Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
filozofları, islâm

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları





İbn Nefis (İbn el-Nefis) tam künyesi ile Alaaddin Ebu'l-A'lâ Ali ibn Ebi'l-Hazm el-Kureşî ed-Dımeşkî (d 1213 - ö 1288) Arap İslam bilgini, bilim adamı Birçok farklı dallarda çalışmaları bulunan İbn Nefis, hekim, anatomi uzmanı, fizyolog, cerrah, oftalmolog (göz hekimi), psikolog, astronom, kozmolog, ve jeolog idi Bunların yanı sıra sosyal ve beşeri bilimlerde de birçok çalışmaları olan İbn Nefis, hafız, muhaddis, Şafii (mezhebi) hukukçusu, Sünni teolog, İslam filozofu, mantıkçı, sosyolog, romancı, bilim kurgu yazarı, gramerci, dilbilimci ve tarihçidir İbn Nefis Şam'da doğmuş, Kahire'de çalışmıştır


İbn Nefis pulmoner dolaşım ile birlikte kılcal damar[2] ve koroner dolaşımları da ilk keşfeden kişi olmasıyla tanınmıştır Zira bunlar dolaşım sisteminin temelini oluşturmaktadır; nitekim kendisi bu keşifleri sebebiyle dolaşımsal fizyolojinin babası ve "Orta Çağın en büyük fizyoloğu" olarak görülmüştür


İbn Nefis ayrıca deneysel tıbbın, postmortem otopsinin ve insan diseksiyonunun erken savunucularındandır Metabolizma kavramını ilk tanımlayan kişi olan İbn Nefis,[8] ek olarak İbn-i Sina ve Galen'in anatomik ve tıbbî sistemlerinden ayrılan yeni fizyoloji, anatomi, psikoloji ve nabız sistemleri geliştirmiş, bu sistemlerde kendisinden önceki hekimlerin ortaya attığı veya kabul ettiği çeşitli fizyolojik, anatomik vb hatalara yer vermemiş, yeni fizyoloji sisteminde vücut bölgelerini betimlemek için çeşitli şemalar, şekiller kullanmıştır


Tıp bilimine yaptığı katkıların yanı sıra İslam dini ilimlerini konu alan eserler de kaleme almıştır; özellikle hadis ilmine dair kaleme aldığı Muhtasar fî İlm-ı Usûl el-Hadîs ("Hadis Usûlünün Kısa Bir Açıklaması") eseri önem arz eder ki bu eserinde hadis ilimi için daha akılcı ve mantıksal bir sınıflandırma ortaya atmıştır Ayrıca Arapça edebî eserler de vermiş, kurgusal edebiyata katkıda bulunmuştur Bunlardan en kayda değeri er-Risaletü'l-Kâmiliyye fi's-sîreti'n-nebeviyye (Theologus Autodidactus) isimli eserdir Hikâyede ıssız bir adada kalan bir çocuğun ergenliğe giriş süreci ele alınır; İbn Nefis bu hikâye temelini kullanarak çeşitli dinî, felsefî ve bilimsel temaları ve görüşlerini ortaya koymuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



Sadreddin Konevî (1210-1274), Fars sufi doğum yeri tam bilinmemekte, ancak Malatya olarak rivayet edilmektedir, dedeleri Konya'dan gelmiş bir tasavvuf düşünürüdür Babasının Selçuklular döneminde önemli görevlerde bulunan Mecidüddin İshak isminde üst düzey bir devlet memuru olduğu, Sadreddin daha küçükken babasının öldüğü ve annesi de ünlü sûfi ve filozof Muhyiddin İbn El-Arabi ile evlendiği rivayet edilmektedir Konya'da yerleştiği ve ününü orada yaptığı için "Konevi" diye anılır Sadreddin, ilk din ve tasavvuf bilgilerini üvey babası Muhyiddin ibn El-Arabi'den aldı Bir ara Şam'a giderek devletin önemli din adamları ve sufileri ile görüştü Özellikle Evhadüddin Kirmani'nin Sadreddin üzerinde etkisi oldu Şam dönüşü Konya'ya gelip yerleşen Sadreddin, Mevlâna Celaleddin Rumi'ye hocalık etti, maddi durumunun çok iyi olması nediniyle Konya'daki din ve bilim adamlarını sık sık evinde toplayarak, o yıllarda Doğu'nun en önemli kültür merkezlerinden olan kentte özel bir akademi oluşturdu Nasîrüddin Tûsî ile de önemli felsefi nitelikli mektuplaşmalarda bulundu



Felsefesi [değiştir]Sadreddin Konevî'nin felsefesi temelde ilmi ilahi ya da metafizik dir İbn El-Arabi gibi o da vahdet-i vücut fikrine bağlıdır, ancak bunun açıklanmasında Arabi'den ayrılır Ona göre Tanrı düşüncesi insanlarda öncelikle öznel olarak meydana gelir ve daha sonra nesenel ya da ontolojik bir nitelik kazanır Tûsî ile mektuplaşmalarının da ana tartışma ekseni bu konudur Sadreddin Konevî, bu mektuplaşmalarda, Allah'nın akıl yoluyla bilineceği düşüncesini reddetmekte, Allah'nın hakikatinin yalnızca kendisi tarafından bilineceğini öne sürerek filozofların tetzlerini yadsımaktadır Allah'nın özü ve esas nitelikli insan için her zaman bilinmez olarak kalacaktır Sonsuzluk sonlu bir bilgiyle bilinemez Allah mutlak varlık ve birliktir Dolayısıyla Allah hakkında herhangi bir kesin yargıya varmak mümkün değildir Ona verilecek varlık düzeyinde tek uygun isim varlık nuru (Nur-ül-Vücud)'durAllah'nın varlığı her zaman mutlak özü ile birlikte düşünülmelidir, ancak insan bunu gerçekleştiremez Bu sebeblerden Allah hakkındaki kanıtlama girişimleri de yerinde değildir Ne fizik ne de mantık temelli Tanrı açıklamaları açık ve kabul edilebilirdir Ama insan Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını düşünmeli bunun aracılığıyla bilgisindeki aczi azaltmaya çalışmalıdır Allah isimleri ve sıfatları (esma'ül-hüsna) dolayısıyla bilinebilirdir yalnız Asıl özü ise bilinmeden kalırBöylece Tûsî'nin aksine Allah Konevî'ye göre, zorunlu varlık olarak ileri sürülemez Konevî ile Tûsî arasında mektuplaşmalarla yürütlen ana tartışma konusu bu olmakla birlikte, her ikisininde sistematik sonuçlara vardıkları söylenemez Konevi, tasavvufi görüşlerinde tamamen İslam'a bağlı kalmıştır Daima delillerini Kur'an, hadis ve eski sufilerin sözlerinden vermiştir Böylece tasavvufi görüşle İslamın savunucusu olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



Seyid Şerif Curcânî(1340-1413)

Seyid Şerif Curcani ya da tam adı ile,Ali bin Muhammed es-Seyyid Eş-Şerif, 1340'ta Esterabad (Curcan) bölgesinde doğmuştur, 1413'te Şiraz'da ölmüştür Seyid Şerif olarak da tanınmış ve bilinmiştir Timur'un Şiraz'ı ele geçirdiğinde Curcani'yi Semerkand'a göndermiş ve orada Sadeddin Teftâzânî ile bir polemiğinde üstün olması sebebiyle önemli bir değer kazanmıştır Her ikisi de etkili olmuş islam bilginleridir, ölümlerinden sonra uzun bir zaman bilginler Teftâzânî ve Curcânî taraftarları olarak ikiye bölünmüşlerdir Müteahhirin şeklinde islam tarihinde adlandılan dönem Teftâzânî ile başlatılmış ve Curcânî ile sürdürülmüştür


Felsefesi, önemli felsefi çalışmalarını belirli bir şekilde diğer islam bilginlerinin görüşlerini tenkit ve yapıtlarını şerh ederken geliştirmiştir Tarifat adlı bir felsefe sözlüğü olmakla birlikte, genelde kelamcıların ve islam filozoflarının görüşlerini ortaya koyduktan ve bunlar hakkında eleştiri ve sorgulamalarını yürüttükten sonra, kendi düşüncelerini belirtme yolunu seçmiştir


Mevâkıf kitabı Abhudeddin el-Îcî'nin kitabı olup Curcânî tarafından şerh edilmiş ve hatta bu şerh kitabın kendisinden daha önemli hale gelmiştir Bilim konusundaysa Fahreddin Râzî'yi tenkit etmiş ve ona karşı argümanlar geliştirmiştir Râzî, kendi varlığımız hakkındaki bilgilerimizi zorunlu bilgiler olarak kabul ederken, Curcânî buna itiraz eder Bilimin zorunlu kesinliği ve göreliliği arasındaki tartışma da ise Gazali'nin düşüncelerini tenkit eder Curcânî bir çok düşüncenin eleştirisinden sonra, kendi uygun bilim ya da bilgi anlayışını öne sürer ki; buna göre bilim hakikattir, yani bilim belirli bir durumda anlamlar arasındaki çatımanın aşılması ve celişikliğe son verilmesini gerektirir Ona göre şüphe bilimin tanımının dışında kalmaktadır ve kalmalıdır Ancak başka bir noktadan, tasarımların niteliği noktasından şüpheyi bilime sokmaktadır


Bunlara bağlı olarak Curcânî aynı yaklaşım biçimiyle, yani bilgelerin öğretilerini açıklayıp özetlemek, eleştirisini yapmak ve ardından kendi düşüncelerini belirtmek biçimiyle, bilgi teorisi, öznelik,varlık, kuram, bilinç konularında açıklamalar getirir Bu düşüncelerin genel anlamda zamanımızdaki yeni pozitivist bilim anlayışına ve bazı bilim felsefecilerinin tanımına yakın nitelikte olduğu belirtilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



Seyyid Kutub


1906 yılında Mısır'ın Asyut kasabasısında, dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi Orta ve lise tahsilini el-Ezher de bitirdi Kahire Üniversitesi'nin Darul Ulum fakültesine girdi 1933 yılında mezun oldugu fakülteye aynı yıl öğretim görevlisi olarak tayin oldu 1939 ve sonrasında İslami düşünceye yöneldi 1946'da Konum Dersleri isimli makalesini yayımladı Çoğuna göre bu makalesi onun İslami düşünceye girişini temsil eder Makalesinde toplumun ıslahının ve Müslümanların bu yönde çalışmasının Kur'an'ın emri olduğunu savunuyor, Mısır'ın o dönemki toplumsal yapısını ve geçirmekte olduğu dejenerasyonu eleştiriyordu


1949 yılında ABD'ye gitmiştir Bu dönem boyunca Amerikan yaşam tarzını ve toplumunu, tanık olduğu ırkçılığı eleştirmiş ve Amerikan medeniyetini primitif olarak görmüş ve reddetmiştir Ayrıca, 1949 yılında, o yurtdışındayken, İslam'da Sosyal Adalet isimli eseri yayımlanmıştır Bu eserinde gerçek sosyal adaletin İslam'da olduğunu öne sürmüştür Ayrıca yine ABD'deki yıllarında, daha önce kaleme almış olduğu edebi makale ve eserleri eleştiriyor, o dönemlerde sahip olduğu daha seküler olarak tanımlanabilecek edebiyat anlayışından ziyade edebiyatın da kaynak olarak en başta İslam'ı alması gerektiğini savunuyordu


Kitaplarında, genellikle geleneksel İslam'a karşı, sahih bir çizgiyi savundu Tasavvufta var olan hurafeleri eleştirdi Mısır'a döndüğünde, kamu hizmetinden ayrılıp Müslüman Kardeşler teşkilatına katılmıştır Teşkilatın gazete ve dergilerinden devamlı olarak düşüncelerini aktarmaya çalışırken, teşkilatın genel düşüncesiyle kendi fikirleri arasındaki bazı farklılıklar ortaya çıksa da, Müslüman Kardeşler ile olan ilşkisi devam etti


Cemal Abdül Nasır'a düzenlenen 1954 tarihli suikast girişimi nedeniyle birçok Müslüman Kardeşler üyesi gibi o da tutuklandı Yargılama sonunda Seyyid Kutub'a onbeş yıl ağır hapis cezası verilmiştir Hapiste ileride büyük bir önem ve üne kavuşacak iki eseri olan, Kur'an tefsiri Fi zilâl-il-Kur'an ve Kutub'un siyasi ve düşünsel görüşlerinin en son ve bütününü ifade eden Yoldaki İşaretler`i kaleme almıştır 1964'te serbest bırakıldıktan sonra, 1965'te tekrar tutuklandı Bu kez de birçok Müslüman Kardeşler üyesi ile birlikte tutuklanmıştı ve tutuklanma nedeni devlete karşı bir darbe girişimi idi 22 Ağustos 1966'da hakkında idam cezası verildi Kararı Pakistan, İngiltere, Lübnan, Ürdün, Sudan ve Irak gibi ülkelerdeki birçok dini otorite ve grup tepkiyle karşılasa ve Nasır'ı kararından döndürmeye çalışsalar da, Seyyid Kutub 29 Ağustos 1966'da idam edildi


Mahkeme heyeti onu idama mahkûm ettiğinde Kutub'un ağzından şu sözler dökülmüştü:


“ Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem Allah'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem Namazda Allah'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



İbn Bacce tam adı Ebû Bekr Muhammed bin Yahya bin es-Saig olan Endülüs'lü, Arap filozof ve bilim adamı Batıda Avempace olarak da anılır


Hayatı [değiştir]Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen İbn Bacce'nin Endülüs'teki Zaragoza (Saragosta) kentinde doğduğu bilinmektedir Asıl adı Ebû Bekr Muhammed b es-Saig`dir 1138 yılında Fas'ta vefat etmiştir Hayatının ilk dönemlerine dair pek bir bilgi yoktur fakat sonraki dönemlerde yazdığı eserler sayesinde düşüncesi ve bilimsel araştırmaları bilinmektedir


Akılcı (rasyonalist) bir filozof olan İbn Bacce, Meşşailik takımının önemli ismi Farâbî'den fazlasıyla etkilenmiştir Felsefe dışında astronomi, matematik ve musikî ile ilgilenmiştir Bunların dışında tıpta döneminin uzmanlarından olmuştur Metafizik ve felsefedeki çeşitli düşünceleri nedeniyle gelenekçi dini otoriteler tarafından dinsizlikle suçlanmıştır


Gazzali ve Eş'ariliğin gerici ve ezici baskısı yüzünden Batı'ya göç eden İslam felsefesi Meşaiyye Endülüs Arapları arasında özellikle İbni Bacce taraflarından sürdürülmüştürDiğer filozoflarla karşılaştırıldığında kendi düşüncesini anlatan pek az eser kaleme almıştır Kaleme aldığı eserlerin çoğunluğu kendinden önceki Batılı ve Doğulu filozofların sistemlerine şerhdir Özellikle Aristo'nun felsefi sistemine dair şerh niteliğinde birçok eseri vardır


İbn Bacce düşüncesinde varlıkları sayılar olarak nitelemiştir Sayılar da ikiye ayrılır: buut (boyut) sahibi olanlar ve buut sahibi olmayanlar İbn Bacce düşüncesinde hareketler de ikiye ayrılır: canlıların belirli olaylarla alakalı belirli hareketleri (insanın yürümesi gibi) ve mutlak hareketler (yıldızların dönüşü gibi) İbn Bacce'ye göre mutlak hareketler ezelidir ve ikiye ayrılırlar; dairevi olanlar ve düz olanlar


İbn Bacce'nin Tanrı düşüncesi tasavvufi bir görüştür Ayrıca ilahi bilgiye akıl ile ulaşabileceğini savunarak Gazzali düşüncesine karşı çıkmıştır İbn Bacce'ye göre ilim elde etmenin tek aracı akıldır Deney ile elde edilen bilginin, ilmin bir değeri yoktur Bunlardan da anlaşılabileceği gibi filozof akla büyük önem verir ve felsefesi fazlasıyla akılcı bir karaktere sahiptir


İbn Bacce'nin akılcı düşüncesi kendisinden sonra gelen iki büyük Endülüs'lü filozofu, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'ü, büyük oranda etkilemiştir

İbn Bacce siyasi felsefe ile de ilgilenmiş, siyasi felsefeye sisteminde yer vermiştir Siyasi düşüncesindeki ütopya bir seçkinler topluluğudur Ütopik toplumunda her fert sağlıklı bir yaşam sürmekte etrafındakilere güçlü sevgi bağlarıyla bağlanmıştır Bu noktadan yola çıkarak İbn Bacce düşündüğü bu toplumda hekimlere ve hakimlere ihtiyaç olmayacağını belirtmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları





İbn Haldun, Walī ad-Dīn ʿAbd ar-Raḥmān ibn Muḥammad ibn Muḥammad ibn Abī Bakr Muḥammad ibn al-Ḥasan) 1332-1406 (Hicrî 732 / 808) yılları arasında yaşamış astronom, iktisatçı, tarihçi, matematikçi, sosyal bilimci ve İslam bilginidir Tam adı Abdurrahman b Muhammed b Ebu Bekr Muhammed b Hasan’dır


İbn Haldun, 1 Ramazan ayında 1332 yılında Tunus’ta, nesli sahabilerden Vâil b Hacer’e uzanan, Arap bir ailede doğdu Aslı Yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzanır Dedelerinden, ilk olarak Halid b Osman, Endülüs’teki Karmuna’ya hicret etti Endülüs halkının âdeti olarak Halid olan ismine u ve n harfleri eklenerek ismi Haldun’a dönüştü


Yaşam öyküsü [değiştir]İbn Haldun'un yaşamı çok iyi şekilde belgelenmiş ve özgeçmişini at-taʿrīf bi-ʾbni Ḫaldūn wa-riḥlatu-hu ġarban wa-šarqan isminde anlatan bu kitap 1951 yılında Kahire'de Muħammad ibn-Tāwīt at-Tanjī tarafından yayınlanmıştır İbn Haldun banū chaldūn isminde asil bir aileden, birkaç kuşak Carmona ve Sevilla, Endülüs (İspanyolca: Andalucía; Arapça: الأندلس‎ Al-Andalus)'de yaşamışlardır Zaten Haldun aile ismi kökeni öncülleri Halid'ten gelir[1] Özgeçmişinde İbn Haldun, kökeninin İslam Peygamberi Muhammed Mustafa sav zamanında arap-yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzandığından ve ailesinin İslami fetih başlarında İspanya'ya geldiğinden bahseder


Kendi deyimiyle;


“ "ve bizim ecdadımız, Hadramut'dan Yemen Araplarından Vail bin Hacer (Wa'il ibn Hajar), ünlü iyi tanınmış ve saygın Araplar" (sayfa 2429, Al-Waraq yayını)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



İbn Tufeyl

Endülüslü hekim, hukukçu ve filozof Tam adı Ebu Bekir Muhammed bin Abdal Malik bin Muhammed bin Tufail el Kaisi el-Endülüsi Latin dünyasında Abentofail olarak da bilinir Tanınmış İslam filozoflarındandır


Granada yakınlarındaki Guadiks'de doğdu ve İbn-i Bacce tarafından eğitildi Fas'da vefat etti


İbn Tufeyl'in epistemoloojisinde bilginin imkânı insan ve tabiat ilişkisinden hareketle temellendirilmiş-tir Hay b YoJtzân'dakİ Hay tipi, esasen fizikî varlığıyla tabiatın bir parçası olmakola birlikte algılama ve bilme İmkânlarıyla tabiatı müşahede eden, tabii varlık alaonındaki temel düzen ve işleyiş hakkında düşünen, akıllı bir canlı olarak yeryüzünodeki mevcudiyetini anlamlandıran, gözolem alanı ötesindeki metafizik varlık fikrine varan ve nihayet manevî tecrübeler sayesinde birtakım metafizik bilgilere ulaşan ideal özneyi temsil eder Tabii varolık alanı ise kendisine şuurlu bir bilme etokinliğiyle yönelebilen bu özneye, dayandıoğı düzen ve sürdürdüğü işleyişin fizik ve metafizik yasaları hakkında bilgi sağlayan ontolojik imkândır İnsanın bilgi imkânı ve yeteneklerine gelince ondaki idrakin ilkeosi nefistir İbn Tufeyl'in nefis ve onun bilgi yeteneklerine dair fikirleri İbn Sînâ'nın görüşleriyle büyük bir benzerlik taşımakotadır Filozofun eserindeki kahraman daoima kendi varlığı ile tabii çevresi hakkınoda sorular soran, araştırmacı ruha sahip bir tiptir Hay, tabiatla münasebetinden dolayı ortaya çıkan teorik ve pratik her problemi tamamen şuurlu bir etkinlikle çözmeye çalışırken gelişme psikolojisi çeroçevesinde açıklanabilecek aşamalar kayodeder Duyular, gözlem ve deneyle akıl, Hayy'in teorik gelişiminde vazgeçilmez rolleri olan bilgi vasıtalarıdır Duyularla alogılanan varlık ve olguların süreklilik arzeden özellikleri gözlem ve deney yoluyla adım adım keşfedilir Bu arada pratik aklın icapları olan teknik bilgiye ve hatta -Hay'de utanma duygusunun gelişmesi olgusunda olduğu gibi ahlâkî bilince ulaoşılır Tabiatın bağrında hayatını devam ettirebilmek için çeşitli aletler yapma çaobasının yanında varlığı anlamlandırma gayreti içine giren Hay mantıkî çıkarım yoluyla tabiattaki işleyiş, bütünlük, düozen ve gayenin akledilir ve soyut gerçekoliğine, bütün bu kozmolojik delillerle de yaratıcı Tanrı fikrine ulaşacaktır


İbn Tufeyl, sosyokültürel yönden herohangi bir şartlandırmaya mâruz kalmaodan tamamıyla el değmemiş tabii çevrede her şeyi kendi kendine öğrenen bir kahraomanı kurgulamak suretiyle düşünce sisotemini fıtrat kavramına dayandırmak isotemiştir Ancak İbn Tufeyl, insanın bu orotam ve şartlardaki entelektüel gelişimini ele alırken kaçınılmaz olarak insanlığın katettiği antropolojik gelişim evrelerine de atıfta bulunmaktadır Nitekim İslâm kültüründe zaman zaman derece, aşama ve katmanları ifade etmek üzere kullanıolan yedi rakamının sembolizmi İbn Tuofeyl tarafından Hayy'in gelişim aşamalaorını belirtmek için de kullanılmış, her aşaomanın yedi ve katlarıyla ifade edilen yaşolarda kaydedildiği bir gelişim anlayışı orotaya konmuştur Yedi yaşına kadar süren ilk aşama bedensel ve psikolojik gelişimin başlangıç safhasıdır Yedi-yirmi bir yaş arası, pratik ihtiyaçların karşılanması için amelî aklın sayesinde araçların imal edilodiği çağdır Merak döneminin başladığı yirmi bir yaşla birlikte insan ruhu varlık ve oluşun sırlarını keşfe yönelir Fizikten metafiziğe geçiş bu aşamanın belirgin özelliğidir Daha sonraki safhalarda tam bir aydınlanma ile bilgeliği yakalayabilen insan, en sonunda gerçek mutluluğun hakikatine ereceği manevî tecrübelere ulaşır[70] İnsanın tabii çevresiyle girdiği etkileşim, fıtratındaki bilme ve yapma kapasitelerini aşama aşama gelişotirir Bu epistemolojide gözlem ve deney, fıtratta var olan akıl yürütme kapasitesini harekete geçirmekte, dolayısıyla bilginin oluşumu için akıl da devreye sokulmakotadır Çünkü gözlem ve deney verilerini karşılaştırma ve böylece henüz gözlenomeyen hakkında bir teorik sonuca ulaşoma, her şeyden önce tümevarım denilen akıl yürütme biçimine ihtiyaç hissettireocektir Tüme varmak için sonsuz ölçüde deney ve gözlem yapılamayacağına göre olması gereken zihnî sıçramada sezgi de kaçınılmaz olarak rol oynayacaktır Nihaoyet bir defa tümel kavrama ulaşıldığında bu teorik bilginin tek tek olgulara uyguolanması da tümdengelim yöntemini georektirecektir[71]


İbn Tufeyl, 1106’da Gırnata yakınlarında Vadiü’l-Aş’ta doğdu, 1186’da Merakeş’te öldü İşraki felsefesinin Endülüs’teki en önemli temsilcilerinden biridir Uğraştığı ve önemli eserler verdiği başlıca konular tıp,felsefe ve gökbilimdi Günümüze ulaşan ve bütün dünyada tanınmasını sağlayan eseri ise Hayy bin Yakzan ya da diğer adıyla Esrarü’l-Hikmeti’l-Meşrikiye’dir Dünya da felsefi romanın ilk örneği ve ilk “robinsonad” olan Hayy bin Yakzan, 14 yüzyıldan başlayarak dünyanın bütün belli başlı dillerine çevrilmiş, başta Robinson Crusoe’nun yazarı Daniel Defoe olmak üzere birçok Batılı sanatçı ve düşünürü etkilemiştir İbn Tufeyl’in yaşadığı dönemde (12 yy) özellikle Endülüs’te pozitif bilimlerin yanında beşeri bilimler oldukça ilerlemişti Ortaçağ Hıristiyan batı dünyasının aksine İslam-Endülüs toplumunda bilimsel bilgilerin Kur’an la uyuşacağına dair bir inanç vardı Bu nedenle Endülüs’te gayri müslimlerin bilime olan katkılarına sırt çevrilmemekle birlikte Kur’an da ki hakikatler çerçevesinde bilime katkılar yapılıyordu Özellikle tasavvuf alanında oldukça ilerlemiş olan Endülüs toplumu İbn Arabi gibi mutasavvıflar yetiştirmiş ve bunların görüşlerinin etkisinde kalmıştır Filozofların temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim'e göre Allah’ın ilk yaratığı, yaratığın tohumu olan “akl-ı evvel” veya Tasavvufî ifadesiyle, "Nur-u Muhammedî"; son yaratığı ise bu tohumun sahibi olan “Hazreti İnsan” dır Yaratığın amacı insandır ve insan da kendisinde olan nefhay-ı İlâhi, ilahi nefes, nedeniyle en şerefli mahlûktur İnsan, vücuduyla maddi dünyaya, ruhu ile de manevi dünyaya bağlıdır İnsan, yeryüzünde Allah’ın temsilcisidir ve yaratılmış her şey insanın kullanımına tabii kılınmıştır Bu temsilciliğin sorumluluğu da bütün insanlığa aittir Bütün insanlık; her insanın kendisinde mevcut potansiyele ve olanakları harekete geçirmek ve onarlı gerçekleştirmek fırsatına sahip olduğunu göstermek gibi bir kolektif sorumluluk altındadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



[B]İbn Miskeveyh [/B


(Ahmed bin Muhammed Miskeveyh) (940-1030) Fars asıllı ünlü Şii filozof İran'ın Rey kentinde 940'ta (hicri 320) doğdu Aktif politik kişiliğini filozof rolüyle birleştirdi Tarihçi yönü de olan Miskeveyh Bağdat, Isfahan ve Rey şehirlerindeki Büveyye hanedanına hizmette bulundu Aralarında Sicistaninin de olduğu bir entelektüel grubunun üyesiydi İslam dünyasında Neoplatonik geleneğin ortaya çıkışında Miskeveyh'in telifçi rolünün etkisi bulunmaktadır İbn Miskeveyh tarihten psikolojiye, kimyadan metafiziğe kadar pek çok farklı alanda çalışmalarda bulundu ve eserler kaleme aldı Yunan filozoflarının tevhid ile ilgilendiklerini öne sürmekle Miskeveyh din ile felsefeyi uzlaştırma hususu probleminden uzak durmuştur

Tam adı Ebû Ali Ahmed bin Muhammed bin Yakub bin Miskeveyh olan İbn Miskeveyh 936 senesinde İran’ın Rey kentinde doğdu 940 veya 951 senesinde doğmuş olabileceği ortaya atılmıştır


İbn Miskeveyh öğrenimini, doğduğu kent olan Rey kentinde tamamladı, iyi bir eğitim gördü İbn Miskeveyh döneminin ünlü bilginlerinden ve hocalarından ders aldı Çağının önde gelen filozofları (İbn Sinâ, Ebu Reyhan el-Beyrûni ve Ebu Hayan et-Tevhîdî gibi) ile bilgi alış-verişinde bulundu İbn Miskeveyh özellikle Farabi’den çok etkilenmiş ve meşşai ekolün önemli isimlerinden olmuşturMüslüman filozoflar evrimden bahsetmişlerdirOnların zihnindeki evrim tasarımı Allah'ın iradesiyle olan akışla ilgilidirBilimi yeterince anlamayan sözde dini kesimler ile,dini yeterince anlamayan sözde bilimsel çevreler birbiriyle ideolojik açıdan tartışa dursunlar,insanlığın bütün düşünsel ürünlerine saygı duymak gerekir( Mehmet Bayraktar, "İbn Miskeveyh", DİA cXX,Bayrakdar,Mehmet,İslamda Evrimci Yaratılış Teorileri,Saruhan Müfit Selim,İbn Miskeveyh Düşüncesinde Tanrı ve Alem,Ankara,İlahiyat Yayınları IBaskı,Mart,2005,)İbn Miskeveyh asıl ilgi alanı olan felsefenin dışında uzunca bir süre kimya ile de ilgilendi, çeşitli araştırmalar yaptı Kimya alanında yaptığı çalışmalardan hiçbiri bugüne ulaşmamıştır İbn Miskeveyh felsefe ve kimya dışında tıp, edebiyat, tarih, ahlak ve metafizik ile de ilgilenip, bu konularda birçok eser kaleme aldı Özellikle ahlak sistemi ile dikkat çeken İbn Miskeveyh ahlak konusunda çok önemli bir yere sahip olmuştur Eserlerinde Farâbi metodunu izlese de, genel olarak Farâbi’nin aksine pratiğe nazariyeden önce yer verip, pragmatizme yaklaştı Kendisinden önceki Meşşai ekolü filozofları gibi Eflatun ile Aristo’nun fikirleriyle İslam dinini uzlaştırmaya çalıştı


İbn Miskeveyh dönemin önemli isimlerinin yanında kâtiplik ve kütüphanecilik yaptı İlk önce vezir Ebu’l-Fadl İbnu’l Amîd’in kütüphane memurluğunu yapmış, ün ve itibar kazanmaya başlamıştı Daha sonra da sarayda kâtiplik, özel kütüphane memurluğu, hazinedarlık ve muallimlik gibi çeşitli görevler aldı


Ahlâk felsefesinde özellikle Eflatun, Aristo ve Calinos’tan etkilenen İbn Miskeveyh ahlâkın gayesinin üstün saadete erişmek olduğunu düşünmekteydi Ona göre ahlâkın dört temel fazileti hikmet, şecaat, rikkat ve adaletti Bu faziletlerin tek başına yaşayan bir insanda değil de toplumda oluşabileceğini öne sürdü Bu nedenle ona göre ahlâk, “sosyal ahlâk”tı Miskeveyh daha çok etik alanındaki eserleriyle İslam Felsefe geleneğinde tanınmıştır Hatta etik konuları ilk ele alan İslam filozofu olduğundan bazı kimselerce kendisine "Muallim-i Selase" (Üçüncü Öğretmen) -bu sıfat, Aristo'nun "Muallim-i Evvel", Farabi'nin "Muallim-i Sâni" oluşu gözönüne alınarak kendisine verilmiştir- unvanı verilmiştir Miskeveyh Plato ve Aristo'nun yanı sıra, Porfirius, Pisagor, Galen, Afrodisyaslı İskender gibi Yunanlı filozofların eserlerinden etkilenmiş ve yararlanmıştır Felsefe tarihçilerine göre İbn Miskeveyh öldüğünde geride 20 cilt eser bıraktı Fakat bu eserlerin çoğu bugüne ulaşamamıştır 1030 senesinde İsfahan’da öldü

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



İbn-i Heysem Müslüman fizikçi, matematikçi ve filozof,Doğum 965,Basra Irak ,Ölüm 1038-1040,Kahire Mısır


Öğrenimine Basra'da başladı Zamanının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat'a giderek özellkle; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi pozitif bilimleri öğrenip, şöhrete kavuştu Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi Birçok önemli neticeler ve başarılar elde etti


İbn-i Heysem'in başarıları diğer memleketlerde duyulunca, Mısır'da hüküm süren Şii-Fatimi Devleti hükümdarlarından El-Hakim kendisini Mısır'a davet etti İbn-i Heysem, Mısır'a gitmeden önce, Nil Nehri ile ilgili bir sulama projesi ve bazı teknik çalışmalarda bulunmuş, Nil nehrinden nasıl istifade edilebileceğini araştırmıştı Projesini Fatimi sultanı El-Hakim'e açıklayınca, sultan projenin gerçekleştirilmesi için ona her türlü yardımı yapacağını bildirdi İbn-i Heysem, Nil Nehri boyunca ilmi ve teknik incelemelerde bulundu Yaptığı projelerin başarılı bir şekilde uygulanmasının o günkü şartlarda mümkün olmadığını görünce, hükümdardan af diledi İbn-i Heysem, El-Hakim'in kendisi hakkında kanaatlerinin değişmesinden korkarak, gözden ırak bir yere çekilip hükümdardan uzak durmaya karar verdi Gizlice ilmi çalışmalarını sürdürerek birçok eser yazdı İlim tarihçilerine göre, İbn-i Heysem'in hayatının bu dönemi en verimli ve başarılı devri olmuştur İbn-i Heysem, Birûni ve İbn-i Sina ile çağdaştı


İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi Fevkalade keskin bir görüş, anlayış, muhakeme ve zekaya sahipti Aristo ve Batlemyüs'ün eserlerini inceleyerek hatalarını gösterdi Bunları özetleyerek Arapçaya tercüme etti Ayrıca tıp biliminde de derinleşti Geometriyi mantığa uyguladı Öklit ve Apollonius'un geometrik ve sayısal metodlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işaret etti Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu Eski medeniyetlerden intikal eden matematik, geometri ve astronomiyi tedkik ederek ilmi tenkitlerini ortaya koydu ve bu sahalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim alemine sundu Mesela; Aristo ve Batlemyüs'e ait olan dünyanın, kainatın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifade etti Dünya merkezli bir kainat sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğunu söyledi Nitekim İbn-i Heysem'den yüzlerce sene sonra önce, İbn-i Şatır ve Batruci sonra Newton ve Kepler, Güneş sistemi nazariyesini kabullenmişler ve yer kürenin bu sistem içinde bulunduğunu söylemişlerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



İbrahim Nazzam (d 775, ö 845) (tam adı İbrahim ibn Sayyar al-Nazzam)

775'de Irağ'ın Basra şehrinde doğdu, 845'te Bağdat'da öldü Filozof ve teolog Ebu'l-Huzeyl gibi Mutezile filzoflarının önemli ve özgün isimlerinden biridir


Felsefesi [değiştir]Nazzam, doğa felsefesine dayanmıştır ve ona dayanarak Allah fikrine yükselmeye çalışmıştır Doğa ya da evren ona göre Allah'ın bir hikmetine göre yaratılmışlardır Doğa yasaları olarak bilinen her şeyin Allah'ın yaratımına uygun olduğunu öne sürer Allah, emir ve cebr edici olarak özgürlüğü zorunluluğu ile sınırlandırılmış bir iradedir Nazzam bu noktada meşşai flozoflarına benzer, ancak tamamen aynı argümanı öne sürmez Meşşai filozofları zorunluluk ile Allah'ı bir ve aynı şey sayarlarken, Nazzam yaradılış sorununda bu düşünceden farklılaşır İlk harekette Allah tarafından verilmiş olan özgür ve fakat akli bir iradenin fiilini görür Özgürlük akıl arasına bir tür karşıtlık konulmuş olur böylece


Nazzam felsefesini açıklamakta Anaxagoras'ın metafizik sistemine dayanır; Kümûn ve burûz dediği bir kuram geliştirir Buna göre doğada meydana gelen her şey gizil olanın ortaya çıkmasıdır; ki o gizil olan da, olmuş ve olacak olan her şey mevcuttur Gizil olandan açığa çıkmaktadır her şey Buna göre her şeyin meydana gelişi de bir anda ve birdenbire olmuştur Olaylar meydana gelen şeyler bu birdenbire meydna gelmiş olanın perdelerinin kalkmasıdır Nazzam yaradılışı böylece özgür bir eylem olarak belirtmiş olmaktadır


Ayrıca rasyonalist bir düşünürdür İbrahim Nazzam, tanrısal olan her eylemliliğin akılcı olarak mantıksal yollardan kanıtlanabilir olduğunu öne sürer Bu temelde Allah'ı sonsuz (kadîm) ve geri kalan herşeyi sonlu (hâdis) olarak açıklar; meşşai filozofu olarak Allah'ı sıfatlardan arınmış olarak görür ve değerlendirir İnsanın özgür iradesini kabul eder ve bu sebepten onun sorunlu olduğunu belirtir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları





Şahabeddin Sühreverdî Maktûl veya tüm isim ve künyesiyle Ebu'l-Fütûh Şahabeddin Yahya bin Habeş bin Emîrek Sühreverdî Maktûl (1115-1191), ünlü İslam filozofu ve işrakilik isimli fikrî akımın kurucusu


Asıl adı Yahya bin Habeş bin Emîrek ' Birçok konudaki bilgisi nedeniyle Şihâb yıldızından esinlenerek Şahabeddin veya Şihâbeddin olarak anılmış,Sühreverd'de doğduğu içinse Sühreverdî olarak anılmıştır İdam ettirilerek öldürüldüğü için daha sonra künyesine Sühreverdî'nin ardından Maktûl de eklenmiştir Ebu'l-Fütûh diye anılması ruhani hayatının derinliği ve bu konudaki çalışmaları nedeniyle olmuştur Çağdaşı ve akrabası olan bir diğer önemli isim Şihabeddin Ömer Sühreverdî'dir, bu iki şahsın ayrıştırılabilmesi Maktûl künyesi ile anılmasına özen gösterilir


Eğitiminin ilk yıllarında Sühreverdî Meşşâi ekole yakınlık duymuş, bu konuda kendisini geliştirmiş ve bazı eserler kaleme almıştır İlk zamanlardaki bu eğilimini daha sonra kendi felsefesi olan işrâkîliğe dair yazdığı eserlerde de belirtmiştir (1) Eğitimini tamamladıktan sonra birçok bölgeyi ziyarete gitti ve dönemin bazı önemli isimleriyle fikir alış verişinde bulundu Bu sıralarda felsefesinin temelini oluşturacak çeşitli deneyimler yaşadığını açıklamıştır Yine bu sıralarda adı duyulmuştu, saray çevrelerine yakınlaşmıştı ve birçok önemli devlet adamına ders verdi


Anadolu'da yıldızı parlamaya başlayan Sühreverdî'nin başarısı çeşitli kimselerin ona karşı çıkmasına yol açmış ve sonuç olarak öldürülmesi gerektiğini savunan birçok kişi ortaya çıkmıştı Sonunda bir Halep fakihlerinin kararıyla Sühreverdî 1191'de idam edildi


İşrâkîliğe etki eden kaynaklar hakkında farklı görüşler mevcut olsa da, esasları itibariyle Yeni Eflantunculuğa dayanır Metod bakımından işrâkîliğin Meşşâilikten ve Aristo geleneğine dayanan diğer felsefi akımlardan farklı en büyük özelliği akıl yolu ile hakikate ulaşılamayacağı, hakikate ulaşmanın tek yolunun bir tür manevi sezgicilik olduğu düşüncesidir İşrâkîliğe göre hakikate ancak kalb ve işrak ile erişilebilir İşrâkîliğin, düşünsel planda meşşâi gelenek ile sufi gelenek arasında bir yerde olduğu söylenebilir Sufi gelenekten farklı olarak işrâkîlik cezb ve sekri kabul etmez


İşrâk, hem bu felsefenin temel taşını oluşturur hem de felsefeye adını verir Arapça bir sözcük olan işrâk "Doğu, aydınlıkla ilgili, ışıkla ilgili" anlamlarına sahiptir


Sühreverdî âlemi dikey bir düzlemde açıklar, onun bu yön sisteminde Doğu maddiyetten tamamen sıyrılmış saf ışık ve meleklerin mekânı; Batı ise maddiyetin dünyasıdır Bu iki yönün tam ortasında ışık ile karanlığın birleştiği noktadır Bu kutsi yön - kutsi düzen düşüncesi büyük oranda Antik Pers kaynaklarından etkilenmiştir


Sühreverdî ışığı, nûr, hakikatin cevheri olarak tanımlamıştır Ona göre kavrama ışığın bir şuur aydınlığı oluşturmasıyla oluşur ve eşyayı kavramamızı sağlayan ışıktır Fakat doğrudan ışık ile hâsıl olan bilgi, Tanrı katından geldiği için, insanüstüdür Böylece eğer birisi o bilgiye erişebilirse, keramet gösterip, varlık ve olaylara müdahale edebilir; o kişi için gizlilik perdesi kalkmıştır Bu açılardan işrâkîlik sufi geleneğe yaklaşır İşrâkîlikte akıl dışı sezgi - manevi sezgi farklı yerlerde farklı anlamlarda kullanılmıştır


Sühreverdî'nin bu düşünceleri Sünni çevrelerce ve belli başlı itikad mezheplerince, İslam akidesine ters düştüğü gerekçesiyle tenkit edilmiş ve din dışı sayılmıştır


Sühreverdi, rasyonel düşünme ile sezgisel düşünmeyi kendi felsefesinde bir araya getirmiştir Rasyonel bilgi önemlidir hatta onunla sezgisel bilgiye yaklaşma imkânı da bulunmaktadır ama tek başına rasyonel bilgi yeterli değildir, çünkü varlık bizim rasyonel kalıplarımızın çok ötesindedir


Felsefe tarihi kavramı Sühreverdi ve ekolünün büyük ilgisini çekmiştir Sühreverdi felsefeyi rasyonel sistemleştirmeden ziyade Hikmet ile bir tutar Felsefe Platon ve Aristo ile başlamaz, aksine onlarla biter Aristo hikmeti rasyonel bir kalıp içerisine sokarak perspektifini sınırlamış ve onu ilk dönem bilgelerinin birleştirici hikmetinden ayırmış oldu İşraki görüşüne göre, Hermes veya İdris peygamber, felsefenin babasıdır ve onu vahiy olarak almıştır İdris'i, Yunanistan ve İran'daki bilgeler ve daha önceki uygarlıkların hikmetini kendisinde birleştiren İslam bilgeleri izler


Sühreverdi ayrıca, Zerdüşt[1] öğretinin (özellikle de melekler bilimi (angeology) ve nur ile karanlığın sembolize edilmesi konusunda) etkisinde kalmıştır Kadim Zerdüşt bilgelerinin hikmetini, Hermes'inki ile, dolayısıyla da başta Pisagor ve Platon olmak üzere Aristo öncesi filozofların hikmetiyle aynı görmüştür Sonuçta da kadim Mısır, Kildani ve Sabii doktrinlerinden geriye kalanlarla Helenist matris içerisinde birleşen Hermetisizmin engin geleneğinden etkilenmiştir Sühreverdi'yi etkileyen diğer bir kaynak da Sufi hikmetidir Özellikle de, sık sık bahsettiği Hallac'dan ve Gazali'den çok şey almıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



Şemsüddin Şehrizorî, İşrakî Okulunun fiili anlamda kurucusu ve okulun maktül manevi lideri Şahabeddin Sühreverdi'nin (Şeyh-ül-işrak'ın) sadık bir izleyicisi olarak bilinir İlk işraki filoofu olarak kabul edilir İşrakiliğin kurulması, felsefi ve tarihi bilgilerinin kaydedilmesi anlamında Şehrizori'nin çalışmaları çok önemlidir Kimi yapıtları, özellikle de işrakilik hakkındaki çalışmaları bilinmekle birlikte, kendisi hakkında çok az bilgi mevcuttur Eldeki bilgilerin kesinliği de sözkonusu değildir Örneğin Sehrüverdi'nin Halep'te hapsedildiği sırada birlikte Şems adlı bir öğrencisinin bulunduğu ve bunun Şehrizori olduğu ileri sürülmektedir, ancak kesin bir şey söylenememektedir Hilmi Ziya Ülken bu iddianın geçerli olamayacağını ileri sürmektedir, onun felsefe ansiklopedisinin (Risail-üş-şeceret-il-İlahiyye ve'l esrar-ür-Rabbaniyye) bitiriliş tarihine göre (Sühreverdi'nin ölümünden 90 yıl sonra), Şehrizori 1300'lerin sonunda hala yaşamaktadır çünkü[1] Doğumu ve ölümü ile ilgili tarihlerde de karmaşıklar vardır Kesin olan şey İşrakilik felsefesinin daha sonraki gelişmesini derinden etkilemiş ve belirlemiş olduğudur Sühreverdi'nin Telvihat´ı için ve ayrıca Hikmet-ül-işrak için iki ayrı şerh düşmüş ve bunlar kendisinden sonraki iki önemli işraki düşünürü tarafından büyük ölcüde değerlendirilmiştir Bunlar İbn Kemmûne ve Kutbüddin Şîrazi'dir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Filozofları

Eski 08-17-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Filozofları



Ebu'l-Berekât Bağdâdi(1076-1166)


Ebu'l-Berekât Bağdâdi, 12 yüzyılda islam felsefesinin en etkili filozoflarından biri olmasına rağmen, çok fazla tanınmamış bir düşünürdür Ortaçağ'da ve sonrasında Batı düşüncesinde bilinen bir filozof olmamıştır


Ebu'l Bağdadi'nin asıl adı Hibetullah'tır, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Bağdat'da dünyaya gelmiştir Daha sonra Müslüman olmuştur Zamanında Abbasi halifesi Müktefi Billah ile iyi ilişkileri olduğu sanılmaktadır


Ebu'l Berekat, bazı kaynaklarda filozof olarak İbn Sina'dan ve hatta Arsisto'dan bile üstün görülür İslam felsefesinde, Meşşaililere karşı eleştiriler yöneltmiş, İşraki okulunu görmezden gelmiş, özgün düşünceler üretmiş ve esas olarak kelâm felsefesinin gelişmesine etki etmiştir Fahrüddin Râzi ve Nasîr Tûsî gibi kelam felsefecileri, kendi rasyonel düşünce sistemelerini Gazâli'nin kuşkuculuğuna karşı kouryabilmek için Ebu'l Berekat'ın fikirlerinden destek almışlardır Bu sebepten kelamcılar arasında sayılmaktadır, ancak çalışmalarının özgünlüğü kelamcıların sınırlarını çok aştığı da kabul edilir


Bilimler sınıflaması, mantık sistemi, bilgiye getirdiği açıklama biçimlerinde zamanını aşan ve özellikle daha sonra (özellikle ortaçağdan sonra) ortaya çıkacak olan felsefi yönelimlere benzer argümanlara sahip olduğu görülür Zihin bilimleri (mantık, matematik, astronomi), duyu bilimleri (doğa bilimleri) ve akıl bilimleri metafizik, ilahiyat) olarak düzenlediği bilim ve bilgi alanını, felsefi sisteminin dayanağı yapar Berekat ve bütün görüşlerini bu temel üzerinde yükseltir Bu ayrımlar kısmen Aristoteles'in metafiziğinin yeniden eleştirel değerlendirilmesidir


Metafizik sisteminde Bağdadi, akılcı bir filozof olmasına rağmen, olasılık kavramını işin içine sokmuştur, ancak bunu farklı bir şekilde anlamlandırır Gazali'nin eleştirel kuşkuculuğunu sistemi için kabul edilemez bulur Onun arayışı, teorik akılda insanı duyu verilerinin olasılıksal belirsizliğinden kurtaracak ve zihinsel bir sezgi ile dile ulaştıracak yolu bulmaya yöneliktir O bu yolun akıldışı bir sezgi ile mümkün olduğunu öne sürmektedir ki, böylece hem meşşailikten hem de işrakilikten ayrı bir yol tutmuş olmaktadır


Ebu'l Berekat, kategoriler alanını, düşünceye ait olanlar ve varlığa ait olanlar şeklinde iki alana ayırmaktadır; buna göre örneğin zaman ve mekân düşünceye ait kategorilerdir ve nitelik, etki gibi kategorilerse varlığa ait kategorilerdir Filozof bu kategorileri sisteminde açıklıyor ve temellendiriyor Özellikle zaman konusunda önemli felsefi açıklamalar getirir Zamanın ve mekânın sonsuzluğunu öne sürer ve bununla birlikte yaradılışın başı ve sonu olmadığını savunur Zamanın hareketle ilgisi olmadığını ve hareketin sayısı olmadığını ispatlamıştır


Bunlara bağlı olarak insan bilgisini, doğrudan doğruya bildiğimiz şeyler(öze ait bilgiler) ve duyular yoluyla bildiğimiz bilgiler(araza ait bilgiler) şeklinde iki bölüme ayırmaktadır Tanrı bilgisini, araza ait bir bilgi olarak temellendirir, ona göre Tanrı'nın özünü ve sıfatlarını asla bilemeyeceğiz

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.