Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
caferi, hayatı, imam, kısaca, sadıkas

*İmam Cafer-i Sadık(as) ' ın Kısaca Hayatı*

Eski 10-30-2008   #1
*Lejyoner*
icon110

*İmam Cafer-i Sadık(as) ' ın Kısaca Hayatı*



27-10-2008
Kimlik bilgisi
Baba adı : MUHAMMED (as)
Anne adı: ÜMMÜ FERVE
Doğum yeri: Medine
Doğum tarihi: 17 REvvel 83 hk
Peygamber'e (saa) olan yakınlığı: Torunu
Şehadet yılı :25 Şevval 148 hk
Şehadet yeri : Medine
Şehadet sebebi : Abbasi halifelerinden Mensur-i devanıki'nin zehirlemesi

Çocukluk dönemi

İmam Sadık (as) sevgili dedesi İmam Zeyne'ül Abidin (as)'ın hayatta bulunduğu dönemlerde dünyaya geldi; ve geceleri aziz sevgili dedesi ve ninesinin Kur'an tilaveti, duaları ve münacatlarına şahit olarak yetişti Babası İmam Muhammed Bâkır’ın (as) türlü hadiseler ve zorluklarla geçen hayatında ona daima destek verip yardımcı oldu Babasıyla birlikte defalarca hacca gitti Şam yolculuğu sırasında ve gadder Emevi halifesi Hişam'ın zulüm sarayında da babasını yalnız bırakmadı

İmam Sadık (as)'ın hayatının ilk kısmı Abbasilerin Emevi devletini yıkmak için gizli davet dönemi denilen döneme raslamaktadır, bu dönemde Abbasiler halkı çeşitli sloganlarla Ehlibeyt'e davet etmektedir Ama Ehlibeyt'ten kasıtları, gerçete Beni Haşim'den olan Peygamberin soyu değildir
İmam Sadık`ı hem kıyamdan önce ve hemde kıyamdan sonra hedeflerine alet etmek için uğraşmışlardır ama İmam (as) onların siyasetini bildiği için buna alet olmamıştır

İmamet Dönemi

İmam Sadık'ın imameti döneminde, İslam ülkelerinde çeşitli kıyamlar özellikle Ümeyye oğullarının hükümetini yıkma amacıyla düzenlenen kıyamlar, Ümeyye oğullarını hilafetten düşürüp, soylarını kesmekle sonuçlanan kanlı savaşlar ve beşinci İmam'ın yirmi yıl İslam ve Ehl-i Beyt öğretilerini yayması sonucunda meydana gelen ortam, altıncı İmam'a İslami bilgileri yaymak için daha münasip bir zemin hazırladı
Altıncı İmam, Ümeyye oğulları hilafetinin son zamanlarına ve Abbas oğulları hilafetinin ilk zamanlarına rastlayan imameti devrinde hazırlanan fırsatları elden kaçırmayıp dini öğretileri geniş alanda yaymaya başladı Çeşitli aklî ve naklî fenlerde bir çok ilmi şahsiyetler eğitti Bunların başlıcaları şunlardır: Zürare, Muhammed b Müslim, Mümin-i Tak, Hişam b Hakem, Eban b Teğlib, Hişam b Salim, Hüreyz, Hişam-i Kelbi Nessabe, Cabir b Hayyan-i Sufi (kimya alimi) hatta Ehl-i Sünnet alimlerinden olan Süfyan-ı Sevri, Hanefi mezhebinin reisi Ebu Hanife, Kadı Sekuni, Gazi Ebu'l Bahteri gibiler onun öğrenciliğini yapmakla övünüyorlardı (Hazretin eğitim merkezinden dört bin mühaddis ve bilginin mezun olduğu meşhurdur) İmam'ın bu ilmi inkılabını farkeden Mensur halkı Ehlibeyt'ten uzaklaştırmak için diğer Ehlisünnet alimlerine değer verip onların reklamını yapmıştır

Abbasi halifelerinin en zalim ve rezillerinden olup zorbalık, hile ve baskı oluşuyla tanınan Mansur Devaneki İmam Sadık’ı (as) sürekli sıkı şekilde gözaltında tutuyor, casusları vasıtasıyla İmam’ın (as) her hareketini denetlemeye çalışıyordu İmam’a sırf eziyet etmek ve birkaç defasında da onu şehid etmek niyetiyle Medine’den Şama getirtmiş, ama henüz ilahi takdirin vakti dolmadığından, hiçbirinde başarılı olamamış ve iğrenç emelini gerçekleştirememişti

Ancak İmam Sadık (as) imametinin son yıllarında Abbasi halifesi Mansur'un baskılarına maruz kalarak zor günler geçirdi Ümeyye oğulları tarafından Şii seyyitlere yapılmayan zulümler Abbasiler eliyle yapıldı Onun emriyle Şiiler grup grup yakalanıp, karanlık hapislerde işkencelerle hayatlarına son verildi Bir kısmının başını kesip bir kısmını diri diri toprağa gömdürdü Bazılarını binaların temeline yahut duvarların arasında bırakarak saraylar yaptırdı
Mansur, altıncı İmam'ın Medine'de yakalanmasını emretti (Daha önce Abbasi halifesi Seffah'ın emriyle de yakalanıp Irak'a götürülmüştü Ondan daha önce beşinci İmam'la birlikte Dimeşk'e götürülmüştü)

Şehadet

Bir süre İmam'ı göz altında sakladılar Defalarca onu öldürmek istediler ve ihanetler ettiler Bilahare Medine'ye dönüş iznini verdiler İmam Medine'ye döndü Denilebilir ki geri kalan ömrünü takiyye ve inzivada geçirdi Sonunda Mansur'un emriyle zehirlenip şehit edildi
İmam Sadık (as)"ın Sohbet ve Münazaraları


Emevilerin son dönemleriyle Abbasiler"in ilk dönemlerine rastlayan zaman diliminde imamet görevini üstlenen İmam Sâdık -s- bu dönemlerde Emevilerle Abbasilerin birbirini altetmeye meşgul olmalarından yararlanarak büyük çaplı bir İlmî- dini hareket ve eğitim başlattı Medine şehri kısa sürede, çeşitli bilim dallarında araştırma ve tahsil yapan binlerce bilgin ve öğrencinin bulunduğu medreselerle doldu Bütün bu bilim ve din âşıklarını bir tek üstad eğitmekte ve idare etmekteydiNULL Cafer Sâdık! Onun ilim ve bilgisinin şöhreti dört bir yana yayılmış, islam diyarının en uzak noktalarında dahi onun adı dillere destan olmuştu Üstadların Üstadıydı o Müslümanlar dört bir yandan Medine"ye akın ediyor, onun uçsuz bucaksız bir derya olan ilâhi ilminden faydalanıyorlardı
Onun medresesine gelenler müslüman öğrenciler değildi sadece; pek çok gayri müslim bilgin ve düşünür de ilmi konularda kendisiyle meşveret etmek ve bilimsel tartışmalarda bulunmak üzere bu büyük üstadın huzuruna varırlardı Kendisine sorulan sorulara çok açık ve anlaşılması kolay cevaplar verir; çeşitli görüşlerin temsilcileriyle yaptığı münazaralarda meseleye muhtelif açılardan yaklaşarak neticede en doğru olan yorumu ortaya koyardı İslam dininin ilk yüzyıllarında ilmî açıdan yaşadığı en parlak dönem olmuştur bu

İmam Sâdık"ın -s- cevapları; daha çok zaman ve mekanın şartları gözönünde bulundurularak ve soruyu soranın düşünce tarzı ve idrak yeteneğine göre verilmiş cevaplardır Bu nedenle kimi cevapları, tartışmaya giren karşı tarafın tezlerini çürütüp görüşlerinin geçersizliğini açıklamaya yöneliktir; kimi zaman da soru soran tarafın bizzat düşünüp aklını kullanmasını ve zihnini harekete geçirmesini amaçlar Ancak eldeki belgelerden de anlaşılacağı gibi bu cevaplar daha çok felsefi ve ilmi temellere dayanmakta ve genellikle ilmi ağırlık taşımaktadır

İmam Cafer-us Sâdık"ın -s- çeşitli sorular karşısında vermiş olduğu cevapların ve eldeki münazara metinlerinin tümünü verebilmek için ciltlerce kitap yazmak gerekir Bu nedenle biz burada bunlardan sadece birkaçına değinecek ve gençler için anlaşılması kolay olanlardan örnekler vermeye çalışacağız
1-Ebu Mensur, yakın arkadaşlarından birinin kendisine anlattığı bir olayı şöyle naklederNULLbr />İbn-i Ebu"l Avcâ ve Abdullah Bin Mukaffâ (her ikisi de o dönemin tanınmış ateistlerinden -tanrıtanımaz- idiler) ile birlikte Mekke"de Mescid-ül Harâm"da oturmuş sohbet ediyorduk İbn-i Mukaffâ tavaf etmekte olan hacıları göstererek Şu insanları görüyor musunuz? dedi, Bunların içinde insanlık namına tek layık olan -yegane insan- şu oturan kişidir -İmam Sâdık"ı -s- gösteriyordu eliyle- Diğerleri ise âdi birer hayvandan başka birşey değil!

İbn-i Ebu"l Avcâ Bunca insan kalabalığı içinde gerçekten insan olan bir tek o mu yani?! diye sorunca, Evet! dedi, Zira diğerlerinde rastlamadığım bir -ilim, bilgi, fazilet ve ululuk- şeyler gördüm onda Ebu"l Avcâ"nın Bu iddianın doğru olup olmadığını onunla konuşarak öğrenmek ve bunu bizzat anlamak isterim demesi üzerine aralarında şu konuşma geçtiNULLVazgeç bundan Onunla konuşacak olursan inancını yitirmenden korkarım (Yani seni ateistlikten çevirecek ve Allah"a inanmanı sağlayacaktır)
- Seni endişelendiren şeyin bu olduğunu sanmıyorum Onunla konuşacak olursam hakkında söylediklerinin yanlış olduğunu anlayacağımdan ve sonuçta yalanının ortaya çıkacağından korkuyorsun aslında
- Eğer hakkımda böyle düşünüyorsan, o zaman git, konuş onunla Yanıldığını anlayacaksın Fakat şu tavsiyemi de unutmaNULL konuşurken bütün dikkatini topla iyice Düşünceni dağıtarak fikri sarsıntıya düşme sakın! Aksi takdirde bir bakarsın kuzu gibi teslim oluvermişsin onun karşısında! Bu yüzden, söylemek istediğin şeyleri önce zihninde iyice toparla; eğer açık vermek istemiyorsan hangi sözün senin yararına ve hangi sözün zararına olacağını düşünmeden konuşmaya başlama (Yoksa konuşma esnasında afallayıp şaşırır ve hataya düşüverirsin)
Ben ve Mukaffa oturup beklemeye başladık; İbn-i Abu"l Avcâ gidip imamla konuştuktan sonra, dönüp yanımıza geldi ve Abdullah Bin Mukaffa"ya Ey Mukaffa"nın oğlu! dedi, Vay haline senin! Bir insan olduğunu söylemiştin onun hani; oysa çok farklı Beşer türünden değil sanki! Eğer dünyada, dilediği zaman cismani bir bedende görünen ve dilediği zaman bedeninden sıyrılıp ruh-u mücerred olan biri varsa budur derim!!!

İbn-i Mukaffa, Ne oldu ki?! diye sordu hayretle İbn-i Ebu"l Avcâ anlatmaya başladıNULLbr />Yanına gidip oturdum Bir süre sonra oradaki herkes soracağını sorup gitmiş, bir tek ben kalmıştım Daha ben sonuşmaya başlamadan bana dönüp Eğer dedi, Mesele -din ve iman meselesi- şunların -tavaf etmekte olan olan müslümanları göstererek- dediği gibiyse, ki doğru olan da budur, yani tanrı, din ve ahiret bir gerçektir; o zaman onların izlediği yol doğru, sizinki ise yanlış, saadetten mahrum, gerçekdışı ve mahva götüren bir yol demektir Fakat eğer mesele sizin dediğiniz gibiyse -tanrı, ahiretvs yalansa- ki kesinlikle böyle değildir; o zaman da sizinle müslümanlar arasında netice açısından bir fark yoktur ve eşitsiniz demektir (Yani bu durumda müslümanlar dine inanmış olmakla riske girmiş sayılmazlar Çünkü sizin dediğinizi kabul edip de -haşa- tanrı ve ahiret gibi şeylerin gerçek olmadığını varsayacak olursak, sizin, ölümle herşeyin sona erdiği, ahiret ve hesaplaşmanın gerçekdışı olduğu yolundaki görüşlerinizi paylaşmayan müslümanların neticede bu yüzden hiç de zararlı çıkmayacaklarını kabul etmemiz gerekir Çünkü bu durumda onların da sonu sizinki gibi olacak ve ölümleriyle herşey sona erecektir, Fakat eğer bunun aksi -müslümanların inandığı- doğru çıkıverirse o zaman sizin sonunuz nice olur peki?!)
- Allah sana rahmet etsin! dedim, onların dedikleriyle bizimki arasında pek bir fark yok ki zaten Görüşlerimiz aynıdır onlarla
- Nasıl aynı olabilir?! dedi, onlar bir hesaplaşma gününe, uhrevi mükafaatlandırmaya, ilahi cezalandırmaya ve kâinatın yaratıcısına inanırlar; feza ve bütün kâinatın, Allah"ın izniyle mâmur bir hale getirildiğini kabul ederler Halbuki siz fezayı koca bir boşluk ve içinde hiçbir canlının yaşamadığı bir virane olarak kabul etmektesiniz
İmamın tanrı konusunu açmasını fırsat bilip bu mevzudaki inancımı söyledim hemenNULLbr />- Eğer onların dediği gibiyse, o zaman Allah niçin bizzat ortaya çıkıp kendisini göstermiyor halka?! Kendisi çıkıp da halkı O"na tapınmaya davet etse ya! Hem, o zaman kullar arasında da bu gibi ihtilaf ve tartışmalar vuku bulmamış olur Kendi dururken ne diye peygamberlerini gönderiyor sanki? Niçin gizliyor kendisini? Bizzat kendisi gelmiş olsaydı halkın imanı üzerinde daha etkili olmaz mıydı?
İmam cevap verdiNULLbr />- Yazık sana, bu kadar açık bir meseleyi nasıl da anlayamamışsın! Kudretini senin vücudun ve varlığında sana gösteren ve burhanları sana bunca yakın olan birisi şimdiye kadar nasıl gizli ve kapalı kalmış sana?! Daha önce var olmadığın halde sonradan yaratılıp var edilişin, küçükken büyüyüp olgunluğa erişin, güçsüzlüğünün ardından güçlü ve kavi oluşun, güçlü olduğun halde bir süre sonra yine zayıf ve güçsüz hale gelişin, sıhhatliyken hasta oluşun ve hastalıktan sonra yine sıhhat buluşun, öfkelendikten bir sore sonra sakin, ve sakin olduğun bir haldeyken öfkeli oluşun, neşeli bir haldeyken sıkılışın ve sıkıntıdan sonra huzur bulup eski neşene kavuşuşun, düşmanlığından sonra dost, dostluktan sonra yine düşman oluşun, pasif ve gevşekken aktif, aktif ve azimliyken azmini kaybedip yine gevşeyişin, bıkkınken isteyişin, ve istekliyken yine bıkışın, hiçbir eğilimin olmadığı halde sonradan eğilim gösterişin, ve eğilimin olduğu halde bir süre sonra temayülsüzlük gösterişin, ümitsizlikten sonra ümitvar ve ümitvarlıktan sonra yine ümitsizliğe kapılışın, daha önce zihninde var olmayan bir şeyi bilip ondan haberdar oluşun, hatırlayışın, ve zihninde var olan birşeyi daha sonra hatırlayamayıp unutuşun
Velhasıl bende var olduğunu bildiğim, varlığını inkar edemediğim daha birçok ilahi kudret ve yaratılış belirtilerini ard arda sıralayıp saymaya başladı Öyle ki, Allah; o anda benimle onun arasında âşikar olup beliriverecek sandım! [1]


2-Allah"a inanmayan Abdullah Deysâni, bir gün imam Sâdık"ın -s- evine gitti, kapıyı çalış içeri girdi ve oturup sözlerini arzetmeye başladı Ey Cafer Bin Muhammed! Mâbuduma delalet et beni
Deysânî tek kelime dahi etmeden kalkıp gitti
Arkadaşları bu olayı öğrenince Niçin ismini söylemedin sen de? diye sordular kendisinden Eğer diye cevap verdi, İsmimin Abdullah olduğunu söyleyecek olsaydım, kimdir bu Kimdir bu kölesi olduğun? diye soracaktı hemen Bunun üzerine arkadaşları ona akıl verdilerNULLquot;Geri dön, tekrar ona git ve Allah"ı ispatlamasını, fakat senin ismini sormamasını iste ondan dediler
Deysânî tekrar imamın yanına dönüp Mabuduma delalet et beni, yaratanımı göster bana; ancak adımı da hiç sorma! dedi
İmam, oturmasını söyledi
İmamın küçük çocuğunun elinde bir yumurta vardı, oynuyordu onunla İmam, yumurtayı çocuktan alıp Ey Deysânî dedi, Her tarafı kapalı olan şu küçücük yumurtanın sert bir kabuğu vardır Bu kabuğun altında da incecik bir zar ve onun içinde de biri altın sarısı, diğeri de gümüş rengi olmak üzere iki kaygan ve sıvı madde vardır ki asla birbirine karışmaz ve öylece içiçe, fakat birbirine karışmaksızın dururlar orada! Ne içindeki sağlığa faydalı o şey dışarı çıkıp da sağlamlığını haber verebilir bize; ne de bozulmasına sebeb olan o maddenin içeri girebileceği bir yol vardır ki oradan araştırarak yumurtanın bozuk olup olmadığını anlayabilelim Dişi bir tür için mi, yoksa erkek bir tür için mi hazırlanıp hazırlanmadığı -içindeki civcivin tavuk mu yoksa horoz mu olduğu- belli değildir Daha sonra şu haliyle çatlıyor ve göz kamaştırıcı güzellikte tâvusî renkli bir canlı çıkıveriyor ortaya Bu görkemli sistemin bir düzüp koşanı ve onun içine bu muazzam dünyayı yerleştiren bir yaratıcısı yok mu sence?
Deysâni, başını öne eğip düşünceye daldı; bir süre öylece kaldıktan sonra başını kaldırıp Şehadet ederim ki dedi, Allah"tan başka ilah yoktur, tek ve bir"dir, ne eşi vardır, ne ortağı Muhammed -sav- O"nun elçisi ve kulu, sizler de yaratılmışlar üzerindeki imam ve huccetisiniz Bana gelince; geçmişimden pişmanlık duyuyor ve tövbe ediyorum şimdi[2]


3- Hişan anlatırNULLquot;Zındığın biri, İmam Sâdık"a -s- birtakım sorular sorduktan sonra Allah nedir? dedi Anlat O"nu, tanıt bana
İmam şöyle cevap verdir , bütünüyle eşyanın dışında birşeydir Bununla anlatmak istediğim şudurNULL, gerçek bir şeydir Var olan bir şey, gerçekten nasıl varsa öylece var olandır -gerçekten de öyle bir şeydir ki vardır- Vardır o, bir cismi ya da belli bir şekli olmaksızın; ne dokunmak mümkündür O"na, ne de hissedip kavrayabilmek Beş duyu organıyla anlaşılamayacağı gibi, hayal ve evhamla da anlaşılamaz Eksiksizdir; ne yok oluş ve zarara uğrama sözkonusudur "nun için, ne de zamanla değişime uğramak
Adam O"nun gören ve duyan bir şey mi olduğunu söylemek istiyorsun?
- Görür ve duyar O Ancak, görmek için hiçbir uzva ihtiyacı olmaksızın görür; duymak için de herhangi uzv veya vesileye ihtiyacı yoktur Aksine, kendi nefsiyle duyar ve görür O O"nun kendi nefsiyle duyduğunu ve gördüğünü söylerken O"nunla nefsinin iki ayrı şey olduğunu kastekmek değil amacım; bu ibareyi, durumu sana iyice açıklayabilmek için kullanıyorum O halde diyorum ki O, bütün varlığıyla duyar ve görür, Burada da bütün varlığıyla derken O"nun varlığının bir bütün ve bazı parçaların terkibinden müteşekkil olduğu sanılmasın Amacım, bu meseleyi anlayabileceğin şekilde anlatmaktır Özetle, öz varlık -zât- ve mana itibarıyle hiçbir ihtilaf ve farklılık arzetmeksizin gören, duyan, haberdar olan ve bilendir
- O halde nedir!?
- Rab"dir Mâbuddur, Allahtır O! Rab ve Allah derken, bu kelimelerin imlasındaki r, a, b, l, harflerini kastetmiyorum Maksadım, bütün eşyanın ve herşeyin yaratıcısı olduğunu anlatabilmektir Ve şine bütün bu harflerle kastetmek istediğim, Allah, Rahman, Râhiym, Azîz ve benzeri isimlerle adlandırılan yegane anlam ve manadır Aziz ve celil olan tapılacak tek tanrıdır o
- Fakat biz mahluktan -yaratılmıştan- başka şeyleri düşünüp algılamıyoruz ki! Akla gelebilecek herşey, sadece yaratılmış olanlardır; ötesini akıl idrak edemiyor zaten
- Eğer böyle olursa tevhid mes"uliyeti bizden selbolur ve bu durumda Tevhidden sorumlu olmayız! Zira akla gelmesi mümkün olmayan, akla sığmayan bir şeyden sorumlu değiliz biz Fakat duyu organları ve algılama yoluyla akla gelebilen, duyu ve duyguyla sınırlanan ve benzeri bir şeye kıyasla zihnimizde veya duyu organlarımızda belli bir şekil kazanan ve bu şekille tasavvuru mümkün olan şeylere mahluk -yaratık- diyoruz; yaratılmış olan şeylerin özelliğidir bunlar Dolaysıyle, eşyanın yaratıcısını ispat etmek istiyorsak, iki ana sebepden ötürü onu eşyanın ispatından dışlamak gerekirNULL sebeplerin ilki nefy ya da red"dir Ki, O"nu reddetmek, O"nun varlığına iptal çizgisi çekip inkar etmek demek olacaktır İkincisi ise teşbih ya da benzetme"dir Zira teşbih yahut benzerlik; birtakım maddelerin terkibiyle meydana geldiği açıkça belli olan yaratılmış maddelerin terkibiyle meydana geldiği açıkça belli olan yaratılmış şeylere özgü bir sıfattır O halde yaratanın varlığına, yüce Allah"ın varlığına inanmak kaçınılmazdır Reddi mümkün değil çünkü O"nun Zira bütün mahlukat O"na muhtaçtır; herşey ancak yaratılmış olup, yaratıcı ise bunlartan -yarattıklarından- tamemen farklıdır Bunlar -yarattıkları- gibi değildir O Çünkü bunlar gibi olan, kendilerini meydana getiren bileşim ve terkiplerde de bunlara benzeyecek ve bunlar gibi, daha önceden var olmadığı halde sonradan var olması, meydana gelmesi gerekecektir Mahlukat, bir oluşum evresinden geçmiştir; küçükken büyümüş, siyahken beyazlaşmış, güçlüyken güçsüzleşip zayıflamış ve burada hepsini saymamıza gerek olmayan daha birçok değişimlere uğrayıp halden hale girmiştir
- Allah"ı ispat edecek olursan, aslında O"nun için belli bir sınır tanımış oldun demektir!
- Hayır O"nun için asla bir sınır tanımış değilim; esasen sınır yoktur O"na Aksine, O"nun varlığını ispat etmekteyim ben İnkarla ispat arasında ise dağlar kadar fark vardır
- Peki varlığı var mıdır O"nun?
- Evet Esasen varlığından başka hiçbirşey ispat edilemez
- Nitelik ve niceliği de var mıdır?
- Hayır Nitelik ve nicelik, sıfat açısındandır Bir şeyin nitelik ve niceliği, ancak onu ihata -iyice kavrama, belli bir sınır ve çerçeve tayin etme- yoluyla mümkündür Tam olarak kavranamayan bir şeyin nitelik ve niceliğini nasıl anlatabiliriz? Allah Teala"nın ispatı konusunda şu iki cihetten uzak durmak gereki Red - O"nu yok varsayıp reddetmek-
2- Teşbin -O"nu başka şeylere benzetmek-
Kim O"nu reddederse inkar etmiş, O"nun tanrılığını bilmezden gelerek varlığını ihtimal dışı bırakmış olur Aynı şekilde, O"nu O"ndan başkasına benzeten de, tanrı ve yaratıcılığına layık olmayan mahlukat ve yaratıklarla denk kılmış olur O"nu O halde O"nun için, kendisinden başkasının layık ve sahib olmadığı bir nitelik sözkonusudur Hiçkimsenin kavrayamayacağı ve O"ndan başkasının bilemeyeceği bir şeydir bu
- O -doğrudan doğruya- kendi varlığıyla, eşyayla temas halinde midir ve iş yapmakta mıdır?
- O, bir şey yapmak için doğrudan doğruya eşyayla bizzat temas kurmaz; bunun ötesinde bir yüceliğe sahiptir Zira eşyayla bizzat temas halinde olmak -işlerini vücut ve uzuvlarıyla halletmek- mahlukata ait bir sıfattır Yüce Allah"ın iradesi ise herşeyi kuşatıp kavramış durumdadır ve dilediğini iradesiyle yapar[3]

---------------------------------------
[1]- Usul-i Kafi, c s ikinci hadis/ Tevhid kitabından
[2]- Usul-i Kafi, c sDördüncü hadis/ Tevhid"den
[3]-Usul-i Kafi, c s
İmam Sadık (as)’ın İlmî Mevkisi


İmam Sadık (as)'ın dönemi; İslâmî düşünce, medeniyet ve kültür ile diğer milletlere ait medeniyet, kültür ve inançlar arasında geçen ilmî etkileşim ve gelişim asrı olma özelliğini taşımaktadır Bu dönemde, tercüme alanında hızlı bir gelişme oldu Felsefe ve diğer ilimlerle ilgili birçok kitap yabancı dillerden Arapça'ya çevrildi Müslümanlar bu ilimlere karşı büyük ilgi gösterdiler ve onlarla ilgili tartışma ve araştırmalara daldılar Birtakım ıslâh ve eklemelerle o ilimlerin genişleme ve derinleşmesine vesile oldular Böylece İslâm toplumunda, ilmî ve kültürel alanda bir Rönesans dönemi başlamış oldu ve büyük bir hızla yayılan ilmî araştırmalar sonucu Müslümanlar, tıp, astronomi, kimya, fizik, matematik vb ilim dallarında önemli ilerlemeler kaydettiler Bu arada mantık, felsefe, düşünce ve inanç ilkelerini ihtiva eden kitaplar Yunanca, Farsça ve diğer dillerden Arapça'ya tercüme edildi ve Müslümanlar yeni felsefî düşünce ve inanç çizgileriyle aşina oldular
Açıktır ki, bu medeniyet ve kültür etkileşimi sonuçsuz kalamazdı Sonuçta Müslümanlar arasında birtakım inkârcılığa dayalı yeni düşünceler, şüpheler ve kelâmî fırka ve inançlar belirmeye başladı İşte böyle bir hengâmede İslâmî düşünce, kuvvetli inanç mekanizmasıyla bu batıl anlayışlarla savaşa girişmiş, ciddî bir ilmî ve kültürel çekişmeden sonra bütün batıl inançları kendi önünde eğilmeye mecbur etmiş ve sel gibi İslâm toplumuna akan bu batıl anlayışların önüne set çekmiştir Bu ilmî ve fikrî çekişmeler, etkileşimler ve gelişimler İmam Sadık (as) dönemine denk gelmiştir O dönemde İslâm toplumu değişik sahalarda meydana gelen birçok gelişmeler sonucu siyasî, toplumsal ve ekonomik alanda birçok problemle karşı karşıya kaldı ki bu meselelerin hepsine, İslâm anlayışına göre cevap vermek kaçınılmaz gerçeklerden biriydi Neticede İslâm alimleri daha faal olmak durumunda kaldılar ve doğal olarak değişik fıkhî mezhepler ortaya çıktı Bütün bu anlatılanlar göz önüne alındığında, İmam Sadık (as) dönemindeki fikrî, kültürel ve ilmî ortamın genel görüntüsünü zihinde canlandırmak mümkündür
O dönemin ilmî ve kültürel vaziyetini genel hatlarıyla tanıdıktan sonra şimdi İmam Sadık (as)'ın bu ortamdaki etkili rolünü açıklayabiliriz

İmam Sadık (as)'ın İlmî Makamı

İmam Sadık (as), işte böylesi bir ilmî, fikrî, kültürel ve akidevî çekişmenin yaşandığı bir ortamda hiçbir ilim ve marifet erbabının karşı koyma imkânı olmayan bir dinî lider ve ilim ve irfan makamı olarak kendi ilmî ve akidevî sorumluluklarını yerine getiriyor, ilim ve irfan çeşmeleri fışkıran kimsenin ulaşamayacağı bir zirve misali, kendi dönemindeki ilim ve irfan erbabını marifet ve ilim nuruyla aydınlatıyor ve İslâm binasının sarsılmaz temelini oluşturuyordu
Böylece zalimlerin ve birtakım saray kulu tarihçilerin, İmam (as)'ın şahsiyetini karalamak için gösterdikleri daimî çabalara rağmen, İmam (as)'ın şahsiyeti parlak bir yıldız gibi İslâm semalarında parlamaya devam etmekte ve İslâm dinin ilmî merciliğini korumaktaydı
İmam Sadık (as), babaları vasıtasıyla Allah Resulü'nden aldığı ilim ve irfan ile ilâhî bir önder olarak dinin korunması ve yayılması hususundaki vazifesini yerine getirmekteydi O, Mescid-i Nebevî'de büyük bir Ehl-i Beyt okulu kurmak için babası İmam Muhammed Bâkır (as) ile birlikte çalıştı Böylece İmam Muhammed Bâkır (as) ve Cafer Sadık (as) o dönemdeki fakih, müfessir ve muhaddislerle birlikte çeşitli ilim erbabına İslâmî ilimleri öğretmeye başladılar ve tefsir, hadis, ahlâk ve inanç gibi İslâmî ilimlerin yanı sıra, diğer mevzularda bile o dönemin büyük bilim adamlarının müracaat ettiği yegane merci hâline geldiler İmam Bâkır (as) ve İmam Sadık (as) İslâmî ilimleri yaymada o kadar çaba harcamışlardır ki, hiçbir İslâm büyüğünden tefsir, hadis, fıkıh ve ahlâk gibi İslâmî mevzularda bu iki imamdan geldiği kadar bilgi bizlere ulaşmamıştır Büyük fakihler fıkhı bu iki imamdan öğrenmişlerdir, büyük muhaddisler hadisi bu iki imamdan almışlardır, büyük ilim ve irfan erbabı ilim ve irfan hususunda bu iki imam huzurunda diz çökmüşlerdir Bu iki imamın gayretleri sonucunda ilim ve marifet ağacı her yere köklerini ulaştırmayı başardı Bundan dolayı görüyoruz ki dönemin bütün büyük alimleri, fakihleri, muhaddisleri, kelâmcıları, filozofları ve hatta tabiat bilginleri bile, İmam Sadık (as)'ın yüce ilmi karşısında saygıyla eğilmiş ve onun ilimdeki yüce mevkiini itiraftan kendilerini alamamışlardır
Bizim böylesi bir kısa yazıda, İmam Sadık (as)'ın ilmî makamını beyan eden din büyüklerinin ve ilim erbabının söylediklerinin hepsini nakletmemiz imkânsızdır Bunun kendisi ciltlerce kitap yazmayı gerektirir Dolayısıyla biz sadece birkaç bariz örneğine işaret etmekle yetineceğiz
Ehl-i Beyt mektebinin önde gelen kelâmcılarından olan Şeyh Müfit (ra) diyor ki: İmam Bâkır (as)'ın vefatından sonra, çocukları arasından İmam Sadık (as) imamet makamına ulaştı İmam Sadık (as), ister Şia, ister Sünnî toplumu nezdinde kardeşleri arasında fazilet ve ilim bakımından en iyi, en tanınmış ve en seçkin olanıydı İmam Sadık (as)'dan naklen bütün İslâm âlemine yayılan ilim ve irfan, İmam'ın kardeşlerinin hiçbirinden nakledilmemiştir Çeşitli görüş ve meşreplere sahip olan hadis bilginleri, İmam'dan ilim istifade eden kimselerin isimlerini kaydederken aşağı yukarı dört bin kişinin adını kendi kitaplarında nakletmişlerdir[1]
Yine Ehl-i Beyt mektebinin büyük şahsiyetlerinden Seyyid Muhsin el-Emin diyor ki: Hafız bin Ukde ez-Zeydî Rical kitabında, İmam Sadık (as)'dan hadis nakleden dört bin güvenilir kişinin adını ve yazdıkları eserleri nakletmiştir[2]
Yine Necaşî, Rical kitabında Ali bin Veşşa'dan şöyle naklediyor: Küfe mescidinde dokuz yüz din bilgini gördüm ki hepsi de ‘İmam Sadık (as) bize şöyle hadis nakletmiştir' diye söze başlıyorlardı İmam Sadık (as) ise şöyle buyuruyordu: ‘Benim hadisim babamın hadisidir; babamın hadisi, büyük dedemin hadisidir; büyük dememin hadisi ise, Ali bin Ebu Talib'in hadisidir; Ali bin Ebu Talib'in hadisi ise, Resulullah (saa)'in hadisidir, Resulullah'ın hadisi ise Allah Teala'nın sözüdür' [3]
Yine İbn-i Şehraşub, Menakıb-ı Âl-i Ebî Talib adlı kitabında, Ebu Nuaym'in el-Hilye adlı kitabından naklen demiştir ki: Ömer bin Mıkdam şöyle demiştir: ‘İmam Cafer Sadık'a baktığımda simasından onun peygamberler sülâlesinden olduğunu anlardım İçinde onun sözü bulunmayan fıkıh, hadis, nasihat ve hikmet gibi alanlarda yazılan bir kitap yoktur Mutlaka bu gibi eserlerin tamamı ‘Cafer Sadık şöyle buyurmuştur' diye söze başlarlar Bunu, Ehl-i Sünnet'in önde gelen tefsircilerinden olan Nakkaş, Sa'lebî, Kuşeyrî ve Kazvinî kendi tefsirlerinde nakletmişlerdir' [4]
Yine İbn-i Şehraşub, Ebu Nuaym'in el-Hilye adlı eserinden şunları nakletmiştir: İmam Cafer Sadık (as)'dan hadis nakledenler arasında Malik bin Enes, Şu'be bin Haccac, Sufyanî Sevrî, İbn-i Cerih, Abdullah bin Ömer, Ruh bin Kasım, Süfyan bin Uyeyne, Süleyman bin Bilâl, İsmail bin Cafer, Hatem bin İsmail, Abdulaziz bin Muhtar, Veheb bin Halid, İbrahim bin Tahan vb büyükler bulunmaktadır
Sonra İbn-i Şehraşub şöyle devam etmiştir: Yine Ebu Nuaym demiştir ki: ‘Muslim de kendi Sahih'inde İmam Sadık (as)'dan hadis nakletmiş ve İmam'ın hadisiyle delil getirmiştir'
Sonra İbn-i Şehraşub başkalarının da; İmam Malik, Şafiî, Hasan bin Salih, Ebu Eyyub Sistanî, Ömer bin Dinar ve Ahmed bin Hanbel, İmam Sadık (as)'dan hadis nakletmişlerdir dediklerini vurgulayarak Malik bin Enes'in İmam Sadık hakkındaki: İlim, amel, takva, fazilet ve ibadette, İmam Sadık (as)'dan daha üstün birisini hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir düşünce tasavvur dahi etmemiştir sözüne yer vermiştir[5]
Meşhur tarihçi Yakubî ise, İmam Cafer Sadık'ı şöyle tanıtmıştır: O, Allah'ın dini konusunda halkın en üstünü ve en bilgilisiydi O öyle birisiydi ki, ilim ehli ondan bir şey naklettiklerinde; ‘Alim şöyle buyurmuştur' diyorlardı [6]
Yirminci Yüzyıl Ansiklopedisinin yazarı, Ferid Vecdî ise, İmam Sadık (as)'dan bahsederken şöyle demiştir: Ebu Abdullah Cafer ibn-i Muhammed es-Sadık, İmamiyye mezhebine göre On İki İmamların altıncısıdır O, Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin önde gelen büyüklerinden biridir Ona konuşmasındaki doğruluğundan dolayı ‘Sadık' lakabını vermişlerdir O, insanların en faziletlilerindendi Onun kimya dalında birtakım makaleleri vardır[7]
Ferid Vecdî sözlerinin devamında şöyle diyor: İmam Sadık'ın öğrencisi Cabir bin Hayyan, İmam Sadık (as)'ın risalelerini içeren bin sayfalık bir kitap yazmıştır Bu risaleler beş yüz makaleden oluşmaktaydı[8]
Ebu'l-Feth Şehristanî ise, el-Milel ve'n-Nihel adlı eserinde İmam hakkında diyor ki: O, din hakkında çok geniş bir ilme sahipti Hikmette, kâmil edep sahibiydi Dünyaya ilgisizlik ve isteklerinin önünü almada herkesten ileriydi O, Medine şehrindeyken kendine meyleden dostlarına ilim ve hikmet sırlarını öğretiyordu O, daha sonra Irak'a gitmek zorunda bırakıldı Hükümetin ona olan suizannından dolayı bir müddet Irak'ta nezaret altında kaldı Oysa o, hükümeti ele geçirmek için hiç kimseyle mücadele etmedi O, şöyle diyordu: İlim ve hikmet deryasında yüzen birisinin, kokuşmuş su birikintisine ne ihtiyacı var?! Hakikat kalesinin zirvesine yükselmiş birisinin düşmekten ne korkusu olabilir?![9]
El-Ezher Üniversitesi'nin üstatlarından Muhammed Ebu Zühre, İmam Sadık adlı kitabının giriş bölümünde o hazret hakkında şöyle diyor: Ehl-i Sünnetten yedi alimi tanıtan kitaplar yazdıktan sonra Allah'ın yardımıyla İmam Sadık (as) hakkında bir kitap yazmaya karar verdim Onun hayatına diğerlerinden sonra başlamamın nedeni, onun makamının onlardan eksik olması değildir Aksine o, onların yedisinin de üstünlüğüne sahip olmakla birlikte onların en üstününden daha üstündür Ebu Hanife, ondan hadis naklediyor, onu halkın en bilgilisi ve fakihlerin en kapsamlı ilim sahibi olarak görüyordu İmam Malik, onun hadis ve diğer ilim derslerine hazır oluyordu Onun Ebu Hanife'ye de üstatlık etme üstünlüğü vardır Sadece Ebu Hanife ve Malik'in üstatlığını yapması, onun ne kadar büyük bir şahsiyet olduğunu göstermeye yeterlidir O, bir eksiklikten dolayı kimseden geri bırakılamaz, bir kimse de bir üstünlükten dolayı ondan öne geçirilemez Bundan daha önemlisi o, ilim, şeref, dindarlık ve takvada Medine'nin büyüğü olan Zeynelabidin'in torunudur İbn-i Şahabî, Zührî ve tabiînden birçoğu ona öğrencilik etmişlerdir O, ilim deryasını yarıp safına ulaşan Muhammed Bâkır (as)'ın oğludur Allah Teala onda, Haşimî ve Muhammed (saa)'in Ehl-i Beyti'nden olması hesabiyle hem zatî, hem de izafî şerefi toplamıştır[10]
-----------------------------------------------
[1]- İrşad, s: 370[2]-Ayan-uş-Şia, c:1, s:161, Seyit Muhsin El-Emin[3]-Ayan-uş-Şia, c:1, s:161, Seyit Muhsin El-Emin[4]-Menakibi Al-i Ebi Talip, 4-247 İbn-i Şehr-i Aşub
[5]-Menakibi Al-i Ebi Talip, 4-247 İbn-i Şehr-i Aşub
[6]-Tarihi Yakubi, 2- 381, Ahmet İbn-i Ebu Yakup[7]-20 y Yıl Ansiklopedisi 3-109, Muhammed Ferid Vecdi
[8]-20 y Yıl Ansiklopedisi 3-109, Muhammed Ferid Vecdi
[9]-El- Milel ve’n- Nihel, c:1, s:147
[10]- el- İmam es-Sadık s:3 Muhammed Ebu Zuhre
Kaynak: Tebyan

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.