Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
>islami, sözlük

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #331
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




ÂBÂ


Baba kelimesinin çoğulu Bu kelime, aynı zamanda bir nesilden gelen kimselerin aralarındaki bağlantıyı da göstermektedir Baba, oğul ve torun arasındaki ilişki gibi Bunlar ortak bir asıldan gelmiş oldukları gibi, birbirinden husûle gelen kimseler arasındaki birleşme olarak bilinen 'neseb'i de teşkil etmiş olmaktadırlar
Kur'ân-ı Kerim'de müşriklerin babalarının dinlerine bağlılıklarını kınayan hükümler belirtilirken "âbâ" tabiri kullanılmaktadır Bu husustaki hükümler İslâm'ın getirdiği akîde açısından büyük bir önemi hâizdir Mekkeli müşriklerin, babalarının ve neseblerinin üstünlükleri ve dinlerine bağlılıklarını dile getirmeleri büyük bir câhilî ve ilkel anlayış olarak kabul edilmiştir İslâm'ın, babaların din ve yaşayış tarzlarının yanlış olduğunu, Allah'ın din ve nizamına uyulması gerektiğini belirtmesi ve bu husustaki mesajını bildirmesi üzerine müşrikler bu konudaki âbâ anlayışlarını ortaya koymuş ve bu anlayışlarından dolayı Kur'ân-ı Kerim tarafından kınanmışlardır İslâm, babaya ve ecdâda saygıyı kabul etmesine rağmen babaların ve ecdâdın Allah'ın din ve emirleri dışında yaşaması hâlinde Allah'a itaatin dışına çıkacaklarını ve dolayısıyla bu isyanları karşısında onlara itaatin haram olduğunu da yine İslâm bildirmektedir Müşriklerin babalarına itaat etmeyi ileri sürmeleri Hz Peygamber'in getirdiği Allah'a iman, âhiret ve risâlet inancını inkâr etmek için babalarına itaat etmeyi ileri sürüyorlardı Aslında bu, kendilerinin sahip oldukları şirk nizâmını korumak, kendi dünyevî saltanat ve yönetimlerine zarar gelmesini istemediklerinden kaynaklanıyordu
İslâm, atalara bağlanmayı, onların yolunu körü körüne taklit etmeyi reddederek vahye dayalı yeni bir akîde ve medeniyet getirmiş; bu akîde ve nizam ile bütün câhilî anlayışları kökünden yıkmıştır Miras ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'de ifâde edilen âbâ tabiri için bk miras mad




__________________
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #332
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük





ABADİLE


Adları Abdullah olan fakîh ve muhaddis dört sahâbî Abâdile, Abdullah kelimesinin çoğulu olup "Abdullahlar" anlamına gelmektedir Ashâb içinde iki yüz kadar Abdullah adında sahâbî bulunduğu halde Abâdile denilince fıkıh ve hadîs'te Abdullah adını taşıyan üç veya dört sahâbî kasdedilmiş ve bunlar bu isimle şöhret bulmuşlardır Bunlar; Abdullah İbn Abbâs (ö 65/687-688), Abdullah İbn Ömer (ö 74/693), Abdullah İbn Amr (ö 65/687-688) ve Abdullah İbn Zübeyr (ö 73/692)'dir (ranhum) İslâm âlimlerinden bazıları Abdullah İbn Zübeyr yerine Abdullah İbn Mes'ud (ö 32/652-653)'u Abâdile'den kabul etmektedirler Fakat İbn Mes'ud'un Abâdile'den olmadığı kanaati daha yaygındır (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, I, 27)
Bu büyük sahabîler İslâm fıkhına olan vukûfiyetleri ve verdikleri fetvalarla meşhurdurlar Bu sahâbîler Hz Peygamber (sas) devrinin genç, dinamik, gayretli, ilim ve ibâdete son derece düşkün kimseleriydi Bu Abdullahlar, Cenâb-ı Allah'ın bir lûtfu olarak Rasûlullah'tan sonra uzun müddet yaşamış ve diğer büyük sahâbilerden de öğrendiklerini kendilerinden sonra gelen nesillere öğretmişlerdir Abâdile herhangi bir İslâmî problemin çözümünde aynı görüşü belirtmiş ve aynı paralelde ictihâd etmişlerse onların bu görüşüne "Abâdile'nin görüşü" denir Bu tabir fıkıh usûlünde yerleşmiş bir tabirdir


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #333
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




ABD


Kul, köle, mahlûk, insan İtaat etmek, boyun eğmek, tevâzu göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye, ona isyan etmeden ve ondan yüz çevirmeksizin itaat etmesidir Abd kelimesinin masdarı olan ubudiyyet (kulluk etmek) insanın sıfatıdır Sâmî menşeli olduğu için; İbrânîce'de ve diğer akraba dillerde de görülen Abd kelimesi, Arapça'da bazı hususiyetler ifade etmektedir insanın yaratılış hikmetinin Allah'u Teâlâ (cc)'ya kulluğa dayandığı kat'i nasslarla sabittir
"Bana karşı imtihan ettiğin -başıma kaktığın- ganimet, İsrailoğullarını kendine kul -köle- edindiğin için " ifâdesindeki meâl, Musa (as)'ın Firavuna cevabında olduğu gibi "kul", "köle" edindin demektir (eş-Şuarâ, 26/22)
Abd kelimesinin masdarı olan ubûdiyet ve kulluk, insanın; rubûbiyet ise Allah'ın sıfatıdır Zaman zaman müstekbir ve mütekebbir insanlar, ilâhlık taslayarak Allah'a ait vasıfların kendilerinde de bulunduğunu iddia ederler Bilhassa hüküm vermede ve kanun yapmada bu durum kendini açıkça belli eder Cenâb-ı Hak ise bu durum karşısında bütün insanların kul olduğunu, hüküm koymanın yalnız Allah'a ait bulunduğunu, bir insanın Allah'ın hükümlerine bağlı kalarak mükemmel bir kul ve insan olacağı üzerinde Kur'ân'da ısrarla durmuştur
Kur'ân-ı Kerim'de: "Cinleri ve insanları, bana ibadet etmeleri için yarattım" (ez-Zâriyât, 51/56) hükmü beyan buyurulmuştur Bütün peygamberler abd olduklarını övünerek söylemişlerdir Hristiyanlar tarafından ilâh olduğu ileri sürülen Hz İsa (as) bu iddiayı kesinlikle reddederek Kur'ân-ı Kerim'in tabiriyle şöyle der: "Ben Allah'ın bir kuluyum" (Meryem, 19/30) Hz Davud (as) için "O ne güzel bir kuldu" (Sâd, 38/30) diye buyrulurken Hz Eyyüb (as) hakkında da sabrından dolayı şöyle ifade edilmektedir: "Gerçekten biz onu sabırlı bulmuştuk O ne güzel kuldu" (Sâd, 38/44) Kur'ân-ı Kerim'de birçok isim ve sıfatla anılan Hz Peygamber (sas) için en şerefli isim olarak "abd" tabiri kullanılmaktadır Cenâb-ı Allah'a en yakın bulunduğu Mîrac gecesinde kendisinden "abd" diye sözedilmektedir (el-İsra, 17/1; en-Necm, 53/10)
Rasûlullah (sas)'in "abd" yönü ve özelliği rasûl sıfatından daha üstündür Zira kul olma yönüyle Hakk'a ubûdiyet özelliğini yansıtır; rasûl yönüyle ise insanlara tebliğ özelliğini ifade eder Allah'a yönelik kul olma özelliği, halka yönelik rasûl özelliğinden daha önemli ve daha üstündür Bundan dolayı da Kelime-i Şehâdet ve Kelime-i Tevhid'de önce abd (kul) sıfatı sonra rasûl sıfatı zikredilmektedir Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de "Allah Kur'ân'ı kuluna indirdi" (el-Kehf, 18/1) âyetiyle peygarnberlik görevinden söz ederken Rasûlullah'tan "kul" diye söz etmektedir
Hz Âdem (as)'den itibaren bütün peygamberler insanları, Allah'u Teâlâ (cc)'ya ibadet etmeye davet etmişlerdir Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de "Andolsun ki biz her kavme: -Allah'a ibadet edin, tâğuta kulluk etmekten kaçının diye- (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir" (en-Nahl, 16/36) buyurulmaktadır Bilindiği gibi tâğut; Allah'u Teâlâ (cc)'nın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan (tuğyan eden) her güce verilen bir isimdir Bunun insan olması, şeytan olması, put olması veya bir ideoloji olması, mahiyetini değiştirmez Nitekim: "İman edenler, Allah yolunda cihad ederler; küfredenler de (kâfirler) tâğut yolunda savaşırlar" (en-Nisâ, 4/76) âyet-i kerimesi insanların, ya Allah'a iman edip O'nun dini için cihad edeceklerini, ya da küfredip (kâfir olup) tâğut yolunda savaşacağını sarih olarak ortaya koymuştur Bu iki hâlin dışında, üçüncü bir hâlden söz etmek mümkün değildir Bu mücadelenin ortaya çıkardığı hukûkî bir durum "abd" kavramı ile alâkalıdır Şöyle ki; abd kelimesi, köle mânâsına da kullanılmıştır (el-Bakara, 2/221) Şimdi bu mâhiyet üzerinde kısaca duralım
Ruhlar âleminde iken Allah'u Teâlâ (cc) bütün insanlardan "mîsak" almıştır Bu bir anlamda Allah'u Teâlâ (cc) ile insanlar arasında tahakkuk eden mânevî bir mukaveledir Her mü'min "Ne zamandan beri müslümansın?" suâline; "Kâlû Belâ'dan beri" diyerek, bu manevî mukâveleyi ikrar eder Kur'ân-ı Kerim'de; Allah (cc)'ın "emâneti" göklere, dağlara ve yeryüzüne teklif ettiğini, onların bu emanetin ağırlığı karşısında endişeye düştükleri, insanın ise kendi iradesiyle yüklendiği bildirilmiştir (el-Ahzab, 33/72) Emânet; Allah'u Teâlâ (cc)'nın tekliflerinin tamamına verilen isimdir Ruhlar âleminde gerçekleşen mîsak ve yüklenilen emânet sebebiyle; insan, yeryüzünde Allah (cc)'ın halîfesi hükmündedir Rasûl-i Ekrem (sas)'in: "Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar" müjdesi sarihtir insan; dünyaya geldikten sonra mîsakı unutur, emânete ihanet eder ve İslâm'a karşı savaşırsa "kölelik" (abd, rakik, memlûk, cariye vs) gündeme girer Nitekim Molla Hüsrev: "Kölelik; tevhid akîdesinden yüz çevirmenin cezası olarak, Allah'u Teâlâ (cc)'nın takdir ettiği bir hakirliktir" (Molla Hüsrev, ed-Dürer, İstanbul 1307, II, 6) diyerek, meselenin içeriğine işaret etmiştir İbn Âbidîn'de bu konuyla ilgili olarak şu hükümlere yer verilmiştir: "Bulunan çocuk (lâkit) bütün hükümlerde hürdür Hattâ kazf (zina isnadı iftirası) edene, had vurulur Çünkü âdemoğlu için asıl olan hürriyettir Zira insanlar müslümanların en hayırlıları olan, Hz Adem ile Hz Havva'nın çocuklarıdırlar Bazı insanlardaki kölelik hâli ise, daha sonra ortaya çıkan küfür sebebiyle meydana gelmiştir" Dikkat edilirse köleliğin tahakkuku, ruhlar âleminde gerçekleşen mîsakı reddetmek ve emânete ihanet ederek İslâm'a karşı savaşmakla ilgilidir Müsteşriklerin (veya onları taklid eden kimselerin) iddia ettikleri gibi kaba kuvvetle alâkası yoktur Rasûlullah (sas)'ın hür bir insanı, kuvvet kullanarak kendisine hizmetçi yapanın namazının asla kabul edilmeyeceğini ve kıyâmet gününde onun karşısında olacağını ifade ettiği bilinmektedir (Buhârî, İcare, 10) Dolayısıyla bir İslâm beldesi kâfirlerin istilâsına uğrarsa, o beldedeki müslümanlar "esir" olabilirler, ancak kat'iyyen "köle" olamazlar
Râgıp el-İsfahânî; "abd" kavramının Kur'ân-ı Kerim'de dört ayrı mahiyeti ifade için kullanıldığını kaydeder Bunlar: 1) Hukûkî açıdan köle mânâsına: el-Bakara Sûresi'nin 221 âyetinde olduğu gibi 2) Yaratılması bakımından abd: Bu mâhiyette, sadece Allah'u Teâlâ (cc)ya nisbet edilerek kullanılır Nitekim Rasûl-ü Ekrem (sas): "Hiç biriniz (elinizin) emrinizin altında bulunanlara kulum demesin Çünkü hepiniz Allah'u Teâlâ (cc) 'nın kullarısınız" diyerek bu mahiyete işaret etmiştir 3) Allah'a kulluk yapması açısından abd: İster hür, ister köle olsun şer'î hududlara riâyet eden kimse 4) Dünyaya ve dünya servetine kul haline gelen abd: Rasûl-i Ekrem (sas)'in: "Kahrolsun altına, gümüşe ve lükse kul olan insan" (Tirmizî, Zühd, 42) diye zemmettiği kimseler
Kelime-i Şehâdet getirirken; bütün ilâhları reddettiğimizi, sadece Allah'u Teâlâ (cc)'ya iman ettiğimizi, Peygamber Efendimizin (sas) önce "abd" (kul), sonra "rasûl" olduğunu ikrar ve tasdik ediyoruz Dikkat edilirse, kelime-i şehâdette geçen kavramlardan birisi de "abd" kavramıdır İnsanın sıfatı; Allah'u Teâlâ (cc)'ya kul olmasıdır: Eğer bu sıfat kaybedilirse, tâğut'un esiri haline gelme tehlikesi mevcuttur Allah'u Teâlâ (cc)'ya kulluk eden kimseye "hür insan", tâğuta kulluk edene de "köle" denilir Bu mahiyet asla unutulmamalıdır Hz Âdem (as)'den beri devam eden mücadelenin mahiyeti "abd" kavramı ile izah edilebilir Zira bütün peygamberler insanları "Allah'a kulluk (ibadet) edin, tâğût'a kulluk etmekten kaçının" diyerek uyarmışlardır Günümüzde "Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız insanındır" sloganının arkasına gizlenen tâğûtî güçler kuvvet kullanarak, müslümanları esir etmek arzusundadırlar Bu büyük tehlike karşısında; ihlâsla Allah'u Teâlâ (cc)'ya kulluk eden mü'minlerin, cihâd ibadetini ihya etmeleri zarûrîdir Gerçek mânâda ubûdiyyet (kulluk); İslâm'ın temel hedeflerini gerçekleştirmek için ihlâsla ve sabırla gayret sarfetmektir


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #334
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




ABDÂL

Halk içinde dolaşan ve ermiş diye bilinen kişilere verilmiş bir lâkap Aynı şekilde, ilim ve gönül erbabının bütününe bu ismin verilmiş olduğunu görmekteyiz Abdâl telâkkisi ilk defa ortaya çıktığı sıralarda, âbid ve zâhidlerle birlikte muhaddis ve fâkihler için de kullanılmıştır İbn Hanbel'in Müsnedi'nde Hz Peygamber (sas)'den nakledilen bir rivâyete göre kırk, diğer bir rivâyette ise otuz abdâlın ümmet içerisinde bulunduğundan bahsettiği görülmektedir (Ahmed b Hanbel, I , 112) Nitekim itimada yakın bilinen abdâl hadîslerini nakleden Ahmed b Hanbel'in, yeryüzünde muhaddislerden başka abdâl tanımadığını söylediği belirtilmektedir
İmam Gazâlî de abdâl konusunda buna benzer bir izahı Ebu'd-Derdâ' dan nakletmektedir (Gazâlî, İhya, 111, 357) Abdâlların ahlâkî ve mânevî kişilikleri hakkında söylenenler, her müslümanda bulunması gerekli vasıflardır Buna göre abdâllar bütün insanlara karşı iyi, kendilerine kötü muamele edenleri bağışlayan kaza ve kadere gönül hoşnutluğuyla boyun eğen, haramlardan kaçan, ibâdetlerini ihlâs ve samimiyetle yerine getiren, sevgi, şefkat ve ahlâkî vasıflarla donanmış kişilerdir
Abdâl kelimesinin Arapça 'ebdal'den kısmen değişerek Türkçe'ye girmiş olduğu anlaşılmaktadır Arapça'da halkın iyiliği için tasarrufa izinli evliya zümresinden olan bir cemaate verilen bir isim olarak geçer Fakat, bu tür bir kitlenin Allah tarafından gönderildiğine dair sahih İslâmî kaynaklarda herhangi bir kayıt bulunmamaktadır Dolayısıyla bu durumun, halkın kendi muhayyilesi içerisinde ortaya çıkmış bir kanaatten başka birşey olmadığı söylenebilir
Tasavvufta dervişler arasında kendini kaybeden ve coşku haline girenler için abdâl kelimesinin kullanıldığı anlaşılmaktadır Hatta bu kelime giderek "hafif meşrep", "meczup", olanlara verilen bir isim haline sokulmuştur
Abdâl kelimesi, ilk dönemlerden beri gizli güçlere sahip ve sırlara vâkıf olduklarına inanılan kimseler ve; Hızır, İlyas, Mehdi gibi gizli şahsiyetlere de atfedildiği görülmüştür Melâmet ehlinin gizli veliler inancı, abdalları daha da esrarengiz hâle getirmiş hattâ, bizzat abdâlların dahi birbirlerini tanımadıkları veya ancak üst tabakada olanların alttakileri tanıyabildikleri söylenmiştir XII yüzyıldan sonra, bilhassa Melâmî* ve Kalenderîler arasında cezbe ve istiğrak (kendinden geçme) hâli fazla olduğundan abdâl kelimesi özellikle bunlar hakkında kullanılmıştır
XIV ve XV yüzyıllarda abdâl adı altında bozuk inançlı birtakım derviş zümreleri türedi Bunlar Rum abdâlları ünvanı ile anıldılar XVI yüzyılda yaşayan Vâhidî, abdâlları şu şekilde tasvir etmektedir "Başları, kaşları, sakal ve bıyıkları traş edilmiş, başlarında kıldan örülmüş külâh, sırtlarında bal renkli veya siyah şal, ellerinde tabl ve âlem bulunmaktadır"
Yine bu yüzyıllarda bazı dervişler tek başlarına abdâl ismini kullanmışlardır Abdâl Musa, Kaygusuz Abdâl, Pir Sultan Abdâl gibi
Abdâl hadislerinin sıhhat derecesine kavuşmamış olması, bu anlayışın kaynağının Ehl-i Sünnet dışında aranmasına yol açmıştır Nitekim Hz Peygamber (sas) ve "ashab"tan gavs, kutb, evtâd, nücebâ vb ricâlü'l gay-b'a ilişkin hiçbir söz nakledilmediğini, seleften bazılarının Hz Peygamber'den rivâyet ettikleri abdâla dair sözün ise zayıf bir hadis olduğunu belirten İbni Teymiyye, ricalü'l-gayb olduğu söylenen bazı insanlara, -onları Allah'a ortak gösterir gibi- olağanüstü yetkiler ve güçler nisbet etmenin İslâm akidesiyle bağdaştırılamayacağını, bu tür bir anlayışın daha çok Hristiyanların ve aşırı Şiî fırkaların akidelerini yansıttığını belirtmektedir (Minhacü's-Sünne, I, 21-22)
Bu arada, İbni Teymiyye ve İbni Haldun dışında kalan âlimlerin büyük bir ekseriyeti ve mutasavvıfların abdâl anlayışını benimsemiş veya en azından tenkit etmemiş olmaları, bu görüşün esas itibariyle Şia'dan veya Ehl-i Sünnet dışı başka bir kaynaktan geldiği görüşünü şüphe ile karşılamak için yeterli sebeplerdi Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, ilk devirler Ehl-i Sünnet âlim ve mutasavvıflarının abdâl anlayışları İbnü'l-Arabî'nin anlayışından ve özellikle XIV yüzyıldan itibaren başgösteren ve XX yüzyıl başına kadar devam eden Râfizî abdâlların hayat tarzlarından tamamen farklıdır Nitekim Abdâl kelimesinin ilk defa ortaya çıktığı sıralarda, âbid ve zahidlerle birlikte muhaddis ve fâkihler için de kullanıldığı görülmüştü


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #335
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




ABDEST


İslâm'da bazı ibâdetlerin yerine getirilmesi için yapılan ve bizzat kendisi ibâdet olan temizlenme Abdest kelimesi Farsça'da su anlamına gelen "âb" ile el anlamına gelen "dest" kelimelerinden oluşmuş birleşik bir isimdir Arapça karşılığı olan "vudû" kelimesi hadislerde kullanılmıştır Kur'ân-ı Kerim'de ise temizlik anlamında "tahâret" ve "zekâ" kelimeleri geçmektedir Vudû' kelimesi güzellik ve temizlik anlamına gelmektedir Dolayısıyla ibâdete başlanmadan önce insanın iç dünyasını güzelleştirmesi ve dışını da iyice temizlemesi gerekir
İslâm'da abdestin farziyetine "Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın Başınıza meshedin Her iki topuğunuzla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın)" (el-Mâide, 5/6), âyeti delâlet etmektedir Hz Peygamber (sas)'in abdest almadan hiç bir iş yapmadığını görüyoruz (Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1583) Ancak abdest her amel ve ibâdet için değil başta namaz olmak üzere bazı ibâdetler için farz kılınmıştır Fakat müslümanın sürekli abdestli bulunması sünnettir
Abdest her şeyden önce her türlü pislik ve kirlilikten kurtulmak, yani maddî ve manevî bütün pislik ve mikroplardan uzak kalmak için İslâm'ın emrettiği önemli bir ibâdettir Mikrobun en kolay ürediği yer ağızdır Ağızdan başlayarak el, yüz ve ayakların günde beş defa temizlenmesi İslâm'ın temizliğe verdiği önemi gösterir Böylelikle İslâm yüzyıllar önce temizliğin üzerinde durup insanoğlunu maddî-manevî her türlü pislik ve mikroptan korumayı hedeflemiştir Bunun yanında abdest alan bir insan, kendini manen temiz ve rahat hisseder ve bu güzel his ve temiz duyguyla Allah'a ibâdete durur Bu da ruhun temizliğini sağlamaktadır İnsanın yaratılış gayesi olan Allah'a kulluk böyle bir temizleme ameliyesi ile başlayınca insanoğluna vereceği zevk ve rahatlığın değeri sonsuzdur
İnsan abdestle bedenen ve mânen temizlendikten sonra Allah'ın huzuruna çıkar Böyle bir temizlenme ile günlük bütün yorgunlukları ve yükleri geride bırakır
Abdest almakla, dünyevî ve uhrevî birçok fazilet ve güzellikler elde edilir Hz Peygamber (sas) abdestle ilgili olarak şöyle buyururlar:
"Bir müslüman abdest alıp yüzünü yıkadığında, yüzündeki âzaların işlediği bütün günahları; el ve ayaklarını yıkadığında el ve ayaklarıyla işlediği bütün hata ve günahları, su damlalarıyla beraber akıp gider ve kendisi de tertemiz olur Hatta kirpik ve tırnak diplerindeki günahlarından eser kalmaz Âdâp ve erkânına uymak suretiyle abdest alıp kıbleye dönerek: "Eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehu lâ şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlühü" diyen bu kul için cennetin kapıları açılmıştır; o, cennet kapılarının dilediğinden içeri girer"(Müslim, Tahare, 32, 33; Tirmizî, Tahâre, 2)
Abdestin Farzları
1- Yüzü Yıkamak
Yüzün bir defa yıkanması farzdır Yüzün sınırları, saçın bittiği yerden sakal veya çene altına, kulakların köklerine kadar olan bölümdür Gözlerin içine suyun ulaştırılması gerekmez Ancak abdest alırken gözler sıkılmaz, tamamen açık bırakılmaz Normal bir şekilde yüz yıkanır Dudaklar yumulduğu zaman, dışarda kalan kısımlar yüzün sınırlarıdır Sakal, bıyık ve kaşın altına suyu ulaştırmak gereklidir
2- Kolları Yıkamak
Parmak uçlarından kol dirseklerine kadar -dirsekler de dahil- olan kısmı bir defa yıkamak farzdır Eğer iğne ucu kadar kuru bir yer kalırsa veya tırnağının altına suyu geçirmeyecek (hamur, boya, çamur vb) bir madde bulunursa, abdest alınmış sayılmaz Ancak boyacıların tırnaklarındaki boyalardan kaçınmanın mümkün olmamasından dolayı bunlar abdeste zarar vermez Tırnaklar parmak uçlarından dışarı taşacak kadar uzamış olursa o fazlalığı da yıkamak gerekir Bir kimse abdest aldıktan sonra bu uzamış tırnağı keserse abdestini yenilemesi gerekmez Parmakta yüzük var ve bu geniş ise abdest alırken bunu oynatmak sünnet, eğer yüzük dar ve altına su geçirmeyecek kadar parmağa oturmuşsa onu oynatmak farzdır
3- Başı Meshetmek
Mesh, sözlükte eli bir şeyin üzerinden geçirmek demektir İbâdet hukukunda ise suyun bir vücut organına isâbet etmesidir Başın meshedilmesindeki farz oranı alın miktarıdır Bu miktar ise başın dörtte biridir Meshederken üç veya daha fazla parmağı kullanmak gerekir İki parmakla yapılan mesh câiz değildir
Başa giyilen sarık veya takke üzerine meshetmek geçerli değildir Kadınlar da baş örtüleri üzerine meshedemezler
4- Ayakları Yıkamak
Sağlam ve çıplak ayakları topuklarıyla birlikte bir defa yıkamak farzdır Yaralı veya mestle örtülü ayakları yıkamaya gerek olmayıp sadece meshetmek yeterlidir Mâide Sûresi 6 âyette geçen topuk = ka'b, ayağın iki tarafından inak kemiğine bitişik kemiktir Rasûlullah (sas): "Vay ateşten o topukların haline " (Buhârı, İlim 30; Vudû', 27,29; Müslim, Tahâre, 25-28,30; Ebû Davud, Tahâre, 46) buyurduğu ve ayakların tamamen yıkanmasını emrettiği bilinmektedir
Bir kimsenin ayağında yarık varsa ve o yarığa su sızdırmayan bir ilaç sürülmüşse, o kimse ayağını yıkadığı zaman, su yarığın altına geçmezse bu durumda su, ayağa zarar verecekse abdest yerine getirilmiş sayılır ve bu câizdir Ancak su zarar vermiyorsa abdest tam olarak alınmış sayılmaz Dolayısıyla zarar vermediği takdirde yarıklara su ulaşacak şekilde yıkamak gereklidir
Abdestin Sünnetleri
1- Niyetle Başlamak
Niyet, bir şeyi yapmayı kalbinden geçirmektir Kalpden niyet etmeden, yalnız dil ile niyeti söylemek yeterli değildir Abdest için niyet müstehap bir sünnettir Ancak Şâfiî mezhebine göre niyet, başlı başına bir ibâdet olduğundan abdeste niyet de farzdır Bu sebeple niyetsiz abdest olamaz
2-Abdeste Besmele ile Başlamak
Abdeste başlarken Allah'u Teâlâ'nın ismiyle yani besmele ile başlamak sünnettir Rasûlullah (sas): "Allah'u Teâlâ'nın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti yoktur" (Ebû Davud, Tahâre, 48; Tirmizî, Tahâre, 20; İbn Mâce, Tahâre, 41) buyurarak besmelenin faziletini belirtmiş olmaktadır Besmeleyi abdeste başlarken okumak esastır Çıplak bir hâlde iken veya tuvalette besmele okunmaz Bir kimse abdestin başında "Lâilâhe illallah" veya "Elhamdülillah" dese besmele yerine geçer (Fetevâyı Hinddyye, 1,7)
3-Önce Bileklere Kadar Elleri Yıkamak
Rasûl-i Ekrem (sas): "Sizden birisi uykusundan uyandığı zaman, kat'iyyen elini yıkamadıkça su kabına daldırmasın Çünkü o, eli nerede gecelemiştir bilemez" (Buhârî, Vudû', 26; Müslim, Tahâre, 87-88; Ebu Davud, Tahare, 49) buyurmuştur Ayrıca insanın eli, temizleme hususunda bir araçtır Dolayısıyla ilkin onu temizlemeye başlamak sünnettir Bilindiği üzere, elleri, dirseklere kadar yıkamak (dirsekler dahil) farzdır Fakat önce bileklere kadar yıkamak tertip olarak sünnettir
4-Misvak Kullanmak
Rasûlullah (sas): "Eğer ümmetime zorluk vereceğinden çekinmeseydim, her namazdan önce onlara misvak kullanmayı mutlaka emrederdim" (Müslim, Tahâre, 15; Ahmed İbn Hanbel, II, 250, 400) buyurmaktadır Dişleri parmakla yıkamak misvağın yerini tutmaz Ancak misvak bulunmazsa sağ elin bir parmağı ile dişleri temizlemek misvak yerine geçerli olabilir
5- Ağzı Yıkamak
Abdest alırken Rasûlullah (sas)'in ağzını üç defa yıkadığı (mazmaza yaptığı) bize ulaşan bilgiler arasındadır Bunun sınırı, suyun ağzın tamamını kaplamasıdır Ayrıca her seferinde suyu yenilemek de sünnettir
6- Burnu Yıkamak
Yine Hz Peygamber (sas)'in abdest alırken burnuna da üç defa su çektiği bilinmektedir Burna su çekerek sol eli ile suyu dışarıya verip yeniden su çekerek burnu sol el ile temizlemek sünnettir
7- Kulakların Meshedilmesi
Baş meshedilirken kulakların da aynı şekilde sayılarak meshedilmesi sünnettir Ayrı bir su ile meshedilmesini sünnet olarak kabul edenler de vardır
8- Yıkanması Gereken Uzuvları Üçer Defa Yıkamak
Yıkanması farz olan yüz, eller ve ayaklar gibi organlarımızı üçer kere yıkamak sünnettir Bu organlarımızdan her birini yıkamaya başlayınca ilk yıkama farzdır En sağlam ve geçerli görüşe göre ikinci yıkama ise sünnettir Abdest alırken, yıkanmakta olan organa su ulaşır ve ondan damla damla dökülüp akarsa, yıkamanın tamam olduğu tam anlamıyla anlaşılır
9- Parmakların Arasını Yıkamak
"Parmaklarınızın arasını hilâlleyiniz ki onların arasına Cehennem ateşi girmesin ve onları hilâllemesin" (Ebu Davud, Tahâre 56, 59; Tirmizî, Tahâre, 30; Savm 68; Nesâî, Tahâre 91) buyuran Hz Peygamber (sas)'in bu buyruklarıyla belirtilen işi yapmak sünnet olmaktadır Bu aynı zamanda, farz olan yıkamanın da kâmil anlamda gerçekleşmesini sağlar
10- Sakalı Ovmak
Abdest alırken sakalı bulunanların sakallarını, parmaklarını sakalın içine sokarak alt taraftan üst tarafa doğru hareket ettirmesi hilâllemek olarak tanımlanmaktadır Rasûlullah (sas): "Müşriklere muhâlefet edin, bıyıkları kısaltın, sakalı uzatın" (Müslim, Tahâre, 56; Ebû Davud, Tahâre, 29; Tirmîzî, Edeb, 14; Nesâi, Zinet, 1, 56) buyurarak mü'minler için sakalın gerekçe ve önemini belirtmiş olmaktadır Dolayısıyla mü'minler sakallarını sünnete göre uzatmak ve sakal bırakmak konusunda duyarlı olmak zorundadırlar
11-
Abdest Almaya Sağ Taraftan Başlamak
"Şüphesiz ki Allah'u Teâlâ, her şeye sağdan başlanmasını sever Hattâ ayakkabılar giyilirken ve çıkarılırken dahi" (Buhârî, Vudû', 31) buyuran Hz Peygamber (sas)'in bu uyarısına göre de abdeste sağdan başlamak sünnettir
12-Tertibe Uymak
Abdest alırken, Mâide Sûresinde beyan buyurulan sıraya uymak ve bu sıraya göre abdest almak da sünnettir Yani önce elleri ve akabinde yüzü yıkamak, ardından da başı meshetmek ve en son olarak da ayakları yıkamaktır İmam Şâfiî (rha) bu sıraya uymanın farz olduğu kanaatindedir Şâfiî'nin bu içtihadı ile âlimler abdestin farzının altı olduğunu tesbit etmişlerdir ki bunlar şöylece sıralanmaktadır: Niyet, ellerin yıkanması, yüzün yıkanması, başa meshedilmesi, ayakların yıkanması ve tertibe uymaktır
13-Başın Tamamını Bir Defada Meshetmek
Abdest alan bir kimse, iki avucunu ve parmaklarını başının ön kısmından başlayarak arka kısmına kadar, başın tamamını kaplayacak bir şekilde arkaya doğru çekerek mesheder Bu sünnettir Başın tamamını devamlı olarak meshetmek ve özürsüz bir şekilde terk etmek günah olur
Muvalât ise, organları ara vermeden birbiri ardında yıkamak demektir Öyle ki ılıman bir havada ilk yıkanan organ, abdest tamamlanmadan kurumamalıdır
Abdestin Çeşitleri
1- Farz Olan Abdest
Namaz kılmak, Kur'ân-ı Kerim'e el sürmek ve tilâvet secdesi yapmak için abdest almak farzdır Cünüp veya abdestsiz olan kimsenin Kur'ân-ı Kerim'i eline almasının helâl olamayacağı hususunda İslâm bilginleri arasında ittifak vardır
2-Vâcip Olan Abdest
Kâbe-i Muazzama'yı tavaf* etmek için abdest almak vaciptir Bir kimsenin Kâbe'yi abdestsiz tavaf etmesi vacibi terk ettiğinden dolayı sorumlu olmakla beraber yaptığı bu tavaf câiz ve geçerlidir Ancak bu hususta Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmaktadır:
"Tavaf, namaz gibidir Fakat tavaf sırasında konuşmak câizdir Tavafta konuşan kimse hayırlı söz söylesin" (Tirmîzî, Hacc, 112; Nesâî, Menasik, 126)
Farz olan tavaf abdestsiz olarak yapıldığı takdirde bir küçükbaş hayvan kurban etmek gerekir Cünüb olan kimsenin ise böyle bir farz tavafı yapması hâlinde bir büyükbaş hayvan kurban etmesi lâzımdır Ancak bu farz tavaf, abdest alınarak yeniden yapılırsa böyle bir kurbana gerek kalmaz Fakat farz günler dışında tekrar yapılması hâlinde geciktirilmiş olduğundan dolayı kurban kesmek gerekmektedir
Yapılması vacip olan vedâ tavafını abdestsiz olarak yapan kimse bir miktar sadaka vermelidir Fakat vacip olan tavafı cünüb olarak yapanın bir küçükbaş hayvan kurban etmesi lâzımdır
3- Mendup Olan Abdest
Uykudan önce veya uykudan kalktıktan sonra, cenâze yıkamak, cenâze taşımak, cenâzeyi yıkadıktan sonra, cinsel temastan önce, ezberden Kur'ân okumak, hadîs okumak, Cenâb-ı Allah'ı ta'zim veya tesbih etmek için veya kızgınlık sırasında kızgınlığını gidermek gayesiyle abdest almak ve sürekli abdestli olmak niyetiyle abdest almak menduptur
Abdestin Mekruhları
1- Abdest alırken gereğinden fazla suyu boş yere tüketmek
2- Gereği yokken suyu âdetâ âzaları mesheder gibi çok az kullanmak
3- Suyu abdest âzalarına hızlı çarpmak, etrafa su sıçratmak
4- Abdest alırken gereksiz yere konuşmak
5- İhtiyacı olmadığı halde abdest almak için başkasından yardım ve su dökmesini istemek
6- Temiz olmayan pis ve kirli bir yerde abdest almak
7- Abdestin sünnetlerini bilerek terk etmek
Abdestsiz Olarak Yapılması Yasak Olan Hususlar
1- Namaz kılmak
2- Kur'ân-ı Kerim'e el sürmek
3- Tilâvet secdesi yapmak
4- Cenâze namazı kılmak
5- Kâbe'yi tavaf etmektir
Abdestin Edepleri (Âdâbı)
Edeb; nezâket, zarâfet, insanlara sözle ve davranışla yardımda bulunmak, gönüllerini okşamak demektir Abdestin edepleri ise yapılması halinde sahibine sevap kazandıran hususlardır Yapılmamaları halinde ise kişiye günah yazılmaz Abdestin edepleri şunlardır:
1- Abdest alırken başkasından yardım istememek
2- Abdest alırken suyun sıçramaması için dikkatli davranmak
3- Kıbleye doğru yönelmek
4- Gereksiz yere konuşmamak
5- Niyet ederken dil ile niyet etmek
6- Her uzvu iyice ovmak
7- Abdest dualarını okumak
8- Kullanılmış bir su ile abdest almamaya dikkat etmek
9- Her uzvu yıkarken niyeti korumakla birlikte "Bismillâh" demek
10- Kulağını meshederken serçe parmaklarının uçlarıyla kulak deliklerini meshetmek
11- Burna ve ağıza suyu alırken sağ eli kullanmak
12-
Sol el ile sümkürmek
13- Özür sahibi olmayan kimsenin namaz vaktinden önce abdest alması
14- Abdest bittikten sonra kıbleye karşı ayakta kelime-i şehâdet getirmek ve dua yapmak, biraz su içmek
15- Durgun veya akarak yer değiştiren sular ile birikinti hâlindeki sulara ve Kıble'ye karşı abdest bozulmaz
Abdest Namazı
Abdest namazı abdest aldıktan sonra abdest âzaları henüz yaş iken iki rek'at nafile namaz kılmaktan ibarettir
Abdesti Bozan Durumlar
1- İdrar veya dışkı yollarından yani ön ve arkadan herhangi bir şeyin çıkması Mâide sûresi 6 âyetinde "sizden birisi abdest bozmaktan geri dönmüşse" ve Hz Peygamber (sas)'e "Hades nedir?" diye sorulduğunda; "Her iki yoldan çıkandır" cevabını vermeleri, ön ve arka yollardan birinden çıkan idrar, dışkı, yel, vedi, mezi, meni, kurt ve diğer hususların abdesti bozduğunu ifâde eder
2- Aklın idrak gücünü gideren hususlar; uyumak, bayılmak, delirmek, sarhoş olmak vs'dir Ancak oturduğu yerde kıpırdamadan uyuyan kimsenin abdesti bozulmaz (Müslim, Vudû', 2; Ahmed b Hanbel, 1, 256)
3- Vücudun herhangi bir yerinden kan, irin veya sarı su çıkması ve etrafına yayılması Ağızdan akan kana bakılır, şâyet bu kan tükrük kadar veya tükrükten fazla ise abdesti bozulur
4- Ağız dolusu kusmak Zira Hz Peygamber (sas) "Kusuntu abdesti bozar" (Tirmizî, Tahâre, 64) buyurmaktadır Kusma ağız dolusu değilse abdest bozulmaz
5- Cinsî münasebette bulunmak
6- Tam olarak cinsî ilişki olmasa bile kadın ve erkeğin çıplak veya ince bir elbise ile vücutlarının veya tenâsül uzuvlarının birbirine değmesi
7- Teyemmüm yapan kimsenin su bulması
8- Namazda sesli olarak gülmek Zira Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmaktadır: "Sizden biriniz namazdayken kahkaha ile gülerse abdesti ve namazı birlikte iade etsin " Kahkaha namazın dışında olursa abdesti bozmaz
Bir kimse abdest alırken bazı organlarını yıkayıp yıkamadığı konusunda endişe ederse, şayet bu ilk defa karşılaştığı bir şüphe ise o organını yeniden yıkar, yok eğer sürekli şüpheye düşüp duruyorsa bu şüphesinin önemi yoktur Abdestini tam almış sayılır Abdestinin bozulup bozulmadığını tam hatırlayamayan kişi kesin olarak abdest aldığını hatırlıyorsa abdestli demektir Çünkü kesin olarak bilinen bir husus şüphelerle yok olmaz
Ayrıca namaz haricinde abdestinden şüpheye düşenin abdest almasının takvaya daha yakın olduğu; fakat namaz içinde bulunan kimsenin ise abdestinden şüpheye düşmesi hâlinde namazını bozup abdest alması gerekmediği âlimler tarafından ifâde edilmiştir
Abdesti Bozmayan Durumlar
1- Kişinin ön veya arka yollarından başka vücudunun herhangi bir yerinden kan çıkıp, bir damla halinde kalması
2- Kabuk bağlamış bir yaranın kan çıkmadan kabuğunun düşmesi
3-
Yaradan, burundan yahut kulaktan bir vücud kurdunun düşmesi
4- Tenâsül uzvuna (cinsî organına) el sürmek
5- Kadın vücudunun herhangi bir yerine dokunmak
6- Ağız dolusu olmayan kusuntu
7- Ağızdan çıkan balgam
8- Oturduğu yerde veya namazda uyumak
9- Ağlamak
Abdest Nasıl Alınır?
Farz, sünnet ve edeplerini yukarıdaki maddelerde verdiğimiz abdesti tertip ve usûlüne göre ancak şöylece alabiliriz:
Abdeste başlarken şu dua yapılmalıdır:
"Bismillâhilazîm ve'l hamdülillâhi alâ dini'l İslâm"
"Yüce Allah'ın ismini anarak başlarım Beni İslâm dini ve akidesi üzere yarattığı için hamd ederim"
Abdest almaya niyetlendikten sonra, eûzü besmele çekilerek eller bileklere kadar yıkanır Parmakta yüzük varsa, kımıldatılır Altına suyun geçmesi sağlanır
Uzuvların yıkanması sırasında bizden öncekilerden nakledilen şu duaları okumak abdestin edeplerindendir
A- Mazmaza=Ağıza su verme sırasında: "Allâhümme einnî alâ tilâveti'l Kur'ân ve zikrike ve şükrike ve hüsn-i ibâdetike"
"Allah'ım, Kur'ân-ı Kerimi okumada, seni zikretme, sana şükretme ve sana güzel şekilde kulluk etmede yardımını istirham ederim"
B- İstinşak = Buruna su verme sırasında: "Allâhümme, erihnî râyihate'l Cenneti verzuknî min neîmihâ"
"Allah'ım, bana Cennetin kokusunu koklat Cennet nimetlerinden beni rızıklandır"
C- Yüzü Yıkama Sırasında
"Allâhümme, beyyid vechî binûrike yevme tebyaddu vücûhun ve tesveddü vücûh"
"Allah'ım, bir kısım yüzlerin ağarıp nurlandığı, bir kısım yüzlerin ise karardığı gün, benim yüzümü nurlandır, ağart"
D- Sağ Eli Yıkama Sırasında
"Allâhümme, a'tınî kitâbî biyemînî ve hâsibnî hisâben yesîrâ"
"Allah'ım, kitabımı -amel defterimi- sağ elime ver ve hesabımı kolaylaştır"
E- Sol Eli Dirseklere Kadar Yıkama Sırasında
"Allâhümme, lâ tu'tinî kitâbî bişimâlî velâ min verâi zahfi"
"Allah'ım, kitabımı -amel defterimi- sol elimden ve arkamdan verme"
Sonra sıra başı meshetmeye gelir
Kaplama mesh için, eller ıslatılır, küçük parmakla üç parmak uc uca getirilir Önden başlayarak başın üstü sıvazlanıp arka ve yan taraflarda böylece meshedilir
F- Kulakları Yıkarken
"Allâhümmec'alnî minellezîne yestemîune'l-kavle feyettebiûne ahseneh"
"Allah'ım, beni hak sözü dinleyenlerden ve onun en güzeline uyanlardan eyle" denilir ve kulaklar yıkanır
G- Boyuna Mesh Etme Sırasında
"Allâhümme a'tik unuki (veya rakabeti) mine'n-nâri"
"Allah'ım, boynumu Cehennem ateşinden azad buyur"
H- Ayakları Yıkama Sırasında
"Allâhümme, sebbit kademeyye ales'sırâtı yevme tezûlü Fhi'l-akdâm"
"Allah'ım, Sırat köprüsünde ayakların kaydığı günde ayaklarımı kaydırma, sabit eyle"
Abdest alıp bittikten sonra Rasûlullah (sas)'e salavât getirilmeli ve şu dua okunmalıdır:
"Allâhümmec'alnî minettevvâbîne vec'alnî mine'l-mütetahhirîn"
"Allah'ım, beni, tevbe eden ve günahlarından temizlenen kullarından eyle "



Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #336
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




ABIK

Kaçak köle anlamına gelen bir fıkıh terimi Mastarı ibâk olup, hür olsun köle olsun firar eden insan için kullanılır Bir İslâm hukuku terimi olarak ise; bir kölenin, elinde bulunduğu kimsenin yanından bir korku veya işinde bir zorlama olmaksızın isyan ederek kaçmasıdır (İbnü'l-Manzûr, Lisanü'l-Arab, Âbık maddesi)
İslâm'da kölenin efendisinin yanından kaçması yasaklanmış ve bunu alışkanlık hâline getirme hukukî bir ayıp sayılmıştır Köle firarını yasaklayan çeşitli hadisler vardır Cerîr b Abdullah el-Becelî'nin naklettiği bir hadis şöyledir: "Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir köle efendisinden kaçarsa, dönünceye kadar küfre düşmüş olur" Başka bir rivayette, "Bir köle firar ederse, ondan zimmet kalkmış olur" (Müslim, Sahih, Nst M Fuad Abdulbaki, I, 83), Kölenin kaçak sayılması için âkıl ve bâliğ olması gerekir Çocuk veya akıl hastası olursa yitik veya yolunu kaybetmiş sayılır (el-Fetâvâ'l Ankaraviyye, el-Emîriyye, I, 204)
Hanefî ve Mâlikîlere göre, kaçak bir köleyi gören kimse, yakalamadığı takdirde zâyi veya telef olacağından korkarsa ve gücü de yetiyorsa bunu yakalaması gerekir Ancak böyle bir köleyi kendisi için tutması haramdır Şâfiîlere göre ise, efendisinin izni olmaksızın kaçak köleyi yakalamak câiz değildir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'lKadîr, IV, 434; İbn Âbidîn, Reddü'lMuhtâr, III, 325) Köle, yakalayanın elinde, sahibine geri verinceye kadar emânet hükümlerine tâbi bulunur Sahibi bulunmazsa ilgili resmî makama teslim edilir (el-Fetâvâ'l-Ankaraviyye, I, 203)
İslâm VI M yüzyılın gereği köleliği kaldırmamış, ancak köle ve câriyelere birtakım insanî haklar bahşetmiş, her fırsatta onları hürriyetlerine kavuşturmanın faziletinden bahsetmiş ve tedricen kalkması için gerekli düzenlemeler getirmiştir Ashâb-ı Kiramdan Ebû Zerr (ra) zenci bir köle ile tartışmış, durum Rasûlullah (sas)'a intikâl edince, o şöyle buyurmuştur: "Köleler, Allâh'ın sizin elinizin altında bulundurduğu kardeşlerinizdir Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin Onlara üstesinden gelebilecekleri yükü yükleyiniz Eğer ağır yük yüklerseniz, onlara yardım ediniz" (Buhârî, İman, 22, Itk, 15; Müslim, Eymân, 40) Köle ve câriye gerçeği olan bir devirde bununla ilgili düzenlemelerin bulunması tabiidir (Ayrıca bk Azad etmek)


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #337
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük





ÂB-I HAYÂT


İçene ölümsüz bir hayat verdiğine inanılan su Âb, Farsça'da "su", hayat ise Arapça'da "yaşam" demektir Buna, âb-ı hayat, âb-ı Hızır, aynü'l-hayat, nehru'l-hayat da denilir Anlamları; hayat suyu, Hızır suyu, hayat pınarı ve hayat ırmağı demektir
Kur'an-ı Kerîm'de Hz Musa ve Hızır kıssası anlatılırken âb-ı hayata dolaylı olarak temas edilir (el-Kehf, 18/60-82) Ayetlerde anlatılanlar şöyle özetlenebilir: Hz Musa bir gün genç arkadaşıyla birlikte, kendisine Allah tarafından "rahmet ve gizli ilim" verilen Hızır (as)'la buluşmak üzere yola çıkar Buluşma yeri "iki denizin birleştiği yer" (Mecmau'l-Bahreyn)'dir Yanlarına azık olarak aldıkları tuzlu balığın canlanıp denize atlaması buluşma yerini belirleyen bir işaret olacaktır Deniz sahilinde rastladıkları bir kayanın yanındaki pınarın suyu tuzlu balığa temas edince balık canlanır ve denize atlar Genç arkadaşının elinde gerçekleşen bu olağanüstü olayı daha sonra öğrenen Musa Peygamber geri döner ve hayat pınarının başında Hızır (as)'la buluşarak, ibretli olayların geçeceği yolculuğa çıkarlar (bkz Kehf Suresi mad) Buhârî'deki bir rivayette, buluşma yeri olan Mecmau'l-Bahreyn'den maksadın hayat pınarı olduğu ifade edilir Bu hadîse göre; "Hızır'la buluşacakları kayanın dibinde bir kaynak 'ayn' vardı ki buna hayat kaynağı (aynü'l-hayât, ab-ı hayât) deniyordu Bu suyun temas edip de diriltmediği hiçbir şey yoktu İşte balığa bu sudan sıçramış" (Buhârî Tefsîr, Suretü'l-Kehf, 4)
Halk arasındaki mitolojik anlayış ve inanışa göre yeri bilinmeyen bu pınardan içen kimse, uzun ömre veya sonsuz yaşayışa kavuşmuş olur Hızır (as)'ın uzun yaşayışı da bununla açıklanmak istenir
Wensinck, L Massignon ve Friendlaender gibi müsteşrikler, İskender efsanesi ile Hz Musa ve Hızır kıssası arasında ilgi kurmaya çalışmışlardır Çünkü âb-ı hayât unsuru bu hikâyelerde ağırlık noktasını teşkil eder Müfessirlerin bu bilgilere yer vermesi, muhaddis ve tarihçilerin yaptıkları aktarmalar, Kehf Suresindeki (18/83-98) Zülkarneyn kıssası onların başlıca delilleri olmuştur Müfessirler IX yüzyıldan itibaren, İskender efsanesini Kur'an-ı Kerîm'deki Zülkarneyn kıssasını açıklarken geniş ölçüde kullanmışlardır Buna göre, İskender-i Zülkarneyn, içene sonsuz hayat veren ve insanüstü güçler kazandıran âb-ı hayattan söz edildiğini duyar ve bunu aramaya karar verir Halasının oğlu olan ve Hızır diye anılan Elyesa ile ordusunun refakatinde yolculuğa çıkar Âb-ı hayât, "karanlıklar ülkesi"ndedir Yolda fırtına yüzünden ordudan ayrı düşerler Karanlıklar ülkesine gelince Zülkarneyn sağa, Hızır sola giderek yollarını tayine çalışırlar Günlerce yol aldıktan sonra, Hızır ilâhî bir ses duyar ve bir nur görür Orada âb-ı hayâtı bulur Bu sudan içer ve yıkanır Böylece hem sonsuz bir hayata kavuşur ve hem de olağanüstü güçler kazanır Sonra Zülkarneyn'le karşılaşır O da, âb-ı hayâtı ararsa da bulamaz ve bir süre sonra ölür (Buhârî, Tefsir, 18/4; Zemahşerî, el-Keşşaf, Kahire 1307, I, 575; Taberî, Câmiu'l-Beyân, Bulak 1323-29, Beyrut 1398/, XV, 163-167; Beyzâvî, Envâru't-Tenzîl, Kahire 1285, II, 19-20; A Yaşar Ocak, İslâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara 1985, s 43-58; İ Hakkı İzmirli, "Âb-ı Hayât ", İTA, 1, 48-49; A J Wensinck, "Hızır", İA, V/I, s457-462)
Âb-ı hayât tasavvufta Cenâb-ı Hakk'ın "el-Hayy" isminin gerçeğinden ibarettir Bu ismin sırrına erenler âb-ı hayâttan içmiş olurlar Dinî, tasavvufi edebiyat türlerinde bu anlamı bulmak mümkündür Mevlânâ'nın şu mısraları örnek verilebilir: "Hızır, Tanrı keremiyle âb-ı hayâta kavuştu", "Sen ya baştan başa cansın, yahut zamanın Hızır'ı, yahut âb-ı hayât; onun için halktan gizlenmektesin", "Sana nasıl Hızır demeyeyim ki âb-ı hayat içtin, sen âb-ı hayatsın; sula, kandır bizi" (Dîvân-ı Kebîr, trc Abdülbâkî Gölpınarlı, İstanbul 1957, I, 92, 166, 352, II, 62, 355-434)



Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #338
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



Arkadaşlar kaçgündür bu konuyla ilgileniyorum dikkat ettiysem'de muhakkak hatalarım olmuştur (gözlerim çok yoruldu) hakkınızı helal edin kusura bakmayın
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-05-2008   #339
[KAPLAN]
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



Alıntı:
gülgüzeli tafarından gönderildi Mesajı Görüntüle
Arkadaşlar kaçgündür bu konuyla ilgileniyorum dikkat ettiysem'de muhakkak hatalarım olmuştur (gözlerim çok yoruldu) hakkınızı helal edin kusura bakmayın
Önemli olan bu değerli konuyu bizlerle paylaşmak istemenizdir Bunca emeğinizden sonra hatalarınızın bizler için hiç ama hiç önemi yoktur Ailemizde sizler gibi değerli insanları görmek beni gerçekten mutlu ediyor

Daha çok kişiye faydalı olabilmesi için "İslami Sözlük" bölümümüze sabitlenmiştir Çok teşekkürler Gülgüzeli

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.