Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye > Şaşırtıcı / Ürpertici Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hayalet, olayları

Hayalet Olayları

Eski 06-24-2007   #1
virüs
icon109

Hayalet Olayları



SIRTINDA TABUT TAŞIYAN ADAM

19 yüzyıl İngiltere'sindeyiz
Kraliçe Victoria'nın en iyi en ciddi siyasetçilerinden biri olan, Lord Dufferin, doğrudan doğruya kendisinin yaşamış olduğu paranormal olayı aktarmadan önce, Lord Dufferin hakkında, onu tanıtıcı bilgi verelim:
Lord Dufferin, Hindistan'ı yönetmiş; St Petersburg'da, Roma'da, Paris'te elçilikler yapmış önemli bir kişidir Asıl adı, uzun adı, Frederic Temple Hamilton Blackwood olan Lord Dufferin olup, her şeye kolayca inanan biri de değildir Bir yazar oğludur Uyanık bir zekaya sahiptir Her olaya, gerçekçi açıdan bakıp değerlendirebilen sağlam bir karakteri vardır Kolay kolay etki altında kalmayan bir tiptir Yani, aktaracağım ruhsal olayı, doğrudan doğruya kendisi yaşamamış olsaydı; inandırılması imkansız bir kimsedir Evet; Lord Dufferin, işte böyle inandırıcı, sağlam birisidir

Başından geçen paranormal olayı, zamanımıza kadar ulaşan Lord Dufferin, ne anlatmışsa, gerçekleri anlatmış, çok saygın bir kişidir Bu bakımdan anlattıklarını yok saymamız olası değildir Lord Dufferin, Paris'e atanmıştı Göreve başlamadan önce, birkaç haftalık tatilini, İrlanda'daki arkadaşlarının yanında geçirmek istemişti Bir gece ansızın bir korkuya kapıldı: Nedenini bulamadığı bu korku etkisiyle uyanmıştı; daha doğrusu uyandırılmıştı Tekrar uyumaya çalıştı ama, olmadı

Uyuyamayınca kalktı ve odada gezinmeğe başladı Perdelerin arasından Ay'ın yusyuvarlak olduğunu gördü Perdeyi açtı Gece çok sessizdi İlerdeki çayırlar, ağaçlar, gümüş rengi parıltılar içindeydiler Birden, bu ağaçların altında bir şeyin kıpırdadığını gördü� Pencereden uzaklaşarak izlemeye başladı Sırtında uzun bir sandık taşıyan adamı fark edinceye kadar bekledi: Adam, ağaçların altından iyice açığa çıktı Sırtındaki uzun sandıkla çayırlardan geçti ve ilerideki bahçe kapısından girerek, kumlu yoldan eve doğru ilerlemeğe başladı Tam pencerenin önünde durdu Başını kaldırıp yukarıya baktı ve Lord Dufferin ile gözgöze geldiler

Lord, bu ansızın gözgöze geliş üzerine, tanımlanması güç bir korkuya kapıldı Çünkü böylesine çirkin ve korkunç bir yüzü, ömrü boyunca hiç görmemişti ve bakışları bir süre, bu çirkin yüze kenetlendi Bu çirkin adamın bakışları da aynen kenetlenmişti Yani ikisi de birbirine, kenetlenmişçesine bakıyorlardı Sonra, bu çirkin adam, başını çevirerek yolun devam ederken, Lord, bu anda, onun omzunda bir tabut taşıdığını fark etti

Ertesi sabah, geceki bu olayı, arkadaşlarına anlattı Fakat, adamı tanıyan çıkmadı Kimse de o yörede, o yöreyle ilgili cin, peri, hayalet öyküsü bilmiyordu Ev, yeni yapılmıştı Ev sahipleri, bu olaya pek inanamadılar Lord Dufferin, bunu fark edince fazla da ısrar etmedi Fakat kendisi, bir hayal, bir rüya görmediğinden çok emindi Aradan birkaç yıl geçti O, birkaç haftalık tatil çoktan bitmiş; Lord Dufferin, Paris'teki elçilik görevini sürdürmekteydi ve o olayı, unutmaya başlamıştı bile

Paris'te, Büyük Otel'de, bir konferansa çağrılmış ve katılmak için bu otele gelmişti Otelin önünde bekliyordu Tam asansöre binecekken, gözü, asansörcüye takıldı: İrlanda'da, yıllar önce o gece gördüğü adamdı bu Korkuyla geri çekildi Asansörcü kapıyı kapattı ve asansör hareket etti Lord da merdivenlerden çıkmağa başlamıştı ki, çığlıklar duydu: Asansörün ipi kopmuş ve üçüncü kattan aşağı düşmüştü ve içindekilerin çoğu, bu kazada ölmüşlerdi Asansörcü de bu ölüler arasındaydı! Cesetler dışarı çıkarılırken, Lord Dufferin, o adamın, yani asansörcünün yüzünü bir daha inceledi ve gerçekten bu yüzün, o geceki adamın çirkin yüzü olduğunu hayretle gördü!

Otelin yöneticisine başvurdu: Bu adamın, o gün için geçici olarak bu işe alındığını öğrendi ve kimse de onu tanımıyordu! Polis bile adamın kimliğini saptayamadı! Onu, daha önceleri görmüş bir kimse de bulunamadı! Olay, bilinmeyenler arasına karışıp gitti!

Yazımızın başında da belirtmiştim: Şu yeryüzü insanı, yani beşer, bilse ki, fani olanın ötesinde, baki olan yine kendisi vardır Yeryüzündeki her şey, onun, sadece ruhsal tekamülünün aracıdır Bunu bilen, bunu sezen insana, şu olay neler anlatmaz ki?! Lord Dufferin'in şuur yapısını, idrak düzeyini, yani dünya anlayışını bilmiyoruz Ama ona, bazı ruhsal gerçeklerin anlatılmağa çalışıldığı da bir gerçektir En azından o, bu gerçekleşen olay üzerinde düşündürülmek istenmiştir Çünkü bir ölümden döndürülmüştür Bu ölümden başka şekilde de korunabilirdi Ama, bu mizansenden amaç, onu düşündürmektir Elbette, bir hak edişin çok düşündürücü ve de çok önemli bir uyarısına muhatap olmuştur Bu hak edişin liyakatlisi de olabilmiş midir? İşte bunu bilmiyoruz

KİLİSE DUVARINDAKİ AZİZ GÖRÜNTÜLERİ

Yeryüzünde pek çok kişinin yaşadığı, tanığı olduğu pek çok ruhsal olay kesinlikle vardır Fakat, bunların bir kısmı, mahallinde kalır, silinir Bir kısmı da yaşayanıyla ölür Bunlara neden, iletişimsizlik, çevresizlik olabilir Asıl sebep, çoğunluk, çevre baskıları, yasaklar, tabular, inançlar, peşin yargılar, bilgisizlik, çekingenlik gibi engellerdir İşte bu saydığımız engeller nedeniyle, pek çok paranormal olaylar açığa çıkmamış ve kayda geçmemiştir Ama buna rağmen, inkarı mümkün olmayacak kadar paranormal olay da literatürümüzde vardır Bu anlatacağım ikinci olay da kayda geçenlerden biridir:

Bahama Adaları'nda, Nassau'da yaşayan bir genç kadın, bir kilisede vaaz dinlerken, Rahip Paul Robert'in, ansızın sözünü kesti ve ayağa fırlayıp, İsa'yı görmekte olduğunu söyleyerek, kilisenin yeni boyanmış olan duvarını gösterdi! Bağırarak:
- İşte orada, orada, orada! diyordu!
Herkes yeni boyanan bej rengi boş duvarı görüyordu ama, Bayan EunaLowe'un gördüğünden emin olduğu görüntüyü değil! Başkalarının inanmadığına aldırış etmeden, Hz İsa'nın yüzünü açıkça gördüğünü ve Hz İsa'nın yanında da tanımadığı bir başkasının bulunduğunu tekrarlayıp duruyordu!

Bayan Lowe, iyi ailede yetişmiş; genç ve güzel bir kadındı Yani bu tür heyecanlara ihtiyacı yoktu Onun bu kadar emin olması, gördüklerinde bir gerçek payı olmasını gerektiriyordu Böyle bir düşünceye rağmen, ne rahip, ne de başkaları, bütün görme çabalarına rağmen, duvarda, yeni boyalı bir yüzeyden başka bir şey göremediler! Duvar, yeni boyanmış, bej renkli bir duvardı� Bayan Lowe'un yarattığı bu karışıklık, kısa zamanda Nassua'ya yayıldı ve akşam olunca, kilise tıklım tıklım doldu! Bu kez, kilisenin duvarında beliren yüzleri, pek çok kimse görebildi! Bu kez yüzler, iki değil; üçtü! Birisinin Hz İsa'ya ait olduğu kuşkusuzdu! Duvardaki üç görüntüden biri Hz İsa idi!

Chicago Daily News Gazetesinin ünlü muhabirlerinden Luther Evans'ı, gazete, hemen olay yerine gönderdi Gazetecinin niyeti, bej renkli, yeni boyalı bu duvar için alaylı bir yazı yazmaktı Fakat, gazeteci Luther Evans, duvardaki görüntüleri gördü ve o da şaşırdı! Tasarladıklarını unutuverdi! Hz İsa'yı o da tanımıştı! Öteki iki yüzden birini de Budha'ya benzetmişti! Gazeteci Luther Evans, duvara yaklaşınca görüntüler kayboluyordu! Ancak belirli bir uzaklıktan görülebiliyorlardı! Gazeteci, duvarı boyayan ressamları aradı Fakat onlardan da fazla bir şey öğrenemedi Adamlar, sadece duvarın, boyanmadan önce kirli ve soluk olduğunu söylüyorlardı Ki, bunu, başkaları da doğruladı

Esasen kilise, o kadar eski bir yapı da değildi Bu nedenle duvarında eskiden kalma resimler olduğu söylenemezdi Olay, 1963 yılında oldu Sonraları, bu duvardaki görüntüler, yavaş yavaş kayboldular!

Bu olay da insanlara diyor ki: Araştır, maddenin ötesi de vardır Maddenin ötesini de araştır! Olmaz sandıklarınızın "olur oluşları" da vardır Yeter ki, maddeye saplanıp kalmayın! Düşünün, araştırın, bulun! İnsanları, hem madde ötesi cehte; hem de madde ötesi bilgiye yönlendirmek istiyor Asli varlığına yöneltmek istiyor Kiminle hitap etsinler Elbet inandıklarını araç edecekler

Neden Hz İsa görülmektedir Çünkü her peygamber, devre sonuna kadar misyonunu sürdürmektedir Kadın, bir görücü medyomdu, diyelim Ama uzun zaman, inanmayanlar da gördüler! Bunların hepsi mi görücü medyomdu?! "Toplu halüsinasyon" demek kolaydır Fakat, uzun süreli toplu halüsinasyon görmek acaba olası mıdır?! Madde ötesine akıl erdirmek idrakinden henüz uzak olanlar için daha pek çok kulplar takmak olası Ama olay, idrakliler içindir İdrakin gelişmesi, olaylar karşısında düşünmesini bilmeye bağlıdır Böyle bir olay karşısında, görüp merakını gidermek ve denilenler gerçekmiş deyip üzerinde düşünmemek, herhalde idrakli bir insan işi değildir İdrak, bir anlayış olduğuna göre, kişi, gördükleri karşısında hiç değilse bir nebze düşünmeli ve anlayışını yoklamalıdır ki, idrak gelişebilsin

BULUTLARDAN GELEN SAVAŞÇI

Bu aktaracağım olay da savaş yıllarına ait bir olaydır Savaş sıralarında çok sıkıştırılan ve pek çok ülkede yaşanmış, yardıma muhtaç kimselerin yaşadığı olaylardan bir tanesi de budur Yakın tarihteki Kıbrıs Savaşında bile, şimdi aktaracağım türden öyküler anlatılmıştır Fakat, bu öykülerin gerçeklik değerini, araştırılmadığı için, bilemiyoruz Araştırılmaya değmez miydi? Araştırılmadı ki, değer mi, değmez mi, bilinsin Öykü olarak dinlenilip geçildi! İnsan olarak beynimizin hala onda birini kullanabilenlerimizin ne kadar az olduğunu biliyoruz Bu sayının artırılması ve bu yüzdenin yükseltilmesi, herhalde asıl benliğimize araçlık yapan maddesel beden dışına taşabilmeden mümkün olamaz Çünkü kalıcı olan asılla değil; fani olan araçla uğraşıyoruz hep! savaşların gereği de olsa, düşmana hücum eden hayaletler, hayalet ordular, genellikle savaşlarda vardır Ama bunlar, hangi koşulların işidir bilemiyoruz İşte bu bilinmeyenlerden bir tanesi de, Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanmıştır 28 Ağustos 1914 tarihinde, yani savaşın başlarında, Mons'ta cereyan etmiştir

İngiliz hasta bakıcılarından Phyllis Camphell, bir cephe hastanesinde çalışırken, bütün askerlerin, ansızın, bir hayalden söz ettiklerini duymuştu Olayın ayrıntılarını, daha sonraları, bir İngiliz topçusundan dinlemişti Bağlı oldukları birlik, Alman Ordusuna karşı bir tepeyi savunuyordu Ama, ellerindeki toplar, hücumu geri püskürtmek için yeterli değildi Askerler, tüm umutlarını kaybetmek üzereyken, düşman hatları üzerinde bir parlak bulut belirdi: Sonra bu parlaklık, giderek kayboldu İngilizler, beyaz ata binmiş, zırhlı, dev bir şövalye gördüler: Şövalyenin başında miğfer olmadığından, adamın uzun, sarı saçları açıkça görülüyordu! Elindeki kılıcı kaldırarak, Alman süvarilerine doğru sallayınca, Alman süvarileri bir an duraksayıp, sonra paniğe kapıldılar ve geriye dönüp kaçmağa başladılar! Topçular da bu anlaşılmaz değişiklikten yararlanıp, yeniden ateşe başladılar Bu arada takviye birlikleri de yetişti ve Almanların peşlerine düştüler Sarışın şövalyeyi bir daha kimse görmedi!

Phyllis Camphell, bu öyküyü, değişik kişilerden defalarca dinledi Askerlere sorular sorup ayrıntılarına kadar öğrendi Askerler, bulundukları yere göre, hayalet şövalyeyi, ya sağlarından ya da sollarından görmüşlerdi Hepsinin de dikkatini çeken, adamın, uzun sarı saçları ve altın gibi parlayan zırhıydı! Fakat kimse, hayaletin ne zaman kaybolduğunun farkında değildi! Phyllis Camphell, bu öyküyü, memleketinde de sık sık anlattı ve olay, tüm İngiltere'ye yayıldı Phyllis Camphell, sözü edilen savaş sıralarında, Potsdam Hastanesinde çalışmış bulunan bir Alman hemşiresiyle tanıştı Bu Alman hemşire de aynı öyküyü, yararlı Alman askerlerinden dinlemişti!

Alman subaylarından biri, ona, emrindeki alaya, İngilizler'in elindeki küçük tepeye hücum etmelerini emrettiğini ve tam alay hücuma geçerken, havada acayip bir şeylerin belirdiğini; sonra bunların, beyaz bir ata binmiş dev bir şövalyeye dönüştüğünü anlatmıştı! Adamın üzerinde zırh vardı ve kılıcını havaya kaldırmıştı! Bugün bile Mons'ta, bu kutsal şövalyeyi hatırlayan İngilizlere rastlamak olasıdır Onun, Kutsal George olduğuna inananlar da vardır Bu inanca katılmayanlar, zırhlı, uzun sarı saçlı, eli kılıçlı şövalyeyi gördüklerini itiraftan kaçınmazlar

Dosta da, düşmana da hayal gördüren bu olay da mı, "toplu halüsinasyon" sınıfındandır?! Haydi diyelim ki, toplu halüsinasyondur Düşman nasıl bu duyguya kapılabilmiştir, sorulmaz mı? Diyelim ki, savaşların oluşturduğu bir haletin gereğidir bu Çünkü hemen hemen her savaşta bu tür öyküler anlatılagelmiştir Fakat, ne biçim bir savaş haleti gereğidir ki, kazanacak tarafa kaybettiriyor: Kaybedecek tarafa da savaş kazandırıyor! Çağımızın bilimi, eliyle tutabildiğinin peşinde! Gözlerin gördüğünü, görülmüş saymıyor! Bu tutuma ne diyelim Ötelere uzanmak tembelliği mi? Öteler hakkındaki peşin yargı bağnazlığı mı?

KONUĞUN BAŞINDA GÖRÜLEN MUM ALEVİ

Yeni Zellanda'da, Dunedin Şehrinde, Lydia Koppe kedisiyle tek başına yaşıyordu Bir Pazar günü, annesiyle beraber, çok sevdiği karı-koca dostları olan, Phil ve Bertha, onu ziyarete gelmişlerdi Sohbete dalmış ve keyfle kahvelerini içiyorlardı Bir ara, arkadaşı Phil, komik bir öykü anlattı Bu hikaye, pek çok hoşuna gittiği için, daha çok kendisi güldü! O, kahkahalarla gülerken, Phil'in başının üzerinde birden bir mum alevine benzer ışığın dalgalandığını, ev sahibesi Lydia Koppe gördü! Annesiyle Phil'in kocası Bertha'nın da aynı şeyleri görüp görmediğini izledi ve hallerinden görmediğini anladı Bertha'nın eşinin de hallerinden görmediğine inandı

Ev sahibesi, bir şey hissettirmeden, yalnız Phil'e, merak saikiyle, bir şeyi olup olmadığını sordu O, gülmesine devamla: "Elbette iyiyim; bir şeyim yok Bunu da nereden çıkardın?" diye sorunca, ev sahibesi Lydia Koppe, "Hiç" diyerek karşılık verdiyse de, keyfi kaçmış, durgunlaşmıştı Karı-koca dostları Bertha'lar gidip, annesiyle yalnız kalınca, Lydia Koppe, durumu annesine anlattı Annesi, anlattıklarına omuz silkip: "Sen hayal görmüşsün�" diye yanıtladı

İki hafta sonrasıydı Bu süre içinde onları hiç arayıp soramamıştı Daha doğrusu buna zamanı olmamıştı Evinde, öğle üzeri, yorgunluktan yıkanmış dinlenmek için şöyle oturmuştu Böyle dinlenirken, odasında yalnız olmadığını hissetti ve dönüp bakınca, Phil'i, kapının yanında gördü "Merhaba Phil, geldiğini duymadım" Dedi Phil de, "Merhaba" dedi ve ekledi: "Sana bir şey için ricaya geldim: Lütfen Bertha'ya git, ona yardım et, yardıma çok ihtiyacı var Onunla konuşamıyorum Yardıma şiddetle ihtiyacı var" deyince; "Oturmaz mısınız?" diyerek ona yer gösterdi ve: "Ne oluyor? Lütfen anlat!" dedi O da cevaben: "Bertha sana anlatır Şimdi gitmem gerek " deyip, telaşla odadan çıktı, gitti Phil!

Neşeli bir insan olarak tanıdığı Phil'i, Lydia Koppe, böyle tuhaf görünce, kuşkulanıp: "Acaba Bertha'ya bir şey mi oldu da Phil bu derece kederliydi�" diye düşünmeğe başladı "En iyisi gidip Bertha'yı göreyim" diyerek evden çıktı Sokakta yürürken, daha köşeye gelmeden, Bertha'nın da ona doğru gelmekte olduğunu gördü Bertha, yakın dostu ve arkadaşı Lydia Kopp'u görünce: "Ah Phil! Ah Phil!" diyerek ağlamağa başladı! hıçkırıkları, konuşmasını engelliyordu Lydia Koppe, bu durum karşısında, Bertha'ya: "Phil çok iyi! Biraz önce bana geldi, gördüm" deyince, Bertha, şaşkınlıktan irkilip ne yapacağını şaşırarak, az kalsın yere düşüyordu! Bertha'yı, arkadaşı, bu düşmekten zor tutup kurtarabildi! Sonra, cılız bir sesle: "Lydia, sen aklını mı oynattın?! Phil, bugün öğleden sonra öldü deyince, ikisi de şok içinde, kendilerini, Lydia'nın evine zor attılar! Phil, kan zehirlenmesinden ansızın ölmüş ve eşi Bertha da bu yüzden çok perişandı

Aradan birkaç hafta geçmişti Lydia Coppe, büyük caddelerden birinden geçiyordu Ansızın yanında Phil belirdi! Gündüz ve kalabalık bir saatti Fakat Phil'i gören, yalnız Leydia idi Bir alacağı olduğunu; onu alıp, eşine vermesini Leydia'dan rica etti Borçlu adamın isim ve adresini yazdırdı! Ona, Leydia, hemen gidip adamı göreceğini söyledi Phil de Leydia'ya: "Allahaısmarladık aziz dostum Beni artık bir daha göremeyeceksin Sana şunu söylemek istiyorum: Bir Pazar günü sizdeyken başımda bir ışık görmüştün Hatırlıyor musun? O, annemdi Günlerim tamam olduğu için beni almaya gelmişti" dedi ve kayboldu! O Pazar günkü gördüğü ışığı, Leydia, annesinden başkasına söylememişti ve o ışığı, yalnız kendisi görmüştü Phil'in verdiği adrese gidip alacaklı olduğu adamı buldu Leydia Adres tamamdı! Adam da borcunu Bertha'ya hemen ödedi

Şu olayla verilen ruhsal bilgiler, anlatmakla bitmez! Olayı yaşayan bayan Leydia, tam anlamıyla bir görücü ve de işitici bir medyomdur Onun bu özelliği, bir görev özelliğidir Bu öyle bir görevdir ki, insanlara, ölümden sonrasını anlatabilmek için, dünyaya gelmeden önce yüklenilmiş bir görevdir Bu görev, böyle bir ruhsal olayı yaşayıp insanlara duyurmakla bir görev de olabilir, hem de sürekli Bedenliyken başındaki ışığın hiç farkında olmayan ölü Phil, bedensiz haldeyken, hem ışığı ve hem ışığın ne olduğunu biliyor ve hatırlıyor Yani bedenliyken farkında olmadıklarımızın, ruhta saklı kaldığını ve zamanı gelince hatırlandığını, bilindiğini anlatıyor bize Hem de ölecek olanın, ölüm vakti gelenin, öbür tarafa nasıl çağrıldığını anlatmış oluyor

Bu olay daha başka konuları da anlatıyor bize Ama, yazımızı uzatacağı için bunu sonraya bırakalım Şu olaydakileri bize açıklayamayan bilime, nasıl "Pozitif Bilim" diyelim?! Maddeyle ilgilenmek "Pozitiflik" oluyor! Asli varlığımız olan ruhsal yönümüzle ilgilenmek "Negatiflik" olduğu için ilgilenmemek gerekiyor! Bu ne biçim bilim anlayışıdır, insan şaşırıyor Nedir bağnazlık? Bir peşin yargının ki, bu inancı doğuruyor; bu inanca sarılmıştık; bu inancın dışında bir şey tanımamazlık değil midir? Bilim adamı böyle bir peşin yargının bağnazı olmuyor mu?


ÖLEN ANNENİN OĞLUNA İADE ETTİĞİ KOLYE

Bu gerçek hikaye de eşyanın, uzaklardan ve kendiliğinden aktarılması/taşınması olayıdır ki, olayımıza ayrıca kanıt katan bir mizansendir! Frank Edwards, Norfolk Müzesi'nin müdürüydü Kasım ayının bir soğuk gecesinde, bu görevli bulunduğu müzenin bürosunda, hem arkadaşı ve hem de meslektaşı olan bir yakınıyla kahve yudumlayıp konuşuyorlardı Biyoloji uzmanı olarak örnek toplamak için yaptıkları yolculuk ve deneylerden söz ediyorlardı Zaman ilerlemiş, fakat sohbetleri sürmekteydi Derken, kapının zili sabırsızca çalındı! Geceleri, zaman zaman bürosunda yaptığı çalışmalar sırasında tanık olduğu gibi bir zil çalışı değildi bu zil çalış! Çok kısa ve yavaştı! Kuşkuyla arkadaşı Roland Young'a baktı! Ne ola ki diye?! Saat, gecenin yirmi üçünü geçeli çok olmuştu Kapıyı açtı Karşısındaki annesiydi! Ayakları dört karış kara gömülmüş; çevresinde uçuşan kar taneleri arasında çok ufalmış ve bitik bir görünümdeydi!

Tuhaf olan bunlar değildi Tuhaf olan, kendileri Amerika'da, Norfolk Müzesindeydiler Annesiyse, bir başka kıtada, Avrupa'da; Amerika'dan kilometrelerce uzaktaki Paris'te, bir hastanede, kemik kanserinden yatmaktaydı! Böylesine ansızın ve gecenin ileri bir vaktinde, hasta annesini kapının önünde gören Frank Edwards aptallaşmasın da kim aptallaşsın! Annesini içeri buyur etti Bu aptallaşma içinde, annesine o an neler söylediğinin farkında bile değildi Annesinin yüzündeki garip, belki de mutluluk ifadesi; gözlerinin boş bakışı; yüzündeki gülümseyiş; gözlerinde yanıp sönen fosforlu ışıklar

Bu olay Edwards'ı, öylesine etkilemişti ki, bu etkiler altında, annesinin başka bir aleme göçtüğünü hemen anlamıştı! Annesi, henüz konuşmamıştı Edwards, annesine: "Ne zaman öldün?!" diyebildi! Annesi, utanarak gülümsedi ve, "Benim öldüğümü nereden biliyorsun?" diye oğluna sordu Oğlu da,
- Ne iyi etin de beni görmeye geldin, dedi annesine Annesi de,
- Sana, bir gün Amerika'ya döneceğimi söylememiş miydim? İşte Amerika'ya geldim, dedi

Bu arada, konuşulanları dinleyen arkadaşı Roland, birden atıldı:
- Durun Allah aşkına! Bana ne yapmak istediğinizi bilmiyorum ama, bu saçmalıklara inanmayı kesinlikle reddederim, diye korkuyla haykırdı! Edwards, arkadaşını yanıtladı:
- Fakat, karşındaki annem Roland! Nasıl inanmak istemezsin? Bu kez Roland, arkadaşına sordu:
- Annen hasta ve Paris'te Buraya kadar nasıl gelebilir! diyerek isyan eder bir hale girdi! Edwards, aptallaşmışlıktan, şaşkınlaşmışlıktan biraz kurtulmuş olarak ilk kez düşündü ve yavaşça mırıldandı: "Annem öldü" dedi!

Roland susmuş, onları dinliyordu Şaşkın şaşkın dinliyordu işte! Anne-oğul, o kadar eski günleri konuşmağa dalmışlardı ki, odadaki Roland'ın varlığını çoktan unutmuşlardı! Müzenin içi çok sessizdi! Tavanda asılı duran dondurulmuş martılar, sanki uçmak üzereydi! Dondurulmuş bulunan her cins hayvan, sanki her köşeden onlara bakıyorlardı! Daha sonraları annesi, oğluna,
- Vakit geç oluyor, oğlum! Kentucky'deki kızkardeşine gideceğim Yola çıkmam gerek, diyerek ayağa kalktı ve oğlunun eline bir şey tutuşturdu!
Edwards, annesini kapıya kadar götürdü Annesine, tam "Güle, güle!" demeğe hazırlanırken, annesinin birden kaybolmuş olduğunu fark etti!

Roland'a doğru döndü Edward, bir-iki saniye önce, arkadaşının annesinin durduğu yere hayretle bakmaktaydı! Annesinin oğlunda yarattığı şaşkınlık, belli ki, onu da sarsmıştı! Arkadaşı Roland, birden sordu:
- Sana annen ne verdi? deyince, şaşkınlıktan, sıkılı avucunu açmayı ancak bu soru üzerine akıl etti ve avucunu açtı: Avucunun içinde bir kolye duruyordu! Bu küçük kolyeyi, çocukken alıp, annesine hediye etmişti! Üzerinde: "Annesine Roger'den sevgiler" kazılmıştı! Bu, hemen tanıdığı küçük kolyeyi arkadaşı Roland'a gösterdi� Roland: "Bu kadarı bana fazla! Ben, körkütük sarhoş olmağa gidiyorum!" diye bağırdı! Edwards,
- Ama seninle gerçek ve doğa dışı şeylerden uzun uzun konuşmuştuk Bu konuştuklarımız, her yanımızı sarmış gibidir İlim, onun peşinden uzun zamandır koşmasına rağmen, yanına bile yaklaşamamıştır! diyerek, Roland'ın sözlerini tamamladı

Annesinin ölüm ilanını okuduğu günün ertesinde, Edwards, Paris'teki babasından şu mektubu aldı:
"Sevgili Oğlum,
Bildireceğim haberin sana ne kadar acı vereceğini biliyorum ama, çok metin olmalısın! Sevgili anneciğin, dün, 5 Kasım akşamı aramızdan ebediyen ayrıldı Onun, son defa gözlerini hayata kapadığını görmek, beni kedere boğdu Emin ol ki, bu son, kendisi için çok hayırlıydı Ölmeden önce çok acı çekti Ölümü, beni, sonsuz acılara boğmasına rağmen, kurtulmasına sevindim Çünkü hastalığının çaresi yoktu En nihayet biliyorum ki, bundan sonra acı çekmeyecek Allah, rahmet eylesin! Bütün kalbimle, annenin aramızdan ayrılışının verdiği kederi, olgunlukla kabul etmeni diler; benim de kendimde aynı kuvveti bulmamı Allah'tan dilerim!
Seni Her Zaman Seven Baban"

Annesinin hayaletini, Edwards, bir hayli süre gördü! Amazon Ormanlarında Kamp kurduğu bir gece -1962 Ağustosunun bir gecesinde- çadırın dışında otururken, ansızın, pırıl pırıl bir duman halinde gözüktü annesi! Anlayamadığı bir şey için onu uyarmağa çalışıyordu! Edwards'tan uzakta, ayakta durmuş, fısıltı halinde konuşuyordu Yani Edwards'a bir şeyler anlatmak istiyordu! Ertesi gün, nehirden yukarı doğru botlarla ilerlemeğe başladılar Katil huylu bir rehber, onu tuzağa düşürdü Yanındaki arkadaşları, vahşi Aucas Kabilesi'nin elinden, yaralanmadan kurtuldular Fakat Edwards, bel kemiğine saplanan zehirli bir okla yaralanınca kendinden geçmişti

Gözlerini açtığı zaman, bir hastanedeydi Oraya hemen getirilmiş ve bir haftadır, kendinden habersiz yatıyordu! Doktoru, daha sonra ona şöyle demişti: "Bizi, fena korkuttunuz! Yukarı'dan biri sizi gerçekten çok seviyormuş! Ümidimizi kesmiştik!"

Spritüel bilgi ve uyarılarla dolu bir olay daha aktarmış olduk Fakat, gerçek dışı, doğa dışı değil Aksine gerçek ve de doğa içi Gerçek dışı olan ve doğa dışında kalan, bizim idraksizliğimiz; bizim, kısır düşünce ve bilgisizliğimizdir Hangi türden olursa olsun, her olay, yasalarla gerçekleşen bir olaydır Yasa dışı cereyan eden bir olay olamaz ki, doğa dışı diyelim Bizim bilebildiğimiz doğa yasaları dışında cereyan etti diye, böyle bir olayı, yasa dışı, doğa dışı sayamayız Sadece diyebiliriz ki, bizim henüz idrak edemediğimiz doğa yasalarına göre cereyan etmiştir, etmektedir Bildiğimiz ve de bilemediğimiz her olay, doğa yasalarına uygundur Bu tür olaylarla bizden istenen de, işte bu doğa dışı saydığımız olayların asıl yasalarını idrak etme çabasında olmamızdır

Bizim bilebildiğimiz gerçekler ve doğa yasaları, kapalı şuurumuzdan dolayı sınırlıdır Bu yüzden bu tür olaylar, gerçek dışıymış gibi, doğa yasalarına aykırıymış gibi gözükür Yani körlüğümüz, bize böyle dedirtir Körlüğümüz, asıl gerçekleri görebilmemize engeldir Rölatif gerçekler içindeyiz kuşkusuz Fakat, değişmez gerçekler dediğimiz hakikatler, ruhsal yönümüzü hep vurgulayan ruhsal gerçeklerle, ruhsal olaylarla, bizim keşfimizi bekliyorlar Tabii çabalarımız bu yönde olabilirse, olacak bu keşifler

Şunu, bir kere daha belirtmek istiyorum: Bilim, neden insanın asli yönüyle ilgilenemez bir durumdadır Bilimin tüm çabaları, maddesel bedenler üzerine ve de maddenin teknolojisi üzerine ve bu üzerinelikte de zirvede olduklarını söyleyip duruyoruz! Acaba gerçekten zirvede midirler?! Geçmiş çağların ne zirveler yaşadıklarını acaba tam biliyoruz mu ki, şu maddesel bilimimizin teknolojisini zirvede sanıyoruz?!

Yazılı tarihimiz, yedibin yılı aşmıyor! Oysaki bizler, sekizinci Adem Kuşağıyız Bunu, bir şiirinde Koca Yunus bile vurgulamıştır:
Yürü yürü yalan dünya
Yalan dünya değil misin?
Yedi gez boşalıp yine
Dolan dünya değil misin?

Spritüel bilgilerden yoksun bir kişi acaba şu sözleri nasıl değerlendirebilir?! Yine bir başka dizelerinde de şöyle diyor:
Açıldı gökler kapısı
Rahmetle doldu hepisi
Sekiz cennetin kapısı
Açar Allah deyü deyü

Bu sözler de, olsa olsa, sekizinci Adem Kuşağı'nın Cenneti olur Bilimimizin bu yönü eksiktir Hem de bu, insanı tanımak yönünde büyük bir eksikliktir Çünkü ağırlık, fani olan üzerinedir! Baki olandan "bize ne" idraksizliği, baki olanı inkara yetiyor!


AĞACIN ÇEVRESİNE SAKLANMIŞ ÇEKMECE

Margerette Boulanger'in köydeki komşusu Elise, kimsesi olmayan, yoksul ve yaşlı bir kadındı Yatağından kalkamayacak kadar ağır hastalandığında, ona, insancıl bir görev anlayışıyla komşusu Margerette, bir hekim çağırmış ve ölünceye kadar da ona bakmıştı Ölümüne yakın olduğu bir gece, Margerette, yine komşusunun yanındaydı Minnet dolu tatlı bakışlarıyla hep Margerette'i izliyordu hasta komşusu! Sabaha doğru, Margerette'e, "Sizin gibi bir kızım olmasını çok isterdim İyilikleriniz için size çok teşekkür ederim Size söyleyeceğim" derken, sustu; ağırlaştı ve komaya girdi Ertesi gün öğle üzeri de öldü Seksenyedi yaşındaydı! Cenazesinde, sadece Margerette ve yakın komşuları vardı

Aradan birkaç gün geçti Margerette, rüya mı, dalgınlık mı, nedir, kestiremiyor, bir gece, bu yaşlı kadını gördü: Karyolasının ayak ucunda, ayakta duruyordu! Gençleşmiş gibiydi! Üzerinde, o ana kadar görmediği süslü bir elbise vardı! Açık bir biçimde Margarette'e,
- Yavrum! Senin sayende, ömrümün son günlerini çok rahat geçirdim Sevildiğimi hissettim Sana teşekkür etmek istiyorum Yavrum, bahçeme git, büyük kestane ağacının dibindeki toprağı kaz Orada küçük bir çekmece bulacaksın, o senindir Bunun için bana teşekkür etme Kızım, benim için endişelenme Şimdi öyle mutluyum ki! Ara sıra yaşlı Elise'yi düşün! Benim için dua et! Allahaısmarladık

Sözleri bitince, buharlaşır gibi oldu! Boşlukta dağılarak kayboldu Yanında yatan eşinin nefesleri düzenliydi ve olanlardan habersiz uyuyordu Uyanık olan Margerette'ti Ertesi sabah olayı, Margerette, eşine anlattı Eşi, alaycı bir tavırla karşıladı anlattıklarını! Margerette, kestane ağacının altını kazmakta ısrarlıydı Sonunda kazdılar ve ağacın çevresinde gömülü küçük çekmeceyi buldular! Metal çekmece, paslandığı için, kolay açıldı: İçinde, 30000 altın ve Elise'nin sararmış bir fotorafı vardı! Paranın önemli bir kısmıyla, bu yaşlı kadına, bu yaşlı dosta, güzel bir mezar yaptırdılar

Evet; bu ruhsal olay da spritüel gerçekleri anlatmış oluyor Dikkat etmişseniz: Olay, bir hayalet olarak gözüküp geçmiyor Şayet öyle olsaydı, bu olaya da, biz maddeci insanlar, bir kulp takıp geçerdik Maddeci bir görüşün ve de anlayışın insanları olduğumuz hesaba katılarak, olayın maddesel yönünü de vererek bizleri olaya tam çekmek istiyorlar Öteki olaylarda da aynı şekilde dikkati çekiş gözden kaçmıyor


bunlarda enterasan resimler

Yaşanmış insanların çoğunun farkında olmadan çektikleri hayalet fotoğraflarınıda ekleyelim:

Chicago, Illınoiste güneşli bir öğleden sonra torunuyla resim çektiren anneannenin arkasında kapıda daha önce karede yer almayan surat belirir:



İki yaşlı çiftin fotoğrafının arkasında beliren ışık hüzmesi:



Jude Huff Felz tarafından 10 Ağustos 1991 yılında Chicago Bachelor's Grove mezarlığında çekilen fotoğraf:



Jackie Rhome tarafından Texasta Amusement Parkta çekilen fotoğraf:



Dale Kaczmarek tarafından KAsım 1980 de Chicagoda kendi evinde çektiği fotoğraf:



Bu fotoğrafı iki aşamalı olarak vericem Tennesse de bir turistin Confederale mezarlığında (Amerikan iç savaşında ölen askerlerin mezarlığı)çektiği fotoğraf:





9 Ağustosta İngilterenin blackpool kentinde çekilen bir fotoğraf sırasında camda beliren yüzki bu yandaki bayanın 1980 yılında ölen kocasına ait:



Gelgelelim benim favori resmime! Hampton Court Place Londra İngiltere de çekilen fotoğraf bu bina Kral 8 Hanry'nin yaşamış olduğu 1525 yılında yaptırdığı ve Londranın 10 mil batısında bulunan saray ve bu da 2003 yılında güvenlik kamerasına takılan 8HAnry:



Bu da Nokia marka cep telefonu tarafından Japon arkadaşlar arasında hatıra olsun diye çekilen bir fotoğraf sırasında sonradan çıkan bir görüntü:



Meşhur Brown Lady Raynham Hall İngiltere de Lady Dorothy
Walpole'un hayaleti evin merdivenlerinde eşi tarafından 1936 yılında görüntülenmiştir:




alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 06-24-2007   #2
TEMUR38
Varsayılan


çok ilginç ya foto montoja benzeyenler var resimlerin içinde
__________________
İLLEDE BÜŞŞŞRAAAA :))
:43:43BLACKROSE <3
Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 06-28-2007   #3
_SiYaH_
Varsayılan


:S :S gerçekmi bunnar yaaaaa
__________________

_APOCALYPTİCA_
Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 06-28-2007   #4
Ergenekon
Varsayılan


Çok ilginç ve hepsi gerçek olaylar, eline sağlık teşekkürler virus
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.