Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Gezelim, Görelim

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
eserlerimiz, istanbuldaki, tarihi

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #61
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Atik Mustafa Paşa Cami (Fatih)


İçerisinde sahabeden Hazret-i Câbir’in kabrinin bulunduğu inancıyla Câbir Cami olarak da adlandırılan bu tarihi yapı aslı eski bir Bizans kilisesidir İstanbul’un kuzeybatı köşesinde kara tarafı surları ile Haliç kıyısı arasında kalan sahada Ayvansaray semtinin içinde, ancak 1933’lerde yapılan düzenleme sonucunda adını verdiği mahallenin surları dışında kalmıştır

Eski bir kilise olan bina, 1490 yılında Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülmüştür Yapılış tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte bazı araştırmacılar Bizans İmparatoru I Leon Flavius tarafından 458 yılında yaptırıldığını belirtmektedir Kilisenin adı hakkında da kesin bir bilgi bulunmamaktadır Ancak kimi kaynaklarda Aziz Petros ve Aziz Marcos Kilisesi olarak geçer Bazı kaynaklarda ise kilisenin IX yüzyılda İmparator Teofilos’un kızı Prenses Tekla tarafından yaptırıldığı ve adının da Hagia Tekla Kilisesi olduğu belirtilir

İstanbul’un Bizans dönemine ait eski eserlerine ait toplu bir eser yazan Patrik Konstantinos, Fransızcası 1846’da yayımlanan (Rumca ilk baskı 1824, 2bas1844) kitabında burayı havarilerden Petrus (Petros) ve Marcus’un (Markos) kilisesi olarak gösterir Bu teşhis sonraları İstanbul’un eski eserleri ve tarihi topografyasına dair belli başlı kitaplarda da tekrarlanmıştır Bu hipoteze esas olan söylenceye göre, ILeon döneminde (457-474) Galbios ve Kandidos adlarında iki patris Kudüs’ü ziyaretlerinde bir Yahudinin evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryem’in evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryem’in elbisesini (mafarion) çalarak 458’e doğru Bizantion’a getirirler ve Blaherna semtinde havari petros ve Markos adlarına bir kilise yaptırarak bu kutsal elbiseyi küçük bir yapı olan bu kiliseye koyarlar Fakat İmparator bunu öğrenince daha büyük olan Blaherna Kilisesi’ni inşa ettirerek, elbiseyi oraya taşıtır Bu eşyanın oraya konulmasının hatırası için her yıl 2 Temmuz günü büyük tören yapılıyordu Fakat Atik Paşa Cami olan kilisenin, iki patrisin 458’e doğru inşa ettirdikleri bina olması olasılığı çok zayıftır Buna karşılık bu bölgede İmparator Teofilos’un (hd 829-842) kızı Tekla’nın bir kilise ve manastır kurduğu ve azizelerden Aya Tekla adına sunulan bu manastıra çekilerek burada öldüğü bilinmektedir Aya Tekla Kilisesi, bir savaştan dönerken büyük bir kasırga ile selden kurtuluşunu o gün yortusu olan Aya Tekla’nın bir mucizesine borçlu olduğu inanan, İsaakios Komnenos (1057-1059) tarafından 1059’da tamir ettirilmiştir Bu onarımın önemli ölçüde bir yenileme olduğunu, IAleksios’un (1081-1118) kızı Anna Komnena’nın kitabından öğrenmekteyiz

İstanbul’un fethinde kilisenin ne durumda olduğu bilinmemekle birlikte Fatih vakfiyelerinde adı geçen Ayaleharna Mahallesi’nin Blaherna olması olası görülmüş ve buradaki Çokalica Manastırı’nın adı Çuhalica olarak açıklanarak, bunun Meryem’in elbisesi ile bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır Blaherna’daki Meryem Kilisesi, bu caminin çok yakınında olduğuna göre (100-150 m mesafede) manastırın tarihte adı geçen Tekla Kilisesi yanındaki manastır olabileceği de bir hipotez olarak düşünülmüştür 1430’da Blaherna Kilisesi yandığında, Meryem’in kutsal elbisesi, komşu Tekla Kilisesi’ne konulmuştur Elbise, çuha yaklaşımı ile, vakfiyedeki Çuhalica’nın Tekla Kilisesi olduğu, dolayısı ile Atik Mustafa Paşa Cami, eğer Tekla Kilisesi ise, kutsal elbisenin saklandığı mabedin olması olasıdır

Kilisenin, IIBayezid döneminde sadrazam olan ve ISelim’in 1512’de idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği bilinmekte ise de bu biraz tartışmalıdır 953/1546 tarihli İstanbul Vakıflar Tahrir Defterinde çok daha küçük mescitler ayrı başlık altında yer alırken bu cami, Koca Mustafa Paşa’nın bu semte adını veren, yine kiliseden çevrilme diğer camisi ile birlikte kaydedilmiştir Vakıf defterinden öğrenildiğine göre, bu caminin çevresindeki pek çok sayıda ev ve dükkan da onun evkafındandı Binanın bütün saçak bölümü Türk dönemine değiştirilip, esas Bizans yapısı kubbenin yerine Türk mimari üslubunda bir kubbe yapıldığına göre, bu işlemin 1509 depreminden sonra gerçekleştirildiğine ihtimal verilebilir Ayvansaray’da büyük tahribat yapan 1729 yangınında cami de zarar görmüştür İstanbul’da eski eserlerde izler bırakan 1894 depreminde de Atik Mustafa Paşa Camisi zarar görmüş ve minaresi yıkıldığından yeniden yapılmıştır

Caminin apsisinin sağ tarafındaki hücre, bir türbe şekline sokularak, buraya konulmuş olan ta’lik hatla yazılı bir levhada buranın Hazret-i Câbir’in kabri olduğu bildirilir Bu bölmenin kapısı üstünde de “Hâza merkad-i Câbir bin Abdullahü’l Ensarî” yazısı vardır Hadika’nın verdiği bilgiye göre ise Eyyub-i Ensarî ile Bizans döneminde Bizantion’un önüne gelen sahabeden olan Câbir bin Abdullah burada gömülüdür Aslında islâm tarihinin bilinen iki Câbir bin Abdullah’ından ikisi de Bizantion kuşatmalarında bulunmamıştır Bu türbenin bir makam olduğu anlaşılmaktadır

Atik Mustafa Paşa Cami olan bu kilise, Bizans dini mimarisinde kapalı haç planlı yapılar gurubunun, köşe duvarlı tipindedir Binanın içinde haç biçimindeki mekânı, dört taraftaki dört hücrenin köşeleri meydana getirmektedir Ortada dört kolun birbirlerine kavuştukları karenin üstünde büyük ihtimalle Bizans döneminde, pencereli yüksek kasnaklı kubbe bulunuyordu Türk mimarisinin klasik döneminde, burası bugün görülen penceresiz basık kasnaklı kubbe yapılmıştır Bu arada, aslında iç bünyenin dışa aksettirilmesi yüzünden inişli çıkışlı olması gereken saçak hattı da, yan cephelerde kemerlerin kesilmiş olmasından , düz bir biçimde değiştirilmiştir Ayrıca orijinal pencerelerin çoğu örülmüş ve sövelerinden belli olduğu üzere yeni pencereler de açılmıştır

Kiliselerde bulunan ve mutlaka olması gereken narteks (giriş holü) burada yoktur Bilinmeyen bir tarihte yıkıldığı sanılan bu bölümün yerine basit, üstü çatılı ve mimari özelliği olmayan bir son cemaat yeri yapılmıştır Minare ise 1894 depreminden sonra standart tipte yapılan taş külahlı minarelerdendir Caminin içinde Bizans dönemine ait hiçbir bezeme bulunmamaktadır Türk döneminde de yapılan ahşap minber ile mermer vaaz kürsüsü sanatsal bir özellikte değildir Caminin tonoz ve duvarlarını kaplayan kalem işleri çok yakın tarihlerde, 1894’ten sonra yapıldığı sanılmaktadır

Caminin dışında bulunan, yekpare mermerden oyulmuş bir vaftiz teknesi 1922’de Arkeoloji Müzesi’ne taşınmıştır 1957’de Amerikan Bizans Enstitüsü, binanın güney cephesinde badana tabakası altında fresko tekniğinde yapılmış bazı aziz resimlerine rastlamışlardır Bunlardan ikisi hekim asıllı azizlerden Ayios Kosmas ve Ayios Damianos olarak teşhis edilmiştir Diğeri ise melek Mikael’dir Üzerleri tahta ile kapatılan bu freskolar dış tesirlere ve özellikle insanların tahriplerine açık bırakılmıştır Caminin şadırvanı, girişin önünden geçen sokağın karşı tarafındadır

__________________

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?




Ey ŞaiR! Bana Yağmurdan bahsetme, yağdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #62
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Ahi Çelebi Cami (Eminönü)


Eminönü’nde, Haliç kıyısında, Zindan Hanı’nın batısında ve Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağı’nın kesiştiği köşede yer almaktadır

Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadırAncak bazı söylentilere dayanılarak kapı üzerine 1500 tarihi konulmuştur Yapıldığı yıl kesin olarak belli değildir Yaptıran ise Âhi Çelebi Mehmed bin Tabib Kemal Ahî Can Tebrizî’dir Vakfiyelerde de “Merhum Ahî Çelebi bin Kemalü’l-Tabib olarak geçmektedir Fatih, IIBayezid, Yavuz Selim ve Kanuni devirlerinde yaşamıştır Önce Candaroğulları hizmetindeyken, daha sonraları İstanbul’a gelerek Mahmutpaşa semtinde bir dükkânda tabiblik yapmıştır İlk bilgilerini babasından alan Ahî Çelebi, fatih Darüşşifası’na hekimbaşı olmuşturMısır’da ölmüş ve İmam Şafii Türbesi’ne gömülmüştür Böbrek ve mesane taşları üzerine kaleme aldığı telifi ve tıbba ait bazı eserleri bilinmektedir

Ahi Çelebi Camii, Kanlıfırın Mescidi ve Yemişçiler Camii adlarıyla da anılmaktadır Ayvansarayî’nin Hadikatü’l-Cevâmi’de verdiği bilgiye göre, 15yüzyılda Ahi çelebi Tabib Kemal tarafından yaptırılmıştır Yemiş İskelesi’nde çıkan yangınlarda iki defa
yanmış; ilki 1539, ikincisi ise 1653’tedir İkinci yangından sonra Mimar Sinan tarafından tamir edildiği için Tezkiretü’l-Enbiye’de Onun eserleri arasında adı geçmektedir 1894 depreminde de hayli zarar görmüş ve onarım geçirmiştir Ahi Çelebi, İstanbul’un en eski camilerinden biri olup, bugün harap durumda ve mimari açıdan pek fazla bir özelliği bulunmamaktadır Evliya Çelebi’nin ünlü seyahat rüyasını gördüğü cami olması nedeniyle İstanbul folklorunda önemli bir yer tutmaktadır

Evliya Çelebi’nin ünlü rüyası:
1040 yılı Muharremi’nin aşura gecesi (19 Ağustos 1630), İstanbul’daki evinde bir ara dalıveren Evliya Çelebi, eskilerin deyimiyle “beyne’n-nevm ve’l-yakaza”, yani uykuyla uyanıklık arasında bir rüya görür Yemiş İskelesi yakınında helâl mal ile yapılmış eski bir cami olan Ahi Çelebi Camii’nde, minberin dibinde oturmaktadır Birden kapı açılır ve camiin içi nurdan bir cemaatle doluverir Hayret ve hayranlık içinde olup biteni seyreden Evliya, gelip yanına oturan zata kim olduğunu sorar
Aldığı cevap heyecan vericidir:
“Aşere-i Mübeşşere’den okçuların pîri Sa’d ibni Ebi Vakkas!”
Peki, camiyi nura boğan cemaat? Okçular pîrinin anlattığına göre, ön saftakiler peygamberlerin, arka saftakiler evliyanın ruhlarıdır Ashabın, muhacirînin ve bütün Kerbelâ şehitlerinin ruhları da hep orada Mihrabın sağında oturan Hz Ebubekir ve Ömer, solundaki Hz Osman ve Ali’dir Mihrabın önündeki de Hz Üveysü’l-Karâni Müezzinlerin, dolayısıyla Evliya Çelebi’nin piri olan Bilâl-i Habeşi, camiin solunda duvar dibinde oturmaktadır Ve işte şimdi içeri kanlı esvaplarıyla girenler de Hazreti Hamza ve cümle şehitlerin ruhları!
Sa’d ibni Ebu Vakkas, Evliya’nın “Yâ sultanım, bu cemaatin bu camide cem’ olmalarının aslı
nedir?” sorusunu da şöyle cevaplandırır:
“Azak câniblerinde cüyûş-ı muvahhidînden Tatar-ı sabâ-reftâr askeri muzdaribü’l-hâl olmağla
Hazret’in himâyesinde olan bu İslambol’a gelüp andan Tatar Han’a imdâda gideriz; şimdi
Hazret-i Risâlet dahi İmam Hasan ve İmam Hüseyin ve on iki imamlar ve bizden gayri Aşere-i Mübeşşere ile gelüp sabah namâzının sünnetin eda idüp sana kamet eyle diyü işaret buyururlar; sen dahi savt-ı a’lâ ile ikamet-i tekbîr idüp ba’de’s-selâm Ayetü’l-kürsî’yi tilâvet eyle, Bilâl Sübhanallah desin, sen Elhamdülillah, Bilâl Allahü ekber desin, sen âmin âmin de Ve cümle cemaat ale’l-umûm tevhîd ederiz, Ba’dehu sen Ve salli ala cemîi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn ve’l-hamdüli’llâhi rabbi’l-âlemîn diyüp kalk, heman mihrabda Hazret-i Risâlet otururken dest-i şerîfin bûs idüp ‘Şefâat ya Resûlallah’ deyüp recâ eyle!”
“Seyahat ya Resulallah!”
Tam o sırada camiin kapısında bir nur şimşek gibi çakar ve her yer “nûrün alâ nûr” olur Bütün cemaat ayağa kalkmıştır; Peygamberimiz, sağında İmam Hasan, solunda İmam Hüseyin olduğu halde kapıda belirir Yüzünde al şaldan bir örtü, elinde bir asâ vardır ve kılıcını kuşanmıştır “Bismillah” diyerek mübarek sağ ayağını içeri atıp nikabını açar ve selâm verir:
“Esselâmü aleyküm yâ ümmetî!”
Camidekiler hep bir ağızdan selâmı alırlar Resulullah mihraba geçip sabah namazının sünnetini kılarken Evliya dehşet içinde tir tir titremekte, bu arada Peygamber’in eşkalini dikkatle incelemektedir Evet, aynen Hilye-i Hâkanî’de yazdığı gibidir: Destârı on iki kolanlı beyaz şal, gerdanında sarı sof şal, ayaklarında sarı çizmeler
Peygamber sünneti kılıp selâm verdikten sonra sağ eliyle dizine vurarak Evliya’ya “İkamet eyle!” buyurur Evliya, segâh makamında “ikamet ve tekbir” eder Resulullah aynı makamda hazin bir sesle Fâtiha’yı okuyarak ruhlar cemaatine sabah namazını kıldırır Selâmdan sonra Evliya, Sa’d ibni Ebi Vakkas’ın tarifine göre Bilâl-i Habeşî ile müselsel müezzinlik yapar Resulullah mihrapta yanık bir sesle Yâsin-i Şerif okuduktan sonra ayağa kalkınca Sa’d ibni Ebi Vakkas, Evliya’yı elinden tutup huzura götürür ve der ki:
“Âşık-ı sâdıkın ve ümmet-i müştâkın Evliya kulun şefaat rica eder!”
Ve ardından Evliya’ya döner:
“Mübarek dest-i şeriflerini bûs eyle!”
Evliya büyük bir heyecan içindedir; ağlayarak Peygamber’in elini öper ve “şefaat”
diyecek yerde,
“Seyahat ve Resulallah!” deyiverir
Bu dil sürçmesi Resulullah’ın çok hoşuna gitmiştir; tebessüm ederek:
“Şefaat ettim, sıhhat ve selâmetle seyahat eyle! Fâtiha!” buyurur
Ruhlar Fâtiha okuduktan sonra, Evliya Çelebi hepsinin ellerini bir bir öpmeye başlar Evliya Çelebi’nin anlattığına göre Hz Peygamber’in pembe renkli eli gül gibi kokmaktadır ve sanki
kemiksizmiş gibi yumuşacıktır Diğer peygamberlerin elleri ayva kokusundadır Hz
Ebubekir’in eli kavun, Ömer’inki anber, Osman’ınki menekşe, Ali’ninki yasemin, Hasan’ınki
karanfil, Hüseyin’inki beyaz gül
Evliya camideki bütün ruhların ellerini öptükten sonra Hz Peygamber tekrar “Fâtiha” der;
herkes yüksek sesle “seb’al-mesânî”yi okur ve “Esselâmü aleyküm eyâ ihvânûn” diyerek
camiden çıkar; sahabeler de Evliya’ya hayır dualar ederek onu takip ederler Sadece Sa’d ibni
Ebi Vakkas durur ve belinden sadağını çıkarıp Evliya Çelebi’nin beline kuşattıktan sonra şu öğütleri verir:
“Yürü sehm ü kavs ile gazâ eyle ve Allah’ın hıfz-ı emânında ol ve müjde olsun sana bu meclisde ne kadar ervâh ile görüşüp dest-i şerîflerin bûs itdinse cümlesini ziyaret itmek müyesser olup seyyâh-ı âlem ve ferîd-i âdem olursun Amma geşt ü güzer itdiğin memâlik-i mahrûsaları ve kılâ-i büldanları ve âsâr-ı acîbe ve garîbeleri ve her diyarın memdûhât, sanâyiât, me’kûlât ve meşrûbâtını ve arz-ı beledi ve tul-ı neharların tahrir idüp bu seyr-i garîbe ile ve benim silâhımla amel idüp dünyâ ve âhiret oğlum ol, tarîk-i hakkı elden koma gıll u gışdan beri ol, nân u nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, iyilerden iyilik öğren!”
Bu öğütleri verdikten sonra Sa’d ibni Ebi Vakkas da Ahi Çelebi Camii’nden çıkıp gider
“Önce bizim İstanbulcuğumuzu yaz!”
Derin bir inşirah ve büyük bir mutluluk içinde uyanan Evliya Çelebi, abdest alıp fecir namazını kıldıktan sonra Kasımpaşa’ya gider ve rüya tabircisi İbrahim Efendi’ye güzel rüyasını en ufak ayrıntıyı bile kaçırmadan anlatır İbrahim Efendi’ye göre, Evliya seyyah olup bütün dünyayı dolaşacak ve öteki dünyada Resulullah’ın şefaatine nâil olacaktır Bu tabirle yetinmeyen Evliya Çelebi,
Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede’nin tabirini de merak eder ve huzuruna varır
Dede’nin tabiri daha gönül ferahlatıcıdır:
“On iki imamın ellerini öpmüşsün, dünyada azim sahibi ve başarılı olacaksın! Aşere-i
Mübeşşere’nin ellerini öpmüşsün, cennete gireceksin! Çâr-yâr-ı güzînin ellerini öpmüşsün,
dünyada bütün padişahların dostu olacak, sohbetlerinde bulunacaksın Hazreti Resul’ün yüzünü
görüp mübarek ellerini öpmüş, hayır dualarını almışsın, iki dünyada saadete ereceksin İmdi,
Sa’d Vakkas’ın nasihati üzere önce bizim İstanbulcuğumuzu yazmaya başla, yürü işin rast gele,
el fâtiha!”

Caminin bilinmeyen vakfiyesi953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde özet olarak verilmiştirVakfiyede Meyve Kapısı haricinde gösterilen cami ve bâninin Edirne’de bir hamam, Trakya’da sekiz köy, mezralar vakfedilmiştirAyrıca Ahî Çelebi’nin oğlu Ruhullah Çelebi’nin kızı Ayşe Hatun da 934/1528’de 10000 akçe nakit ve yıllık 1250 akçelik bir meblağı vakfa ilave etmiştir

Cami, tuğladan dört sivri kemer üzerine oturtulmuş, oldukça basık tek kubbelidir Son cemaat yeri altı kubbelidir Kubbeyi taşıyan sivri kemerlerin sağ ve sol üstlerinde sivri kemerli pencere izleri çıkmıştır Binanın kare şeklindeki kubbe kasnağı çepeçevre bir demirle çevrilmiştir Yanlara doğru ikişer payandanın da sonradan ilave edildiği anlaşılmaktadır Büyük kemer içlerinde sağ ve solda dörderi kıble duvarında üç, mihrap duvarında ise iki üst pencere mevcuttur Minare sağda yer almaktadır İçerideki kapısı yüksekte olduğundan bir merdivenle ulaşılmaktadırMinare kaidesi de bu geçide olanak vermek amacıyla dışarıdan kıbleye doğru uzatılmıştır Son cemaat yerinde minare tarafındaki duvardan bir kapı açılarak eklenti olan ilave binalara geçiş sağlanmıştır Caminin cümle kapısı son derece basittir Mihrabı mermer plaklarla kaplanarak yenilenmiştir Sağdaki ilave yapı üzerinde bulunan çeşmenin kitabesi 1281/1864 tarihlidir Binanın mimari açıdan önemi olmamakla birlikte, tarih açısından önemli bir yeri vardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #63
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Florya Atatürk Deniz Köşkü


[SIZE=”2”]Marmara Denizi kıyısında, Yeşilköy ile Küçükçekmece arasında bir yerleşim bölgesi olan Florya’nın 19 yüzyılda sönük bir avcı uğrağı konumunda olduğu bilinmektedir Atatürk’ün buraya olan ilgisiyle önem kazanan Florya giderek yazlık bir dinlenme merkezine dönüşmüştürAtatürk için İstanbul Belediyesi tarafından 1935 yılında mimar Seyfi Arkan’a projelendirilen köşk, yazlık bir konut olarak yapılmış ve aynı yıl 14 Ağustos tarihinde kullanıma açılmıştır
Ulu Önder, 1936 yılının Haziran ve Temmuz aylarında uzunca bir süre burada yaşamış, siyasal ve bilimsel toplantılar için köşkü özellikle kullanmış, aralarında İngiliz Kralı VIII Edward ve Madam Simpson’un da bulunduğu kimi önemli konukları burada ağırlamıştır
Köşk, Atatürk tarafından son olarak 28 Mayıs 1938 günü kullanılmış, kendisinin ölümünden sonra bu yapılar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak Sayın İsmet İnönü, Sayın Celal Bayar, Sayın Cemal Gürsel, Sayın Cevdet Sunay, Sayın Fahri Korutürk ve Sayın Kenan Evren tarafından kullanılmıştır
16 Eylül 1988 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’mızca TBMM’ne bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devredilen bu yapılar topluluğu, restorasyona alınarak Atatürk Müzesi haline getirilmiş ve içinde “Atatürk İstanbul’da” konulu sürekli bir fotoğraf sergisi oluşturulmuştur Öte yandan köşkün bir bölümünde de Atatürk ile ilgili çeşitli yayınlar tanıtılmakta ve satılmaktadır Yaverlik ve Genel Sekreterlik binaları onarılarak TBMM sosyal tesisleri haline getirilmiş, bu binaların arasında kalan boşluğa kafeterya ve restoran hizmeti veren bir yapı eklenmiş, yine bahçe; kafeterya hizmetleri verilecek bir konuma getirilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #64
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Filizli Köşk

II Abdülhamid’in (1876-1909) Başkâtib’i olarak Yıldız Sarayı’nda görev yapan Tahsin Paşa’ya ait olan yapı, 19 yüzyılda saray ileri gelenlerinin yazlık olarak kullandıkları bir yöre olan Göztepe’dedir
19 yüzyılın son çeyreğine ait olan Filizi Köşk, genel olarak dönemin beğenisi olan Art-Nouveau özellikler taşımasına karşılık, birkaç kez el değiştirdiğinden dolayı kimi yerlerde bu özelliğini yitirmiştir
Üç katlı ve orta sofaya açılan yan odalardan oluşan planıyla geleneksel Türk Evi Planı’na sahip olan yapı, restore edilmiş ve Türk Parlementerler Birliği sosyal tesisi olarak hizmete girmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #65
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Emirgan Camii


Emirgan İskelesi karşısındadır Eskiden, Feridun Paşa Bahçesi adıyla anılan arsayı Padişah IV Murat, Revan seferinden sonra Emirguneoğlu Yusuf Paşa’ya vermiş, o da buraya bir köşk inşa ettirmişti Daha sonra köşk yıkılınca I Abdülhamit 1781 yılında buraya bir camii yaptırdı Duvarları taş ve tuğla, çatısı ağaç, minaresi ise tek şerefelidir Yapının içinde bir Hakan dairesi, çeşme, saatlerin bulunduğu bir bölüm ve okul bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #66
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Rumeli Hisarı

İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasındadır Bizans’a kuzeyden yardım gelmesini önlemek amacıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından 1452 yılında yaptırılan bir kaledir 1000 usta ve 2000 işçinin çalışmasıyla 4 ayda yapılmıştır Üç büyük kulenin yapımını Çandarlı Kara Halil, Saruca ve Zaganos Paşalar üstlendiklerinden kuleler bu adlarla anılır Beş kapısı bulunan kale, 30000 m²lik bir alanı kaplamaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #67
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Çamlıca Köşkleri


Çamlıca Korusu içerisinde bulunan Çamlıca Köşkleri; Sofa, Cihannüma ve Topkapı Köşkleri`nden oluşur Çamlıca Köşkleri, Kartal`dan başlayan Kadıköy, Eminönü, Üsküdar ve Beşiktaş`ı içine alan Boğaz manzarasına sahiptir İstanbul Çamlıca Köşkleri, Büyükşehir Belediyesi tarafından restora edildikten sonra şu anda cafeterya ve restoran olarak hizmet vermektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #68
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Çadır Köşk


Çadır Köşkü İstanbul’da bulunan Osmanlı döneminden kalma bir köşktür Alçak tavanlı bir zemin kat ile üzerindeki tam tek katta, ortada bir giriş holü ve yanlarda iki odadan oluşan köşk, Çırağan Sarayı’nın 1871’de inşa edilen binası ile beraber, onun arka bahçesinde günü birlik geziler için yapılmış, bu sebeple yatak odası ve banyo tertibatı olmayan, bir "seyir köşkü" idi
Köşk, Cumhuriyetin ilk yılları boyunca kapalı kaldı 1940’ta zamanın valisi Dr Lütfı Kırdar’ın Çırağan Sarayı’nın arka bahçesini (Yıldız Sarayı’nın ara duvarına kadar) Maliye Bakanlığı’ndan İstanbul Belediyesi’ne devrettirerek "Yıldız Parkı" adı ile halka açması ile tekrar gündeme geldi ve basit bir onarım gördü I949’da köşk, belediye tarafından, Beyoğlu’nun en seçkin iki pastanesinden biri olan Markiz’in işleticisi Avedis Çakır’a kiraya verildi Çakır, burayı yine basit bir şekilde onarttı, denize bakan ön terası betonlayarak, ortaya zemini fayanstan bir dans pisti yaptırdı ve köşkün içini de kendi mali imkanlarının ve o devrin sınırlı görüşlerinin elverdiği kadar döşedi
1960 askeri darbesinin yönetimi, bu kullanımı uygun bulmayarak, köşkü boşalttırdı Birkaç yıl sonra TBMM Başkanlığı, Ihlamur Kasrı’nda dönemin valisi Ord Prof Fahrettin Kerim Gökay’ın kurmuş olduğu Tanzimat Müzesi’ni zorla tahliye edince, Gökay’ın girişimi ile bu müze, boş Çadır Köşkü’nde kuruldu Bu kullanım binanın sağlığı için iyi bir tercih olmamıştı Çünkü kapatılan panjurlar ve pencere içlerine gerilen siyah kumaşlarla güneş ışığı ve hava akımı engellenmiş oluyordu Köşkte merkezi ısırma donanımı da olmadığı için, bina içeriden çürüdü, zemin parkeleri çökmeye başladı Çatı akıntıları, tavan ve duvar süslemelerinin dökülmesine neden oldu
1979’da İstanbul Belediyesi ile imzalanan protokolle Yıldız Parkı’nın ıslahı ve içindeki Malta ve Çadır köşklerinin onarımı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından üstlenildi Malta Köşkü restore edilip döşenerek, halka açık çay salonu haline getirildi, fakat müze hemen tahliye edilemediği için, Çadır Köşkü’ne el sürülemedi, sadece çevresi onarılıp önündeki teras çiçek tarhları yapılarak, zemin çimentosu sökülüp traverten taşı kaplanarak ve döküm fenerleri dikilerek, çay bahçesi haline getirildi Daha sonra yine Turing Kurumu’nun teklifi ile Tanzimat Müzesi için Gülhane Parkı’nda kurumun bir bina yaptırıp bütün objeleri elden geçirterek oraya nakletmesi ve Çadır Köşkü’nü restore ederek kafe olarak halka açması çözümü kabul edildi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #69
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Cağaloğlu Hamamı


Cağaloğlu’n da Yerebatan Caddesi’nin sağ yanıda yer alır Sultan I Mahmud tarafından Ayasofya Cami’ne gelir sağlamak amacıyla 1741 yılında inşa ettirilmiştir, mimarı bilinmemektedir Cağaloğlu Hamamı kadınlar ve erkekler için ayrı kısımları olan bir çifte hamamdır İçinde kullanılan Barok üslup ve klasik Osmanlı hamam mimarisinde olmayan yenliklerin yanı sıra, Sultan III Mustafa tarafından şehrin artan su ve odun ihtiyacı nedeniyle 1768’de büyük hamam yapılmasının yasaklanmasından önce inşa edilen son büyük hamam olması nedeniyle önem taşır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #70
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Burmalı sütun (Yılanlı sütun)


Birbirine dolanmış 3 yılanın kafaları altın bir kazanın 3 ayağı biçimini alıyordu MÖ 5 yüzyılda Persleri yenen birleşmiş 31 Yunan şehri elde ettikleri bronz ganimetleri eriterek bu eşsiz kalitedeki eseri yaptırtmıştı 8 m boyundaki Yılanlı Sütun aslında Delfi’deki Apollo mabedine dikilmişti İmparator Konstantin tarafından 324 yılında getirttirilerek, hipodromun ortasına diktirilmiştir 17 yüzyılda yılanların kafaları yerlerinde duruyordu Sonradan kayıp olan kafaların bir parçası bulunarak İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne konulmuştur
Yılanların nasıl sütundan koptuna dair çeşitli rivayetler vardır Evliya Çelebi’ye göre; "Yılanlı Sütun, İstanbul’daki 17 tılsımlı burma direktir Bu sütunun tılsımı ile şehre yılan gibi hayvanlar girmemektedir Bu direk üç başlı ejderha suretini gösterip başının birisini bir yeniçeri kılıç ile bir vuruşta kırmıştır O tarihte kısmen tılsımı bozulmuş olup, İstanbul içine yılan, çiyan ve akrep gibi hayvanlar yayılmışlardır"
Ayrıca yine bir rivayete göre sütunun yarı yüksekliği, Sultan Ahmet Camii yapılırken toprak altında kalmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #71
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Beyazıt Kulesi


Beyazıt Yangın Kulesi, çıkan yangınları haber vermek amacıyla 1749 yılında 85 metre yüksekliğinde ve ahşap olarak inşa edildi Gözetleme yerine kadar 180 basamaktan oluşmaktadır 1756’daki Cibali yangınında yandı 1826’da yeniden yapılan kule yeniçeri ayaklanmasında tekrar yandı Kule üçünçü kez Sultan IIMahmut zamanında, 1828 yılında Senekerim Balyan’ın mimarlığı altında tekrar yapıldı Beyazıt Yangın Kulesi,
  • Nöbet Katı
  • İşaret Katı
  • Sancak Katı olmak üzere üç bölümden oluşur
Yangın, Beyazıt Kulesinden gündüz sarkıtılan sepetlerle, gece ise fener yakılarak haber verilirdi 1997 yılında başlayan restorasyon çalışmalarına kadar kullanılamayacak durumda olan kule iki yıl süren çalışmalar sonucunda eskiden olduğu gibi yangın gözetleme, meteoroloji ve yol durumunu bildirmek amacıyla kullanılmaktadır Beyazıt kulesi şuan İstanbul Üniversitesi merkez kampüsü içerisinde bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #72
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Aynalıkavak Kasrı


I Ahmed’in, Okmeydani ve Eyüp Sultan’a yakinligi nedeniyle 1614’te yaptirdigi ilk kasirda Sultan (Deli) Ibrahim dogmustur Sultan Ibrahim büyüdükçe, yeni yeni binalar yaptirarak burayi Tershane Sarayi haline dönüstürür 1678 yangini sonrasinda, onarimlar ve düzenlemeler ile yeni köskler, kasrlar eklenir Bu yeni eklenenlerden birisi Aynalikavak Kasri’dir
Aynalikavak Kasri’nin adi ile ilgili rivayete göre, Osmanli’da düz pencere cami üretilemedigi için Venedik Doc’unun Sultan’a hediye ettigi kristal Venedik aynalarina yakisan bir kasr yapilmasina baslanir Sultan bu emri verirken, “kavak boylu aynalara” yakisan bir kasr istemistir
1799’un Küçük Kaynarca Anlasmasi’na ek olan anlasma, bes yil sonra taraflarca burada imzalanir
1792’de Aynalikavak Kasri onartilarak “Binis Kasri”na dönüstürülür

Diger kasirlarda oldugu gibi Aynalikavak’ta da bezemelerin en yogun oldugu, bazen de gökkubbe çagrisimli basyapit düzeyindeki ahsap kubbeler divanhanenin görkemine görkem katmistir Okmeydani yönündeki divanhanenin köseleri pahtli, kare orta mekanin sedirlerle donatilan üç mekani vardir, dördüncüsü yerine disariya büyük bir saçakli gölgelik eklenmistir Divanhane “eksensel” yerlesimin en ucundadir Gerisinde alisilagelenden daha uzun, daha genis bir sofa; tüm diger mekanlari iki yaninda derler toplar Bu uzun sofa Haliç yönünde disa tasirilan bir eyvanla biter Böylelikle iki yöne bakis saglanmis olmasi, kasrin hem “tir” (ok) atma, hem de “Seyr-i donanma” için kullanildiginin bir kaniti
Divanhanenin yanindaki arz odasi da IIISelim dönemi yönelimlerine uygun bezenmistir Meyil nedeni ile iki katli yapilan kasrin, alt katinda hizmet mekanlari bulunur Degisik onarimlarla IIISelim dönemindeki görüntüsünü günümüzde de koruyabilen Kasir, bir süre müze4 olarak yeniden islevlendirilmistir
Aynalikavak Kasri, Osmanlilar’in bir zamanlar Bogaziçi ladar benimsedikleri ve iki kiyisini yali ve saraylarla doldurduklari Haliç’in o parlak dönemlerini animsatabilecek tek yapidir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #73
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Anadolu Hisarı


İstanbul’un Anadoluhisarı semtinde, Göksu Deresi’nin İstanbul Boğazı’na döküldüğü yerdedir 1395’te Yıldırım Bayezid tarafından, İstanbul’un İkinci Osmanlı Kuşatmasına hazırlığının bir parçası olarak yaptırılmıştır Anadolu hisarı, 7000 metrekarelik bir alan üzerine, Boğazın en dar noktası olan 660 metre mesafedeki bölgesine inşa edilmiştir Cenevizliler, Bizans’la birlik olup Karadeniz’de (Kefe,Sinop ve Amasra’da) koloniler kurmuşlardı Bu sebeple, Boğaz geçişi Cenevizliler için hayati önem taşımaktaydı Aynı durum Osmanlılar için de söz konusuydu Karşı sahilde, İstanbul’un Avrupa yakasında bulunan Rumeli Hisarı ise, 1451-1452 yılları arasında II Mehmet tarafından, bu yabancı ülkelerin gemilerinin geçişlerini denetim altında tutabilmek amacıyla inşa ettirilmiştir Fatih Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı’nı yaptırırken bu kaleye dış surlar ekletmiştir
Anadolu Hisarı, iç ve dış kale ile bu kalelerin surlarından oluşur İç kale, dikdörtgen biçimindeki dört katlı bir kuledir İlk yapıldığında, bir giriş kapısı bulunmadığı için, kuleye iç kale surlarına uzanan bir asma köprüden giriliyordu Üst katlarına da içerideki ahşap merdivenlerle çıkılıyordu
İç kale surları, dış kalenin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerini birleştirir Bu surlar üç metre kalınlığındadır İç surlarla birleşen dış kale surlarının üzerinde birçok kemer ve surları korumak için yapılmış üç kule bulunur Asıl kalenin surları doğu-batı yönünde 65 metre; kuzey-güney yönünde 80 metre boyunca uzanır Surların kalınlığı 2,5 metredir Dış surlarda topların yerleştirildiği menfezler bulunur Anadolu Hisarı’nın asıl kalesinde ve iç surlarında, araları harçla doldurulmuş blok taşlar kullanılmıştır
Anadolu Hisarı, İstanbul’un fethinden sonra askeri önemini yitirmiş, çevresi zamanla bir yerleşim bölgesi durumuna gelmiştir Bugün bazı bölümleri yıkık olan Anadolu Hisarı’nın ortasından yol geçmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #74
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Beylerbeyi Camii
Rumeli Beylerbeyi Yûsuf Paşa tarafından yaptırılmıştır Küçük bir camidir İçi kalem süslemeleriyle bezenmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz

Eski 01-11-2009   #75
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz




Yıldız Sarayı
Beşiktaş, Ortaköy ve Balmumcu arasında, Boğaziçi’ne egemen bir konumda 500000 m2’lik bir alanı kaplayan Yıldız, yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inen bir koruluktur İstanbul’un Türklerin eline geçmesinden sonra “Kazancıoğlu Bahçesi” adıyla anılan bu koruluk, büyük bir olasılıkla Sultan I Ahmed Dönemi’nde (1603-1617) padişahın “Has Bahçe”leri arasına katılmıştır
Sultan IV Murad (1623-1640) ve III Selim (1789-1807) dönemlerinde de ilgi gören bu çevre; III Selim’in, annesi Mihrişah Valide Sultan için “Yıldız” adıyla yaptırdığı bir köşkten dolayı bu ad ile anılmaya başlanmıştır
Sultan III Mahmud (1808-1839), Sultan Abdülmecid (1839-1861) ve Sultan Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde eklenen köşk ve kasırlarla gelişen buradaki yapılar topluluğu; Sultan Abdülhamid Dönemi’nde (1876-1909) yapılan binalarla Yıldız Sarayı adını alarak, İmparatorluğun bugün yerinde İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu Eski Saray, Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’ndan sonra dördüncü yönetim merkezi haline gelmiştir
Yıldız Sarayı’nın bir parçası olan ve adını Fransızca “dağ evi” anlamına gelen “chalet” sözcüğünden alan Şale Köşkü, 19 yüzyıl Osmanlı mimarlığının en ilgi çekici yapılarından biridir Yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içinde ve farklı tarihlerde yapılan birbirine bitişik üç ana yapıdan oluşan köşkün birinci bölümünün 1880’de, Sarkis Balyan’ın yaptığı ikinci bölümünün 1889’da Merasim Köşkü adıyla tanınan ve D’Aranco’nun yaptığı üçüncü bölümünse 1898 yıllarında tamamlandığı bilinmektedir Son iki bölüm, Alman İmparatoru II Wilhelm’in İstanbul’a gelişlerinde konaklaması için yapılmıştır ve bu özelliğiyle Şale, Yıldız Sarayı yapılar grubu içinde bir “devlet konukevi” niteliği taşımaktadır
Köşk, bodrumuyla birlikte üç katlı, ahşap ve kâgir olarak yapılmıştır Osmanlı konut geleneğine uygun olarak Harem ve Selamlık gibi de kullanılabilecek bölümlerden oluşan, dış dünyaya yedi kapıyla ve ahşap pancurlu pencerelerle açılan Şale’nin katları arasındaki bağlantıyı biri mermer, ikisi ahşap zarif merdivenler sağlamaktadır

Koridorlar üzerinde düzenlenmiş, altmış oda ve dört salonuyla bir köşk boyutlarını aşan yapının görkemli mekânlarını Barok, Rokoko ve İslâm etkilerini yansıtan kalem işleri, geometrik bezemeler ve manzaralı panolar süslemektedir

Zemini duvardan duvara yaklaşık 406 m2’lik tek parça Hereke halısıyla kaplı, tavanı altın yaldız panolarla süslenmiş, duvarlarında büyük boy aynalar bulunan görkemli Tören Salonu, sedef kakma kapılı süslemelerinde belirgin biçimde doğu etkileri görülen Sedefli Salon, tavanlarındaki manzara resimleriyle ünlü Sarı Salon, çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen değerli döşeme eşyası, birbirinden zarif çini sobaları, vazoları, görkemli ve oymalı yatak takımlarıyla çok sayıda salon ve oda, imparatorluğun son yıllarının ince beğenisine tanıklık etmektedir

Şale Köşkü, Cumhuriyet döneminde, kısa bir süre için lüks bir kumarhane olarak işletilmiş, daha sonraysa eski işlevini sürdürerek aralarında İran Şahı Rıza Pehlevi, Suudi Arabistan Kralı Faysal, Ürdün Kralı Hüseyin, Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno, Etopya Kralı Haile Selasiye, Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle gibi adların da bulunduğu konuklara kapılırını açmıştır

Günümüzde Yıldız Şale Köşkü, TBMM’ne bağlı Milli Saraylar bünyesinde bir müze-saray olarak ziyaretçilere açık tutulmakta, bahçesindeyse ulusal ya da uluslararası boyutta resepsiyonlar düzenlenmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.