir

Fransa'ya döndüklerinde, biriktirmiş olduğu parayla küçük bir film kamerası alır İlk filmini 13 yaşında çeker Ancak filmi çekmeden önce kamerayı söker ve parçalarına ayırır Nasıl çalıştığını anlamaya çalışır Tekrar toplar

Evde, arkadaşlarıyla filmler çeken Jacques-Yves, hem yönetmen hem kameraman hem de yapımcıdır Mekanik aletlere büyük bir merakı olmasının yanında okula karşı ilgisizdir Sorunlu bir öğrencidir Sonunda ailesi onu, Alsace'da, katı kuralları olan yatılı bir okula gönderir Bu yeni çevrede Cousteau, çok başarılı olur

Yatılı okuldan sonra 1930'da, Brest'teki deniz akademisine girer Eğitim için düzenlenen dünya turuna katılırken, yanına kamerasını da alır Egzotik yerlere ait yüzlerce makara film çeker Bir keresinde de Güney Denizi'nde midye ararken garip bir gözlük kullanan inci avcılarını görüntüler

Fransa'ya döndüğünde, genç bir deniz subayı için zamanın en heyecan verici kurslarından birine katılır ve Fransız Donanması Havacılık Okulu'nda uçmayı öğrenir Ancak pilotluk sınavına girmeden birkaç hafta önce babasının spor arabasıyla, sisli dağ yollarında giderken kaza yapar Hastane yatağında gözlerini açtığında, iki kolu da kırıktır Böylelikle pilotluk kariyeri daha başlamadan biter Aslında bu kaza, Cousteau'nun hayatını kurtarmıştır Havacılık Okulu'ndaki tüm arkadaşları yakında çıkacak olan 2 Dünya Savaşı'nda ölecektir

1933'de Fransız Donanması'nın bir topçu subayıdır ve 1935'e kadar Primauguet Kruvazörü'nde görevli olarak, Uzak Doğu'da bulunur Döndüğünde, Toulon'daki deniz üssünde topçuluk eğitmenliği yapar Bu arada, arkadaşı Philippe Taillez'in önerisi üzerine, kollarını güçlendirmek için düzenli olarak hergün Akdeniz'de yüzmeye başlar İki arkadaş, sonra aralarına katılan Friedric Dumas ile birlikte, yüzücü gözlükleriyle dalış denemeleri yaparlar

Cousteau, 1936 yılında gözlükleri takarak yaptığı ilk denemesinde denizaltındaki manzaradan çok etkilenir Aynı yıl, öğrenci olan Simone Melchoir ile tanışır ve ertesi yıl evlenirler Cousteau ve iki arkadaşı, daha derine dalma ve daha uzun süreler su altında kalma konusunda kararlıdırlar Kendi yaptıkları şnorkelleri, vücudu kaplayan, yalıtılmış dalış giysileri ve en son buluşlardan biri olan (içinde sıkıştırılmış hava bulunan) tüplerle yaptıkları taşınabilir soluma cihazlarıyla, kendi dalış takımlarını oluştururlar

Deneme dalışlarını kaydetmek için Cousteau, kamerası için su geçirmez bir kılıf geliştirir 2 Dünya Savaşı'nın başlaması, hatta Almanların çok kısa bir sürede Fransa'yı işgal etmeleri bile, bu sualtı araştırmalarını durduramaz Savaşta, direniş hareketine katılır ve İtalyan işgal kuvvetleri arasında casusluk yapar Hizmetlerinden dolayı savaştan sonra, Legion d'Honneur nişanıyla onurlandırılır

Bu sırada dalgıçları, rahatça yüzebilen balıkadamlar haline dönüştürme çabaları sürer Mevcut dalış elbiseleri çok ağır ve pahalı olmalarının yanısıra dalgıcın hareketlerini de oldukça kısıtlamaktadır

İlk scuba araştırmaları sonucunda Paris'te mühendis Emile Gagnan ile tanışır Gagnan, savaş döneminde, arabalarda benzin yerine gaz kullanılmasını sağlayan bir araç geliştirmiştir Cousteau ile birlikte, denizaltının basınçlı ortamında, dalgıçtan gelen talep üzerine, tüpteki sıkıştırılmış havayı otomatik olarak ayarlanan bir regülatör yaparlar Aqua-lung (aqua:su, lung:ciğer) adıyla patent alırlar Bu aygıt, ilerde daha çok "scuba" (Self-Contained Underwater Breathing Apparatus- su altında kendi kendine soluma aygıtı) olarak tanınacaktır

Haziran 1943'te, Fransız Rivyerası'nda Cousteau, 23 kg'lık aygıtı dener İki hava tankı, hortum, regülatör, ağızlık ve gözlükten oluşan ilk scuba ile 18 m derinliğe dalar Her türlü manevrayı dener Hareketlerini rahatlıkla yapar Tüpteki havanın gelişi de hiçbir şekilde engellenmemektedir Takibeden birkaç ay içinde Cousteau, Tailliez ve Dumas, birçoğu filme kaydedilmiş 500'den fazla dalış yaparlar

Ekim ayında Dumas, 65 m derinliğe dalarak rekor kırar En derin dalışlarını bile kısa tutarak "vurgun yememeye" çalışırlar Çünkü derinde uzun süre basınç altında kalınca, solunan havadaki azot, dalgıcın kanında erir Eğer dalgıç su yüzeyine doğru hızla çıkarsa, kandaki azot tekrar, kabarcıklar şeklinde gaz hale döner Bu kabarcıklar, damarları tıkayıp kalbi durdurabilir

Scuba dalgıçları, bir yandan vurgunlardan kaçınmayı öğrenirken bir yandan da Cousteau'nun "derinlik sarhoşluğu", doktorların ise "nitrojen narkozu" diye adlandırdığı yeni ve ilginç bir duygu ile tanışırlar 30 m'nin altındaki derinliklerde, beyin dokularındaki soğurulmuş azot, bir takım anormal davranışları uyarmaya başlar Bu davranışlar, bazı dalgıçlarda panik şeklinde ortaya çıkarken, bazılarında da sarhoşluğun verdiği güven ve mutluluktan dolayı, sırtındaki tüpü çıkarıp geçen bir balığa vermek şeklinde olabilir

Cousteau ve arkadaşları, yavaş yavaş, güvenli dalmanın yöntemlerini geliştirirler Savaş sonunda eşi Simone da çok iyi bir dalgıç olmuştur Hatta Cousteau, 1938 ve 1940'da doğan oğulları Jean-Michel ve Philippe için bile küçük scubalar yapar İlk ticari scuba takımı ise 1946'da piyasaya sürülür

Fransız Donanması'ndaki görevini sürdüren Cousteau, 1948'de kaptan olur Üstlerini, bir sualtı araştırma ekibi kurmaya ikna eder Bu ekibin görevi, sualtı dalış tekniklerini ve sualtı fotoğrafçılığını geliştirmektir Ekip, savaştan sonra, Fransız Limanlarındaki Alman mayınlarını temizlemekte gösterdiği büyük başarının yanında, Tunus Kıyılarında 2000 yıllık bir Roma batığını da ortaya çıkartır Bu çalışmaların, sualtı arkeolojisine de önemli katkıları olacağı anlaşılır

İki yıl sonra Fransız Okyanus Kurumu Başkanlığı'na getirilen kaptan Cousteau, Akdeniz'deki dalışlarına devam ederken bir yandan da diğer denizlere dalmayı ve okyanuslar hakkında bilgi toplamayı düşlemektedir

Calypso

Kısa bir süre sonra Amerikan yapımı eski bir mayın tarama gemisi olan Calypso'yu görür 600 HP dizel motorlarıyla saatte 23 km hız yapabilen, 8 yaşındaki Calypso, eski görünüşüne rağmen sağlam bir gemidir 1950'de, ilerdeki araştırmaları için onu satın alır Bir yıl kadar süren dönüştürme çalışmaları sonunda Calypso, okyanus araştırmaları için hazır hale getirilir

Cousteau, yolculuklar için gereken parayı sağlamak, aynı zamanda kamuoyunda sualtı araştırmalarına olan ilgiyi arttırmak amacıyla, birçok film yapar ve kitaplar yazar 1953'te yayınlanan Sessiz Dünya (The Silent World) adlı ilk kitabında, scubanın ortaya çıkış sürecini ve gelecek için vaadettiklerini ayrıntılı olarak anlatır Bu kitabı, 22 dilde 5 milyondan fazla satılır

1955 yılının Mart ayında Calypso, Marsilya Limanı'ndan ayrılarak, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu'nun mercan resiflerine doğru ilk seferine çıkar Bu yolculukta çektiği filmleri kullanarak, Sessiz Dünya'yı belgesel haline getirir Filmin yapımında, 24 yaşındaki ünlü yönetmen Louis Malle, Cousteau'ya yardımcı olur Film, 1956 yılında, belgesel film dalında Oscar ve Altın Palmiye Ödüllerini alır

Projelerini gerçekleştirebilmek amacıyla Kaptan Cousteau, emekli olarak donanmadan ayrılır 1957'de Monaco Okyanus Müzesi'nin yöneticisi olur ve 1988'de ayrılana kadar, 31 yıl bu görevde kalır

Toulon'da, Denizaltı Araştırma Grubu'nu kurar Sualtında çok daha uzun süreler kalabilmek için yeni araştırma çalışmalarına başlar 1959'da mühendis Jean Mollard ile "Dalan Daire" yi (UFO'lardan esinlenerek bu adı verir) tasarlar İki kişi alabilen bu aygıt, küre şeklindedir ve yüksek manevra kabiliyetinin yanısıra, 350 m derinliğe dalış yapabilmektedir

Cousteau, 1962'de, Marsilya'da "Conshelf 1"adlı bir deney yapar Bu, insanların sualtında yaşamalarına yönelik bir deneydir Benzer bir deney, 1963'te "Conshelf 2" adıyla Kızıldeniz'de gerçekleştirilir

Cousteau'nun "okyanot" adını verdiği 5 adamı, 10 m derindeki "Denizyıldızı Evi" adlı kapalı bir ortamda bir ay yaşar Proje masraflarının büyük kısmını, Fransız Petrol Sanayii karşılasa da geri kalan kısmını karşılamak için Cousteau, deneyi belgesel filme dönüştüreceğine dair bir anlaşma imzalar Kameralar, okyanotların her anını görüntüler Sonunda 93 dakikalık film; "Güneşsiz Dünya" (World Without Sun) ortaya çıkar Cousteau bu film ile ikinci Oscar'ını alır

Conshelf 3, 1965'te Nice yakınlarında gerçekleştirilir Cousteau'nun 24 yaşındaki oğlu Philippe'in de aralarında bulunduğu 6 okyanot, 100 m derinlikte üç hafta kalır Deney esnasında çekilen filmlerden, Orson Welles'in seslendirdiği bir TV filmi yapılır Filmin gördüğü büyük ilgi üzerine, her yıl 4 saatlik TV programı hazırlamak için ABC televizyon kanalıyla anlaşma imzalanır "Cousteau'nun Denizaltı Dünyası" adlı TV dizisi böyle doğar

Sonra anlaşma 9 yıllığına uzatılır Bu sürenin sonunda Ted Turner'in CNN'i ile anlaşılır Cousteau, yaptığı TV filmleri ve dizileri için 10 Emmy Ödülü almıştır Altın Balık (The Golden Fish) adlı bir filmi de, kısa film dalında Oscar alır

Calypso'nun, yıllar boyunca Alaska'dan Afrika'ya, Afrika'dan Antarktika'ya yaptığı gezilerle, milyonlarca TV izleyicisi köpekbalıklarının, balinaların, penguenlerin, dev ahtapotların, katil balinaların, deniz kaplumbağalarının ve yunusların yaşantılarını öğrenir

Karadan kilometrelerce uzakta, insanların okyanusları nasıl kirlettiğini görür Cousteau, tek başına ya da değişik yazarlarla birlikte yazdığı 50'nin üzerinde kitap ve çektiği 70'in üzerinde TV filmi ile okyanus yaşamının ve dünyanın yaşamsal dengelerinin korunması düşüncesini milyonlarca kişiye anlatır Kirlenmenin, aşırı avlanmanın ve sahil kentlerinin düzensiz ve aşırı gelişmesinin, engin okyanuslardaki yaşam için bir tehlike olduğunu vurgular

Cousteau'nun okyanuslardaki yaşamın korunmasına ilişkin düşüncelerinin, zaman içinde bir evrim geçirdiği görülür 1960'larda denizleri, kullanılabilecek bir kaynak olarak görürken, 1970'lerde, 20 yıl içinde okyanuslardaki yaşamın %40'ının yokolduğunu söyleyerek, okyanusların ölmek üzere olduğunu vurgular

1974'te ise okyanuslardaki yaşamı korumak için Cousteau Topluluğu'nu kurar Bugün topluluğun, dünya çapında 300 000 üyesi bulunmaktadır Çevreci hareketin diğer liderlerinden farklıdır Cousteau Kirlenme sorunlarına verilen teknolojik yanıtlara açıktır Hayvanlara gösterilen ilginin, insanlara gösterilen ilginin önüne geçmesini de kabul etmez Ancak, aşırı nüfus artışını da "esas kirlenme" olarak görür

1977 yılında, Sir Peter Scott ile Birleşmiş Milletler (BM) tarafından verilen Uluslararası Çevre Ödülü'nü paylaşır Halefi olarak gördüğü küçük oğlu Philippe'in 1979'da bir deniz kazasında ölmesi, Cousteau'yu sarsar Bir süre sonra da topluluğun yönetimi ve politikaları üzerine anlaşamadığı, oğlu Jean-Michelle ile arası açılır

1985'te Amerika Başkanı, kendisine Özgürlük Madalyası verir 1989'da ulusal kültüre yaşam boyu katkılarından dolayı Academie Française Üyesi seçilir Amerikan Bilimler Akademisi'nin de birkaç yabancı üyesinden biridir

1990'da yüzlerce araştırmada kendisine eşlik eden 53 yıllık eşi Simone'u yitirir 1992'de Jean-Michelle, kurucularından olduğu Cousteau Topluluğu'ndan istifa ederek kendi araştırma kuruluşunu kurar Üç yıl sonra Cousteau, Cousteau adının kullanım hakkı üzerine oğluna dava açar

1993'te, BM Kalıcı Gelişme İçin Yüksek Düzey Danışma Kurulu'na seçilir ve Dünya Bankası'na çevresel gelişme konusunda danışman olarak hizmet eder Aynı yıl Fransa Cumhurbaşkanı, Cousteau'yu yeni kurulan "Gelecek Kuşakların Hakları Divanı" na sekreter olarak atar Ancak Cousteau, Fransa'nın, Pasifik'te nükleer denemelere yeniden başlaması üzerine 1995'te bu görevinden istifa eder

Ocak 1996'da Singapur Limanı'nda demirlemiş olan Calypso'ya, manevra yapan bir mavna çarpar ve efsanevi Calypso, kısa sürede sulara gömülür Milyonlarca kişiyi deniz altının büyüleyici güzellikleriyle tanıştıran ve çevreci hareketin kurucularından olan Kaptan Jacques-Yves Cousteau, Calypso 2'nin denize indirilişini göremeden, 25 Haziran 1997'de aramızdan ayrılır

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Klasik Arkeoloji daha çok Antik Çağ diye adlandırılan Yunan ve Roma uygarlıklarını kapsayan bir dönemi içerir Dar anlamıyla yaklaşık olarak MÖ 6 yüzyıl ile MS 3 yüzyıl arasındaki zaman dilimi ile ilgili olsa da geniş anlamıyla MÖ üçüncü binyıla kadar uzanan Girit, Yunan Anakarası ve Anadolu'nun batı ve güney kıyılarını içeren kültürlerin gelişimini inceler

Ege Denizi ve Ülkeleri

Ege bölgesi, Ege deniziyle çevrilen veya sınırlanan adalarla Asya ve Avrupa kıtaları kıyılarını, yani Yunanistan, Makedonya ve Trakya'nın doğu, Anadolu'nun ise batı ve güneybatı kıyılarını içine alan bölgedir Ege kıyılarının çok girintili çıkıntılı olması, iyi korunmuş sayısız liman ve koylara sahip bulunması, denize doğru uzanan sıra dağlar arasında verimli vadilerin yer alması, iki kıta arasında jeolojik bir çöküntünün kalıntıları olan çeşitli büyüklükte birçok adaların bulunması, böylece Ege denizinde kara görmeyen hemen hemen hiçbir nokta bulunmaması deniz ulaşımını, dolayısıyla Asya ile Avrupa arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkileri kolaylaştırmada başlıca etken olmuştur

Yunanistan

Yunanistan son derece engebeli bir ülkedir Ülkenin içi ekser hallerde kuzeyden güneye inen, yalnız orta Yunanistan'da kısmen doğuya kıvrılan ve Ege adaları üzerinden Anadolu yönünde uzanan yüksek dağlarla kaplıdır Bu suretle bazEn 2500 m'yi bulan yükseklikteki alanlar ayrılmış, bunların aralarında ise geçilmesi güç geçitler sayesinde birbirine bağlanan ince uzun vadiler meydana gelmektedir

İşte bu nedenle Yunanistan dağlar arasına sıkışmış türlü büyüklükte kantonlara sahip olmuştur Yalnız bazı büyük vadiler ve düzlükler kuzeyde Makedonya ve Teselya'da Orta Yunanistan'da Boiotya ve Attika, Peleponnes'te ise Argolis, Lakonya ve Mesenya'da olduğu gibi oldukça büyük devletlerin meydana gelmesini mümkün kılmıştır Yunanistan'nın coğrafya bakımından bu parçalanmış durumu bu ülkenin siyasal bakımdan da irili ufaklı devletlere bölünmesinde başlıca etken olmuştur

Anadolu'nun Batı Kıyıları

Yunanistan'dakiler kadar olmamakla beraber, yine bir hayli iyi korunmuş koy ve limanlara sahip Batı Anadolu kıyılarında da sıradağlar birbirine paralel olarak sahilden içerlere doğru uzanmakta ve aralarında Kaikos (Bakırçay), Hermos (Gediz), Kaistros (Küçük Menderes) ve Maiandros (Büyük Menderes) gibi büyük ırmaklar tarafından sulanan ve kıyılara kadar uzanan geniş ve verimli vadileri kapsamaktadır

Bu coğrafi durum bir taraftan çeşitli vadilerde kurulan şehirlerin iç bölgelerle kültürel ve ekonomik ilişkilerde bulunmalarını kolaylaştırmıştır Fakat, bu kıyıların gerisinde güçlü bir devlet kurulunca bu devlet daima vadiler yoluyla denize ulaşmak çarelerini aramış, bundan ötürü bu vadilerdeki şehirlerin bağımsızlığı için büyük bir tehlike olmuştur

Ege Adaları

Asya ile Avrupa kıyıları arasında yer alan adaların en önemlisi Girit'tir Ege bölgesinin güney sınırında bulunan ve yaklaşık olarak 250 km uzunluğunda ortalama 50 km genişliğinde olan bu ada, arada köprü görevi gören birtakım adalar sayesinde, bir taraftan Peleponnes'e, diğer taraftan Anadolu'nun batı ve güneybatı ve Afrika'nın kuzey kıyılarına bağlı bulunuyordu

Girit bütün bu ülkelere bunların kültür etkileri altında kalabilecek kadar yakın, fakat bunlardan gelecek düşman akınlarını önleyebilecek kadar uzaktı Aynı zamanda pek engebeli araziye sahip olmakla ve batı-doğu yönünde uzanan sıradağlar tarafından biri kuzeyde, diğeri güneyde olmak üzere iki büyük bölüme ayrılmış bulunmakla beraber, yoğun bir nüfus besleyebilecek ve başlı başına bir uygarlık yaratabilecek kadar büyüktü

İşte eski çağlarda "mutluluklar adası" olarak gösterilen Girit'in Akdeniz'de aldığı bu önemli yer adanın bir taraftan doğu, diğer taraftan batı etkileri altında kalmasına ve hayran olacak derecede yüksek ve orijinal bir uygarlık ortaya koymasına yol açmıştır Ege adalarından birinci gruba giren adalar arasında Delos, ikinci gruba girenler arasında ise obsidyen taşı kapsayan Melos, içinde mermer ocakları bulunan Paros ve Naksos veya altın madenleri ile ün kazanmış Siphnos gösterilebilir

En Eski Çağlardan Üçüncü Binyıl Sonuna Kadar Ege Dünyası

Girit

Girit adası elverişli coğrafi durumundan ötürü Yunan mitolojisinde derin yankılar bırakmış olan canlı ve hareketli bir kültür hayatı yaşamıştır Girit'in Yunanlılar çağındaki önemiyle hiç de orantılı olmayan bu mitos bolluğu ve çeşitliliği mitosların nitelikleri ve bunlarda görülen Yunanlı olmayan adlar bakımından, daha çok Anadolu'ya yönelmiş eski bir uygarlığa işaret eder niteliktedir

Yapılan arkeolojik incelemeler bütün Ege bölgesinde olduğu gibi Girit'te de paleoletik çağa ait eserlerin fazla bulunmadığını buna karşılık oldukça ilerlemiş bir neolitik kültürü bulunduğunu açığa çıkarmıştır Taş temeller üzerinde kerpiç duvarlı, çeşitli büyüklükte mekanlardan meydana gelen dört köşeli bir ev, Knossos'ta sarayın altında bulunmuştur Ev kalıntıları arasında elde edilen değirmen taşları, bu insanların yalnız balıkçılık ve avcılıkla değil tarımla da uğraşmış olduklarını da göstermektedir

Silahlar ve çeşitli araçların yapılmasında taş, kemik ve Melos adasında getirilen obsidyen taşı kullanılmakta, bütün bu taş eserler özenle işlenmekte ve perdahlanmaktadır Bu dönem Girit keramikleri siyah, gri ya da toprak renginde, iyi temizlenmemiş bir kilden yapılmış oldukça kaba kaplardan ibarettir Geç neolitik dönemde ise koyu bir zemin üzerine kırmızı boya ile yapılmış bezekleri kapsayan boyalı vazolar ortaya çıkmıştır

Bu vazoların yanında yine kilden yapılmış büyük bir kısmı kadın şeklinde olan idollere de rastlanmıştır Bu tarımsal kültür, idolleri ve seramikleri ile bağlar göstermekte, (en çok Hacılar ve Çatalhöyükle) ve esas itibari ile dördüncü binyıla ait olduğu anlaşılan neolitik çağda Girit adasında Anadolu'lu ya da bunlarla yakın akraba insanların yaşamış olduğuna işaret etmektedir

Girit'te İÖ 3000/2800 ile 2000 arasında taş döneminden maden dönemine girilmeye başlanmıştır Bu zamanda adanın en çok orta ve doğu kısımlarının nüfusu yoğundur Bu çağ insanları Mesera ovasında bulunan 12'den fazla yerleşme yerlerindeki evlerin yanında mezar yapılarına da önem vermeye başlamışlardır Neolitik geleneği sürdüren, siyah, gri ya da toprak rengi ilkel kapların yanında çömlekçi çarkının kullanılması sayesinde düzenli şekiller alan vazolar yapılmaya başlanmıştır

Bu dönemde beyaz, krem ya da açık sarı bir zemin üzerine parlak kırmızı bir boya ile yapılmış geometrik kaplar alevli ateşte pişirilerek kullanılmıştır Bu devirde şehirlerin başında krallar ya da beylerin bulunduğu ve bazı sınıfların meydana çıktığı görülmektedir Üçüncü binyılda adada esas itibari ile barış ve sükun ortamı sürmüş olacak ki yerleşme yerlerinin çevresinde hiç bir tahkimat izine rastlanmamıştır

Yunanistan Ege Adaları ve Anadolu

Yunanistan'da üçüncü binyılın sonuna kadar neolitik kültürü korunmasına karşılık üçüncü binyılın ilk yarısında taş döneminden çıkarak bakır dönemine girilmektedir Bu kültür çevresi içinde bulunan yerleşme yerleri daha henüz köy niteliğinden kurtulmamış olup dörtgen şeklinde evler görülmektedir Truva bölgesi seramikleri ile olan benzerlik maden kültürünü Yunanistan'a getiren insanların Anadolu'lu olduklarına işaret etmektedir

Üçüncü binyılda Anadolu'dan Yunanistan'a birtakım göçler olduğunu filolojik delillerle takip edebiliriz Yunanistan'da bulunan (ss), (tt), ya da (nt)'li yer adlarının Yunan dili ile açıklanamadığı bunların Anadolu'nun batı, güneybatı bölgelerindeki (s), (ss) ve (nd)'li yer adlarına karşılık olduğu sanılmaktadır

Bu yer adlarına örnek olarak Yunanistan'da Korintos (şehir), Koskintos (dağ), Samintos (yer), Parnasos (dağ) Anadolu'da Mikalessos, Halikarnassos, Aspendos, Alinda gibi adlar gösterilebilir Bunlardan başka Larisa gibi (lar-), Pergamon gibi (amo-), Mylasa gibi (asa-) ve Samos gibi (sam-) köklerini kapsayan birçok yer adlarının yanında Yunan dilindeki kültür hayatı ile ilgili birçok sözcüklerde de bu benzerlik görülmüştür

Yunanlılardan önce Ege bölgesinde bir takım yabancı kavimlerin oturdukları bilinse de Pelasg, Leleg ya da Kar olarak adlandırılan bu kavimler hakkında somut bilgiler bulunmamaktadır Yunan tarih geleneğine göre Lelegler Anadolu'da Truva bölgesinde, Ege adalarında, orta Yunanistan ve Peloponnes'in bazı yerlerinde oturmuşlar, Pelasglar ise Yunanistan'da geniş bir alana yayılmışlardır; o kadar ki bir zamanlar tüm Yunan ülkesi Pelasgiye olarak gösterilmiştir

İlk zamanlar Tesalya'da oturmuş, Peneios vadisine Pelasg Argos'u vermiş oldukları anlaşılan Pelasglar sonraları Yunanistan'ın Yunanlılardan önceki halkı olarak kabul olunmuşlardır Homeros destanlarından İlyada'da Yunancadan ayrı bir dil konuşanlar olarak gösterilen Karlar Yunan tarihçisi Herodotos'a göre Girit kralı Minos zamanında egemendiler; bunlar ancak sonraları bu yerlerden Yunanlılar tarafından çıkarılmışlardır

Şu halde üçüncü binyılda bütün Ege bölgesine yayılmış olan ve aralarında ve bir takım farklar göstermekle beraber esas itibari ile Karlar tarafından temsil olunan kavimlerin Lidyalılar ve Likyalılar ile birlikte Boğazköy Hitit metinlerindeki Luvilerle ilgili olmaları muhtemel "batı Anadolu kavimleri" grubuna girdikleri söylenebilir

Anadolu'da üçüncü binyılda şehir olma eğilimi gösteren en önemli yer tahkimli şatoların da bulunduğu Truva'dır Burada sözü edilen İÖ 3000/2800 ile 2400 arasında yer alan bakır dönemine ait Truva I ve 2400'den 2200'e kadar gelen tunç dönemi Truva II'dir Alçak bir tepe üzerinde kurulmuş olan Truva I etrafı tarla taşlarından yapılmış bir surla çevrili küçük bir şatoydu Seramikler burada iyi temizlenmemiş bir kilden yapılmış ve iyi pişirilmemiş siyah ya da toprak rengi nadiren kırmızı perdahlı dış yüzeyleri düz çizgilerden meydan gelen seramiklerdir

Buradaki kapların bazıları bakırdandır Obsidienin geniş ölçüde kullanılmış olması Melos adası ile ticaret ilişkilerine işaret eder Evlerden elde edilen araçlar ve kemik kalıntılarından Truva I insanlarının tarım, hayvancılık ve balıkçılıkla geçindiklerini anlamaktayız Truva I'in üzerinde kısa bir aralıktan sonra yapıldığı anlaşılan Truva II yer alır

Üç dönemde güneye doğru genişletilmiş olan, kapılar ve kuleleri kapsayan, ortasında arka arkaya sıralanmış giriş mekanı ve bir ya da daha çok odadan ibaret megaronlardan meydana gelen bir hükümdar sarayının bulunduğu Truva II kuvvetli bir surla çevrilidir Truva II'nin maden zenginliğine megaronlar içinde ya da arasında bulunan gömüler işaret etmekdedir

Bunların en ünlüsü olan "Priamos gömüsü" 3 diadem, 60 küpe, 6 bilezik, 15 altın ve gümüş vazo, 8700 boncuk, yüzük ve silindirik boruyu kapsıyordu Lapislazuli ve çeşitli taşlardan yapılmış olan boncuklar ve süsler Truva II'nin çeşitli doğu ülkeleri ve ençok Mısır ve Mezopotamya ile ticarette bulunduğunu ispatlamaktadır Siyah vazoların yanında kırmızı vazolar da tekniğin geliştiğini göstermektedir Taş ya da toprak idoller, ağırşaklar, silindir mühürlerde bulunmaktadır Truva III şehri başka bir plana göre kurulmuş bulunmakta, Truva IV zamanında ise bu şehir yeni bir surla çevrilmektedir Truva V gerçek tunçtan yapılmış kapları ve gelişmiş seramikleri ile dikkat çekmektedir

İkinci Bin Yılda Ege Bölgesi

Girit

İÖ 17 ve ençok 16 yüzyıllar Girit'in her bakımdan en parlak dönemidir Tüm sanat ve fikir hayatının merkezi olduğu anlaşılan saraylar son şekillerini almakta, çeşitli dairelerin daha sonra organik bir bütün halinde avlunun etrafını çevirdiği görülmektedir Batı tarafında zemini taş döşeli bir meydan, doğu kısmında dört katlı binalar, sarayın başka kısımlarında da özel oturma daireleri, tahıl şarap ve zeytinyağı depoları, atölyeler koridor ve iç avlularla birleştirilmiştir Dini fresklerle kaplı duvarlarla en can alıcı sanat eserleridir

İlk zamanlar bir resim yazısı olan Girit yazısı İÖ 16 yüzyıldan itibaren fonetik bir yazı (hece yazısı-A yazısı) haline gelmiştir En çok saraylarda kullanıldığı anlaşılan bu yazıyı okumak henüz mümkün olmamakla birlikte Anadolu dilleriyle akraba olduğu ve Girit B yazısı ile yazılı metinler gibi idari ve ekonomik nitelikte olduğu ileri sürülmektedir Yunanistan'daki yazılı belgelerin Girit'tekilerden iki yüzyıl daha geç olduğu görülmektedir Girit'lilerde Yunalıların tersine tanrı heykelleri bulunmaması başlı başına bir tapınak mimarlığının ortaya çıkmasına engel oLmuştur Girit dininde tanrıçaların ön safta yer almalarına uygun olarak din törenlerinde kadınlar büyük rol oynamaktadırlar

Törenler esnasında müzikle danslar yapılmakta tanrılara çeşitli hayvanlar kurban edilmekte, çiçekler meyveler içkiler ve çeşitli eşyalar sunulmaktadır Tapınmada rol oynayan kutsal gereçler ve kült sembolleri arasında çift yüzlü baltalar önemli bir yer tutmaktadır Bakırdan, tunçtan, hatta altından yapılmış baltalara mağaralarda ya da büyük evlerde rastlanmıştır

Balta resimlerini freskler, vazolar ve mühürlerden başka sarayların duvarları üzerinde de görülmektedir Anadolu'nun tersine belirli bir tanrı ile ilgili olmayan bu baltalar törenlerde sığırları kurban etmek için kullanılmaktadır Hatta bu çift yüzlü baltalar Karya'da olduğu gibi Girit'te de "labris" adını taşımış, bundan ötürü Yunan mitosunda Knossos sarayında bulunduğu bildirilen "labrintos"la bu baltaların saklandığı yerin kastedilmiş olduğu sanılmaktadır

Hellen Uygarlığı

Hellenlerin ataları olan Akalar MÖ 1600-1200 yıllarında bugün Myken adını verilen uygarlığı yaratarak Yunan yarımadasında, Orta ve Doğu Akdeniz çevrelerinde yoğun ticaret ve kültürel etkinlik göstermişlerdir Bu sayede Mezopotamya uygarlıklarıyla koloniler aracılığıyla komşu olup uygarlıklarının etkisini oralara ulaştırmışlardır

Ege göçleri yüzünden son bulan bu uygarlığın ardından Hellenler 400 yıl boyunca ilkel bir yaşam sürmüşlerdir Bu dönemde yaşayan belli başlı toplumlardan Dorlar Rodos ve Batı Anadolu'nun güneyinde, İonlar Sakız, Sisam ve Batı Anadolu'nun ortalarında, Aioller Midilli ve Batı Anadolu'nun kuzeyinde yerleşmişlerdir İlk koloniler MÖ 1050-1000 yılları arasında kurulmuştur

Eski İon Evresi: (MÖ 1050-750) Tarım, balıkçılık ve şarap üretimi gibi ekonomik etkinliklerin olduğu bu dönemde henüz uluslararası ticaret gelişmemiştir Evlerin tek odadan oluşması ve seramik ürünlerde hala Attika geleneğinin egemen olması önemli özelliklerdendir

Homeros Dönemi: (MÖ750-700) Sisam, Miletos, Ephesos, Erythrai, Smyrna gibi kentlerin önem kazandığı dönemdir Batı kültürünün ilk edebi eseri olan İlyada bu döneme aittir Mimaride ilerlemeler sağlanmıştır Yazı bilinmesine karşın İonya'da pek yaygın değildiDurgunluk Dönemi: (MÖ 700-650) Anadolu 7 yy başlarında Kimmerlerin saldırısına uğramıştır Bu zamanda ayrıca Frigler ve Lidya Krallığı da İonyalıların gelişmesini engellemişlerdir Döneme adını veren durgunluğun sebebi de işte bu baskıdır

Erken Arkaik Dönem: (MÖ 650-600) İon uygarlığının ilk parlak dönemi olarak sanat alanında Oryantalizan Sanatın ortaya çıkış zamanıdır En önemli atılımı Miletos'un önderliğinde Mısır'da, Doğu Akdeniz'de ve Karadeniz'de kurulan koloniler oluşturmuştur Eski İzmir'de, Erythrai'de günışığına çıkarılan Athena tapınaklarının en parlak yapıları bu evrenin sonunda inşa edilmişlerdir Ayrıca, İzmirli Mimnermos, Ephesoslu Kallinos, Sardesli Alkman, Lesboslu Sappho ve Alkaios gibi büyük ozanlar bu dönemde yaşamışlardır

İyon Uygarlığının Altın Çağı: (MÖ 600-545) Erken Arkaik dönemde başlayan atılımlar Batı Anadolu'yu bütün dünyanın o dönemdeki en ileri bölgesi haline getirmiştir MÖ 3000 yıllarından beri Mısırlıların ve Mezopotamyalıların ellerinde bulunan dünya kültür liderliği bu dönemde Batı Anadolu'ya geçmiştir Doğa filozofları dinsel inanışlardan sıyrılmış olarak doğa olaylarının oluş nedenlerini özgür bir düşünce yöntemi ile ele almış ve bugünkü batı uygarlığının temellerini atmışlardır

Karyalı Thales, Miletoslu Anaksimandros ve Anaksimenes, Sisamlı Pythagoras, Kolophonlu Xenophanes, Ephesoslu Herakleitos, Koslu Hippokrates bu dönemin filozofları arasındadır Batı Anadolu İon kentleri Perslerin eline geçince heykeltraşlar, ressamlar ve filozoflar Atina'ya ve İtalya'ya göçederler Bu andan itibaren İyonya'da başlayan özgür düşünce atılımı Yunanistan ve İtalya'da devam eder

Pers Egemenliği Dönemi: (MÖ 545-333) Anadolu Pers Kralı Cyrus'un MÖ 546 tarihinde Lidya Krallığını yıkması ile Büyük İskender'in MÖ 333 tarihinde İskederun yakınlarındaki İssos'ta Dara'yı yenmesi arasında kalan ikiyüzyılı aşkın bir süre içinde Pers egemenliğine sahne olmuştur Bu dönemde yerli beylikler (satraplar) tarafından yönetilen Anadolu'da ilginç bir Greko-Pers stili geliştirilmiştir

Başlıca kültür odakları arasında Manyas Gölü kenarındaki Daskyleion ile Lidya'da ve Karya'da gelişen satraplıkları bulunur Pers egemenliği sırasında Likya'da Xanthos'da ve Lymira'da gelişen yüksek nitelikteki mimarlık ve heykeltraşlık örnekleri özünde Hellenistik nitelikler bulunan eserlerdir Anadolu'daki Geç Arkaik Hellen sanatı Pers egemenliği altında olduğu halde özgünlüğünü koruyabilmiştir

Hellenistik Çağ: (MÖ 300-30) İskender'in Hellespontus'u (Çanakkale Boğazı) geçtiği MÖ 334 yılı, Hellen uygarlığı ve bütün dünya için büyük önem taşıyan yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur Roma İmparatoru Augustus (MÖ 27) ile son bulan bu tarihi dönemde Hellen uygarlığı Asya ve Afrika'ya değin yayılmış, Doğu ve Batı arasında bir kültür etkileşimi yaratılmıştır

Doğu ruhunun Hellen uygarlığı ile kaynaşmasından, dış görünümü ile Hellenli, ancak özüyle Doğulu bir dünya görüşü ortaya çıkmıştır İskender'e Mısır'da Tanrı Amon'un oğlu olarak tapılmıştır Hellenistik dönem boyunca Anadolu iki değişik yönetime sahne olmuştur Aiolya'da ve İonya'da egemen olan Bergama Kralları (MÖ 283-133) ve Bithynia Kralları da (MÖ 327-74) gerçek Hellen uygarlığının temsilcileri ve koruyucuları olmuşlardır Buna karşılık Pontus Kralları (MÖ 302-36), doğulu içerik taşıyan kültür politikasını yürütmüşlerdir

Kommagene Kralları da bu ikinci tipin temsilcileridirler Hellen dünyası, Hellenistik dönem boyunca bir ekonomik atılım içinde olmuşlar, Doğu dünyası ile ilişkiler sayesinde İskenderiye, Rodos, Bergama ve Ephesos gibi başkentlerin önderliğinde canlı bir ticaret geliştirmişlerdir Zengin kütüphanesi ile Bergama bu dönemin büyük bilim ve eğitim merkezi olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Mevlâna, 30 Eylül 1207 yılında, bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh Şehri'nde doğmuştur Babası, Belh Şehri'nin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî'nin oğlu Bahaeddin Veled'tir Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur

Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle, Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrılır İlk durak Nişâbur olmuştur Nişâbur Şehri'nde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile karşılaşırlar Mevlâna, burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır Bahaeddin Veled, Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket eder Hac göreviniı yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğrar Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) gelirler Karaman'da, Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleşirler 1229 yılına kadar Karaman'da kalırlar

Mevlâna, 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlenir Bu evlilikten Mevlâna'nın, Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu olur Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna, bir çocuklu dul bir kadın olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapar Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya gelir

Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altındadır Konya da bu devletin başşehridir Konya, sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkârlarla dolup taşmaktadır Kısacası, Selçuklu Devleti, en parlak devrini yaşımaktadır ve Devlet Hükümdarı Alâeddin Keykubâd'dır Alâeddin Keykubâd, Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet eder ve Konya'ya yerleşmesini ister Bahaeddin Veled, Sultan'ın davetini kabul eder ve 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile Konya'ya gelirler Sultan Alâeddin, kendilerini muhteşem bir törenle karşılar ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni kendilerine tahsis eder

Bahaeddin Veled, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat eder Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçilir Daha sonra, şu an müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki yerine defnedilmiştir

Bahaeddin Veled ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplanırlar Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak görürler Gerçekten de Mevlâna, büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar vermektedir Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşmaktadır

Mevlâna, 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşır Şems aniden ölümü nedeniyle beraberlikleri uzun sürmez Mevlâna, Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekilir Hayatını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat eder

Mevlâna'nın cenaze namazını, Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktır ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayılır Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını, Kadı Sıraceddin kıldırır

Mevlâna, ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir" demiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Efsaneye göre Marsyas adındaki bir Satiros, (keçi ayaklı, sivri kulaklı yarı insan yarı hayvan yaratıklar) bir gün kırlarda dolaşırken Athena'nın icat ettiği ancak çalarken yüzü çirkinleştiğinden fırlatıp attığı flütü buldu Bir tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü çalmaya başladı ve bir süre sonra marifetin kendisinde olduğuna inanmaya başlayarak kendini Apollon'a rakip görmeye başladı

Bunun üzerine Apollon, kazananın kaybedene istediğini yapabilmesi şartıyla Marsyas ile bir yarış yapmaya karar verdi Apollon'un arkadaşları olan Musalar ve Phrygia (Fyrigia) kralı Midas yarışmada hakem oldular

Apollon, gitarı ile çok güzel şarkılar çalarak ortalığı inletti Marsyas da flütü ile ondan geri kalmayarak çok güzel şarkılar çaldı Hakemler tereddüt ediyorlardı Bunun üzerine Apollon lirini eline aldı O kadar güzel, o kadar hoş şarkılar çaldı ki dağlar taşlar heyecandan titrediler

Marsyas, Apollon gibi çalamayacağını itiraf etmek zorunda kaldı Apollon, anlaşma gereği Marsyas'ı ölümle cezalandırdı Yarışma sırasında Marsyas'ın tarafını tutarak onun daha iyi çaldığını iddia eden Midas'a da ceza verdi Onun kulaklarının iyi işitmediğini söyleyerek insanlara özgü kulakları ona uygun görmedi ve Midas'ın kulaklarını uzatarak eşek kulaklarına çevirdi

Midas kulaklarından öyle utanıyordu ki sürekli başında bir kalpakla dolaşmaya başladı Fakat berberi saçlarını keserken kulaklarını farketmişti Midas, hiç kimseye anlatmama şartıyla berberine yaşamını bağışladı Fakat berber, bu sırrı içinde saklamakta çok zorlandı Birilerine söylemezse patlayacağını düşünüyordu Diğer yandan söylediği taktirde Kral'ın kendisini öldürmesinden korkuyordu

Sonunda bir gün daha fazla dayanamayarak ıssız bir yerde bir çukur açtı ve oraya eğilerek yavaşça "Haberiniz var mı, Kral Midas eşek kulaklıdır" diye fısıldadı Bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi oldu ve rahatladı Fakat kazdığı çukurun yanındaki kamışları hesaba katmamıştı Kamışlar rüzgarla sallandıkları zaman "Midas'ın kulakları eşek kulakları, Midas'ın kulakları eşek kulakları" diye sırrı her tarafa yaydılar

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Horus

Osirisle İsis'in oğlu, Mısır tahtını miras almıştır Hatta taht için Seti ile olan savaşları Mısır mitolojisinde onemli yer tutar Cennetin hükümdarı, yeryüzünün kralı ve kutsal şahin olmak üzere Teslis (üçlü) kavramı Mısır dininin yerleşmiş yönüydü

Horus'un evrensel olduğu ve ezelden beri var olduğu fikri, birinci hanedanlığa kadar uzanır ki, bu da piramit yazılarında belirtiliyor

Horus of Behedet (Hadit)

Behedet Şehri'nde tapılan Horus�un formlarındandır Büyük kanatları, güneş diskinin bir formu olarak gösterilir Genelde önemli manzaraların üstünde uçtuğu görülür (Mısır�ın dinsel sanatında)

Hadit, Horus�un her zaman her yerde hazır oluşuyla resmedilmiştir Crowley�in de "Magic in Theory and Practice" kitabında dediği gibi, �son derece küçük ve atomik haldeki her yerde ve her zaman hazır olan parçaya Hadit� denir

Amset (İmsety, Mestha, Amseth)

Horus�un dört oğlundan biridir Ölülerin karaciğerinin koruyucusudur ve Tanrıça İsis tarafından korunur

Hapi

Horus�un dört oğlundan biridir Babun kafalı mumyalanmış adam olarak görünmektedir Ölülerin ciğerlerinin koruyucusudur ve Tanrıça Nephthys tarafından korunurdu Hapi ismi, farklı hiyerogliflerle ifade edilmişti; çoğunlukla ama her zaman olmamak kaidesiyle Nil Nehri Tanrısı'nın ismiydi Hapi, tacı zambaklardan (yukarı Nil) veya papirus bitkilerinden (Aşağı Nil) yapılmış şişman bir adama benzetilmiştir

Hator (Het-Heru, Het-Hert)

Mısır�ın çok eski bir tanrıçasıdır, inek tanrı Hator ismi Yunan uyarlamasıdır Het-Hert (The House Above) ve Het-Heru�nun (Horus�un evi) değişik biçimlerinden türetilmiştir İki terim de onun gökyüzü tanrıçası olduğuna işaret ediyor Sık sık İsis�le eşdeğer tutulmuştur Hator, Edfu�da Horus�un partneri olarak tapılmıştır Teb�de ölümün tanrıçası olarak düşünülmüştü Ayrıca o; aşkın, dansın, alkolün ve yabancı toprakların koruyucusuydu

Harpocrates (Hor-pa-kraat, Hoor-par-kraat)

"Çocuk Horus", İsis ve Osiris�in oğlu, emzirilen küçük bir çocuk Parmak emen genç bir oğlan olarak gösterilmiştir Golden Dawn, sessizliği ona ithaf etmiştir

Heqet

Hermopolis�teki 8 tanrıdan biri olarak inanılır ve Antinoe�deki Khunum�un partneri olarak görülür

Heru-ra-ha

Crowley�in Mısır benzeri mitolojisinin karma bir tanrısı; Ra-Hoor-Khuit ve Hoor-par-kraat�ın bir karması İsmi, Mısır diline çevrildi, tahminen �Horus ve Ra�ya şükredin� anlamına geliyor

İsis

Sanat tanrıçası Osiris'in karısı ve kız kardeşi Horus'un annesi Büyük bir anne ve zevce olarak, bütün dişi ilahların en popüleri oldu

Amen (Amon, Amun, Ammon, Amoun)

Amen, saklı olan demektir Amen, ilk zamanlardan itibaren Teb Şehri'nin baş tanrısıdır ve Hermopolis rahiplerine göre yaratıcı tanrı olarak görülmüştür Kutsal hayvanları kaz ve koçtur Orta krallığa kadar Teb�de yerel bir tanrıydı fakat Tebliler, Mısır�da hükümdarlıklarını kurduklarında Amen kalıcı bir tanrı oldu ve 18 Sülale tarafından Tanrıların kralı olarak adlandırıldı Ünlü tapınağı Karnak, insan tarafından yapılmış en büyük dini yapıdır

Bugde�ye göre, 19 ve 20 Hanedanlar, Amen�in �görünmeyen yaratıcı güç� olduğunu; cennetteki, dünyadaki, engin derinlerde ve yeraltı dünyasındaki hayatın temeli olduğunu düşünürler ve kendisini Ra�nın formunda gösterir Amen, ihtiyacı olan her adanmış dindarın koruyucusu olarak karşımıza çıkmıştır Sonraki inanışa göre Amen, kendi kendini yaratmıştır Önceki Teb'li inanışa göre Amen, Thoth tarafından başlangıçta varolan sekiz tanrıdan biri olarak yaratılmıştır Yeni krallık boyunca Amen�in eşi Mut, �Anne� idi ve bunun Mısırlı eşiti �Büyük (ulu) anne� olarak görülmektedir Bu ikili (Mut ve Amen), Tanrı ve Tanrıça çiftini oluşturur, bu diğer inanışlarda da görülür Oğulları ay tanrısı Khons�tur

Amen-Ra

Amen�in rahipleri tarafından sunulan birleşik tanrıdır Amaçları, Amen�in takipçisi olan Yeni krallıkta (18-21 Hanedan) daha önceki güneş kültünün tanrısı olan Ra ile bir bağ kurmaktı Bu tip birleşmelerde tanrılar içiçe girerler Bu tip ilişkiler, Mısır tanrılarında, özellikle kozmik ve ulusal tanrılar arasında sık görülür Bu Mısır Tanrılarının nasıl görüldüğünün bir örneğidir Morenz�in dediği gibi �kişilikleri vardır ama bireysellikleri yoktur

Bastet

Kedi tanrıça Bubastis�in Delta Şehri'nde tapılmıştır Kedilerin ve onlara önem verenlerin koruyucusudur Sonuçta evde önemli bir tanrıça ve ayrıca ikonografide önemlidir Papirüste güneş tanrısına saldıran yılanın kediler tarafından öldürüldüğü resmedilmiştir Dişi aslanın tanrıçası Sekhmet�in yardımsever tarafı olarak görülmüştür

Anubis (Anpu, Ano-Oobist)

Nepthys�in oğludur Bazı inanışa göre babası Sethi, bazısına göreyse Osiris�ti (hatta bazı inanışa göre ise annesi İsis�ti) Anubis, çakal olarak resmedilmiştir veya çakal başlı tanrı denmiştir Çakal�ın, lahitleri kolaçan etme eğilimi nedeniyle, ölülerle ilişkili olmuştur ve eski mumyalamanın kâşifi olarak bilinir ve tapılır Onun görevi ölüleri korumak ve yüceltmektir Anubis, aynı zamanda Upuaut (yolların açıcısı) olarak bilinirdi ve tavşan başıyla gösterilirdi Kıyamet günü için ölülere rehberlik ederdi ve ölüleri yeraltındaki ikinci ölümden korumak için gerçeğin derecelerini gözlerdi

Ra

Tabiatta tapılan en belirgin şey güneştir Mısır ideolojisinin büyük bir kısmı güneş ve nehir uzerinedir Güneş ilahları arasında başlıcası Ra'dır (Heliapolis tanrısı) Güneşin diski olarak Ra, atmaca kafalı bir insan olarak temsil edildi Bu durumda da Ra yaradılışın hükümdarı olarak ele alındı

Thoth (Tahuti)

Bilgeliğin tanrısıdır Maat ile beraber zamanın başında kendi kendine yaratılmıştı veya Ra tarafından yaratılmıştı Hermopolis�te Thoth�dan sekiz çocuk oluşturmuştu, en önemlisi gizli olan Amen�di Amen, Teb�de evrenin lordu olarak takip edilirdi Thoth isminin Mısır dilinde orijinali Thuti�dir ve Yunanca versiyonu Thoth�dur

Thoth, ibiş kuşu başıyla resmedilmiştir ve elinde bir dolmakalem ve her şeyi kaydettiği parşomenler vardır Tanrıları içeren neydeyse tüm temel görüntülerde Thoth, görevli olarak görünürdü ama özellikle ölülerin hükmünde görülüyor Tanrılar�ın habercisi (ulağı) olmuş ve Yunanlıların Hermes�iyle eş tutulmuştur Osirian mitlerine göre Thoth, Osiris�in veziri olmuştur (Şef tavsiyecisi ve papazı) O da Khons gibi ay tanrısıdır ve zamanın, büyünün ve yazının tanrısıdır Hiyeroglifleri icat edenin Thoth olduğu düşünülür

Tavaret

Hamile kadınlara göz kulak olan olan suaygırı tanrısıdır

Bes

Tanrıların cüce soytarısıdır Afrikalı veya sematik kökenli tanrı, Mısır�a 12 Sülale döneminde gelmiştir Sakallı, vahşi görünümlü komik bir cüce olarak ve yuvarlak bir yüzle resmedilmiştir Müzik, iyi yemek ve rahatlamak gibi aile zevklerinin tanrısı olarak sayılır Ayrıca çocukların eğlendiricisi ve koruyucusudur

Imhotep (Imouthis)

Imhotep mimar, kâtip ve 3 Sülale'nin Firavun Zoser döneminin büyük (baş) veziriydi Sakkara�daki basamaklı piramidi tasarlayıp inşa eden Imhotep�ti Imhotep, Ptah�ın oğlu ve hekimlik tanrısıydı Aynı zamanda kâtiplerin başıydı (Thoth ile beraber) Yunanlılar onun Asklepios olduğunu düşünürler

Khepri (Keper)

Eski Heliopolitan büyük şehir bilimine göre yaratıcı tanrı, Atum ve Ra ile karışmıştır Mısırca kökeninde Kheper, birkaç anlama gelir, bazısına göre en çok dikkat çeken yaratmak veya dönüştürmek fiilidir; ayrıca �bok böceği� sözcüğüne denk gelir Bok böceği, güneşin sembolü sayılırdı Dışkısının çevresine yumurtalarını bırakırdı ve bok böceği güneş tanrısı sembolü sayılırdı Bok böceği, güneşi, gökyüzüne doğru iterdi

Sobek

Fayum'un merkezi Crocodillopolis'in tanrısı idi Orada canlı sürüngenler ve timsahlar havuzlarda muhafaza edilirlerdi Su tanrısı olarak, aynı zamanda Nil'in yıllık taşmasını ve vadisinin gübrelenmesini sembolize etti

Set

En eski dönemlerde Set, Aşağı Mısır�ın koruyucu tanrısıydı ve çölün şiddetli fırtınalarını sembolize eder Bu fırtınaları Aşağı Mısırlılar yatıştırmak için yöntemler aramışlardır Yukarı Mısır, Aşağı Mısır�ı yendiğinde ve ilk hanedana girildiğinde Set, Yukarı Mısır�ın Hanedanlık Tanrısı Horus�un şeytani düşmanı olarak bilinmeye başlandı Set; Osiris, İsis ve Nephthys�in kardeşi ve aynı zamanda Nephthys�in kocasıydı

Bazı mitlere göreyse Aubis�in babasıydı Set�in kardeşini öldürmesi ve yeğeni Horus�u öldürmeye teşebbüs etmesiyle bilinir Ama Horus, kurtulmayı ve babasının öcünü almayı başarır Bunu Mısır�ın her yerinde kurallarını koyarak yapmıştır Set�i hadım etmiş ve sonsuza kadar onu çöle sürmüştür 19 Hanedan'da Set�e olan saygı yeniden dirilmeye başlamıştır ve bir zamanların büyük tanrısı olarak görülmüştür Mısır�ı yabancılardan koruyan ve çöldeki kuvvetleri yardımseverce zapteden tanrı olmuştur

Shu

Kuru rüzgârların ve atmosferin tanrısı, Ra�nın oğlu, Tefnut�un kardeşi ve kocası, Geb ve Nut�un babasıdır Hiyerogliflerde kafasına devekuşu tüyü giymiş olarak gösterilmiştir (Maat�ınkine benzeyen) Genelde boylu boyunca uzanmış olan Geb�le kızı Nut�u ayrılarak ayakta durmuş olarak gösterilmiştir �Shu� ismi genelde �kuru, boş� anlamına gelen shu kökünden geliyor Shu, aynı zamanda güneş ışığının kişileştirmelerinden biridir Shu ve Tefnut�un bir ruhun iki yarısı olduğu söylenir Belki de eşruhların en eski (ilk) kaydedilen örneğidir

Anuket

Yukarı Mısır�da, Elefantin�in çevresinde, Anuket, Khunum ve Sati�nin (kızları olarak) tapılmıştır Kutsal hayvanı gazeldi Soğuk su dağıtıcısı olduğuna inanılır ve kendi insan kafasına tüylü bir taç giyerdi

Apis

Muhtemelen sadece hayvan olarak betimlenmiş ve hiçbir zaman hayvan başlı bir insan olarak gösterilmemiş eski bir Mısır Tanrısı'dır Apis, çoğunlukla Ptah�la bağlantılı olmuştur ve kültünün merkezi Memphis�tir Aslında Apis verimlilik tanrısıdır Güneş diski ve uraeusserpentten oluşan boğa tacıyla betimlenmiştir Kutsal Apis boğası, Memphis�te bulunurdu ve Serapum�da büyük bir kitle halinde Apis boğalarının mezarı bulunuyor

Duamutef (Tuamutef, Thmoomathpf)

Horus�un dört oğlundan biridir Duamutef, çakal başlı mumyalanmış bir adam olarak gösterilmiş Ölünün midesinin koruyucusudur ve Tanrıça Neith tarafından korunur

Edjo

Delta�nın yılan tanrıçası, Aşağı Mısır�ın sembolü ve koruyucusu, Yukarı Mısır�ın tanrıçası Nekhbet�in tamamlayıcısıdır Kralın tacının bir parcası olarak giyilirdi

Sothis

Yıldız Sirius için feminen bir Mısırlı ismi, İsis�le birbirine geçmiştir Hator�la da ilişkilidir

Tefnut

Nem ve bulutların tanrıçasıdır Ra�nın kızı, Shu�nun kardeşi ve karısıdır Geb ve Nut�un annesidir Kutsal hayvanı olan dişi aslanın başıyla resmedilmiştir �Tefnut� adı teftef kökünden gelmektedir Anlamı �serpiştirmek, nemlendirmek� ve kökü �sular, gökyüzü� anlamına gelmektedir

Selket (Serqet, Serket)

Akrep tanrıçadır Kafasının üstünde hareketsiz duran akrebiyle güzel bir kadın olarak gösterilmiştir Onun yaratığı, kötü ruhlu insanlara ölüm veriyordu ve akrepler tarafından sokulan insanlara da hayat veriyordu O, ayrıca kadınların çocuk doğurmalarına da yardımcı oluyordu O, Ra�yı tehdit eden şeytani ruhları etkisiz hale getiren kişi olarak resmedilmiş ve İsis�i Set�ten korumak için yedi akrebini göndermiştir

Selket, Horus�un oğlu, ölülerin bağırsaklarının koruyucusu olan Qebsenuef�in koruyucusudur Amerika�yı 1970�de turlayan kolleksiyonun bir parçası olan Tuthankamon�un lahitindeki heykeli sayesinde tanındı

Serapis

Ptolemi dönemi tanrısıdır Yunanlılar tarafndan Osiris ve Apis�ten düzenlenmiştir Tahminen İsis�in arkadaşı (partneri), öbür dünya (ölümden sonraki yaşam) ve verimliliğin tanrısıydı Ayrıca fizikçiydi ve endişeli, üzüntülü inananların yardımcısıydı Hiçbir zaman çok fazla önem vermedi Onun kültünün merkezi Alexandria�dır (İskenderiye)

Osiris

Ölülerin tanrısı, ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı, kural koyucu, koruyucu, ölülerin yargıcı ve ölünün prototipi olmuştur (Ölü, tarihte �Osiris� olarak görülürdü) Lahitinin bulunduğu yer, Abidos�ta kültünün oluştuğu yerdir Osiris, Nut ve Geb�in ilk çocuğuyduç Set, Nephthys ve İsis�in kardeşiydi, aynı zamanda İsis�in kocasıydı Horus, İsis'ten oğluydu Bir hikâyeye göre Nephthys, İsis gibi davranmış ve Osiris�i baştan çıkararak Anubis�i doğurmuş

Osiris başka erkeklerin dünyasının kural koyucusu olmuş ve Ra gökyüzüne kural koymak için dünyayı bıraktığında kardeşi Set, Osiris�i öldürdü İsis�in sihri sayesinde tekrar yaşama döndü İlk ölen yaşayan canlı olduğu için sonraları ölülerin lordu oldu Oğlu Horus, onun ölümünün öcünü aldı Set�i yenmişti ve onu Batı Mısır�ın çölüne (Sahra) gönderildi

Tüm Mısır tarihi boyunca dualar ve büyüler Osiris�e yöneltilmişti, onu kutsama ve kendisinin kural koyduğu öbür dünyaya girmesi umulmuştu ama orta krallık süresinde popularitesi arttı 18 Sülale döneminde Mısır�da en çok tapılan tanrı olmuştu Osiris�in popularitesi, Mısır tarihinin en son evrelerine kadar dayanmaktadır Mısır�ı fetheden Roma İmparatorlarında bile halâ onun etkisi görülüyormuş Firavun kıyafetlerini giyerek ona tapınaklarda adak adıyorlarmış

Geb (Seb)

Yeryüzünün tanrısı, Shu ve Tefnut�un oğlu Nut�un kardeşi ve kocası Osiris, Set, İsis ve Nephthys�in babasıdır Kutsal hayvanı ve sembolü kazlardı Genelde yeşil ve siyah tenli olarak gösterilmiştir Yeşil yaşayan canlıların rengi ve siyah ise Nil�in bereketli çamururun rengidir

Geb, kötülerin ruhlarını tutuklu tutacak ve onları cennete çıkarmayacaktı Diğer geleneklerde yeryüzünün dişi olmasıyla çelişerek Geb�in erkeğe özgü (erkeksi) olmasıyla göze çarpar

Khnum

Koç başlı insan olarak görünürdü Antinoe ve Elefantin�de tapılıyordu Çömlekçi çarkında insanlara şekil veren, yaratıcı tanrılardan biriydi Onun arkadaşları Heqet, Neith ve Sati�ydi

Khons (Chons)

Teb�in büyük triadlarının 3 üyesi (ailesi Amen ve Mut�la) Khons, ay tanrısıydı Onun hakkında en çok bilinen hikâye Thoth�la senet (passage) denen eski bir oyun oynarken ışığının bir kısmına bahse girmesidir Thoth kazanmış, ışığının bir kısmını kaybettiği için Khons bir ay boyunca tüm ihtişamını gösterememiş ve batıp tekrar büyümek için beklemesi gerekmiş Karnak�taki çevrili olan tapınak ona adanmıştır

Ptah

Memphis�te tapılıyordu (MÖ3100) Ptah, evrenin yaratıcısı olarak görülmüştür Öbür dünyada erkeklerin ruhlarının yerleşeceği vücutları şekillendirir Başka mitlere göre Thoth�un emrinde çalışıyordu ve Thoth�un açıklamalarına uygun olarak cennetleri ve dünyayı yaratmakla sorumluydu Ptah, sakallı takke giymiş, mumya gibi sarmalanmış, elleri ambalajdan çıkmış, elinde asa, Ankh ve Djed (denge, istikrar, sağlamlık işareti) tutuyor Çoğunlukla Seker ve Osiris�le birlikte tapılırdı, Ptah-seker-ausar adı altında tapılırdı Sekhmet�in kocası ve Nefertum�un babası (sonra da Imhıtep�in babası) olduğu söylenir

Qebsenuef (Kabexnuf, Qebseneuef)

Horus�un dört oğlundan biridir Qebsenuef, mumyalanmış şahin başlı bir adam olarak betimlenmiştir Ölülerin bağırsaklarının koruyucusudur ve Tanrıça Selket tarafından korunurdu

Qetesh

Suriyeli bir tanrı olduğuna inanılıyor Qetesh, aşkın ve güzelliğin tanrıçasıdır Qetesh, güzel çıplak bir kadın olarak, bir aslanın üstünde ayakta durur veya onu sürer durumda, elinde çiçek, ayna veya yılanlarla resmedilmiştir Genelde yuvarlak yüzle gösterilmiştir (Mısır sanat ve geleneklerinde alışılmamış bir durum) Aynı zamanda erkekliğin tanrısı Min�in partneri olarak düşünülüyor

Ra-Horathky (Ra-Hoor-Khuit)

Horizonların Horus�u olan Ra�dır Ra�nın başka bir tanımlaması da onu Horus�la bir tutmaktır Bu ikisi, solar gücün göstergesi olarak gösterilmiştir �Ra-Hoor-Khuit�in yazılışı Aleister Crowley tarafından önce "Book of Law" kitabında popülerize edilmiştir

Sekhmet

Dişi aslan tanrıçasıdır Ptah�ın tanrısı olarak takip edilmiş Ra�nın gözündeki ateşten insanları günahlarından dolayı cezalandıracak olan bir intikam yaratığı olarak yaratılmıştır Sonra da doğrunun barışçıl bir koruyucusu olmuştur Yardımsever Bast ile yakından ilgilidir

Maat

Çeşitli geleneklere göre Thoth�un karısı, Ra�nın kızı olduğu düşünülmüştür Maat�ın adı �gerçek� ve �adalet� hatta �kozmik sıralamayı� ifade eder İngilizce�de net bir söylenişi yoktur Maat�ın konseptinde bir kişileştirme ve biraz da mitoloji vardır Maat, saçında devekuşu tüyü olan uzun boylu bir kadın olarak belirtilmiştir O, ölümün kararı için vardı ve tüyü, ölünün saf ve dürüst bir hayat yaşamış olup olmadığına karar vermek için ölünün kalbini dengelerdi

Min (Menu, Amsu)

Elinde yıldırım taşıyan Amen�ın bir formu olarak (Mısır sanatında yıldırım olarak belirtilmeye çalışılmış) ve ereksiyon halindeki penisiyle resmedilmiştir Tam adı Menu-kamuf-f (Min, Annesinin Boğası) Erkekliğin (güç ve iktidar) tanrısı olarak tapıldı, Ona marul (lahana) hediye edilmiştir (sunulmuştur) ve sonra erkekliği elde etme umuduyla bunlar yenmiştir Kadınlığın (feminenliğin) ve aşkın tanrıçası Qetesh�in kocasıdır

Month (Mentu, Men Thu)

Amen kültünün doğmasından önce Teb�in baş tanrısıydı Şahin başlı adam olarak gösterilir ve Horus�la birleşmiştir Aslında savaş tanrısıdır

Mut (Auramooth)

Teb geleneklerinde Amen�in karısı, Mısır dilinde mut �anne� ve ay tanrısı Khons�un annesidir

Nefertum

Ptah ve Sekhmet�in genç oğludur Doğan güneşle bağlantılı olarak zambak çiçekleriyle taçlandırılmış veya zambak çiçeğinin üstüne oturtulmuş olarak resmedilmiştir

Neith (Net, Thoum-aesh-neith)

Eski bir savaş tanrıçasıdır Delta�da tapıldı Bilgelik tanrıçası olarak saygı gösterildi Yunan mitine göre Athena olarak gösterilmiş, daha sonraki inanışlara göre İsis, Nephthys, Selket�in kız kardeşiydi ve ölülerin midesinin tanrısı Duamutef�in koruyucusuydu Timsah tanrı Sobek�in annesiydi

Nekhbet

Yukarı Mısır�ın büyük tanrıçasıdır İkonu akbaba ve firavunun tacının bir parçasıdır Aşağı Mısır�ın tanrıçası olan Edjo�nun tamamlayıcısıdır

Nephthys (Nebt-het)

Geb ve Nut�un en genç çocuğu, Set�in kardeşi ve karısıdır; İsis ve Osiris�in kardeşidir Anubis�in annesidir (Set veya Osiris�in oğlu) Set, Osiris�i öldürdüğünde onu terketmişti ve İsis�e Horus�un bakımında ve Osiris�in dirilişinde yardımcı olmuştu Kardeşiyle birlik olmuş ve ölülerin özel koruyucu tanrıçası olarak düşünülmüş ve ciğerlerin koruyucusu olan Hapi�nin gardiyanı olmuştur

Nut (Nuit)

Gökyüzü tanrıçası, Shu ve Tefnut�un kızı, Geb�in kızkardeşi ve karıs;, Osiri, Set, İsis ve Nephthys�in annesidir Crowley Magic'in "Theory and Practice" kitabında �sınırsız uzaya tanrıça Nuit denirdi� demiş Nut, genelde mavi tenle ve vücudu yıldızlarla kaplı, 4 ayak üzerinde ve kocasının üzerine eğilerek resmedilmiştir Gökyüzü olarak dünyanın üzerinde kemer gibi uzanmıştır Nut�un Hadit�le olan ilişkisi Crowley�in bir buluşudur Bu ejiptolojide bir temele bağlı değildir Hadit, genelde Nut�un altında resmedilmiş Birisi Nut�un bir resim üst karesinin oluşturduğunu buluyor ve kanatlı disk Hadit, sessizce aşağıdan uçuyor

Sati

Elefantin�in tanrıçasıdır Khunum�un eşi, Soğuk su dağıtıcısı Anuket ile beraber eş olmuşlardır İnsan başı, Yukarı Mısır�ın tacıyla ve gazellerin boynuzlarıyla betimlenmiştir

Seker

Işığın tanrıçası ve yeraltından başlayan öbür dünyaya giden ölülerin ruhlarının koruyucusudur Seker, Ptah�ın bir formu veya Ptah-seker veya Ptah-seker-ausar�ın bileşik tanrılarının bir parçası olarak Memphis�te tapılırdı Seker, genelde şahin kafasıyla ve Ptah�ınkine benzer bir şekilde mumyalanmış olarak resmedilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Yunan Mitolojisi "Başlangıçta kaos vardı" der Daha sonra bu kaostan Gaia oluşmuştur, yani toprak, başka bir deyişle "Toprak Ana" Hesiod der ki, "Gaia'dan gökyüzü yükseldi", yani Uranos Gökyüzü, yani Uranos; toprağın, yani Gaia'nın hem oğlu hem eşi oldu O zamanlarda, gökyüzü ve yeryüzü birbirine o kadar yakındı ve birbirlerine öyle büyük bir aşkla sarılmışlardı ki, aralarındaki sınır ayırt edilemezdi

Bereketli, yeşil Gaia, Uranos'un yağmurlarıyla ıslanınca, Eros ortaya çıktı; yaratıcı aşkın ruhu Eros, bir varlıktan çok, Gaia'nın ruhu olarak tanımlanır; yeryüzü ve gökyüzünü birlikte kılan bir güç

Gaia ve Uranos'un kucaklaşmasıyla ilk varlıklar oluşmaya başladı Gaia, Uranos'un kolları arasında mutlulukla kıpırdandığında, narin, yeşil, yumuşak tepeler oluştu ve Gaia bu tepelerden Titanları doğurdu; düşünme yeteneğine sahip ilk varlıkları Titanlardan sonra Gaia, yüz kollu, dev canavarlar doğurdu Babaları Uranos onları görür görmez nefret duydu, iğrendi ve toprağın içine geri itti Gaia acıyla kıvranıyordu, bu kıvranmalardan yeryüzündeki büyük taşlık dağlar oluştu Ancak Uranos, Gaia'ya eziyet etmekten vazgeçmiyordu

Gaia, acı içinde ilk çocukları olan Titanlar'a seslendi Babaları ve yarı kardeşleri olan Uranos'a karşı kendisiyle birlik olmalarını istedi Ancak Titanların hemen hepsi Uranos'tan ölesiye korkuyorlardı; Gaia'nın yardım çağrısına karşılık vermediler Ancak içlerinden biri, Cronus, annesine yardım edeceğini belirtti Titanların en cesuru olan Cronus, annesine yardım edip babasını saf dışı bıraktıklarında Evren'in idaresinin kendisine geçeceğini sezinliyor olmalıydı

Bunun üzerine Gaia, Cronus'un pençeye benzeyen güçlü elleri için demiri yarattı Yerden biten bu demiri çakıl taşıyla biledi, bir orak haline getirdi ve Cronus'a verdi "Bununla babanı hadım edeceksin!" dedi Cronus orağı aldı, ve gece olduğunda uykuya çekilen babasının üzerine atıldı ve onu hadım etti Böylece gökyüzü, sonsuza dek yeryüzünden ayrılmış oldu, artık dünyaya hükmedecek hükümdarların, toprağa ayak basmaları gerekecekti; gökyüzünden yeryüzüne hükmetmek olanaksızlaşmıştı

Babasının erkeklik organını kesen Cronus, ardına bile bakmadan oradan uzaklaştı Kesilmiş erkeklik organından toprağa damlayan kanlardan yeni varlıklar doğdu İlkin, İntikam Tanrıçaları Erinysler doğdu Bu tanrıçalar, birçok söylencede yer almış olan korkunç yaratıklardır "Suçluları kovalayıp duran bir nevi mitolojik polistirler" diye anlatır onları bir yazar

Uranos'un kesilmiş erkeklik organından damlayan ikinci kan damlalarından Gigantlar doğdular Yeryüzü görünümündeki Gaia, gökyüzü görünümündeki Uranos, fiziksel özellikleri pek bilinmeyen ancak insan görünümünde olduklarını düşünülen Titanlar ve yüz kollu devlerden sonra; Gigantların dış görünüşleri pek garipti İnsanlara benzer bir yapıları vardı ancak vücutlarının alt kısmında yılan biçimli bir kuyruk bulunuyordu İki ayakları üzerinde duruyorlar ancak sürüngen özellikleri de gösteriyorlardı

Organ uçtu ve sonunda suya düştü Üzerinde bulunan spermler tuzlu deniz suyu ile birleşti ve bir köpük oluşturdu Bu köpük Kıbrıs Kıyıları'nda karaya vurdu ve içinden güzeller güzeli Aşk Tanrıçası Aphrodite çıktı Aphrodite, göğün kızıdır ve ilk tanrıçalardan biridir Roman mitinde kendisine Venüs ismi verilmiştir; sabah ve akşam yıldızı olarak görünmüştür

Uranos hadım edilip, kesik organından Erinysler, Gigantlar ve Aphrodite doğduktan sonra, Cronus tahta geçmiş oldu Ancak Cronus'un babasından daha da zalim bir tanrı olacağını kimse bilemezdi Yüz kollu dev kardeşlerini kurtaracağı yerde onları daha da derinlere, Tartaros'a itti

Tartaros, Yeraltı Dünyası'nın en derin, en korkunç, en karanlık yeridir ve Homeros tarafından "Tartaros'un yeraltı dünyasına olan uzaklığı, dünyanın gökyüzüne uzaklığı kadardır" diye tanımlanır Oraya düşmek, bir varlığın başına gelebilecek en kötü şeydir

Cronus, kendisine ayak bağı olacaklarını düşündüğü kardeşlerini Tartaros'a hapsettikten sonra keyfine baktı ve kardeşi Rhea'yı kendisine eş olarak aldı Fakat hayal kırıklığına uğramış olan Gaia, Cronus'un ihanetine bir kehanetle yanıt verdi ve Cronus'un keyfini kaçırdı: "Babana yaptıklarının aynısını günün birinde çocuklarından biri de sana yapacak"

Rhea, Cronus'a bir sürü çocuk doğurdu Böylece eski Yunan Tanrıçaları ve Tanrıları birer birer ortaya çıktılar Cronus, annesinin kehanetinden korkuyor, Rhea doğurdukça çocukları yutuyordu Rhea, bu durumdan elbette hoşnut değildi ancak, günün birinde doğacak çocuğunu sever de kıyamaz, yutamaz umuduyla doğurmaya devam ediyordu Ancak Cronus akıllanacağa benzemiyordu Oysa Rhea'nın sabrı tükenmişti, yine hamileydi ve bu sefer doğacak çocuğunu Cronus'un midesine göndermeye hiç niyeti yoktu Annesi Gaia'dan akıl aldı, ve onun öğüdüne uyarak çocuğunu dağlık bir yere gidip doğurdu ve oğlunu keçi sütü ile besledi Sonra da onu Kuretler'e verdi

Kuretler, o dağlık bölgede yaşayan küçük tanrıcıklardı, ama neden tanrıydılar, ne gibi tanrısal özelliklere sahiptiler bilinmemektedir Kuretler, eğer Cronus oralara yaklaşacak olursa korkunç sesler çıkarıp bebeğin sesini duymamasını sağlayacaklarına söz verdiler Sonra Rhea, yerden bir kaya parçası aldı, onu battaniyelere sardı ve yutması için Cronus'a sundu Cronus'un gözü öylesine dönmüştü ki battaniyeyle beraber yuttu kayayı Rhea'nın bir sonraki doğumuna kadar rahatlamıştı Ancak Rhea bir daha doğurmadı

Aradan yıllar geçti, Zeus büyüdü, genç ve kuvvetli bir tanrı oldu Günün birinde Metis'e, Akıllı ve Bilge Peri'ye rastladı Zeus, ona aşık oldu Metis'e hayatını anlattı Babasının çılgınlıklarından, yeraltına hapsedilmiş kardeşlerinden bahsetti Metis, öğrendikleri karşısında kayıtsız kalamadı ve Zeus'a yardım etmeye karar verdi Hemen büyülü bir iksir hazırladı ve babasına içirmesini tembihleyerek bunu Zeus'a verdi Zeus, babasının sarayına saki olarak bir şekilde kendisini kabul ettirdi ve şarabına büyülü iksiri karıştırıp içirmeyi başardı İksir hemen etkisini gösterdi, Cronus birer birer yuttuğu çocuklarını kusmaya başladı

Çocukları, Cronus'un midesinden çıktıktan sonra babalarının karşısına dikildiler: Ocak ve Ev Düzeni Tanrıçası Hestia, kolunda bir demet başak ile tasvir edilen Bereket Tanrıçası Demeter, evliliğin koruyucusu Hera, Yeraltı Dünyası'nın tanrısı Hades ve Denizler Tanrısı olan Poseidon Hepsi de Zeus'un önderliğinde babalarına karşı birleştiler ve şiddetli bir savaş başladı

Zeus, Tartaros'tan yüz kolluları çıkardı Onlar da kendilerini esaretten kurtaran Zeus'a minnettarlıklarını bildirmek için onun yanında savaştılar Hatta Zeus'a şimşekli silahlar armağan ettiler Böylece savaş, Zeus ve kardeşlerinin üstünlüğü ile sona erdi, Bu savaşın 10 yıl kadar sürdüğü söylenir Cronus, Zeus ile anlaşmaya razı olmuş, iktidarı devredip Mutlular Adası'na, kader ve kısmete yön vermek üzere atanmıştır

Cronus altedilince, Zeus önderliğinde yepyeni bir düzen kurulmuştur Zeus, kendisini "Gökyüzü'nün ve Yeryüzü'nün Tanrısı", Poseidon'u "Denizlerin ve Irmakların Tanrısı", Hades'i "Yeraltı Dünyası'nın Tanrısı" ilan edip, zirvesi devamlı bulutlarla kaplı olan Olympos Dağı'na yerleşti Kendisine karşı gelen Titanlar'ı Tartaros'a kapatarak cezalandırdı Ancak birer Titan oldukları halde kendisine başkaldırmayan Prometheus ve Epimetheus kardeşleri "İnsanın Yaratılışı" nda görevlendirdi Savaşta diğer Titanlar'ın başında bulunan Atlas ise en büyük cezayı, Yerküre'yi omuzlarında taşıma cezasını aldı

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Kırmızı Değirmen) Paris'in Monmartre mahallesinde bulunan bir zamanların dünyaca tanınmış dansevi Bugünse varyete revü ve tiyatrosu 19 Yüzyılın ilk yarılarında hovardaların çılgınca eğlenmesi için kurulmuştu Ünlü kan-kan dansı da kökenini burada bulur Raksçı kadınlar kan-kan aracılığıyla en mahrem köşelerini erkeklerin şehvet dolu bakışlarına sergilerlerdi Cinsel alanda özgürlük arttıkça Mulen Ruj'da sunulan çılgın atraksiyonlar da olay yaratıcı niteliklerini yavaş yavaş yitirdiler

Mulen Ruj, Jan Avril ile "La Gülü" (obur kadın) lakabı altında tanınan Louise Veber'i neredeyse bir günden öbür güne dünyaca üne kavuşturmuştur Jan Avril inceliğin sembolü olmasına karşılık La Gülü yırtıcılığın sembolü olmuştur Bu iki dansçının dansetme tarzları da gövde ve ruh yapılarına son derece uyuyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Napolyon Buanoparte, 1769 yılında Korsika'nın Ajaccio Şehri'nde doğdu Carlo Buanoparte ile Marie Letizia Ramolino'nun ikinci oğullarıdır Öğrenimini Brienne'de bir okulda yaptı; sonra Paris'teki Askeri Akademi'ye yazıldı 1785'te Valence'daki topçu alayına katıldı 1794'te İtalya'daki topçu birliklerinin komutanlığına getirildi Paris'teyken Jakoben çevrelerle ilişki kurmuş olduğu anlaşıldığından, La Vendee'ye gönderilmek istendi; bunu kabul etmeyince, görevinden alındı Paris'e döndükten sonra, Konvansiyon'a karşı hareketi bastırmak için, Paul François Barras ile Lazare Carnot'un kuvvetlerine katıldı Olaylar kısa zamanda gelişerek yeni bir anayasanın ve Direktuvarlık'ın doğmasına yol açtı

Napolyon, 1795 Ekiminde Fransa'daki ordunun başına getirildi 1796 Şubatında da İtalya'daki ordunun başkomutanı oldu Bu arada General de Beauharnais'in dul karısı Josephine ile evlendi 1796 Nisanında ilk İtalya seferini yaptı Bu sefer, Napolyon'un ününü yaydı Stratejik ustalığın bir şaheseri sayılan İtalya Seferi, büyük başarı ile sonuçlandı İmzalanan Campo Formio Antlaşması ile Venedik Cumhuriyeti İtalya'ya bırakılıyor, karşılığında da Belçika ve İyon adaları alınıyordu Bu önemli siyasi olayla Devrim Cumhuriyeti, Avrupa'nın en tutucu devleti olan Avusturya'ya gücünü göstermiş; Napolyon da İtalya'daki Fransız yönetimini kabul ettirmiş oluyordu

Napolyon, Paris'e döndükten sonra, Direktuvarlık tarafından İngiltere'yi ele geçirmekle görevlendirildi Direk İngiltere'ye saldıracağına, İngiliz etki alanının en can alacı noktasına saldırmayı uygun bulan Napolyon, Mısır seferine çıktı Akdeniz'deki İngiliz Donanması'nı yenilgiye uğrattı, Malta'yı aldı 1798 Temmuzunda da İskenderiye'ye girdi Piramitler Savaşı'nda Memlükleri yendi Ancak Horatio Nelson yönetimindeki İngiliz Donanması, Fransız Donanması'na saldırarak gemilerini batırdı

Nelson'un başarısı üzerine İngiltere, Osmanlı Devleti, Avusturya ve Rusya, Fransa'ya karşı birleştiler Birleşik Ordu, Rus Generali Alexander Suvorov'un komutasında, Napolyon'un ele geçirdiği toprakları geri aldı Napolyon, 1799 yılında Suriye'ye girdi Akka'nın Cezzar Ahmed Paşa tarafından başarıyla savunulması ve ordusunda belirgin salgın hastalıklar yüzünden Mısır'a çekildi Ordusunu burada bırakarak gemi ile Fransa'ya döndü

9 Kasım 1799'daki hükümet darbesi, Fransa tarihinde yeni bir dönemin başlamasına sebep oldu Birkaç hafta sonra, anayasada değişiklikler yapılarak yönetim üç konsülün eline bırakıldı Napolyon "birinci konsül" olarak, Fransa'nın mutlak hakimi oldu Bazı reformlar yapmaya çalıştı Devletin dağıttığı kredileri belli bir düzene soktu; 1802 yılında Fransa Bankası'nı kurdu; idari alanda bazı reformlar gerçekleştirerek valilerin ve belediye başkanlarının siviller arasından seçilmelerini ve kendilerini seçen tek merkeze karşı sorumlu olmalarını sağladı; mahkemeleri ve emniyet örgütünü yeniden düzenledi

Avusturya ve İngiltere Orduları hala silahlarını bırakmamışlardı Napolyon Buanoparte, 1800 yılında tekrar İtalya'ya girdi ve Milano'yu aldı Böylece Avusturya Ordusu'nu ikiye bölmüş oluyordu Birini kuşatma altında tutarken diğerine saldırdı Bu saldırıları başarı ile sonuçlandırdı Jean Victor Moreau'nun Hohenlinden'deki zaferi üzerine, Avusturya İmparatoru, İngiltere ile ittifakını bozmak ve 1801 Şubatında Luneville Barış Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı

Napolyon, kısa zamanda Fransa Halkı'nın sevgisini kazandı Yabancı ülkelerdeki Fransızların, ülkelerine dönüp devletin modernleştirilmesinde kendisine yardımcı olmalarını sağladı 1804'te yaptığı Code Napoleon (Napolyon Kanunları), halk tarafından da desteklendi Napolyon, aynı yıl, Paris'teki Notre Dame Katedrali'nde, Papa Pius VII'nin eliyle taç giyerek İmparator oldu

Napolyon, imparatorluğu boyunca sayısız zaferler kazandı Ancak Fransa içinde beliren bazı hoşnutsuzluklara, İngiliz Donanması'nın gücü, İspanya ve İtalya'da tahta geçirdiği akrabalarına halk tarafından duyulan kin ve nefrete, kendine bağladığı devletlerde beliren milliyetçilik akımları da eklenmişti

Napolyon 1812 yılında Rusya'ya girdi Ancak yiyecek sıkıntısı, asker kaçakları ve Rusya'nın dondurucu soğuğu gibi sebepler yüzünden, ordunun yönetimi Joachim Murat'a bırakarak Paris'e döndü Kendisine karşı düzenlenen hükümet darbesini bastırdıktan sonra yeni bir ordu kurdu 1813 Ekiminde Leipzig'de yenik düştü Düşman kuvvetleri 1814'te Paris kapılarına dayanınca görevinden ayrılmak zorunda kaldı Elbe Adası'na sürgüne gönderildi

Napolyon'dan sonra Fransa tahtına XVIII Louis geçirildi Viyana Kongresi'ne katılan bakanlar ve delegeler, 7 Mart 1815'te Napolyon'un kaçıp Paris'e dönmüş olduğunu, halk tarafından büyük sevgi ile karşılandığını öğrendiler Hemen bir ordu toplayan Napolyon, Belçika'ya saldırdı Kazandığı önemsiz birkaç zaferden sonra Wellington'un komutasındaki İngiliz ve Gebhard Von Blücher komutasındaki Prusya Kuvvetleri tarafından 18 Haziran 1815'te Waterloo'da büyük bir yenilgiye uğratıldı

Napolyon, Paris'e dönünce ikinci kez tahttan indirildi Amerika'ya kaçmak istedi, ancak bunu başaramayınca İngilizlere teslim oldu İngilizler, onu Atlantik'teki St Helena Adası'na götürdüler Napolyon, son yıllarını bu küçük adada geçirdi ve anılarını yazdırdı Napolyon 5 Mayıs 1821'de öldü, ancak cenazesi 1840 yılında Paris'e getirilebildi ve İnvalides'e gömüldü Napolyon'un uşağı tarafından zehirlendiğini ileri sürenler vardır

Askeri dehaya sahip bir komutan olan Napolyon, siyasi bakımdan da önemliydi Burjuva ihtilalini kendi istediği doğrultuya yöneltmiş; ne eski rejime dönülmesine ne de bir halk hükümetinin kurulmasına yol açmıştır Waterloo yenilgisinden sonra, Paris Halkı'nı silahlandırmaya bu yüzden cesaret edememiştir Halk, Napolyon için silaha sarılabilirdi ama Napolyon, bu hareketten bir halk hükümetinin doğabileceğini düşünmüştü

Orta sınıfın hakim olduğu merkezi bir hükümet biçiminin yaratıcısıydı Napolyon'un anlayışına uygun olan bu hükümet biçimini daha sonraki yıllarda başka Avrupa Devletleri de benimseyerek uyguladılar Napolyon, milliyetçilik duygularına pek önem vermezdi; ama İtalya, Polonya, Almanya ve Balkanlarda farkında olmayarak milliyetçilik tohumlarının atılmasına sebep olmuştu

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Tarihöncesi uygarlığının gelişme sürecinde, kültürel evrelerin en uzunu ve buzul çağlarının kültürel karşılığı olan; insanlığın ilk ortaya çıkışından, MÖ yaklaşık 10000 yıl öncesine kadar süren arkeolojik çağ Bu çağda çaytaşı, çakmaktaşı, hayvan kemikleri ve ağaç gibi doğal maddelerden yapılan ilk aletlerin kullanılmaya başlandığı ve insanların mağara, kaya sığınağı gibi yerlerde "büyük gruplar"/"kalabalık aileler" biçiminde yaşadıkları bilinmektedir

Paleolitik insan, besinini avcılık ve toplayıcılık yoluyla tüketime hazır olarak sağlamakta; kendisi besin üretmemekteydi Ateş, bu çağda bulunmuş ve çiğ yenemeyen besinleri pişirmeye, ısınmaya, yırtıcı hayvanlardan korunmaya yaramıştır Mağara ve kaya sığınaklarının duvarlarına çizilen resimler yine bu çağın belirgin özelliklerindendir

Paleolitik Alt, Orta ve Üst olmak üzere üç alt döneme ayrılmaktadır Epipaleolitik Çağ ise, doğayı denetimi altına almaya başlayan insanın, besi üretimine geçişinin hemen öncesinde yer alan çağdır Anadolu ve Trakya için ise, bugüne kadar bilinen 212 Paleolitik/Epipaleolitik yerleşme arasında Yarımburgaz (İstanbul) ve Karain (Antalya) mağaraları, bu çağı en iyi yansıtan yerleşmelerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



15 ve 16 yüzyıllarda önce İtalya'da başlayan ve daha sonra Avrupa'da yayılan edebiyat, güzel sanatlar ve bilim alanındaki gelişmeler, yenilikler ve anlayışlara "Yeniden Doğuş" anlamında Rönesans denilmiştir

Rönesans'ın Nedenleri

Ortaçağ'ın sonlarına doğru kültür ve sanatta önemli bir birikimin oluşması

Avrupa'nın İspanya'da Endülüs Emevi Devleti ve Sicilya aracılığı ile İslam Medeniyeti'ni tanıması

Matbaanın geniş kullanım alanına girmesiyle yeni buluş ve düşüncelerin yayılması

Avrupa'da kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkârları himaye eden varlıklı kişilerin (mesenlerin) ortaya çıkması

Coğrafi Keşiflerden sonra zenginleşen Avrupa'da, sanattan ve edebiyattan zevk alan bir sınıfın ortaya çıkması

Antikçağ (Eskiçağ) eserlerinin incelenmesi

İstanbul'un fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerin İtalya'ya göç ederek eski Yunanca'yı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları

Rönesans, 14 yüzyılın sonlarında İtalya'da başlamıştır Rönesans'ın ilk önce İtalya'da başlamasında; İtalya'nın coğrafi konumu, ekonomik durumu, dini ve tarihi önemi, siyasal durumu ve İslam Medeniyeti'nden etkilenmesi önemli rol oynamıştır

İtalya'da Rönesans, 14 yüzyılın sonlarında Hümanizma ile başlamıştır Hümanizma; Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Ortaçağ'ın skolastik düşüncesine karşı Avrupa'da doğup gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü, insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan bir doktrindir

İtalya'da Eskiçağ'dan kalan antik eserleri incelemek ve benzerlerini yapabilmek amacıyla akademiler kurularak Yunanca, Latince ve İbranice metinler incelendi Hümanizma, insanın kendini tanımasına, yasalarını yapmasına ve haklarını korumasına zemin hazırlamıştır

Rönesans'ın Sonuçları

Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı

Skolastik düşünce yıkıldı Düşüncede serbest bir ortam doğdu

Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı

Kilise zayıfladı Bu durum Reform Hareketlerini başlattı

Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkeleri öne geçti

Avrupa'da insan faktörü öne çıktı İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmaya başladılar

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Bir Alman araştırmacı, vampir efsanelerinin kökenini araştırdı Sonuçta bu �ölümsüz� vampirlerin köylerde ölen komşular olduğunu ayrıca kan emici bile olmadıklarını buldu Romanya, Macaristan, Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya gibi Güneydoğu Avrupa ülkelerinde anlatılan öykülerde vampirlerin önemli bir rolü var

Tabutlarını her zaman giyimli olarak terk eden vampirlerin, yanaklarında ve burunlarındaki çürümelerle oluşan hafif çukurluklar dışında aslında pek de ilgi çekici tarafları yoktu Hatta köpek dişlerinin uzaması gibi en belirgin vampir özelliği bile Güneydoğu Avrupa vampirlerinde hiçbir zaman görülmemişti

Bonn Üniversitesi tarihçilerinden Peter Kreuter�in araştırmasına göre dünya kamuoyunun, Bram Stoker�in 1897 yılında kaleme aldığı �Lord Dracula� romanından tanıdığı vampir tiplemesinin, halk söylencelerindeki �Ölümsüzler� ile pek ortak yanı yok gibi İlk vampirler ne kan emici ne de baştan çıkarıcı yaratıklardı Hatta gün ışığında bile kaybolmuyorlardı �Halk arasında anlatılanlar arasında egzotik kam emicilere yer yoktu� diyor Bonn Üniversitesi tarihçilerinden Kreuter Sıradan insanların vampirleri köylerdeki ölülerdi, yani komşular

Kreuter, etnologlarca yayımlanan ve bugüne dek pek dikkate alınmayan sayısız raporu inceledi En eski vampirler 1382, en yenisiyse 1968 yılında ortaya çıkmış Bir köyde yaşanan uğursuzluklardan (bunlar bilinmeyen hastalıklar ya da ekini savurup götüren fırtınalar olabiliyor) her zaman bir ölümsüz sorumluydu Ölünün dirilmesi, muhakkak bir uğursuzluğu da beraberinde getirirdi

Onlara yaklaşan biri, eğer esrarengiz bir biçimde hayatını yitirirse, komşuları ve akrabaları için sonsuz bir bela haline gelirdi Lanetliler bir kez mezarlarından çıkmaya dursun, bundan sonra kurbağa, tavuk, at ya da fareye dönüşür ve gündelik yaşamlarında bu şekilde dolaşıp dururlardı Hatta bazıları alet ya da kap kacak biçimine bürünür ve zarar verebilmek için her zaman onlarla birlikte olurlardı

Sarmısak ve Kutsal Su

Sarmısak, kutsal su ya da haç yardımıyla tehlikeleri atlatamayan köylüler, suçluyu yakalayabilmek için daha farklı yollara başvururlardı Mesela mezarlık çevresine kül serpiştirerek vampirin ayak izlerini takip etmeye çalışır ya da halk arasında cinleri görebilen ve ölümsüzlerin bulundukları yerlere huzur getiren hayvanlar olarak bilinen kara horozları salarlardı Ancak tüm çabaların boşa gittiği de olurdu �İşte böyle zamanlarda köylüler kötüye karşı savunabilmek için biraz daha yakınlaşırlardı� diyor Kreuter

Yaşamlarında garip olaylarla karşılaşan yakınlarının ölümü, köylülere yeni bir kuşku ve korku kapısını aralıyordu Kuru ot yığınından düşen, sarhoşken kapıyı kıran, bedeninde bir lekeyle dünyaya gelen, çok genç ya da çok yaşlı ölen herkes uğursuzluğu içinde taşıyan ve gelecek kuşaklara aktaran şüphelilerdi

Mezarda Rahat Yok

İşte bu kuşkulu ölüler yakınlarına mezar başında büyük zahmetler verirdi Yalnızca mezarlarında savunmasız olduklarından, topuk ve dizlerindeki damarlar kesilir, üzerlerine taşlar atılır ya da doğrudan doğruya tabuta çivilenirlerdi Romenler, birkaç on yıl öncesine kadar ölülerinin arkalarına bir diş sarmısak iliştirir ve ayaklarını iple bağlayarak gömerlerdi Dalmaçya�da ise bazı kontrol grupları, birkaç yılda bir mezarlığa giderek şüpheli ölülerin gerçekten çürüyüp çürümediklerine bakarlardı Eğer eti hala diri görünüyorsa kalbine bir kazık çakılır ve diğer dünyada huzur bulması istenirdi

Öbür Dünyanın Kanıtı

Kreuter, Güneydoğu Avrupa�da vampir öykülerinin bu denli yayılmasının nedenini Ortodoks Kilisesi'nin ölüler hakkında ne mantıklı ne de mantıksız bir açıklama yapamayışına bağlıyor Ölümsüzler, bir yerde ölümden sonraki durum hakkında bilgi veriyordu halka �Her vampir öbür dünyanın varlığına işaret eden bir kanıttı� diyor Kreuter İnanışa göre ölümsüz olarak köye dönmeyenler, herhangi bir yerde huzura kavuşmuş oluyorlardı

Bilim adamları vampir inançlarını bazı egzotik hastalıklarla da ilişkilendirmişlerdi Delirme anında ortaya çıkan beklenmedik saldırılar, metabolizma bozukluğuyla meydana gelen porfirya hastalığının özel bir türü olabilirdi Işığa karşı duyarlı olan porfirya hastalarında çok az miktarda hemoglobin ürediğinden yüzleri soluklaşır ve dişetleri kanar

Tarihte 200 Olay

Yüzyıllar boyu buna benzer sadece 200 olayın yaşandığı hatırlatıyor Kreuter ve porfirya teorisine karşı çıkıyor Hatta bazı psikologların yorumlarını da mantıklı bulmuyor Psikologlar, vampir inançlarını seks fantezilerine düşkün erkeklerin, kadınları kanlarının son damlasına kadar sahiplenmek istekleri fakat kendi bedenlerine zarar vermek istemeleriyle açıklıyorlar Oysa Kreuter incelemeleri sırasında insanların, kadınları ziyaret eden vampirlerin doyurucu bir seks gücüne sahip olduklarına inandıklarını bulmuş

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Fransız İhtilali'nden sonra imparator olan Napolyon, bütün Avrupa devletlerini hakimiyetine almak istedi Bu nedenle Fransa ile Avrupa devletleri arasında Napolyon Savaşları başladı (1805-1815) Bu savaşların sonunda Napolyon mağlup olmuştur

Avrupa devletleri, Avrupa'da bozulan sınırları ve siyasi dengeyi yeniden düzenlemek ve Avrupa'nın geleceğini belirlemek amacıyla Viyana'da bir kongre topladılar (1815) Osmanlı Devleti'nin katılmadığı bu kongreye 90 kadar devlet katıldıysa da kongreye Fransa'nın yenilmesinde etkili olan İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya hakim olmuştur Bu kongrede:

Büyük devletlerin istekleri doğrultusunda Avrupa devletlerinin sınırları çizilmiştir
Fransız İhtilali'nin yaydığı fikirler göz önüne alınmamış ve siyasi emeller öne çıkmıştır
Sınırların çizilmesinde milliyet, din ve dil faktörleri önemsenmediği için Avrupa'da barış ve huzur sağlanamamıştır
İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya, kurdukları düzeni koruyabilmek için aralarında bazı antlaşmalar yapmışlardır
Şark meselesi ortaya atılmıştır
Rusya, Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasını istemişse de İngiltere'nin çıkarlarına ters düştüğünden kabul edilmemiştir
Büyük devletler yeni topraklar kazanmıştır
Mutlak Krallık sistemi devam ettirilmeye çalışılmıştır
Viyana Kongresi Antlaşması'yla, Belçika ile Hollanda, İsveç ile Norveç birleştiler Fransa, ihtilalden önceki sınırlarına geri çekildi Napolyon'un son verdiği hükümet ve krallar ülkelerine dönerek tahtlarına yeniden sahip oldular

Viyana Kongresi'nden Navarin Olayı'na kadar geçen döneme (1815-1827) Avrupa'da "Yeniden kurmak, düzenlemek" anlamına gelen Restorasyon Devri denilmiştir Bu dönemde Avrupa'nın büyük devletleri, Viyana Kongresi kararlarını uygulatabilmek ve mutlak krallık yöntemini devam ettirebilmek için kendi aralarında Kutsal İttifak ve Dörtlü İttifaklar kurmuşlardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Avusturya'nın bu savaştan çekilmesi sonucunda yalnız kalan Rusya, bir yıl sonra barış istedi İki devlet arasında imzalanan Yaş Antlaşması ile savaş sona erdi (1792) Bu antlaşma ile Kırım'ın Rus hakimiyetine geçişi onaylanmış oldu Buğ ve Dinyester ırmakları arasında kalan bölge ve Özi kalesi Rusya'ya bırakıldı Dinyester ırmağı iki devlet arasında sınır kabul edildi Karlofça Antlaşması'ndan sonra başlayan gerileme süreci, yerini dağılma ve parçalanma dönemine bıraktı
Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Harfler bir ülkeden öteki ülkeye, bir ulustan öteki ulusa geçerken bir başka gezi daha yapıyor Taşların üzerinde papirüse, papirüsten mumlu levhalara, mumlu levhalardan parşömene ve parşömenden de kağıda geçiyorlardı Kumlu toprağa ekilen bir ağaç,killi ve bataklık bir alana ekilen ağaçtan nasıl değişik şekilde büyürse; harfler de taştan kağıda geçen süreçte öylece görünüşlerini ve biçimlerini değiştirdiler Taş üstünde dik ve dümdüz yükseliyor, kağıdın üzerinde yuvarlaklaşıyordu Balmumu üzerinde de yıldız biçiminde kıvrıldılar Balçık üstünde çivileştiler, yıldız iğne biçimi aldılar Hele kağıt ve parşömen üzerinde sürekli kıllık ve biçim değiştirdiler

Yazı yazmak için çok çeşitli araçlar kullanılmıştır Hiç elimizden düşürmediğimiz kağıt kalem dünün icadıdır Biraz daha öncelere, ilk insanların resimlerden yazının henüz doğmakta olduğu çağlara dönersek o zaman yazı yazmanın inanılmayacak kadar zor olduğu görülür Çünkü o günlerde bu iş için gereken araçlar yoktu Herkes, ne ile neyin üzerinde nasıl yazacağını kendisi düşünüp bulmak zorundaydı

O dönemin araçları arasında taş, koyunun kürek kemiği,balçık yaprağı,çanak çömlek parçaları, yırtıcı hayvan derileri ve ağaç kabukları gibi şeyler hep bu dönemde kullanılıyordu Bütün bunların üzerine sivriltilmiş bir kemikle ya da çakmak taşıyla kaba bir resim çiziktirmek mümkündü İslam Peygamberi HzMuhammed, kutsal kitap Kuran-ı Kerim'i koyunları kürek kemiği üzerine yazdırmıştı Eski Yunanlılar, halk toplantılarında oylarını şimdi yapıldığı gibi kağıt üzerine değil de, çanak çömlek (ostrakon)lar üzerine yazarak verirlerdi

Papirüs bulunduktan sonra bile birçok yazarlar,yoksulluk yüzünden yazılarını çanak çömlek parçaları üzerine yazmak zorunda kalmışlardı Eski yunan bilginlerinden birinin kitap yazmak için evindeki bütün çanak çömleği kırdığını anlatırlar görevle Mısır'da bulunan eski Romalı asker ve memurlar; bir aralar, papirüs yetersizliğinden hesap pusulalarını çanak çömlek parçaları üzerine yazmışlardır

Ama palmiye yaprakları ile ağaç kabukları yazı yazmaya çok daha uygundu Papirüs bulunmadan çok önce bunların üzerine iğne ile yazı yazılmaktaydı Hindistan'da bir çok kitap palmiye yaprakları üzerine yazılmıştı Yaprakların kenarları bir ölçüde kesildikten sonra iplikle dikiliyordu Bu kitabın kenarları altınla yaldızlanır ya da renk renk boyanırdı Böylece çok güzel bir kitap meydana gelmiş olurdu Ormanca zengin olan ülkelerde kayın ve ıhlamur ağacı kabuklarından yapılmış yapraklar üzerine yazı yazılırdı

Bununla birlikte çok eski çağlardan itibaren bir yazı yazma yöntemi vardır;onu bügünde kullanmaktayız Bu taş üzerine yazı yazmadır Taştan kitap, kitapların en uzun yaşamlısıdır Bunda 4000 yıl önce, eski Mısır mezar tapınaklarının duvarlarına yazılmış olan upuzun hikayeler günümüze kadar gelmiştir

ÇAMURDAN KAĞIDA DOĞRU

İnsanlar çok eskiden beri taştan daha hafif, ama onun kadar dayanıklı bir "nesne" aradılar Tunç üzerine yazmayı denediler Bir zamanlar sarayları ve tapınaklarını süslemiş olan üzerleri yazılı tunç levhaları bugün de görmek mümkündür Bazen bu levhalardan birinin bütün bir duvarı kapladığı da olurdu Levhanın iki yüzüne yazı yazılmışsa, levha bir zincirle asılırdı

Anlatırlar; Fransa'da Blois kentinde, tunçtan bir kilise kapısı vardır Bu kilise kapısı bir kitabı andırır Kapının üstünde Kont Etienne ile Blois kenti arasında yapılmış bir antlaşma yazılıdır Bu antlaşma gereğince halk, Kont'un şatosu etrafına bir duvar çekmeyi kabul ediyor; buna karşılık Kont da şaraptan aldığı vergiyi halka bağışlıyordu Şarabı içenler çoktan dünyadan göçtüler, etrafındaki duvar yıkıldı Buna karşılık tunç kapının kanadı üzerinde kazılmış olan antlaşma hala durmaktadır

Bir ilginç yazı yazma yönetimi daha vardı

Bir zamanlar Dicle ile Fırat boylarında yaşayan Asurlularla Babilliler çok eskiden kullanmışlardı Koyuncuk'ta, eski başkent Ninova yıkıntıları arasında Austen Henry Layard adlı bir İngiliz, Asur hükümdarı Asur Banibal'ın kitaplığını buldu Bu, içinde bir yaprak kağıt bile bulunmayan çok ilginç bir kitaplıktır Bu kitaplığın bütün kitapları lüleci çamurundandı

Lüleci çamurundan oldukça büyük ve kalın levhalar hazırlanırdı Yazıcı yazısını üç köşeli sivri çomağıyla bu levhaların üzerine yazardı Çomak, çamurun içine batırılıp hızla çekilince kalın başlayıp incecik kuyruk halinde biten bir iz meydana gelirdi Babilliler ve Asurlular böylece çok çabuk yazı yazarak çivi yazısının düzgün ve incecik satırlarıyla levhaları (tabletleri) doldururlardı Bu iş bittikten sonra daha dayanıklı olması için çömlekçiye verilirdi Eski Asurlular da çömlekçiler kitap pişirirlerdi Böylece taş gibi dayanıklı kitaplar oluşurdu

Asurlular balçık üzerine yalnız yazı yazmazlar, basma da yaparlardı Değerli taşlardan, kabartma resimlerle süslü merdane biçiminde mühürler kazırlardı Bir antlaşma yaptıklarında bu merdaneyi balçık tablet üzerinden geçirirlerdi Böylece tablet üzerinde çok iyi seçilebilen bir mühür çıkardı Basmalar üzerindeki desenler bugün bu yolla yapılmaktadır Rotatif basma makinesi de bu türde çalışmakta ve yazılar merdanenin üzerinde bulunmaktadır

PAPİRÜS BULUNUYOR

Mısırlıların icat ettikleri kitap ise çok garipti Uzun, çok uzun ve yüz metrelik bir şerit düşünün: Bu şerit kağıttan yapılmışa benzerse de bu genelde "acayip" bir kağıttı Elinize alıp ışığa tutarsanız,incecik bir çok çapraz çizgilerden yapılmış karelerden meydana geleceği görülecektir Bir parçasını koparırsınız, gerçekten de tıpkı hasıra benzeyen bir takım-eritlerden örülü olduğu kolayca anlaşılır Görünüşte bu kağıt; sarı, parlak ve perdahlıdır Balmumu levhalar gibi kolay kırılabilir de

Üzerindeki satırlar şeridin uzunluğunca değil de, dikine; onlarca, hatta yüzlerce sütunlar halinde yazılmıştır Eğer satırlar şeridin uzunluğunca yazılmış olmasaydı, her satırı okumak için şeridin bir başından öteki başına kadar gidip gelmek gerekirdi Bu garip kağıt kendisinden daha garip bir bitkiden elde ediliyordu Nil kıyılarının bataklık yerlerinde çıplak, uzun gövdeli ve tepesinde püsküllü olan yine garip görünüşlü bir bitki yetişmekteydi Bu bitkinin adı papirüstü Dil bilim olarak da kelime bir çok dilimize geçmiştir Papier (Almanca ve Fransızca), paper (İngilizce) olarak dünya dillerinde örnekleri vardır

YAZI YAZMADA İLK ARAÇLAR

Mumu bilmeyenimiz yoktur Balmumundan bir kitabı görenlerimiz ise çok azdır Yağ gibi eritilebilen bir kitap, tuğla kitaplardan da, şerit kitaplardan da çok daha yadırgatıcıdır Romalıların icat ettiği balmumundan kitapların neredeyse geçen yüzyılın başarında, Fransız devrimine kadar kullanıldığını bilenler pek azdır Balmumundan kitap bizim cep defterimiz büyüklüğünde birkaç levhadan yapılmıştır Her levhanın ortasında buraya sarı ya da siyaha boyanmış balmumu doldurulurdu Bu levhaların iki köşesinde delikler vardır Bu deliklerden geçirilen kurdelalarla, levhalar birbirine bağlanarak bir kitap halini alırdı Birinci ve sonuncu levhanın dış yüzeylerinde balmumu bulunmazdı Böylece kitap kapandığında balmumu iç yüzündeki yazıların silinmesinden korkulmazdı

Bu levhaların üzerine neyle yazılıyordu Kuşkusuz mürekkeple değil Bu iş için bir ucu sivriltilmiş, öteki ucu yuvarlaklaştırılmış çelik kalemler kullanılıyordu Kalemin sivri ucu ile yazar, yuvarlak ucu ile de düzeltir ya da silerlerdi İşte bizim silmek için kullandığımız lastiklerin ilklerinden biri de buydu Balmumu yazı tahtaları çok ucuzdu Dolayısıyla karalamalar, notlar günlük hesaplamalar bunların üzerine yazılıyordu Roma'ya uzak Mısır'a getirilen papirüs pahalıydı Bu yüzden de yalnız kitap yapmakta kullanılıyordu

Ancak şimdi kurşun kalemin ve ucuz kağıdın ortaya çıkışından sonra balmumu levhalardan vazgeçilebildi Oysa, bir kaç yüzyıl öncesine kadar hiçbir öğrenci kemerinde bir balmumu levha olmadan edemezdi Daha papirüsün en parlak döneminde ona zorlu bir rakip türemişti Parşomen!!!

Çok eski zamanlardan beri çobanlıkla geçinilen uluslar yazılarını evcil ve yaban hayvanı derileri üzerinde yazarlardı Ama derinin yazı yazmaya uygun bir madde;yani parşomen haline gelebilmesi için iyice terbiye edilmiş olması gerekti Bakın bu nasıl olmuştu:

ANADOLU YİNE ÖNDE

Eski Mısır'ın İskenderiye kentindeki kitaplıkta bir milyona yakın papirüs tomarı bulunuyordu Bu kitaplığın zenginleşip büyümesinde, Ptolome Sülalesi'nden gelen Firavunlar çok çalışmışlardı Böylece İskenderiye kitaplığı uzun yıllar boyunca dünyanın en önde gelen kitaplığı oldu Fakat bir süre sonra bir başka kitaplık,Anadolu'daki Bergama kenti kitaplığı onunla yarışmaya başladı

O sırda hükümdarlık eden Mısır Firavunu, Bergama kitaplığını acımasızca cezandırmaya karar verdi ve ülkesinden papirüs gönderilmesini yasakladı Bergama hükümdarı da buna karşılık şöyle bir önlem düşündü: Yurdunun en usta adamlarını yanına çağırıp koyun yada keçi derisinden papirüs yerini tutacak ve yazı yazmaya yarayacak bir madde hazırlamalarını buyurdu İşte o günden sonra Bergama, dünyaya parşomen satan bir yer haline geldi Yunanca "pergament adını alan Parşomen,doğduğu kentin (Pergamon) adını alarak böyle icat olmuştu Kısa bir süre sonra Parşomeni katlanabileceği ve defter haline getirilebileceği anlaşıldı Ayrı ayrı yapraklardan dikilmiş kitap da böyle ortaya çıktı

Zamanla Mısır'da Papirüs daha az üretilmeye başlandı Hele Araplar Mısır'ı aldıktan sonra Mısır'dan Avrupa ülkelerine olan papirüs gönderilişi büsbütün durdu İşte ancak o gün parşomen kesin bir zafere ulaştı Bu, pek de olumlu bir zafer değildi Roma imparatorluğu,bu olaydan bir kaç yüzyıl önce kuzeyden ve doğudan gelen yarı ilkel kavimlerce yıkıma uğratılmıştı

Bitmez tükenmez savaşlar bir zamanlar zengin olan kentleri ıssız bir duruma getirmişti Her geçen yıl yalnız bilginlerden değil, okuma-yazma bilenlerinin sayısını da azaltmıştı Parşomen, kitap kopya etmeye yarayan biricik araç olarak kaldığında, onun üstüne yazı yazacak kişi de hemen hemen kalmamış gibiydi Romalı kitapçıların büyük kopya işlikleri çoktan kapanmıştı Yalnız kral saraylarında, ağdalı bir dile mektuplar yazan yazıcılar kalmıştı Bundan başka, kuytu ormanlar da ya da ıssız vadilerde kaybolmuş manastırlarda sevap işlemek için kitap kopya eden keşişlere de rastlamak mümkündü

KİTAPKİTAP!!!

O çağlarda kullanılan mürekkep de Romalıların ya da Mısırlıların kullandıkları mürekkepten ayrıydı Parşomen üzerine yazmak için deriye iyice sinen ve silinmesi kolay olmayan, özel dayanıklı bir mürekkep icat olunmuştu Bu mürekkep, bugün de bir çok mürekkeplerin yapıldığı gibi mazı soyundan (mürekkep kozası), demirsülfattan ve reçineden (ya da Arap zamkından) yapılırdı

İşte artık kağıdın icat edilmiş olduğu günlerden kalma eski bir elyazmasında bulunan ve o zaman ki mürekkeplerin nasıl yapıldığını anlatan bir reçete: "Mazıları bir Ren şarabı içine atarak güneşe ya da sıcak bir yere bırakınız Elde edilecek sarı suyu bir bezden süzdükten sonra ve mazıları da ezdikten sonra bu suyu başka bir şişeye doldurunuz Bunu, unla karıştırmış, demir sülfat katınız sık sık,bir kaşıkla karıştırınız Güzel bir mürekkep elde etmiş olursunuz Mazıların yeter derecede, Ren şarabının da mazıların içinde kaybolacak miktarda olması gerekir İstediğimiz ölçüyü tutturabilmeniz için demir sülfatı azar azar koyunuz Mürekkebi kaleminizle kağıdın üzerinde bir deneyiniz İstediğiniz kadar siyah olmadığını görürseniz, koyultmak için bir reçine tozu katınız, sonra da dilediğinizi yazınız!"

Bu eski mürekkebin şaşırtan bir özelliği vardı O mürekkeple yazıldığından önceleri yazının rengi çok soluk olurdu Aradan bir süre geçtikten sonra yazı kararırdı Bizim şimdiki mürekkeplerimiz ise ,içlerine boya katabildiğimiz için daha iyidir Bu nedenle de bunları yalnız okuyan değil, yazan da iyi görebilir Bir dönemler nasıl papirüs parşomene yenildiyse,eninde sonunda parşomen de yerini hepimizin bildiği kağıt'a bırakmak zorunda kaldı

ÇİNLİLER KAĞIDI YAPIYOR

Kağıdı ilk yapanlar, Çinlilerdir 2000 yıl kadar önce ,daha Avrupa'da Yunanlılar ve Romalılar ünlü Mısır papirüsleri üzerine yazı yazarken, Çinliler kağıt yapmayı çoktan biliyorlardı Kağıt yapmak için bambu lifleri, bazı otlar ve eski paçavralar kullanılıyordu Bunları, bir dibek içinde suyla karıştırıp hamur haline getiriyorlardı Bu hamurdan da kağıt yapılıyordu Burada kalıp olarak incecik bambu kamışıyla ipekten kafes şeklinde örülmüş çevreler kullanılıyordu

Kalıbın üzerine kağıt kurumadan biraz dökülüp liflerin birbirine yapışması ve keçe haline gelmesi için kalıp her tarafa eğilirdi Su, kafesin deliklerinden akar, kafesin üstünde de ıslak kağıt tabakası kalırdı Bu tabakayı dikkatle kaldırır, bir tahtanın üzerine serer ve güneşe kurutulardı Sonunda bu kurutulmuş kağıt yapraklarından bir tomarını tahtadan yapılmış bir baskı aracının altına koyarlardı

Kağıt Asya'dan Avrupa'ya gelinceye kadar birçok yıllar geçti Bu iş bazı aşamalardan geçti: 704 yılında Araplar, Orta Asya'da Semerkant kentini aldılar Orada ellerine geçirdikleri bir çok ganimet arasında kağıt yapmanın sırrını da alıp ülkelerine götürdüler Bu yolla Arapların eline geçen kağıt nedeniyle Sicilya, İspanya ve Suriye gibi ülkelerde kağıt fabrikaları kuruldu Suriye'nin Avrupalıların Bambiç diye adlandırıldıkları Manbiç kentinde de bir fabrika kurlmuştu

Arap tacirleri karanfil, biber ve güzel kokular gibi doğu mallarıyla birlikte Avrupa'ya Manbiç kağıdı da götürüryorlardı Kağıtların en iyisi bütün tabakalar halinde satılan Bağdat Kağıdı sayılıyordu Mısır'da çeşitli kağıt türleri yapılmaktaydı Bunların arasında çok büyük tabakalar halinde yapılan "İskenderiye kağıdı"ndan tutun da, güvercin postalarında kullanılan küçücük tabakalara kadar her türlü kağıt vardı

Bu tür kağıt eski paçavralardan yapılmaktaydı Siyah benekli bir rengi vardı Işığa tutulduğunda, yer yer paçavra parçaları bile görülüyordu Avrupa'nın kendi kağıt fabrikaları ya da o günlerin deyimiyle "kağıt değirmenleri" görülünceye kadar aradan yüzyıllar geçti Artık XIII yüzyılda bu tür kağıt değirmenlerini görmek mümkündü

BASKININ ÖNDERİ

Bu sıralarda Almanya'nın Mayence kentinde Johanm Gensfleich Gutenberg adlı bir adam kendi bastığı kitabı; yani, baskı makinesiyle basılan ilk kitabı gözden geçirmekteydi Harflerin biçimiyle kitabın düzenli elyazması kitapları çok andırıyordu Fakat aralarındaki fark yine de uzaktan bile görülüyordu Siyah ve okunaklı harfler törene çıkmış askerler gibi düzgün ve dimdik duruyorlardı Yazıcının (hattat) yazı kalemiyle savaşa tutuşan baskı makinesi çok kısa zamanda onu alt etti Çünkü elle ancak uzun yıllar süresice yapılan kocaman eserler,baskı makinesinde bir kaç günde bastırabiliyordu

Git gide el yazması bir kitapla baskı makinesinde basılan bir kitap arasındaki benzerlik gittikçe azaldı Yavaş yavaş harfler yazmak çok zordu Oysa, baskı makinesi bunu kolayca yapabiliyordu Böylece kocaman, kalın kitapların yerini baskı makinesinde basılmış, harfleri okunaklı küçük kitaplar aldı

Elyazması kitaplardaki her resmi, ressamlar yapmak zorundaydı Baskı makinesinden basılan kitaplarda ise elle yapılan resimlerin yerini gravürler aldı Yazı yazan makine,yani baskı makinesi, aynı zamandan resim yapan makineye dönüştü Böylece birkaç saat içinde yüzlerce gravür" yapmak" mümkün oluyordu Bütün bunlar kitapları ucuzlattı Günümüzün kitaplarında gördüğümüz başlıklar, iç kapaklar, dış kapakklar, gömme başlıklar, bizi hiç şaşırtmaz Sayfa başındaki sayılar bize çok doğal görünür Kelimeleri virgülleri gördüğümüzde de "Bu da ne oluyor" diye şaşırmazsınız herhalde

Oysa kitaplarda iç kapağın başlığın ,gömme başlıkların ve virgüllerin olmadığı dönemler vardı Bütün bunların ne zaman ve niçin ortaya çıktığını kesin olarak söylemek bile mümkündür Sözgelişi, dış kapak 1500 yılında şu nedenle ortaya çıkmıştır Eskiden kitaplar basılmaz yazılırdı Bunlar büyük bir çoğunlukla satış için değil,ısmarlama olarak yazılırdı Bu yüzden kitap yazanın kitabı reklam etmesine hiç gerek yoktu

Basımevleri için durum daha da farklıydı Bir basımevi yüzlerce, binlerce sayıda kitap basılıyordu Hem bu bastığı kitaplar ısmarlama olarak değil,doğrudan doğruya satış içindi Bu kitaplara alıcı bulmak gerekliydi Bunun için kitabın adını, birinci sayfaya büyük harflerle basmak gerekiyordu İşte böylece kitap kapağı ortaya çıkmış oldu O dönemde kitabın ilk sayfası kitapçı dükkanının kapısına asılırdı Bu, kitabın çıkışını bildiren bir ilan demekti

Kitabın çıkışıyla, şu ana kadar elde ettiğimiz bilgilerin çoğunu bu yolla elde etmiş olduk Kitaplar belki elektronik bir ortama geçebilir Şu an hali hazırda e-books dediğimiz teknolojik aletler kullanılmakta Ancak bir geçek var ki, yazının ölümsüzlüğü Belki sözcüklerin, belki de düşüncelerin eninde sonunda vücut bulacağı ve kullanacağı yazılardır Geçmişin zorluklarıyla geleceğimize pencere açarsak, yazının icadını aklımızdan çıkarmayalım

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihte İhtilaller

Eski 11-04-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihte İhtilaller



Feodalizm « Genel
Ortaçağda derebeylik sistemi Büyük toprak mülkiyetine ve toprak köleliğine dayalı, kapitalizm öncesi üretim tarzıdır Sosyo-ekonomik olarak feodalizm, her derebeyinin başka bir derebeyine bağlı olduğu, toprak mülkiyetinin asil veya derebeyine aktarıldığı, karşılığında belirli hizmetlerin beklendiği, pazar ekonomisinin özgür ve ücretli emek dolaşımının gerçekleşmediği, toprakta çalışan köylünün yer değiştirme özgürlüğünün bulunmadığı toplumsal, hiyerarşik bir düzendir

Köleci bir toplum düzenin çöküşünden sonra siyasal, ekonomik ve toplumsal bir düzen olarak ilk kez Batı Avrupa'da IX ve X yyda ortaya çıktı Feodalizmin ilk izlerine daha MÖ III yyda Roma'da rastlanır Ekonomik ve siyasal baskıların artmasıyla küçük toprak sahibi köylüler, topraklarını en güçlü komşularına satıyorlar, buna karşılık onların korumasını ve maddi yardımlarını görüyorlardı Merkezi imparatorlukların çöktüğü ve Avrupa'nın parçalandığı yıllarda bu toprak köleliği ve egemen aristokrasi sınıfı gelişti Burjuva sınıfının güçlenmesi ve 1789 Fransız Devrimi ile sosyo-ekonomik formasyon olarak tüm Avrupa'da hızla çöktü

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.