Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
geçen, kadınlar, tarihe

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar





Lily Braun






DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1865-1916)


1865 Lily Braun'un doğduğu yılda Louise Otto Peters ve Auguste Schmidt, Leipzig'de "Alman Kadınları Birliği"ni kurarlar


1872 Hedwig Dohm iddialı yazılarını yayınlamaya başlar


1873 Burjuva kadın haklarının "radikal" denen sol kanadının, kadınlar için yayınladığı Kadın Hareketleri dergisi piyasaya çıkar


1879 İsviçre'de August Bebel'in Kadın ve Sosyalizm adlı eseri yayınlanır


1891 Bismarck'ın Sosyalistler Yasası yürürlükten kalktıktan sonra (1890), Clara Zetkin'in Eşitlik dergisi yayınlanır


1894 Berlin'de "Burjuva Kadınlar Cemiyeti Kongresi" yapılır


1895 Lily Braun kadınların oy hakkı için konuşma yapar


1901 Lily Braun'un Kadın Sorunları yayınlanır


1905 Helene Stöcker'in gayretiyle Berlin'de "Anaları Koruma ve Cinsel Reform Birliği" kurulur


1906 Finli kadınlar oy haklarını elde ederler


1906 Helene Lange ve Gertrud Baumer tarafından Kadın Hareketlerinin El Kitabı, beş cilt halinde yayınlanır


1908 Danimarkalı kadınlar oy haklarını elde ederler


1911 İzlanda, kadınlara oy hakkı ve tüm kurumlara (kültür kurumlarına da) girme hakkı verir


1914 Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcı


"KADINLARIN YÜREĞİNE TEDAVİ EDİLEBİLİR HOŞNUTSUZLUKLAR EKİN!"


General kızı genç Lily von Kretschman'a erken yaşlardan beri şu üç ana fikir işlenmeye çalışılmaktadır:


"İyi terbiye görmüş bir kız duygularını açığa vurmaz" "Bir kadın kendisi için değil başkaları için yaşamalıdır" "Kadınların kendilerine ait olmadıklarını bir an önce öğrenmek zorundasın"


Bu üç cümle de gelişim çağındaki kızı öfkelendirir Fakat bunlara karşı çıkmaya cesaret edemez Ama bir keresinde Lily 14 yaşındadır ve Konfirmasyon'una çok az kalmıştır Bir gün rahibi ziyarete gider ve kişisel dini inançlarını yazılı olarak önüne koyar


Yazıda şöyle der, "Ben bu Tanrı'ya inanmıyorum Dünyayı altı günde yarattığına, insanı kendi suretinde yarattığına inanmıyorum İncil'deki kıssadan hisseli masal öykülerinden çok bilime inanıyorum İsa'ya inanmıyorum, çünkü Tanrı'nın insan olduğuna inanmayı dinsizlik olarak görüyorum Onun ne kusursuz hamilelik sonucu doğuşuna, ne cehenneme ne cennete gidişine, ne de mucizelerine inanıyorum Bu kutsal ruha inanmıyorum Öldüren, yakan, kovalayan, taşlayan, ruhlara işkence eden, gerçekleri inkâr eden kutsal Hıristiyan kilisesine inanmıyorum Günahların affedilmesine inanmıyorum, çünkü günah sadece sevaplarla affettirir kendisini İnsanın bedensel dirilişine inanmıyorum, çünkü bilimsel olarak imkânsızdır"


Lily kendisinin başka bir inanca zorlanmasına kesinlikle karşıdır: Bir skandal! Şikâyetler, sitemler, tehditlere karşın pes etmez Kaçmaya karar verir Gerekli parayı sağlamak için gizlice mücevherlerini satar Anne ve babası bunun farkına varır "Korkunç bir sahne," diyecektir daha sonraki Anılarında "Babam kendisini bile tanımıyordu artık Temiz adım lekelendi,' diye inliyordu; 'kendimi vurmam lazım! Bu ayıpla yaşayamam!'"


Lily bu tehditleri yetişkin olarak da sık duyacaktır Fakat şimdilik "korkunç cesareti" kırılmıştır Kiliseye kabul törenine katılmak zorunda kalır ve eğitiminin son rötuşlarının yapılabilmesi için daha sonra halasına gönderilir


"Sanki karşılığında para alıyormuşum gibi eski Alman stili örtüleri işledim Saatlerce piyano başında yeteneksizliğimle savaşıyordum Azimle zenci çocukları için çorap örüyordum," diye tanımlar bu eğitimi


"Kendimi yine başkalarının idaresine bırakmıştım Fakat içimdeki boşluk kalmıştı" Geriye dönüp baktığında bu tür eğitimden ne sonuç çıktığını görünce korkar


Kuzeni Mathilde'ye gönderdiği bir mektupta, "Tüm genç kadınların ağzında kadercilik var Bunun bir düş kırıklığının ifadesi olduğunu sanıyorum," der Belki de en iyisi geleceği fazla düşünmek yerine çekici bir general kızı olarak hayatın tadını çıkarmaktır Son moda makyajıyla donanmış olan Lily sosyeteye karışır


Başarılıdır İnsanlar etrafında dolaşır Aşk maceraları yaşar ve evlenme teklifleri alır "Çok eğlendim!" diye yazar günlüğüne durmadan Saraylı bir kadının meslek sahibi olması söz konusu bile değildir Böyle şeyleri ciddiye almaz


Lily'nin babası General von Kretschman gözden düşer ve azledilir 24 yaşındaki Lily bu arada büyükannesinden bir mektup alır Jenny von Gustedt torununa yazdığı mektupta şöyle der: "Evlilik ender rastlanan bir şans işidir, özellikle balo salonlarında kararı verilen türden bir evlilik Tanrı sana öyle yetenekler vermiş ki, doğal kadınlık dünyanın dışında seni ve başkalarını tatmin edecek bir yaşam biçimi bulacaksın Bu nedenle sana verebileceğim belki de son öğüt şudur: Kendi ayaklarının üstünde dur"


Lily'nin büyükannesi gerçekten dış görünüşüyle eğlence delisi bir kız görünümü veren Lily'nin içinde ne fırtınalar koptuğunu hissedebilen tek kişidir Weimar sarayı döneminden kalma belgeleri, mektupları ve kendi yazdığı kitabı miras bırakır torununa Büyükannesinin derlediği kitabın adı Goethe'nin Arkadaş Çevresinden Barones Jenny von Gustedt'in Anılan'dır


Lily, hayatında ilk kez bir konuda ciddi şekilde çalışmakta ve kendisini gururlu, özgür ve bağımsız hissetmektedir İleride günlüğünde "hayatımın en güzel yılı" dediği 1891 yılında üniversite profesörü Georg von Gizycki ile tanışır Etik Kültür adındaki topluluğun ve aynı adla çıkan derginin kurucusu olan bu adamın etkisiyle Lily Amerikan ve İngiliz kadın hareketleri edebiyatına dalar


Bebel'in Kadın ve Sosyalizmdim okur Soylu bir genç kız olarak baba evinde oluşan zihniyetinin içindeki tüm değerler ve ölçüler yer değiştirir: "Sosyalizm, dar kafalı, nasırlı yumruklarıyla erkekler, veremli kadınlar ve yaşlı suratlı çocuklar, kin dolu çehreler, hayatımızı güzel ve zengin yapan her şeyi tehdit eden yumruklar"


Lily'ye aile ve tanıdık çevresince sosyalizm hakkında böyle bir tablo çizilmiştir Şimdi ise böylesine korkulan sosyalizmin "herkes için eşit haklar" istemesiyle, kendi cinsindekilerin kültürel, ekonomik ve politik kurtuluşu için ne kadar gerekli olduğunu anlamaktadır, "Çoğunlukla kendime özgü, çoktandır inandığım fikirleri yeniden buldukça sevinçten kıs kıs gülüyordum Mantığımın ayak uyduramadığı yerde duygularım evet diyordu, evet"


Günler ve geceler boyunca okur, tartışır Sanki hayatı yeni başlıyormuş gibidir İlk kompozisyonlarını, sosyalist ve kadın hareketinin güncel sorunlarına ilişkin makalelerini Gizycki'nin dergisinde yayınlar Hâlâ baba evinde yaşamaktadır Fakat gerçek evi Gizycki'nin yanıdır "O beni birdenbire kendisiyle barışık bir insan yaptı," diye ifade eder bunu


Sonra Lily'nin gençliğindeki sahneler tekrarlanır: Babası intiharla tehdit eder, Lily yeniden babasının adını kötüye çıkarmış ve şöhretini bu kez de yazılarıyla ve G von Gizycski ile evlenme arzusuyla yıkmıştır Profesör ağır hasta ve kötürümdür "Biz aşk evliliği değil dostluk ve iş evliliği yaparız, kadının da kendi emeğiyle ayakta durabileceği, geleceğin insanları gibi yaşarız" Bu sözlerle Lily'ye teklifte bulunur Gizycki Lily onunla evlenince baba eviyle bağları tamamen kopar


"Her şeyden önce bir şeyi halletmek gerekiyordu; Alman kadın hareketini öyle menekşe gibi durmaktan kurtarmak" Lily von Gizycki gelecek yıllardaki en önemli görevi olarak görür bunu Minna Cauer ile birlikte kurdukları Kadın Hareketi dergisinde ve Kadınların Selameti'nin yönetim kurulunda ileriye doğru itici bir güçtür İlk Alman kadın hakları savunucusu olarak 1895 yılında Berlin, Dresden ve Breslau'da kadınların oy hakkı için konuşma yapar


"Kadının Vatandaşlık Görevi" konferansının sonunda şöyle der: "Yer yer dolaşıp tüm reformların anası olan, tedavi edilebilir her hoşnutsuzluğu, kadınların yüreklerine ekmek istiyorum Ve onların uyuyan vicdanlarını sarsmak istiyorum ki, dünyadaki tüm sefaletin sorumluluğunu taşıdığımızın bilincine varılsın Fakat insanlığa hizmet eden herkesin ruhunda olması gereken bir başka güçlü duygu da yürekler egemen olmak zorundadır: Mutluluğun tüm insanlar için mümkün olduğu"


Kocası Georg von Gizycki 1895'in Mart ayında bu inançla ölür Lily ise bu inançla yaşamaya devam eder


1896: Lily SPD politikacısı Heinrich Braun ile evlenir ve Sosyal Demokrat Partisi'ne katılır Bu adımı atmasından sonra Burjuva Kadın Hareketlenendeki çalışması kendiliğinden yasaklanır


"Önyargısız ve mantıklı düşünen ve kadın sorunlarıyla -hanım sorunlarıyla değil kadın sorunlarının tümüyle- etraflıca ilgilenen kişi mutlaka sosyal demokrasiye ulaşmak zorundadır!" diye bağırır Berlin kadınlar kongresinde


"Belki de ait olduğunuz toplumsal sınıfın mesleksiz, tatmin edilmemiş kızlarından daha büyük, daha acıklı bir sefaletin var olduğunu; sizin çevreniz dışında doktor kepi uğruna verilenden daha ciddi, daha kutsal bir mücadelenin verildiğini duyacaksınız!"


Burjuva kadınları çok sarsılmışlardır "Dinleyiciler bağırıyor ve kıyameti koparıyorlardı," diye anımsar Lily Braun "Başkan hanım büyük bir kızgınlıkla çanı sallıyordu Kürsüden indim İki sıra halinde dizilmiş insanların arasından geçerken sanki sıra dayağı yiyordum İlk sırada oturan şık sonbahar giysileri içindeki Berlinli kadınlar, toplum içinde göstermeleri gereken kibarlıklarını kaybetmişlerdi Islık çalıyor, bana küfür ediyorlar, beyaz eldivenli yumruklarını tehlikeli biçimde burnumun dibinde sallıyorlardı"


Bu tür deneyimlerine rağmen Lily Braun durmadan burjuva ve işçi kadın hareketini birleştirmeye çalışır Başarısız bir denemedir bu


"Kadınlar sorunu hakkında bir kitap yok," der bir gün kocası, düşünceli bir biçimde "Şöyle gerçek olayların tanımından hareket eden, kadının ekonomik, sosyal ve hukuki durumunu ele alan bir kitap olsaydı keşke"


Bu düşünce Lily Braun'un peşini bırakmaz, "Heyecandan kalbim çarpıyordu Bu türden temel ilkeleri ortaya koyan, özetleyen bir kitap yoktu henüz Sadece benim için değil, tüm kadın hareketi için bir eksiklikti bu ve bunun için kadın hareketi kararsız bir şekilde el yordamıyla hareket ediyordu"


Kadın Sorunu hakkında bir kitabın ön çalışmalarına başlar Bu arada anne olmuştur ve şu gerçeği daha iyi anlar, "Çocuğumun doğumundan beri kadının kurtuluşu sorunu benim için sadece bir kuram değil artık" Kendi deneyimleri nedeniyle çalışan kadınlar için bir -analık sigortası- planı geliştirir


1901 yılında yayınlanan Kadın Sorunu kitabında bu plan önemli bir yer alır Doğumun dört hafta öncesinden sekiz hafta sonrasına kadar geçen süre için ortalama ücret kadar bir para yardımı verilmesini, ücretsiz doktor, ücretsiz ilaç, ücretsiz haftalık bakım ve bebek bakımı, ev içi ihtiyaçların karşılanması ve mümkünse çocuk kreşlerinin kurulması talebinde bulunur Bunun için gerekli olan para, sigortalıların aidatları yanında, genel olarak vergilerin yükseltilmesi ve bu konuda belki de evli olmayan ve çocuksuz çiftlerin özellikle bilinçlendirilmesiyle sağlanmalıdır


Lily Braun bu tür isteklerde bulunan ilk Alman kadınıdır "Evdeki köleliğin" nasıl ortadan kaldırılabileceği konusundaki fikirleri de aynı şekilde ilginçtir Lily bunu her gün işi ve evi arasında mekik dokuyarak yaşamaktadır Evdeki ıvır zıvır işlerle uğraşarak değerli zamanını kaybetmektedir Yanında olmadığı zaman çocuğuna iyi bakılacak mı, bakılmayacak mı, diye vicdan azabı çekmekten yakınır Eve yardımcı bir kadın alabildiği için durumunun imtiyazlı olduğunu da bilmektedir Kendisini fabrikadaki bir işçi kadının yerine koyduğunda, sorun kafasından hiç çıkmaz


"Evli bir kol ve kafa işçisi kadın, çifte yük altında inliyor," diye yazar "Her iki işi de tam olarak yapamıyor Kadın işçinin yükünü, ne mevcut olan ne de gerçekleştirilmesi düşünülen korumanın koşulları hafifletiyor Büyük olanaklar sağlanmadan, kadın mesleğini icra edemiyor Bu nedenle her ikisini de mümkün kılacak düzenin yaratılması gerekmiyor"


Sonraları geliştirdiği bir model yurtdışında benzer düzenlemelere önayak olur: "Böyle bir düzen, kooperatifçilikle kurulabilir Bunun dış görünümünü şöyle düşünüyorum: Büyük, güzel düzenlenmiş ağaçlıklı bir bahçenin etrafına 50-60 konut yapılsın Dairelerin mutfağı olmasın Sadece küçük bir odada hastalık hallerinde kullanılmak ya da küçük çocukların bakımı amacıyla bir gazocağı bulunsun 50-60 mutfak yerine içinde aynı sayıda kadının yemek pişirebileceği, iş zamanını kısaltacak tüm modern makinelerle donatılmış, giriş katında merkezi bir mutfak kurulsun Yakınında bir erzak deposu ile, otomatik çamaşır makinelerinin bulunduğu bir çamaşırhane bulunsun Aynı şekilde büyük bir yemek salonu, hem toplantı için hem de çocukların gündüzleri oynaması için ayrılabilir Bunun hemen yanında küçük bir okuma odası olsun Mesleği ev ekonomisi olan tecrübeli bir kadın tüm ev işlerini yönetsin Onun emrinde 2-3 kız mutfakta çalışsın Ev hizmetleriyle görevli olan bu insanların ve ortak işe alınacak çocuk bakıcılarının kalacakları yerler de aynı katta olsun Yemekler isteğe göre yemek salonunda birlikte yensin veya özel yemek asansörleriyle her kata iletilebilsin Anneleri işteyken, çocuklar salonda, ya da spor aletlerinin, kum havuzlarının bulunduğu bahçede bakıcının gözetiminde oynasınlar"


Lily Braun'un kendisini adadığı üçüncü konu, "kadın hizmetçilerin durumu"dur Başlangıçta sosyal demokrat bir kadın olarak "açık bir korkuyla" karşılanmasına rağmen (Biz krala bağlıyız! Biz Tanrı'dan korkarız! diye bağrılır kendisine) hizmetçiler toplantısına düzenli olarak katılır Çok kararlı bir şekilde, bağımlı hizmetçilerin iş güçlerini saat ücreti karşılığı satan serbest işçiler konumuna girmeleri için mücadele eder Kendi partisindeki yoldaşlar arasında ise, pek de coşkulu karşılanmaz


Çok mu kendi başına buyruktu? Sosyal demokrat kadın hareketinin resmi politik ilkelerine uymamakta mıydı? Parti sözcüsü Clara Zetkin'in "Soylu çevreden sosyalist kadın" demesi belli bir güvensizlikten mi kaynaklanmaktaydı? Her ne ise, 1902'de Lily Braun, "güvensizlik" nedeni ile Berlin Kadın Örgütü'nden atılır ve sosyalist Eşitlik dergisinde yazılarının yayınlanmasına izin verilmez


Ölümünden bir yıl önce, 50 yaşındaki Lily Braun oğlu Otto'ya yazdığı bir mektupta, "Yalnız heyecan duyabilirsem bir işe sarılabilirim, benim tarzım bu Tutkuya ihtiyacım var," diye yazar Bu tutkuyla da Lily Braun birçok şeyi harekete geçirmiştir: Analık sigortasının, üyesi olduğu partinin programına alınması, kooperatif modeline göre hizmet evlerinin ve benzeri kuruluşların ortaya çıkması, hizmetçi kızların daha fazla haklar ve daha iyi koşullar için mücadeleye yüreklendirilmeleri Fakat her şeyden önemlisi, kadınların kendi öz tarihlerim önemli bir eserde okuma imkânına kavuşmaları


Ama Lily Braun'un tutkunluğu onu hayatının son yıllarında yanlışlıklara götürür Birinci Dünya Savaşı sırasında kadınlara doğurganlık konusunda teşvik edici konuşmalar yapar ve 17 yaşındaki oğlunun gönüllü olarak savaşa gitmesine gururla izin verir Oğlunun 21 yaşında bu savaşta hayatını yitirmesini göremeyecektir Oğlunun ölümünü görseydi, herhalde "Kadınların duygusal edilgenliği" hakkında ölümünden kısa bir zaman önce yayınladığı düşüncelerini geri alırdı

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar



Kathe Kollwitz







DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1867-1945)


1696 Berlin'de (salt erkekler için bir Sanat Akademisi kurulur


1844 Schlesien'de dokuma işçileri ayaklanır


1889 Berlin'de Freie Bühne (Özgür Tiyatro) topluluğu kurulur Sahnelenen ilk oyun, Gerhart Hauptmann'ın Güneş Doğmadan Önce'sidir


1893 Hauptmann'ın Weber (Dokuma İşçileri) Özgür Tiyatro'da sahnelenir


1895 Kathe Kollwitz Dokuma İşçilerinin Ayaklanması konulu resim dizisine başlar (6 gravür)

1901 Karl Fischer "Göçmen Kuşlar Gençlik Hareketini" kurar


1914 Birinci Dünya Savaşı başlar


1918 Savaşın bitiminden kısa bir zaman önce ozan Richard Denmel SPD organı Vorwats'de "Dayanın!" çağrısında bulunur


1918 Açık bir mektupla Kâthe Kollwitz, Dehmel'i "Artık kimse savaşta ölmemeli!" diye yanıtlar


1919 Richard Dehmel İnsanlık ve Halk Arasında adlı savaş günlüğünü yayınlar


1919 Kathe Kollwitz savaşta şehit düşen oğlunun anısına ölü evinde verilecek ziyafet yemeği tablosu için çalışmalara başlar


1932 Kathe Kollwitz'in de üyesi olduğu uluslararası bir kadın komitesi, savaşa karşı uluslararası bir kongre hazırlığı yapar


1932 Ağu Amsterdam'da savaş karşıtı kongre toplanır


1943 Berlin'e ilk hava saldırısında Kathe Kollwitz'in evi, baskıları ve kalıpları harap olur


"İNSANLARIN BÖYLESİNE ÇARESİZ VE YARDIMA MUHTAÇ OLDUĞU BİR ZAMANDA ETKİN OLMAK İSTİYORUM"


"Loş çocuk odasında yatağımda yatıyorum Annem yandaki odada masada oturmuş, okuma lambasının altında kitap okuyor Yarı açık kapı aralığından sadece sırtını görüyorum Çocuk odasının köşesinde büyük bir gemi halatı rodası Bu halat yavaş yavaş genişlemeye, açılmaya ve sessizce tüm odayı kaplamaya başlıyor Anneme seslenmek istiyorum fakat seslenemiyorum Gri halat her şeyi kaplıyor"


Sanatçı Kathe Kollwitz gençlik yıllarına dönüp baktığında, "Bir kâbus En kötüsü aklımdan hiç çıkmayışı," der Ergenlik döneminde geceleri gördüğü kâbuslar ona eziyet eder Gündüzleri de birdenbire sınırsız bir korku hissine kapılır, "Sürekli, sanki havasız bir odadaymışım, ya da batıyor veya küçülüyormuşum hissine kapılıyordum" Bunlar gelişme yıllarındaki bir kız için tipik durumlar mıdır? Yoksa Kâthe'nin bir hastalığı mı vardır? Anne ve babası büyük kaygı içindedirler


Kathe Kollwitz, anlattığına göre bu rahatsızlığı 20-21 yaşlarına kadar çekmiştir Kâthe'nin gençliği Köningsberg'de geçer İki ablası vardır: Konrad ve Julie Bir de küçük kız kardeşi Lise Esasen hukukçu olan babası, sosyal demokrat inancı yüzünden fakülteyi bitirmesine rağmen yaşamını değiştirip duvarcı ustası olarak çalışmaya başlamıştır Kathe ve kardeşleri o zamanın anlayışına göre çok serbest yetiştirilir


Bir örnek: On iki yaşındaki Kathe komşunun oğlu Otto'ya âşık olur Öpüşmek için bodrumda buluşurlar "Öpüşmek çocuksu ve zevkliydi Sadece bir kez öpüşülüyordu ve biz buna serinleme diyorduk"


Bu tür serinlemeleri öğrenen anne ve babası hiç ses çıkarmazlar Âşık Kathe sol bileğine "O" harfi çizer, yara kabuk bağlayınca yeniden kazır Anılarında şunları aktarır: "Bu ilk aşkımdan başlamak üzere hep âşık oldum Kronik bir durumdu Bazen hafif bir fon müziği gibi, bazen de şiddetli Aralarında sevdiğim kadınlar da vardı Biseksüel ilişkinin sanatsal etkinlik açısından gerekli olduğunu da sanıyorum"


Daha on üç yaşındayken sanatçı yönünün gelişeceği bellidir Babası Königsberg'de bir bakır işlemecisinin yanında ders aldırır ona Gerçi en yetenekli çocuğunun sadece bir kız olmasından üzgündür ama, gene de bir sanatçı olarak yetişmesini ister "Güzel bir kız olmadığım için, gönül işlerinin bana pek engel olamayacağını düşünüyordu babam," der Kathe Kollwitz


Fakat babası yanılır Kızı Kathe on sekiz yaşında erkek kardeşinin arkadaşı olan tıp öğrencisi Karl Kollwitz ile nişanlanır Buna rağmen eğitiminden vazgeçmeyi düşünmez


1884'te annesi ve kız kardeşi Lise ile yaptığı bir seyahat, genç kızda büyük etkiler bırakır Münih'te eski Pinakothek'ı (resim galerisi) gezer Berlin'de Gerhart Hauptmann ile tanışır Onunla ilk karşılaşmasından hayranlıkla söz eder, "Büyük odada üzerinde güller duran uzun bir masa vardı Hepimizin başında güllerden yapılmış taç vardı Şarap içildi Hauptmann, Jul Sezar kitabından okuyordu Gençlik hali işte, hepimiz kaptırmıştık kendimizi Yavaş yavaş önüne geçilemeyecek harika bir yaşamın kapısı açılıyordu önümde"


Ve Gerhart Hauptmann bu genç kızı şöyle hatırlayacaktır: "Üstünde çiğ damlalarıyla taze bir gül gibi Sevimli, akıllı, sanatçı yönünü hiç belli etmeyen alçakgönüllü bir kızdı"


Genç Kathe'ye sanatçı yeteneklerinden söz ettirmeyen sadece alçakgönüllülüğü değildir Sanat akademilerinin kadınlara kapalı olduğu ve sanat tarihinin sadece erkek isimlerini tanıdığı bir dönemde, bir genç kız kendisini geleceğin sanatçısı olarak tanıtacak olsa, büyük bir olasılıkla insanlar buna gülecekti


1885 kışında Kathe'nin babası kızım Berlin'e yollar Erkek kardeşi Konrad da bu kentte öğrenim görmektedir İsviçreli ressam Karl Stauffer-Bern'in atölyesinde ders alır Max Klinger'in gravürlerini görür ve hayran kalır


Genç sanat öğrencisi Berlin'deki yaşama hayrandır Erkek kardeşi Konrad sayesinde sadece Hauptmann çiftini tanımakla kalmaz Diğer "natüralistler"le de tanışır ve Zola, Ibsen, Dostoyevski, Tolstoy'u okur Yeniden eve, Königsberg'e döner, resim yapmaya başlar: Portreler; liman işçileri, yoksul "insan" çevresi 1888-89 kış dönemini Münih'te geçirir Burada da kadınlar sanat okullarına alınmamakta, özel bir atölyede eğitilmektedir


Kathe'nin Münihli öğretmeni Ludwig Herterich empresyonist ekoldendir Sanat öğrencisi Kathe birçok ilişki kurar "Kadın Ressamların Özgür Tonu" grubuyla birlikte Schwabing semtini baştan başa dolaşır ve gördükleri hoşuna gider Fakat kendi gelişimi için Berlin'in daha önemli olduğunu hissetmektedir


Bu arada Berlin'de Özgür Tiyatro kurulmuştur ve ilk oyun olan Gerhart Hauptmann'ın Güneş Doğmadan Önce adlı eserinin galası büyük ilgi görmüştür Kathe'nin erkek kardeşi Berlin'de Vorwarts'in yazı işlerine girmiş, nişanlısı Karl Kollwitz de bir firmanın doktoru olarak Berlin'e yerleşmiştir


Kathe 1890'da tekrar Königsberg'deki evindedir Ressamlıktan kopup grafikçiliğe geçeceğini bilmektedir Fakat zamana ihtiyacı vardır Babasının, kendisinin ilerleyeceğine inanmadığını ilk kez hayretle öğrenir, "Öğrencilik dönemimi çabucak tamamlamamı, sergiler açıp başarılı olmamı bekliyordu" Babasının eleştirdiği bir nokta daha vardır: "Babam benim iki mesleği birleştirmek istememe de kuşkuyla bakıyordu: Sanatçılık ile burjuva evliliği"


Kathe ve Karl Kollwitz 1891 Haziran'ında evlenirler Evlilik yaşamına geçişinde düş kırıklığına uğramış olan babası ona, "Artık seçimini yaptın İki işi birden yapamazsın Onun için, seçtiğin işi tam olarak yap!" der Fakat Kathe ikisini de istemektedir: Evin kadını ve sanatçı olmayı


Başaracak mıdır bunu?


1892'de oğlu Hans dünyaya gelir, 1896'da ikinci oğlu Peter Kocası Berlin'in kuzeyinde tipik bir işçi semtinde tüm zamanını alan bir muayenehane açar Kathe Kollwitz, "Bir doktor eşi, ancak günlük işlerinden sonra resim yapmaya fırsat bulan iki erkek çocuk anası"dır Bu tür ya da benzer betimlemeleri onun biyografilerinde görürüz Peki ya Kathe'nin kendisi nasıl yaşamaktadır?


Güncesinde yazdıklarından, eş ve anne olarak, kendi ifadesiyle, "Bir yandan da sanatçılığını korumak" amacı yüzünden hangi zorluklarla karşılaştığı görülebilir


Örneğin kocası Karl'ın zaman zaman şöyle söylediğini belirtir: "Kocam benim ona değer vermediğimi, saygı duymadığımı söylüyor" (1913)


Bir yıl önce de şöyle bir not almıştır: "Kendimi Karl'dan ve oğlanlardan tamamen kopmuş hissediyordum Onlara bağlılığım azalmıştı Sonra bir zaman geldi onlara bağlılığım bir kuluçka tavuğununkine benzedi Kendimi hep onlara adadım, onlar için acı çektim" Genç anne olarak -oğlu Hans o sırada dokuz aylıktır- 1893 Şubat'ında Berlin'deki bir olayı "çalışmamda dönüm noktası" olarak adlandırır


"Hauptmann'ın Dokuma İşçilerinin Özgür Tiyatro'da galası vardı Tiyatro biletimi bana kim getirdi bilmiyorum Kocam işi nedeniyle gelemedi, ama ben oradaydım Büyük bir sevinç ve ilgi içindeydim Oyundan çok etkilenmiştim"


Dokuma işçilerinin ayaklanması bundan sonraki yıllarda çalışmalarının konusunu oluşturur Bunun sonucunda da Berlin'deki büyük bir sanat eserleri sergisinde gravür ve taş baskı resimleri, 1889'da sansasyonel başarı getirir sanatçıya


Gerçi 1898 baharında ölen babası sergiyi göremeyecektir, fakat Kathe Kollwitz resimlerini ölümünden kısa bir süre önce ona gösterdiğini ve babasının konuşamasa da çok sevindiğini hoşnutlukla anlatır


İmparator II Wilhelm'in kadın uyruğunun bu resimlerini gördüğünde aynı şekilde sevindiği söylenemez, sanatçıya "kaldırım sanatçısı" der ve sergi yönetiminin Kathe'ye verilmesini istediği madalyayı vermeyi reddeder İmparatoriçe Auguste Victoria da, Kathe'nin resimlerini "itici" bulmuştur


Düşmanları ve eleştirmenler tarafından genellikle "kaba", utanmaz, itici olarak nitelenir çalışmaları; sadece imparatorluk döneminde değil, onlarca yıl sonraki III Reich döneminde de


Kathe Kollwitz 1922 Kasım'ında güncesine yazdığı notlarda sanatı nasıl anladığını ve sanatsal yaşamında görevinin ne olduğunu anlatır "Sanatımın 'amaçları' olduğunu kabul ediyorum Ben insanların böylesine çaresiz ve yardıma muhtaç olduğu bir zamanda etkili olmak istiyorum Yardım etme ve etki yapma isteğinin sorumluluğunu hissedenler çok, fakat benim yolum açık ve aydınlıkken, başkaları anlaşılmaz bir yol izliyorlar"


Acı, savaşlar, ölüm ve kurbanlar -bir sonraki Köylü Savaşı dizisinin ana motiflerini oluşturur


190)7'de İtalya'da bir yıl geçirir Köylü savaşı için kendisine "Villa Romana" Ödülü verilmiştir Bazı düşmanları olmasına rağmen, artık benimsenmiş bir sanatçı ve her genç kadının arzuladığı gibi, aynı zamanda mutlu bir annedir


Küçük oğlu Peter en sevdiği çocuğudur Erken yaşlarda resim yapmaya başladığından bahisle, "Çizgimi sürdürüyor," diye gururlanır Peter gençlik hareketine ve aynı zamanda Göçmen Kuşlar'a mensuptur; böylece hayal gücü sahibi bir çocuk isteyen annesinin beklentilerini yerine getirir


Evet, Peter hayalcidir Ve onunla birlikte sayısız yaşıtları da hayallere kaptırmışlardır kendilerini 1914'te Birinci Dünya Savaşı patladığında hepsi çiçeklerle süslenip kilisenin takdisiyle savaşa giderler Kathe Kollwitz günlüğünde psikolojik tansiyonun olağanüstü yükseltildiği bu dönemde, iki oğlunu da etkileyen "kitlesel sarhoşluğu" betimler "Oğullarım böyle bir çılgınlığa katılmayacaklar," der


Eylül 1914'te Fakat, oğulları da katılmıştır 1914 Ekim'inde oğlu Peter gönüllü olarak savaşa gittiği günden birkaç gün önce şöyle not alır: "Sanki göbeği bir daha kesiliyordu çocuğun; ilkinde doğumda, şimdi ise ölümde" "Oğlum top seslerini duyduklarını yazıyor," tümcesi, 24 Ekim'de oğlu Peter Kollwitz hakkında günlüğüne yazdığı notlar arasında yer alır


Aynı gün oğlu ölmüştür Flanders'de ilk cepheye sürülüşünde "şehit düşmüş"tür Daha on sekizine bile girmeden "İnsanın beynini yakan bir çılgınlık" uğruna bu "anlamsız kurbanı", Kathe Kollwitz hayatının sonuna kadar unutamaz Sanatçı olarak durmadan bu konuyla uğraşacaktır (Savaş konulu resim dizisi, "Bir daha asla savaş yok!" pankartı ve nihayet oğlunun anısına yaptığı bir anıt ile)


Yıllarca güncesindeki notlarında kendisini suçlayarak acı çekecektir Niçin oğlunun bu adımı atmasına engel olamamıştır? Durmadan savaşın nedenini düşünüp durur İnsanları, kaçınılmaz bir alın yazısı olarak etkisine alan bu felaketi reddeder "Vatan görevi" konusunda kuşkuları vardır Güncesinde şöyle der: "Keşke bu korkunç aldatmaca olmasaydı Peter ve diğer milyonlarca genç, hepsi aldatıldı"


Arkadaşlarından biri olan Lily Braun'un 17 yaşındaki oğlu Otto'yu gururla savaşa nasıl gönderdiğine tanık olur "Otto yaşıyor Eğer şehit düşseydi acaba ne düşünürdü?" diye sorar Kathe Kollwitz kendi kendine, Lily Braun 1916'da öldüğünde Otto da savaşın bitmesinden kısa bir süre önce "şehit düşer" Annesi, Kathe Kollwitz'in çektiği acıları duymayacaktır Ayrıca büyük oğlu Hans da annesinin pasifizminden etkilenmemiştir


"Ancak savaşa gittikten sonra bir şeyler başarabilirim," der annesine Hans Kollwitz savaştan canlı dönecektir Babası gibi doktor olacak, Peter adındaki oğlu ise, 1942'de, 1914'te ölen kardeşi gibi "şehit" düşecektir


Savaş, kadının boyun eğmesi gereken bir doğa yasası mıdır?


"Hayır," der Kathe Kollwitz, "pasifizm sırtüstü yatıp bakmak değildir, tam tersi bir iştir, zor bir iş"


1918'de savaşın bitmesinden kısa bir zaman önce fikirlerini kamuoyuna ilk kez yazılı olarak açıklar Oğlu Peter'in ölümünün tam dördüncü gününde, ozan Richard Dehmel SPD yayın organı Vorwarts'de halkı dayanmaya çağırdığı Tek Kurtuluş başlıklı bir deneme yayınlar 30 Ekim 1918'de aynı organda çıkan açık bir mektupta Kathe Kollwitz ona cevap verir


"Richard Dehmel'e yanıt:


"Richard Dehmel 22 Ekim'de Vorwarts'de Tek Kurtuluş başlıklı bir çağrı yayınlıyor Savaşabilecek erkekleri gönüllü olmaya çağırıyor En yüksek savunma merciinin bir çağrısına uyarak, diyor, "korkak"ların bir kenara ayrılmasından sonra küçük ama o derece seçkin, ölmeye hazır bir sürü erkek devreye girecek ve Almanya'nın şerefi bunlarla kurtulacakmış


"Burada Richar Dehmel'e karşı çıkıyorum Onun gibi ben de böyle bir şeref çağrısına seçkin bir grubun karşılık vereceğini tahmin ediyorum Ve bunların 1914 sonbaharında olduğu gibi, genelde gene Alman gençliğinden oluşacağını da Büyük bir ihtimalle bu kurbanlıklar gerçekten kurban edilecekler ve bu dört yıl boyunca her gün dökülen kanlardan sonra Almanya yine kana bulanacaktır Dehmel'in kendi mantığına göre, bundan sonra, ülkede kalacak olan artık Almanya'nın çekirdek gücü olmayacak, çünkü bu güç savaş meydanlarında eriyip gitmiş olacaktır Fakat bence böyle bir kayıp Almanya için tüm vilayetlerin kaybından daha kötü ve yeri doldurulmaz olacaktır


"Bu dört yıl içinde çok şeyler öğrenildi Şeref kavramı bakımından da Almanya'nın şerefi, öz gücünü yenilgiden korumak, onu önünde duran büyük işi kararlı olarak yapmaya yönlendirmektir


"Yeterince insan öldü! Artık kimse şehit olmamalı! Richard Dehmel'e karşı oluşumun nedenini, daha büyük birinin (J W von Goethe kastedilmektedir) söylediği şu sözlerle açıklıyorum: Ekilecek tohumluklar, öğütülmemeli"


Bu, Kathe Kollwitz'in kamuoyu önüne yazılı metinle ilk çıkışıdır Fakat kendi deyimiyle barış propagandasını hayatının sonuna kadar sürdürür 1919'da Prusya Güzel Sanatlar Akademisi'ne üye olur ve profesör unvanını alır


1933'te bu akademiden çıkarılarak konferans vermesi, sergi açması yasaklanır Kendisi için en önemli olan çalışmasını 1931'de tamamlar: Oğlu Peter için Ebeveynler adlı uyarı anıtı Bu tablo Peter'in gömülü olduğu Roggefelde'deki (Flanders) askeri mezarlığına yerleştirilir


Daha önce Matemdeki Ebeveynler adlı eser Berlin Ulusal Galerisi'nde gösterilir "Birçok insan onu gördü ve çok etkilendi," diye yazar Kathe 1932'de güncesine; "Heykeller bir hafta daha sergilensin Etkili oluyor"


Kathe Kollwitz hakkında sanat kitaplarında ve biyografilerde bu uyarı anıtının figürlerinin nasıl etki yaptığına ilişkin parlak anlatımlar bulunur Kathe Kollwitz kocası ile birlikte bunu şöyle algılar: "Figürlerden Peter'in mezarına gittik; her şey canlıydı, tamamen hissediliyordu Ben kadının önünde duruyordum Onun -kendimin- yüzüne baktım, ağlayarak yanaklarını okşadım Karl hemen arkamda duruyordu -farkında değildim Fısıldadığını duydum: Evet, evet"


Kathe Kollwitz'in anne figürü Ulusal Galeri'den ihraç edildiğinde "Völkischen Beobachter" (Halkın Gözlemcisi) adlı gazete, "Bir Alman annesi ona benzemiyor çok şükür!" diye yazar 1936 yılında


Açık, iyimser, özveriye hazır Yüzyılımızın otuzlu yıllarında "Bir Alman Annesi" böyle olmalıydı Kollwitz gene bu örneğe uymamaktır "Pislik Ressamı" diye nitelenir (bir keresinde de kaldırım ressamı denmemiş miydi?) Berlin'i terk etmek zorunda kalır Dairesi bombalarla yıkılır Baskıları ve kalıpları yok olur Dresden yakınlarında Moritzburg av sarayının bir yan binasına sığınır


Torunlarından Jutta Kollwitz, 22 Nisan 1945'te ölümüne kadar yanında kalır Jutta, büyükannesinin ölümünden hemen önce şöyle söylediğini anlatır: "Günün birinde yeni bir ideal ortaya çıkacak ve tüm savaşlar sona erecek Bu inançla ölüyorum Belki zorlu bir uğraş olacak ama başarılacak" Kendisini "eski bir düşman" olarak tanımlayan biri, Belçika askeri mezarlığı Vladsloo Praedbosch'un ziyaretçi defterine (Kathe Kollwitz'in Ebeveyn Figürleri bugün buradadır) bozuk bir Almanca ile şunları yazmıştır:


"Tanrı seni takdis etsin, Kathe Ve tüm çocuklarını da Senin istediğin yolda devam ediyoruz"

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar



Adelheid Popp









DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1869-1939)


1840'lar Almanya'da ilk işçi eğitim derneklerinin ortaya çıkışı 1855 Adelheid Popp Sosyal Demokrat Parti'ye girer


1899 Paris'te ilk l Mayıs Bayramı


1899 Clara Zetkin Paris'te II Enternasyonal'in kuruluş kongresinde konuşma yapar


1890 Ortalama çalışma süresi (çocuklar için de) günde 11 saattir


1891 II Enternasyonal'in Brüksel Kongresi'nde l Mayıs'ın her sene uluslararası düzeyde işçi bayramı olarak kutlanması kararı alınır


1892 Viyana'da, Avusturya'daki sosyal demokrat hareketinin öncü organı olan Kadın İşçiler gazetesi yayınlanır


1893 Avusturya'da kadınların da katıldığı ilk işçi grevi 1910 August Bebel'in Kadın ve Sosyalizm eseri 50 baskısına ulaşır


"AYDINLANMA, EĞİTİM VE BİLGİ TALEP EDİYORUM HEMCİNSLERİM İÇİN - BİZ KADIN İŞÇİLER İÇİN!"


"Çocukluğumdan aklımda kalanlar öylesine karanlık, zorlu, bilincimde öylesine kök salmış ki, asla gözümün önünden gitmeyecekler Diğer çocuklara sevinç çığlıkları attıran, mutluluk veren bebekler, oyuncaklar, masallar, tatlı düşkünlüğü, Noel ağaçları gibi şeylerin hiçbirini tanımıyordum Bildiğim sadece içinde çalışılan, uyunan, yemek yenen ve kavga edilen büyük bir oda Hiç şefkatli bir söz, okşama hatırlamıyorum Aksine babam eve çok az para getirdiğinde ve annem ona kızdığında, benim de bu sahneleri bir köşede ya da yatağın altına saklanarak izlerken duyduğum korkuyu hatırlıyorum"


Avusturyalı Adelheid Popp, bu gençlik ve çocukluk anılarını Bir İşçi Kadının Gençlik Öyküsü adıyla imzasız olarak yayınladığında kırk yaşındadır Kitabı çıktığında sosyalist kadın hareketinin öncüsü olarak ünü Avusturya dışına taşmıştır: 1892 yılında Viyana'da Kadın İşçiler gazetesinin kurucu ortağı ve sorumlu yazı işleri müdiresi olmuş ve bir yıl sonra büyük ilgi uyandıran ilk kadın grevinin örgütlenmesine katılmıştır


Kitabına adını koydurmaması, öyle kamuoyundan çekindiğinden değildir Kendisinin söylediği gibi abartılmış bir alçakgönüllülükten de değil Aksine, "Bireysel olarak önemli bulduğum için yazmadım gençlik öyküsünü Tam aksine yazgımda yüz binlerce işçi kadını ve genç kızı bulduğum için, bu yazgıda beni saran, beni zor duruma sokan büyük toplumsal olguların etkisini gördüğüm için Bu kitapçığın, bir kadın işçinin ve aynı zamanda onun gibi yüz binlercesinin de yaşam yazgısı olarak, etkili olacağını ummuştum"


August Bebel yazara buna rağmen (ya da tam bu nedenden dolayı) adını saklamamasını tavsiye eder 1910'da Gençlik Öyküsü 3 baskısını yaptığında Adelheid Popp, Bebel'in arzusuna uyar, kitabının İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve başka yedi dile daha çevrildiğine tanık olur 1922'de, kitabının 4 baskısının önsözünde, "yurtiçi ve yurtdışından gelen sayısız mektup, kadınların çoğunun Gençlik Öyküsü sayesinde işçi hareketine dikkatlerinin çekildiğini ve bu hareketlere kazanıldığını onaylamakta," diye yazar ve şöyle devam eder: "Gençlik Öyküsünün yeni baskısı, hâlâ korkanları ve çekinenleri harekete geçirmekte, cesaret ve güven vermekte etkili olmalı"


Başkalarına cesaret ve güven vermek; küçük Adelheid için çocukluğunda bu düşünceden daha uzak hiçbir şey olmasa gerek Tanıdığı tek şey "korku"ydu Baba korkusu: Babası, karısını döven bir sarhoştur Adelheid daha beş yaşında bile değilken, evde ilk kez bir Noel ağacının sevincini yaşamaya kalmadan sarhoş babası ağacı öfkeyle parçalar, "Bağırmaya cesaret edemiyordum Sadece ağlıyordum, uyuyuncaya kadar ağladım"


Okul korkusu: Yırtık okuma kitabıyla derse gelince öğretmeni onu "Serseri!" diye azarlar Okula giderken kötü bir havada kitap elinden yere düşmüştür Annesi ona yeni bir kitap alamaz, parası yoktur


Yalnızca yasaklarla kaplı bir çevrenin korkusu: Küçük Adelheid bir defasında saray bahçesinde menekşe toplarken bekçi tarafından yakalanınca büyük bir panik içinde kaçarken, az kalsın su değirmeninin bendinde boğulacaktır


Hatta Noel zamanı korkusu: Zengin çocuklarına Noel Baba elmalar, fındık, fıstık ve pastalarla gelirken, Adelheid ve dört kardeşini elinde sopası ve şangırdayan demir zincirlerle "şeytan" ziyarete gelir "Ebeveynler çocuklarına bu tür ibret vermeyi lüzumlu buluyorlardı" Altı yaşındayken Adelheid'ın babası ölür Üç yıl okula gittikten sonra para kazanmak zorunda kalır


Bir atölyede bez dikmeyi öğrendiğinde on yaşındadır, "Sabahları saat altıda ben işe koşmak zorundayken, benim yaşımdaki diğer çocuklar hâlâ uyuyorlardı Ve ben akşamları saat sekizde aceleyle eve dönerken diğerleri karınlarını doyurmuş, yıkanmış yataklarına gidiyorlardı Ben oturmuş iki büklüm çalışırken, ilmik üstüne ilmik atarken onlar oynuyor, geziyorlar veya okul sıralarında oturuyorlardı O zaman kısmetimi gayet doğal olarak kabullenmiştim, ancak çok yürekten istediğim bir şey vardı hep: Bir defa doyasıya uyuyabilmek"


Uzun yıllar bu arzusunu hiç yerine getiremez On üç yaşındayken yığılıp kalır ve bir kliniğe getirilir "Temiz havada bol hareket ve iyi beslenme" önerir doktor ona Fakat bu tavsiyelere nasıl uyabilecektir? Hastalık sigortası bile yoktur Preshane, fişek fabrikası, karton fabrikası, cam ve zımpara kâğıt fabrikası Adelheid bulduğu her işi kabul eder


1880'li ve 90'lı yılların tüm fabrika işçileri gibi, genç kızın edindiği tecrübeler bellidir: Kadın ve kızların hepsinin eğitim düzeyi düşüktür Çocukluklarından beri söz dinlemeye, uslu ve kanaatkar olmaya alışkındırlar Kendilerini kötü kullandırır ve insana layık olmayan çalışma koşullarını kabul ederler Bazen günde 16, 18 saat çalışırlar Aldıkları ücretler erkeklerin aldığının üçte ikisinden, hatta çoğunluk yarısından fazla değildir


"Kadınlar ve kızlar erkeklerin yerine geçmeye, iş güçlerini ucuz ücretle satmaya çok heveslilerdi," diye yazar Adelheid Popp geçmişe bakarak "Çünkü kadın işçiler kanaatkar yetiştirilmiş ve koşullarıyla yetinmek kızlara daima bir erdem olarak öğretilmişti O zamanlar bu zavallı, bilgisiz dişi yaratıklar elleriyle yaptıkları işler için nasıl olur da yeterli ücret istemeye cesaret edebilirlerdi?"


Kendisi de onlar gibidir Çalışma saatleri içinde konuşmanın para cezasına mal olmasını doğal bulmaktadır Yalnız bir kere kendisini savunur: Çalıştığı firmanın gezici bir elemanı ona askıntı olunca Adam onu kayıracağını vaat etmiştir Şimdiye kadar kızını erkeklerden kesinlikle uzak tutan Adelheid'ın annesi bile bunu normal karşılamaktadır Kendisini o "Beyefendi"ye öptürmek istemeyen kızını "deli" ve "dik kafalı" diye azarlar Böylece daha fazla ücret alacaksa, niye olmasın


Adelheid'ın bu deneyimi de sınıfına özgüdür Çünkü fabrikada çalışan kadın işçiler, onursuz varlıklar olarak bilinmekte ve sokak kadınlarıyla eş tutulmaktadır Erkek kardeşinin bir arkadaşı ile konuştuğunda on yedi yaşındadır O, tanıdığı ilk sosyal demokrattır Cumhuriyetin ne olduğunu ilk kez ondan duyar İlk sosyal demokrat parti gazetesini ondan alır Gazetede bulduğu kuramsal fikirleri hemen anlayamaz Gazetede işçilerin sıkıntıları için ne yazılmışsa hepsini çok iyi bilmektedir


"Bununla öz yazgımı anlamayı ve değerlendirmeyi öğrendim", der daha sonraları hayatının bu önemli bölümünü anlatırken: "Katlandığım her şeyin hiç de Tanrı'nın takdiri olmadığını, aksine adaletsiz toplum düzeninin sonucu olduğunu öğreniyordum


İşçilere karşı yasaların keyfi hükümleri içimi sınırsız nefretle dolduruyordu Henüz parti dışında olmama ve kimse tarafından tanınmayışıma rağmen, sosyal demokratlara öylesine ağır darbeler vuran antisosyalist yasanın Almanya'da yürürlükten kaldırılmasını coşku ile karşıladım" Önceleri hep "dışarıda" kalır Çünkü ona "uslu bir kızın evinde oturması gerektiği" fikri aşılanmıştı


Fakat fabrikada molalar sırasında kız arkadaşlarıyla birlikteyken konuşmaya başlar Onlara anladığı kadarıyla sosyalizmin ne olduğunu açıklar Parti gazetesinden bölümler okur ve yeni aboneler kazandırmaya çalışır İşçi Derneği kütüphanesinden bilgisini geliştirecek kitaplar temin eder


İnancı giderek belirginleşir Üstleri de bunu fark ederler doğal olarak Ne kadar sıkı gözetim altında tutulursa işini o kadar daha titiz yapar, "İçimde kendiliğinden, insan büyük bir davaya hizmet etmek istiyorsa, küçük işlerde de üstüne düşeni yapmaya mecburdur, görüşü olgunlaşmıştı"


Sosyal demokratların en önemli isteği o zamanlar l Mayıs'ın tatil olmasıdır Bu arada parti toplantılarına katılma cesareti de gösteren Adelheid Popp, kendisiyle aynı yerde çalışan kadınları bu konuda ortak harekete çağırmayı dener Hiçbirinin buna katılmaya cesareti yoktur 1890'da işler böyledir


Bir yıl sonra erkek ve kadın meslektaşları Adelheid Popp'un safında yer alır Bunun hemen ardından topluluk önünde ilk konuşmasını yapar Bir pazar öğleden öncedir Ucuz kadın iş gücü açısından sendikal örgütlenmenin önemini anlatmak için üç yüz erkek ve dokuz (!) kadın toplanmıştır Erkek bir konuşmacı kadınların çalışma hayatının sorunlarını dile getirir


"Konuşmam gerektiğini hissettim," diye anımsar Adelheid Popp bu anı "Sanki tüm gözler bana bakıyor ve hemcinslerimi savunmak için neler söyleyeceğimi bekliyorlardı Elimi kaldırdım ve söz istedim Daha ağzımı açmadan 'Bravo!' diye bağırdılar Bir kadın işçinin konuşmak istemesi, işte böyle etki yarattı Konuşmacı kürsüsüne çıkarken gözlerim kamaşıyordu, boğazımı sıkıyorlardı sanki Fakat bunu yendim ve ilk konuşmamı yaptım Kadın işçilerin çektiği acıdan, sömürüden, ihmal edilmelerinden söz ettim Sonuncusunu özellikle vurguladım Çünkü kadın işçilerin ihmal edilmesi, tüm diğerlerinin ve kadın işçilere zarar veren koşulların temeli olarak geliyordu bana Meslektaşlarımda izlediğim ve bizzat yaşadığım her şeyi anlattım Hemcinslerim için aydınlanma, eğitim ve bilgi talep ediyor ve erkeklerin bu konuda yardımcı olmalarını rica ediyordum"


Birkaç yıl sonra bir işçi toplantısında gözetim görevlisi olarak bulunan bir jandarma onun çok "kışkırtıcı" konuştuğu uyarısında bulunur İnsanlar onu nefeslerini tutarak dinleyip hayran kalmaktadır Tüm kadın işçilere hitaben bir de gazete makalesi istenir ondan Yazmak acınacak ölçüdeki üç yıllık okul eğitimiyle bir genç kadın için, çok zor bir görevdir İmla ve grameri hemen hemen hiç öğrenmemiş olmasına rağmen, yazmayı dener


"Kadın işçiler! Hiç durumumuz hakkında düşündünüz mü?" diye başlar gazetedeki makalesine


Kendi durumu hakkında düşünmek ve kadere boyun eğmemek; kendisi gibi acı çeken meslektaşlarına bu konuda çağrıda bulunan ilk Avusturyalı kadın işçi Adelheid Popp'dur Alt tabakadan bir kadının gelip fikirlerini açıkça söylemesi bir yeniliktir ve muazzam yankı yapar


Kadın kılığında bir erkek midir acaba? Çünkü sadece erkekler böyle konuşabilir Bir arşidükün kızı olmasındı gerçekte? Çünkü alışılagelmiş kızlar böyle konuşamaz Daha sonraki yıllarda Avusturya içinde çıktığı seyahatlerde bu tür önyargılara çok rastlar Adelheid Popp, "Bir kadının konuşmacı olarak kürsüye çıktığını görmek tüm geleneklere öylesine aykırı ve yepyeni bir şeydi ki, gerçekten bir kadınla muhatap olunduğuna kimse inanmak istemiyordu"


Bir eş olarak (1893'te sosyal demokrat parti görevlisi Julius Popp ile evlenir ve ondan iki çocuğu olur) kendisini görevine adamaya devam eder "Bir şeyler başarabilmek için yeteneklerine güvenemedikleri için durmadan korkarak geri çekilen, fakat gönülleri bir şeyler yapma özlemiyle yanan sayısız kadına cesaret vermek için"


1893 Mayısı'nda Viyana'da 600 kadın apreleme işçisinin grevini destekleyenler arasındadır Sağlığa zararlı koşullar içinde günde 12 saat çalışmak zorunda kalan kadınların isteği, "Günde sadece 10 saat çalışmaktır Ve düşüncelerini daha etkin kılmak için çalışmayı bırakıp fabrikayı terk ederler Viyana için büyük yankı yapan bu grevin akışı içinde Adelheid Popp izinsiz bir toplantıda konuşma yapmıştır


Bu nedenle daha sonra mahkeme önüne çıkarılır ve serbest bırakılır Yargıç, "kendisinden daha az bilgili ve çaresiz meslektaşlarına eğitici etki yaptığı için suçluyu övgüye değer ve serbest bırakılmasını doğru" bulur Adelheid Popp bunu, "Sınıf devletinde de anlayışlı yargıçlar bulunuyor demek," diye yorumlar Sadece dokuz yıl süren bir evlilikten sonra Adelheid Popp dul kalır: Kocası kendisinin sahip olduğu tüm hakları ona da tanıdığı için mutlu bir evlilik dönemi geçirmiştir


Buna rağmen Adelheid Popp, "Evliliğin ve ailenin kutsallığı"na övgü düzmekten çok uzaktır Tam aksine Kadın İşçiler gazetesinde, eşlerden biri için kendini feda anlamına gelen bir beraberliği kutsal evlilik olarak tanımlayan sözde ahlak anlayışını sert bir dille kınar Yeniden mahkeme önüne çıkartılır ve on dört günlük hapis cezasına çarptırılır


Adelheid'ın bu konudaki yorumu şöyledir: "Bu cezayı çektikten sonra evlilik konusunda başka görüşler edindiğimi söyleyemem"


1918'den sonra Sosyal Demokrat Parti'nin yönetim kurulu üyesi, Avusturya parlamentosu ve Viyana belediyesi meclis üyesi olur "Kapitalist toplumlarda kadınların çalışması", hizmetçi kızların durumu hakkında haberler yayınlar, Avusturya Kadın Hareketlerinde 20 Yıl adlı bir anı kitabı ve Yükseğe Giden Yol başlıklı, kadın hareketlerinin tarihi gelişimini anlatan bir kitap yayınlar


Adelheid Popp 1939 yılında ölümüne kadar yorulmak bilmeden çalışan kız ve kadınlara adar kendisini Evindeki küçük odada korkuyla yatağının altına saklanan küçük kız, "Kendisi için ve kız kardeşlerinin uyandırıcısı olarak" kapıları kırmaya cesaret eden bir kadın olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar



Maria Montessori







DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1870-1952)


1633 Küçük çocukların eğitimi ile ilk uğraşan pedagog Comenius'un Ana Okulu Bilgisi başlığıyla bir eseri yayınlanır


1837 Fröbel, ilk Alman çocuk yuvasını kurar


1900 İsveçli Ellen Key bu yüzyılı "Çocukların Yüzyılı" olarak niteler


1902 ABD'de çocuklar için okuma salonları kurulur


1903 Almanya'da çocukların çalışması yasaklanır


1907 İtalya'da Maria Montessori ilk çocuk yuvasını açar


1911 Almanya'da ana okulları resmen tanınır ve teşvik edilir


1920'ler Alman okulları ve yuvalan Montessori yöntemini benimserler


1926 "Hitler Gençliği" kurulur ve 1933'te "Devlet Gençliği" olur


1929 Berlin'de "Association Montessori Internationale" (Uluslararası Montessori Cemiyeti) kurulur


1933 Almanya'da tüm Montessori okulları kapatılır

"BAĞIMSIZ OLMAYAN BİRİ ÖZGÜR DE OLAMAZ"


Çok güzel, çekici ve hitap yeteneği olan genç bir kadın, çok önemli bir sorunla toplum önüne çıkarsa ne olur?


Dış görünüşü sayfalarca anlatılır Söyledikleriyle ise pek ilgilenilmez 26 yaşındaki İtalya'nın ilk kadın doktoru Maria Montessori 1896 Berlin uluslararası kadın konferansında bunu yaşar Ülkesinin delegesi olarak aynı iş için erkeklerin aldığının yarısı, hatta bazen daha az ücretle fabrikalarda ve kırsal kesimde günde on sekiz saate kadar çalışan altı milyon İtalyan kadın adına konuşur Ve bunun üzerine basın tarafından, "Ne harika, özgür bir kadın! Herkes onu kucaklamak istiyor gibiydi Ne söylediğini anlamayanlar bile onun müzikal sesinden ve ifadesinden büyüleniyordu," diye alkışlanır


Konuşmacı kadın "Gün ışığı" ve "iç açan görüntü" olarak tanımlanır Gazeteciler onun "müzikal tonlamalarını ve şık eldivenli elleriyle zarif jestlerini" överler İtalyan Illustrazione Popolare muhabiri beğenisini şöyle ifade eder: "Zarafeti tüm gazetecilerin kalemlerini -tüm kalpleri de denebilir- fethetti Berlin'deki bir gazeteci kendi albümünü süslemek için bizden bu şahane doktorun fotoğrafını rica etti, fakat sadece onun bireysel zevkini tatmin etmeyi doğru bulmadık ve bunun için fotoğrafını burada yayınlıyoruz"


İltifatlar


"Yüzüm artık gazetelerde görülmeyecek ve hiç kimse benim sözde büyüleyiciliğimin şarkısını söyleyemeyecek!" diye yazar bu şahane özgür kadın, kongre sonunda evine gönderdiği mektupta "Ben ciddi işler yapacağım"


Herhalde bununla "Ciddiye alınmak istiyorum," demek ister Çünkü "ciddi işi" çoktan yapmıştır Babasına, tüm profesörlere ve öğrenci arkadaşlarına rağmen, İtalya'nın ilk tıp öğrencisi olarak harika bir diploma sınavı vermiştir Roma Üniversitesi psikiyatri kliniğinde asistan olarak çalışmaktadır


Görevleri arasında Roma'daki tımarhaneleri (bir zamanki adıyla) ziyaret edip, klinikte tedavi görecek hastaları seçmek de vardır Buralara çocukların da kapatılmış -aslında hapsedilmiş- olması ürkütür onu Bir odada çömelmiş, boşluğa bakarlar ve meşgul olacakları hiçbir şeyleri yoktur Çünkü zaten delidirler Yapacakları tek şey pis ekmek parçalarıyla oynamaktır Sadece tıbbi yöntemlerle bu çocuklara yardım edilemeyeceği gerçeğini anlar Dışarıdan bir uyarı gelmedikçe duyularını nasıl geliştirebilirler?


Bu andan itibaren pedagoji öğrenmeye de başlar O zamana kadar beyinsel özürlü çocuklar için yazılmış her şeyi okur, özellikle de son iki yüzyılın eğitim kuramının ana eserleriyle ilgilenir Bu fikirlerden giderek kendi özel kuramını geliştirir Konferans gezilerinde kendi fikirlerini anlatır, "Önce duyuların eğitimi, sonra anlayış eğitimi"dir ilkesi


Bu ilke daha sonraları sağlıklı çocukların eğitimi üzerine çalışmalarını da belirleyecektir, "Çocuklar fazla yorulmadan veya tecrit edilmeden sabahtan akşama kadar meşgul edilmelidir Onlara önce çok basit şeyler öğretmeliyiz; hedefe en kısa yoldan düz bir hat çekerek varılması gibi, tuvaletlerin kullanılması, kaşığın kullanılması gibi Sonra dikkatlerini duyu organlarına çekmeliyiz Örneğin çeşitli renk, boy ve kokudaki çiçekler yardımı ile onların görme ve koku duyularım harekete geçirmek için bir bahçede gezdirelim Kas çalıştırması için jimnastik yaptıralım Onların dikkat ve ilgisini uyaran dokunma duyusunu çalıştıracak farklı yüzeylere sahip bir sürü eşya verelim Duyu organlarının eğitimi yoluna koyulduktan ve ilgi uyandırıldıktan sonra, asıl derse başlayabiliriz Alfabeye giriş yapabiliriz Fakat kitapla değil, çeşitli renklere boyanmış, parmakla dokunup, hareket ettirilebilecek kabartma harflerin bulunduğu küçük bir tahtayla Yavaş yavaş el becerilerini öğretebilir ve en sonunda ahlaki eğitim verebiliriz"


"Güzel bilgin" (gazetelerde hâlâ böyle tanımlanmaktadır) söylediği her şeyi pratik olarak denemiştir Bir grup zayıf zekâlı çocuğu, birkaç ay sonra normal okullarda okuyan çocuklar kadar başarılı duruma getirir Tüm uzmanların kabul ettiği büyük bir olay olur bu Bayan Dr Montessori'nin eğitim konusundaki fikirlerine dikkat çekilir İtalya'da özürlü çocukların eğitimi için bir birlik kurulur


1900 yılında bu birlik daha sonra "sorunlu çocuklar"ı eğitmek üzere öğretmenlerin yetiştirildiği tıbbi Pedagoji Kurumu'nu açar Kuruma bir okul da eklenmiştir Maria Montessori yönetimi üstlenir O ve mesai arkadaşları sürekli çocuklarla beraber olup, onları tüm dikkatleriyle izleyerek eğitim ve oyun malzemelerini denerler


Her yönden Maria Montessori için başarı söz konusu iken, neden özellikle şimdi toplumdan kaçar? Okuldaki çalışmalarından vazgeçip bir süre gözden niçin kaybolur?


Bugüne kadar hayatını anlatan birçok biyografide bu dönemde Maria Montessori'nin ne yaptığından söz edilmemiştir Çizdiği tablo bozulacağı için mi? Kendisi bu konudan hiç söz etmediği için mi? Tüm yaşamını ve etkisini çocuk eğitimi reformuna adayan bu kadın anne olmuştur


Ve bunu saklar Daha sonraları yaşamın ilk yıllarında kaçırılanlardan söz ederken, "çocuklara başlangıçtan beri saygılı davranmalı" diyen; bunun için de annenin bebeğini emzirmesini savunan bu kadın, kendi çocuğunu doğumdan hemen sonra terk eder ve küçük oğlu Mario bir süt annenin yanında taşrada yetişir; daha sonra da bir yatılı okula gönderilir


Mario "anne sevgisi"ni tanımaz Annesinin kim olduğunu öğrendiğinde neredeyse yetişkin bir erkek olmuştur Bundan sonra da bu sırrı dışarıya açıklamasına izin verilmez Tüm benliği ile "çocuğun onuru" için savaşan bir kadının fikirleriyle bu davranışı nasıl bağdaştırılabilir?


Maria Montessori, aslında bilinmeyen bir nedenle, oğlunun babası ile evlenmemiştir Yüzyılın başında, İtalya'da evlilik dışı bir anne olarak yaptığı bu yanlış hareket, kendisini bir günde milletin "ağzına sakız" edebilirdi Bu arada otuz yaşındaydı ve sahasında o zamanlar bir kadın için olağanüstü başarılı bir otorite sayılırdı Çocuklarla çalışmaktan son derece hoşnuttur Şanssızlığı, arada sırada kaçamak yapabilecek bir erkek olmayışıdır


Oğluna olan özlemi daha sonra ortaya çıkar Oğlunu "yeğeni ve sekreteri" olarak, çıktığı tüm seyahatlerde yanına alır ve ölümüne kadar onunla birlikte yaşar


Yine de bir oğlu olduğunu dışarıya karşı saklar Bunun yanı sıra başkalarının çocuklarıyla daha fazla ilgilenir Okulları gezer, sınıflara girer, öğretmenlerin nasıl öğrettiklerini, öğrencilerin nasıl öğrendiklerini izler Çocuklar dondurulmuş kelebekler gibi sıralarına çakılı, oturmaktadır Vücutları hareketsiz, zorunlu bir sessizlik içinde, övgü ve sövgü; tüm bunlar, çocuğun doğal yeteneklerini bozduğu için, "aşağılayıcı" görünür ona


Maria Montessori kendi kendine, "Yöntemimi normal çocuklarda da kullanırsam ne olur?" diye sorar Bu düşüncelerin tam ortasında tesadüfen bir teklif çıkar ortaya İşçiler için bir sitede ucuz evler sunan bir inşaat firması bir soruna çözüm bulamamaktadır Kiralık lojmanlarda oturan herkes meslek sahibidir Anne ve babalar gündüzleri işte olunca çocuklar (elliden fazla) gözetimsiz kalmaktadır


Acaba Bayan Dr Montessori bir şey yapabilir mi? Montessori teklifi kabul eder Ve böylece, daha sonraları sayısız ülkede taklit edilecek olan, ilk Montessori Çocuk Yuvası oluşur 6 Ocak 1907'de resmi bir törenle açılışı yapılır


"Neyin etkisi altında kaldığımı bilmiyorum," diye anlatır Maria Montessori 25 yıl sonra bu olayı, "fakat bir hayalim vardı ve bu hayalin etkisiyle yanıp tutuşurken dedim ki, bu işi üstümüze alırsak çok önemli bir iş yapmış olacağız ve günün birinde dört bir yandan insanlar bu eseri görmeye gelecekler" Onun hedefi, çocuklara "kendi kendilerini yaratma" imkânını vermektir


Çocukların kendilerine özgü ritimleri ve ihtiyaçları vardır Yetişkinlerin genelde düşündüğü gibi terbiye edilmiş "ev cüceleri" ya da "şaklaban" değillerdir Onlara saygıyla muamele edenler, etkin ve bağımsız bireyler olarak ne kadar çabuk gelişeceklerini görecektir


Maria Montessori'nin eğitim anlayışı buydu En küçük çocuğun bile yerinden oynatabileceği, çocuk boyutlarında masa ve iskemle tasarımları; yüksek, kapalı dolapların yerine geniş ve alçak, çocukların oyuncak ve malzemelerini isteklerine göre seçebilecekleri dolaplar yapar Çocukların bizzat bakacakları hayvan ve bitkiler getirir


Erkekler ve kızlar yemeklerin hazırlanmasından ve ev işlerinden sorumludur Durmadan çocukları kendi başlarına bir şeyler yapmaya yönlendirmeyi vurgular "Getir, ben yaparım!" değil, "Sana nasıl yapılacağım göstereyim ki, hemen kendi başına yapabilesin!" Çünkü, "bağımsız olmayan biri özgür de olamaz" O, erkek ve kızların daha çocukluklarında ayrılarak, başlangıçtan itibaren farklı eğitilmelerini doğru bulmaz


Tam tersine iki cinsiyet daha gençken bebek bakımında birlikte eğitilmelidirler ki, günün birinde bebeğe süt şişesini verebilen ve çocuk arabasını itmekten utanmayan "ideal baba tipi" oluşsun Bir yıl içinde Maria Montessori'nin devrim yapan eğitim yöntemi tüm İtalya'da tanınır Yeni çocuk evleri kurulur 1909'da Maria Montessori düşüncelerini ve yöntemini kitap halinde yayınlar: Çocuk Yuvalarında Çocuk Eğitimi Üzerine Bilimsel Pedagoji Yöntemi


Kitabı kısa zamanda yirminin üzerinde dile çevrilir Gazeteciler, öğretmenler, din adamları, doktorlar ve devlet memurları "Montessori Modeli"nin pratikte nasıl olduğunu görmek için Roma'ya giderler Tüm Batı Avrupa'da, ABD, Çin, Japonya, Hindistan, Avustralya ve Güney Amerika'da Montessori okulları ve dernekleri kurulur


Maria Montessori'nin kendisi ise, eğitim kursları düzenler ve sistemini sayısız seyahatlerinde anlatır İkinci bir kitapta eğitim araçlarını, yapılarını ve kullanımını açıklar Almanya'da ilk Montessori Okulu 1922'de açılır On yıl sonra sayıları 34'e çıkar


Ve bir yıl sonra da Naziler, Berlin'de sevilmeyen yazarların kitapları ile birlikte tüm Montessori malzemelerini ve yayınlarını yakarlar Montessori pedagojisi yanlıları ancak ellili yıllarda Batı Almanya'da tekrar işe başlayabilir Montessori Metodu'nu eleştirenler de olmuştur Fakat, ilk olarak tavsiye ettiği birçok şey (örneğin çocuklar için özel mobilyalar) bugün çocuk eğitiminin en doğal unsurlarıdır, onun yöntemi kullanılmasa bile


Maria Montessori, zamanında insanlığın özgürlük eğitimi için savaşmıştır "Bana yardım edin, kendim yapayım!" Bu, her çocuğun tüm yetişkinlerden ricasıdır ve bu rica bugün tüm Montessori yuvalarının girişinde büyük harflerle yazılı durur "Benim işim tek bir ulusla sınırlı değildir," demiştir Maria Montessori yaşamının son yıllarında bir kez daha Bunun için de arzusu, öldüğü yerde gömülmektir


1952'de 82 doğum gününden birkaç ay önce, Noordwijk'de, (Hollanda'nın kuzey denizi sahilindeki bir köyünde) beyin kanaması geçirir Burada gömülür Anne ve babasının Roma'daki kabrinde bulunan bir anı taşında şöyle yazar:


"Sevgili vatanından uzakta, kendisini dünya vatandaşı yapan çalışmasının evrenselliğinin tanığı olarak, isteği üzerine!

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar



Rosa Luxemburg









DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1871-1919)


1862 Polonya'nın Rusya'ya karşı başarısız ayaklanması


1862 Bismarck, Prusya parlamentosunda çoğunluğun karşı

koymasına rağmen ordunun gücünün artırılmasını kabul ettirir


1878 Bismarck'ın sosyalist karşıtı yasası yürürlüğe girer


1884 Alman İmparatoru I Wilhelm, Varşova'yı resmen ziyaret eder


1884 Rosa Luxemburg (on üç yaşında) ilk politik şiirini yazar ve I Wilhelm'i Bismarck'ın politikasına karşı uyarır


1889 İsviçre'de Sosyal Demokrat Parti kurulur


1889 Rosa Luxemburg İsviçre'ye kaçar


1890'dan itibaren Almanya'da 400 binin üzerinde işçinin katılımıyla 3750 grev gerçekleşir


1898 Rosa Luxemburg Berlin'e gelir


1900 Berlin'de ilk atlı araba sefere çıkar


1906 SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi) Berlin'de ilk parti okulunu açar Rosa Luxemburg 1907'de bu okula doçent olur


1912 Alman sosyal demokratları 110 koltukla parlamentodaki en büyük grubu oluşturur


1912 Almanya'da yaklaşık 30000 milyoner bulunmaktadır (en zenginleri II Wilhelm ve Berta Krupp'tur)


1912 Clara Zetkin Basel'deki uluslararası sosyalistler kongresinde dostu ve dava arkadaşı Rosa Luxemburg'u barışın etkin olarak korunmasına çağırır


1918 Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Almanya'da doğrudan 730 milyar altın mark ve dolaylı olarak da 610 milyar altın mark kadar savaş harcaması yapıldığı açıklanır

"İNSAN, İKİ UCUNDAN YANAN BİR MUM GİBİ OLMALI"


"Doğru yaşam"; ne zaman başlar ki bu? "Kaçırılır" mı, yoksa yanından geçip gidilir mi?


Varşova'da yetişen Rosa Luxemburg, daha genç bir kızken sabahları bazen gizlice yatağından süzülür (babasından önce kalkması kesinlikle yasaktır), kentin çatılarının üzerinden uzaklara bakar


Otuz üç yaşında gençlik yıllarını anımsadığı bir mektubunda şöyle der: "O zamanlar yaşamın, gerçek yaşamın orada çatıların arkasında bir yerde olduğuna inanırdım O zamandan beri hep peşinden gittim, ama o hep bazı çatıların arkasında saklanıp durdu Sonuçta her şey benimle oynanan hayasızca bir oyundu ve gerçek yaşam tam orada, yaşadığımız evde kaldı"


Genç Rosa, İkinci Varşova Kız Lisesi öğrencisidir Okul ona kolay gelir Fakat karnesinde de belirtildiği gibi "otoriteye karşı muhalif tavrı" yüzünden öğretmenlerle sorunu vardır


Öğrenci Rosa Luxemburg'un neye karşı muhalefet yaptığını anlamak için, o yıllardaki koşulları bilmek gerekir: Polonya bağımsız bir devlet değildir 1815 Viyana konferansında parçalanmış, batı vilayetleri Prusya'ya, güneydoğusu Avusturya'ya, Rosa'nın yaşadığı orta Polonya ile doğu ve -Litvanya'yla birlikte- kuzeydoğu Polonya Rusya'ya verilmiştir


Rosa Luxemburg'un gittiği okulda dersler Rusçadır, Lehçe değil Öğrenciler aralarında sadece Rusça konuşabilir Bu yasağa uymayanlar öğretmenler tarafından müdüriyete bildirilir Rosa Luxemburg'un karşı koyduğu tek baskı bu değildir Yahudi olduğunu da hazmetmesi, bu yüzden çarın keyfi idaresi ve mutlak bürokrasisine diğer kullarından daha fazla boyun eğmesi gerekir


Rosa'nın aslında yüksek okula gidebilmesi bile inanılmaz bir şanstır Tüm lise sınıflarında en genç, en küçük ve en çalışkan öğrenci olur hep 1884'te on üç yaşındayken, Alman İmparatoru I Wilhelm Varşova'ya resmi ziyarete gelir Bu nedenle bir şiir yazar Rosa Genç kızın kendi düşüncelerini söylemeye nasıl cesaret ettiğini gösteren tipik bir şiirdir bu:


Nihayet göreceğiz seni

Batı'nın gücü

Belki ben bile izleyeceğim

Saksonya bahçelerinde dolaşan seni

Sakın Saray'a geleceğimi sanma

Aklıma bile getirmem aslında

Sizin gibilere saygılarımı kanıtlamayı

Bilmek isterdim yoksa

Neler konuşulur ortamınızda

Senli benli konuşuyorsundur çarla

Politikadan hiç anlamam ya,

fazla uzatmayayım, ama

Sevgili Wilhelm sende sakın unutma:

Söyle kurnaz Bismarck soysuzuna

Barışın ırzına geçmeye bilenmesin

Ey Batı'nın İmparatoru

Bunu Avrupa için yapasın


Bu dizeleri yazdığında politikadan hiç anlamıyor olabilirdi, ama bu hali fazla sürmeyecekti Daha okuldayken gizli bir eğitim kuruluşuna üye olur ve burada henüz çok küçük olan ilk Polonya işçi partisinin amaçlarını öğrenir Okulunu 1887'de birincilikle bitirir, ama daha önce belirtilen muhalif tutumu yüzünden okulunun en yüksek ödülü olan altın madalya kendisine verilmez


Rosa on altı yaşında bir oyunbozandır Hayatı boyunca da öyle kalır Yıllar sonra, politik durumuna göre, ya ondan "Kızıl Rosa" diye nefret edilecek, ya da "Devrimin Kartalı" diye sevilecektir "Irzına geçilmiş, kirletilmiş, kanda yuvarlanan, pislik akan; işte burjuva toplumun hali bu," gibi ifadelerin yanı sıra, şu tür cümleleri de vardır:"


Bu dünya tarihinin girdabına yanlışlıkla kapıldığıma, aslında kaz çobanı olmak üzere doğmuş biri olduğuma inanacak birini bulmam lazım" Henüz baba evinde oturmakta ve çar ile Rus hükümetini can düşmanları ve zalimler olarak gören yasadışı devrimciler grubunda aktif olarak çalışmaktadır


1889'da Rosa Luxemburg Polonya'yı terk etmek zorunda kalır Devrimci gruplar içindeki faaliyeti polis tarafından ortaya çıkartılmıştır Hapis cezası veya Sibirya'ya sürgünle tehdit edilmektedir Rosa tüm bunları göze alır, ama yoldaşları ona yurtdışında öğrenim görmeyi, harekete oradan hizmet etmeyi tavsiye ederler On sekizini doldurmadan bir at arabasında samanların altına saklanarak Almanya-Polonya sınırından kaçırılır


Kendisinin "gerçek yaşam" dediği şey mi başlamaktadır? Rosa Zürih'e gider, orada iktisat ve kamu hukuku tahsili yapar ve öğretmeni Julius Wolf'un kanısına göre, "Polonya'nın sınai gelişmesi hakkında isabetli bir çalışma" ile doktor unvanını elde eder Rosa Luxemburg inanmış bir Marksisttir, fakat Marksist öğretiye kuşkulu bakar Eleştirmeden kabul edeceği hiçbir şey yoktur zaten Alışılmışın dışında düşünür ve cevabı hiçbir sistemde bulunmayan sorular sorar


İsviçre'de de Polonya işçi hareketi ile sürekli ilişki halindedir Burada bir Polonya sosyalist dergisi çıkarır ve "Polonya Krallığı Sosyal Demokrasi Partisi"nin kurucularından olur Bu partinin programında Polonyalı sosyalistlerin Alman İmparatorluğu, Avusturya ve Rusya'nın sosyalist partilerinde çalışmaları ilkesi vardır "Partinin kurulmasıyla Rosa devrimci kariyerine kesin adımını atmıştır," diye yazar Frederik Hetmann,


Rosa Luxemburg biyografisinde "Ve genç kadın olağanüstü bir çabayla sonraki yıllarda bu yolda yürümeyi sürdürür Bu andan itibaren parolası: 'Ünlü olmak, etkinlik kazanmak, sosyalizmin doğru yönde ilerlemesi için kuramsal ve pratik bilgi toplamak, görüşlerini pratikte uygulayabileceği güçlü bir pozisyona gelmek'tir Sosyalist kadın ve erkek yoldaşlar arasında da bunun bir kadın için kabul edilir bir yol olmadığı çok kez hatırlatılır Rosa'ya Kendisinin de bu göreve karşı isyan ettiği, çok zor bulduğu, burjuva mutluluğunu özlediği anlar olacaktır"


Evet bu gibi pek de nadir olmayan anları vardır Rosa duygularını saklamaz, "Şiddetle mutlu olmayı istediğim ve günbegün bir miktar mutluluğu körükörüne kaprisimle değiş tokuş etmeye hazır olduğum doğru Sanki ruhumun her yanında çürükler vardı Bunu nasıl algıladığımı sana hemen açıklayayım Dün akşam yatağa girdiğimde, yabancı bir evde, yabancı bir kentin ortasında kendimi çok bitkin hissettim


Ruhumun ta derinliklerindeki bir yerde düşündüm de; böyle bir maceralı hayatın yerine İsviçre'nin herhangi bir yerinde seninle ikimiz baş başa sakin ve güvenli bir yaşam sürsek ve birlikte gençliğin tadını çıkararak birbirimizi neşelendirsek, acaba daha mutlu olmaz mıydım?" Sıcaklık ve saklanma özlemi yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi, parti yoldaşı Leo Jogiches'e yazdığında devreye girmektedir Yani bu adam, onun için, birlikte mücadele verdiği bir adamdan daha fazla şeyler ifade etmektedir


Onu sevmektedir


Bu arada Rosa, tanıştıkları Zürih kentini terk etmiştir Politik eylemin en çok başarıya ulaşacağı yerde etkin olmayı doğru bulur Bu da 1898'de seçmenlerin %27'sinin oyunu kazanan Alman Sosyal Demokrat Partisi'dir Rosa Luxemburg Berlin'de tüm gücüyle Alman sosyal demokrat hareketi için çalışmaya başlar Dresden ve Leipzig parti gazetelerinin sürekli çalışanı olurken, Leo Jogiches Zürih'te kalır


"Her iki ucu da yanan bir mum gibi olmalı" en çok sevdiği sözdür İçine kapalı, özgüvensizlikten yakınan Jogiches, böyle bir kadın için uygun olmadığını hissetmiş olabilir Rosa'nın sevgili "Dziodziu"suna yazdığı mektuplardan bu ilişkinin nasıl bozulduğu acı bir şekilde açıkça belli olmaktadır Tüm yazılarının taslaklarını onunla birlikte gözden geçiren Rosa, arkadaşı tarafından durmadan şiddetle eleştirilmekte ve düzeltilmektedir


Rosa'nın başarısını kıskandığı bellidir Rosa başının çaresine bakmayı çoktan öğrenmişken, o hâlâ akıl hocalığı ve 'her şeyi ben bilirim' tarzında ısrar eder Derken Rosa duygularını dışa vurarak onu afallatır; ondan bir çocuk istemektedir: "Küçük, küçücük bir bebeğe sahip olamayacak mıyım ben? Hiç mi? Allah aşkına bırak yaşamaya başlayalım Sevgili Dziodziu, ne olur yaşamaya başlayalım!"


İşte yine gençlik rüyasındaki "gerçek yaşam" ortaya çıkmıştır Hâlâ kendisini bu yaşamdan uzakta mı hissetmektedir?


Uzun zamandır sevilen, dinleyicileri büyüleyen ve partisinin birçok taraftar ve oy kazanmasına yardımcı olan bir hatip ve gazeteci olarak uğraş veren Rosa, Alman İmparatorluğu'nun hemen hemen her yöresinde Sosyal Demokrat Parti için halkı harekete geçirmeye yönelik geziler yapar


1903'te Alman Parlamentosu seçim kampanyası sırasında yaptığı bir konuşmada şöyle seslenir: "Alman işçilerinin yaşamlarının garanti altında ve iyi olduğundan söz eden adamın gerçeklerden hiç haberi yok"


"Adam" dediği Alman İmparatoru II Wilhelm'dir Rosa, Majestelerine ne kadar az saygı duyduğunu daha on üç yaşındayken yazdığı şiirinde kanıtlamıştır zaten Bu kez, yirmi yıl sonra, Majestelerine hakaretten üç aylık hapis cezasına çarptırılır Rosa bu kararı soğukkanlılıkla karşılar Saksonya Kralı Albert öldüğünde genel bir af çıkar Fakat cumhuriyetçi Rosa, dünyadaki hiçbir kral tarafından kendisine bir şey hediye edilsin istemez! "Konuk edildiği hücresini" bir an önce terk etmesi için zorlanır adeta


Rosa Luxemburg hapishanelerden çaresiz, nefret etmeyi öğrenecektir daha Fakat doğru olduğuna inandığı hiçbir şeyden en kötü şartlarda bile asla vazgeçmeyecektir Onun için "Kutsal İnekler" diye bir şey yoktur Kendi safındaki otoritelere bile saldırır Parti içindeki bazı kişiler onun "kavgacı, isterik ve hükmetme düşkünü bir kadın" olduğuna hükmetmiştir Frederik Hetmann, Rosa L adlı kitabında, onun kendi kampında bile neden nefretle karşılandığını çok güzel açıklar


"Onun çoğunlukla kırıcı, haşin davranmasının, buna zorlanmasından kaynaklandığını göz önünde bulundurmak gerekir: Sürekli olarak edindiği tecrübeler; kadın olarak erkek yoldaşlarının çoğundan daha keskin, daha kapsamlı, daha açık ve daha geniş düşünen birinin, asıl bu nedenle dışlandığını göstermiştir Bir kadın olarak, bir kadından beklenmeyecek ilgi ve etkinlik alanına sahip olması nedeniyle"


Hetmann için Rosa Luxemburg "kadın özgürlüğü"nün bir simgesidir "Rosa Luxemburg'un tüm isteklerini ve ana düşüncesini formüle edebilecek tek bir kelime varsa, o da 'Özgürleşme'dir Doğal olarak onun bu tavrını bugünkünden çok daha radikal olarak anlamak gerek Onun anlayışına göre kadının özgürlüğü dinamittir O sadece partisini dar görüşlülükten; sadece kadını aşağılanmışlığından kurtarmak istemez: Önce insanlık kendisini insanlıktan çıkma tehlikesinden kurtarmalıdır Marksist kuramdaki yabancılaşmanın, yani insan doğasındaki sapma ve dönüşümün giderilmesi kavramı herhalde aşağı yukarı böyle tercüme edilebilir"


19()5'te ilk Rus devriminin patlak vermesinden sonra Rosa Luxemburg izinsiz olarak Varşova'ya gider ve 1906'da tutuklanır Kefalet karşılığı serbest bırakılarak Almanya'ya geri döner 1907 Mayıs'ında Rus sosyal demokratlarının Londra'daki 5 parti toplantısında SPD'yi temsil eder


Aynı yıl SPD'nin Berlin'deki Merkez Parti okulunda doçent olur Bu görevinden onun iki büyük kuramsal eseri çıkar ortaya: Ulusal Ekonomiye Giriş ve Sermaye Birikimi Her ikisi de "enfes bir anlatımla" yazılmıştır Rosa Luxemburg artık radikal solun mükemmel bir kuramcısı olmuştur Hiçbir otoritenin hatasız olmayacağına inanan bir kadın, değişimin durmaması için eleştiri ve kuşkuculuğun gerekliliğine inanan bir mücadele insanı olarak şunları yazar:


"Marks'ın dünya görüşü gibi, onun temel yapıtı da her zaman geçerli ve nihai gerçeklerin ifadesi olan bir İncil değildir; aksine gerçeği bulma savaşında ve araştırmalarında, ileriye dönük zihinsel çalışmaları esinlendiren tükenmez bir kaynaktır"


1900'de Paris'teki II Enternasyonal'de kehanet ettiği gibi, hümanist ve savaş aleyhtarı Rosa'ya göre kapitalist düzenin yıkılışı, dünya politikasında ortaya çıkacak krizler sayesinde olacaktır Fakat dünya savaşının patlak vermesi korkunç bir darbe olur


Karl Liebknecht ile birlikte savaş aleyhtarlarını SPD bünyesinde toplamaya ve örgütlemeye çalışır; önce "Enternasyonal Grup"ta, sonra da "Spartakus Derneği"nde Fakat daha 18 Şubat 1915'te evinde tutuklanır Prusya Krallığı Kadınlar Hapishanesi'nin 219 no'lu hücresinde Berlin'de Sosyal Demokrasi'nin Bunalımı adlı kitabını hazırlar Bu kitap daha sonra Junius Broşürleri başlığıyla tanınacaktır


Rosa'nın kız arkadaşı ve sekreteri Mathilda Jacob bu yapıtı hapishaneden dışarı kaçırmıştır Sürekli olarak girdiği çeşitli hapishanelerden yazdığı mektupların çoğu da Mathilda Jacob'a hitabendir Sık sık kınanan "Kanlı Rosa" tablosuna hiç mi hiç yakışmayacak mektuplardır bunlar Mektup kâğıdına güvercin tüyü yapıştırır ve "renklerinde bol güneş ışığı olan yabani hindibayı" anlatır Hapishane avlusuna leylak fidesi diker ve dışarıda ilk kuş ötüşünü duyduğunda "Sizi hasretle kucaklarım" diye not düşer Mektuplarının hemen hepsi böyle bitmektedir


1918 Kasım'ında hapishane kapıları Rosa Luxemburg için bir daha kapanmamak üzere açılır Artık kendisine yaklaşık iki ay daha; tam hesap edilecek olursa; altmış yedi günlük "yaşam" kalmıştır Son mektuplarından birinde belirttiğine göre bu günleri "Karışıklık, saat başı tehlike, telaş ve koşturmaca" içinde geçirir


Berlin'de 1917 Nisan'ında USPD tarafından kurulan Kızıl Bayrak adlı gazetede çalışmaya devam eder 29-31 Aralık 1918'de Alman Komünist Partisi kurulur Rosa Luxemburg bu birleşime katılarak parlamenter çözümü savunursa da başarılı olamaz O, yeni partinin "Sosyalist Parti" adı altında millet meclisi seçimlerine katılmasını tercih etmektedir


15 Ocak 1919'da Rosa Luxemburg Karl Liebknecht ile birlikte tutuklanarak Berlin'deki Eden Oteli'ne getirilir, sövülür, dövülür ve öyle kötü muamele edilir ki, oda hizmetçilerinden biri ağlayarak, "Zavallı kadına nasıl vurduklarını, nasıl kötü muamele ettiklerini hiç unutamayacağım!" diye bağırır


1919'un 15 Ocak'ını 16 Ocak'a bağlayan gece, Rosa Luxemburg İmparatorluk subay ve askerleri tarafından öldürülür Son sözleri, "Ateş etmeyin!" olmuştur


Cesedi aylar sonra Berlin Hayvanat Bahçesi'nin bir kanalında bulunur Bundan 55 yıl sonra, 15 Ocak 1974'te Federal Almanya Ulaştırma Bakanlığı Rosa Luxemburg anısına özel posta pulu çıkarır


Artık üstünde onun resmi olan bir posta pulu vardır Ve buna karşı çıkan, hem de kızan bir toplum kesimi de yok değildir Tüm benliği ile savaş karşıtı olan bu kadın için yapılan yorumlardan biri şöyledir: "Şimdi de aşırı solcu, eski tüfek kızıl karıların ve göçmenlerin resmini koyuyorlar bu değerli pulların üzerine"

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar





Virginia Woolf







DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1882-1941)


1882 Virginia Woolf ile aynı yılda (1928'de Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi) Norveçli ozan Sigrid Undset de dünyaya gelir


1910 "Bloomsbury" grubu üyesi Roger Fry tarafından İngiltere'de düzenlenen ilk "Son empresyonistler" sanat sergisi (Cezanne, Van Gogh, Matisse)


1910 Virginia Woolf İngiliz kadın hakları hareketi için çalışır


1918 İngiltere'de seçim reformuyla 30 yaş üzerindeki kadınlara seçim hakkı tanınır


1928 İngiltere'de kadınların seçmenlik yaşı 30'dan 21'e indirilir


1929 Virginia Woolf ve kocası Berlin'e giderler 1929 Berlin'de ilk televizyon yayını


1930'lar "Agfa Box"un icadıyla fotoğrafçılık daha da yaygınlaşır


1932 Dünya Ekonomi Krizi doruk noktasına ulaşır


1933 Hitler, Reich Başbakanı olur


1933 Virginia Woolf, Cambridge Üniversitesi'ne çağrılır


1939 Hitler'in Polonya'ya saldırısı ile 2 Dünya Savaşı başlar


1940 İngiltere'ye şiddetli hava saldırıları başlatılır


1941 İngiliz ozan James Joyce ile Virginia Woolf, aynı yılda ölür

"BİR KADININ PARASI VE DE KENDİNE AİT BİR ODASI OLMALI"


"Virginia'nın dikişle arası hiç iyi değildi İç çamaşırlarını bile çengelli iğneyle tuttururdu Ekmek ve pasta hazırlama, portakal reçeli yapma ve bir sürü basit yemekleri pişirme konusunda da daha iyi değildi"


Bu cümleler ev işlerinde pek az yeteneği olan bir kız öğrencinin karnesinden alınma değildir Bunlar 20 yüzyılın en büyük kadın yazarlarından biri olan Virginia Woolf hakkında, 1977'de yayınlanan bir biyografiden alınan cümlelerdir Marcel Proust ve James Joyce gibi çağdaşlarının dikiş, yemek ve pasta pişirme becerisi üzerine eleştirmenler ve biyograficiler şimdiye kadar kafa patlatmamışlardır Fakat Virginia Woolf bugüne kadar bu ölçütlere göre değerlendirilegelmiştir Ve kendisi edebi saygınlığına rağmen, zaman zaman "Kadın olarak eksikliğinin" acısını duymuştur


Bunun yanı sıra, Ginia Stephen daha çocukluğunda kesin kararını vermiştir Tek isteği yazar olmaktır Bu arzusu da kendisine hiç garip gelmez Baba evinde -babası Leslie Stephen deneme yazan, yayımcı, biyograf ve tarihçidir- daha küçük bir kızken ünlü çağdaş yazarları tanır: Alfred Lord Tennyson, Henry James, Thomas Hardy Ginia Stephen ve kardeşleri için bu isimler yalnızca uzaktan izlenen ünlüler değildir


Daha sonraları şairlerin kendisi için birer "Tanrı" değil, senin benim gibi konuşan insanlar olduğunu keyifle anlatacaktır: "Tennyson örneğin, bana Tuzu ver' ya da Tereyağı için teşekkür ederim' derdi hep"


Büyük, canlı bir aile içinde korunan, güven içinde her türlü ihtiyacı karşılanan bir çocuk her şeye rağmen neden yalnızlık çeksin ki? Yedi kardeşinin dördü, anne ve babasının daha önceki evliliklerindendir Kendisinden on iki ve on dört yaş büyük olan üvey ağabeyleri Gerald ve George, dışarıdan terbiyeli görünen delikanlılardır Aile içinde gerçekten neler olduğunu ise Virginia Woolf yıllar sonra itiraf etmeye cesaret bulur


"Daha küçücükken, bir defasında Gerald beni ayağa kaldırıp vücudumu ellemeye başladı Elini elbisemin altından içeri sokup gittikçe daha derinlere ittiğinde hissettiklerimi hâlâ hatırlarım Kasıldım, bir an önce beni bırakmasını umarken, eli cinsel organlarıma yaklaştı fakat orada durmadı Cinsel organlarımı da elledi İrkilip onu ittiğimi hatırlıyorum; bu boğuk ve karmaşık duygular için söylenecek doğru söz nedir? Herhalde çok kuvvetli bir duygu olmalı ki hâlâ hafızamdan çıkmıyor"


Virginia Woolf bunu neredeyse altmışında yazmıştır Çocuk olarak kime güvenebilirdi? Niçin annesine gitmedi? Canlı, neşeli, dengeli biri olarak tanınan Julia Stepnen gerçi bu büyük ailenin odak noktasıydı, fakat öyle her şeyi düzenli ve kontrol altında tutmak zorunda olan bir kadın, yedi-sekiz yaşındaki bir çocuk için özel bir kişiden çok, herhalde bir kurum gibi bir şey olmalıydı


"Çocukluğumun odak noktasında neşeyle dönen, insanlarla kaynayan, eğlenceli bir dünyanın yaratıcısı" olarak görür annesini, geriye baktığında


Stephen ailesi yaz aylarını daima Cornwall'da geçirir Çocuklar kriket oynar, kayalara, ağaçlara tırmanırlar Virginia ve üç yaş büyük ablası Vanessa'nın erkek kardeşleri gibi üstlerine başlarına dikkat etmeden azmalarına aldırılmaz Londra'daki evlerinde Stephen ailesinin çocukları kendilerine özgü bir Ev gazetesi çıkarırlar Tabii geleceğin yazarı Virginia işin öncüsüdür On yaşındayken uzun makaleler yazar ve büyüklerin ilk yazı denemelerini nasıl bulduklarını izler Babasının büyük kitaplığı kız, erkek, tüm çocuklara açıktır Fakat okula sadece Stephen ailesinin erkek çocukları gidebilir


Thoby (Virginia'dan iki yaş büyük) ve Adrian (bir yaş küçük) "dışarı" çıkabilirler Daha sonraları Cambridge'de öğrenim göreceklerdir Virgina ve Vanessa evde kalır ve orada eğitilirler Hatta öylesine eğitilirler ki, yeğeni ve biyograf Ouentin Bell, "Virginia Woolf hayatı boyunca hep (sıkıntıdan) parmaklarını saymıştır," diye yazar Eğitim ve bilgi erkek işidir Kadınlar bu akıllı er kekleri itaatle dinlemek ve onları pohpohlamak için vardır Bir sürü ayrıcalıktan yararlanmalarına rağmen bu temel ilke Stephen'ın kızları için de geçerlidir Virginia genç bir kadıh olarak yetiştirilmesi gereken ve çaresizce direndiği bu zamanı "yedi mutsuz yıl" olarak adlandırır


Annesi öldüğünde on üç yaşındadır O yaz Virginia ağır bir sinir hastalığına tutulur Korkunç sesler duymakta, insanlardan korkmaktadır Sokağa çıkmaya cesaret edemez Kesin istirahat ve bol süt içmesini önerir ev doktoru ve çok duyarlı genç hastasına her türlü dersi yasaklar Virginia'nın kendisini toparlaması uzun zaman alır Sonraki mutsuz yıllarını, yetişkin biri olarak etraflıca anlatmıştır


Kendisine ve kız kardeşi Vanessa'ya görgü kuraları öğretilmeye başlanmıştır artık Hoplayıp zıpladıkları, hayal kurdukları, her şeye boş verdikleri dönem tamamen sona ermiştir Kızlar toplum içine girmek zorundadır Üvey ağabey George bu görevi severek üstlenir Genç kızlar sadece öğleden önceleri bu Viktorya tarzı baskıdan -birkaç saatliğine- kurtulur; ressam olmak isteyen Vanessa resim dersine gittiğinde ve Virgina eve gelen öğretmenden Yunanca dersi alırken Fakat George, babasının da onayıyla, elbiselerin ve saç tuvaletinin resim ve Yunancadan daha önemli olduğuna hükmetmiştir


Bir keresinde, o sırada hoşuna gittiği için bir mefruşat dükkânından ucuz yeşil bir döşemelik kumaş satın alıp bundan bir gece elbisesi diktirdiğinde, George misafirlerin önünde Virginia'ya "Yukarı çık ve parçala onu!" diye bağırarak haddini bildirir Yıllar sonra, gene bir depresyon geçirdiğinde güncesine şunları yazacaktır Virginia: "Başarısız Evet bunu anladım Başarısız Başarısız Ah, yeşil renge olan tutkuma nasıl da güldüler!" Tabii bu "yeşil renk" ile gençliğin anısı arasında bir bağ olup olmadığı belirlenememiştir


Gerçekse, çocukken açık, uyanık ve bilinçli olan Virginia'nın, genç kız olarak kendisini ilk kez "başarısız" hissetmesidir Hayatında sık sık ortaya çıkan kriz durumlarında, her defasında kendisi için bu sözü kullanır: "Başarısız"


Hayal kırıklığına uğrar Toplumsal kurallara uyamaz Salon sohbetleri ve ipek giysiler tiksindirir onu Bir balo sırasında dans etmek yerine bir kitapla karanlık bir köşeye çekilir Kendisine tanıştırılan genç erkekler onu hiç ilgilendirmez


1904'te babasının ölümünden sonra ikinci bir sinir krizi geçirir Kuşların Yunanca koro halinde ötüşlerini, Kral Edward'ın açelya çiçekleri içinde müstehcen şeyler fısıldadığını duyar Virginia'nın gerçek yaşama dönmesi uzun zaman alır Vanessa ve kardeşleri Thoby ve Adrian ile birlikte yirmi iki yaşındayken Londra'nın Bloomsbury semtindeki bir eve taşınır Virginia için bu değişiklik ve yer değiştirme bir çıkış, bir kaçıştır, "Resim yapmaya, yazmaya, akşamları saat dokuzda çay yerine kahve içmeye kararlıydık Her şey yeni, her şey başka olmak zorundaydı Her şey denendi"


Katı toplumsal kuralları ile George ve Gerald, babalarının ölümünden sora kendilerinden küçük üvey kız kardeşleri üzerindeki etkilerini yitirirler Onları topluma karşı dikkatli olmaya artık kimse zorlamamaktadır Miras olarak çok para kaldığı için şanslıdırlar Katı kurallara bağlı olmadan geceler boyu birlikte oturmak, tartışmak, sanat, edebiyat, din ve aşk üzerine konuşmak


Virginia Stephen'ın tüm bu gizli arzuları Bloomsbury'de yerine gelir Hukuk okuyan erkek kardeşleri Thoby ve Adrian eve erkek arkadaşlarını getirirler Ressam, eleştirmen, yazar, felsefeciler Stephen'larda toplanırlar Böylece Birinci Dünya Savaşı'ndan önce "Bloomsbury" grubu oluşur Bundan sonraki on yıl içinde Londra'nın entelektüel yaşamını belirleyecek olan arkadaş grubudur bu


Geceler boyu süren tartışmalardan çıkan sonuca göre ortak arzuları "yaşamın, görüntülerin altındaki derinlerine inmektir" Katıldığı bu sohbetler Virginia'yı ilerideki yazarlık hayatı bakımından önemli ölçüde etkiler Üniversite öğrenimi kendilerine kapalı olan Virginia ve Vanessa, ilk kez mantıklarını kullanabilir ve artık yalnızca güzellikleriyle parlamak zorunda değildirler


Vanessa 1907'de "Bloomsbury" grubundan bir arkadaşı olan Clive Bell ile evlenir Virginia, Vanessa'nın kocasının şahsında yazarlık çalışmaları için samimi ve ciddi bir eleştirmen bulur Fakat yeniden "başarısızlık" duyguları ortaya çıkmıştır


"29 yaşında hâlâ evlenmemiş bir 'başarısız' Çocuğu da yok üstüne üstlük, ruhen hasta ve yazar falan da değil," diye yazar bir depresyon anında Vanessa'ya Yeniden bir dinlenme kürü verilir kendisine İlk romanı Voyage Out (Dışarıya Seyahat) yayınlandığında otuz üç yaşındadır Eleştirmenler kitabını över, zeki, kurnaz ve yaşam hırsıyla dolu bulurlar Fakat ancak üçüncü romanı Jacob's Room (1922) ile anlatım tekniğinin nelere yol açacağı ve kendisinin "romanı ıslah" etmekte iddialı olduğu anlaşılır


Klasik romanın beslendiği dış olaylar onda odak noktası değildir İç dünyayı anlatan yeni bir biçim arar Onun için önemli olan, yazarak kendisini yerine koyduğu insanın bilinçaltı süreçlerine girmektir Dış olayları izleyerek değil, insanın içindeki ritmi izleyerek yazar


Picasso ve Matisse'in sanatseverleri son derece kızdırdıkları bir dönemde kahkaha ve öfke yaratmaya çalışır "Bloomsbury" dostlarından, sürüden ayrılanın başına neler geleceğini bilmektedir Buna rağmen "süslü püslü romanlara, aptalca biyografilere ve geveze eleştirmenlere" azimle veriştirir Unutmamak gerek: Daha ünlü değildir, bu tür fikirlerle topluluk önüne çıkan bir kadındır Edebiyat anlayışından uzaklaştığı için alay ve aşağılanma ile karşılaşacağını bilmektedir


"Jacob hakkında ne söyleyecekler şimdi?" der Jacob's Room'u bitirdikten sonra günlüğünde "Delilik, diyecekler herhalde; iç bütünlüğü olmayan bir rapsodi, ne bileyim" Yazar olarak benimsenmez ama en yüksek düzeyde tanınır "Akıp giden yaşantıların yazarı" adını alır -ya da adından hiç söz edilmez Ne zaman yeni bir taslağı bilirse ve yayınlatsa, her defasında korkuları daha da artar Edebi deneylere cesaret etmesi,


Virginia Woolf'u durmadan çıldırma raddesine getirir Bu koşulları bir yana itip kendisinin doğru bulduğu yolu izlemeye devam eder Peki böyle bir kadın kendisini niçin durmadan başarısız hisseder, en azından hayatının belli anlarında? Otuz yaşındaki Virgina, yine Bloomsbury çevresinden yazar Leonard Woolf ile evlenir "Beni bedensel olarak etkilemiyorsun hiç," diye yazmıştır ona evlenmeden önce


"Fakat beni sevme tarzın tamamen büyüleyici" Virginia Woolf, bir eş olarak Leonard Woolf ile evlenmesi "hayatının en önemli kararıydı," diye yazar biyografi Quentin Bell Evliliğinin ilk yıllarında Virginia'nın durumu ideal olmaktan uzaktır Şimdi yaşadığı ruhsal bunalım öncekilerin tümünden daha şiddetli ve daha uzun sürelidir Nedeni belki de, kocası Leonard'ın birçok doktorla konuştuktan sonra evliliğin çocuksuz devamına karar vermiş olmasıdır


Biyograflarının onun hakkında yazdıklarının hiçbir yerinde kendisinin bu konuya ilişkin bir şey söylediğine rastlanmaz Çocukları severdi, diye bahsedilir Onlara karşı tavrı bambaşkadır Mizah gücü ve hayalleri çocukları korkunç şekilde etkilemiş olmalıdır Bir gün, küçük bir kızla caddeye yürürken, "Gel, Woolworth mağazasından kocaman bir silgi alalım ve tüm romanlarımı silelim gitsin!" der


Kız kardeşi Vanessa'nın çocuklarıyla birlikteyken, onlarla olmadık oyunlar oynar ve sürprizler yapar Niçin onun da çocuk sahibi olmasına izin verilmez? Leonard Woolf eşinin sağlık durumundan korkmaktadır Ayrıca, 1973 Ekim'inde The London Times gazetesinde "dağınıklık ve gürültüleriyle çocuklar onun içindeki tüm romanları öldürürlerdi," diye yazan Michael Holroyd'unki gibi düşünceler de rol oynamıştır Dâhi kadınlar, çocuksuz olur Bu düşüncede bugüne kadar değişen pek bir şey yoktur


Virginia Woolf için hamilelik önemli bir konuydu Bunu yaşamadığı için olayı başarısızlık hanesine yazmıştır Kız arkadaşı Vita Sackville West hakkında (Vita'nın çocuklar vardı), günlüğüne onun gerçek bir kadın olduğunu, kendisinin ise asla olamadığını yazar Virginia Woolf depresyon geçirir de sinirlerine hâkim olamazsa ne olur? Tedaviye gönderirler, zaten genç kızken de yaşamıştır bunu Yaşadığı dönemde sinir hastası kadınlara uygulanan tedavi şekli: tecrittir Her türlü beyinsel uğraş yasaklanır


Çok yemek ve süt içmek, bir de "Robin'in hipotosfatını" içmek zorunda kalırlar Virginia, Twickenhaın özel kliniğinde bir keresinde böyle bir yatıştırma kürüne maruz kalmıştır Yeni evli bir kaçlın olarak tekrar oraya gönderilir İyileşmemiş olarak geriye döner Kocası tekrar gitmesinde ısrar eder Virginia intihara kalkışır


1941 yılında, elli dokuz yaşındayken hayatına son verdiğinde (suda boğulmuştur), aynı korkuları yaşamıştır Ölümünden bir gün önce doktor muayene ettiğinde, "Bana dinlenme kürü vermeyeceğinize söz verir misiniz?" diye ricada bulunur Kendisine bu konuda söz verilir Herhalde inanmamıştır Romanlarının birinde yapay bir tedaviye mahkûm edilmenin kendisi için ne büyük bir acı olduğunu anlatır Mrs Dolloway romanında (1925) doktora, "ölçülü yaşamın Tanrısı," der


"Yatak istirahatı veriyor; dinlenme ve yalnız kalma; sessizlik ve dinlenme; dinlenme ve arkadaşlar Kitapsız, mektupsuz, altı ay istirahat" Doktoru hakkında sürekli şöyle der: "Çıplak, savunmasız bitkin insanlar onun isteklerine uyuyorlardı Doktor onların üstüne atlıyor, kollarıyla sarıyordu İnsanları kapalı bir tımarhaneye gönderiyordu"


Virginia en kötü bunalımlarında bazen tüm erkeklerden nefret ettiğini haykırırdı Kocası Leonard'ı da görmek istemediğine göre (kız kardeşi Vanessa bunu endişeyle belirtmiştir) şu tür korkuların rolü olmalıydı: Erkekler durmadan onun yaşamına müdahale edip hakkında karar veriyorlardı Kendi başına olduğunda ise, yürekli ve macera heveslisiydi


"Dünyayı, kimsenin aklına getiremeyeceği kadar emsalsiz, güzel ve komik bulan bir çocuk gibi gülüyordu Virginia," diye yazar Ouentin Bell ve devam eder: "A Room of One's Own adlı yapıtında onun konuştuğu duyulur" (Kendine Mahsus Bir Oda) Bu deneme, yazan bir kadının bağımsızlığı için ilk savunmadır Virginia Woolf bu yazısında kendisi için ayrı bir oda isteminde bulunur, "Eğer bir kadın hayal ürünü şeyler yazmak istiyorsa kendisine ait bir odası ve de parası olmalıdır"


Jane Austen gibi kadın yazarlar, kendilerine ait odaları yoksa, yazdıkları taslakları aile fertlerinden, konuklardan ve evdeki hizmetçilerden saklarlar, yazdıklarını korkuyla bir kurutma kâğıdına sararlardı "Kadınlar," der Virginia Woolf, "milyonlarca yıldan beri evde oturuyorlar Öyle ki yaratıcı güçlerini zamanla duvarlar emiyor" Ayrıca kadınların kendi paraları olursa, kin ve acı sona erecektir diye devam eder Woolf; "erkeklerden nefret etmeme hiç gerek yok Erkek bana acı veremez Hiçbir erkeği okşamama gerek yok O bana hiçbir şey veremez"


Bu bağımsızlık, yaratıcı gücü serbest bırakır Kadınlar da, Shakespeare gibi bir yazar olabilir, "yeter ki özgürlüğe alışalım, düşündüğümüzü aynen yazmaya cesaretimiz olsun"

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar



Katherine Mansfıeld






DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1888-1923)


1892 New York'ta ilk altı günlük kadınlar bisiklet yarışı yapılır


1894 Londra'da Tower Köprüsü tamamlanır


1896 İngiliz kitle gazetesi Daily Mail yayınlanır


1898'ler Kadınların tahsili giderek yaygınlaşır


1900'ler Buhar çağından sonra elektrik çağı başlar


1903 Otto Weininger'in Cinsiyet ve Karakter adlı, kadının "erkekten değersiz" olduğunu savunmaya çalışan kitabı yayınlanır


1909 İsveçli Selma Lagerlöf Nobel Edebiyat Ödülü'nü alır


1909 Londra'da ilk permalı saçlar görülür


1914 İngiliz Suffragetteler hareketi doruk noktasına ulaşır


1914 Birinci Dünya Savaşı başlar


1917 Almanya, İngiltere'ye havadan saldırır


1918 Birinci Dünya Savaşı biter

"YAZMAK İÇİN YAŞIYORUM"


Gayretli, tombul, yuvarlak gözlüklerinin arkasında meraklı gözlerle bir kız öğrenci dikiş dersinde sınıftaki kız arkadaşlarına Charles Dickens'ten metinler okur; o kadar duygu doludur ki arkadaşları ağlamaya başlar Yeni Zelandalı tüccar ve banker Harold Beauchamp'in kızı Kathleen'dir bu


Yeni Zelanda'nın en zengin adamlarından biri olarak bilinen babası, üçüncü kızı olan Kathleen'e ve diğer çocuklarına en iyi okul eğitimini vermeye çalışır Wellington'daki kız lisesine ve bu okuldan sonra da kibar bir özel okula gidecek ve birkaç yıl sonra da Londra'daki Queen's College'e (kraliyet koleji) gönderileceklerdir


Babası, Londra'nın Kathleen'de nasıl bir etki bırakacağını tahmin etseydi, muhakkak kararını değiştirirdi Kass dediği üçüncü kızı hakkında daha şimdiden endişelenmektedir Zor bir çocuktur, annesiyle babasına karşı gelir, öğretmenlerine de kafa tutar Üstelik "yalancılığa varan bir hayal gücü" vardır En azından okulda böyle bir yargıya varılmıştır


"Edebiyat yaşamım Yeni Zelanda'da kısa öyküler yazmakla başlar İlk denemem yayınlandığında dokuz yaşındaydım O zamandan beri defterler dolusu yazıyorum" Kathleen kısa otobiyografisinde kendisi hakkında bu kısa cümleleri yazdığında, dış görünümüyle tombul Kass'tan eser kalmamış olan, genç, dinamik bir kadın ve çoktan tanınmış bir yazardır


Yazar olarak Katherine Mansfield adını almış ve sadık okurları tarafından "dâhi" olarak kutlanmıştır Fakat bu babasının pek hoşuna gitmemiş gibidir Ünlü kızının en iyi öykülerinden biri olan Je Ne Parle Pas Français (Fransızca konuşmuyorum) öyküsü hakkında fikrini söylediğinde, "O şeyi hemen şöminenin arkasına fırlattım Ruh yoktu bir kere," der


Fakat biz onun ünlü olmadan önceki halinde, Kass'ta kalalım şimdilik: Ailede iki insan bu kıza çok yakındır Daha sonra kızlık soyadını sanatçı adı olarak aldığı büyükannesi ve kendinden küçük erkek kardeşi Leslie On iki yaşına geldiğinde, on beş yaşında çello çalan "Mucize Çocuk" Arnold ile tanışır Kass büyülenmiştir Arnold onun "Masal Prensi" olmuştur


Dahası, o da çello derslerine başlar Büyük bir müzisyen olabileceğinden gizliden gizliye emindir Fakat bundan sonraki yıllarda yazmayı ihmal etmez Araştırma, düzeltme ve eskizler yapar -ve "Sezar" adını verdiği Arnold'a ateşli aşk mektupları yazar Kendisine yakın bulduğu tüm insanların isimlerini değiştirir Örneğin hayatının sonuna kadar bağını koparmadığı Ida'nın adı onun için Leslie Moore'dur veya kısaca "L M" Ida da sanatçı olmak ister


İkisi, Kass'ın 1903-1906 arası gittiği kraliyet kolejinde tanışmışlardır O yıllarda Katherine Mansfield imzasını kullanmaya başlayan Kass'ın kendisine örnek aldığı yazar Oscar Wilde'dır Wilde'ın aforizmaları 17 yaşındaki bu kızın günlüğünde büyük bir yer tutar: "Her şeyi gidebildiği yere kadar götür" "Ahlaki önyargılarımızı sahnelemek için gelmedik dünyaya" "Baştan çıkarılmaktan kurtulmanın tek yolu; teslim olmaktır" Genç ve öğrenmeye susamış Katherine bunların peşinden kendine özgü dünya görüşlerini not eder, "Hayatta en üst noktaya kadar tırmanmak istiyorum!"


Bu, katı kuralları olan babasının eğitim ilkelerine pek uygun düşmemektedir! Bu dikkafalı kızın, babasının memleketi Yeni Zelanda'ya geri gönderilip yeniden sade bir ailenin çatısı altına sokulmasının zamanı gelmiştir artık Katherine'i 1906 sonbaharında Yeni Zelanda'ya, Wellington'a giden S S Corinthic gemisinde ebeveyninin eşliğinde buluruz


Genç kız somurtkan, asi ve huysuz olmuştur Günlüğünde anlattığına bakılırsa, anne ve babası "geleceğini elinden almak amacıyla" yanındadırlar Güvertede bir delikanlı ile flört ederken ("Onun aklını başından almak, içinde derin, garip duygular uyandırmak istiyorum!"), geleceğin yazarı annesiyle babasını izleyerek şöyle betimler: "Umduğumdan daha da kötüler


Merakla ve dikkatle etrafı kolluyor, sadece yemekten söz ediyorlar Boşu boşuna ve bayağı bir şekilde kavga ediyorlar Babam Londra'ya geri dönmemin yapabileceğim en aptalca şey olacağından, beni oğlanlarla karanlıkta dolaşırken görmek istemediğinden söz ediyor Uzun kum rengi tüylerle kaplı elleri kesinlikle acımasız eller Bedensel bir nefret duygusu kaplıyor içimi Hep onun yakınlarında olmamı istiyor


Hep kuşkulu ve kibirli bir despotluğu sürdürmekte ısrarlı İkisi de tamamen zevksiz Sürekli kızdırıyorlar beni Onlara bakınca içimde tüyler ürpertici bir değişiklik oluyor Davranışlarımda kararsızlaşıyorum Rahatsız oluyorum Evde yaşamak asla mümkün olmayacak Bunu tamamen anlamış durumdayım Devamlı sürtüşmeye neden olacaklar On beş dakikadan fazla çekilecek gibi değiller Kafa yapısı olarak da benden çok geriler Gelecek ne gösterecek bakalım?"


Önce sevilmeyen baba evinde huzursuz yıllar geçer Aşk maceralarına dalar Lezbiyen ilişkilere girer Ebeveynleriyle sürekli kavga eder ("Allah'ın belası ailem! Ulu Tanrım ne sıkıcı toplum bu!") ve yazar, yazar, yazar Her şeye karşın ilk hikâyeleri bir dergi tarafından yayınlanır En sonunda 1908 yazında Londra'ya taşınmak için annesiyle babasının iznini alır Babası fazla olmasa da yetecek kadar bir cep harçlığı bağlanmasına izin verir


"Hayatta en üst noktaya kadar tırmanmak istiyorum" parolasına sadık kalarak Londra'da yaşadıkları ciltlerce roman doldurabilir Bu zaman içinde 29 değişik posta adresi vardır Yaptığı seyahatler ve araştırma gezileri bu hesapta yoktur Evlendiği şan hocasını, düğün gecesinin sabahında aniden terk eder Başka bir erkekten hamile kalır Çocuğunu kaybeder


Geçici bir süre için Wörishofen Manastırı'nda yaşar Londra'da genç eleştirmen John Middleton Murry'e âşık olur ve tabii hemen onun da adını "Bogey" olarak değiştirir Açgözlülükle hayattaki tüm deneyimleri edinmeye çalışır


Bu zaman içinde ve daha sonraki yıllarda da devamlı güvenilir bir kişi olarak Katherine Mansfield'in yaşamında ortaya çıkan tek insan, kolej arkadaşı "L M"dir L M, Katherine'e, "Sana hizmet etmek ve senin yolunda gitmek istiyorum," diye söz vermiştir Böyle bir sözün Katherine için ne kadar önemli olduğunu zaman gösterecektir Bu arada yazar ilk edebi başarısını elde eder


Yazıları dergilerde yayınlanır ve Bir Alman Pansiyonunda adlı hikâye kitabı çıkar Bu kitaptaki eskizler ve hikâyeler çoğunluk bir karikatür etkisi bırakmaktadır Sonraları bu kitabı "olgunlaşmamış" olarak niteleyecek ve Birinci Dünya Savaşı sırasında yeni baskısının yapılmasına karşı çıkacaktır O zamanlar hüküm süren Alman düşmanlığı ortamına çok uygun düşmesine ve şiddetle paraya ihtiyacı olmasına rağmen


Kendi tarzını aramaktadır, "Tüm kalbimle istiyorum bunu, özlüyorum ama kelimeler gelmiyor bir türlü aklıma"


1915 Şubat'ında yeniden büyük bir aşk macerasına dalar Şavasın ortasında bir Fransız subayına gider; daha sonra Akılsızca Bir Seyahat adlı hikâye kitabına konu olacak bir maceradır bu


Aynı yıl 1915 Eylül sonu Fransa'daki cepheye gönderilecek olan erkek kardeşi Leslie İngiltere'ye gelir Uzun sohbetler sırasında Katherine'in Yeni Zelanda'daki çocukluğu canlanır gözünde Hayır, hatırladığı azgın genç kızlık yılları değildir, içinde yeniden ortaya çıkan resimlerdir; renkler, kokular, eski çocukluk günlerinden kalma sahnelerdir Katherine günlüğünde kardeşiyle yaptığı bir konuşmayı anlatır


- Pembe bahçe sırasının üstünde nasıl oturduğumuzu hâlâ hatırlıyor musun?


- O pembe sırayı hiç unutmayacağım Benim için var olan tek sıra o Nerede şimdi? Öbür dünyada da o sıranın üstünde oturmamıza izin verirler mi dersin?


"Neredeyse çocuk gibiydik," diye yazmaya devam eder Katherine Mansfield, "Hep birlikte gezdiğimizi, nesneleri birlikte aynı gözlerle seyredip tartıştığımızı görüyorum"


Katherine'in erkek kardeşi, onun şefkatle sevdiği "Chummie" 1915 Ekim'inde, bir el bombası taliminde bombanın erken patlamasıyla ölür Bir arkadaşından öğrendiğine göre son dakikalarında da hep onun adını anmıştır, "Kafamı kaldır, nefes alamıyorum!"


27 yaşında olan Katherine, hayatında hiçbir olaydan kardeşinin ölümünden etkilendiği kadar etkilenmemiştir Deneyim kazanmak ister, kazanır da Fakat şimdi, o zamana kadarki yaşamının yüzeyselliğini gösteren bir deneyimle karşı karşıyadır 1916'ların başında günlüğünün sayfalarını çeviren herkes şu cümleleri bulur: "Bundan önceki hikayelerimin konuları beni hiç ilgilendirmiyor Şimdi şimdi kendi vatanım hakkında yazmak istiyorum Dağarcığım tükenene kadar Her şeyi söylemek istiyorum, hatta, 75 no'lu evde çamaşır sepetinin nasıl gıcırdadığını bile", "Düşüncelerimde tüm yerleri onunla dolaştığım için," diyerek kardeşi Chummie için Yeni Zelanda'daki gençliği yeniden canlandırmayı arzu eder


Bu hedefine ulaşması için daha yedi yılı vardır Ancak o andan itibaren sapmadan ve durmak bilmeden anıları üzerine çalışmaya başlar 1921'de arkadaşlık kurduğu İngiliz ressam Dorothy Brett'e, "Ölüleri canlandırmak öylesine tuhaf ki," diye yazar "İşte pembe örgü takımıyla koltuğunda oturan büyükannem Amcam orada çimenlikte yürüyor ve ben yazarken şöyle bir duyguya kapılıyorum:


Sanki ölmemişsiniz canlarım Her şeyi hatırlıyorum Benim aracılığımla güzelliğiniz ve pırıltınızla yeniden yaşama dönesiniz diye önünüzde eğilerek selamlıyorum sizleri ve arka plana geçiyorum"


Kendi ifadesine göre yazarken, öykülerinde geçen insanların kimliğine bürünür, "Yazar bir süre oyunun kendisidir Birkaç yazarın yapabildiği gibi, hep olduğu gibi kalırsa, biraz daha az yorucu olurdu Bu, şimşek hızıyla değişimler geçiriyor insan"


Katherine Mansfield sadece insanları değil nesneleri de yazarak onlara yeni bir yaşam verir Kız arkadaşı Dorothy Brett'e içine düştüğü durumu şöyle anlatır: "Elmaların resmini yaptığında kendi göğüslerinin ve dizlerinin de elmalaştığını mı hissedersin? Yoksa bunu büyük bir saçmalık mı sayarsın? Ben saçmalık olmadığına eminim Ördekleri yazdığımda, sana yemin ederim, ben yuvarlak gözlü bir ördeğim Sarı çiçeklerle çevrili gölde yüzen ve arada sırada başları aşağıda, altımda yüzen diğerlerinin üstüne saldıran bir ördek"


Genç kızlığında da kendisine özgü bir kararlılıkla ölümüne kadar şu esasa göre yaşar: "Yazmak için yaşıyorum" Tek bir amacı vardır O da sanatını gitgide daha mükemmelleştirmek Katherine Mansfield şaşılacak bir şekilde zaman dilenmektedir Mektuplarında, günlüğünde yaşam hedefine ulaşmak için zaman dilenir Kendisi için daha ne kadar zaman kaldığını hissetmiş olmalıdır Çünkü hastalanmıştır İki zatürreeden sonra otuz yaşında ağzından kan boşanır Korkmaktadır Ağrıları ve ateşi vardır


Ve yazmaya devam eder


Uzun zamandan beri sıkıntılı bir dönem geçirmektedir: Katherine Mansfield için bu sıkıntılı yıllar, bugün İngiliz edebiyatının klasiklerinden sayılan ünlü hikâyelerinin ortaya çıktığı yıllardır Kendi zamanında çığır açan, etki bırakan, tamamen yepyeni bir tarz yaratır Kendisini yaşamının son beş yılında gösteren resimlerinde Katherine Mansfield zayıf, koyu saçlı, gözleri her şeyi yutmak istermişçesine bakan bir kadın olarak görünür


Bu arada 1918'de John Middleton Murry ile evlenmişse de, sağlığı dolayısıyla devamlı dinlenme yerlerine gönderildiği için yalnız yaşamaktadır Güney Fransa'ya İsviçre'ye Kışları güneyde otellerde, pansiyonlarda geçirir Güvenli bir ev hayatını özler: "Keşke bir evim olsaydı da perdeleri kapatabilseydim"


Belki Katherine Mansfield sessiz, sakin bir ev hayatı için uygun bir tip değildir Fakat bunun özlemini duyar, "İnsanları; arkadaşlarımı, evimi özlüyorum," diye yazar kocasına ve devam eder: "Neden doğru dürüst bir evim yok?" Güney Fransa'da tedavi görürken de, kocasına şöyle yazar: "Ben evde olunca, birlikte yaşadığımızda, ümitsizliğinden kurtulacaksın Ben orada olacağım ve akşamları masada oturup, lamba aramızda çalışacağız Sonra içecek sıcak bir şey hazırlayacağız, biraz gevezelik edeceğiz, sigara yakıp küçük planlar yapacağız Biliyor musun, kendimizi tamamen değiştireceğiz Birbirimizin içinde eriyip kaybolacağız"


Hayal Murry ve Manstield birbirlerinin içinde eriyip gidemezler Gerçi kocasının onu güneyde ziyarete gittiği zamanlar olmuştur Arada bir Katherine iyiyken İngiltere'de beraber olurlar, ama o her öksürdüğünde kocası sırtını döner Aslında zor ve hastalıklı karısı ona yük olmaktadır Onun için eleştirmen ve biyograf olarak kendi kariyeri ve çalışmaları ön plandadır Virginia Woolf gibi çağdaşları onu "çok bencil" bulurlar Fakat Katherine ona sayfalar dolusu mektuplar yazarak sevgisini istemiştir


Bir tek insan ona ayrılmamacasına bağlı kalır: Ida Baker ya da takma adıyla, henüz gençliğinde arkadaşına hizmet edeceğine söz veren L M Bu iki kadın arasında çok garip bir arkadaşlık vardır Ida kendisini düşünmeyen biridir, kendisini arkadaşına adar, fakat "ancak bana sarılabildiği an mutlu hissediyor kendisini," diye yazar Katherine kocasına


Katherine, kız arkadaşının yardımı olmaksızın hayatta karşılaştığı birçok durumdan kurtulamazdı Bunu bilmektedir Fakat bu bağımlılık duygusu onu kızdırır Katherine Mansfield'in kısacık yaşamında gelip geçen bir dostluk-düşmanlık ilişkisidir bu


1916 sonbaharında ilk kez İngiliz yazar Virginia Woolf ile buluşur Her ikisi de şimdiye kadar tüm yaşamını yazmaya adayan bir kadın tanımamıştır İkisinin de hedefi aynıdır ve kendilerini birbirlerine çok yakın bulurlar; aynı zamanda çok mesafeli davranırlar


Virginia Woolf günlüğüne şu notu düşer: "Bizim (kendisini ve kocası Leonard Woolf u kastederek) tek bir arzumuz vardı: K M hakkındaki ilk izlenimimizin gerçek olmaması Kokuyordu, ortalıkta dolaşan bir Tibet kedisi gibi Gerçeği söylemek gerekirse ilk bakışta o kadar bayağı bir insan etkisi bırakması beni birazcık şoke etti Hatları sert ve basitti Fakat bunlar silinince o kadar zeki ve sal ki, dostluğa değer doğrusu"


Virginia Woolf günlüğünün başka bir yerinde şöyle yazar: "Bir kedi gibi Yabanıl, ağır ve daima yalnız, kendi kendini koruyan Tamamen kendine özgü, kendisi için yaşayan, sanatına odaklanmış, neredeyse fanatik, garip bir insan gibi göründü bana"


Fanatik, kedi gibi, anlaşılmaz Virginia Woolf (meslektaşının karşısında rekabet hislerine kapılmadan durduğu da söylenemez) bu sözleri ile Katherine Mansfield'in önemli özelliklerini ortaya koyar Fakat dikkate almadığı bir şey (yoksa bilmiyor muydu?) Katherine Mansfield'in ne kadar hasta olduğudur Ölümcül hasta ve bu nedenle gözetim altında olan Katherine Mansfield, 34 yaşında Paris'te, Fontainebleau'da Kafkasyalı Gürciyef'in açtığı "Uyumlu Gelişim" enstitüsünde ölür


Yaşamının son haftalarında bu klinikte sağlığına kavuşacağı fikrine çok kaptırmıştır kendisini "Yaşam tarzımı tamamen değiştirmeyi düşünüyorum," diye yazar ölümünden üç ay önce bir arkadaşına "Her türlü işi ellerimle yapmayı amaçlıyorum Hayvanları beslemek ve elle yapılabilecek her işi yapmak"


Günümüz tabiriyle dünyayı durdurup "inmek" ister Fakat bedensel olarak öyle hastadır ki Fontainebleau'da kısa bir müddet kaldıktan sonra kan kusarak ölür Kocası Middleton Murry ölümünden hemen sonra hikâyelerinin büyük bir kısmını, günlüğüne yazdığı notları ve mektuplarını yayınlar Ve bunlar için -bu kendisinden bir alıntıdır-"Katherine Mansfield'in o zamana kadar aldığının on katı kadar bir para" alır "Bana ironik geldi gerçi, ama sonra bâtıl inancımla, Katherine'in bereketinin evliliğimizi ve deniz kenarındaki evimizi kolladığına hükmettim"


Yani "Katherine'in Bereketi" ile deniz kıyısında bir ev ve daha sonra bir çiftlik sahibi olur kocası "Doğru" kadını buluncaya kadar üç kez daha evlenir Sonunda, sakin ve sorunsuz bir kadın bulur Bu arada da Katherine'e layık bulduğu unvanı vermeyi de unutmaz: Mezar taşında onun isminin altına "John Middleton Murry'nin eşi" diye yazdırır

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar



Flora Tristan









DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1803-1844)


1804 Napoleon, kadın düşmanı "Code Civil" (Medeni Kanun'u) çıkarır


1814 Sosyalist hareketin öncüleri olan Saint Simoncuların etkisi artar


1818 Karl Marks'ın doğum yılı (sonradan Flora Tristan'ın düşüncelerinden yararlanacaktır)


1820 Friedrich Engels'in doğum yılı (o da sonradan Flora Tristan'ın düşüncelerinden yararlanacaktır)


1825 İngiltere'de William Thompson'un, İnsan ırkının yarısını oluşturan kadınların, onları siyasal kölelik içinde geri bırakmaya çalışan öbür yarının, yani erkeklerin kendini beğenmişliğine karşı çağrısı yayınlanır Londra'da (salt erkekler için) bir üniversite kurulur


1831 Lyon'da işçi ayaklanması


1832 Pierre Leroux, "Sosyalizm" kavramını ortaya atar


1840 Fransa ve İngiltere'deki kadın ve erkek işçilerin sefaleti hakkında, Flora Tristan'ın ilk açıklamaları yayınlanır


1903 Flora Tristan'ın torunu olan ressam Paul Gauguin, büyükannesi hakkında şunları yazar, "Sosyalist-anarşist mavi çoraplının biri, herhalde yemek pişirmesini bilmezdi"

"İNSAN HAKLARI, HERKES İÇİNDİR; YALNIZ ERKEKLER İÇİN DEĞİL!"


"Erkeklerin kutsal mekânına sızmak; bir kadın için ne büyük bir skandal, ne büyük bir utanmazlık, hatta Tanrı'ya karşı ne küstahlık!"


1839 yılında genç bir kadın böyle bir "skandal"ı yaşamış ve sonradan da yazmıştır Bir Fransız kadınıyla Perulu bir soylunun evlilik dışı kızı olan Flora Tristan'dır bu On yedi yaşında evlendiği kocasından ayrı yaşamakta ve yıllardır kendi başına seyahatlere çıkmaktadır; hatta Peru'ya bile gitmiştir


O sıralar Londra'da bulunmakta ve parlamentodaki oturumlarda ne olup bittiğini merak etmektedir Paris ve (Peru'nun başkenti) Lima'da parlamentoya girmesine izin vermişlerdir Ama Londra'da, bunun kadınlara kesinlikle yasak olduğunu öğrenir Bu yasak, onun merakını iyice kamçılar Yasağı delmek için bir fikir gelir aklına, "Tory'lerin (Muhafazakâr Parti) çok gezip tozmuş, hayli sağduyu sahibi ve önyargısız bir üyesini tanıyordum Saf saf, göründüğü gibi olduğunu düşünerek, bana bir erkek giysisi uydurup, beraberinde parlamentoya sokmasını rica ettim"


Ne var ki, "üstüne kızgın yağ dökülmüş gibi oldu! Dehşetten yüzü önce bembeyaz, sonra da hiddetten kıpkırmızı kesildi Bastonuyla şapkasını kaptığı gibi, bana bir kez bile bakmadan kendini dışarı attı ve dostluğumuz sona erdi"


Zaten yıllardır toplumdışı olarak damgalanmış olan Flora, çok merak ettiği "erkeklerin kutsal mekânına" sızmak için başka bir yol dener


"Sonunda bir Türk'le tanıştım Önemli bir kişiydi; fikrimi iyi karşılamakla kalmadı, bana bir giysi bulup, bir giriş kartı, bir araba ve kendi refakatini de sundu" Böylece öğrenme meraklısı genç kadın, Türk giysileri içinde erkeklerin görkemli topluluğunun içine sızmayı başarır


Ve işte, sonra yaşadıkları: "Bu beyler, opera dürbünleriyle beni dikizlemeye ve aralarında yüksek sesle hakkımda konuşmaya başladılar Önümde ileri geri volta atıp duruyorlar, terbiyesizce suratıma gözlerini dikiyorlardı Merdivende arkama geçip, Fransızca söyleniyorlardı: 'Salona neden girmiş ki bu? Oturumu izleyip de ne olacak? Herhalde Fransız kadınıdır Onların hiçbir izanı, saygısı yoktur zaten Utanmazlık bu Görevliler dışarı atmalı onu!' Yerlerinden kalkıp, beni büyüteç altında incelemek üzere yaklaşanların sayısı artıyordu Sanki iğne üstünde oturuyordum Biz yine de bu davranış bozukluklarını bir yana bırakıp, oturuma dönelim: Saygıdeğer beyefendiler, can sıkıntısı içinde, yorgun argın sıralarda geriniyor, bazıları yatmış, uyuyordu"


Flora Tristan'ın gözlemlerine göre, bazıları da sabahlıklarıyla gelmişlerdi" Flora, olayı kısaca şöyle özetler: "Avam Kamarası üyelerinin davranışı beni, kıyafetimin onları şaşırtmasından çok daha fazla hayrete düşürmüş ve sarsmıştı"


Doğrusu, yaşadıklarını yazarken sözünü hiç esirgemez Flora Tristan "Her kadını daha doğduğu andan itibaren ezen" bir topluma saygı göstermeyi, daha genç kızken bırakmıştır Bırakmak zorunda kalmıştır: On yedi yaşındayken, atölyesinde çalıştığı Parisli bir litografla evlendirilmişti Kocası Andre Chazal, kumar tutkusu yüzünden borca atmış ve güzel karısını ******lik yaparak "ek kazanç" sağlamaya zorlamıştı İki çocuğu ve karnında bir üçüncüsüyle evden kaçan Flora, üçüncü çocuğu Aline'i daha yirmi iki yaşındayken dünyaya getirmiştir "Sana yemin ederim, senin için daha iyi bir dünya yaratmak uğruna savaşacağım Sen ne köle olacaksın, ne de parya"


Tarihin bu dönemi için çok iddialı bir yemindi bu; çünkü:


- Her kadın kocasının mülkü sayılıyordu

- Napoleon'un yasalarına göre, boşanma olanaksızdı

- Kadınların okul ya da meslek eğitimi görmeleri olanaksızdı

- Kadınlar, loncalara sokulmuyordu; yani bağımsız olarak çalışmak ve geçimlerini sağlamak olanağından yoksundular


Evlilik dışı bir çocuğun da yükünü üstlenmiş olan Flora Tristan, kızına daha iyi bir gelecek vaat ederken, neye yemin ettiğini iyi bilmektedir! Bu amaç uğruna her şeyini koyar ortaya Hatta kocasının, Flora ve çocuklar üzerinde her türlü hakka sahip olmasına ve çocuklarını ondan zorla almasına karşın Polis tarafından sürekli koğuşturulmasına karşın Maceralı bir yolculuktan sonra arayıp bulduğu Peru'daki zengin akrabalarının, onu babasının mirasından yoksun bırakmalarına karşın


Flora Tristan'ın tüm yaşamı böyle "karşınlarla dolu olmuş ve o bütün bunlara karşı savaşmak zorunda kalmıştır Tek başına Ezilen, haklarından yoksun bir parya gibi Çünkü hakların nasıl dağıtılacağına erkekler karar vermektedir Çünkü o arada esniyor da olsalar -Flora'nın İngiliz Avam Kamarası'nda gördüğü gibi- kadınlar hakkında yasaları da onlar çıkarmaktadır


Flora Tristan, yolculuklarında günbegün duyduğu haksızlıklardan bunalarak, yaşadıklarını açıklamaya başlar Daha da önemlisi, taleplerde bulunur ve yapılması gereken değişiklikleri önerir


İlk olarak, "Yabancı kadınları iyi karşılamanın gerekliliği üzerine" başlığıyla bir broşür çıkarır "Madam T" imzasıyla, taşradan gelen, iş arayan, kocasından kaçan ya da ******likten kurtulmak isteyen kadınlar için sığınma evlerinin açılmasını önerir Yalnız yaşayan kadınlar artık daha alt bir sınıf gibi görülmemelidir Kadınlar, aynı erkekler gibi yolculuklar yaparak kendilerini geliştirmek olanağından yararlanabilmelidir Büyük kentlerde, okuma odası, gazeteler, eğitsel yardım ve kentin sakinleriyle temas olanakları sağlayan konukevleri bulunmalıdır


Broşürün bazı bölümleri, ilk sosyalist grupların içinde en nüfuzlusu olan Saint Simoncuların çağrılarını andırmaktadır Bu grup, en yüce hedef olarak, "kadınların özgür olması"nı göstermiştir Gerçekten de Flora Tristan, zamanının ilerici düşünür ve reformcularının fikirlerinden yararlanmış, ancak değişik "ekol"lerin yörüngesine girmekten özellikle kaçınmıştır Onun düşüncelerine yön veren, kendi yaşam deneyimleridir


Bir sonraki kitabı da bunu yansıtır: Bir Parya'nın Yolculukları Burada, kendi geçmişini ve Peru'ya yolculuğunu anlatır Önsözünde şöyle yazar: "Büyük talihsizlikler yüzünden yaşamları işkenceye dönüşen kadınlar, çektikleri dertler ve önyargılar yüzünden katlanmak zorunda kaldıkları zorlukları bir yazsalar! Toplumsal ilişkilerde adaletli bir reform, ancak bu tür açıklamaların temelinde yapılabilir" İstatistiklere göre, Fransa'da kocalarından ayrı yaşadıkları için toplumca hor görülen üç yüz binden fazla kadın olduğunu ortaya koyar Flora Tristan; kendisi de onlardan biridir


Millet Meclisi'ne yazdığı bir mektubu da kitabına ek yapmıştır; burada boşanmanın tekrar yasallaştırılması çağrısında bulunur:


"Evliliğin sona erdirilememesinin getirdiği ıstırabı ben de yaşadım Meteliksiz olarak kocamdan ayrılmak zorunda kaldım Kendim ve çocuklarım için, tek başıma mücadele vermek zorundaydım Bu tür bir yükü taşımak, çoğu kadının dayanma gücünü aşar, çünkü mesleki bir eğitim almamıştır Meclisinize sunmakla onur duyduğum kitabımda, benim durumumdaki kadınların çektikleri ıstırabı kısmen belirttim Bir ailenin mutluluğu ancak özgürlüğe dayalı bir hukuk çerçevesinde gerçekleşebilir Hazreti İsa, Tanrı'nın birleştirdiğini ayırmayın' demişti Bunu Tanrı'nın ayırdığım birbirine zincirlemeyin' diye tamamlamamız gerekmez mi? Meclisinizden, karşılıklı hakkaniyet ilkesine uygun olarak boşanmanın yine yasallaşmasını, Napoleon Yasası'ndan önceki yasanın öngördüğü gibi, her iki tarafın da boşanma isteminde bulunabilmesine izin verilmesini rica ediyorum" Bu rica geri çevrilir


Bir Parya'nın Yolculukları'nın yayınlanmasından kısa süre sonra, Flora Tristan'ın kocası Chazal, evinin kapısı önünde pusuya yatıp ona tabancayla ateş eder Flora canını kurtarır ama kurşunlardan biri göğsünün altında kalır ve çıkarılamaz


Bu suikast girişiminden dört ay sonra, "Andre Chazal'ın karısına karşı cinayete teşebbüsünden dolayı açılan dava başlar Sanık koca, suçsuzluğundan emindir Sonuçta, annesinin kötü etkisinden korumak istediği kızının geleceğini düşünmüştür Gerekeni yapmak zorunda kalmıştır Hepsi bu kadar


Flora Tristan'ın serserice yaşantısına kanıt olarak ise, onun son kitabını mahkemeye sunar EVLİ BİR KADININ YANLIŞ ADIMLARI ibaresini başlığın üstüne büyük harflerle yazmış, bir de buna BÂTILLIKLARIN BÂTILLIĞI'NI eklemiştir Duruşmalar sırasında bağırır durur, "Bu kitapta öyle yerler var ki! Yüzlercesi! Nereden başlayacağını bilemiyor insan! Avukatım, en çarpıcı olanlarını anlatacak!"


Flora Tristan'ın eserinde evliliğin dokunulmazlığına karşı çıkması, sanık tarafından "utanmazlık ve ahlaksızlık" olarak aleyhinde kullanılır Aslında tüm mahkeme boyunca, cinayete teşebbüs edenden ziyade Flora Tristan'ın "yaşam tarzı" yargılanıyor gibidir


Chazal, sonuçta yirmi yıl zorunlu çalışmaya mahkûm edilir, sonra cezası yirmi yıl hapse çevrilir


Artık Flora Tristan gayrı resmi olarak çoktan attığı Chazal soyadını, resmen atabilecektir


"O her şeyi görmek, gözlemlemek istiyordu!" Bir dostu (Elenore Blanc) Flora'nın belirgin özelliğini böyle tanımlar Hakkında o kadar iyi düşünmeyen başka çağdaşları ise, "Burnunu her şeye sokuyor," derler


Öyle de yapar Üstüne üstlük, gördüklerini yazar Avam Kamarası'ndaki olayı, Londra'da Gezintiler kitabında anlatır örneğin İngiltere'nin "kanayan yaralarını" keşfettiği tüm röportajlarını bu kitaba koymuştur Fabrikaları, gecekondu mahallelerini, hapishaneleri ve meyhaneleri gezmiştir Okuyucularına, yoksulluk, ezilmişlik ve sıkıntının (o zamanlar vaaz edildiği ve inanıldığı gibi) gerekli olmadığını, giderilebileceğini anlatır


Özellikle, İngiliz başkentindeki "genel kadınlar"la ilgilenir, "Fuhuş, dünya nimetlerinin eşitsiz dağılımının beraberinde getirdiği en iğrenç felakettir Erkekler, bekâreti -aynısını kendilerine de uygulamaksızın- bir erdemlilik olarak kadınlara zorla kabul ettirmiş olmasalardı, sırf kalbinin sesine kapıldı, diye kadını toplumdan dışlamak mümkün olmazdı İğfal edilen, yararlanılan ve kaderlerine terk edilen kızlar, o zaman, para karşılığı kendilerini satmak zorunda kalmazlardı Kadın erkeklerle aynı eğitimi görebilse, aynı işleri yapabilse, böylesi bir sefaletin, önyargıların ve aşağılanmanın kucağına itilmezdi Erdemlilik ya da suçluluk, önkoşul olarak, iyi ya da kötü davranmak arasında bir seçim yapma özgürlüğüne bağlıdır Hiçbir şeye sahip olmayan, hiçbir şey yapamayan kadının, yaşamı boyunca ya kurnazlık ya da baştan çıkarma yoluyla açlıktan nasıl kurtulacağını kollamaktan başka ne çaresi vardır? Kadınlar özgürleşene kadar, ******lik artacaktır"


Flora, İngiltere'de Mary Wollstonecraft'ın Kadın Haklarının Savunması başlıklı tartışmasını keşfetmiş ve kitabında bundan da söz etmiştir "Londra'da Gezintiler" kitabının halk baskısına yazdığı önsözde şöyle der, "Emekçiler, hepinize (özgün dilde "tous et toutes") ithaf ediyorum bu kitabı"


Buradaki "hepiniz", çok önemli bir yenilik olarak, hem erkekleri hem de kadınları içermektedir "Yurttaşların özgürlükleri siyasal haklar; ve toplumsal kurumlar kanalıyla, tüm erkekler ve tüm kadınların çıkarına, aralarında fark gözetilmeksizin güvenceye alınmadıkça, insanların ne kötü durumda kaldıklarını görüyorsunuz Sizin için birini öteki gibi kabul etmenin ve buna göre bir eğitim görerek bundan yararlanmanın ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz" Sonunda, okurlarından, erkek ve kadınların insan haklarını savunan yazarların kitaplarını okumalarını ister


İngiltere'deki deneyimleri, Flora Tristan'ı daha uzun bir süre meşgul eder Ezilen erkek ve kadın işçiler için bir girişimde bulunma fikri burada olgunlaşır kafasında 1843 yılında, Emekçilerin Birliği'ni yayınlar Bu manifestosunda, yine herkese hitap etmektedir: Erkek ve kadın işçiler daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları, meclislerde temsil edilmek ve herkesin çalışma hakkı için birleşmelidirler


Flora, öğretisini dokuz madde halinde özetlemiştir Her şeyin özü, "insanların birleşmesi için tek yolun, erkek ve kadın haklarının temeldeki eşitliği olduğu"dur Flora ayrıca, her bölgede bir tür "İşçi Sarayı" kurulmasını önerir; bir dinlenme, yetenek geliştirme ve örgütlenme yeri olacaktır burası, kız ya da erkek çocuklar için okulları, yaşlı ve kötürümler için özel yurtları bulunacaktır


Her sınıftan, her yaştan, her inançtan ve her ulustan kadınlara yaptığı çağrıda, Emekçilerin Birliğim desteklemelerini ister:


"Hepiniz yasaların ve önyargıların baskısı altında tutuluyorsunuz; gelin beraber savaşalım!"


Flora Tristan'ın programını yayınlamaya hiçbir yayıncı yanaşmaz O da tabana kuvvet, tüm Paris'i arşınlayarak, "tüm özverili insanlardan" basım masraflarına katkıda bulunmalarını ister Evdeki yardımcı kadın, sucu ve kızı Aline, ona ilk destek verenlerdir George Sand, Eugene Sue gibi yazarlar, ressamlar, siyasetçiler, kadın ve erkek işçilerden de ikna olanlar çıkar Böylece Union Ouvriere'in dört baskısı yapılır


Flora Tristan, 12 Nisan 1844'te Fransa'da bir yolculuğa çıkar Günler boyu kitaplar ve broşürler dağıtır, konuşmalar yapar, insanları tartışmaya çağırır Bazı yerlerde coşkuyla karşılanır, gruplar ve komiteler kurulur Başka yerlerde de polis, ona tuzak kurmaya çalışır Varlıklı beylerin kendisine metreslik teklif ettikleri mektuplar alır Bu arada "yalnız kadınlara oda vermiyoruz" gerekçesiyle otellerden geri çevrilir Hasta, tükenmiş, şevkini yitirmiş haldedir


Şansına, birkaç sevindirici haberle teselli bulur Marsilya ve Avignon'dan kendisine gelen haberlere göre, oradaki işçiler Birlik için gruplar oluşturmuşlardır Lyon'da da durum aynıdır "Bütün bunlar, büyük bir görevin beni beklediğini kanıtlıyor," diye yazar Flora 1844 Eylül'ünde, güncesine Bu, defterine düştüğü son kayıttır


Tamamen tükenmiş bir halde, 15 Kasım'da Bordeaux'da ölür


Cenaze törenini anlatan bir Bordeaux gazetesi, "Aralarına birçok entelektüelin ve avukatın da katıldığı büyük bir işçi kitlesi onu mezara taşıdı," diye yazar "İşçiler, yaşamı boyunca kendilerinin iyiliği uğruna savaşmış olan bu kadının tabutunu kendi omuzlan üstünde taşımak istemişlerdi Tanrı'nın yardımıyla tüm kadın ve erkeklerin birleşeceği gün geldiğinde, Flora Tristan'ın adını sonsuza dek anacağız"


Birkaç yıl sonra, Flora Tristan'ın düşünceleri ve önerileri Karl Marks ve Friedrich Engels'in yazılarında yeniden ortaya çıkmıştır Bu alıntıların hangi kaynaktan geldiğini ise, her iki yazar da değinmeye değer bulmamışlardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar



Simone de Beauvoir







DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1908-1987)


1929 Simone de Beauvoir, Fransız varoluşçuluğunun baş temsilcisi Jean-Paul Sartre ile tanışır


1935 Amerikalı antropolog Margaret Mead Üç İlkel Toplumda Cinsiyet ve Karakter üzerine incelemelerini yayınlar ve bu eserinde erkek ve dişi karakter çizgilerinin göreceli olduğunu kanıtlar


1939 Hitler Polonya'yı işgal ederek 2 Dünya Savaşı'nı başlatır Fransa ve İngiltere Almanya'ya savaş ilan ederler


1940 Simone de Beauvoir ve Jean-Paul Sartre Fransız direniş hareketinin üyeleri arasındadırlar


1949 Simone de Beauvoir'in kitabı Le Deıocieme Sexe (İkinci Cinsiyet) yayınlandığında sert tartışmalara yol açar


1963 ABD'de Betty Friedan'ın The Feminine Mystique (Kadınlığın Gizemi) yayınlanır Bu kitapta kadınların ev işi ve çocukların tek yazgıları olduğuna neden ve nasıl ikna edildikleri anlatılmaktadır


1968 Paris'te ve Almanya'nın birçok kentinde öğrenci hareketleri başlar


1968 Kadınların Kurtuluşu (yani feminizm) hareketi ABD'de yayılır Simone de Beauvoir'ın İkinci Cinsiyet kitabından esinlenen bir harekettir bu


1970 Bu yıldan itibaren Fransa'da Kadının Kurtuluşu Hareketi adında bir örgüt faaliyete geçer


1971 Nisan ayında kadın hareketleri tarafından hazırlanan bir itirafname Fransa'nın ileri gelen (aralarında Simone de Beauvoir'ında bulunduğu) 343 kadını tarafından imzalanır: "Kürtaj Yaptırdım"', Nouvel Obseıvato^'de yayınlanır Bu kampanyanın kıvılcımı Almanya'ya sıçrar Aynı yıl 375 Alman kadını Stern dergisine "Kürtaj yaptırdım" itirafında bulunurlar "Madde 218" ile Alman kadın hareketi yeniden ayaklanır

"KADIN OLARAK DÜNYAYA GELİNMEZ, KADIN OLUNUR"


"İyi niyetli, gayretli ve aşırı dindar" Simone de Beauvoir, Kadınlığımın Hikâyesi başlıklı anılarının son cildinde kendi çocukluğunu böyle anlatır


Hukukçu olan babası, Simone ve ondan iki yaş küçük kız kardeşi Helene'e titiz bir eğitim imkânı sağlar İki kız da Paris'teki Katolik kız okulu "Cours Desir"e giderler Simone iyi bir Katolik'tir Annesi ile birlikte dua eder ve devamlı olarak ayinlere ve Komünyon'a katılır, günah çıkartır Okulda örnek öğrenci olarak gösterilir: Uslu, küçük bir kız En sevdiği uğraşı okumaktır Babası da bu konuda onu destekler Fakat eline aldığı kitaplar anne ve babasının seçtikleri kitaplardır: Simone, "iyi aile kızıdır"


Hayır, kız çocuk olarak mağduriyet duygusuna kapılmış değildir Fakat, kız kardeşi ile bebeklerle oynarken asla bir ev kadını olmayı istemez Ana olarak, her gün yaşadığı gibi, bir kadının "binlerce zahmetli görevi" vardır En iyisi ben öğretmen olayım, diye karar verir çocukken Büyük zevkle kız kardeşi "Poupette"e okumayı, yazmayı ve hesap yapmayı öğretir


Uzun dalgalı saçlarıyla Simone güzel bir kızdır Ufak tefek şımarıklıkları aile içinde hoş görülür Sevilir ve beğenilir Daha sonra çocukluğunu anımsarken, bu güven duygusunun, sıcaklığın ve çocukluğunda kendisine verilen önemin ilerideki gelişmesinde önemli olduğunu söyler


Simone'un babası Birinci Dünya Savaşı'nda askere alındığında, bu olay onu çok etkiler Küçük örnek kız Simone, Bir Genç Kızın Anılarında babasının ne denli katıksız milliyetçi olduğunu nasıl kanıtladığını anlatır: Üzerinde "Alman Malı" yazılı bir oyuncak bebeği ayaklan altına alarak çiğnemekle


Küçük Simone'a, Tanrı'nın Fransa'yı kurtarıp kurtarmamasının onun uslu ve dindar olmasına bağlı olduğu açıklanır O yüzden özellikle savaş yıllarında erdemli olmaya özen gösterir Yeryüzündeki babasını, gökyüzündeki babasını ve vatanını, hepsini memnun etmek ister Böyle yetiştirilmiştir ve buna karşı koymak için de bir neden göremez Genç yaşamında Simone'un "uslu kız" rolüne gölge düşüren ilk insan Zaza adlı aynı yaşta bir kız olur


Zaza: Günün birinde 10 yaşındaki Simone'un sınıftaki sırasına, yeni gelen kısa saçlı, esmer bir kız oturur Diğer sınıf arkadaşlarıyla çok az teması olan Simone yeni sıra arkadaşından çok hoşlanır ve ona karşı fanatik bir yakınlık gösterir, "Öğretmenlerle nasıl konuştuğuna şaşırmıştım Diğer kız öğrencilerin aynı tip seslerinin karşıtı olan doğal bir tarzı vardı Kanunlara, klişelere, önyargılara boyun eğmeme rağmen, yeniyi, kendiliğinden olanı ve kalpten geleni seviyordum Zaza'nın canlılığı ve bağımsızlığı, ona olan hayranlığımı daha da pekiştiriyordu"


Anılarının birinci cildinde Zaza ile aralarında başlayan arkadaşlığı böyle anlatır Son cildinde ise yeniden bu konuya değinir, "Özellikle Zaza sayesinde yüceltilmiş burjuvazinin nasıl nefret edilecek bir şey olduğunu keşfettim Bu kesime karşı her durumda karşı çıkabilirdim, ama maneviyatım yanlıştı, boğucu bir uyumculuğum, kibirliliğim ve etkisini sadece yüreğimde değil gözyaşlarımda da gösteren sıkıcı bir baskıyla yetişmişliğim vardı Hastalık derecesinde kibirli bir şekilde düşmanca güçlere karşı koyma eğilimim vardı Fakat Zaza'ya olan hayranlığım buna engel oldu O olmasaydı belki daha 20 yaşındayken dostluğa ve sevgiye duyarlılığı, yani bu duyguları uyandırabilen tek uygun tavrı benimsemek yerine, sürekli kuşku duyan ve hayatı kendisine zehir eden biri olurdum herhalde"


Simone Zaza'yı kazanmaya çalışır İki kız arasındaki dostluk, "ruhsal alışverişin ve her gün birbirini anlamanın zevki"ni tattırır Ve bu da Simone'un evdeki cici kız rolünü kaybettiği zamanın tam ortasına denk düşer Fransızların bu yıllar için dediği gibi, çocukluktan gençliğe geçilen "nankör dönem"e girmiştir


Simone'un sivilceleri vardır Vücudu değişime uğramaktadır Bir aile toplantısı nedeniyle vücudu bandajlanır, çünkü aslında çocuksuluktan öteye gitmeyen göğüsleri yeni elbisesi altından gerekmeyecek şekilde belli olmaktadır Babası en büyük kızının salak gibi, sıkılgan bir şekilde ortaya çıkmasından dolayı düş kırıklığına uğrar "Kadınlarda güzellik ve zarafet arardı babam," der Simone Fakat kendisi o yıllarda, küçük bir kız ile bir kadın arasında kalmış, son derece mutsuz bir yaratıktır sadece


Bu zaman içinde tek tesellisi Zaza ile olan arkadaşlığıdır Evde anne ve babasıyla ilişkisi gittikçe zorlaşmaktadır "Bu böyle yapılır" ve "bu yapılmaz", Simone'un annesinin ağzından düşmeyen iki cümledir Ayrıca annesi onun tüm mektuplarını da okur Öteden beri Simone'un okudukları sürekli denetlenir ve genç kızın herhangi bir yere yalnız gitmesi söz konusu bile olamaz Simone henüz karşı çıkmasa da, düşmanca hisler beslemeye başlamıştır


Baba evindeki zincirlerini kıran ilk ve en önemli değişimi on dört yaşındayken yaşar: İnancını yitirir Katolik kilisenin kurallarına yıllarca nasıl uyduysa, şimdi aynı şekilde şartsız olarak bu inancı reddetmektedir Ve bunda ısrar eder, "İnançsızlığımızdan hiçbir zaman kuşku duymadım," diye vurgular durmadan Zaza ile gelecek üzerine uzun sohbetler yapar Zaza daha sonra çocuk sahibi olacağına inanmaktadır Simone şaşırmıştır!


"Çocuk sahibi olmak, onların da çocuk sahibi olması; sonsuza kadar hep aynı nakaratı tekrarlamak demek" Fakat Simone sürünün dışında kalmak ister "Ben ünlü bir yazar olmak istiyorum," diye yazar on beş yaşındayken bir sınıf arkadaşının hatıra defterine Yazmak onun için "ölümsüz olmak" demektir "Beni seven bir Tanrı yoktu artık Fakat ben milyonların kalbinde bir alev gibi yanmaya devam edecektim"


Genç Simone'un özelliği, tüm düşüncelerinin sadece kendine özgü sorunları etrafında dönmesidir Ergenlik çağında seçme ve seçilme hakkı elde etmek için mücadele eden kadınları duyar Fakat bu onu ilgilendirmez Kadınların sorunları onu kesinlikle ilgilendirmemektedir Kendisini ayrıcalıklı olarak görür Alışılmış kadınlardan başka olduğu için, kendisini ezdirmeyecektir


Bu görüşü daha uzun yıllar etkinliğini korur Babası mesleki planlarına destek verir Sık sık kızlarına şöyle der: "Sizler belli ki evlenmeyeceksiniz Çeyiziniz de yok Bu da çalışacaksınız demektir" Simone ancak saygın bir işte çalışmaya kendisini adayabilecektir


1925'te liseyi bitirdikten sonra Neuilly'de Sainte-Marie Enstitüsü'nde filoloji, Katolik Enstitüsü'nde matematik, sonra da Sorbonne'da felsefe öğrenimi görür Hâlâ evde oturmaktadır ve parasal olarak ailesine bağımlıdır Annesi hâlâ ne giymesi gerektiğine karar verir ve öğrenimini bitirmesinden bir yıl öncesine kadar bir erkek eşliğinde dışarıya çıkmasına izin verilmez Hele yalnız başına kat'iyen Yaşamının akışı kontrol altındadır Kendisini kafeste hissetmektedir Yirmi yaşındayken günlüğüne ümitsiz bir durumda şunları yazar:


"Böyle devam edemez! Ne istiyorum ben? Ne yapabilirim? Hiçbir şey ve yine hiçbir şey Kitabım? Kendini beğenmişlik sadece Felsefe? Yeterince okudum Aşk? Bunun için çok yorgunum Ve üstelik daha yirmi yaşındayım ve yaşamak istiyorum!" Bir Genç Kızın Anıları'nda "burjuva" olarak yetiştirildiği dünya görüşünden kopuncaya kadar sürdürmek zorunda kaldığı zorlu savaşı anlatır


1929, onun için önemli bir yıl olur 21 yaşında felsefe diplomasını alır ve elli yılı aşkın bir süre hayat arkadaşı ve meslektaşı olacak Jean-Paul Sartre ile tanışır Ve Zaza'yı kaybeder En iyi arkadaşı ölmüştür Hangi hastalıktan öldüğü tam olarak açıklanmaz Simone, Zaza'nın her şeye egemen baba evine karşı verdiği kahredici -kendisinin de uzun yıllar çektiği- savaşımdan dolayı tükenip yaşamını yitirdiğinden emindir


Simone de Beauvoir'ın Jean-Paul Sartre ile ilişkisinde birçok şey Zaza ile arasındaki ilişkiyi anımsatır Kendisi gibi felsefe öğrenimi gören Sartre'ı, bitirme sınavlarına hazırlık döneminde tanır Kısa bir zaman sonra şunu anlar: "Sartre on beş yıl önce arzuladığım ve kendime vaat ettiğim insandı Büyülendiğim her şeyin bir nevi tecellisi olan insanın ikiziydi Onunla her şeyimi paylaşabilirdim" Sömestr tatilinde Sartre onu taşrada ziyaret eder


Simone bu konuda, "Ağustos başında ondan ayrıldığımda, hayatımdan bir daha çıkmayacağını biliyordum," der İkisi de üniversitede kendilerine felsefe dersi verme yetkisini tanıyan "agregation" denen bir tür sınavı birlikte geçerler Tanışmalarının başında burjuva aile hayatından vazgeçip ayrı oturmaya karar verirler Çocuk yaparak birbirlerine bağımlı olmak istemezler Kurdukları ve 1980 Nisan'ında Sartre'ın ölümüne kadar süren ilişkileri efsaneleşmiştir


Entelektüel alanda da, onlar kadar birbirini tamamlayan bir çift yoktur Yazdıklarını birbirlerine değerlendirtmeden yayınlamamışlardır Her gün saatlerce konuşmalarına rağmen, elli yıl boyunca sürdürdükleri yaşamdan sonra bile birbirlerinin fikirlerini almaya ihtiyaç duymuşlardır


"Onun, hayatımda hiç kimsenin giremeyeceği bir yeri var," demiştir Sartre, Simone hakkındaki bir röportajda "Birbirimizle tamamen aynıyız Başka türlü beraber olamazdık Öyle bir kadın buldum ki, benim gibi bir erkeğe benziyor Bana göre kadının gerçek yeri budur" Simone de Beauvoir da, onun için şöyle der: "Benim ona yardım ettiğim gibi Sartre da bana yardım etti Fakat ben sadece onun sayesinde yaşamadım"


Buna rağmen Beauvoir bugüne kadar hep "Sartre'ın hayat arkadaşı" olarak nitelenmiştir Sartre'ı, Beauvoir'ın hayat arkadaşı olarak adlandırmak kimsenin aklına gelmemiştir


Simone de Beauvoir 1943 yılında ilk romanı Konuk Kız'ı yayınladığında öğretmenliğe son verir Daha sonra serbest yazar olarak yaşar


1946'da, yaklaşık yirmi yıl sonra yeni feminizmin ayak basabileceği zemini oluşturan bir çalışmaya başlar İkinci Cinsiyet (Le Deludeme Sexe) adını verdiği ve "bunun üzerinde çalışırken çevremdeki her şey değişikliğe uğruyordu," dediği bir kitap yazar Kırk yaşına merdiven dayadığı bu zamana kadar toplumumuzda bir kadın olarak, kendi durumu hakkında hiç düşünmemiştir Mesleği gereği saygınlar arasında yer alır Kendisini erkekler tarafından benimsenmiş hisseder Ve kendisini istisna bir kadın olarak kabul eder "Buna rağmen bir erkek gibi yetiştirilmediniz," der Sartre ona; "bunu tam olarak araştırmak gerek"


Simone de Beauvoir her şeyi dikkatle araştırır ve bir keşifte bulunur: "Dünya bir erkekler dünyası Gençliğim efsanelerle, erkekler tarafından yaratılmış efsanelerle beslenmiş Ve ben sanki bir erkekmişim gibi, buna hiçbir şekilde karşı çıkmamışım"


İlgisi öylesine büyüktür ki, kadın cinsiyle ilgili efsaneleri daha yakından incelemeye karar verir 1946 Ekim'inden 1949 Haziran'ına kadar bu kitap üzerinde çalışır, "İnsanın kırk yaşında birdenbire daha önce görmediği ve gözüne çarpmadığı bir dünya görüşünü keşfetmesi tuhaf ve heyecan verici Kitabımın açıklığa kavuşturduğu yanlış anlamalardan biri, benim kadınla erkek arasındaki her türlü farkı inkâr ettiğime inanılmasıdır Tam aksine Yazarken cinsiyetleri neyin ayırdığını anladım Bu farklılığın doğal koşullardan değil, kültürel koşullardan kaynaklandığını savunuyorum"


Simone de Beauvoir'ın çalışmaları sırasında gördüğü gerçek bir cümleyle açıklanabilir: "Kadın olarak dünyaya gelinmez, kadın olunur" Simone de Beauvoir İkinci Cinsiyet"} kesinlikle bir iddialı yapıt olarak yayınlamamıştır Bu çalışma aslında tamamen entelektüel ve kuramsal bir çalışmadır Kitabın yayınlanmasından sonraki sert tepkiler ve bayağı suçlamalar onu daha da fazla şaşırtır Tatminsiz, frijit, erkek düşmanı, sevici olduğu, yüz defa kürtaj yaptırdığı, hatta sakladığı bir çocuğu olduğu gibi suçlamalara maruz kalır İlerici olarak bilinen bir üniversite profesörü kitabı okurken fırlatıp atar


Zihinleri karıştıran gerçek, Simone'un konularına soğukkanlı, tarafsız ve rahatça yaklaşmasıdır "Yaralı bir ruhun kızgınlığını, feryadını daha duygusal bir yaklaşımla algılayabilirlerdi Fakat benim tarafsızlığımı bağışlamıyorlar, aksine tarafsızlığımı anlamıyormuş gibi davranıyorlar"


Simone de Beauvoir kitabını bir ümitle bitirir; "erkeğin görevi mevcut dünyadaki özgürlük imparatorluğunun başarıya ulaşması için yardımcı olmaktır Bu en yüce zaferin kazanılabilmesi için, diğer şeylerin yanı sıra, kadın ve erkeğin doğal farklılıklarına art niyet olmaksızın kardeşçe bakarak yaklaşmaları zorunludur"


Bunları 1949'da yazmıştır


Kadınlığımın Hikâyesi kitabının son cildinde, 1972'de vaktiyle "kadınların yakında zafere ulaşacaklarına inanmakta" aceleci davrandığını söyler


İkinci Cinsiyet kitabı 1968-69 yıllarında Kadınların Kurtuluşu (Women's Liberation) hareketi ortaya çıktığında yeni Amerikan feminizminin kuramsal altyapısını oluşturur Bu kitapta şimdi bilinen her konuya ilişkin tasarımlar vardır Bunlar 1968 Mayıs'ında mevcut düzene karşı öğrenci ayaklanması başladıktan sonra kadınların özgürlük hareketlerinde birleşen Fransız feministleri tarafından da kabul edilir


Simone de Beauvoir ilk kez 1970 yılında bir "feminist" olduğunu açıklar Uzun bir süre, özerk bir kadın hareketine karşı çıkmıştır Sosyalist bir devrime ve bunun sonucunda da kadın sorunlarının kendiliğinden çözüleceğine inanmaktaydı Anılarının son cildinde belirttiğine göre, bunun için feminizme sığınmaktan kaçınmıştır


"Gerçekte, 1950'den beri hiçbir şey elde edemedik," der Sorunlarımızı çözmek için sosyalist devrim yeterli olmayacak" Kendisi için bundan çıkardığı sonuç şudur: "Bugün feminizmden, kadınların özel talepleri için (sınıfsal çatışmaya paralel) savaşılmasını anlıyorum ve kendimi de feminist olarak niteliyorum"


1971'de Paris'te kürtaj yasağına karşı ilk büyük gösteri için sokağa inen kadınlar arasında yer alır O zamandan itibaren Fransız kadın hareketlerine aktif olarak katılır


1976'da (Alman feminist) Alice Schwarzer ile yaptığı bir röportajda feministlerden çok şey öğrendiğini söyler "Benim birçok görüşümü radikalleştirdiler Ben, erkeklerin dünyasında yaşamaya alışmıştım Oldukları gibi: Yani baskıcı Ben, şahsen bu baskıyı henüz fazla çekmedim sanıyorum Çoğu kadın için tipik köle işi olan işleri tanımam, asla anne, asla ev kadını olmadım Mesleğimde de saygınlar arasındaydım Çünkü benim zamanımda felsefe öğretmenliği yapan kadın azdı O zaman erkekler tarafından da benimseniyordu insan Ben istisna bir kadındım ve bunu kabullendim Bugün feministler (erkekler için) bahane oluşturacak bir kadın olmak istemiyorlar Haklılar da! Savaşmak lazım! Bana her şeyden önce öğrettikleri, uyanık olmak Hiçbir şeyi kaçırmamak! En basit şeyleri, o alıştığımız günlük seksi bile Bu daha kullandığımız dille başlıyor"


Simone de Beauvoir bu yüzyılın başında doğmuş, roman ve otobiyografi şeklinde, bu yüzyılda kadın olarak yaşamanın ne demek olduğunu anlatmıştır


Son yapıtlarından biri olan Yaşlılık'ta bugünün genç huzursuz insanlarını, yaşlı ve aynı derecede huzursuz insanlara bağlayan köprüyü kurmuştur "Toplum bireylerle sadece kendisine faydalı olduğu ölçüde ilgileniyor Gençler bunu biliyor Onların bu sosyal yaşama atıldıkları andaki korkusu, yaşlıların toplumdan dışlandıkları andaki korkusuyla aynıdır İki dönem arasında sorunlar, günlük rutinlerle örtbas ediliyor İkisinin arasında bir makine çalışıyor ve insanları öğütüyor; insanlar da bundan kurtulabileceklerini hayal bile edemedikleri için kendilerini öğüttürüyorlar Yaşlı insanların yaşam koşullarının ne anlama geldiği kavranacak olursa, daha cömert bir emeklilik politikası, emekli maaşlarının yükseltilmesi, sağlıklı huzurevleri ve boş zamanı değerlendirme olanaklarıyla yetinilmez Söz konusu olan tüm sistemdir ve talebimiz ancak radikal olabilir: Hayatı değiştirmek"

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar



Florence Nightingale







DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1820-1910)


1785 İngiltere'de Times gazetesi kurulur


1836 Theodor Fliedner Kaisenverth'de ilk Protestan doğumevini kurar


1837 Charles Dickens Oliver Twist'i yazar


1837 Victoria İngiltere kraliçesi olur: Burjuvazinin Victoria dönemi başlar


1853 Rusya; Türkiye, Fransa ve İngiltere ile savaşa girer (Kırım Savaşı)


1854 Kırım Savaşı'nda Roger Benton ilk savaş fotoğraflarını çeker


1854 Bu yıldan itibaren Katolik inanca göre Meryem Ana'nın Kutsal Ruh'tan hamile kaldığı (lekesiz hamilelik) kabul edilir


1855 Florence Nightingale vatandaşlarınca "Lambalı Hanımefendi" olarak saygıyla anılır


1856 Kırım Savaşı'nın sonu


1857 İngiltere İmparatorluğu Hindistan'daki isyanı bastırır


1876 İngiltere Kraliçesi Victoria "Hindistan İmparatoriçesi" unvanını alır


1907 Kraliçe Victoria'nın yerine geçen II Edward, Florence Nightingale'e "Britanya İmparatorluğu ve İnsanlık adına Hizmet Madalyası" verir

"YARDIM ETMEK İSTEYEN KİŞİ DUYGUSAL BİR HAYALPEREST OLMAMALI"


Hayallere kapılıp gitmeyen bir genç kız var mıdır? Ama bu hal, Flo'da son zamanlarda endişe verici hal almıştır Flo, yani 17 yaşındaki İngiliz kızı Florence Nightingale, saatlerce odasına çekilir, yatağına uzanır ve rüyalara dalar Bu sırada onunla konuşmak istendiğinde somurtur, morali bozulur, sinirlenir Flo'dan bir yaş büyük olan Parthe'ten örnek alması gerekirdi; ablası, anne ve baba Nightingale'lerin kızlarına sundukları imkânları değerlendirmesini iyi bilmektedir: El işleri ve resim dersleri, piyano, balolar, av partileri, İsviçre, İtalya ve Fransa'ya seyahatler Her şeyi ile birinci sınıf bir eğitim Kısa zaman sonra ilk talipler mutlaka ortaya çıkacaktır ve Flo ile Parthe'in iyi birer kısmet bulacakları beklenebilir Nihayet bir kadının hayatındaki en önemli konu bu değil midir?


Flo evde öğrenmesi gereken şeylere "Boşuna zaman kaybı," der Tatilde nereye gidilmeli, seyahat yapılmalı mı yapılmamalı mı, hangi yeni halı alınmalı, aşçı kadın işten çıkarılmalı mı, yoksa aşçıdan önce arabacıya mı yol vermeli, gibi sonu gelmeyen uzun konuşmalar canını sıkar En iyisi ileride gerçekleştireceği kahramanlıkları düşlemektir Düşünce ve duygularını kimseye anlatamaz O da yazar; eline geçen her şeyin üzerine yazar Eski kurutma kâğıtları, takvim yaprakları, mektup zarfları ve dosyalar Bunlara "Özel Notlarım" der Ne düş kurduğunu da, ne yazdığını da kimse bilmemelidir


7 Şubat 1837'de yazdığı bir cümle yaşamı boyunca en önemli rolü oynayacaktır: "Tanrı benimle konuştu ve beni hizmetine çağırdı" Gerçekten bir "ses" duymuştur Yaklaşık 40 yıl sonra 1847'de yazdığı notlarında bu "sesi" tüm yaşamında dört kez duyduğunu doğrular


Flo kendisini bir göreve "çağrılmış" hissetmektedir Fakat hangi göreve? Bunu anlayana kadar sekiz uzun yıl geçer Genç Florence Nightingale için ıstıraplı yıllar "Günlük yaşantım zor değil ama sıkıcıydı," diye anlatacaktır bu dönemi daha sonra Babası, kahvaltıdan sonra kütüphanede Times"m sayfalarını çevirip okurken, kızlarının da yanında olmasından hoşlanırdı: "Bir kitap ya da gazeteden birbiriyle ilgisi olmayan küçük bölümler dinlemek zorunda kalmak! Tabii Parthe'ye bu sabah okumaları rahatsızlık vermezdi O sessiz bir şekilde resim yapmaya devam ederdi, ama benim arkasına saklanacağım böyle bir uğraşım olmadığından çok sıkıcı gelirdi bana!"


Özel not defterine o zamanlar şöyle yazar: "Bu dünyadaki görevim ne? Son 14 gün içinde ne yaptım? Babama bir kitap ve iki bölüm, anneme ise iki kitap okudum Yedi gam ezberledim Birçok mektup yazdım Babamla birlikte at gezintisine çıktım Sekiz ziyaret yapıp onlarla oturdum Hepsi bu" Gene o yıllarda şöyle der: "Yapacak bir şeyleri olmadığı için, benim gibi deliren bir sürü insan görüyorum Aslında çok mutlu olabilecek insanlar"


Flo'nun anne ve babası ise kızları için en iyi şeyi yaptıklarından emindirler Ne de olsa bu arada Florence'i isteyen biri de ortaya çıkmıştır: Yorkshire'da büyük bir mülkün varisi Richard Monckton Milnes Richard, Florence'i elde etmeye çalışırken, genç kızın kafasında tamamen başka düşünceler vardır Yavaş yavaş kendisine yapılan "çağrı'nın" hastaların bakımına yönelik olduğu kesinlik kazanmaktadır


Ancak, iyi bir aileye mensup genç bir İngiliz kızının hastanelerde "sürtmesi", "uygun ve caiz" değildir İyi bir çevreden genç bir hanım olarak şefkatli ve cömert olunabilir, bu tamam Islahanelerde, hastanelerde, hapishanelerde yoksullara sıcak çorba ve para dağıtılır


Böylece durumları kendisinden iyi durumda olmayanların kaderlerine ortak olunduğu yeterince kanıtlanmış olur Ama Flo'nun kafasına koyduğu şey nedir? Hasta bakımını mı öğrenmek ister? Birincisi, bu konuda öğrenilecek hiçbir şey yoktur Kadın olmak yeter sadece O zaman hastalara da bakılabilir Bu kadının doğasında vardır İkincisi, iyi bir aile kızı böyle bir çevreye girdiğinde öyle korkunç şeyler olabilir ki


Florence yıllar sonra yazdığı bir mektupta, "Doktorlarla hastabakıcılar arasında olduğu söylenen şeyler yüzünden annem çok korkmuştu Terbiyesizlikler duyabilirmişim Oysa çocuk odasında konuğum olan, annemin özellikle iyi Protestan arkadaşlarının kızlarından daha terbiyesizce şeyler işitiyordum," der Nigthingale'lerin korkusunu anlayabilmek için, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında hastanelerdeki durumun ne olduğunu bilmek gerek Hastalar "karga delikleri" denen kenar mahallelerden geliyorlardı Çoğunluğu koleraya yakalanmıştı Revirlere kaçak olarak konyak ve sert


İçkiler sokuluyor, hastabakıcılar da en az hastalar kadar içiyordu Hastalar pislik içinde hastaneye geliyor ve pis kalıyorlardı Revirler de çok ender temizleniyordu Hastabakıcılık çoğunlukla "düşmüş" kızlar tarafından yapılan oldukça "pis bir meslek"ti Çoğu yarım gün hastabakıcılık, yarım gün ******lik yapıyordu


Florence Nightingale'in fikirlerine kimsenin kulak asmayışına, arzularını gerçekleştirebilmesi için daha yıllar gerekmesine şaşmamak gerek


Şimdilik yalnız bir seçeneği vardır Kamu sağlığı ve hastaneler hakkında malzeme toplar ve böylece en azından kuramsal olarak bu sahada bir uzman olur Evde ise bu dik kafalı kız sorun yaratmaktadır Richard'ın evlenme teklifini reddeder Hayata daha yüksekten bakan kız kardeşiyle her gün kavga eder, "Sevgili Parthe'yi kızdırmadan ağzımı açamıyorum hiç Söylediğim, yaptığım her şey onu üzüyor" Aynı şekilde annesiyle de şiddetli kavgaları olur Bu kavgaları şöyle yazar: "Onu bu kadar hayal kırıklığına uğratmak deli ediyor beni Onun mutluluğunu böylesine bozmakla, cinayet işlemiş olmuyor muyum?"


Ancak 30 yaşlarının başlarında Florence Nightingale baba evinden ayrılır 185Tde ailesi hakkında yazdıklarında yepyeni bir ifade kullanır: "Onlardan anlayış ve yardım bekleyemem Bazı şeyleri zorla almam lazım Almak zorundayım, çünkü istediklerim verilmiyor bana"


Suçluluk duygusu taşıyan kız evlat, bağımsız, istediğini elde eden genç bir kadına dönüşmektedir Ren Nehri kıyısındaki Kaiserswerth Hemşirelik Enstitüsü'nde 1851 yılında birkaç ay geçirir Hemşirelerin hastalara özveriyle bakmalarına hayret eder Fakat, sağlık şartlarını "tüyler ürpertici" bulur Hasta bakımının temelden ıslah edilme gereğine olan inancı daha da güçlenir "En sonunda yaşamanın ve yaşamı sevmenin ne demek olduğunu anlıyorum," diye itirafta bulunur anne ve babasına yazdığı bir mektupta "Hayaller'^ ihtiyacı yoktur artık 1852 yılının özel notlarında, "Kendi kaderimi kendim belirleyeceğim," der


Özveri ve kendini adamak - evet, ama bu da tek başına yetmez Her meslek gibi hastabakıcılığı da doğru dürüst öğrenmek gereklidir Ve hastanelerin dış görünümü mutlaka değiştirilmelidir Florence Nightingale Londra'ya geri döndüğünde bu fikirleri ile büyük ilgi toplar Yepyeni bir hemşire tipi yetiştirilmelidir Nasıl olacaktır bu?


"Dini cemiyet falan kurmak istemiyorum, aksine iyi para ödenen bir meslek dalı kurmak istiyorum Ahlaken, ruhen, bedensel olarak hemşirelik mesleği için gerekli koşullara sahip, hangi sınıf ve mezhepten olursa olsun her kadına en iyi eğitimi vermek ilkem olmuştur daima Hastalara yardım etmek isteyen kişi duygusal bir hayalperest değil, aksine zor işleri seven, sadık biri olmalıdır" Ve bu bağlamda önyargıların duvarına toslar durur Onyıllar boyunca


Mart 1854: İngiltere ve Fransa Rusya'ya savaş ilan eder Eylül ayında müttefik birlikler Kırım'a çıkar Times'ta savaş haberleri, İngiliz askeri hastanelerindeki korkunç durumları anlatan yazılar çıkar Yaralı erkekler pis battaniyelere sarılmış yerlerde yatmaktadır Mutfak yoktur, onlara içmeleri için bir şeyler verilecek kap veya fincanları da yoktur Yeterli doktor olmadığı için tedavileri yapılamaz Hatta sargı malzemesi bile yoktur


Ordudaki sağlık işlerinden de sorumlu olan işbaşındaki Savaş Bakanı Sidney Herbert, "Niçin şefkatli hemşirelerimiz yok? Bu konuda Fransızlar bizden çok üstünler," şeklindeki şikâyet ve sorular üzerine, derhal harekete geçer:


"Sayın Miss Nightingale,


Gazetelerde Üsküdar'daki askeri hastanemizde hastabakıcılara büyük ihtiyacımız olduğunu okumuşsunuzdur Oraya gitmek isteyen hanımlardan sayısız teklifler alıyorum, fakat bunlar bir askeri hastanenin ne olduğunu bilmeyen, orada olmakla görevlerini yapacak tabiatta olmayan kadınlar Ciddi durumlarda ya işten kaçacaklar ya da tümüyle faydasız kalacaklardır Daha da kötüsü ayak bağı olacaklardır


İngiltere'de böyle bir işi örgütleyip denetleyebilecek tek bir kişi tanımıyorum Hastabakıcıların seçimi ve görevlendirilmeleri hiç de kolay olmayacaktır Bir sürü hevesli ve duygusal hanım askeri hastanelere salınsa, belki de orada birkaç gün sonra işlerine engel olunan, otoriteleri bozulan kişiler tarafından kapı önüne koyulacaklardır O halde benim basit sorum şu olacak: Böyle bir girişimi yönetme çağrısına kulağınızı tıkar mıydınız:


Sidney Herbert'in bu yazısı ile Florence'in devlete yardım teklif ettiği mektup birbiriyle çakışır Böyle bir görev için Florence Nightingale uygun kadınları seçerken "hasta bakımını" doğru dürüst bir meslek haline getirmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlar Çünkü kendisine başvuruda bulunanlar ya Londra'daki hastanelerden tanıdığı "şişman ve ayyaş" kadınlar, ya da vücutlarından çok hastaların ruhlarıyla ilgilenmek isteyen herhangi bir mezhebe mensup hemşire ve rahibelerdir "Mükemmel, kendini adamış kadınlar," der Florence Nightingale, "ama hastaneden çok göklere yaraşırlar Hastalar arasında elsiz melekler gibi havada gezinip duruyorlar"


Florence Nightingale'in küçük ekibiyle Üsküdar ve Balaklava'daki (Kırım) İngiliz hastanelerinde karşılaştığı durum Times gazetesi haberlerinden tahmin edileceğinden daha kötüdür Örneğin 4ü kadın, biri mutfak, diğeri daracık bir hücre olan 6 odaya sığdırılmıştır Hastaların ve yaralıların kaldıkları yerlerdeki pislik ve bakımsızlığın tarifi mümkün değildir


F Nightingale'e sık sık "Bu canavarları şımartmayın!" denir Temiz yatak çarşafı ve hastalara özel diyet yemeği "görülmemiş bir lüks" olarak kabul edilmektedir Genç bir kızdan beklenmeyecek bir azimle bu "iyi aile kızı" temizlik ve hasta bakımı konusundaki fikirlerini kabul ettirir Başarı: En basit temizlik önlemlerinin alınmasıyla birlikte ölüm oranı düşer


Birkaç ay gibi kısa bir zamanda Florence Nightingale ve hastabakıcıları, kışlaları insana yakışır yerler haline dönüştürür ya da yeni askeri hastaneler açarlar Askerler "Bayan Nightingale'leri"ne taparlar O "Tanrı'nın bir hediyesidir, "tatlı gülümsemesiyle bir melektir ve gecenin geç saatlerine kadar hasta ve yaralılar arasında görev yapan "Lambalı Hanunefendi"dir


1855'te kendisi de o ünlü "Kırım Ateşi"ne yakalanıp hastalandığında, "Yaralılar duvara dönüp ağlıyorlardı Tüm umutlarını ona bağlamışlardı," diye yazar çavuşlardan biri eve yolladığı mektupta


Hastalığı atlatır 1856'da son hasta da taburcu edilir Bayan Nightingale görevini tamamlamıştır Artık vatanına geri dönebilecektir


Bu arada İngiltere'de bir efsane yayılmaktadır İngiliz ordusundan sağ olarak eve dönen askerler, "Tanrısal" Nightingale'in öyküsünü anlatmaktadır Adına sayısız şarkılar bestelenmiştir Gemilere adı verilmiş, portreleri satılmış ve Madam Tussaud'nun ünlü mumyalar müzesinde yerini almıştır bile Kendi kişiliği üzerine kopartılan bu kadar patırtıdan fazlasıyla rahatsız olur Fakat onu

gururlandıran ve mutlu eden bir şey vardır: Artık hastabakıcılar ilgi ve saygı görmenin tadını çıkarmaktadırlar Bu mesleğe kendine özgü bir imaj kazandırmıştır


Kendisi için toplanan "Nightingale Fonu" ile ilk Hastabakıcı Eğitim Okulu'nu kurar Müracaat eden kadınlar en katı kurallara göre seçilirler Her gün ders görürler ve yardımcı hastabakıcı olarak pratik çalışmalar da yapmak zorundadırlar Ayrıca her biri için "ahlak" raporu tutulur Çünkü hastabakıcılar bir daha asla sarhoş, bilgisiz ve ahlaksız damgası yememelidir


Florence Nightingale daha sonraki yıllarda İngiliz ordusu hakkında istatistiki bilgiler yayınlar Yeni sivil ve askeri hastanelerin gerekli sağlık koşullarına uygun bir şekilde inşası söz konusu olduğunda, o gönüllü danışman haline gelmiştir İstekleri genellikle savaş bakanlığını rahatsız eder Deneyimleri hakkında birçok kitap yazar En tanınmışı; Hasta Bakımı Üzerine Düşünceler, aile için pratik bir el kitabı olur


Bu kitapta önerdikleri o kadar doğal şeylerdir ki: "Temiz hava, günışığı, temizlik ve ölçülü beslenme" Fakat onun devrinde bunlar beklenmedik yeniliklerdir Florence Nightingale genç kızların kendi vücutları hakkında daha fazla bilgiye sahip olmaları gereğini söylemek cesaretini bile gösterir Bu tür cümleler kafaları karıştırır! Ya Florence'in ailesi bir zamanların beğenilmeyen kızlarının birdenbire üne kavuşmasına ne tepki göstermiştir?


Florence bir kız arkadaşına yazdığı mektupta tipik bir sahneden söz eder: Annesi ve kız kardeşi divana uzanmış "İkisinin de tüm uğraşı birbirlerine çiçeklerin düzenlemesinde kendilerini yormamalarını rica etmek Bana, sen çok eğlenceli bir hayat sürüyorsun, dediler Tamamen sağlıklı iki insan bütün gün divana uzanmış, kendilerini ve başkalarını, kendisi aşırı yorgunluktan ölen biri için özverilerinin kurbanı olduklarına inandırmaya çalışıyorlar!"


Belki de Florence'ın kendi toplumundaki kadınlar hakkında edindiği bu tür deneyimler, onun yaşadığı dönemde kadın hareketlerine neden kuşkuyla baktığını açıklar Örneğin, erkeklerle eşit koşullarda doktorluk eğitimi görme isteminde bulunan kadınları desteklemez Ona göre şu anda yararlanabileceklerinden daha fazla imkânlara sahiptirler Kadınların seçme ve seçilme hakkı konusunu da boş bulur "Ben kendi seçim hakkımı hiç kaybetmedim," olur bu konudaki tek yorumu


Yaşamının son yıllarında, Florence Nightingale, (90 yaşına gelmiştir) evini bir daha terk edemez Kör olur Ölümünden üç yıl önce İngiliz Kralı'ndan Britanya İmparatorluğu ve İnsanlık Yüksek Hizmet madalyası alan ilk kadın odur Öldüğünde yalnız Amerika'da binin üzerinde Nightingale Okulu vardır Hemşireliği saygın bir meslek yapma amacına ulaşmıştır; "İyi kazanç getiren bir meslek haline getirmek" düşüncesi ise bugüne dek hâlâ gerçekleşememiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Geçen Kadınlar

Eski 08-17-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Geçen Kadınlar





Mary Wollstonecraft







DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1759-1797)


17201er Robinson Crusoe adlı kitabın yazarı Daniel Defoe, İngiltere'de "Kadınlar Akademisi" kurulmasını önerir


1750'ler "Mavi Çorap" (Blue Stockings) sözcüğü Londra'da bir edebi akımın öncülüğünü yapan kadınlara takılan alaycı bir sözcük haline gelir


1776 ABD'de bağımsızlık ve "İnsan Hakları Beyannamesi" açıklanır


1789 Amerikan örneğine göre Fransızlar da "İnsan Hakları Bildirgesini yayınlarlar


1791 Fransız kadınları yalnızca erkeklerin katıldığı ulusal kongreye "Kadın Hakları Bildirgesini" getirirler


1792 Mary Wollstonecraft'ın "Kadın Hakları Savunusu" yayınlanır


1798 Mary Wollstonecraft'ın ölümünden bir yıl sonra Amerikalı Charles Blockden Brown, Wollstonecraft'ın etkisi altında kalarak kadının durumunun düzeltilmesi için bir yazı yazar: Alenin, İkili konuşma; zamanla unutulmuş bir eserdir bu

"KADINLARI AKILLI-ÖZGÜR VATANDAŞLAR YAPMALI"


Neden erkek çocuklar kız çocuklardan başka muamele görür, yani tercih edilirler?


Daha altı yaşında bir kızken, İngiliz Mary Wollstonecraft bu soruyla uğraşır Dedesi öldüğünde yedi yaşındaki erkek kardeşinin nasıl tek varis olduğuna tanık olur Mary'nin eline hiçbir şey geçmez, çünkü "o zaten sadece bir kız çocuktur" Bu cümleyi daha sonraki yıllarda da aile içinde sık sık duymak zorunda kalır


Ailesi: Baba, Edward John Wollstonecraft, karısı ve çocukları ile durmadan adres değiştiren, daldan dala konan bir tiptir İçkiyi fazla kaçırdığında -ki bunu çok sık yapardı- hırslanan, kendisine hâkim olamayan biridir Anne, Elizabeth Wollstonecraft, "kocasına kul köle olanların en kölesi ve en birincisi görünümündedir" En azından Mary'nin müstakbel kocası ve biyograf William Godwin, annesini böyle tanımlar


Kendini anne ve babası tarafından geri plana itilmiş hisseden Mary hakkında ise "Mary daha çocukken çok kindardı," diyor William Mary Wollstonecraft'ın çocukluğu hakkında daha ne biliyoruz? Ona, yani ikinci büyüğe, ev kadınlığı görevleri çok erken yaşta yüklenir Erkek kardeşi Ned'in okula gitmesine izin verilirken, Mary ev işlerine yardımcı olmak ve kendisinden küçük üç kardeşine bakmak zorunda kalır Okuma yazmayı ikincil bir iş olarak yaşlı bir kâhyadan öğrenir


O zamanlar, kimse kız çocuklarının "cazibeli ve erdemli bir izlenim bırakmak" dışında bir şeyler bilmeleri gerektiğine inanmazdı 18 yüzyılın haftalık dergilerinden biri olan Tatler, Mary ve onun tüm çağdaşlarının nasıl eğitilmesi gerektiği konusunu aynen şöyle dile getiriyordu: "Onların bilgisi sadece eğitimli bir masumiyettir"


Kızların eğitimi devlet tarafından en ufak bir şekilde desteklenmezdi Koca buluncaya dek ders vererek para kazanma yolunu seçmek zorunda kalan tek tuk yoksul kızlar vardı Böbürlene böbürlene "Bu okulda genç bayanlara ders verilir ve isterlerse yatılı da okurlar" şeklinde ilan veren özel okullar da vardı Birkaç kelime de olsa yarım yamalak Fransızca, birkaç zarif dans hareketi, piyanonun ilk bilgileri ötesinde genç bayanlara bu okullarda da bir şey öğretilmezdi


Kızlara, kendilerini salt dış görünümleriyle, ustaca toplanmış saçları, dantelalı başlıkları ve rahat hareket etmelerini iyice engelleyen sıkı sıkıya bağlanmış korseleri ile nasıl bir bayan, bir hanımefendi olmaları gerektiğini öğretmek daha önemli görünürdü


On beş yaşındaki Mary de bu yöntemin kendisi üzerinde uygulanmasına izin vermek zorunda kalır Ailesi içinde kendisini eskiden olduğundan daha fazla yalnız hisseder İçinde tek başına olacağı, düşünebileceği, kendine ait bir odası olsun ister Sadece geçimini sağlamak için evlenmek onun için söz konusu bile olamaz!


On sekiz yaşındaki kız arkadaşı Fanny'ye sırılsıklam âşık olduğunda on altı yaşındadır Fanny ile birlikte ev tutup birlikte yaşamak, Fanny'nin geçimini sağlamak ister Böylece kendisine bir iş arar; yaşlı, zengin bir hanımın nedimesi olur Ekonomik özgürlüğe ilk adımını atar


1781 sonbaharında Mary eve geri çağrılır Annesi ağır hastadır ve ailenin en büyük kızı olarak onun bakımını üstlenmesi en doğal şeydir "Birazcık sabret, yakında her şey geçer," cümlesi Mary'nin annesinden duyduğu son sözlerdir Kadınların yaşamının tam bir sembolü gibi algılar Mary bu sözleri Özgürlük, kişisel özgürlük sadece erkekler içindi


Mary bunu akraba ve tanıdık çevrelerinde, her yerde yaşar Annesi, kocasının aşağılamalarına katlanmak zorundadır Fanny'nin ebeveynlerinin evliliğinde de durum aynıdır Genç yaşta evlenip daha yeni anne olan Mary'nin kız kardeşi depresyon geçirir "Kadınlar düzenli şekilde sıfıra indirgeniyor" teşhisini koyar Mary Wollstonecraft Henüz bu tür düşünceleri ifade etmeye hazır değildir Yine de işe koyulur


Kız kardeşi Eliza'yı, takma isimle kendisiyle birlikte Londra'ya seyahat etmeye ikna eder Mary daha sonra, "Eliza, yolculuk sırasında sinirden evlilik yüzüğünü kemirip duruyordu," diye anlatır bu kaçışı İki kız kardeş bir otele yerleşip Fanny ile bir okul açmayı kararlaştırırlar "Namuslu şekilde" geçimlerini başkaca nasıl sağlayabilirlerdi?


Üç kadın da bu okul ile gerçek mutluluğa ulaşamazlar Eliza kocasını ve çocuğunu terk ettiği için suçluluk duymaktadır Mary öğretmenlik mesleğini pek sevmez ve Fanny en sonunda âşık olur, evlenir ve Lizbon'a taşınır Mary'nin en sevdiği arkadaşı, ilk bebeğini doğururken ölür Mary hiç düşünmeden, beş parasız, ona bakmak için Portekiz'e gider Geri döndüğünde üç kadının kurduğu okul o kadar aksamıştır ki artık sürdürmek olanaksızdır


Mary kendisi ve kız kardeşi için mürebbiyelik aramaya başlar Bir yıllığına İrlanda'da Lord Kingsborough diye birinin evine gider Peki ya bundan sonra?


Mary Wollstonecraft için hayat yirmi sekizinde başlar Londra'ya geri döner Geçmiş yıllarda mürebbiyelik, öğretmenlik, nedimelik mesleklerini denemiş ve bunların arzuladığı meslekler olmadığını fark etmiştir Yazmak, zihinsel çalışmayla kişisel özgürlüğünü yaratmak ister


Kingsborough'larda mürebbiyelik yaparken Mary adlı uzun bir hikâye yazmıştır Buna ilişkin yorumu şöyledir: "Benim hikâyem en tatlı seslerin bile yankısı olmakla yetinmeyen, düşünce gücüne sahip az sayıda seçkinler arasına girmiş bir kadının varlığını göstermelidir!" Onun bu açıklaması bile yaşadığı zamanda Mary Wollstonecraft'ın yepyeni bir kadın tipi çizdiğini gösterir İkinci küçük kitabı Kız Çocukların Eğitimi de, ilki gibi, ünlü Fleet-Street yayımcısı Joseph Johnson tarafından yayınlanır


Johnson, Mary'i ilk gördüğü andan itibaren ona hayran olmuştur Herhalde Mary'nin ele avuca sığmayan özgürlük arayışından etkilenmiştir Bu henüz tanınmayan genç kadını yayınevine editör olarak alır ve kitaplarını yayımlar Çoğunluk tercüme yapan (kendi kendine Fransızca, Almanca ve İtalyanca öğrenmiştir!) ve eğitim sorunlarına ilişkin makaleler yayınlayan yazar Wollstonecraft'ı kamuoyu henüz benimsememiştir


790'da otuz bir yaşında iken birdenbire üne kavuşur Hem de öylesine bir üne kavuşur ki, William Godwin onun hakkında daha sonra şöyle yazacaktır; "Belki de hiçbir kadın Avrupa'da bir yazar olarak onun kadar ünlü olamamıştı"


Felsefeci ve politikacı Edmund Burke'ye karşı İnsan Haklarının Korunması başlıklı iddialı bir yazı yayınlar Mary Wollstonecraft Fransız Devrimi'ne karşı olan Burke, önemsiz bir kadının -Mary Wollstonecraft'ın- hiç beklenmedik bir şekilde, sert ve acımasız saldırısına uğrar Mary'ye derhal "Jüponlu Sırtlan" lakabı takılır Fakat sürekli Mary konuşulmaktadır Ve yayınevi sahibi Mary'yi tutmaktadır


İki yıl sonra, 1792'de, daha fazla ilgi çeken Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Savunması] adlı kitabı çıkar Yayınevi sahibinin dediğine göre, Mary bu kitabı altı hafta içinde yazmıştır Kitabın ithaf edildiği kişi de, Fransız devlet adamı Talleyrand'dan başkası değildir Çünkü Mary Wollstoneeraft düşüncelerinde Fransız Devrimi'nin görev ve amacına hizmet etmektedir İnsan hakları bildirgesi bu kitap için de temeldir


Nasıl olur da bu kadar sene sonra kadınlar ellerini ağızlarının önünde tutarak fısıltıyla "Bu çok, çok berbat bir kitap!" derler? Wollstonecraft'ın ifadelerindeki bu "korkunçluk" nereden kaynaklanmaktadır?


Mary, kadının ikinci sınıf sayılmasına gerekçe gösterilen tüm temel taşları yerinden oynatmaktır Örneğin şöyle der: "Kadının erkek için yaratılmış olduğu egemen görüşü herhalde Musa'nın şiirsel anlatısından geliyor Bu konuda iyice düşünen biri, Havva'nın Adem'in bir kaburgasından yaratıldığı efsanesini kelimesi kelimesine kabul etmez Erkeklerin en eski zamanlardan beri kadınları boyunduruk altına almaya hakları olduğu ve tüm yaratıkların onların zevk ve eğlenceleri için yaratılmış oldukları tezi tümüyle geçersizdir"


Kendi hayatındaki Kız Çocukların Eğitimi kitabını hatırlamış olmalı ki, hiddetle şöyle söyler: "Çocuk, özellikle kız çocuğu bir an olsun kendi haline bırakılmıyor, böylece bağımlı kılınıyor, sonra da bu bağımlılığa 'kadın doğası' deniyor Bedensel güzelliği korumak için (kadınlığın en büyük onuru!) aklı ve bedeni birbirine bağlanıyor ve oturmaya yönelik yaşam şekli, genç yaşlardan itibaren kadının kaslarını ve sinirlerini zayıflatıyor"


Mary, erkek çocuklara verilen eğitimin aynısını kız çocukları için de ister: "Bizim de erkek çocuklar gibi benzer bedensel hareketleri yapmamıza izin verilsin Yalnız çocukluk döneminde değil, gençlik yıllarımızda da Bıraksınlar bu sayede bizim vücudumuz da tam olarak gelişsin Böylece edineceğimiz tecrübeyle erkeğin doğal üstünlüğünün hangi ölçüler içinde kaldığını da görmüş oluruz"


Mary Wollstonecraft kendi deneyimlerinden şunu da bilmektedir: "Kadınların edinebileceği çok az sayıdaki mesleğin tümü de ev işleriyle ilgili"


Mary şundan da emindir: "Oysa kadınlar eczacılık eğitimi görebilir ve aynı şekilde hemşire olabildikleri gibi doktor da olabilirler Kadınlar siyasal bilimler eğitimi görerek katılımlarını en geniş tabanda pekiştirebilir"


Mary, sık sık, ne erkeklerin nefretini kazanmak ne de kadın-erkek ilişkisini bozmak amacında olduğunu vurgular Fakat kendi yaşantısında tanık olduğu türden cinsiyetler arası ilişkilere karşıdır Kadın erkeğin "hayat arkadaşı" olmalıdır Mary'nin gelecekte görmek istediği de budur: "Eğer eğitimle erkeğin hayat arkadaşı olmaya yönlendirilmezse, kadının bilgi ve ahlak yönünden ilerlemesi geciktirilir Gerçek herkesin gerçeği olmalıdır, yoksa kadının toplum üzerindeki etkisi zayıf kalır"


Kitabının sonuna doğru Mary bir kez daha özetle şöyle der: "Buradan çıkardığım sonuç gayet açık Kadınları akıllı, özgür vatandaşlar yapmalı İşte o zaman kadınlar iyi birer eş ve anne olurlar Erkeklerin kocalık ve babalık görevlerini ihmal etmemeleri koşulu ile"


Çelişki, hiddet, hayranlık Mary Wollstonecraft "herkesin dilinde"dir Ve yalnızca kendi yurdunda da değil Kitabı çok geçmeden Fransızca ve Almancaya çevrilir Sayın Talleyrand, yapıtını kendisine ithaf eden yazarı şahsen tanımak için Fransa'dan İngiltere'ye geçer Hararetli sohbetler yaparlar Talleyrand, Mary'nin kendisine çay fincanında şarap sunuşunu unutulmaz bir anı olarak anımsar Böyle bir görgüsüzlük yapmamalıydı Mary (Talleyrand bir erkek arkadaşıyla sohbet ederken de böyle bir olayı ayıplar mıydı acaba)


Fransız Devrimi sırasında Mary Wollstonecraft İngiltere'de daha fazla kalamaz 1793'te Paris'e gider Orada yazmak ve evli İsviçreli ressam Johann Heinrich Füssli'ye duyduğu umutsuz aşkı unutmak ister Paris'te Amerikalı kaptan Gilbert Imlay ile tanışır


O sırada otuz yaşların ortalarında, hayranlık duyulan ünlü bir kadındır ve aynı çocukluğunda olduğu gibi sevgiye öylesine hasrettir ki Yazarlık da yapan Imlay, ilk çocuğunun babası olur Evlenemezler Hamileliği sırasında ve kızı Fanny'nin doğumundan sonra Gilbert Imlay'a bir sürü sevgi dolu mektup yazar O ise pek ender yanıtlar bunları Mary'nin ona yazdığı son mektupta da açıkça ifade ettiği gibi, çoktan yeni bir dala konmuştur


Evlilik dışı bir anne olarak Mary Wollstonecraft Londra'ya geri döner Bir ara tüm cesaretini kaybeder Artık yaşamak istememektedir Hayatta başladığı her şeyin başarısızlıkla sonuçlandığını sanmaktadır Thames Irmağı'nda boğulmaktan son dakikada kurtarılır Her şeye baştan başlamak zorundadır


Bu sırada yayıncısı vasıtasıyla tanıdığı bir adam ilgilenmektedir onunla William Godwin adlı kendine özgü bu kişi, bir keşiş gibi yaşamaktadır Yazan, düşünen ve zamanın yaşam sorunlarıyla boğuşan biridir


Mary'yle derin bir dostluktan aşka dönüşen ilişkisini şöyle ifade ediyor: "Birbirimize ilgi duyduk, Mary benim için aşkın en şefkatli şekliydi Bu aşk her iki tarafta da aynı ölçüde büyüdü Açıklama zamanı geldiğinde, her iki taraf için de dile getirilecek bir şey kalmamıştı"


Mary yeniden hamile kalınca, William Godwin'le evlenirler Aslında ikisi de evliliğe karşıdır Mary'nin evliliğe karşı olduğu zaten bilinmektedir Godwin de yazılı ve sözlü olarak durmadan bu tarz birlikte yaşamaya karşı olduğunu açıklayagelmiştir Fakat Mary en azından ikinci çocuğuna toplumsal meşruiyetini vermek istemektedir Bu şekilde eski yeminini bozar Hamilelik sırasında iki kitap üstünde birden çalışmaktadır: Kadının durumu ve bir çocuk kitabı Her iki kitap da yarım kalır Mary Wollstonecraft otuz dokuz yaşında, ikinci kızının doğumundan on gün sonra ölür


Ölümünden yaklaşık iki yüzyıl sonra onun çığır açan fikirlerini okuyabilmemizi bir İsviçreli kadına borçluyuz Zürihli Berta Rahm 1975'te Mary Wollstonecraft'ın Kaçlın Haklarının Savunusu kitabını yayınladı Berta Rahm önsözünde; "Onu okuduğumda benden önce onca kadının bu öncüye niçin hayranlık duyduğunu veya kendilerine şu soruyu sorduklarını anladım: Niçin biz hâlâ daha ileri bir aşamada değiliz?



BİTENZİ


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.