Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
>islami, sözlük

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #16
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



RÛH:
1 Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Yâ Muhammed! Sana rûhtan soruyorlar De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir (O'nun yarattığı varlıklardan biridir Bu husûsta) size, az bir ilimden başkası verilmemiştir (İsrâ sûresi: 85)
Şehîdlerin rûhları, arş-ı ilâhîdedir İstedikleri zaman Cennet'in diledikleri yerlerine gidip, tekrar kendi makamlarına dönerler (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire)
Dînimiz, rûhun ne olduğunu anlatmağı men (yasak) etmektedir Bunun için İslâm âlimlerinden çoğu, rûhun ne olduğunu konuşmaktan kaçınmışlardır Kur'ân-ı kerîmden anlaşılıyor ki: Rûhun yalnız hakîkatini, ne olduğunu konuşmak yasaktır Yoksa hassalarını , özelliklerini anlatmak yasak değildir (Ali bin Emrullah)
Rûhun nasıl olduğunu dînimiz açıkça bildirmedi Rûh madde değildir Sıfat da değildir İnsan öldükten sonra rûhu yok olmaz İdrâk etmesi ve anlaması vardır Şakî olanların yâni kâfirlerin ve fâsıkların (açıktan büyük günâh işleyenlerin) rûhları azâbd adır Saîdlerin, yâni mü'minlerin, sâlihlerin (iyi kimselerin) rûhları, nîmetler ve lezzetler içindedir (İmâm-ı Gazâlî)
İnsan ölünce, cesed çürüyünce, rûh yok olmaz Ölmek, rûhun bedenden ayrılması demektir Rûh, bedenden ayrılınca, maddî olmayan âleme karışır (Ali bin Emrullah)
Peygamberler, öldükten sonra da peygamberdirler Çünkü, peygamber olan ve îmân sâhibi olan rûhtur İnsan ölünce, rûhunda bir değişiklik olmaz İnsan, beden demek değildir İnsan, rûh demektir Beden, rûhun konak yeridir (İmâm-ı Abdullah Nesefî)
Peygamberlerin rûhları, göklerde ve diledikleri yerlerde ve kabirlerinde görünür Kabirlerinde her ân bulunmadıkları gibi, büsbütün ayrı da kalmazlar Kabirleri ile ilişkileri ve o toprağa ayrı bir bağlılıkları vardır Bunun nasıl olduğu bilinemez H er müslümanın rûhu ile kabri arasında, devâmlı bir bağlılık vardır Kendilerini ziyâret edenleri anlarlar, selâmlarına cevâb verirler (Ali bin İsmâil)
Resûlullah efendimize, vefâtından sonra da, mübârek rûhuna bağlanmak, elbet daha faydalı, hattâ lâzım ve vâcibdir Fakat O'nun mübârek rûhuna bağlanmak, yâni inanmak ve sevmek, böylece mübârek kalbinden fışkıran feyzlere, (bereketlere) kavuşmak için; O'nu tanımak, îtikâdı (inancı) doğru olmak, bid'atlerden (dinde olmayıp, sonradan ortaya çıkan şeylerden) sakınmak ve İslâm dînine uymak lâzımdır (S Abdülhakîm-i Arvâsî)
Rûhun lezzetlerinin en tatlısı, en yükseği; âhirette, Allahü teâlâyı görmek olacaktır (Ali bin Emrullah)
İslâm âlimleri, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin istidâdına (kâbiliyetine) uygun rûh ilâclarını, hadîs-i şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır Peygamber efendimiz, dünyâ eczâhânesine yüz binlerce ilâc hazırlayan baş tabib olup, evli yâ ve âlimler de, bu hazır ilâçları, hastaların derdlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabîbler gibidir (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Allah adamları, kalb hastalıklarının tabîbleridir Bâtın (iç, gizli, mânevî) hastalıklarının giderilmesi, bu büyüklerin tedâvîsi ile olur Bunların sözleri, rûh ilâçlarıdır Bakışları şifâdır Onlarla berâber bulunanlar kötü olmaz (Ahmed Fârûkî)
2 Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati
3 Emr âleminin beş latîfesinden biri
Bizim seçtiğimiz yolda (müceddidiyye yolunda) ilerlemeye kalbden başlanır Kalb madde değildir Maddesiz, ölçüsüz olan âlem-i emrdendir Bu yolda kalbi geçtikten sonra, kalbin üstünde olan rûh mertebesinde, sonra sırasıyla sır, hafî ve ahfâ latîfeler inde ilerlenir ve herbirine mahsus mânevî ilimlere kavuşulur (Ahmed Fârûkî)

Rûh-ul-Emîn:
Dört büyük melekten Cebrâil aleyhisselâm (Bkz Cebrâil Aleyhisselâm)
Rûh-ul-emîn'in vazîfesi, peygamberlere vahiy getirmektir O değişik şekillere girebilmekte idi Nitekim, Peygamber efendimize değişik şekillerde görünmüştür Ekseriyâ, Eshâb-ı kirâmdan (Resûlullah efendimizin arkadaşlarından) Dıhye-i Kelbî'nin sûreti nde gelirdi Aslî şekliyle görünmesi ise, biri ilk vahiy getirdiği Hira dağında ve diğeri Mî'râc esnâsında olmuştur Her sene bir kere gelip, o âna kadar inmiş olan Kur'ân-ı kerîmi, Levh-i mahfûz'daki (Allahü teâlânın, ezelde takdîr ettiği şeylerin yazıldığı yerdeki) sırasına göre okur, Peygamber efendimiz de dinler ve tekrar ederdi (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Rûh-ul-Kuds:
1 Cebrâil aleyhisselâm
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Meryem oğlu Îsâ'ya da beyyineler (çok açık deliller ve mûcizeler) verdik ve onu Rûh-ül-kuds ile takviye ettik, kuvvetlendirdik (Bekara sûresi: 87, 253)
De ki; onu (Kur'ân-ı kerîmi) îmân edenlere tam bir sebat vermek, müslümanlara bir hidâyet ve bir müjde olmak için Rabbinden hak olarak Rûh-ül-kuds indirmiştir (Nahl sûresi: 102)
Rûh-ül-kuds kalbime şöyle ilkâ etti (bildirdi ki) : "Allah'tan başka kimi seversen sev, mutlaka ondan ayrılacaksın (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
2 Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma ihsân ettiği kudret, kuvvet
Îsâ aleyhisselâmdan sonra Îsevîler bozuldular Doğru yoldan uzaklaştılar Îsâ aleyhisselâmın uydurma resim ve heykellerini yaptılar Haç işâretlerini kabûl ettiler ve bunu bir sembol edindiler Îsâ aleyhisselâmı Allah'ın oğlu kabûl ettiler Hâlbuki Î sâ aleyhisselâm onlara kat'iyyen böyle bir şey söylememiş, onlara ancak Rûh-ul-kuds'ten bahs etmiştir (Herkese Lâzım Olan Îmân)
3 Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü tanrı) inancında, baba-oğul unsurlarından türeyen üçüncü unsur
Hıristiyanlar hem Allah'a hem de O'nun oğlu kabûl ettikleri Îsâ'ya (aleyhisselâm) bir de Rûh-ul-kudse inanmak zorunda kalınca, bütün hak dinlerin esâsı olan Allahü teâlâ birdir ve değişmez yaratıcıdır inancından uzaklaşarak üç tanrıya birden tapmak d urumuna düştüler Bu inanışa teslis adı verilir (Harputlu İshâk Efendi)
Îsâ aleyhisselâmın hak dîni kendisinden sonra düşmanları tarafından sinsice değiştirildi Bolüs (Pavlos) adındaki bir yahûdî, Îsâ aleyhisselâma inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek Allahü teâlânın indirdiği İncîl'i yok etti Daha sonra Îsevîliğe teslis (üçlü tanrı) fikri sokuldu Baba-Oğul-Rûh-ül-kuds diye akıl ve mantığın kabûl edemeyeceği bir inanış sistemi kuruldu (Harputlu İshâk Efendi)
4 İsm-i âzam
Bâzı âlimler Rûh-ul-kudsten maksad, İsm-i âzam duâsıdır "Îsâ aleyhisselâm ölüleri bu duâyı okuyarak diriltir, birçok mûcizeleri, bunu söyleyerek gösterirdi" demişlerdir (Fahreddîn-i Râzî)
5 İncîl
Bâzı âlimler de Rûh-ul-kudsten maksad İncîl'dir demişlerdir Şûrâ sûresi 52 âyet-i kerîmesinde; "Sana nezdimizden bir rûh vahy ettik" buyrulmuştur (Fahreddîn-i Râzî)
6 Allahü teâlânın hayat verici, koruyucu mânâsına gelen sıfatları
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem İslâm şâirlerinden birkaçına kâfirleri kötülemelerini emir buyurdu O şâirlerden biri Resûlullah'ın önünde minbere çıktı Herkese karşı kâfirleri kötüleyen şiirleri okudu O server aleyhissalâtü vesselâ m; "Bu, kâfirlerin kötülüğünü açığa vurdukça, Rûh-ul-kuds bununla berâberdir" buyurdu (İmâm-ı Rabbânî)
Rûhlar Âlemi: Maddî olmayan âlem (Bkz Âlem)
Hızır aleyhisselâm, rûhânî olarak dedi ki: "Biz, rûhlar âlemindeniz Allahü teâlâ, bizim rûhlarımıza öyle kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız İnsanların yaptığı işleri, bizim rûhlarımız da yapar İnsanların yaptığı gibi, yürür, durur ve ibâdet ederiz (İmâm-ı Rabbânî)

RÛHÂNİYÂN:
Rahmet meleklerine verilen isim
Mukarrebûn (huzûr-i ilâhîde bulunan melekler), Kerûbiyân (azâb meleklerinin büyükleri) ve Rûhâniyân meleklerinin hepsi, diğer meleklerin havâssı yâni üstünleridir Bunlar, peygamberlerden başka, bütün insanlardan daha üstündür (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

RÛHÂNİYYET:
Rûhla ilgili haller
Hadîs-i şerîfte; "Kavmi arasında bir âlim, ümmeti arasında peygamber gibidir" buyruldu Kalbin, feyz ve mârifetlere (mânevî ilimlere) kavuşmasında; Allah adamının (Allahü teâlânın beğendiği, sevdiği ve seçtiği kulların) diri ve ölü olması arasında hi ç fark yoktur Onun kemâlâtı (üstünlükleri), rûhâniyyetinden hiç ayrılmaz Rûhâniyyet de, zamâna ve mekâna, ölülüğe ve diriliğe bağlı değildir (İmâm-ı Gazâlî)
Evliyâ kabrini ziyâret eden, onun rûhâniyetinden istifâde eder (Ahmed Hamevî)

RUHBÂN:
Evlenmeden bekâr yaşamayı tercih eden, dünyâdan yüz çevirip, insanlardan uzak yaşayan kimseler, râhibler Hıristiyanlıkta sâdece ibâdetle meşgûl olan din adamları sınıfına verilen ad Hıristiyan din adamları evlenmedikleri ve insanlardan uzak yaşadık ları için bu ad verilmiştir
İnsanların îmân edenlere düşmanlık bakımından en şiddetlisi, andolsun ki, yahûdîlerle Allah'a eş koşanları bulacaksın Onların îmân edenlere sevgisi bakımından daha yakınını da andolsun "Biz nasrânîleriz" diyenleri bulacaksın Bunun sebebi şudur: Çünkü onların içinde keşişler (ilim ve ibâdetle meşgûl olanlar) ve ruhbanlar vardır Şüphe yok ki onlar (hakkı îtirâf husûsunda o derece) büyüklenmek istemezler (Mâide sûresi: 82)
İslâmiyet'te ruhbanlık yoktur (Hadîs-i şerîf-Menâhic-ül-İbâd)
Papaslar herkese ruhbanlığı emrettiğinden, bunu önlemek için Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem Eshâbının (Peygamber efendimizin arkadaşları) bekâr yaşamasını yasak etti Bir hadîs-i şerîfte; (Nikâh yapmak benim sünnetimdir Sünnetimi yapmıyan kimse benden değildir" buyurdu Allahü teâlânın yolunda yalnız ruhbanlıkla yürünebilir düşüncesini gönüllerden çıkardı (Saîdeddîn Fergânî)

RUHSAT:
İslâmiyet'in, meşakkat ve zarûret gibi sebeblere bağlı olarak, ibâdetlerde ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık; azîmetin zıttı
Allahü teâlâ, azîmetle iş yapmayı sevdiği gibi, ruhsatla yapmayı da sever (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
İslâmiyet'te bir işin yapılması için iki yol vardır Bunlardan biri ruhsat, diğeri azîmet yoludur Kuvvetli, hâli elverişli olanın, azîmet ile amel etmesi efdaldir, daha iyidir Güç olan işi yapmak nefse ağır gelir Nefsi daha çok ezer, zayıflatır İbâdetler nefsi zayıflatmak için, kırmak için emrolundu Çünkü nefs, insanın ve Allahü teâlânın düşmanıdır Onu zayıflatarak azmasını önlemek lâzımdır Fakat büsbütün öldürülmez Çünkü bedenin hizmetçisidir Ahmak ve câhil hizmetçidir Zayıf, hasta, sıkışık halde olan kimsenin, ibâdetlerini işlerini terk etmemesi, ruhsat yolu ile yapması lâzımdır (Abdülhakîm Arvâsî)
Ruhsatın sebebleri çoktur Normal şartlar altında murdar eti (leş) yemek harâmdır Fakat açlıktan ölüm ile karşı karşıya gelen kimsenin, ölmeyecek kadar murdar eti yemesi mubâhtır, buna izin verilmiştir Bu bir ruhsattır Bâzan zarûret ve meşakkat za mânında bile olsa, ruhsatı değil, güç ve zor olanı yapmak olan azîmeti yapmak daha iyidir Meselâ, ölüm ile korkutulan kimsenin, îmânını gizlemesi ruhsat olduğu hâlde, gizlememesi azîmettir Bâzan da ruhsatı yapmak daha iyi olur Yolcunun oruç tutmaması böyledir Yolcu, orucu tutarak hastalanır ölürse, günâha girer (Serahsî, Abdülhakîm Arvâsî)

RÛHULLAH:
Îsâ aleyhisselâmın lakablarından (isimlerinden)
Muhammed aleyhisselâm Habîbullah (Allahü teâlânın sevgilisi)dir; İbrâhim aleyhisselâm Halîlullah (Allahü teâlânın dostu)dır Mûsâ aleyhisselâm kelîmullah (Allahü teâlâ ile konuşan)dır, Îsâ aleyhisselâm ise Rûhullahtır (Ahmed Cevdet Paşa)
Kıyâmet (yeniden diriliş) gününde hiçbir şeyin tâkât getiremiyeceği, Allahü teâlânın azâbından başlar eğilir Bütün halk (mahlûkât, yaratılmışlar) sıkıntı ve dehşet içinde şaşkın kalıp şefkat ararlar İnsanlar Âdem aleyhisselâma, Nûh aleyhisselâma, İ brâhim aleyhisselâma gelip şefâat dilerler Daha sonra da Îsâ aleyhisselâma gelerek; "Sen Rûhullah ve Allahü teâlânın kelîmesisin Bize Rabbinin nezdinde şefâat eyle" derler Îsâ aleyhisselâm onlara peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu Muhammed aleyhisselâma gidiniz der (İmâm-ı Gazâlî)

RUKBÎ:
İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe
Rukbî hibe, tarafeynin (İmâm-ı a'zam ve İmâm-ı Muhammed'in (raleyhim)) ictihâdına göre bâtıldır (hükümsüzdür) Her biri ötekinin ölümünü beklemektedir Mülk edinmeyi tehlike ve zarara ta'lik etmek (bağlamak) sahîh (doğru) değildir (Abdullah-ı Mûsulî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #17
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



RUKYE:
Şifâ âyetleri ve duâlarını yazmak, okuyup hasta üzerine üflemek Mıska
Üç şart bulununca, rukye câiz olur Âyet-i kerîme ile veya Allahü teâlânın isimleri ile olmalıdır Arab dili ile veya mânâsı anlaşılan lisan ile olmalıdır Rukyenin Allahü teâlâ dilerse te'sir edeceğine, te'sirini, ilâç gibi, Allahü teâlânın verdiğin e inanmaktır (İmâm-ı Kastalânî)
Kur'ân-ı kerîm ve duâ ile rukye yapmak ve kullanmak câiz olup insanı korurlar Kur'ân-ı kerîm, maddî ve mânevî her derde şifâdır ve her harfi mübârektir ve muhteremdir (İbn-i Âbidîn)

RÛM SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuzuncu sûresi
Rûm sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Altmış âyet-i kerîmedir İranlılarla yapılan savaşta mağlub olan Rumların, sonra gâlip gelecekleri anlatıldığından, Sûret-ür-Rûm denilmiştir Sûrede; Allahü teâlânın sıfatlarının bir kısmı, müslümanların İslâm d înine sarılmaları ve kavuşacakları maddî mânevî feyzler (nîmetler, yardımlar, mânevî ilimler) bildirilmektedir
Allahü teâlâ Rûm sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Akşam ve sabah vakitlerinde Allah'ı tesbih edin Göklerde ve yeryüzünde olanların yaptıkları ve ikindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler (övgü ve senâlar) Allahü teâlâ içindir (Âyet: 17,18)
Kim Rûm sûresini okursa, semâda ve yerde Allahü teâlâyı tesbih eden meleklerin adedinin on katı sevâb kazanır, gece ve gündüzünde kaybettiğine kavuşur (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

RÛMÂN:
Ölü, kabre konduğu zaman, kendisine gelen melek
İbn-i Mes'ûd'dan (ranh) rivâyet olundu ki: Yâ Resûlallah! Ölü kabre konduğu vakit ilk karşılaşacağı şey nedir diye soruldu Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Ey İbn-i Mes'ûd! Bunu bana senden başka kimse sormadı Ancak sen sordun Ölü kabre konulduğu vakit, önce bir melek seslenir O meleğin ismi Rûmân'dır Kabirlerin arasına girer Der ki: "Yâ Abdellâh (Ey Allah'ın kulu) ! Amelini yaz! O kimse der ki: "Benim burada ne kâğıdım, ne kalemim var Ne yazayım?" O melek der ki: "Bu sözün kabûl edilmez Senin kefenin kâğıdındır Tükrüğün mürekkebindir Parmakların kalemindir" Melek, kefeninden bir parça kesip verir O kul, dünyâda her ne kadar yazı yazmak bilmese de, orada sevâbını ve günâhını âdetâ o bir günde işlemiş gibi yazar Bundan sonra, melek o yazdığı kefen parçasını dürer O ölünün boynuna asar" Bunları buyurduktan sonra Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; "Her insanın yaptığı işleri gösteren sahîfelerini boynunda kıldık" meâlindeki İsrâ sûresinin on üçüncü âyet-i kerîmesini okudular

RÛZ-İ CEZÂ:
İnsanların diriltilip, hesâba çekilerek amellerinin karşılığının verileceği gün; mahşer günü, kıyâmet günü (Bkz Mahşer)

RÛZ-İ MAHŞER:
Mahşer günü, kıyâmet koptuktan sonra insanların diriltilip hesâb için toplandıkları gün, kıyâmet günü (Bkz Mahşer)
Rûz-ı mahşerde insanlar mahşer yerinde toplanınca, hesaplarının bir an önce görülmesi için, bütün peygamberlerden kendilerine şefâat (yardım) etmelerini isterler Her peygamber bir özür, bahâne ileri sürerek diğerine havâle eder Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar böyle devâm eder Peygamber efendimiz; "Ben herkesten önce şefâat ederim ve herkesten önce benim şefâatim kabûl olur" buyurur (İmâm-ı Gazâlî)
İnsanlar rûz-i mahşerde, dünyâdaki işlerine göre haşr olunurlar Bu zamanda mahlûkât, birbirine karmakarışık olur İzdihâmın (kalabalığın) çokluğundan birbirlerinin ayaklarına basarlar Herkes günâhına göre ter içerisinde kalır Bâzısı kulaklarına, b âzısı boğazına, bâzısı göğsüne, bâzısı omuzlarına ve bâzısı dizlerine kadar hamamdaki gibi bir ter içinde bulunur (İmâm-ı Gazâlî)

RÜCÛ':
1 Dönme, yönelme
Tövbe ederek, Allahü teâlâya rücû etmek, O'nun rızâsını kazanma yolunun başlangıcıdır Hiçbir insan, tövbenin dışında kalmaz (İmâm-ı Gazâlî)
2 Tasavvufta en yüksek mertebeye ulaşmış olan bir velînin tekrar geri insanlar arasına dönmesi
Rücû' sâhibi kendi isteği ile inmez Hak celle ve alânın murâdıyla (dilemesi ile) inmiştir (Abdülhakîm bin Mustafâ)

RÜKN:
1Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şey
İnanılacak şeyleri kalb ile tasdîk (kabûl) îmânın aslî (temel) rüknüdür Kalb ile tasdîk olmazsa îmân olmaz Tehdîd altında bulunanın dil ile îmânını söylememesi onun îmânına zarar vermez Çünkü dil ile ikrâr (söyleme) îmânın aslî rüknü değildir (Teftâzânî, Mâtürîdî)
2 Namazın içindeki farz
Namazın beş rüknünden birincisi kıyâm (ayakta durmak)dır İkincisi kırâet (Fâtiha ve namaz sûrelerini okumak)tir Üçüncüsü, rükû (sûreden sonra, Allahü ekber diyerek eğilmek)dur Dördüncüsü secde (alnı ve ayak parmaklarını yere koymak)dir Beşincisi, ka'de-i âhire (son rek'atte, ettehiyyâtüyü okuyacak kadar oturmak)dir Her kim bu beş rüknden birini terk ederse, namazı bozulur Namazın dışındaki farzlardan olan iftitah tekbîrini (başlama tekbîrini) namazın içindeki farzlardan yâni rükünlerinden sayan âlimler de vardır Buna göre namazın rükünleri altı olmaktadır (İbn-i Âbidîn)
Birini vekil yapmanın rüknü; îcâb ve kabûldür yâni, taraflardan birinin "Seni vekil yaptım" diğerinin ise "Kabûl ettim" demesidir (Mecelle)
3Kâbe'nin dört köşesinden her birine verilen isim
Kâbe'nin, Şam'a karşı olan köşesine Rükn-i Şâmî, Bağdâd'a karşı olana Rükn-i Irâkî, Yemen tarafında olana Rükn-i Yemânî, dördüncü köşeye de Rükn-i Hacer-ül-esved adı verilir (Eyyûb Sabri Paşa)

Rükn-i Hacer-ül-Esved:
Kâbe'de Hacer-ül-esved'in bulunduğu köşe
Tavâfa (Kâbe'nin etrâfında dönmeye), Rükn-i Hacer-ül-esved'den başlamak ve burada bitirmek, haccın sünnetlerindendir (İbn-i Âbidîn)
Resûlullah efendimiz, Rükn-i Hacer-ül-esved ile Rükn-i Yemânî'nin karşısına geldiği vakit, her tavâfta (her dönüşte), istilâm yapmayı (bu köşeleri selâmlamayı) terk etmez; onlardan başka rükünlerde de istilâm yapmazdı (Abdullah bin Ömer)

Rükn-i Irâkî:
Kâbe'nin Bağdâd'a karşı olan köşesi

Rükn-i Şâmî:
Kâbe'nin Şam'a karşı olan köşesi

Rükn-i Yemânî:
Kâbe'nin Yemen tarafında olan köşesi
Rükn-i Yemânî'den geçerken, mutlaka Cebrâil'in, onun üzerinde durduğunu ve istilâmda (selâmda) bulunanlar için af dilediğini görürüm (Hadîs-i şerîf-Ahbâru Mekke)
Peygamber efendimiz, Rükn-i Yemânî'de istilâm yapar (bu rüknü selâmlar) ve yüzünü de onun üzerine sürerdi (Mücâhid)
Abdullah bin Ömer'e; "Rükn-i Hacer-ül-esved ile Rükn-i Yemânî karşısında istilâm yapmasında (bu rüknleri selâmlamasında) bu kadar gayret göstermesinin sebebi soruldukta; "Ben, Resûlullah efendimizin; "Bu iki rükün karşısında istilâm yapmak, hatâları siler" buyurduğunu duydum" dedi (Ahbâru Mekke-Azrakî)
Saîd bin Müseyyeb'den rivâyet edildiğine göre, Peygamber efendimiz, Rükn-i Yemânî'nin önünden geçerken, şu duâyı yapardı: "Ey Allah'ım! Küfürden, zilletten, fakirlikten, dünyâ ve âhirette îtibâr kaybettirecek yerlerde durmaktan sana sığınırım Ey bizim Rabbimiz! Sen bize dünyâda da, âhirette de nîmet ver ve bizi Cehennem azâbından koru!" (Ahbâru Mekke-Azrâkî)

RÜKÛ':
Namazın içindeki farzlarından biri Namazda kıyamdan (ayakta durduktan sonra) elleri dizlere koyup eğilme
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Namazları kılınız ve zekât veriniz ve rükû' edenlerle birlikte rükû' ediniz (Bekara sûresi: 43)
Sizlerden biriniz, namaz kılarken, rükû'dan sonra tamam kalkıp, dik durmadıkça ve ayakta her âzâ yerine yerleşip durmadıkça namazı tamam olmaz (Hadîs-i şerîf-El-Mukaddimet-ül-Gazneviyye)
Allahü teâlâdan başkası için rükû' ve secde yapmak haramdır (Muhammed Hâdimî)
Rükû'da erkekler parmaklarını açıp, dizlerinin üstüne koyar Sırt ve baş düz tutulur Rükû'da en az üç kere "Sübhâne rabbiyel azîm" der Kollar ve bacaklar dik tutulur Kadınlar parmaklarını açmaz, sırtını ve başını, bacaklarını, kollarını dik tutmaz (Halebî)

RÜSÛM:
Resmler, âdetler Bir cemâatin veya bir milletin müşterek düşüncesinden doğan âdetler, alışılagelen, yapılagelen şeyler
Kâfirlerin rüsûmlarını yapan bir kimsede zerre kadar îmân varsa, Cehennem azâbına girecek ise de burada sonsuz kalmayacaktır (İbn-i Âbidîn)

RÜŞD:
1Hak, doğru yol Allahü teâlânın birliği (tevhid) inancı
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Cinlerden bir topluluk) dediler ki:Biz, rüşde ulaştıran benzeri görülmemiş bir Kur'ân dinledik Biz de O'na îmân ettik Bundan sonra Rabbimize aslâ hiçbir şeyi ortak koşmayacağız" (Cin sûresi: 1,2)
2 Aklın kuvvetli ve tamam olması Malını dînin ve aklın beğendiği yere sarf etmek, boş yere harcamamak, telef etmemek
Çocuk âkıl-bâliğ olunca yâni iyiyi kötüden ayırabilme ve evlenecek, erginlik çağına gelince, malını kullanmaya hak kazanır Rüşdü görülmezse, malı yirmi beş yaşına kadar kendisine teslim edilmez İki imâma (İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e) ve d iğer üç mezhebe (Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî) göre, rüşdü görülmedikçe ihtiyarlasa dahi malı kendisine verilmez Onun malından hâkimin izin verdiği kimse tasarruf eder, kullanır (İbn-i Âbidîn)

RÜŞVET:
Haksız yere para, mal vs almak veya vermek
Rüşvet alana, verene ve bunlar arasında rüşvete vâsıta olana da Allahü teâlâ lânet etsin (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Resûlullah efendimiz kıyâmet alâmetlerini sayarken buyurdu ki: Hâkimler rüşvet alarak haksız karar verir Adam öldürmek çoğalır Gençler, ana babalarını, hısım akrabâsını aramaz, saymaz olur Kur'ân-ı kerîm mizmârdan, yâni çalgı âletlerinden okunur Tecvîd ile, güzel okuyanları, şerîate uyan hâfızları dinlemeyip mûsikî ile şarkı gibi okuyanları dinlerler (Hadîs-i şerîf-Tergîb-üs-Salât)
Rüşvet alan da, rüşvet veren de Cehennemdedir (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)
Şirk, zulüm, fâiz ve rüşvet habistir İnsanın iğrendiği, pis dediği her şey habistir (Hâdimî)
Hiç kimsenin dînine, malına, canına, şerefine, nâmusuna saldırmamalı, herkese borcunu ödemelidir Rüşvet almak ve vermek harâmdır Yalnız zâlimin zulmünden kurtulmak için ve ikrâh edilince vermek rüşvet olmaz Fakat bunu da almak harâm olur (MSıddîk bin Saîd)
Gasb edilen, yâni zulüm ile, zor ile alınan ve sirkat edilen, yâni çalınan ve fâiz, rüşvet, kumar ile alınan ve çalgı çalmak, şarkı söylemek ücreti ve alkollü içki satışı bedeli olarak alınan ve fâsid akidle, sözleşme ile alınan mallara mal-i habîs d enir (Abdülganî Nablüsî)

RÜYÂ:
Düş İnsanın kalbinin ve duyu organlarının dünyâ işleriyle olan meşgûliyetinin kısmen kesildiği, uyku, bayılma ve istiğrak (mânevî coşkunlukla kendinden geçme) gibi hallerde gördüğü şeyler
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey İbrâhim! Gerçekten rüyâna sadâkat gösterdin (Sâffât sûresi: 105)
En doğru rüyâ, seher vakti görülendir (Hadîs-i şerîf-Beyhekî)
Sâlih rüyâ Allah'tan, karışık olan da şeytandandır (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Bir kimse, rüyâda beni görmüşse, muhakkak beni görmüştür Çünkü şeytan benim şeklime giremez Kim, Ebû Bekr-i Sıddîk'ı görürse, muhakkak onu görmüştür Çünkü şeytan onun sûretine de giremez (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
Rüyâ üç çeşittir:
1) İnsanın günlük işlerinin bilhassa arzu edip de kavuşamadığı bâzı isteklerinin uykuda ortaya çıkması ile gördüğü rüyâlar Psikoloji ilminde konu edilen rüyâlar bu çeşittir
2) Şeytanın insanı korkutmak, üzmek veya onunla oynamak için hayâline getirdiği şeyler, gösterdiği rüyâlar Bu çeşit rüyâlar kötü ve karışık olup, guslü îcâb ettiren ihtilâm hâli, şeytanın insanla oynaması ve aldatması neticesinde meydana gelir
3) Allahü teâlânın, ihsân olarak, sevdiği kullarına gâibden (gizli olan şeylerden) gösterdiği mânevî zevk veren rüyâlardır Bu çeşit rüyâlara rüyâ-ı sâliha (iyi rüyâ) veya rüyâ-i sâdıka (doğru rüyâ) denir Peygamberlerin ve Peygamber efendimizin ve e vliyânın, sâlihlerin rüyâları böyledir (İmâm-ı Gazâlî)

RÜ'YET:
Görmek
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin yolunda, tam izinde giden büyüklere rü'yet devletinden bu dünyâda büyük pay namazda olmaktadır Bu dünyâda Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir Dünyâ buna elverişli değildir Fakat O'na tâbi olan büyüklere n amaz kılarken rü'yetten bir şeyler nasîb olmaktadır (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem mi'râc gecesi (Receb-i şerîfin yirmi yedinci kandil gecesi) dünyâdan çıkıp âhirete gitti Cennet'e girdi ve Allahü teâlâyı rü'yet devleti ile şereflendi (İmâm-ı Gazâlî)
Rü'yet, Cennet ehlinin cümlesi içindir, bâzısının görmesi, bâzısının görmemesi hakkında bir söz bildirilmemiştir (İmâm-ı Rabbânî)

Rü'yet-i Hilâl:
Hilâl (yeni ayın) görülmesi Kamerî ayların başında ve sonunda hilâlin görülerek ayın başının ve sonunun anlaşılması
Ramazân-ı şerîfin birinci gününü anlamakta takvimlere güvenilmemelidir Çünkü oruç, gökte yeni ayı görmekle farz olur Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Hilâli görünce oruca başlayınız!" buyurdu Hâlbuki hilâlin doğması, görmekle değil hesâ bladır ve hesâb sahîh (doğru) olup, hilâl, hesâbın bildirdiği gecede doğar Fakat o gece rü'yet-i hilâl gerçekleşmeyip bir gece sonra görülebilir ve oruca, takvimle, hesapla değil, hilâli görmekle başlamalıdır (İbn-i Âbidîn)
Hilâlin doğduğu geceden önceki gecelerde, hiçbir yerde rü'yet-i hilâl gerçekleşemeyeceği için, Ramazân-ı şerîf, hesâbla bulunan günden önce başlayamaz O gün veya bir gün sonra başlar O halde oruca takvimle, hesabla değil rü'yet-i hilâlle başlamalıd ır (İbn-i Âbidîn)

Rü'yet-i Taksîr:
Kendini günâhkâr ve kabahatli, kusurlu görmek, kendini suçlamak
Namaz içinde uyulması gereken şartlar; ihlâs (amelinde samîmi olmak), tefekkür, havf (Allahü azîm-üş-şândan korkmak), recâ (Allahü azîm-üş-şânın rahmetini ummak), rü'yet-i taksîr ve mücâhede (nefs ve şeytanla mücâdele)dir (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #18
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



SÂ':
Hanefî mezhebinde 3500 gr'lık veya 42 litrelik ölçü birimi Bu miktar diğer mezheblerde farklıdır
Abdestte ve gusülde, lüzûmundan fazla su kullanmak isrâf olup, haramdır Sekiz rıtl su ile sünnete uygun gusledilebilir Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, bir müd su ile abdest alır, bir sâ' hacminde su ile guslederdi (Halebî İbrâhim)

SÂAT:
1 Zaman birimi, altmış dakikalık zaman, bir günün yirmi dörtte biri
Gecenin on iki kısmından bir kısmını (bir saat kadar) ihyâ etmek (ibâdetle geçirmek), bütün geceyi ihyâ etmek olur Yaz ve kış geceleri için hep böyledir (İmâm-ı Nevevî)
Fıkıh kitablarında saat demek, bir miktâr zaman demektir (Mahmûd bin Muhammed Buhârî)
İkindi namazından sonra öyle bir saat vardır ki, o vakitte, amellerin en iyisine yapışmak gerektir O saatte amellerin en iyisi muhâsebedir Muhâsebe; gece ve gündüzün bütün saatleri içinde, insanın yaptıklarını gözden geçirmesi, ibâdet ve günâhtan p ayına düşenleri ayıklaması, iyiliklerine şükr, kötülüklerine tövbe, istiğfâr etmesidir (Ali bin Hüseyin)
2 Kıyâmet
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Bilakis sâat onlara asıl vâd edilendir ve o sâat cidden çok zor ve acıdır (Kamer sûresi: 46)
Sana sâatten onun ne zaman gelip çatacağından soruyorlar De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz O göklere de yere de ağır gelmiştir O size ansızın gelecektir (A'râf sûresi: 187)

SABAH VAKTİ:
Fecr-i sâdık denilen beyazlığın doğuda görünen ufkun bir noktası üzerinde doğması ile başlayan vakit İmsâk vakti

SABÎ:
Bülûğ (ergenlik) çağına gelmemiş oğlan çocuğu Kıza sabiyye denir
Bütün insanlara kabir suâli vardır Sabî iken ölene de cenâb-ı Hak cevab vermesini ilhâm edecektir (söyletecektir) (Ebû Bekr Sirâc)

SÂBİÎLER:
Aya ve yıldızlara tapan kimseler El-Cezîre (Cizre) ve Harran civârında yaşayan bu kimseler, yahûdîlik, hıristiyanlık ve mecûsîlik gibi çeşitli dinlerden bâzı inanışları alarak bir din meydana getirmişlerdir
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
O îmân edenler, o yahûdîler, o sâbiîler, o nasrânîler, o mecûsîler, o (Allah'a) eş koşanlar (yok mu?) Allah kıyâmet günü (bütün) bunların aralarını mutlaka ayıracak (ilâhî hükmünü verecek) tır Çünkü Allah her şeyi hakkıyla görüp bilendir (Hac sûresi: 17)
Şüphe yok ki îmân edenlerle, yahûdî olanlardan, sâbiîlerden, masrânîlerden kim Allah'a ve âhiret gününe îmân edip de sâlih amelde bulunursa, artık onların üzerinde hiçbir korku yoktur Onlar mahzûn da olacak değillerdir (Mâide sûresi: 69)
Sâbiîler, yıldızların büyük rûhlarının olduğunu kabûl ederler Hakîm, mukaddes, celâl ve azâmetine (büyüklüğüne) ulaşılması imkânsız, fakat rûhlar vâsıtası ile kendisine yaklaşılabilen bir yaratıcıya inanırlar Rûhlar, cevher olarak cismânî (cisim ol an) maddelerden ve cismânî melekelerden münezzehtirler Fiilde bunlar eşyâyı meydana getirir, yenileştirir ve bir hâlden diğer hâle değiştirirler Yedi seyyârenin (gezegenin) idârecileri bunlardan olup seyyâreler onların mâbedleri gibidir Seyyâreleri rûhlar hareket ettirirler Dünyâ hâdiselerini, rüzgârları, fırtınaları, zelzeleleri onlar idâre eder ve her varlığa kuvvet ve kânunlarını onlar dağıtırlar Domuzun, köpeğin, pençeli yırtıcı kuşların ve güvercinin etini yemezler, sünnet yaptırmazlar Dînî merâsim dilleri Süryânîcedir (Şehristânî)

SÂBİKÛN:
Asıl îtibâriyle peygamberler aleyhimüsselâm, onlara tâbi olmak bakımından Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn, peygamberlere vâris olmak bakımından müctehidler, müfessirler (tefsir âlimleri), muhaddisler (hadîs âlimleri) ve tasavvuf büyükleri
Sâbikûn, her hallerinde Peygamber efendimize uymaları vâsıtasıyle, zâhirde ve bâtında en yüksek mertebeye ulaşmışlar, güzel ahlâk sâhibi olmuşlar, kavuştukları yüksek mertebeden dönüp, aşağı inmeye ve böylece insanları Allahü teâlânın beğendiği yola girmeye dâvet etmekle (çağırmakla) vazîfelendirilmişlerdir (Abdülhakîm Arvâsî)
Mü'minler sâbikûnun sırlarını anlayamaz Kur'ân-ı kerîmde ayrı harflerle gösterilen işâretler, bunlara mahsûs sırlardır Râhat ve rahmet, bunlar içindir Kıyâmet gününün korkusundan emîn olanlar bunlardır Kıyâmetin dehşetinden, başkaları gibi ürkmez ler Kıyâmette bunlara husûsî muâmele yapılır Kendilerine ayrıca ikrâm olunur (Ahmed Fârûkî)

Sâbikûn-ı Evvelûn:
Dinlerini muhâfaza için yurtlarından ayrılan, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme son derece bağlılık gösteren muhâcirlerden, iki kıbleye karşı namaz kılmış olanlar veya Bedr gazvesinde (harbinde) bulunanlar veya Hudeybiye'de Bîat-ür-Rıdvân'da bu lunanlar veya hicretten evvel müslüman olanlar yâhut, Resûlullah'ı ilk tasdîk edenlerden olup, kendilerinden sonra insanların peşipeşine İslâm'a girdiği hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ali, hazret-i Zeyd bin Hârise, Osman bin Affân, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahmân bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Talhâ bin Ubeydullah (radıyallahü anhüm) ile Ensârdan (Medîneli müslümanlardan) birinci, ikinci ve üçüncü Akabe bîatlarında bulunanlar
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Muhâcirler ve Ensâr'dan olan Sâbikûn-ı evvelûn ve îmânda ve ihsânda bunların izinde gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır Onlar da Allahü teâlâdan râzıdırlar Allahü teâlâ onlar için altından ırmaklar akan cennetler hazırladı Orada ebedî (sonsuz) olarak kalacaklardır (Tevbe sûresi: 100)

SABR (Sabır):
Emirleri yapmakta, yasaklardan sakınmakta, başa gelen belâ ve musîbetlere tahammül etme, katlanma
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Peygamberlerden ülü'l-azm olanların sabr ettikleri gibi sen de sabr et! Onlara azab verilmesi için duâ etmekte acele eyleme (Ahkâf sûresi: 35)
Rablerine sabah akşam duâ eden ve O'na kavuşmak istiyenlerle birlikte bulun ve sabr eyle Onlardan başka bir yere bakma (Kehf sûresi: 28)
Sabr eden zafere kavuşur (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)
Her kim sabr ederse, Allahü teâlâ o kimseye sabrın hakîkatini ihsân eder Hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir ihsân verilmemiştir (Hadîs-i şerîf-Müsannef fil-Hadîs)
Sabrın başı acı, sonu bal gibi tatlıdır (Fakîrullah)
Sabr dînin yarısıdır (İmâm-ı Gazâlî)
Sabrın alâmeti, şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir (Abdullah Harrâz)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #19
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



Sabr-ı Cemîl:
Başa gelen belâ ve musîbetten dolayı feryad etmeden, insanlara şikâyette bulunmadan yapılan sabır, gösterilen tahammül
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Ya'kûb aleyhisselâm, oğullarına) dedi ki:Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp böyle (büyük) bir işe sürüklemiş Artık bana düşen sabr-ı cemîldir Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahü teâlâdan yardım isterim (Yûsuf sûresi: 18)
Sabır, kazâya rızâ göstermekten dolayı değil de başka maksadlarla olursa, buna sabr-ı cemîl denmez (İsmâil Hakkı Bursevî)

SABÛR (Es-Sabûr):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Her şeyi vakti gelince ve belli miktarı ile yaratan, bu hususta acele etmeyen, kendisine şirk (ortak) koşan ve başka günâhları işleyerek isyân edenleri cezâlandırmaya kâdir (gücü yetici) iken, cezâ vermekte acele etmeyen
Güneş doğduktan sonra yüz kere es-Sabûr ism-i şerîfini söyleyen kimse, belâlardan kurtulur (Yûsuf Nebhânî)

SÂCİD:
Secde eden Namazda alnını ve burnunu yere koyarak secde eden (Bkz Secde)
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
İblîsten başka bütün melekler secde ettiler, o (iblis) sâcidlerden olmadı (A'râf sûresi: 11)

SAD SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz sekizinci sûresi
Sad sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Seksen sekiz âyet-i kerîmedir Sad harfi ile başladığı için sûreye Sûret-üs-Sad denilmiştir Sûrede; müşriklerin (puta tapanların) bozuk yolda oldukları, Nûh, Sâlih, Hûd, Şuayb, Dâvûd, Süleymân, Eyyûb, İbrâhim, İshak, Ya'kûb, İsmâil, İlyâs, Zülkifl ve Âdem aleyhimüsselâmın kıssaları, hak yolda peygamberlerin çektikleri eziyetler ve sonunda nusret-i ilâhiyyeye (Allahü teâlânın yardımına) kavuştukları bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî)
Allahü teâlâ, Sad sûresinde meâlen buyuruyor ki:
(Habîbim) Kuvvet sâhibi Dâvûd'u an! O, her zaman Allah'a tövbe ederdi (Âyet: 17)
Kim Sad sûresini okursa, Allahü teâlânın, Dâvûd aleyhisselâmın emrine verdiği dağların ağırlığının on katı sevâb verilir Ve büyük küçük bütün günahlara ısrardan muhâfaza edilir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

SADAKA:
1 Allahü teâlânın rızâsına niyet ederek ve karşılık beklemeden muhtâc olanlara, fakirlere, hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte, ihsânda bulunma
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey îmân edenler! Sadakalarınızı; insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek sûretiyle boşa çıkarmayın (Bekara sûresi: 264)
Akrabâya sadaka vermek, ecîr (sevâb) bakımından iki kattır (Hadîs-i şerîf-Kenzül-Ummâl)
Yediğin şey sadakadır Zevcene yedirdiğin şey, senin için sadakadır Hizmetçine yedirdiğin şey, senin için sadakadır Her iyilik sadakadır (Hadîs-i şerîf-Dimyâtî)
Hoş (güzel) söz, bir sadakadır (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Mü'min kardeşinin yüzüne tebessüm etmek sadakadır (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred)
Sadaka; belâları önler, ömrü uzatır, bedene sıhhat verir, malı arttırır (S Abdülhakîm Arvâsî)
Ölüler için duâ ve istiğfâr ederek ve onlar için sadaka vererek, imdâdlarına yetişmek lâzımdır (Ahmed Fârûkî)
Zekât borcu veya başka borcu olanın sadaka vermesi sevâb olmaz, günâh olur (S Abdülhakîm Arvâsî)
2 Zekât
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Sadakalar; Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, (zekât toplayan) me'murlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyen esir ve) kölelere, (borcuna karşılık malı olmayan) borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihâd edenlere, (parasız kalmış) yolcuya mahsûstur (Tevbe sûresi: 60)
Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları (günahlarından) temizleyesin, onların (sevâblarını) artırıp yüceltesin Ve onlara duâ et; çünkü senin duân, onlar için bir rahatlık ve huzûrdur (onların ızdırablarını yatıştırır) Allah onların îtirâflarını (senin de duânı) işitici, kalblerindeki pişmanlığı bilicidir (Tevbe sûresi: 103)
Sadaka vermekle mal azalmaz Allahü teâlâ, affedenleri azîz eder Allah rızâsı için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
3 Ganîmet
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
(Ey Resûlüm!) Onlardan, sadakaların taksimi husûsunda seni ayıplıyanlar da vardır Sadakalardan onlara da bir pay verilirse râzı olurlar, şâyet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar (Tevbe sûresi: 58)

Sadaka-i Câriye:
Yapıldıktan sonra sevâbı devâm eden hayırlı, iyi işler Devamlı hayra sebeb olan sadaka
Bir mü'min vefât edince, bütün amelleri biter Yalnız üç ameli bitmeyip, bunların sevâbı amel defterine yazılmaya devâm eder Bu üç amel; sadaka-i câriye, faydalı ilim (kitabları) ve kendisine hayırlı duâ eden sâlih evlâddır (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim ve Sahîh-i Buhârî)

Sadaka-i Fıtır:
İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, h urma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın veya gümüş Fıtra da denir (Bkz Fıtra)
Allahü teâlâ, sadaka-i fıtr veren zenginlerinizi günâhlardan temizler (mallarına, işlerine bolluk ve bereket verir) Sadaka-i fıtr veren fakirlerinize de, daha fazlasını verir (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Sadaka-i fıtr olarak 1750 gr buğday veya buğday unu veya 3500 gr arpa veya bu miktâr hurma veya kuru üzüm verilirBunların kendisi verilebildiği gibi, kıymeti kadar altın ve gümüş de verilebilir (Kâşânî, İbn-i Âbidîn)
İslâmiyet'in vâcibleri yedidir Sadaka-i fıtr, yakın akrabânın nafakası, vitr namazı, kurban kesmek, umre yapmak, anaya babaya hizmette bulunmak ve hanımının kocasına hizmeti (Alâüddîn Haskefî)

SADÂKAT:
Dostluk; bir kimseye Allahü teâlâ için kalbden bağlılık; doğruluk İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh, Doğruların yardımcısıdır hazret-i Allah
(Ziyâ Paşa)

SÂDÂT:
1 Seyyidler Hazret-i Hüseyin'in soyundan gelenler (Bkz Seyyid)
Sâdât'ın kıymetini bilmelidir Çünkü onlar Resûlullah'ın torunları olup O'nun mübârek zerrelerini taşırlar (İmâm-ı Rabbânî)
2 Evliyânın büyüklerinden olan zâtlar

SÂDIK:
1 Velî, Allahü teâlânın sevgili kulları
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey mü'minler! Allahü teâlâdan korkun ve dâimâ her zaman sâdıklar ile birlikte bulunun (Tevbe sûresi: 120)
2 Doğru, yalan ve uydurma olmayan Doğru sözlü, sözünde duran
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
"Bu (Allahü teâlânın Cennet'te cemâlini göstereceği) zaman sâdıka sıdkının fayda vereceği zamandır (Mâide sûresi: 119) Sâdık dost ve hâlis kimyâ, Az bulunur, hiç arama
(İmâm-ı Şâfiî)
Sâdık dost, arkadaşının hüzün ve sevinçte ortağı olandır (İmâm-ı Şâfiî)
Sâdık öyle kimsedir ki, dili hak söz konuşur ve sevâb kazandıracak laf söyler Sâdık, Allahü teâlânın kılıcıdır Kılıca karşı kim durabilir Kılıca karşı duran iki parça olur (Zünnûn-i Mısrî)
Sâdık kul, amel etmeden, hâlis kul amel edince, amelin tadını alır (Ebû Türâb Nahşebî)




Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #20
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



SADİST:
Başkasına eziyet ve sıkıntı vermekten, sapık işleri yapmaktan zevk alan ruh hastası kimse
Tıp ve fen fakültelerinde okuyup da, mahlûklardaki san'at inceliklerini, aralarındaki hesaplı bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başında bir kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, büyüklüğüne, ilmine, kudretine inanmaması mümkün değildir İnanmayanın, anormal, geri kafalı, câhil olması, yâhut inâdcı, şehvetlerine düşkün bir budala olması veya nefsinin esiri, işkence yapmaktan zevk alan, zâlim bir sadist olması lâzım gelir Kâfirlerin hayat hikâyeleri incelenirse, bu üç kısımdan biri olduğu hemen ortaya çıkar (Seyyid Abdülhakîm bin Mustafa)

SADR-I EVVEL:
Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının (sahâbe-i kirâmın) ve onları gören müslümanların (Tâbiînin) yaşadığı asır
Sadr-ı evvelden sonra, minâre, mekteb, kitab gibi sonradan yapılmış şeyler bid'at yâni dinde reform değildir Bunlar dîne yardımcı şeylerdir İslâmiyyet bunlara izin vermiş hattâ emretmiştir (Abdülganî Nablüsî)

SAF:
Dizi, sıra Namazda cemâatin sırası
Saflarınızı düzeltiniz Dosdoğru yapınız (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)
Safları düzeltmek namaz kılmanın bir parçasıdır (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Saflarınız ileri geri olmasın Böyle olursa kalbleriniz de böyle karışık olur (Hadîs-i şerîf-Günyet-üt-Tâlibîn)
Cemâatle namaz kılarken öndeki safta boş yer var iken, arka safta durmak ve safta yer yok iken, saf arkasında yalnız durmak mekrûhtur Safta yer olmayınca, yalnız başına durmayıp, rükû'a kadar birini bekler Kimse gelmezse, öndeki safa sıkışır Öndek i safa sığmazsa, güvendiği birini arkaya çeker Güvendiği kimse yoksa, yalnız durur (İbn-i Âbidîn)

Saf Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin altmış birinci sûresi
Saf sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi) On dört âyet-i kerîmedir Dördüncü âyet-i kerîmede mü'minlerin saf saf olup Allah yolunda savaştıkları anlatıldığı için Sûret-üs-Saf denilmiştir Sûrede; insanların yapamayacakları şeyler hakkında söz vermeleri nin kötülüğü, düşman karşısında azimle cihâd edenlere karşı Allahü teâlânın muhabbeti, İslâmiyet'i kabûl etmeyenlerin kötülenmesi, Allahü teâlânın dînini koruyacağı, en hayırlı işin îmân ve Allah yolunda cihâd etmek olduğu, bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Saf sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Ey mü'minler! Allahü teâlânın (dînini yaymakta O'nun Resûlüne) yardımcı olunuz Nitekim Meryem oğlu Îsâ aleyhisselâm, havârîlere; "Allahü teâlânın dînini yaymakta kimler bana yardımcıdır?" demişti Havârîler de; "Biziz, Allahü teâlânın dîninin yardımcıları" demişlerdi (Âyet: 14)
Müşrikler istemese de, İslâm dînini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resûlü Muhammed'e (aleyhisselâm sebebi hidâyet olan) Kur'ân ve İslâm dîni ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır (Âyet: 9)
Kim Saf sûresini okursa, Îsâ aleyhisselâm ona duâ eder Dünyâda kaldığı müddetçe onun için istigfâr (tövbe) eder, kıyâmet günü onun arkadaşı olur (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzil ve Esrâr-üt-Te'vîl)

SAFÂ VE MERVE:
Kâbe-i muazzamanın yakınındaki iki tepenin adı Hac ve umre esnâsında sa'y denilen hac vazîfesini yaparken Safâ tepesinden sonra Merve tepesine gidilir
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Şüphe yok ki, Safâ ile Merve Allah'ın şeâirinden (Allahü teâlâya ibâdet etmeye vesîle olan nişâneler, alâmetlerden) dir İşte kim o Beyti (Kâbe'yi) hac veya umre niyetiyle ziyâret ederse, bunları (Safâ ile Merve'yi) güzelce tavâf etmesinde bir günâh yoktur (Bekara sûresi: 158)
İbrâhim aleyhisselâm, İsmâil aleyhisselâmla annesi Hâcer'i Mekke'ye bıraktığında erzakları ve suları bitti Çocuğuna su aramak için önce Kâbe yakınındaki Safâ tepesine çıktı Sonra vâdiye karşı durup, baktı Kimseyi göremeyince, Safâ tepesinden vâdiye indi Vâdiye varınca ayağını çelmesin diye entârisinin eteğini topladı Sonra çok müşkil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu Nihâyet vâdiyi geçip Merve tepesine geldi Orada da biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim diye baktı fakat hiçbir kimseyi göremedi Hâcer, bu sûretle Safâ ile Merve arasında yedi defâ gidip geldi İşte bunun için hacılar Safâ ile Merve arasında sa'y ederler Hâcer son defâ Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve iyice dinledikten sonra şimdiki zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir melek (Cebrâil aleyhisselâmı) görüp oraya gitti (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)
Haccın vâciblerinden birisi, Safâ ile Merve tepesi arasında sa'y ederken Safâ'dan başlamaktır Safâ tepesine çıkınca, Kâbe'ye döner Tekbir, tehlîl ve salevât getirir Sonra iki kolunu omuz hizâsında ileri uzatıp ve avuçlarını semâya doğru açıp duâ e der Sonra Merve'ye doğru yürür Safâ'dan Merve'ye dört, Merve'den Safâ'ya üç kere gidilir (Molla Hüsrev)

SÂFFÂT SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz yedinci sûresi
Sâffât sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Yüz seksen iki âyet-i kerîmedir İlk âyet-i kerîmede geçen saf tutmuş melekler mânâsına gelen Sâffât kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede; Allahü teâlânın birliği, kâfirlerin âhirette uğrayacakları azablar, îmân edenlere âhirette verilecek mükâfâtlar, Nûh, İbrâhim, İshak, Mûsâ, Hârûn, İlyâs, Lût ve Yûnus aleyhimüsselâmdan, sâlih kullardan, Allah yolunda olanların mutlaka gâlib geleceği bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Sâffât sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, göklerin ve yerin ve bunlar arasında ne varsa hepsinin Rabbidir O, maşrıkların (doğuların) da Rabbidir Hakîkat biz (size) en yakın göğü bir zînetle, yıldızlarla (donatıp) süsledik (Onu itâatten çıkan) her mütemerrid şeytandan koruduk Böylece onlar, mele-i a'lâya kulak verip dinleyemezler, her yandan koğularak atılırlar Onlar için (âhirette de) ardı arası kesilmez bir azâb vardır (Âyet: 5-9)
Kim Yâsîn ve Sâffât sûresini Cumâ günü okur, sonra da Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, Allahü teâlâ ona dilediğini verir (Hadîs-i şerîf-İbn-i Neccâr)
Kim kıyâmet günü tam ve kâmil anlamda sevâb almayı arzu ederse, oturmakta olduğu meclisten kalkacağı sırada, Sâffât sûresinin son üç âyet-i kerîmesini okusun (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i İbn-i Kesîr)

SAFİYY:
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ganîmet taksîminden önce kılıç, zırh ve at gibi seçip aldığı bâzı şeyler
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Bedr muhârebesinde zülfikâr isimli kılıcı safiyy olarak almışlardı (Ebû Ubeyd Kâsım bin Sellâm)

SAFİYYULLAH:
"Allahü teâlânın temiz kıldığı, seçtiği" mânâsına, Âdem aleyhisselâmın lakabı
Âdem aleyhisselâm Safiyyullahtır Allahü teâlâ onu kendi kudreti ile halketti (yarattı) Kendi rûhundan üfledi Aksırınca ona hamdetmeyi, her şeyin ismini ve faydasını bildirdi Melekleri ona secde ettirdi Bütün insanların babası oldu Onu yeryüzünd e kendi halîfesi kıldı Şeytanı onun sebebiyle ebedî kovdu Kendisi Safiyyullah olduğundan, temiz ve habîs rûhları, cennetlik veya cehennemlikleri ayırır, fark ederdi (Bkz Âdem Aleyhisselâm) (Molla Miskin Muhammed Muîn)

SAFİZM:
Kadının kadına şehvetle bakması ve dokunması Kadınlar arasındaki homoseksüellik
Safizm, yabancı erkeklerin bakması ve dokunması gibi haramdır Allah'tan korkan kadınların, kocasından başkasına, erkek ve kadın, kim olursa olsun yabancıya süslenmeleri câiz değildir (İmâm-ı Rabbânî)

SAFVET:
Temizlik, hâlislik, paklık
Safvet ancak güzel ahlâk ile mümkündür (Celâleddîn Muhammed Devânî)
Safvet niyete bağlıdır Niyeti hayır olanın âkıbeti (sonu) de hayır olur Niyeti bozuk olanın âkıbeti de bozuktur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

SAGÂİR:
Küçük günâhlar Küçük sayılan günahlar (Bkz Günâh-ı Sağîre)
Sagâiri tekrâr işlemekte ısrâr etmek, büyük günâhtır (Muhammed İznikî)
Sagâirden birini yapmamak bütün cihânın nâfile ibâdetlerinden daha sevâbtır (Abdülhakîm Arvâsî)
Farz namazları vakti girmeden önce kılmak ve vakti çıktıktan sonra kılmak kebâirdir, büyük günâhtır Büyük günâh, ancak tövbe etmekle affolur Sagâiri affettirecek şeyler çoktur Tövbe ederken kılmadığı namazları kazâ etmesi lâzımdır (İbn-i Nüceym)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #21
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



OTUZ ÜÇ FARZ:
Her müslümanın öncelikle bilmesi ve yapması lâzım olan îmân ve ibâdet bilgileri
Otuz üç farz meşhûr olup şunlardır:
Îmânın şartı altı İslâm'ın şartı beş Namazın farzı on iki Abdestin farzı dört Guslün (boy abdestinin) farzı üç Teyemmümün farzı üç (Teyemmümün farzına iki diyenler de vardır Böylece hepsi otuz iki farz olur) (Kutbüddîn İznikî)
İslâm nikâhını yaptıracak olan dâmât ve gelin, otuz üç farzı bilmeli ve bunlara inanmalıdırlar Eğer bilmiyorlarsa nikâh kıyacak kimse, Besmele, hamd ve salevât (Peygamber efendimize duâ) okuduktan sonra, bu otuz üç farzdan; îmânın ve İslâmın şartlar ını münâsib bir yolla dâmât ve geline öğretmelidir (S Abdülhakîm Arvâsî)


ÖDÜNÇ VERMEK:
Çarşıda misli yâni benzeri bulunan her şeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli geri verilmek üzere verme (Bkz Karz-ı Hasen)
Bir müslümana Allah rızâsı için ödünç veren kimseye, her gün için sadaka sevâbı verilir (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Ödünç vermek, tasadduk etmekten (sadaka vermekten) on sekiz derece daha fazîletlidir (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet, Ey Oğul İlmihâli)
Ödünç alan kimse, hakkıyla ödemeği niyet ederse, borcunu ödemesi için melekler ona duâ eder (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Ödünç vermek çok sevâbdır Îcâb ve kabûl ile (aldım, verdim gibi sözleşme ile) sahîh (geçerli) olur Bir altın ödünç alan bir altın öder Değeri değişti diyerek önceki veya sonraki değerde gümüş veya kâğıt lira veremez Ev, dükkan, elbise gibi kıyemî olan yâni misli (benzeri) bulunmayan şeyleri ödünç vermek fâsittir Kullanılması harâm olur (Muhammed Mevkûfâtî)
Ödünç verirken, zaman tâyin etmemeli Çünkü, zaman tâyin ederse, malı, misli (benzeri) ile veresiye satmış olur Bu ise fâiz olur Senede ödeme târihi koymamakla, ödünç veren verdiğini geri almak hakkına her zaman sâhib olmakta, belli bir zamânı bekl emek zorunda kalmamaktadır Zaman tâyin etmeksizin ödünç vermeli ve arzû ettiği zaman isteyip geri almalıdır (Hamzâ Efendi)
Çok malı olmayan veya çoluk, çocuğu sıkıntıya sabredemediği hâlde bunların ihtiyâçlarını karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya kendisi muhtâc olan kimsenin ödünç vermesi isrâf olur (İbn-i Âbidîn)
Ödünç verirken bir menfaat şart koşmak fâiz olur (Süleymân bin Cezâ)

ÖFKE:
Kızma, sinirlenme, hiddet (Bkz Gadab)
Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı Bunlar az bulunsa da, mallarını Allah yolunda verirler Öfkelerini belli etmezler Herkesi affederler Allahü teâlâ ihsân edenleri sever (Âl-i İmrân sûresi: 133)
Kızdığı zaman öfkesini yenerek yumuşak davranan kimseyi Allahü teâlâ sever (Hadîs-i şerîf-İsfehânî)
Hiç kızmamak değil, öfkesini yenmek fazîlettir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Öfkesini yenen, kendisine yapılan kötülüğü affeden kimseyi Allah korur ve düşmanını ona boyun eğdirir (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Dostunu günâhlarından dolayı mâzur gör Kusurlarını ört Sefîhlerin verdikleri sıkıntıyı, zamânın cefâlı işlerini sabır ve metânetle karşıla Zâlimlere karşı mukâbelede bulunma Onları Allahü teâlâya havâle et Bil ki, halîmlik, yâni yumuşaklık öfkel i olmaktan hayırlıdır (İmâm-ı Mâverdî)

ÖLÜM:
Rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, rûhun bedenden ayrılması, mevt
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Her nefs (canlı) ölümü tadacaktır (Âl-i İmrân sûresi: 185)
İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
İnsanlara vâiz olarak (öğüt ve ibret verici, nasîhat edici olarak) ölüm yetişir Zenginlik isteyene, kazâ ve kadere îmân etmek yetişir (Hadîs-i şerîf-Beyhekî ve Taberânî)
Ölümü çok hatırlayınız Onu hatırlamak, insanı günâh işlemekten korur ve âhirete zararlı olan şeylerden sakınmağa sebeb olur (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ölümden sonra olacak şeyleri bildiğiniz gibi, hayvanlar da bilselerdi, yemek için semiz hayvan bulamazdınız (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Gece ve gündüz ölümü hatırlayan kimse, kıyâmet günü şehidler yanında olacaktır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil: İhtiyârlık gelmeden önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, meşgûliyetten önce boş vaktin ve ölmeden önce hayâtın (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)
Ölümden korkuyor ve hazırlığımız yok diyorsak ne duruyoruz? Ne yapacaksak bir an önce yapalım Yarın vakit el verir mi, bunu bilmiyoruz Giden günler sermâye-i ömürden gidiyor Sonra bu sermâye âniden tükenir de haberimiz bile olmaz (Ali Hâfız) İsterse bu dünyâ hep senin olsun, Şân ü şöhret şerâfetinle dolsun, Halk-ı zaman hep emrinde bulunsun Âhiri ölümdür ne hayaldesin
(Alvarlı Muhammed Lütfi)

ÖMR (Ömür):
Hayat, yaşama, yaşayış İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman
Kur'ân-ı kerîmde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:
Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır (Fâtır sûresi: 11)
Allahü teâlâ ezelde insanları yaratırken; ecellerini, ömürlerini ve rızıklarını takdir etmiştir (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Kazâ-ı muallakı hiçbir şey değiştirmez Yalnız duâ değiştirir ve ömrü yalnız ihsân, iyilik artırır (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
İnsanların en iyisi, ömrü uzun, ameli güzel olan kimsedir İnsanların en kötüsü, ömrü uzun, ameli kötü olandır (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Kıymetli ömrü lüzumsuz mübâhlara (dinde izin verilen şeylere) bile harcamamalıdır Haramla geçirmemek ise elbette lâzımdır (İmâm-ı Rabbânî)
Bir kimse binlerce sene ibâdet etse, ömrünü nefsini temizlemekle geçirse ve güzel huylar ile yanındakilere ve keşfettiği âletler ile bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed aleyhisselâma tâbi olmadıkça, uymadıkça seâdete, mutluluğa kavuşamaz (İmâm-ı Rabbânî)
Kıyâmet günü makbûl olanlardan, kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iyi işleri yapınız! Sünnet-i seniyyeye, yâni Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yoluna sarılınız Bu yola uymayan hiçbir şey yapmayınız! Ömrünüzü lehv ve la'b ile yâni oyun ve eğlence ile ziyân etmeyiniz; çocuklar gibi top oynamakla vaktinizi elden kaçırmayınız! (İmâm-ı Rabbânî)
İnsan ömrü, çölde bir kerecik esen rüzgâr gibidir Çok çabuk geçer (Şeyh Sâ'dî-i Şîrâzî)
Yavrularım ömür çok kısadır Oyun ve eğlence zamânı değildir Yakında yaptıklarınıza pişman olursunuz (Ali bin Şihâb)
Bir kimsenin ömründen bir saati, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçerse, ne kadar çok pişman olsa, üzülse yeridir Bir kimse kırk yaşını geçtiği halde, onun hayırlı işleri, yâni sevapları, kötü işlerinden yâni günahlarından ziyâde olmadı ise C ehennem'e hazırlansın (İmâm-ı Gazâlî) Ömür tamam olup defter dürülür, Sırat köprüsü ve mîzân kurulur, Hakk'ın dergâhında elbet durulur, Buyruğu tutulur ferman eğlenmez
(Azîz Mahmûd Hüdâyî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #22
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



ÖMRE (Umre):
Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek (Bkz Umre)

ÖMRÎ HİBE:
Bir kimseye; "Ömrün boyunca evim senin olsun" diyerek yapılan hibe
Ömrî hibe câizdir Hibe yapılan kimse vefât edince ev sâhibine, ölmüşse mîrâsçılarına verilir (Abdullah Mûsulî)

ÖRF:
İslâm hukûkunun kaynaklarından; dînin ve aklın güzel gördüğü, beğendiği şey (Bkz Âdet)
İslâm hukûkunun kaynakları iki kısımda mütâlaa edilir Kitab (Kur'ân-ı kerîm), Sünnet (Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sözleri, işleri ve görüp de mâni olmadıkları hususlar), icmâ' (bir asırda bulunan müctehid denilen âlimlerin bi r işte sözbirliği etmeleri) ve kıyas (ictihâd) Bu dört ana kaynaktan başka, ikinci derecede (tâlî) kaynaklar da vardır ki, bunlardan birisi de örf ve âdetlerdir (İbn-i Nüceym)
Zamânın değişmesiyle, örf ve âdete dayanan ahkâm (hükümler) değişebilir Nassa (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfe) dayanan ahkâm zamanla değişmez İbâdetlerde nass ile bildirilmiş olmayan bir hükmü anlamak ve bildirmek için umûmî âdetler delil olur Âd etin umûmî olması için Eshâb-ı kirâm zamânından kalma ve müctehidlerin kullanmış olmaları lâzımdır Yâni Eshâb-ı kirâm (ranhüm ecmaîn) ve müctehid denilen âlimler zamânında başlayan ve devâm eden âdetler, helâle delil olurlar Sonradan âdet olan şey ler, şer'î delil olmaz Muâmelattaki (alış-veriş, ticâret gibi mes'elelerde) hükümler için bir beldenin, memleketin nassa muhâlif (aykırı) olmayan âdetleri delîl olur Ancak bunları fıkıh âlimleri anlar (İbn-i Âbidîn, Ali Haydar Efendi)

ÖŞR (Öşür, Uşur):
Onda bir Topraktan alınan mahsûlün zekâtı
Öşür vermek dînî delîllerle sâbittir Nitekim "Ekinin hakkını biçildiği gün verin" (En'âm sûresi: 141) meâlindeki âyet-i kerîme ile farz kılınmıştır (İbn-i Âbidîn)
Semânın (yağmurun) suladığı mahsûlde öşür, kova veya dolapla sulanan mahsûlden öşrün yarısı vardır (Hadîs-i şerîf-Nasb-ur-Râye)
Hanefî mezhebinde yağmur veya nehir suyu ile sulanan öşürlü toprak mahsûlü miktarı az olsa da ve çabuk çürüyen, bozulan sebze, meyve olsa da, onda biri öşr olarak verilir Hayvan ile veya dolab ile, makina motor ile sulananın yirmide biri verilir Hi çbir masraf çıkmadan önce vermek lâzımdır (İbn-i Âbidîn)
Çift sürmekle olsun, bağdan hâsıl olsun, mahsûlün öşrünü fakir müslümana vermeden önce yemek haramdır Eğer ölçü ile çıkarıp ölçü ile yedikten sonra, yediğinin de öşrünü hesaplayıp verirse, yediği helâl olur On kile buğdayı olan, bir kilesini müslüm an fakire vermezse, yalnız o bir kilesi değil, on kilenin hepsi haram olur (Abdurrahmân İmâdî)

ÖZR (Özür):
1Abdesti bozan bir şeyin bir namaz vakti durdurulamayıp, devâm etmesi İdrârını tutamama, iç sürmesi, yel kaçırmak, burun kanaması, yaradan kan, sarı su akması, ağrı ile göz yaşı akması birer özür olup, özürlü erkeğe mâzûr, kadına ma'zûre denir
Bir ilâçla veya bağlamakla veya namazı oturarak îmâ ile kılmakla, özrü durdurmak vâcibdir (İbn-i Âbidîn)
Özürsüz sağlam iken kılmadığı namazları hasta ve özürlü iken kazâ etmek câizdir (olur) (Halebî)
2 Mâzeret Af talebi, engel
Müslüman kardeşinin özrünü kabûl etmemek, günâh olur (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Özrü kabûl etmek ve kusurları affetmek Allahü teâlânın sıfatlarındandır Böyle olmayan kimseye Allahü teâlâ azâb eder (Hâdimî)
Mü'min affetmesi için özür dilenmesini bekler Münâfık (iki yüzlü) ayıbların ortaya çıkmasını ister (Hâdimî)
Canına-malına saldıracak düşman korkusu, hasta, kötürüm olmak, çok ihtiyârlık, şiddetli soğuk ve sıcak; cemâate ve Cumâ namazına gitmemek için özürdür (Hâdimî)
Keffâret orucu; hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa veya Ramazana rastlarsa yeniden altmış gün tutmak lâzım olur (İbn-i Âbidîn)
Bugün îmânı ve küfrü tanımamak ve ibâdetleri doğru yapamamakta câhillik (bilmemek) özür olmaz Öğrenmek lâzımdır (Molla Hüsrev)

Özr Sâhibi:
Bir namaz vakti içinde yâni namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp yalnız farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamayan yâni idrâr ve başka akıntılar gibi abdesti bozan şeylerden biri kendisinde devamlı mevcûd olup durduramayan kimse İstihâzalı olan
Özür sâhibinin özrü, sonraki her namaz vaktinde bir kere biraz çıkınca özrü devâm ediyor sayılır Bir farz namazın vaktinde hiç gelmezse yâni bir namaz vakti başından sonuna kadar özürsüz geçerse, o kimse özür sâhibi olmaktan kurtulur (Halebî)
Özür sâhibi her namaz vakti için ayrı abdest alır Abdestini bozan başka bir şey olmadıkça bu abdest ile o vakit içinde dilediği kadar namaz kılar (İbn-i Âbidîn)
İmâm olabilmenin şartlarından biri de özür sâhibi olmamaktır Özürlü olan özürlü olmayanlara imâm olamaz Özürleri birbirine benzeyenler birbirlerine ve bir özürlü olan iki özürlü olana imâm olabilir Mâlikî ve Şâfiî mezhebinde özürlü olan, özürsüz o lana imâm olabilir (Şernblâlî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #23
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



PAPA:
Katolik mezhebine mensûb hıristiyanların en yüksek rûhânî (dînî) lideri Atalar atası mânâsına gelen papa, Roma'da bulunur Îsâ aleyhisselâmın dînini yaymak için seçtiği on iki havârîden mürted olan (dinden çıkan) Yehûda (Judas) ilk papa olarak kabûl edilir Aynı zamanda Roma piskoposu olan papanın aldığı kararlarda yanılmaz olduğuna inanılır Papa, kardinaller meclisi tarafından seçilir
Bugün papa, Vatikan sarayında bir hükümdâr gibi hareket etmektedir Papaya bu hakkın tanınması, 1870'de İtalya birliğinin kurulup Roma'nın ele geçirilmesinden sonra olmuştur Papaların hıristiyan devletleri üzerindeki siyâsî otoriteleri kalkmakla ber âber, halka te'sir etmede ve kilise adına vergi toplamadaki te'sirleri devâm etmektedir Lüks bir hayat yaşayan papanın ve papalığın masrafları hıristiyan halkından toplanan kilise vergisi ile karşılanmaktadır (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Orta çağda hıristiyanlık dîni, papaların oyuncağı hâline geldi Papalar istemediği her kişiyi dinden aforoz ediyor, istediğini affediyor, para karşılığı Cennet'ten arsa satıyorlardı Engizisyon mahkemelerinde binlerce insanı aforoz ettikten sonra işk enceyle öldürtüyorlardı Papalar, makamlarını kuvvetlendirmek ve servetlerini artırmak için akıl almaz yollara baş vurdular Galile, Kopernik, Newton dünyânın döndüğünü İslâm âlimlerinin yazdığı kitablardan öğrenip söyleyince, bu sözleri suç sayıldı Galile, papa tarafından aforoz edildi (Harputlu İshâk Efendi)
Hıristiyanlar Îsevîlik (Nasrâniyyet) dîninin esâsını değiştirdiler Papayı günâhsız kabûl ettiler Papazlara günâh çıkarmak gibi yetki verdiler İnsanların günahkâr olarak doğduklarını iddiâ ettiler Teslis yâni üçlü tanrı sistemini kabûl ettiler Üç lü tanrı inanışına karşı çıkan papalar oldu Meselâ Papa Honorius hiçbir zaman üçlü tanrı sistemi olan teslisi kabûl etmediği için, öldükten kırk sekiz sene sonra İstanbul'da toplanan Sinod (rûhânî meclis) tarafından resmen lânetlenmiştir (El-Hâc Abdullah bin Destan Mustafa)
Papaların arasından çok korkunç câniler çıktı Bunlardan biri olan papa Borjiya (Borgia), düşmanlarını ve bunların arasında bulunan din adamlarını türlü türlü zehirlerle öldürdü, mallarını gasb etti Her türlü rezâleti işledi Kız kardeşi ile karı ko ca hayâtı yaşadı Bütün bunlara rağmen, mukaddes ve günahsız sayıldı (Şemseddîn Sâmi, Yeni Rehber Ansiklopedisi)

PAPAZ (Papas):
Hıristiyan din adamlarına verilen ad
Akıldan ve ilimden mahrûm olan papazlar, İslâm dînine ve onun yüce peygamberine karşı korkunç iftirâ yapıp yalanlar uydurdular İslâm âlimleri, papazlarla yaptıkları çeşitli münâzaralarda onları cevap veremez hâle getirdiler Hıristiyanlar içinde de papazların zulümlerine, akıl ve mantıktan uzak inanışlarına isyân edenler çıktı Luther ismindeki papaz, papaya isyân etti İncîl'i Almanca'ya tercüme etti İncîl'de bulunmayan; papazların evlenmesi, evlenenlerin bir daha ayrılmaması, günâh çıkarmak ve haça tapmak gibi hususları hıristiyanlık dîninden çıkardı Böylece protestan denilen başka bir hıristiyan mezhebi ortaya çıktı (Rahmetullah Efendi)
Roma kilisesi diğer din mensublarını ve vahşi kavimleri hıristiyanlaştırarak nüfûzunu artırmak için dünyânın her tarafında husûsî katolik mektebleri kurdu Hıristiyanlığı duyurmak ve yaymak için misyoner ismini verdikleri çok müteassıb (yanlış inanış larında ısrâr eden) papazlar yetiştirdi Bu papazlar gittikleri yerlerde câhilleri aldattılar Anayı kızının, oğulu babasının aleyhine kışkırtarak birbirlerine düşman ettiler (Harputlu İshâk Efendi)

PARA:
Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara di rhem denir
Geçen ümmetlerin herbirine fitneler verildi Benim ümmetimin fitnesi mal ve para toplamak olacaktır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Bir kimse helâl para ile binâ yaparsa, insanlar bundan faydalandığı müddetçe kendisine sevâb verilir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Bir zaman gelecek ki, insanlar yalnız malın, paranın gelmesini düşünüp helâlini haramını düşünmeyecekler (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Malı, parayı İslâm dîninin izin vermediği yerlere sarf etmemeli, izin verilen yere de israf etmemelidir Parayı oyunlara, haramlara, çalgılara, süslenmeye, gösteriş yapmaya, öğünmeye, mal toplamaya kullanmamalıdır Bunlara dikkat edince mal, para zar ardan kurtulur ve dünyâlıklar âhiretlik hâlini alır Belki de bunlara dünyâ denmez (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî)
Haram olarak ele geçen bir kuruş parayı sâhibine geri vermek, yüz kuruş sadaka vermekten daha sevâbdır (Abdullah bin Mübârek)
Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin arkadaşları) ve Tâbiîn-i ızâm (Sahâbe-i kirâmı gören büyükler) zamanlarında paralar üzerine mübârek kelimeler yazılmadı Çünkü para alış-veriş vâsıtası olduğundan muhterem (saygıya değer) değildir Ehl-i sünnet (P eygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda) olmayan hükûmetler meselâ Fâtımîler, Resûlîler gibi müslüman ismini taşıyan ve İslâmiyet'e uymayan devletler, para üzerine âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf yazmışlar, milleti kandırmışlardır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

PASKALYA:
Hıristiyanların inanışlarına göre, Îsâ aleyhisselâmın haça gerildikten sonra dirilerek göğe yükselmesi ile ilgili olarak her yıl Mart ayının on dördüncü gününden sonra gelen ilk Pazar günü yaptıkları şenlik, âyin
Hindûların bayram günlerine ve ateşe tapınanların Nevrûz günlerine ve hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek (saygı göstermek) ve o zamanlarda onların âdetlerini onlar gibi yapmak küfre (îmânsızlığa) sebeb olur Kâfirler in bayramlarında, paskalya ve yortularında, müslümanların câhilleri, müslüman olmayanların yaptıklarını yapıyor ve bu günleri müslüman bayramı zannediyor ve kâfirler gibi birbirlerine hediye gönderiyorlar Eşyâlarını sofralarını kâfirlerin yaptığı gibi süslüyorlar O geceleri başka gecelerden ayırd ediyorlar Bunlar hep şirktir, îmânsızlıktır (Ahmed Fârûkî)

PATRİK:
Ortodoks mezhebine mensûb hıristiyanların, en büyük rûhânî (dînî) lideri
1054 (H 446) yılına kadar Roma'daki papaya bağlı kalan İstanbul patriği Mihâel Kirolarius, papadan ayrılarak şark (doğu) kilisesini kurdu Ortodoks kilisesi adını alan bu kilisenin idâresini eline aldı Bundan sonra ortodoks kiliselerinin merkezi İs tanbul Fener'deki patrikhâne oldu Ortodoksların en büyük dînî lideri olan patrik, İstanbul'da bulunmaktadır (Harputlu İshâk Efendi)
İslâm dîninin herkesi kendi dînî yaşayışında serbest bırakmasından ve müslümanların hoşgörüsünden istifâde eden patrikler, zamanla kendilerine verilen hak ve hürriyetleri kötüye kullandılar Himâyesinde yaşadıkları İslâm devletlerini yıkmak ve hırist iyan tebeayı devlete karşı ayaklanmaya teşvik etmek için çalıştılar Osmanlı Devleti'nin duraklama ve gerileme devirlerinde dînî faâliyetleri bırakıp siyâsî faâliyetlerde bulundular Sultan İkinci Mahmûd Han, Boğdan-Eflâk ve Mora isyânlarını plânlayan ve Osmanlı Devleti'ni parçalayarak yıkmaya çalışan Rum patriği Gregorius'u patrikhânenin kapısında îdâm ettirdi Tanzimattan sonra batılı hıristiyan devletlerin destek ve teşvikiyle daha da rahat hareket eden patrikler, Osmanlı Devleti'nin parçalanmasında ve yıkılmasında önemli rol oynadılar (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Osmanlı Devletinde Rus sefiri (büyük elçisi) olarak uzun seneler çalışan İgnatiyef, hâtırâlarında Sultan İkinci Mahmûd Han zamânında Fener patrikhânesinin kapısında asılan, 1821 (H1237) Rum isyânının baş plânlayıcısı olan patrik Gregorius'un, Rus Ça rı Aleksandr'a yazdığı mektubu açıklamaktadır Mektûb ibret vericidir:
"Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir Çünkü Türkler, müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukâvemetli (dayanıklı) insanlardır Türkler zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk ve idâre edecek reislere sâhib oldukları müddetçe de çalışkandırlar Gâyet kanâatkâr ve an'anelerine (geleneklerine) bağlıdırlar Türklerde evvelâ itâat (bağlılık) duygusunu kırmak, mânevî bağlarını parçalamak, dînî sağlamlıklarını zayıflatmak lâzımdır Bunun da en kısa yolu millî geleneklerine ve mânevî değerlerine uymayan hâricî (yabancı) fikirler ve hareketlere alıştırmaktır (M Sıddîk Gümüş)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #24
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



PAZARLIK ETMEK:
Alış-verişte satan ile alan arasında malın fiyâtı veya bir işin ücreti husûsunda yapılan anlaşma
Birbirinizi kıskanmayınız Alış-verişte birbirinizi aldatmayınız Birbirinize dargın durmayınız Birbirinizden yüz çevirmeyiniz Birinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız Müslüman müslümanın kardeşidir Ona zulmetmez Onu yardımsız bırakmaz Onu hor ve aşağı görmez (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Peygamber efendimizin mübârek torunları İmâm-ı Hasen ve Hüseyn her aldıklarında pazarlık eder, ucuz almağa uğraşırlardı Kendilerine; bir günde binlerle dirhem sadaka veriyorsunuz da, bir şey satın alırken niçin uzun pazarlık ederek yoruluyorsunuz? d ediklerinde; "Verdiklerimizi Allah rızâsı için veriyoruz Ne kadar çok versek yine azdır Fakat alış-verişte aldanmak, aklın ve malın noksan olmasıdır" buyururlardı (İmâm-ı Gazâlî)

PERİ:
Cin (Bkz Cin)

PEYGAMBER:
Allahü teâlânın, emirlerini ve yasaklarını kullarına bildirmeleri için insanlar arasından seçtiği ve kendilerine mûcizeler verdiği üstün zâtlar (Bkz Resûl ve Nebî)
Allahü teâlânın emirlerini tebliğ etmekte, duyurmakta ve insanları Allahü teâlânın dînine çağırmakta peygamberler arasında bir ayrılık yoktur Peygamberlere îmân etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin doğru sözlü olduğuna inanmak demektir Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur (Seyyid Abdülhakîm)
Her peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, her insandan her bakımdan üstündür Muhammed aleyhisselâm ise her zamanda ve her mekânda her insandan her bakımdan üstündür (Seyyid Abdülhakîm)
Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibâdet yapmakla ele geçmez Yalnız Allahü teâlânın ihsânı ile olur İnsanların dünyâdaki ve âhiretteki işlerinin düzgün ve faydalı olması için ve yanlış, zararlı işlerden koruyup, selâmete, hid âyete, râhata ve seâdete kavuşturmak için peygamberler gönderilmiştir (İmâm-ı Rabbânî)
Peygamberler mezarlarında bizim bilmediğimiz bir hayat ile diridir Mübârek vücudlarını toprak çürütmez Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfte; "Peygamberler, mezarlarında namaz kılarlar ve hac ederler" buyruldu (Dâvûd bin Süleymân)
Âhiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve O'na ibâdet şekilleri eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akl ile doğru olarak bilinebilselerdi, binlerce peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı İnsanlar, dünyâ ve âhiret seâd etini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ peygamberleri boş yere lüzumsuz göndermiş olurdu (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

PÎR:
1Yaşlı, ihtiyâr Kimisi bezirgân, kimisi hoca, Ecel şerbetini içmek de güç a Kimi ak sakallı kimi pîr koca Ne söylerler ne bir haber verirler
(Yûnus Emre)
2 Mürşîd-i kâmil, tasavvuf yolunda rehber zât
Pîr, Allahü teâlânın rızâsına kavuşturur (Hâce Behâüddîn Buhârî)
Pîr, kâmil ve mükemmil ise (yetişmiş ve yetiştiren ise), sohbeti büyük nîmettir Ve onun bakışı devâ (ilâç) ve sözleri (sohbeti) şifâdır Ve sohbetsiz vüsul (kavuşmak) mümkün değildir (Abdülhakîm Arvâsî)
Pîre bağlılıkta bozukluk olursa, yükselmek düşünülemez (Hâce Muhammed Bâkî-billah)
Her işte pîrlerin mübârek rûhlarını vâsıta yaparak Allahü teâlâya yalvarmalı ve duâ etmelidir (Süleymân bin Cezâ)
Bağlı olunan pîre, zâhiren (açıkça) ve bâtınen (gizli) îtirâz etmek feyz kapısını kapatır (Hayderîzâde İbrâhim Fasîh Efendi)
Pîrini incitenden sen de incinmezsen, köpek senden daha iyidir (İmâm-ı Rabbânî)
Pîrlik ve müridlik yalnız külâh giydirmekle ve babadan oğula kalmakla olmaz Ehl-i sünnet ve cemâat yolunu bilmek, öğretmek ve göstermekle olur (İmâm-ı Rabbânî)

Pîr-i Fânî:
Ölünceye kadar Ramazân orucunu veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kadar çok yaşlı olan

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #25
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



PİSKOPOS:
Hıristiyanlığın katolik ve doğu kiliselerinde en yüksek rûhânî ünvâna sâhip ve umûmiyetle bir bölgenin dînî lideri olan hıristiyan din adamlarına verilen ad
İncîl okuyan hıristiyan din adamlarına Kıssîs, bir üst derecesine de Üskuf denir Üskufların yüksek derecesindekilere piskopos denir (Harputlu İshâk Efendi)

PİŞMANLIK:
Kişinin işlediği bir iş veya günâh sebebiyle vicdânen üzüntü duyması; tövbeye gelme; nedâmet
Pişmanlık tövbedir (Hadîs-i şerîf-Miftâh-un-Necât)
Pişman olmaksızın dil ile yapılan tövbe yalancıların tövbesidir (Hadîs-i şerîf-Risâle-i Münire)
Her geçen an, ömrümüz azalmakta, ecel (ölüm) zamânını yaklaştırmaktadır Bugün aklımızı başımıza toplamazsak, yarın âh etmekten ve pişmanlıktan başka elimize birşey geçmez (İmâm-ı Rabbânî)

PİYANGO:
Bir kumar çeşidi Mülk sâhiblerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek, yâhut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur'a
Satıcıların yaptıkları piyangolar, ziyan ve felâket sigortaları, kumarhâneler ve bankerler, birçok kimsenin malını elinden alarak, bunu kumar ve fâiz ile başkalarına vermekte, başkalarından aldıkları haram paranın arslan payı da piyangocunun, bu işi organize edenlerin ceblerine girmektedir (M Sıddîk Gümüş)
İki veya daha çok kimse, aralarında para topladıktan sonra kendi aralarında piyango çekip kazananların, vermiş oldukları paradan fazla almaları kumar olur Geri kalan kısmı hayır kuruluşlarına bağışlamaları, bu piyangoyu kumarlıktan kurtarmaz (M Sıddîk Gümüş)

POLİGAMİ:
Çok evlilik (Bkz Teaddüd-i Zevcât)
İslâmiyet'te poligami, dörde kadardır Birden fazla evlenmek emir değil, şartlara bağlı bir izindir (Mustafa Sabri Efendi)

PUL:
Altın ve gümüş dışındaki mâdenî paralar (Bkz Fülus)

PUT:
Allahü teâlâya inanmayanların taptıkları resim veya heykel
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Kureyş kâfirleri, putların kendilerine şefâat edeceklerini söylüyorlar Onlara söyle ki, Allahü teâlânın izni olmadan hiç kimse şefâat edemez (Zümer sûresi: 44)
Putları, tapınılan heykelleri kırmak için ve akrabâya iyilik etmek için gönderildim (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İbrâhim aleyhisselâm; "Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak kıl" diye duâ edince, Allahü teâlâ duâsını kabûl eyledi Bu sebeble İbrâhim aleyhisselâmın evlâdından hiç kimse hiçbir puta tapmadı (İmâm-ı Mücâhid)

PUTPEREST:
Puta tapan
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ) O'nu (Muhammed aleyhisselâmı) hak ve hakîkat olan dîni tebliğ vazîfesiyle göndermiştir ki, Hak din diğer dinlere gâlib gelsin Putperestler beğenmese de bu böyledir (Tevbe sûresi: 33)
İdrîs (aleyhisselâm) diri olarak Cennet'e çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadı Resmini yapıp seyr eyledi Daha sonra gelenler bu resimleri tanrı sandı Çeşitli heykeller de yapıldı Böylece putperestlik ortaya çıktı (Nişâncızâde ve Kisâî)
Sâlih aleyhisselâm Semûd kavmine gönderilen peygamberdi Bu kavim putperest idi Sâlih aleyhisselâma inanmadılar Sonunda onlara gökten azâb gelip helâk oldular (Nişâncızâde)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #26
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



RAB:
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden Sâhib, mâlik, terbiye eden
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
De ki; Allah her şeyin rabbi iken, hiç ben Allah'tan başka rab mı isterim? Herkesin kazanacağı ancak kendine âittir Hiçbir günahkâr, başkasının günâhını çekmez Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir O vakit Allah, dünyâda ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir (En'âm sûresi: 164)
Allah bütün göklerin ve yerin ve aralarındakilerin rabbidir O hâlde O'na ibâdet et ve O'na ibâdet etmekte sabret (Meryem sûresi: 65)
Kazâ ve kaderime râzı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belâlara sabretmeyen benden başka Rab arasın Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın (Hadîs-i kudsî-Mektûbât-ı Rabbânî)
Levh-i mahfûza ilk olarak; "Benden başka Allah yoktur Muhammed aleyhisselâm benim Resûlümdür ve Habîbimdir ve her şey benim mahlûkumdur Her şeyin Rabbiyim, Hâlıkıyım (yaratıcısıyım) " yazıldı (Hadîs-i kudsî-Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel)
Rab kelimesini "Râb" diye uzatarak söylemek, mânâsını değiştirir Çünkü Râb diye uzatarak söylenince, Arapça'da üvey baba mânâsına gelir Meselâ "Elhamdülillâhi râbbil" diye uzatmak mânâyı bozuyor Bunun gibi müezzinlerin (Râbbenâlekel hamd) demeleri de mânâyı bozuyor Çünkü Rab kelimesini Râb şeklinde uzatarak söylemek, Allah'ımıza hamd ederiz yerine, üvey babamıza hamd ederiz oluyor Bu şekilde okuma tegannî ile okumak olur Tegannî ile okumak mânâyı bozarsa, namazı da bozar Söylenişine dikka t etmek lâzımdır (Alâüddîn Haskefî) Besmeleyle başlıyalım her işe! Allah adı, en iyi bir sığınaktır Nîmetleri sığmaz ölçü hisâba, Çok acıyan, affı seven bir Rab'dır
(M Sıddîk Gümüş)

Rabb-ül'Âlemîn:
Âlemlerin rabbi, sâhibi olan Allahü teâlâ (Bkz Rab)
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Hamd, Rabb-ül'âlemîn olan Allah'a mahsûstur O, Rahmân (dünyâda nîmetini herkese veren) ve Rahîm (âhirette nîmetlerini sâdece mü'minlere veren) dir (Fâtiha sûresi: 1,2)

RABBÂNÎ:
1Allahü teâlâdan gelen
Evliyânın sözünde rabbânî te'sir vardır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
2 Kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden derin âlim
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Velâkin Rabbânîler olunuz (Âl-i İmrân sûresi: 79)
Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anh) vefât ettiği vakit İbn-i Hanefiyye şöyle dedi: "Bu ümmetin Rabbânîsi vefât etti"
Rabbânî âlim Yûsuf-i Hemedânî hazretleri buyurdu ki: "Bir kimse, kâmil bir mürşid (doğru yolu gösteren bir rehber) bulamazsa, bozuk şeyhlere talebe olmasın Daha önce yaşamış din büyüklerinin, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup onlarla amel etsin (orada yazılanları, hayâtında uygulasın) (Ahmed Fârûkî)

RABBENÂ LEKEL HAMD:
"Ey Rabbimiz sana hamd olsun" mânâsına namazda rükûdan doğrulunca okunması sünnet olan söz
Peygamber efendimiz cemâatle namaz kılarken; "Semiallahü limen hamideh" yâni Allahü teâlâ kendisine hamd edenin hamdini işitir, kabûl eder" deyince, ilk safta bulunan hazret-i Muâviye "Rabbenâ lekel hamd" derdi Böyle söylemesi takdîr ve tahsin (iyi) buyrularak, böyle söylemek kıyâmete kadar sünnet olarak kaldı (İbn-i Âbidîn, Hindiyye)
Cemâatle namazda, imâm; "Semiallahü limen hamideh" deyince, cemâat çok yavaşca "Rabbenâ lekel hamd" der İmâm bunu söylemez (Halebî)

RÂBITA:
Bir velînin şeklini, sûretini hayâline getirerek onun kalbindeki feyz (bereket) ve mârifetlere (ilimlere) kavuşma yolu Kalbini büyüklerin kalbine bağlayarak onlardan feyz alma Her şeyi unutarak, dünyâ işlerini düşünmeyerek, sevgi ve saygı ile bir v elînin mübârek yüzünü hayâlinde veya gönlünde bulundurma
"Ey îmân edenler Allah'a bağlanınız ve sâdıklarla berâber olunuz" meâlindeki âyet-i kerîmede râbıtaya işâret vardır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Râbıta, feyz veren kâmil zâtın teveccühüyle birleşecek olursa, nûr üstüne nûr meydana gelir (Tâceddîn Sübkî)
Bir insanın hiç görmediği kimsenin şeklini, sûretini yalnız işitmekle, okumakla öğrenerek, hayâline getirmesi çok zordur Onun kendisi değil, başkası görünür Bunun için, Resûlullah'a râbıta yapılmaz Çünkü başkasının Resûlullah olduğuna inanmak küfü r olur Evliyâya râbıta yapmakta bu mahzûr yoktur (İbrâhim Fasîh)
Râbıtasız yapılan zikr (Allahü teâlâyı anma) insanı ilerletmez Zikirsiz râbıta ilerletir Râbıta her işte yardımcıdır Zikirde yardımı ise pekçoktur Allahü teâlânın evi olan kalbi, nefsin pisliklerinden ve şeytanın aldatmasından temizler (Muhammed Hânî)
Râbıta, kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmekten, onları düşünmekten kurtulmasına vesîle olur (İmâm-ı Rabbânî)

Râbıta-i Telebbüsiyye:
Râbıta yaparken kendisini, velînin şeklinde, kıyâfetinde görmek ve düşünmek
Kur'ân-ı kerîm okurken ve dinlerken, ders, vâz dinlerken, namaz kılarken ve her ibâdeti işlerken râbıta-ı telebbüsiyye yapmak ibâdetlerden lezzet almaya sebeb olur (Abdülhakîm Arvâsî)

RACÎM:
"Allahü teâlânın rahmetinden kovulmuş uzaklaştırılmış" mânâsına şeytanın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatı
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(İblîs yâni şeytan) dedi ki: "Ben ondan (hazret-i Âdem'den) hayırlıyım Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın" (Allahü teâlâ) buyurdu: "Hemen buradan (Cennet'ten veya göklerden) çık Çünkü sen artık racîmsin" (Sad sûresi: 76, 77)
Kur'ân-ı kerîmi okumak istediğin zaman derhâl, racîm olan şeytandan Allahü teâlâya sığın (yâni Eûzü billâhimineşşeytânirracîm, de) (Nahl sûresi: 98)
Allahü teâlâ racîm olan şeytan ile ilgili olarak, iki mühim şeyi mü'minlere emr buyurmaktadır Bunlardan birincisi, şeytanı azılı düşman olarak bilmek, ikincisi ona düşman olmaktır Bunun için de dâimâ İslâmiyet'e uymalıdır (İmâm-ı Yâfiî)

RA'D SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin on üçüncü sûresi
Ra'd sûresi, kırk üç âyet-i kerîmedir Sûrenin on üçüncü âyetinde gök gürültüsü mânâsına gelen er-Ra'd kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede; Allahü teâlânın varlığı, birliği, ilminin sonsuzluğu, îmân etmekle mes'ûd olanların ve inkâr eden kötü tâlih lilerin vasıfları ve âkıbetleri ve Allahü teâlânın, Peygamber efendimizin peygamberliğine şâhidliği bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Mücâhid bin Cebr, Râzî, Taberî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Ra'd sûresinde meâlen buyuruyor ki:
İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği nîmetleri değiştirmez Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yoktur (Âyet: 12)
Kim Ra'd sûresini okursa, geçmiş ve kıyâmete kadar gelecek bulutların hepsinin ağırlığının on katı sevâb verilir Kıyâmet günü Allahü teâlânın ahdini (sözünü, va'dini) yerine getirenlerden olarak diriltilir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #27
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



RADIYALLAHÜ ANH:
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir
Ebû Bekr radıyallahü anh birine nasîhat ederken şöyle buyurdu: "Ey kardeşim! Sana yaptığım nasîhatı aklında tut, kaybolmamasına dikkat et Ölümü özüne sevdir Nasıl olsa gelecek" dedi Çok kere, dilini parmağı ile tutar ve; "Başıma gelen her şey bunu n yüzündendir" derdi Binekte iken devesinin yuları düşse, verin, demez; deveyi çöktürür, alırdı Sebebini sordular: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bana: "İnsanlardan bir şey isteme" diye emretti" buyurdu (Şemseddîn Sivâsî)
Ebû Bekr ile Ömer radıyallahü anhümâ bu ümmetin üstünleridir (Hazret-i Ali)
Eshâb-ı kirâmın radıyallahü anhüm ecmaîn hepsini büyük bilip, hürmet etmekle berâber, Ehl-i beyti (Peygamber efendimizin akrabâlarını) de sevmek Ehl-i sünnetin alâmetidir (Tâhir-i Buhârî)

RADIYALLAHÜ TEÂLÂ ANHÂ:
Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi İki hanım sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir
Kadınlar Cennet'te, dünyâdaki bayram günleri gibi senede birkaç kere Allahü teâlâyı göreceklerdir Mü'minlerin kâmil (olgun, üstün) olanları her sabah akşam, diğerleri ise Cumâ günleri Allahü teâlâyı anlaşılamayan bir şekilde göreceklerdir Mü'min ka dınlar ve melekler ve cin de bu müjdeye dâhildirler Fâtımât-üz Zehrâ ve Hadîcet-ül Kübrâ ve Âişe-i Sıddîka ve diğer ezvâc-ı tâhirât (Peygamber efendimizin mübârek hanımları) ve hazret-i Meryem ve hazret-i Âsiye radıyallahü teâlâ anhünne ecmaîn gibi kâmil (üstün) ve ârif hâtunların diğer kadınlardan müstesnâ (ayrı) tutulmaları uygun olur (Abdülhak-ı Dehlevî)

RADÎ':
Süt emen iki buçuk yaşından küçük çocuk
Radî', süt ana-baba ve akrabâsının hepsiyle evlenemediği gibi, süt ana-baba da Radî'nin evlâdı, zevc (koca) veya zevcesi (hanımı) ile evlenemez (İbn-i Âbidîn)

RÂFIZÎLER:
Şîanın kollarından İmâm-ı Zeynel'âbidîn'in vefâtından sonra oğlu Zeyd'den ayrılarak, Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin arkadaşları) düşmanlığında taşkınlık gösteren, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'in halîfeliklerini kabûl etmeyen kimselerin m ensûb olduğu bozuk fırka Terk edenler, ayrılanlar mânâsına râfızî denilmiştir
Ümmetim arasında râfızî denilen kimseler meydana gelecektir Bunlar İslâm dîninden ayrılacaklardır (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)
Râfızîler, Zeyd bin Zeynel'âbidîn Ali, "İmâmdır" dediler Bunlar Zeyd'e, Ebû Bekr ile Ömer'e düşman ol dediler O da büyük dedem olan Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem sevdiği iyi kimselere düşmanlık edemem dedi Bunun üzerine Zeyd'in yanında n ayrıldılar Râfızîler hazret-i Ali'yi seviyoruz; onu sevmek için, Eshâb-ı kirâmın hepsine veya birkaçına düşman olmak lâzımdır diyorlar Bu bozuk düşünceleri onları doğru yoldan ayırdı (Fîrûzâbâdî, Şehristânî)
RÂFİ' (Er-Râfi'): Esmâ-i hüsnâdan Allahü teâlânın güzel isimlerinden Mü'minlerin ve evliyânın derecelerini yükselten ve huzûrunda başlarını kaldırarak pak cemâline bakmak ile mertebelerini yükselten
Er-Râfi' ism-i şerîfini söyleyen, zâlimlerin zulmünden emin olur Beş yüz kerre söyliyenin maddî mânevî ihtiyâcı giderilir (Yûsuf Nebhânî)

RAGÎBET:
İhsân ve ikrâm Çoğulu regâibdir
Receb-i şerîfin ilk Cumâ gecesine Regâib gecesi denir Çünkü Allahü teâlâ bu gecede, mü'min kullarına rağibetler yapar O gece yapılan duâ, namaz, oruç, sadaka gibi, ibâdetlere kat kat sevâb verilir O geceye hürmet edenleri affeyler (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

RÂH-I İCTİBÂ:
Tasavvufta Allahü teâlâya kavuşturan yollardan biri Seçilmişlerin yolu (Bkz İctibâ Yolu)
Râh-ı ictibâ, Peygamberlerin ilerledikleri yoldur Ancak ümmetlerinden onlara tâbi olanlara da, onlara mahsûs olan kemâllerden ihsân olunduğu gibi, buna da nasîb ederler (Şihâbüddîn Sühreverdî)

RÂH-I MÜRÎDÂN:
Tasavvufta müridlerin, talebelerin yolu Allahü teâlâya kavuşturan yollardan Sâlikler (tasavvuf yolunda ilerleyen talebeler) yolu (Bkz İnâbet)
Allahü teâlâya kavuşturan yollar ikidir: Râh-ı mürîdân ve râh-ı murâdân Râh-ı mürîdân, müridlerin yolu olup, sülûk ile (tasavvuf yolunda ilerlemekle) alâkalıdır, zahmetlidir Râh-ı murâdân seçilmişlerin yolu olup, cezbe (Allahü teâlânın yolunda çeki lme) ile alâkalıdır Buna ictibâ yolu da denir (Bkz Râh-ı İctibâ) (İmâm-ı Rabbânî)

RÂHİB:
Hiç evlenmeyen, bekâr ve yalnız yaşayan, yalnız ibâdetle meşgûl olan ve kilisede vazîfeli olan hıristiyan din adamı
Papazlar herkese râhib olmayı, yalnız yaşamayı emrediyordu Allah yolunda bulunabilmek ve Allahü teâlâya yaklaşabilmek ancak ruhbanlıkla yâni evlenmemekle olur sanıyorlardı Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bunu önlemek için Eshâbının (arkadaşlarının) bekâr yaşamasını yasakladı "Nikâh yapmak (evlenmek) benim sünnetimdir Sünnetimi yapmayan kimse benden değildir" buyurdu (Saideddîn Fergânî)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem on iki yaşlarında iken amcası Ebû Tâlib ile birlikte Şam tarafına giden ticâret kervanına katıldı Ticâret kervanı uzun bir yolculuktan sonra Busra denilen yerde hıristiyanlara mahsûs bir manastırın yak ınında konakladı Bu manastırda Bahîra adında bir râhib kalıyordu Önceden yahûdî âlimlerinden iken sonradan hıristiyan olan bu bilgili râhib, kervanda bulunanların hepsini yemeğe dâvet etti Râhib Bahîra ısrarla yemeğe getirttiği sevgili Peygamber efendimizin mübârek sırtındaki mühr-i nübüvveti açtırdı Bunu görünce, henüz yaşı küçük olan Muhammed aleyhisselâmın geleceği bildirilen son peygamber olduğuna şehâdet etti (Muînüddîn Hirevî)

RÂHİBE:
Kadın râhib Hiç evlenmeyen, yalnız ve bekâr olarak yaşayan, kilisede ibâdetle meşgûl olan görevli kadın
Şehvet nazarı ile kadınlara bakmanın aynen zinâ olduğunu Îsâ aleyhisselâm bildirmiş iken, hıristiyanlar kadınlarını örtmemişlerdir Bugün ellerde dolaşan İncîller hıristiyan kadınların örtünmelerini emretmektedir Bunun içindir ki, bütün kiliselerde, manastırlarda vazîfeli olan kızlar, râhibeler, müslüman kadınları gibi örtünmektedirler (Harputlu İshâk Efendi)

RAHÎM (Er-Rahîm):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden) Âhirette yalnız müslümanlara acıyan
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Şüphesiz ki, Allahü teâlâ Gafûrdur, Rahîmdir (Zümer sûresi: 53)
Ben ziyâdesi ile tövbe kabûl edici ve Rahîmim (Bekara sûresi: 53)
Şeytan; "Allahü teâlâ Rahîm'dir, affeder" diyerek insanı günâh işlemeğe sürükler (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ, âhirette dostlarını yâni mü'minleri Rahîm sıfatıyla, keremiyle, ihsânıyla, Cennet'e ve cemâline kavuşturur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Her kim her gün yüz kerre Rahîm ism-i şerîfini söylerse, kalbinde rikkat ve mahlûkâta karşı merhamet peydâ olur (Yûsuf Nebhânî)
2 Günahkâr müslümanlara âhirette çok acıyıcı mânâsına Resûlullah efendimizin sıfatlarından
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Andolsun ki, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir Çünkü O, size çok düşkün, mü'minlere karşı raûf (şefkatli) ve rahîmdir (Tevbe sûresi: 128)
Biz delikanlı, yaşça birbirimize yakın bir takım gençler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldik de O'nun yanında yirmi gece kaldık Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rahîm ve refîk (yumuşak, kibar, nâzik) idi Âile efrâdını özlediğ imizi anlayınca, bize âilelerimizden kimleri bıraktığımızı sordu Biz de kendisine haber verdik Bunun üzerine: "Âilelerinizin yanına dönün de onların arasında kalın! Hem onlara öğretin! Kendilerine emir verin! Namaz vakti gelince içinizden biriniz size ezân okusun; sonra en büyüğünüz size imâm olsun" buyurdu (Mâlik bin Huveyris-Müslim)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #28
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



RAHİMEHULLAH:
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan başka İslâm büyüklerinden birisinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen ve yazılan, Allahü teâlâ ona rahmet eylesin mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi İki kişi için rahimehumallah daha çok kimse için, rahimehumull ah denir

RAHMÂN (Er-Rahmân):
"Dünyâda dost olsun düşman olsun, lâyık olsun olmasın, mü'min olsun kâfir olsun bütün yaratıklara rızık ve sayısız nîmetler veren" mânâsında Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Rahmânın kulları, yer yüzünde gönül alçaklığı ve vakar ile yürürler Câhiller kendilerine sataştığı zaman onlara "sağlık, esenlik size" gibi güzel sözler söyleyerek doğruluk ve tatlılıkla günahtan sakınırlar (Furkan sûresi: 63)
Her kim namazdan sonra yüz defâ Rahmân ism-i şerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalbinden nisyan ve gafleti çıkarır (Yûsuf Nebhânî) Zikr et zikr, bedende iken Cânın! Kalbin temizliği zikri iledir Rahmânın!
(İmâm-ı Rabbânî)

Rahmân Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin elli beşinci sûresi
Rahmân sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Yetmiş sekiz âyet-i kerîmedir İlk âyet-i kerîmede geçen Rahmân kelimesinden dolayı Sûret-ür-Rahmân denilmiştir Sûrede; göklerin düzeninden, Allahü teâlânın insanlara olan lütfu ve ikrâmından, insanın yaratı lışından, Allahü teâlânın kudretinden, kıyâmet gününden ve o günde isyânkârların cezâlandırılmasından ve inananların kavuşacağı nîmetlerden bahsedilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî)
Allahü teâlâ Rahmân sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, yeri mahlûkât için yaratmıştır Orada meyvalar ve salkımlı hurma ağaçları vardır Yapraklı tâneler ve hoş kokulu bitkiler vardır (Âyet: 10-12)
Kim Rahmân sûresini okursa, Allahü teâlânın verdiği nîmete şükr etmiş olur (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

RAHMET:
1 Acıma, merhamet
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
(Ey Resûlüm!) De ki: "Ey (günâh işlemekle) nefslerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidi kesmeyiniz Çünkü Allahü teâlâ (şirk ve küfürden başka dilediği kimselerden) bütün günâhları magfiret buyurur, bağışlar Şüphesiz ki O, Gafûr'dur, Rahîm'dir (Zümer sûresi: 53)
Yâ Rabbî! Bize rahmetini ihsân eyle İhsân sâhibi ancak sensin (Âl-i İmrân sûresi: 8)
Allahü teâlâ rahmeti yüz parçaya ayırmış, doksan dokuzunu kendisinde bırakmış, yeryüzüne bir parça indirmiştir İşte bütün mahlûklar bu parça sebebiyle birbirlerine acırlar (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Ramazân'ın birinci gecesi Allahü teâlâ mü'minlere rahmet eder Rahmetle baktığı kuluna hiç azâb etmez (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Beyhekî)
Bir kimse bir mü'minin ihtiyâcını karşılamak için yürüse, Allahü teâlâ yetmiş bin meleği ona sâyehân eder, gölgelendirir Eğer sabah vakti ise akşama kadar, akşam vakti ise sabaha kadar ona rahmet ile duâ ederler Her bir ayağını kaldırdıkta bir günâhı affolur ve bir derece verilir (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibbân)
Allahü teâlânın bir kuluna rahmet etmiyeceğine, ona gazab ve azab edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete faydası dokunmayan şeylerle meşgul olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir (İmâm-ı Gazâlî)
Allahü teâlâdan korkmalı, fakat O'nun rahmetinden ümidi kesmemelidir Ümid, korkudan çok olmalıdır Böyle olanın ibâdetleri zevkli olur (Muhammed Hâdimî)
2 Sevgili Peygamberimiz hazret-i Muhammed'in isimlerinden
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiyâ sûresi: 107)
3 Kur'ân-ı kerîm
4 Yağmur
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ rüzgârı, rahmetinden önce müjdeci olarak gönderir Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırırız O yağmurla yerden meyveler çıkarırız Ölülerini de mezârlarından böyle çıkaracağız Umulur ki, düşünüp ibret alırsınız (A'râf sûresi: 57)

Rahmet-i İlâhiyye:
Allahü teâlânın merhameti, acıması
Kalbinde zerre kadar îmân olan bir kimse, Cehennem'de sonsuz kalmayacak, rahmet-i ilâhiyyeye kavuşarak Cennet'e girecektir (İmâm-ı Rabbânî)
Cenâb-ı Hak bir kulunun hidâyet ve îmânda sebâtını dilerse, o kimseye rahmet-i ilâhiyye gelir Rahmet-i ilâhiyye, şeytanı uzaklaştırıp, hastanın yüzünden yorgunluğu giderir (İmâm-ı Gazâlî)

Rahmet Kapısı:
Duâların kabûl edildiği, ihsân ve bereket kapısı Duâların geri çevrilmediği lütuf kapısı
Rahmet kapıları dört gece açılır O gecelerde yapılan duâ, tövbe red olmaz Fıtr (Ramazan) bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şâban'ın on beşinci gecesi ve Arefe gecesi (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn
Evliyânın büyüklerinden Râbia-i Adviyye adamın birini duâ ederken; "Yâ Rabbî! Bana rahmet kapını aç!" dediğini işitince; "Ey câhil! Allahü teâlânın rahmet kapısı şimdiye kadar kapalı mı idi de, şimdi açılmasını istiyorsun?" Rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de, giriş kapısı olan kalbler, herkeste açık değildir Bunun açılması için duâ etmeliyiz" dedi (Muhammed Rebhâmî)

Rahmet Melekleri:
Yeryüzünde dolaşan ve mü'minlerin ölümü ânında hâzır olan melekler Bunlara Rûhâniyân da denir
Resim, köpek ve cünüp kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Sizden öncekiler arasında doksan dokuz kişiyi öldürmüş biri vardı Bu adam yeryüzündekilerin en âlimini sordu Bir râhibi tavsiye ettiler Ona geldi ve; "Doksan dokuz kişiyi öldüren bir kimse için tövbe (affolma imkânı) var mı?" diye sordu O râhib de; "Hayır" dedi Bunun üzerine onu da öldürdü ve onunla yüz kişiyi tamamladı Sonra yeryüzündeki insanların en âlimini sordu Ona başka âlim birini tavsiye ettiler Ona geldi "Yüz kişiyi öldürmüş bir kimse için tövbe var mı?" diye sordu O da; "Evet tövbeyi kim engelleyebilir Sen şu yere git Çünkü orada Allahü teâlâya ibâdet (kulluk) eden insanlar vardır Sen de onlarla berâber Allah'a kulluk yap Sakın kendi memleketine dönme Çünkü orası kötü bir yerdir" dedi
Adam oraya gitti Fakat yolu yarıladığında vefât etti O zaman Rahmet melekleri ile azap melekleri (onun rûhunu alma) konusunda konuştular Rahmet melekleri: "Bu adam tövbe ederek ve kalbi ile Allahü teâlâya yönelerek geldi" dediler Azap melekleri ise; "O henüz bir hayır işlememiştir" dediler Onların yanına insan sûretinde bir melek geldi Onu aralarında hâkim yaptılar O melek; "İki yer arasını (kendi memleketiyle gideceği iyi memleketin arasını) ölçünüz Bunlardan hangisine daha yakınsa o oradan sayılır" dedi Ölçtüler ve onu gitmek istediği yere daha yakın buldular Bunun üzerine onu Rahmet melekleri aldılar (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Hangi evde Kur'ân-ı kerîm okunursa, orada bereket, bolluk olur, şeytanlar uzaklaşır, melekler oraya hücûm eder Hangi evde Kur'ân-ı kerîm okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk başgösterir Rahmet melekleri oradan uzaklaşır ve şeytanlar orayı istilâ eder (Ebû Hureyre-İhyâ)
Can vermek acısı, dünyâ acılarının hepsinden daha şiddetlidir Fakat, âhiret azâblarının hepsinden daha hafiftir Mü'min, rûhunu teslim edeceği vakit, rahmet meleklerini, Cennet hûrîlerini görüp, onların zevki ile, can verme acısını duymaz Rûhu tere yağından kıl çeker gibi çıkar Nîmetlere kavuşur (Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ)

RAHMETEN LİL ÂLEMÎN:
"Âlemlere rahmet" mânâsına Peygamber efendimizin mübârek isimlerinden
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biz seni ancak rahmeten lil âlemîn gönderdik (Enbiyâ sûresi: 107) Geldi çün ol rahmeten lil âlemîn Vardı nûr anda karâr kıldı hemîn
(Süleymân Çelebi)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #29
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



RAHMETULLAHİ ALEYH:
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) başka din büyüklerinden birinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen veya yazılan "Allahü teâlâ ona rahmet eylesin" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi İki kişi için rahmetulla hi aleyhimâ, daha çok kimse için rahmetullahi aleyhim denir
Cüneyd-i Bağdâdî rahmetullahi aleyhin kıymetli sözlerinden bâzıları şöyledir: Bir kimsenin havada bağdaş kurup oturduğunu görürseniz, İslâmiyet'e uymaktaki hassâsiyetine, titizliğine bakınız Eğer bu yönü tam ise ona uyabilirsiniz Emir ve yasaklara uymakta az da olsa bir gevşekliği varsa, hemen ondan uzaklaşınız, çünkü size zararı dokunur
Allahü teâlâdan gâfil olmak, O'nu unutmak, ateşte olmaktan daha beterdir, kötüdür
Sabır; yüzü ekşitmeden başa gelen dert ve musîbeti yudum yudum içine sindirmektir
Ebü'l-Hüseyin bin Sem'ûn rahmetullahi aleyh buyurdu ki: "Allahü teâlânın adı bulunmayan söz kıymetsizdir Allahü teâlâyı hatırlamadan susmak, boşuna vakit geçirmektir İbret almadan bakmak faydasızdır"

RAKÎB (Er-Rakîb):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Her şeyi hakkıyla gören, gözeten, koruyan, bir an onlardan habersiz olmayan, murâkabesi (gözetmesi) devamlı olan
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ her şeyi, rakîbdir (Ahzâb sûresi: 52)

RAKS:
Oynamak, dans
Tasavvuf yolları çoktur Bunların içinde en lüzumlusu ve en uygunu sünnete yapışan ve bid'atlerden (dinde reformlardan) kaçan büyüklerin yoludur Bu büyükler, her sözlerinde ve her hareketlerinde, sünnete uyup da, kendilerinde hiçbir keşf, kerâmet, h âl, görüş ve ma'rifetler hâsıl olmaz ise, hiç üzülmezler Fakat bunların hepsi hâsıl olup da, sünnete uymakta gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler İşte bunun içindir ki, bu büyüklerin yolunda sima' ve raks yasaktır Böyle şeylerden hâsıl olacak lezzet ve hâllere kıymet vermemişler, bundan hâsıl olan şeylere dönüp bakmamışlardır (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyânın büyüklerinden olan, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı Mûsikî dinlemedi ve raks etmedi (Abdülhakîm Arvâsî)

RAMAZAN:
Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur
Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Kim Ramazân-ı şerîf ve Kurban bayramı gecelerini ihyâ ederse; kalblerin öldüğü gün, onun kalbi ölmez (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ü Metcer-ür-Râbih)
Kim Ramazân-ı şerîfin başından sonuna kadar cemâatle namaz kılarsa, Kadir gecesinden nasîbini almış olur (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)
Ramazan çok hayırlı ve mübârek bir aydır Gündüz tutulan oruca, gece kılınan namaza, bu ayda verilen sadakaya, Allahü teâlâ kat kat sevâb verir (Hazret-i Ömer)
Ramazan ayının ilk gecesinden son gecesine kadar göklerin kapıları açılır Yâni bereket ve duâların kabûl kapıları açık kalırRamazan gecelerinde namaz kılanlara Allahü teâlâ her bir secdesine bin beş yüz hasenât, lutf ve ihsân buyurur Kırmızı yâkut tan yapılmış bir cennet verilir Birçok kapısı olup, kapıları altından, kırmızı yâkutlar ile süslüdür Allahü teâlâ insanın her orucuna başka başka lutuflar ihsân eder Oruçlu olduğu günün güneşinin doğuşundan batışına kadar yetmiş bin melek o oruçluya istiğfâr eder Gecesinde ve gündüzündeki secdelerine, Cennet bağlarında dünyâda tasavvur edemediği ağaçlar dikilir ve gölgeliklerinde binlerce insan gölgelenir (Muhyiddîn-i Arabî)
Ramazân-ı şerîfte yapılan nâfile namaz, zikir, sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevâb, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir Bu ayda, bir oruçluya iftâr verenin günâhları affolur Cehennem'den âzâd olur O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâb verilir Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere bütün sene bu işleri yapmak nasîb olur Bu aya saygısızlık edenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer Bu ayı fırsat bilmelidir Elden geldiği kadar ibâdet etmelidir Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmalıdır (İmâm-ı Rabbânî)

Ramazan Hilâli (Bkz Rü'yet)

RÂSİH ÂLİM:
Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ve ince mânâlarını, işâretlerini anlayan büyük din âlimi (Bkz Ulemâ-i Râsihîn)
Râsih âlimlerin dört hasleti vardır: 1)Allahü teâlâdan korkmak, 2)İnsanlara karşı mütevâzî (alçak gönüllü) olmak, 3)Dünyâya düşkün olmamak, 4)Nefsi ile mücâdele etmek (İmâm-ı Mâlik)
Râsih âlimler, peygamberlerin vârisleri oldukları müjdelenmiş olan, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) tam uyan, kendilerine nice gizli ve ince bilgiler ihsân olunan ve gizli ve açık ilimlere kavuşan âlimlerdir İsrâ sûresinin seksen beşinci âyetinde meâlen; "Sizlere, ilimden pek az verildi" buyruldu Burada bildirilen ilim ile şereflenen râsih âlimler perde arkasını seyretmektedirler (İmâm-ı Rabbânî)
Râsih ilimli âlimlere Allahü teâlânın vâsıtasız olarak ihsân ettiği ilme (vehbî) veya (kalb ilmi)denir Hadîs-i şerîfte; "İlmi ile amel edene, Allahü teâlâ bilmediklerini bildirir" buyruldu (Muhammed Hâdimî)

RAÛF (Er-Raûf):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Kullarına karşı merhâmeti çok olan ve yaptıkları iyilikleri zâyî etmeyen
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhâcirlerden (Mekke'den göç eden) ve Ensârdan (Medîneli müslümanlardan) sonra, kıyâmete kadar gelen mü'minler; "Yâ Rabbî! Bizi affet ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi affet Kalblerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen Raûf'sun, Rahîm'sin" derler (Haşr sûresi: 10)
Kızgınlık ânında kim on defâ er-Raûf ism-i şerîfini söyler ve Peygamber efendimize salevât-ı şerîfe okursa öfkesi geçer, sâkinleşir (Yûsuf Nebhânî)
2 "Ümmetine karşı çok merhâmet eden, acıyan" mânâsına Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin isimlerinden
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, O'na çok ağır ve güç gelir Size (îmânınıza ve hâlinizin salâhına, iyi olmasına) çok düşkündür Mü'minlere karşı raûf ve rahîmdir (Tevbe sûresi: 128)

RAVDA-İ MUKADDESE:
Mukaddes bahçe Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevveredeki mescidinin içinde kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberinin arasında kalan mübârek mekân, yer (Bkz Ravda-i Mutahhera)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #30
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



RAVDA-İ MUTAHHERA:
Temiz bahçe Medîne-i münevveredeki Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidinin içinde bulunan ve Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan 26 m uzunluğundaki mübârek yer Ravda-i mukaddese, Ravda-i mübâreke de denir
Bu fakire göre yeryüzünün en kıymetli yeri, Kâbe-i muazzama ve bunun etrâfındaki Mescid-i Harâm denilen câmidir Bundan sonra Medîne'deki Ravda-i mutahheradır Üçüncü olarak Mekke-i mükerreme şehridir Görülüyor ki, Ravda-i mutahhera Mekke'den daha üstündür demek doğrudur (İmâm-ı Rabbânî)
Hacca giden müslümanlar Mekke'de hac vazîfesini yerine getirdikten sonra Medîne'ye gelirler Mescide girmeden önce gusl abdesti alınır Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyârete niyet edilir Salevât-ı şerîfe ve duâ okuyarak Mescid-i nebîye geli nir ve minber yanındaki Ravda-i mutahherada iki rek'at tahiyyet-ül-mescîd namazı, iki rek'at da şükür namazı kılınır Duâdan sonra Kabr-i şerîf ziyâret edilir (Abdullah Mûsulî)

RAVDA-İ MÜBÂREKE:
Mübârek, bereketli bahçe Medîne-i münevverede, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan mübârek mekan, yer (Bkz Ravda-i Mutahhera)

RÂVÎ:
Rivâyet eden, nakleden; duyduğu veya gördüğü bir sözü, bir işi, bir olayı başkasına haber veren; Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini, metin (hadîs-i şerîfin kendisini) ve senedi (nakledenleri) ile birlikte nakleden hadîs âlimi
Hadîs râvîlerinden Ebû Hüreyre radıyallahü anhın bildirdiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu: "Kadın dört şey için nikâh edilir:Malı, soyu, güzelliği ve dîni Sen, dindâr kadını seç; mes'ûd olursun" Bir başka hadîs-i şerîfte; "Abdestli olan vücûd âzâsına Cehennem ateşi dokunmaz" buyruldu
Râvîlerin önde gelenlerinden hazret-i Âişe vâlidemize, Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu: "Ey Âişe, yumuşak ol! Zîrâ Allahü teâlâ, bir ev halkına iyilik murâd ederse, onlara rıfk (yumuşaklık) kapısını gösterir"
Müksirûn denilen binden fazla hadîs nakletmiş olan râvîlerden Enes bin Mâlik, şu hadîs-i şerîfi bildiriyor: "Kendisinde şu üç sıfat bulunan, îmânın tadını duyar: Allahü teâlâ ve Resûlünü başkalarından daha çok sevmek Sevdiğini Allah için sevmek Küfürden (îmânsız olmaktan) kurtulup hidâyete (doğru yola) kavuştuktan sonra, ateşe atılmayı ne kadar istemezse, küfre dönmeyi de o derece kerih (çirkin) ve kötü görmek"

RÂYE:
Bayrak, sancak (Bkz Livâ)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, yirmi yedi kerre muhârebe yaptı Bunlardan dokuzunda er olarak hücûm etti Diğerlerinde başkumandanlık mevkiinde bulundu Râyesi siyâh idi Livâsı (sancağı) daha küçük olup, beyaz idi (İmâm-ı Kastalânî)

RÂZI:
Memnûn, hoşnûd olan (Bkz Rızâ)
Kendisinden kocası râzı olduğu hâlde ölen her müslüman kadın Cennet'e girer (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Namazlarını vakitleri gelince hemen kılanlardan Allahü teâlâ râzı olur Vakitlerinin sonlarında kılanları da affeder (Hadîs-i şerîf-Eşi'at-ül-Leme'ât)
Üveys-i Karnî'nin yüksek mertebelere kavuşması, annesini râzı etmesi bereketiyle idi Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu: "Üveys-i Karnî'nin bütün o kerâmet ve ihsâna kavuşması; annesine iyilik etmesiyledir" (Meşârik-ul-Envâr)

RÂZIK:
Rızk veren Yiyecek, içecek gibi kendisi ile faydalanılan şeyi veren
Hakîkatte hâlık (yaratıcı) ve râzık Allahü teâlâdır İnsana, hâlık veya râzık demek ilhâddır (zındıklık, dinsizliktir) İnsanın aslî sıfatı, âcizlik ve ihtiyâçtır Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi (zâtına âit olan sıfatı), kudret (her şeye gücünün y etmesi) ve gınâdır (başkasına muhtâç olmamasıdır) İnsanlara, yarattı ve yaratıcı dememeli; Allahü teâlâya mahsûs olan Hâlık ismini, kimse için kullanmamalı ve ad takmamalıdır (İsmâil Hakkı Bursevî)
Allahü teâlâ öyle bir Râzıktır ki, kullarının günâhlarından dolayı onların rızıklarını kesmiyor (S Abdülhakîm Arvâsî)

REBÎ'UL-EVVEL:
Hicrî-Kamerî senenin üçüncü ayı, Peygamberimizin doğduğu ay
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, mîlâdın beş yüz yetmiş birinci yılı Nisan ayının yirmisine rastlayan, Rebî'ul-evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi, sabaha karşı Mekke-i mükerreme şehrinde dünyâya gelmiştir Dünyânın her tarafındaki müsl ümanlar, her sene, bu geceyi, mevlid kandili olarak kutlamaktadır Her yerde mevlid kasîdeleri okunarak Resûlullah efendimiz hatırlanmaktadır Peygamberimiz, nübüvvetten sonra, her yıl, bu geceye ehemmiyet verirdi Her peygamberin ümmeti, kendi peygamberinin doğum gününü bayram yapmıştı Bugün de, müslümanların bayramıdır Neş'e ve sevinç günüdür (İmâm-ı Kastalânî)

RECÂ:
Ümid etmek, Allahü teâlânın rahmetini ummak (Bkz Havf ve Recâ)
Peygamber efendimiz, ölüm döşeğinde yatan bir hastanın ziyâretine giderek, ona, kendisini nasıl hissettiğini sorar Adam; "Günâhımdan korkuyor, fakat Allahü teâlânın rahmetinden de ümîdimi kesmiyorum" deyince; Resûlullah efendimiz; "Mü'minin kalbinde havf (korku) ile recâ toplandığı müddetçe, Allahü teâlâ o kuluna ümit verir ve onu korktuğundan emîn kılar" buyurmuştur (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn-Tenbîh-ül-Gâfilîn)

RECEB AYI:
Hicrî ayların yedincisi ve mübârek üç ayların birincisi
Receb, Allahü teâlânın ayıdır Receb ayına ikrâm edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ dünyâda ve âhirette ikrâm eder (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Receb'in ilk Cumâ gecesini ihyâ edene (saygı gösterene) , Allahü teâlâ kabir azâbı yapmaz Duâlarını kabûl eder Yalnız, yedi kimseyi affetmez ve duâlarını kabûl etmez Fâiz alan veya veren, müslümanları aşağı gören, anasına-babasına eziyet eden, karşı gelen çocuk; müslüman olan ve şerîate dîne uyan kocasını dinlemeyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı san'at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakit namazı kılmayanlar (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Receb-i şerîfin bir gün evvelinden, bir gün ortasından ve bir gün de sonundan oruç tutana Receb-i şerîfin hepsini tutmuş gibi, Hak teâlâ hazretleri lütf ve ihsânda bulunur (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)
Receb ayının her gecesi kıymetlidir Receb ayı Âdem aleyhisselâmdan beri kıymetli idi Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi (Kutbüddîn İznikî)

RECM:
Taşlama; muhsan (evli) olup, zinâ eden kadın ve erkeği taşlayarak öldürme
Recm olunacak müslüman erkek ve kadının, zinâ suçunun, dört şâhid ile isbât edilmiş olması veya kendileri tarafından dört kerre îtirâf (kabûl) edilmesi lâzımdır (İbn-i Âbidîn)
Osmanlılarda, altı yüz sene içinde, bir kerre zinâ şâhidliği yapılmamış, bu sebeb ile hiç kimse, recm edilerek öldürülmemiştir (S Abdülhakîm Arvâsî)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.