Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikayeleri, türkülerimiz

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri





Sarı Gelin 1

Erzurum çarşı pazar
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin

İçinde bir kız gezer
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Elinde divit kalem
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin

Katlime ferman yazar
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Palandöken yüce dağ
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin

Altı mor sümbüllü bağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Seni vermem yadlara
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin

Nice ki bu canım sağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim


Kıpçak Türkleri
Erzurum

Faruk Kaleli'den derlenmiştir Türkünün Ermenice bir çeşitlemesi de bulunmaktadır



Sarı Gelin 1


Eski bir türkü, son günlerde yeniden sık çalınır ve dinlenir oldu Günlük bir gazetede çıkan yazıdan, türkü hakkında çeşitli iddiaların ortalıkta dolaştığını öğrendik (Hürriyet-2000) Önce bu iddialara bakalım: "Azerbaycanlılar, bu türkünün Azerî türküsü olduğunu ifade ediyorlar Azerbaycan Büyükelçisi, "Ermenicede sarı ve gelin kelimeleri yok Bizde iki üç yüz yıldan beri söyleniyor Milletvekili Yılmaz Karakoyunlu, bu türküyü Ermenilere mal etti!" diye dert yanıyor

Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu coğrafyasında ortaya çıkmıştır Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmışlardır

Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ve Kür ırmakları boyunda yaşayan Hristiyan Kıpçak beyinin kızıdır Bölgeye gelen Arap din adamlarından birinin âşık olduğu bu sarışın güzel etrafında gelişen efsaneler, Kars ve Erzurum yörelerinde yaşamaktadır

Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur

Bu yazıda, Çoruh ve Kür ırmakları boyunda yaşayan Kıpçak Türklerinden bahisle, onların izlerini taşıyan bir efsanenin varyantları üzerinde durulmuştur Sarı Gelin'in bu efsaneyle birlikte, birkaç varyantını tespit edebildiğimiz bir türküye konu olması ve hatta bölgede bu adla anılan bir halk oyununun bulunması, tesadüf olamaz

Eski bir türkü, son günlerde yeniden sık çalınır ve dinlenir oldu

Günlük bir gazetede çıkan yazıdan, türkü hakkında çeşitli iddiaların ortalıkta dolaştığını öğrendik (Hürriyet-2000) Önce bu iddialara bakalım:

"Azerbaycanlılar, bu türkünün Azerî türküsü olduğunu ifade ediyorlar Azerbaycan Büyükelçisi, "Ermenicede sarı ve gelin kelimeleri yok Bizde iki üç yüz yıldan beri söyleniyor Milletvekili Yılmaz Karakoyunlu, bu türküyü Ermenilere mal etti!" diye dert yanıyor

Türkü tartışmasına katılan bir Erzurumlu: "Sarı Gelin, Ermeni kızıdır Türkü, bir dadaşın bu kıza olan âşkının nağmeleridir" diyerek, türkünün hikâyesini Kurtuluş Savaşı yıllarına dayandırıyor Bir Erzurumlu da, "Bu türkü, dadaş türküsüdür" diyor

Bir başka Erzurumlu, türkünün, bir filme meze yapıldığını, güftesinin çarpıtıldığını belirterek öfkesini dile getiriyor

Milletvekili olan bir vatandaşımız, yazdığı senaryodan bahsederken, "Ermeniden beter Ermeni" üslûbuyla devletimizin Ermenilere haksızlık yaptığı noktasında duruyor Bu noktayı senaryosunun merkezi hâline getiriyor Sarı Gelin türküsünü de, Erzurumlunun dediği gibi "meze" yapıyor! Milletvekilinin ifadelerinde şunlar da var: "Sarı gyalin anbele pare pare Ermenice sarı, dağlı demekmiş Dağlı gelin yani Ermenilerin Erzurum'dan ayrılırken Sarı Gelin'in müziğini götürmelerinden daha doğal ne olabilir ki?"

Bir başka yazar söze karışıyor: "Ulusal aidiyet tartışmasını abes buldum doğrusu Müziğin vatanı olur mu? Sarı Gelin, kime ait olursa olsun, güzel bir türkü" diyor

Müziğin vatanı olur veya olmaz; ama siz gidip onun bunun dillerde dolaşan şarkısına, benim derseniz gülerler! Çok eski bir musıki tarihi olan milletin, kalkıp Ermeni'den türkü devşirmesi mümkün mü? Ama yüz yıllarca tebamız olmuş Ermenilerin bizden çok şey aldıklarını söyleyebiliriz Bunun tersi de olabilir Yani hakim halk, tebadan da alabilir Türkçedeki kelimelerin kökenine bakarsanız görürsünüz Bunlar olağan şeyler ama yüz yıllardan beri söylene gelmiş bir türkü söz konusu olursa, burada söyleyeceklerimiz vardır

Bir başka gazetede çıkan habere de göz atalım: "Yavuz Bingöl ve Yeşim salkım, Sarı Gelin'in sinema uyarlamasında Ermeni düşmanlığına karşı bayrak açacak" deniliyor Bu filmde, türkücü Yavuz Bingöl, Ermeni kızı rolündeki Yeşim Salkım'a âşık Türk subayını canlandıracakmış (Milliyet-2001)

Kıpçakların bir adı da Kuman'dır Bunlara Ruslar Polovets, Ermeniler Xartes, Almanlar Falben derlerdi ki, bu kelimelerin hepsi sarışın anlamına gelmektedir (Rasonyı-1971: 136) Kumanlarla temasa gelen üç kavim, Ruslar, Almanlar ve Ermeniler, Kumanları sadece "sarışınlar" diye isimlendirmişlerdir (Kurat-1992: 70)

Kıpçakların, güzel, sarışın, mavi gözlü, yakışıklı oldukları, birçok kaynakta belirtilmektedir (Kurat-1992: 70-72) Büyük şair Genceli Nizamî, İskendername adlı eserinde, Kıpçak güzelliğini dile getirmiştir Ayrıca şairin karısı Afak/Apak da Derbentli bir Kıpçak kızıydı Apak'ın güzelliği, şairi derinden etkilemişti Nizamî, eserlerindeki kahramanlarda onu canlandırmıştır (Resulzade-1951: 48-49)

Kumanlar, XII yüzyılda Gürcistan'da faaldiler Gürcistan'ın parlak çağının başbuğu Kubasar, bir Kıpçaklıdır Devletin, asker, maliye ve devlet işlerinde Kıpçaklar söz sahibiydiler Kraliçe Tamara'nın damarlarında da (annesinden dolayı) Kıpçak kanı vardır (Rasonyı-1971: 145)

Selçuklu Türkleri tarafından sıkıştırılan Gürcistan, onlara karşı savunmasız ve çaresiz kalmıştı Gürcistan Kralı, Kuzey Kafkasya ve Kıpçak Eli'nde yaşayan göçebe ve savaşçı Kıpçakları ülkesine davet etti Bunlar arasından çıkarılan 45000 kişilik güçlü bir orduyla Selçuklulara karşı saldırılara başladı Gürcüler, Kıpçak ordusu sayesinde Tiflis şehrini yeniden ele geçirdiler (Berdzenişvili-Canaşia-2000: 142-143)

Sarışın, insan güzeli ve Türk ırkının en yakışıklı soyundan olan Kıpçaklar, Selçuklular tarafından ezilen Gürcistan hakimi Bagratlı hanedanını, büyük bir kudretle canlandırdılar 1080 yılından itibaren Selçuklu ülkesi durumuna gelen Ahıska, Ardahan ve Göle dolayları, 1124'te Kıpçakların eline geçti Gürcülerle aynı dini, Ortodoks Hristiyanlığı paylaşan Kıpçaklar, kendi hesaplarına fethettikleri Kür ve Çoruh boylarına (Ahıska, Ardahan, Artvin ve Ardanuç dolaylarına) yerleştiler (Kırzıoğlu-1953: 377) Bugün Kür ve Çoruh ırmakları boyu ile Çıldır Gölü çevresinde yaşayan halk, Kıpçakların torunlarıdır (Kurat-1992: 84)

Gürcistan'a bağlı bir beylik iken bölgeye gelen İlhanlıların da yardımıyla 1267 yılında Tiflis'ten kopan Kıpçak Atabekliği Hükûmeti, III Murat zamanında, 1578 yılında Serdar Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşanın fethiyle Osmanlı Devleti'ne katıldı (Zeyrek-2001) Bugün Ahıska, Ardahan, Artvin ve Erzurum'un kuzey ilçelerindeki kilise kalıntıları, Osmanlı zamanında Müslüman olan bu Ortodoks Kıpçakların hatıralarıdır

Azerbaycan'da Kür ırmağı boylarında yaşayan bir efsane, edebî eserlere de konu olmuştur Azerbaycanlı şair Hüseyin Cavid, Şeyh San'an adlı manzum piyesinde, konusunu halk arasındaki yaygın efsanelerden almıştır Arabistan'dan bu bölgeye gelerek İslâm dinini yaymağa çalışan din adamlarıyla ilgili bir efsanede, Şeyh San'an'ın Tiflis-Gürcü Padişahının güzel kızı Humar Hanıma karşı duyduğu aşk macerası anlatılır Bu kız uğruna Hristiyan hayatı yaşayan Şeyh, yedi yıl sonra kızı Müslüman eder Birlikte kaçmağa karar verirler Bunları takip eden kralın askerleri yetişince, âşıkların dileğiyle yer yarılır, âşıkları içine alır Âşıkların girdiği yerden kaynar sular çıkar Kızına ve yaptıklarına üzülen kral, bu suyun üzerine bir kilise yaptırarak hatıra bırakır (Kırzıoğlu-1953: 379-380)

Ortodoks Kıpçaklardan kalan hatıralardan biri de Kars ve Erzurum çevresinde anlatılan "Şeyh San'an ile Kralın Sarı Kızı" efsanesidir Bu efsaneyle birlikte bir de türkü, günümüze kadar gelmiştir Türküye geçmeden önce, Ortodoks Kıpçak Türklerini Müslüman etmek için çalışan İslâm misyonerlerinin macerasını ve sarışın Kıpçak kızlarının hatıralarını yaşatan bir efsanenin iki varyantını özetleyelim:

Abdulkadir Geylanî'nin arkadaşı olan Şeyh San'an, bir bedduaya uğrayıp yolu Penek'e düşmüş Şeyh San'an, çobanlık yapıyor, Penek padişahının domuzlarını güdüyormuş Şeyhin nefsine ağır gelen domuz çobanlığı aynı zamanda eziyetli bir işti

Şeyh, bu şekilde çile doldurmakta iken, Penek padişahının biricik evlâdı olan güzeller güzeli Sarı Kız'a da âşık olmuş Hristiyan kız, şeyhin aşkından habersizmiş Bu duruma üzülen şeyh, Allah'a yalvararak kızın gönlüne kendi aşkının düşmesini dilemiş Dileği kabul olmuş Kız da şeyhe ilgi duymaya başlamış, hatta Müslüman olmuş Yedi yıllık çilesi dolan şeyh, bir gün Allahuekber dağlarından tef sesi geldiğini duydu Bu ses, çilesinin bittiğine işaretti Meğer tefi çalan, Geylanî'nin gönderdiği kırk mücahit müritmiş

Şeyh, tef sesinin geldiği dağa doğru koşmuş Onu gören Sarı Kız da arkasından koşup yetişmiş Bunu gören saray halkı, durumu padişaha bildirmiş Ordu, kaçak âşıkların ardına düşmüş Şeyhle kız, Allahuekber dağındaki kırk müride yaklaşmış Bu durum, Mısır'da Abdulkadir Geylanî'ye mâlum olmuş Oradan attığı teber, şeyhe ulaşmış Şeyh, bu teberle kâfir ordusuyla vuruşmaya başlamış Penek güzeliyle kırk mürid de cenge girmişler Kırk mürit şehit düşmüş Şimdi onların yattığı yere Kırklar, Kırk Şehitler Mezarlığı deniyor Dağın tepesine yetişen Şeyhle sevgilisi de tam tepede şehit düşmüşler Bunların yattığı yer şimdi ziyaretgâhtır Buraya ağzı eğri gidenin düz geldiği, dileklerin kabul olduğu inancı yaygındır (Kırzıoğlu-1949)

Bu efsanede geçen olayların yaşandığı yer, Gürcü tarih kaynaklarında Bana olarak geçen Penek'tir Penek, eskiden kalesi olan bir taht şehriydi Dede Korkut Oğuznamelerinde, "Ban Hisarı" denilen yer de burasıdır (Kırzıoğlu-2000:76) Osmanlı zamanında, merkezi Ahıska olan Çıldır Eyaletine bağlı bir sancak olmuştu Burası günümüzde, Erzurum'un Şenkaya ilçesine bağlı bir köydür

Sarı Gelin türküsünün kaynağı olan bu efsanenin diğer bir varyantı, önce mahallî bir gazetede, sonra da bir kitapta yer almıştır Hüseyin Köycü tarafından derlenen efsane, Şenkaya gazetesinin dokuz sayısında tefrika edilmiş (Köycü-1950-51); bundan birkaç yıl sonra da Ali Rıza Önder'in kitabına girmiştir (Önder-1955: 73-76)

"Şeyh Abdülkadir Geylanî'nin müritlerinden Sananî, şeyhine darılarak firar etti Yolu Erzurum ve Oltu'ya düştü Burada tanıştığı bir dervişle yola çıktılar Penek suyu kıyısına geldiklerinde, derviş, genç Sananî'den kendisini karşıya geçirmesini istedi Sananî, bu teklifi kabul etmeyince, dervişin, "Benden esirgediğin omuzlarına, domuz yavruları binsin!" bedduasına uğradı Misafir oldukları Hristiyan Penek beyinin güzel kızına vurulan Sananî, misafirliği uzattı ve sarayın hizmetçileri arasına katıldı Kendisi sarayın domuz çobanı olmuştu

Şeyhi Geylanî, müridi Sananî'nin bu hâlini öğrendi ve çok üzüldü Beş yüz müridinden, onu kurtarmalarını, gerekirse sevgilisiyle birlikte getirmelerini istedi Müritler, Sananî'yi, domuz güderken buldular; şeyhin isteğini Sananî'ye bildirdiler Sananî, ancak sevgilisiyle birlikte gelebileceğini söyledi Bir sabah erkenden kızı aldığı gibi, kendilerini bekleyen müritlere doğru yola çıktı Hep birlikte karlı dağa doğru yürüdüler Onların yokluğunu anlayan saray görevlileri, çevre köyleri aradılar, bulamadılar Dağlara yöneldiler Âşıklar ve müritler, takip edildiklerini anlayınca kaçmaya başladılar ve dağın güneyine sarktılar Takipçiler yetişince çetin bir savaş oldu Bugünkü Allahuekber dağları, adını bu müritlerin "Allahuekber" sedalarından almıştır Âşıkların ve müritlerin mezarları da ziyaret yeridir"

Bu iki varyant arasında küçük farklar olsa da, olayın özü ve motifler aynıdır Günümüze kadar gelen Sarı Gelin türküsünün kaynağı işte bu efsanedir Sarı Gelin, Penek beyinin kızı, Sinan da San'an veya Sananî'dir Görülüyor ki burada Ermeni yok!

Efsaneler, tarih değildir; onlardan bilimsel sonuçlar çıkarılamaz Bununla birlikte efsaneler, muhayyelesinden çıktığı milletin hangi değer yargılarını benimsediğini gösterir Onu ortaya koyanların nelere inandığını, ne gibi ahlâk esaslarına değer verdiğini açıklar Efsaneler, bir milletin manevî nabzının ölçüsü, toplumsal mizacının ifadesidir Efsanelerde toplumun şuuraltı hazinelerinin anahtarları saklıdır (Uyguner-1956)

Efsaneler, sebebi ve kaynağı bilinmeyen birçok olayın izahında, halk muhayyelesinin meydana getirdiği hikâyelerdir Bir folklorcunun dediği gibi, efsaneler hayallerde doğar, gönüllerde beslenir, dudaklarda ve kalemlerde yaşar (Önder-1955: 6) Zamanla yeni unsurlar alır ve büyür

Sarı Gelin türküsüne konu olan efsane de, halkın dilinde yaşarken, kim bilir, ne zaman ve hangi yeni olay üzerine türküye dönüşmüştür Türkünün ve efsanenin merkezinde bulunan kahramanlar aynıdır: Sarı Gelin ve Şeyh San'an/Sinan

1918 yılında, bir hey'etle birlikte kuzeydoğu illerimizi gezen tarihçi Ahmet Refik Bey, Sarı Gelin türküsünü, Göle'nin Okçu köyünde tespit etmiştir Bu seyahat notlarından meydana gelen kitabında şunları yazıyor:

"Okçu köylü Ali'nin en güzel söylediği, Diyarbekir'de, Erzincan'da, Erzurum'da Kürdî nağmelerle okunan bildiğimiz bir türkü Fakat ezgiler burada daha hüzünlü, daha kederli Türkünün konusu gayet şâirane: Bir Türk delikanlısı köyünde yaşayan bir Hristiyan kızını seviyor Sabahleyin tarlaya giderken peşinden ayrılmıyor Akşamları sürüler ağıllarına dönerken sevgilisinin güzelliğini seyrederek ruhunun ateşini dindirmeye çalışıyor Kalbi ve kafası o derece meşgul oluyor ki, sonunda taptığı haçı, sevdiği salibi/haçı görmek istiyor Kalbi heyecan içinde çarparak bir pazar sabahı kalkıyor Güneş yamaçlara altınlar serper, kuşlar tatlı cıvıltılarla ortalığı şenlendirirken kiliseye gidiyor Bir köşeye çekiliyor Sevgilisinin taptığı haçı, kilisede yapılan ayini seyrediyor Türkü şöyle başlıyor:

Vardım kilsesine baktım haçına
Mâil oldum bölük bölük saçına
Kız seni götürem İslâm içine
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Âh seni vermem dünya malına

Şarkının nakaratı o kadar hazin, o derece tesirli ki Ali, elini şakağına koymuş, gözleri yaş dolu, ruhundan kopan acılarla feryat ediyor:

Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Seni vermem dünya malına

dedikçe güya ağlamak istiyor Sarı Gelinler orada da mı bedbaht âşıkları bu derece büyülemişler (Altınay- 2001: 71-72)

Sarı Gelin türküsünün halk ağzında dolaşan ikinci dörtlüğü de şöyledir:

Vardım kilsesine kandiller yanar
Kıranta keşişler pervane döner
Tersa sevmiş deyin el beni kınar
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Seni saran neyler dünya malın
(Seni alan neyler dünya malın)

Ünlü "Kars Tarihi" adlı eserinde, Kıpçaklardan bahsederken, Sarı Gelin türküsüne de değinen Kırzıoğlu, bu türkünün Kars ve bir zamanlar halkı Türklerden meydana gelen Erivan'da söylenen bir başka varyantını da verir:

İrevan çarşı pazar
İçinde bir kız gezer
Elinde divit kalem
Dertliye derman yazar

dörtlüğü ile başlayıp:

Sarı Gelin, sarı kız
Ettin ömrüm yarı kız

nakaratlarıyla ve bar/halay havası olarak da söylendiğini belirtir (Kırzıoğlu-1953: 380-381)

Kırzıoğlu, türküde:

Sarı kız, Sarı Gelin
Dünyanın varı gelin

nakaratı olduğunu da şifahen belirtmiştir

Burada bahsettiğimiz on birli ve yedili heceyle söylenen iki çeşit Sarı Gelin türküsü olduğu anlaşılıyor Her iki türküde de Sarı Gelin ve Sinan isimleri geçiyor Bu isimlerin efsanedeki Şeyh San'an ile sevgilisinden geldiği açıktır Ünlü Türkolog Prof Dr Kırzıoğlu, "Sarı Gelin türküsü ve Şeyh San'an efsanesi, XII yüzyılda Kafkaslar kuzeyinden gelen Ortodoks Kuman/Kıpçakların hatırasından kalmıştır" diyerek türkünün kaynağını kesin şekilde belirtiyor (Kırzıoğlu-1958: 133)

Ünlü şair ve yazar Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum halk havalarından bahsederken, "Erzurum çarşı pazar, diye başlayan bu türkünün canlandırma kudretine daima hayran oldum" Demektedir (Tanpınar-1976: 201)

Sarı Gelin, bir oyun havası olarak, Kars oyunları arasında da geçmektedir (Bugün-1959) Gazimihal'in, "Yurt Oyunları Kataloğu" ile Kırzıoğlu'nun, "Kars İli Halk Oyunlarının Adları"nda Sarı Gelin'i de görüyoruz (Tan-1977; Kırzıoğlu-1960)

Azerbaycan'da söylenen Sarı Gelin nakaratlı türkünün ilk kıtası şöyledir:

Saçın uzun hörmezler
Gülü gonçe dermezler
Bu sevda ne sevdadır
Seni mene vermezler
Neynim aman Sarı Gelin (Namazeliyev-1993: 62)

Sarı Gelin türküsünün bir Türk eseri olduğunu böylece ortaya koyduktan sonra, meselenin Ermeni tarafına da bakalım Şunu hemen belirtmeli ki, türkünün ortaya çıktığı coğrafyada Türk unsuru hakimdir Ermeniler ise bir azınlıktır Büyük imparatorluklar kurmuş bir milletin, kendi himayesinde yaşayan bir azınlıktan türkü, hele oyun havası alması uzak bir ihtimaldir

İkinci bir husus da türkünün dayandığı mevcut folklor malzemesidir Bu malzeme olmasaydı, türkünün kaynağı meçhul kalacaktı O zaman, bir propagandaya malzeme olsa da, türkünün Ermeni mahsulü olup olmadığı tartışılabilirdi Hâlbuki durum öyle değil Türküyü ortaya çıkaran kuvvetli halk edebiyatı verimlerine sahibiz

Osmanlı Devleti zamanında, Türk'ün sadece kuvveti değil kültürü de üstündü Bu üstünlük, diğer kavimleri de derinden etkilemiştir Klasik müziğimizdeki Ermeni besteciler, bunun açık delilidir Bizim ruhumuzu terennüm eden nağmeleri onlara çaldıran ve söyleten, bizim kültürümüzün zenginliği ve derinliğidir

Ermenilerin âşık edebiyatımızdaki yeri üzerinde lâyıkıyla durulmamıştır Bilhassa XIX yüzyılda çok güçlü olan âşık edebiyatımızın etkisinde kalan Ermeni âşıklar bulunmaktadır Buna en canlı örnek, Ahılkelekli Kenziya'dır

Posoflu ünlü halk şairi Yusuf Zülâlî, defterlerinden birinde, Kenziya'dan bahsetmektedir Zülâlî, Kenziya'yla 1892 yılında Batum'da karşılaşmıştır Bu sazlı sözlü karşılaşma esnasında, Kenziya şöyle demektedir:

Bir anadan bir babadan gelmişiz
Biz buna etmişiz iman Zülâlî
Eğer böyle ise niçin olmuşuz
Biz size siz bize düşman Zülâlî?

Kenziya, bir yerde de şöyle demektedir:

Cami, kiliseyi birleştirelim
Bu halkı oraya yerleştirelim
Allah Allah diye dilleştirelim
Birdir, iki değil Sübhan Zülâlî

İki âşıkın karşılıklı söyleşmesi, bu dostluk havası içinde devam etmektedir Bu deyişmenin büyük bir bölümü elimizde bulunmaktadır

Zülâlî (1873-1956), eski yazıyla kaleme aldığı hatıralarında, Kenziya'nın çok iyi Türkçe konuştuğunu, saz çaldığını, Âşık Kerem hikâyesini Ermeniceye çevirdiğini ve Bayburtlu Zihnî'nin şiirlerini pek sevdiğini haber vermektedir

Ermenilerin, Türk halk hikâyelerini kendi dillerine çevirdiklerini, bunu yaparken İslâmî motifleri değiştirdiklerini biliyoruz XIX yüzyılın sonları ile XX yüzyılın başlarında, Ermeni halkı arasında, hayli ilgi gören halk hikâyelerimiz, defalarca basılmıştır

Türk halk hikâyelerini Ermeniceye çeviren iki önemli isimden biri halk şairi Civanî (1846-1909), diğeri de Agek Muhtaryan'dır Bunlar, Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Şah İsmail, Ferhat ile Şirin, Asuman ile Zeycan, Köroğlu, Emrah ile Selvi, Leylâ ile Mecnun vb gibi ünlü halk hikâyelerini, "tercüme, tebdil ve neşr etmişlerdir"

Civanî'nin çevirdiği, Kerem ile Aslı hikâyesi, 1888 yılında Gümrü'de basılmıştır Bu eser, sonraki yıllarda birkaç defa daha basılmıştır Muhtaryan, Civanî'den farklı olarak, yaptığı tercümelerde, bu hikâyelerdeki şiirleri, eserin aslında olduğu gibi muhafaza etmiş ve bu koşmaları her iki dilden vermiştir Azerbaycanlı İsrafil Abbasov, bunları uzun bir makale çerçevesinde tahlil etmiştir (Abbasov-1977: 54-137) Bu tahlillerden şu sonuç çıkıyor: Ermeniler ne şekilde tercüme ederlerse etsinler, bu hikâyeler, aslî sahibi olan Türk milletine aittir

Ermeniler, yüzyıllarca aynı coğrafyada yaşadıkları Türklerin kültüründen derinden etkilenmişlerdir Papazlar, mahallî örf ve âdetleri Türk etkisinden kurtarmak için çok çaba göstermişlerdir Bu çabalarında kısmen başarılı olmuşlarsa da, Türk halk musıkisini terennümden vazgeçirtip Ermeni halk şarkıları icad etmek hususunda başarılı olamamışlardır Bu bilgileri aktaran tarihçi ve musıki araştırmacısı Kösemihal (1900-1960), 1929 yılında basılan kitabında:

"Tahkik ettik, (Erzurum Ermenileri) bundan otuz sene evvel yalnız bizim türküleri söyleyip bar oynarlarmış Yozgat, Bayburt Ermenilerinin yalnız Türkçe türküler kullandıklarının en güzel delili, bu havali Ermenilerinin bundan yetmiş sene kadar evvel Ermeni harfleriyle yazıp E Litman'ın neşrettiği Türkçe türkü güfteleridir" demektedir (Kösemihal-1929: 34-36)

Sarı Gelin, Kars ve Erzurum çevresinde efsane, türkü ve oyun olarak yaşamakta; halk kültürümüzün birden çok unsurunda yer almış bulunmaktadır

Birbirini çok seven iki âşıktan birinin, başka bir kavimden, başka bir dinden olması, halkımız tarafından olumlu karşılanmıştır Bu hoşgörüyü dile getiren manilerden biri şöyledir:

Bahçelerde mormeni
Verem ettin sen beni
Ya sen İslâm ol ahçik
Ya ben olam Ermeni

Kerem ile Aslı Hikâyesi'nin Aslı'sı, bir Ermeni keşişinin kızıdır (Banarlı-1971: 729) Bu Ermeni kızının adı, yüz yıllardan beri Türk kızlarına isim olmaktadır Bir başka hikâye veya efsane kahramanının Ermeni olması da mümkündür Sarı Gelin de gerçekten Ermeni olsaydı, öylece kabul edilebilirdi

Bütün bu açıklamalardan sonra, Sarı Gelin türküsünün, nerede söylenirse söylensin, hakim toplum olan Türklerden alındığı kesin olarak anlaşılmaktadır Bu türkünün hiçbir yerinde Ermeni unsuru yoktur Ermeniler, bir gün oluyor, el dokumalarımızdaki motiflere, bir gün oluyor ünlü bir mimarımıza sahip çıkıyorlar Şimdi de Sarı Gelin türkümüzün, kendilerine ait olduğunu söylüyorlar Bu iddianın da, Anadolu toprakları üzerindeki hayallerinden farkı yoktur

Bir politikacı tarafından yazılan romanın, Ermeni bir vatandaşımız tarafından senaryo hâline getirilmesiyle, güzel bir türkümüzün Ermenilere mal edilmesi meselesi, iki yıldan beri tartışılmaktadır Gazeteciler, türkücüler, şarkıcılar, kahveciler ve dernekçiler konuşuyor

Halk edebiyatı sahasında çalışan bilim adamlarımız, bu tür konulara eğilmelidir


Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



Katip Türküsü

Mezireden çıktım ağrıyor başım
Dumdum kurşunuyla serildi leşim
Buna sebep olan arap kardaşım
Di değme de değme yaram derindir
Yaram sağalırsa mevlam kerimdir
Mezireden çıktım yıldız ışılar
Katibi vurmuşlar kanı fışılar
İmdada gelmiyor hayın komşular

Bağlantı

Saranın evleri Toptop'a bakar
Katibi vurmuşlar al kanlar akar
Bir mahle katibin yoluna bakar

Bağlantı

Atımı bağladım ben bir dikene
Tükettin ömrümü ömrün tükene
Benden selam olsun "kefen diken"e

Bağlantı

Toptop'un önünde perteğin yolu
Fikri bey geliyor liveri dolu
Katibi vuran da İbiş'in oğlu

Bağlantı

Anam yoğurdumu ayran eylesin
Çıkıp yücelerden seyran eylesin
Yoluma bakmasın, hicran eylesin

Bağlantı

Sabahleyin kalktım çantama baktım
Melul mahzun alıp atıma taktım
Anama uymadım bağırımı yaktım

Bağlantı


Anonim
Harput



Elazığ tahrirat kaleminde küçük bir memur olan Mehmet ismindeki gencin Fikri adındaki bir genç tarafından öldürülmesi üzerine yakılan bu türkünün hikayesi de şöyledir:

Anadolu'nun birçok yerlerinde, sosyal hayatın bir zorlaması olarak ortaya çıkan dost tutma olayı vardır Halkın hoş karşılamaması ve geleneklere aykırı düşmesi yüzünden gayri meşrü aşk çevrede hoş karşılanmaz Sevmek ve sevilmek arzularıyla kaynayan hovardalar, halkın aşırı tassubuna rağmen yine de bir çözüm getirdiğine inanıldığından sermaye kadınlarının kurmuş olduğu genelevlerde dost, sevgili tutarlardı Tutarlardı diyorum, bugün artık bu gibi olaylar olmamakta, ayrıca türkümüzün konusu olan olay da bundan 60-70 sene evvel geçmektedir

Sara adındaki sermaye kadının evinde bulunan ve güzelliği, çekiciliği, kıvraklığıyla gençleri baştan çıkarmada usta olan Zinnete isimli yosma ile Katip Mehmet arasında da işte böyle bir ilişki vardır Zinnete, bu özellikleriyle bir çok gencin kanına girmiş, bir çok yuvanın yıkılmasına sebep olmuş bir dilber, Mehmet ise genç, yakışıklı Olay akşamı Katip yine Sara'nın evine gider Kapının açılmaması karşısında kafası bozulan Fikri ve arkadaşları kapıyı kırarak içeri girerler Fikri belinde taşıdığı hançeri çektiği gibi Katip'e saplar Katip oracıkta ölür Fikri ve arkadaşları hapse atılır, belli süre sonunda çıkarlar Çıktığının ertesi günü gece karanlığında yüksek bir köprüden düşen Fikri, boynu altında kalarak ölür Bu acıklı olay üzerine de bu ağıt yakılmıştır


Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



İzmir'in Kavakları 1

Aradılar sordular
Birg içinde buldular
İnce tuzak kurdular
Yar fidan boylum
Kamalı'yı vurdular

İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler Çakıcı
Yar fidan boylum
Yıkarız konakları

Bahçelerde kalem var
Arkamızdan gelen var
Kalkın gidelim efeler
Yar fidan boylum
İçimizde ölen var

Selvi senden uzun yok
Yaprağında düzüm yok
Kamalı da Zeybek vuruldu
Yar fidan boylum
Çakıcı'ya sözüm yok


Ekrem Güyer
İzmir



İzmir'in Kavakları 1


Çakıcı Efe Ege Bölgesinde halkın dilinde dilden dile efsaneleşen bir kahramandır Osmanlı’nın son zamanlarında devlet iradesinin iyiden iyiye kaybolduğu yıllarda (1800-1900) halk kendi kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmıştır Kimileri bu boşluktan yararlanarak zalimlikler yapmışlar kimileri de adalet dağıtan güçlü yürekli halk kahramanı olmuşlar Bu devirde Ege Bölgesinde’de Efelik çok meşhurmuş

Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir O zamanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki Osmanlı ile egemen olduğu bölge konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır Çakıcı çoğu zaman dağlarda, kimi zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakir vermiştir Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur Cesur hareketleriyle halkın gözüne girmiştir Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa da halk onu hep sevmiş ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir



Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



İzmir'in Kavakları 2

Çakıcı siperde yatar
Ne talimli fişek atar
Serdarımız Emin Ağa
Mevtamız dağlarda yatar

Yasana dağlar yasana
Nifat'ım benzer Hasan'a
Çapar oğlanı mı sandın
Üç kurşun sıktın Hasan'a

Gidin keşifçi getirin
İncitmen,usul yatırın
Çakıcı inkar ederse
Atını şahit götürün

Getirin eti ete katalım
Terazi bulun tartalım
Üşüdün sandım Hasan'ım
Sırt sırta verip yatalım


Ekrem Güyer
İzmir





İzmir'in Kavakları 2


Çakıcı Efe, İkinci Abdülhamid'in istibdat yönetimine karşı onüç yıl, ikinci Meşrutiyetten sonraki yönetime karşı da iki yıl olmak üzere 1895'den 1910 yılına kadar İzmir, Aydın, Denizli, Nazilli, Ödemiş, Konya dağlarında, Antalya ve Muğla bölgelerinde onbeş yıl gibi uzun bir süre dolaşmış; adeta ikinci bir hükümet gibi kendi iptidai usulleriyle hüküm sürmüş, bu süre içinde halktan vergi almış, adalet dağıtmış yol, köprü ve camiler yaptırmış; Osmanlı ile, dolaştığı hükmettiği toprakları paylaşmak uğrunda mücadele etmiş, zaman zaman yüze çıkmış dağdan inerek resmi yetkililerle görüşmeler yapmış- zaman zaman dağ başlarının özgür ve bağımsız havasını teneffüs etmiş, hükümetle eşit koşullarda anlaşmalar yapmak gibi Sarayı ayağına kadar getiren kudret olmuş bir kişiliktir

Çakırcalı, halkın istibdat yönetimine karşı bilinçli bir hareketini temsil etmemiş fakat müstebit yönetime karşı halk ruhunda parlayan isyan eğilimlerine çeşitli koşullarda tercüman olmuş, bunun için de hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da sürekli büyük bir halk kahramanı niteliği ve şöhreti kazanmıştır

Esasen Çakıcı Efe merhametli, vicdanlı, halkı sever, cesur, cüretkar, mert, otoriter bir zeybekti

Gerçekten onun halk içinde en büyük şöhreti "zenginden ve zalimden alıp fakirlere dağıtmasından" ileri geliyordu Hükümetten herhangi bir himaye ve yardım bulamayanlar kurtuluşu onda arıyorlardı

Çakıcı Efe olayını ilginç kılan noktalardan biri de, onun çeşitli yabancı unsurlarla olan yakın ilişkileri ve İttihat ve terakkicilerle olan ilişkileridir Çakıcı'nın bu yönleri bazı kişilerce istismar edilmek istenmiştir Sözgelimi Kemal Tahir, onun bazı İngiliz, Fransız ve Rumlarla olan sınırlı ilişkilerini casusluğa dek vardırmıştır Oysa böyle bir suçlamada bulunmak gülünçtür Çünkü Çakıcı'nın yaptığı sınırlı görüşmelerin tamamı sarayın ve resmi makamların bilgisi altında yapılmıştır Üstelik resmi makamlar bu görüşmeleri bir uzlaşma yolu olarak kullanmak isterler




Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



Ah Bir Ataş Ver

Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
Sen salın gel ben boyuna bakayım
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği

Ah vur ataşı gavur sinem ko yansın
Arkadaşlar uykulardan uyansın
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği




Ah Bir Ataş Ver


Çanakkale Boğazı, Nağra Burnu açıkları
4 Nisan 1953, Saat 02:15

Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile Çarpıştı Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, herşey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler Şamandıradaki telefon hattının öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi


Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri





Çanakkale İçinde

Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde bir uzun selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Of gençliğim eyvah

Çanakkale üstünü duman bürüdü
On üçüncü fırka harbe yürüdü
Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde toplar kuruldu
Vay bizim uşaklar orda vuruldu
Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde bir dolu testi
Analar babalar umudu kesti
Of gençliğim eyvah


Çanakkale İçinde

Anadolu halkının kahramanlığını destanlaştırdığı savaşlardan biri de Çanakkale cephelerinde olur Büyük imkansızlık içinde verdiği bu çetin mücadelede, bağımsızlığı için gerektiğinde çok şeyler yaratabileceğini bütün Dünyaya bir kez daha anlatmıştır

Birinci Dünya Savaşı İtilaf Devletleri dediğimiz İngiltere, Fransa ve Rusya ile, İttifak Devletleri dediğimiz Almanya, Avusturya ve İtalya'nın birbirleriyle savaşmasıyla başlar Almanya'ya saldırabilmesi için Rusya'nın silah ve cephane ihtiyacı vardı Bunun için Boğazlar yoluyla Rusya'nın İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle birleşmesi gerekiyordu Oysa ki Osmanlı Devletinin harbe girmesi üzerine Çanakkale boğazını geçmek için Osmanlı Devletine Çanakkale'de cephe açmaları gerekti İtilaf Devletlerine ait bir donanma 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazı'nı geçmeye kalkıştı Burada kahramanca çarpışan Türk kuvvetleri karşısında büyük kayıplar vererek geri çekildi Bu sefer Gelibolu yarımadası'nın çeşitli yerlerine kuvvetler çıkararak karadan İstanbul'a yürümeyi denediler Ne yazık ki yapılan sayısız hücumlar Türk süngüsü karşısında eriyip gidiyordu Son olarak büyük bir taarruzla Gelibolu yarımadası üzerinden Marmara'ya ulaşmayı denediler Ansızın yaptıkları bu taarruz da Anafartalar ve Arıburnu, bölgelerinde benzeri görülmemiş bir müdafaa ile durduruldu Türkleri bu cephelerde yenemeyeceklerini anlayan düşman buraları terk ederek çekilmek mecburiyetinde kaldı

Yüzbinlerce şehit verdiğimiz bu savaşın bütün Anadolu'da heyecan uyandırması, bu savaşa doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden hasılı yurdun dört bucağından gönüllü asker gitmesindendir




Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



Mezarımın Taşı Urfa'ya Karşı

Mezarımın taşı Urfa'ya karışı
Başucuma koyun yazılı taşı
Üstümdeki çimenler gözümün yaşı

(Bağlantı)
Ağlama sen garip anam bu işler olur
Beni yakan zalim Allahtan bulur
Neneyle neneyle zekim nen eyle
Cenazen gidiyor kalk şivan eyle

Meyhaneden çıktım yan basa basa
Ciğerim delindi kan kusa kusa
Bana sebep olan Antep'li Musa

Bağlantı

Cenazem üstüne güller ektiler
Yeni gelin gibi kefen biçtiler
Bütün ahbaplarım boyun büktüler

Bağlantı

Mezar arasında harman olur mu
Kama yarasına derman olur mu
Zeki'yi vuranda iman olur mu

Bağlantı


Cemil Cankat
Urfa



Zeki Urfa'lı Musa ise Antep'li iki samimi arkadaştır Sık sık birbirlerini memlekette ziyaret ederek hasret giderirler Günlerden bir gün Zeki Antep'e giderek Musa'ya misafir olur Hal hatır sohbet ve akşam yemeğinden sonra Musa arkadaşını ağırlamak için gece saza davet eder

Yer içer eğlenirken Musa sazda çalışan bir kızı masalarına davet eder ve sohbet ederler Ancak aynı sazda bulunan kızın dostu çok sarhoş bir vaziyette masalarına gelerek, kendilerine hakaret etmeye başlar

Zeki hakaretlere dayanamaz, aralarında münakaşa başlar ve kavgaya dönüşür Zeki kavgada bıçakla ağır yaralanır ve arkadaşı Musa tarafından hastahaneye götürülürken yolda ölür

Bu olay üzerine türkü yakılır

Kaynak: Öyküleriyle Şanlıurfa Türküleri - Necati Aydınlı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



Melek Hanım

Melek Hanım has bahçede geziyor
Melek Hanım aman geziyor
Kınalıda eller incide mercan diziyor aman aman
Melek Hanım aman diziyor
Hanımda ninesi bu işleri seziyor
Melek Hanım aman seziyor

(Bağlantı)
Ağlama meleğim seninde yazın böyledir aman aman
Melek Hanım aman böyledir
Aşk adamı bülbül gibi söyledir aman aman
Melek Hanım aman söyledir

Melek Hanım taş üstünde iniler
Melek Hanım aman iniler
Tersanede soygunda vermiş gemiler aman aman
Melek Hanım aman gemiler
Evrakda gelmiş yarelerim yeniler
Melek Hanım aman yeniler

Bağlantı


Fahri Ünsal
Göynük




Melek Hanım


Melek hanım aslen Bolu'ludur Bolu'nun Göynük ilçesine ninesiyle birlikte kaymakamın misafiri olarak gelmektedirler Melek hanım ile Göynüklü bir genç birbirlerine aşık olurlar Göynük' te has bahçe denilen yerde buluşmaya başlarlar Melek'in ninesi bunu farkeder ve mecburen nikahları kıyılır Daha sonra genç delikanlı askere gider, Melek de has bahçede onu hasretle beklemektedir daha sonra genç adamın şehit olduğu haberi gelir ve Melek hanım bu acıya dayanamayıp birkaç yıl sonra ince hastalıktan ölür ve adına türkü yazılır




Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



Urfalıyam Ezelden (Ömer)

Urfalıyam ezelden
Gönül geçmez güzelden
Göynümün gözü çıksın
Sevmez idim ezelden

(Bağlantı)
Ağam olasın Ömer
Paşam olasın Ömer
Yetim kalasan Ömer
Benim olasan Ömer

Urfa bir dağ içinde
Gülü bardağ içinde
Urfayı hak saklasın
Bir yarim var içinde

Bağlantı

Urfa bir yana düşer
Zülüf gerdana düşer
Bu nasıl baş bağlamak
Her gün bir yana düşer

Bağlantı

Dağdan akıyor seller
Sallanır sırma teller
Yüreğin taştanmıdır
Bana acıyor eller

Bağlantı


Yöre Ekibi
Urfa




Ömer çok yakışıklı, yiğit, iyi ata binen, kılıcının sahibi, çok iyi çöğür çalan ve hoyrat okuyan, halay çeken bir gençtir Allah her kabiliyeti sanki özellikle ona vermiştir Ömer'siz bir düğün, sıra gecesi düşünülemez Ömer'in baş bağlaması da meşhurdur Sırmalı puşu bağlar Puşunun kenarlarındaki püsküller doğadaki çiçeklerin tüm renklerini sanki başında toplamıştır Halay çekerken başındaki her gül bir yana düşer, yüzünde Ömer hangi düğüne giderse gitsin, Halayın başına geçti mi silah sesleri ve genç kızların zılgıt sesleriyle yer gök inler Ömer toplumu öylesine etkilemiştir ki;

Ömer'i anlatan türküler yakılmıştır


Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



Ordumuz Gitti Muş'a Dayandı



Ordumuz gitti Muş'a dayandı
Daşı toprağı kana boyandı
Bitlisi gördüm yüreğim yandı

(Bağlantı)
Ağlama aney belki gelirem
Ölüm olmazsa seni görürem

Hasan kalası bir uca kala
Etrafı aney canlı kerbela
Yüzbaşım gitti gelmedi hala

Bağlantı

Estege bindim oldum süvari
Bir anam vardır başı belalı
Bir çavuş düşmüş mavzer yaralı

Bağlantı


Yöre Ekibi
Urfa

Kaynak: Öyküleriyle Şanlıurfa Türküleri - Necati Aydınlı




Ordumuz Gitti Muş'a Dayandı


Osmanlı Rus savaşları sırasında Urfa'nın Viranşehir mevkiinde çok kuvvetli nüfuz sahibi Milli aşiret reisi Hamidiye Paşaları'ndan İbrahim Paşa'dan devrin Padişah'ı bir ordu teşkil ederek Erzurum'a gelmesini emretmiş İbrahim Paşa da mahiyetindeki aşiretlerden ve diğer aşiretlerden Urfa'nın yerlisinden bir ordu kurarak Diyarbakır üzerinden Bitlis ve Muş oradan da ilgili yerlerine gitmek üzere yola çıkmışlar Muş'a geldiklerinde Urfa'lı ailenin bir tek çocuğu olan çavuş vurulmuş, o ara Urfa'ya göre hava da çok soğukmuş ve bu nedenle de çok acı çekmekteymiş Birliklerini komuta eden Yüzbaşı da o ara başka bir göreve gitmiş ve daha dönmemiş Durumun vahametinden dolayı yaşamaktan ümidi kesen Urfalı Çavuş "Ordumuz gitti Muş'a dayandı'' türküsünü yaparmış Diliyle ifade edemediği duygularını türküye dökmüş Bu savaşa katılan Urfa'lı birçok yiğit şehit olarak geri dönmemiştir


Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri





Dersini Almış Da Ediyor Ezber
Sürmeli Gözlerin Sürmeyi Neyler
(Aman Ben Yarelendim Aman)
Bu Dert Beni İflah Etmez Deleyler
Benim Dert Çekmeye Dermanım Mi Var
(Aman Aman Sürmelim Aman)

Kaşın Çeğmelenmiş Kirpik Üstüne
Havada Bulutun Ağdığı Gibi
(Aman Ben Yarelendim Aman)
Çiğ Gibi Düşmüş De Gül Sineler Islanmış
Yağmurun Güllere Yağdığı Gibi
(Aman Sürmelim Aman)




Dersini Almışta Ediyor Ezber

Yozgat şehri 1760 yılı başlarında Bozok Yaylasının, yeşillik, etrafı ormanlarla çevrili içinde binbir çeşit kuşun ötüştüğü bir sahada kurulurken; Yozgat halkı o zaman yarı göçebe ve sürülerini besleyerek hayvancılıkla uğraşır, hayatlarını bu yoldan sağlarlardı Bu ozanların çoğunluğunu Sorgun ilçesindeki ozanlarımız oluşturmaktadır

Bozok yaylasında otlayan bu sürülerin birini de Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü otlatırdı Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı, sırtında sazı Yozgat´tan Akdağmadeni´ne uzanan ormanların içinde sürüsünün içinde dolaşırdı Bazen bir çamın dibine rastlanır Sazının tellerini konuşturur bazen bir derenin kenarında kavalını çalar, aşık olduğu gönlünün sevgilisini düşünürdüO sevgili ki güzelliği Bozok yayla´sına yayılmış, ahu gözlü, sürmeli kaşlı, ay yüzlü bir dilberdi Babası bir Türkmen beyi idi ve çok sert bir adamdı Sürmeli Bey, ailesini salarak, babasından sevdiğini istetir, mağrur adam, kızını bir çobana vermeye yanaşmaz Araya beyler, ağalar girer ama boşuna, bir türlü gönlü olmaz kızın babasının ve iki sevgili birleşemezler

Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beşçamlar mevkiinde kendine bir dergah kurar Aşkını, yanık türküleriyle dağlara ağaçlara anlatır Küser otağına, obasına ve Akdağlar´a kadar uzanan çamların arkasında onu bir daha gören olmaz Dertli kavalına üflediği, işli sazına söylettiği nameler kalır geriye O gün bu gündür dillerde yankılanır Sürmeli Bey´in türküleri





Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



Debreli Hasan (Drama Köprüsü)


Drama köprüsü Hasan dardir geçilmez
Soguktur sulari Hasan bir tas içilmez
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

Mezar taslarini Hasan koyun mu sandin
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandin
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin

Drama köprüsü Hasan dardir daracik
Çok istemem Yanko Corbaci bin bes yüz liracik
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
Ecel serbetini Hasan ölmeden mi içtin
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin

TÜRKÜNÜN HİKAYESİ

Debreli Hasan, Drama'da yetismis Debreli namiyla mübadele öncesi donemde Drama-Serez-Sarisaban bölgelerinde faaliyet göstermis bir halk kahramani eskiyadir

Drama köprüsünü,o devrin haksizlikla para kazanan halki ezen zenginlerinden aldigi haraçla yaptirmistir Debreli Hasan'in yasadigi,donem kesinlikle bilinmemekle beraber Cakircali Efe ile çagdas oldugu görüsleri,hatta atistiklarina dair hikayeler onun 1870-1920 yillari arasinda Makedonya daglarinda egemen oldugunu göstermektedir Bu konuda halk arasinda söylenen menkibeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için Izmir'e gidecektir"Eger bu civar daglarda hükümran olan Debreli'den geçsen, Ege daglarinda Cakircali'dan geçemezsin "denir, kendisine Nitekim de öyle olur

Debreli'nin çetesinde pek çok kisi yoktur Bilinen Kara kedi namiyla bir tek kizani oldugudur Halka onu sevdiren eskiya kisiliginin en ustun tarafi ise fakirlere yardim etmesi,bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir Bu konuda söyle bir menkibe de vardir "Evlenmek niyetinde olan dagli bir genç,tek danasini almis, Iskece pazarina inmektedir Yolu, Debreli Hasan tarafindan kesilir Delikanlinin evlenmek için parasi olmadigini anlayanca Debreli kendisine dügün için yetecek parayi verir ve ayrica danasini satmamasini salik verip ugurlar"

Makedon daglarinin Debreli'si sonunda padisah affina ugrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayi basarir ve Türkiye'ye göç eder

Kisacasi Rumeli Türklerinin gönlüne yerlesmistir efsanesiyle Debreli Hasan

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



ORMANCI TÜRKÜSÜ

Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya
Bay Mustafa çağırdı, dam oynamaya,
Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı,
Söz dinlemez Ormancı, çekmiş kafayı
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in ortasında, değirmen döner,
Değirmenin suları, dağından iner,
Ormancı'ya atılan kurşun, Tevfik' e döner,
Tevfik' in feryatları, yürekler deler,
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in suları hoştur içmeye,
Üstünde köprüsü var, gelip geçmeye,
Tevfik' imi vurdular, hiç mi hiç yere,
Yazık ettin Ormancı, köyün iki gencine
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

*Derlemeyi yapan Kemal Erdinç




Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Gevenes köyünde Mustafa Şahbudak adın da, 1922 yılında bir efe doğar Babası ağadır, dolayısıyla Mustafa da bir ağa çocuğudur Mustafa hiddetli bir kişiliğe sahiptir Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli en yakın canciğer arkadaşıdır Herke bu ikilinin arkadaşlığına gıpta ile bakar Neredeyse her akşam köy kahvesinde bu iki arkadaş dama maçı düzenlerler iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvedekiler tarafından ilgi ile izlenir Çünkü bu olayların mükafatını, izleyiciler almaktadır 1946 yılı, Temmuz ayının sıcak bir gününde bu arkadaşlığa kan damlar, öfke seli karışır Uğursu hadise cezaevinde sonuçlanarak, elli beş yıldır söylenegelen bir drama dönüşür

Sıcak bir temmuz günü Mustafa Şahbudak, her zamanki gibi yine köy kahvesi ne gider O sırada kahveye Muhtar Tevfik Cezayirli'yi görmeğe, Yatağan ilçe Milli Eğitim Müfettişi ile tahsildar gelmiştir Muhtar olmadığı için misafirleri her zaman olduğu gibi, Mustafa Şahbudak ağırlama görevini üstlenir İki misafiri alıp yemeğe götürür Döndüklerinde Muhtar'ı kendilerini bekler görürler O gün iki misafirden izin isteyip, yine dama tahtasının başına otururlar Oyunun yarısında orman memuru, Mehmet İn, çıkagelir Mehmet, sarhoştur Bir gün önce, komşu olan Çiftlik köyünde yangın olmuştur 1946 seçimlerinin evrakları Yatağan'a gönderilecektir Seçim evrakını Yatağan'a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için, bekçiyi Muhtar'dan ister Muhtar:
-Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor Bekçiyi gönderemem der Bunun üzerine Ormancı ile Muhtar arasında, bir tartışma başlar Muhtar en sonunda:
-Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et, der

Ormancı kahveye girip tekrar geri döner, gelir Dama masasını bir yumrukta darmadağın eder Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve Ormancı'ya bir tokat atar Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, adamı alıp sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler Ormancı oradan bağırarak küfürler savurmaktadır Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar Yerinden kalkar, Ormancı'nın üzerine yürür Ormancı Mehmet'in, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ın sol kolunun pazısından yaralar O zaman, Mustafa Şahbudak Ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder İşte ne olursa, o an olur!

Muhtar, Ormancı'nın ikinci kez kama vurmaması için elini tutar Fakat, Mustafa Bey tetiği çoktan çekmiştir Ormancı bunun üzerine kaçmaya başlar Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir ikinci atış üzerine Mehmet in, yere düşer

Arka cebinde tabaka olduğu için, ona hiç bir şey olmaz Bu arada ne yazık ki, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurur O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde Muğla devlet hastahanesine götürürler Tevfik, çok kan kaybetmektedir Mustafa, Doktor Veli Bey'e:

Babamın selamı var, bu adamı iyileştir der
Veli Bey:
-O ölecek, önce senin kolunu saralım der O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak:
-Ben ölüyorum hakkını helal et der
Mustafa:
-Hayır, sen ölmeyeceksin! derken ağlamaya başlar Aslında orada herkes efelerin ağlamadığını bilir Ancak Mustafa, arkadaşının bu durumuna dayanamamıştır
Gerçekten de biraz sonra Tevfik, hayata gözlerini kapar Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için polise teslim olur, Bu olay üzerine dört yıl ceza yer Ceza evindeyken her gece Tevfik rüyasına girer Ancak Ormancı'ya kini gittikçe artar Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Ormancı, tayin ister
Kavaklıdere Orman Müdürlüğüne atanır Aslen Marmarislidir Emekliliğinden sonra oraya yerleşir Doksanlı yılların başında, kendi memleketi olan Marmaris'te ölür

Mustafa Şahbudak cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla merkeze yerleşir

Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşını Muhtar Tevfik Cezayirli'yi tek
kurşunla öldürdüğünde arkada yirmi beş yaşında bir eş ve üç çocuk bırakır Muhtar'ın eşi Pembe, bu acıya dayanamayınca birkaç yıl sonra aklı dengesini yitirir Oğlanın biri İzmir'e yerleşir Diğer oğlanla kız, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam etmekteler

Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir İşte Gevenes köyünde yaşanan bu acı olay da bu kişi tarafından bestelenmiştir Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü ''Ormancıdır'' Bir gün, radyodan duyduğu bu türkü ile unutmak istediği olayları, tekrar yaşar gibi olur Radyoyu kapatır, bu türküden çok incinmiştir

Ormancı türküde Ormancı adı ile, Mustafa Şahbudak ise ''Bay Mustafa" adı ile yer almıştır

Ormancı Mehmet'in bir anlık sarhoşluğunun musibetini, yıllarca pişmanlık
duyarak ve memleketinde barınamayarak ödedi demek yanlış olur
Çünkü o türkü yaşadığı müddetçe kötü adam olarak anılacaktır ve tarihe öyle geçecektir*



Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



İntihar eden Mefaret Hanım'ın öyküsü yarım asırdır filmlere konu oldu, türküsü Bodrum ve Milas yöresinin dilinden düşmedi ama kimse "gerçeği" bilemedi Bodrum Hakimi, şimdi, Tolga Çandar'ın çıkardığı "Türküleri Egenin 2" albümüne adını verdi İşte size birden fazla gerçeği olan yaşanmış bir öykü

Bodrumlular erken biçer ekini
Feleğe kurban mı gittin
Bodrum Hakimi

Türkiye'nin ilk kadın hakimlerindendi Bodrum Hakimi Tek görev yeri Bodrum değildi elbet, ama Bodrumlular onu öyle sevmişlerdi ki Bu dürüst, gözüpek, "erkek gibi" hakim hanıma saygıyla karışık bir sevgi duyuyorlardı Aslen nereli olduğu önemli değildi, "Bodrum Hakimi" idi o

"Mefaret Tüzün (Bodrum Hakimi) Tavşanlı 1906 - Bodrum 1954
Türkiye'nin ilk kadın hakimlerinden olan Tüzün, 24 Eylül 1951 yılında Bodrum'da göreve başladı Keşiflere at sırtında gidip gelen hakime hanım, cesurluğu ve girişimciliğiyle kısa zamanda yöre halkının sevgisini kazanmıştı 1954'te kaybettiği nişanlısının ardından Tüzün'ün de beklenmedik ölümü, Bodrum'da büyük üzüntü yarattı Bodrumlular, Hakim'e olan sevgilerini adına bir türkü yakarak yaşatmaya çalışmışlardır"

Bodrum'da iz bırakanlar takviminde böyle tanıtılıyor Bodrum Hakimi Mefaret Tüzün Hakkında bundan fazlasını öğrenmek de pek mümkün değil zaten Denediğiniz zaman resmi makamlardan da Bodrum'un yaşlılarından da aynı tepkiyi alıyorsunuz: "Niye soruyorsunuz? Geçmiş zaman, ne olmuşsa olmuş bitmiş işte, öğrenip de ne yapacaksınız?" Bodrumlular söz birliği etmişçesine 43 yıldır saklıyor Mefaret Hanım'ın ölüme götüren sırrı

Mefaret Hanım'ın arkasından halkın yaktığı türküyü yıllar sonra seslendirip yeni albümüne alan Tolga Çandar, uzun süre bu sırrın izini sürmüş Ama zar zor açtığı her kapının arkasında birbirinden farklı öyküler çıkmış karşısına

Bunlardan bir tanesine göre, Hakim Hanım Bodrum'da bir gence idam cezası vermiş Bunun üzerine çocuğun ağabeyi onu kaçırıp Turgutreis'in karşısındaki Çatal adalarında tecavüz etmiş Bundan çok etkilenen Mefaret Hanım da dönüşte kendisini öldürmüş

Anlatılan diğer öyküler ise ayrıntıları farklı olsa da Mefaret Hanım'ın ölümünün arkasında bir aşk olduğu yolunda Bunlardan biri, "Bodrum Hakimi" filmine de konu olan öykü Türkan Şoray'ın bütün azametiyle canlandırdığı muhteşem hakim hanımın hiçbir zor karşısında eğilmeyen başı sonunda bir aşka yenik düşüyordu Ya sevdiği adama ölüm cezası verecekti, ya da İkinci yolu seçti Bodrum Hakimi

Şu Bodrum'un dağlarında ceylanlar dolaşır
Kara haber Mefaret Hanıma pek tez ulaşır

Bodrum'da sıkı sıkı mühürlenmiş ağızlardan yarım yamalak dökülenler ise, hakim hanımın sevgilisinin filmdeki gibi bir suçlu değil, Bodrum'un savcısı olduğu yönünde Ama bu aşkın Mefaret Hanım'ı neden intihara sürüklediği konusunda rivayet muhtelif Karşılıksız değildi aşkı besbelli Ama herhalde evlenemeyeceklerdi Ama neden? Savcı evli miydi, ya da önce evlilik vaadettiği Mefaret Hanım'ı sonra terk mi etti Büyük olasılıkla Bodrumlular pek sevdikleri "hakim hanım"larına böyle gayrimeşru bir ilişkiyi yakıştırmak istemediklerinden susuyorlar bu konuda, takvimlerinde bile "nişanlısı" sıfatını kullanmayı tercih ediyorlar

Mefaret Hanım'ın son gecesine ilişkin anlatılanlar ise daha da hazin Milaslı Türk sanat müziği bestekarı Zeki Duygulu'nun konseri var o gece Bodrumlular ciple Milas'ın yolunu tutuyor Mefaret Hanım da aralarında Ve o gece konserde bir şarkıyı tam üç kez çaldırıyor:

Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Ben artık bildiğin o ten değilim
Bir başka yağmurla ıslak mendilim
Yeter artık ağlatma beni
Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Dökülmüş yaprağım, sararmış güzüm
Çiğli kirpiklerle yaşlıdır gözüm
Bu gurbet ellerde ben bir öksüzüm
Yeter artık ağlatma beni
Uslu dur kadınım çıldırtma beni

Bu konser Bodrumlular'ın Mefaret Tüzün'ü son görüşü oluyor Tolga Çandar o gece kendini asan hakim hanımın ölümünün Bodrum'da ne büyük bir üzüntü yarattığını annesinden dinlemiş O zamanlar henüz çocuk olan annesi tarlada çalışırken gelen ve mola veren otobüsü ve üstündeki cenazeyi hiç unutmamış Yıllarca ne bu öykü düşmüş dilinden ne de Bodrum Hakimi'nin türküsü

Hakim Hanım'ın memleketi Kütahya Tavşan
Hakim Hanım sen eyledin bizleri perişan

Bu Kütahya konusu da ayrı bir muamma Takvimde de türküde de Mefaret Hanım'ın Tavşanlılı olduğu söylense de bunun aslı yok gibi Tavşanlı kaymakamıyla konuşan Tolga Çandar Hakim Hanım'ın bir süre Tavşanlı'da görev yaptığını, tıpkı Bodrum'daki gibi yöre halkı tarafından çok sevildiğini, giderken de gözyaşları içinde konvoylarla uğurlandığını öğrenmiş Mefaret Tüzün'ün gerçekte Tekirdağlı olduğu sanılıyor

Çandar, kendisini çocukluğundan beri derinden etkileyen bu kadının peşini bırakmamaya kararlı Elinde Bodrum kaymakamlığından zar zor edindiği sararmış bir fotoğraf var Hakim'in sevgilisi olduğu söylenen savcıyı aramış, bulamamış, akrabalarına sormuş, öğrenememiş, şimdi Adalet Bakanlığı'nda araştırmalarına devam ediyor Bu arada da hiç olmazsa bir türküyle bu talihsiz kadına bir selam gönderiyor

Türkü, Bodrumlular'ın yaktığı bir ağıt ama Milaslı radyo sanatçısı Nazmi Yükselen onu TRT repertuvarına girecek şekilde düzenlemiş ve 60'lı yıllarda plağa okumuş İşin ilginç yanı, Tolga Çandar Yunan adası Kos'ta da dinlemiş bu türküyü Hemen sormuş "bu ne?" diye, "karşıda yaşanmış bir öykü" demişler Şimdi Tolga Çandar'ın sesiyle yeniden hayat buluyor "Bodrum Hakimi"nin öyküsü Çok sade, tek bir bağlamayla, kırk yıl uzaktan yürekleri dağlamaya devam ediyor:

Nasıl astın Mefaret Hanım ipe de kendini
Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkülerimiz Ve Hikayeleri

Eski 08-17-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkülerimiz Ve Hikayeleri



Hekimoğlu derler benim de aslıma
Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime
Konaklar yaptırdım döşetemedim
Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim

Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli
Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi
Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi

Çiftlice Muhtarı puşttur pezeenk
Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek
Hekimoğlu derler bir ufak uşak
Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek

Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir

Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır

İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar Ötekiler de çevresini sararlar Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan (ben i serefsizim)n yanına gider Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır

Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder

Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur Bu yüzden Bey,
kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler

Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu'nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar Bütün çevre kuşatılmıştır Evin altında bir fırın vardır Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır

Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor Gittiği ev muhtarın evidir Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla

işbirliği içindedir Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır Hekimoğlu, Muhtarın <<pu>> yüzünden kıstırılmıştır Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında Adeta namlular kurşun kusmaktadır Özetle <<yaman>> olur orada

Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :
1-Hekimoğlu, çatışma sırasında çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor

2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya
kadar geliyor ve burada ölüyor

Hekimoğlu, tipik bir <<erdemli>> örneğidir Haklı bir nedenle dağa çıkıyor Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır

Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de <<aynal>> dir Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen <<aynal>> in özelliği şudur Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor
Bu yüzden Hekimoğlu'nun, adı, Hekimoğlu'nun adı <<aynal>>le özdeşleşmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.