Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
eshabi, hayatları, kiram, sahabelerin

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



Hayatta iken Hz Peygamber (sas) tarafından Cennet'le müjdelenen ashabın ileri gelenlerinden on kişi için kullanılan bir tabir
Kur'an-ı Kerîm'de bu hususta herhangi bir delil mevcut olmamakla birlikte, Resulullah'ın sahîh hadisleriyle sabit olan bu ashabın Cennetlik oluşları, İslâm'ın genel prensipleri dahilinde gayet tabi bir olaydır Aşere-i Mübeşşere tabirinin yanısıra "el-mubeşşirun bi'l-Cenneh" tabiri de bu sahabeler hakkında kullanılmıştır Bu meşhur on sahabi şunlardır: Hz Ebû Bekr (ö 634), Hz Ömer (ö 643), Hz Osman (ö 655) Hz Ali (ö 660), Hz Abdurrahman b Avf (ö 652), Hz Ebû Ubeyde b el-Cerrâh (ö 639), Hz Talha b Ubeydullah (ö 656), Hz Zubeyr b Avvam (ö 656), Hz Sa'd b Ebi Vakkâs (ö 674), Hz Said b Zeyd (ö 671)
Bu büyük sahabilerin kendilerine has özellikleri vardır Meselâ: Mekke'de ilk müslüman olan bu şahsiyetler Hz Peygamber'e ve İslâm davasına büyük katkıları olan kişilerdir Bu büyük sahabilerin hepsi İslâm devletinin müşriklere karşı giriştiği ilk büyük cihat hareketi olan Bedir gazvesinde bulundukları gibi, Hz Peygamber'e, O'nu ve İslâm'ı sonuna kadar koruyacaklarına dair Hudeybiye gününde ağaç altında Bey'at etmişlerdir İslâm akidesi için Allah yolunda en yakın akrabalarına karşı çarpışmaktan geri durmamışlardır Hadis âlimlerinden bazıları eserlerine bu on sahabinin rivayet ettikleri hadîslerle başlamışlardır Ayrıca sırf Aşere-i Mübeşşere'nin hayatlarını konu alan müstakil eserler kaleme alınmıştır Bunların faziletleri ve Resulullah tarafından Cennet'le müjdelendikleri sahih hadis kaynak ve mecmualarında sabittir (Tirmizî, Menâkıb, 25; Ahmed b Hanbel, I, 193)


Peygamberlerden sonra insanların en üstünü

Peygamberlerden sonra insanların en üstünü:

Hz EBÛ BEKR-İ SIDDÎK


Hz Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı Çok te’sîrinde kaldığı bir rü’yâ gördü Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzamaya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalar Mekke’deki her evin üzerine düşmüş, sonra da tekrar bir araya gelip göğe yükselmişti Fakat, kendi evine düşen ay parçası evde kalmış tekrar göğe yükselmemişti Hz Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına mâni olmuştu

Kavminden Peygamber gelecek

Sabahleyin heyecanla uyanan Hz Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü’yâsını anlattı O da dedi ki:

- Bu rü’yâ karışık rü’yâlardan biridir Bunun ta’bîri yapılamaz

Fakat bu söz O’nu tatmin etmemişti Devamlı bu rü’yânın ta’bîrini düşünüyordu

Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gittiği yerde, râhip Bahîra’ya rü’yâsını anlattı Rü’yâ Bahîra’nın çok dikkatini çekti Bunun için Hz Ebû Bekir’e sordu:

- Sen nerelisin?

- Kureyş’tenim

- Tamam Şimdi rü’yânı ta’bîr edeyim Mekke’de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O’nun hidâyet nûru her yere yayılacak Sen, O hayatta iken O’nun vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın!

Hz Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine şöyle devam etti:

- Şimdi sen hemen memleketine dön! O’na ulaş! O’na vahiy gelmeye başladığında, git herkesten önce O’na îmân et!

Hz Ebû Bekir bu ta’bîri kimseye anlatmadı Peygamber efendimiz, peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:
- Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır Senin delîlin nedir?

Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Peygamberliğime delîl, o rü’yâdır ki, bir Yahûdî âliminden ta’bîrini istedin O âlim, “Karışık bir rü’yâdır, i’tibâr edilmez” dedi Sonra râhib Bahîra, doğru ta’bîr etti Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmeğe da’vet ederim

Bunun üzerine, Hz Ebû Bekir, kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu Zaten bir gece önce şöyle düşünmüştü:

Aklıma yatmıyor

“Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç aklıma yatmıyor Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir iş değildir Bu kadar muazzam bir kâinâtın bir yaratıcısı olması lâzımdır Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün değildir Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayım Bu durumu ancak O’na arz edebilirim Zîrâ, olgun ve akıllı, doğru görüşlü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir Herkes O’ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir O, ne yapmamı isterse ona göre hareket ederim

Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hz Ebû Bekir’i İslâm’a da’veti düşünmüştü Sabah olunca her ikisi de aynı düşünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çıktılar Yolda karşılaştıklarında, “Sözleşmeden birleştik” dediler

Hz Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen yakın arkadaşları hatırına geldi:

- Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip, onların da Müslüman olmalarını arzû ediyorum Onların da ebedî saâdete kavuşmalarını istiyorum, diyerek arkadaşlarına koştu

Arkadaşlarım dediği, Hz Osman, Hz Talhâ bin Ubeydullah, Hz Zübeyr, Hz Abdurrahmân bin Avf, Hz Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Hz Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi

Gelin îmân edin

Hz Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasının aşk ve şevkiyle, Mescid-i Harâma vardığında, dayanamayıp, müşrikler tarafına dönerek seslendi:

- Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Allahü teâlâyı bırakıp, niçin gidip, bu âciz putlara tapıyor, onlara yüz sürüyorsunuz Gelin, Allaha ve O’nun resûlü Muhammed aleyhisselâma îmân edin!

Bunun üzerine müşrikler, hep birlikte üzerine yürüdüler Kendisini çok fecî şekilde dövdüler Kabîlesinden gelen ba’zı kimseler, kendisini baygın bir hâlde evine götürdüler

Hz Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi Ayılması için yapılan bütün gayretlerden bir netîce alınamıyordu Artık, ümitsiz bir şekilde başında beklemeye başladılar Nihâyet akşam üstü biraz kendine gelir gibi oldu Gözünü açar açmaz, ağzından çıkan ilk kelâm şu oldu:

- Resûlullah, ne yapıyor, O ne hâldedir? O’na birşey oldu mu?

Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki:

- Yavrum, bir şey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin?

- Anneciğim, ben Resûlullaha birşey oldu mu diye soruyorum O’nun hakkında bana bilgi getirmediğin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de birşey içerim

- Evlâdım, vallahi, O’nun hakkında bir bilgim yok Onun için sana cevap veremiyorum Sen biraz ye, kendine gel Sonra O’nun durumunu öğrenirsin

- Hayır anne! Sen Ümm-i Cemil’e git ve de ki: Oğlum Ebû Bekir, senden Resûlullahı soruyor Acaba ne hâldedir?

Annesi de îmân etti

Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil’e durumu anlattı

Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil’in yardımıyla, yavaş yavaş Hz Erkam’ın evine vardı Peygamber efendimizi sağ sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarıldı Artık bütün ağrılarını unutmuştu Peygamber efendimize dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Bu benim annem Selmâ’dır Ona duâ etmenizi istiyorum O da hidâyete kavuşsun!

Peygamber efendimiz duâ buyurdu Böylece annesi de, îmân ile şereflendi ve ilk Müslümanlardan oldu

Resûlullah efendimiz Mi’râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ’be yanında mi’râcını anlatınca, işiten müşrikler, inkâr edip, alay etmeye başladılar Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler

Müşrikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladık” diyerek Hz Ebû Bekir’e gidip sordular:

- Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs’e gidip geldin İyi bilirsin Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?

- İyi biliyorum Bir aydan fazla

Mi'râcınız mübârek olsun!

Kâfirler bu söze sevindi “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler Gülerek, alay ederek ve Hz Ebû Bekir’in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldiğini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygı gösterdiler

Hz Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını işitince;

- Eğer O söyledi ise, inandım Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi

Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:

- Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş Ebû Bekir’e de sihir yapmış

Hz Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle ni’metlendirdi Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur İnandım Canım sana fedâ olsun!

Böylece Hz Ebû Bekir, o gün tereddüde düşen Müslümanların tereddütlerini giderdi, diğerlerinin ma’nevîyatlarını güçlendirdi Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hz Ebû Bekir’e Sıddîk dedi Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi

Beraber hicret ederiz

Mekke’de müşriklerin, Müslümanlara yaptıkları baskılar ve işkenceler üzerine, Müslümanların çoğu, Resûlullah efendimizin izniyle Medîne’ye hicret etti Hz Ebû Bekir de hicret için izin istediğinde, Resûl-i ekrem buyurdu ki:

- Sabreyle Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir Beraber hicret ederiz

- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var mıdır?

- Evet vardır

Peygamber efendimizin bu cevapları, Hz Ebû Bekir’i sevindirmiştiBunun üzerine Hz Ebû Bekir hazırlıklara başladı Hicret için iki deve satın aldı ve o günü beklemeye başladı Artık Mekke’de sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hz Ebû Bekir, Hz Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve müşriklerin hapse attığı mü’minler kalmıştı

Diğer taraftan Medîneli Müslümanlar, ya’nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri ya’nî Muhâcirleri çok iyi karşılayıp, misâfir ettiler Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi

Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânın emriyle evinde Hz Ali’yi bırakıp, müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp, Hz Ebû Bekir’in evine gitti Hz Ebû Bekir’e buyurdu ki:

- Hicret etmeme izin verildi

Hz Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu:

- Mübârek ayağınızın tozuna yüzümü süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim?

Efendimiz cevap verdiler:

- Evet

Anam-babam fedâ olsun

Hz Ebû Bekir sevincinden ağladı Gözyaşları arasında dedi ki:

- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazır Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl buyurunuz

- Benim olmayan deveye binmem Ancak bedeliyle alırım

Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Hz Ebû Bekir, devenin bedelini söyledi

Hz Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zâtı çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti

Safer ayının 27’si perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk, yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı Hz Ebû Bekir, Resûlullahın çevresinde, ba’zan sola, ba’zan sağa, öne, arkaya gidiyordu Peygamberimiz, niçin böyle yaptığını sorunca dedi ki:

- Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için Eğer bir zarar gelirse önce bana gelsin Canım yüksek zâtınıza fedâ olsun yâ Resûlallah!

- Yâ Ebâ Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin?

- Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim

Mağara kapısı önüne geldiklerinde, Hz Ebû Bekir dedi ki:

- Allah için yâ Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübârek zâtınıza bir keder, bir elem değmesin

Ayağını yılan soktu

Sonra içeri girip, süpürüp temizledi Sağında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri da’vet eyledi

Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek başını Hz Ebû Bekir’in kucağına koyup uyudu O zaman, Hz Sıddîk’ın ayağını yılan soktu Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi Fakat gözyaşı Resûlullahın mübârek yüzüne damlayınca buyurdu ki:

- Ne oldu yâ Ebâ Bekr?

- Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu

Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir’in yarasına, iyi olması için mübârek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifâ buldu

Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içerde iken, müşrikler, iz takip ederek mağaranın önüne geldiler Mağaranın ağzının bir örümcek tarafından örüldüğünü ve iki güvercinin de yuva yaptığını gördüler İz sürücü Kürz bin Alkama dedi ki:

- İşte burada iz kesildi

Müşrikler dediler ki:

- Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lâzım gelirdi Bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür

İçeri bakmadan geri döndüler

Müşrikler kapı önünde münâkaşa ederken, içeride Hz Ebû Bekir endişeye kapıldı Kâinâtın sultânı efendimiz buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir

Müşrikler içeri bakmadan geri döndüler

Mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıktılar Eylül ayının 20 ve Rebî’ul-evvelin 8 pazartesi günü Medîne’de Kubâ köyüne geldiler O gün, Müslümanların Hicrî şemsî sene başlangıcı oldu

Hz Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrılmadı Ona her zaman arkadaşlık etti Her zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında beklerdi

Bedir savaşında bir ara, İslâm askeri zorlanmaya başladı Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, Sa’d ve Sa’îd hazretlerini gönderdi Sonra Hz Ebû Zer’i gönderdi Daha sonra da Hz Ömer’i gönderdi Bir saat geçtiği hâlde, zorlanma devam ediyordu Bunu gören, Hz Ebû Bekir, kılıcını çekip atına binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:

- Yanımdan ayrılma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor Seninle kalbim kuvvetleniyor

Peygamber efendimiz, Hz Ebû Bekir’i ağlarken görünce buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı, bana, senden daha bereketli olanı yoktur

Hz Ebû Bekir'in îmânı

Hz Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir şey konuşmamak için mübârek ağzına taş koyardı Mecbûr kalmadıkça aslâ dünya kelâmı konuşmazdı Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Ebû Bekir’in îmânı, bütün mü’minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir’in îmânı ağır gelir)

Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmak fazîleti, üstünlüğü, sadece Hz Ebû Bekir’e nasîb olmuştur O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek için malını vermekte, düşmana karşı cihâd etmekte, hep önde olmuştur

Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki:

(Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’detti)

Bu âyet-i kerîmenin, Hz Ebû Bekir’in fazîletini ve derecesinin yüksekliğini gösterdiğini âlimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir

Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânın râzı olduğu bildirilmiştir

Tebük gazâsında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını getirip verdi Hz Ömer, her zaman en çok yardımı yapan Hz Ebû Bekir’i, bu defa geçeyim diye, malının yarısını alıp getirdi Sonra Hz Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti Peygamber efendimiz sordu:

- Yâ Ömer, evine ne kadar mal bıraktın?

- Yâ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım

Allah ve Resulünü bıraktım

Sonra Hz Ebû Bekir’e dönüp sordu:

- Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne bıraktın?

- Yâ Resûlallah, evime birşey bırakmadım Tamamını buraya getirdim Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım

Resûlullah efendimiz Hz Ömer’e dönerek buyurdu ki:

- İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır

Hz Ebû Bekir’in, Peygamber efendimizin vefâtından sonra da çok büyük hizmetleri oldu Zîrâ Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti Mescidde ağlaşmaya başladılar Hiç kimsenin inanası gelmiyordu

Hele Hz Ömer tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp diyordu ki:

- Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır

Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu Dışarı çıkıp dedi ki:

- Kim “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!

Resûlullah da vefât edecektir

Hz Ebû Bekir ile Hz Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskin edebilirdi Bunun için beraber mescide gittiler Hz Ebû Bekir buyurdu ki:
- Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı?

- Hayır, böyle bir söz duymadık

Sonra Hz Ömer’e dönüp sordu:

- Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?

- Hayır duymadım

Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:

- Hiç kimse, Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyliyemez Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır Resûlullah, İslâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım

Sonra, Hz Abbâs da buna benzer konuşmalar yaptı Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi

Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı Şehîdlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:

- Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ’at ederler

Gazânız mübârek olsun

Bu sözleri işiten Hz Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi Resûlullah efendimiz de duâ ettiler

Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu Bu muhârebe Hz Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi Ve bu muhârebede Hz Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu

Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı Karşılamaya gelenler arasında, Hz Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı

Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu Peygamber efendimizin gözleri nemlendi Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti

Hz Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti

Yaşlı kadın daha sonra, Hz Ömer’e ve Hz Osman’a rastladı Onlara da oğlunun durumunu sordu Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler

En son gelen Hz Ebû Bekir idi Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu

Hz Ebû Bekir kendi kendine düşündü:

“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım Eğer doğruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüş olacağım Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi O’na nasıl aykırı davranabilirim Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”

Yâ Allah! Yâ Nevfel!

Daha sonra, Hz Ebû Bekir, bütün kalbiyle:

- Yâ Allah! Yâ Nevfel! diye bağırdı

İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:

- Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?

Bu atlı, Hz Nevfel’den başkası değildi

Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:

- Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var “Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu

Bu hâdiseden sonra, Hz Nevfel senelerce yaşadı Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti



Adâletin timsâli ikinci büyük halîfe

Adâletin timsâli ikinci büyük halîfe:

Hz ÖMER

Hz Hamza’nın Müslüman olması üzerine, Mekkeli müşriklerin telâş ve endîşeleri had safhaya varmıştı Çünkü parmakla gösterilen kahramanlardan biri de Müslüman olmuş, Resûlullahın saflarında yer almıştı Bu beklenmedik hâdise, müşrikleri, büsbütün çileden çıkardı

Hz Ömer bu sırada daha Müslüman olmamıştı Bir gün, Resûlullah efendimizi, gördüğü yerde öldürmek niyetiyle evinden çıktı Sevgili Peygamberimizi Mescid-i Harâm’da namaz kılarken buldu ve namazın bitmesini isteyerek, dinlemeye başladı Habîb-i ekrem efendimiz, El-Hâkka sûre-i şerîfini okuyordu

Kalbim meyletti

Hattâboğlu Ömer, Peygamber efendimizin okuduklarını hayranlıkla dinliyordu Ömründe böyle güzel sözler duymamıştı Bunu kendisi, sonradan şöyle anlatır:

“Dinlediğim bu sözlerin belâgatına, düzgünlüğüne, derli topluluğuna hayrân olmuş, niçin geldiğimi unutmuştum Bu hâdiseden sonra, kalbimde İslâma karşı bir istek hâsıl oldu

Bu hâdisenin, Hz Ömer’in Müslüman olmasında mühim te’sîri olmuştur Çünkü kalbini yumuşatmış, Müslüman olmasına zemin hazırlamıştır

Hz Hamza’nın Müslüman olmasından üç gün sonra, Ebû Cehil, müşrikleri toplayıp dedi ki:

- Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı Bizden önce gelen atalarımızın Cehennemde azâb gördüklerini, bizim de oraya gideceğimizi söyledi! Onu öldürmekten başka çâre yoktur! Onu öldürecek kişiye, yüz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim!

Bir anda Hattâboğlu Ömer’in kalbinden, İslâma olan istek kayboldu ve yerinden fırlayarak dedi ki:

- Bu işi Hattâboğlundan başka yapacak yoktur

- Haydi Hattâboğlu! Görelim seni! Bu işi senden başka yapabilecek kimse yoktur

Hattâboğlu Ömer, kılıcını kuşanarak yola düştü Giderken Nu’aym bin Abdullah’a rastladı

Yolda Nuaym bin Abdullah kendisine sordu:

- Yâ Ömer, böyle şiddet ve hiddetle nereye gidiyorsun?

- Milletin arasına nifâk sokan, kardeşi kardeşe düşüren bir kimseyi öldürmeye gidiyorum

- Yâ Ömer, güç bir işe gidiyorsun Onun Eshâbı çevresinde pervane gibi dönmektedir Ona birşey olmasın diye titremektedirler Onun yanına yaklaşıp, zarar veremezsin!

Yakınlarınla uğraş

Bu söze çok hiddetlenen Hz Ömer kılıcına sarıldı:

- Yoksa sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim

Nuaym bin Abdullah cevap verdi:

- Sen benimle uğraşacağına, kardeşin Fâtıma ile enişten Saîd’in yanına git! Onlar, çoktan Müslüman oldular Sen önce kendi yakınların ile uğraş!

- Hayır, onlar Müslüman olamazlar

- Bana inanmazsan, git evlerine, kendilerine sor!

Bunun üzerine Hz Ömer, kardeşini merak edip, öfkeyle hemen evlerine gitti O sıralarda Tâhâ sûresi yeni nâzil olmuş, eniştesi Saîd ile kızkardeşi Fâtıma bunu yazdırıp, Hz Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı

Hattâboğlu Ömer, kapıdan bunların sesini duydu Kapıyı çok sert çaldı Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazıyı saklayıp, Hz Habbâb’ı gizlediler Sonra kapıyı açtılar İçeri girince sordu:

- Ne okuyordunuz?

- Bir şey okumuyorduk

- Hayır, okuyordunuz İşittiğim doğru imiş Siz de O’nun sihrine aldanmışsınız!

Niçin utanmazsın?

Hz Sa’îd’i yakasından tutup, yere attı Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı Fâtıma’nın canı yanmış, kana boyanmış idi Fakat îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak dedi ki:

- Yâ Ömer! Niçin Allahtan utanmaz, âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, Müslüman olmakla şereflendik Başımızı kessen de bundan dönmeyiz

Sonra Kelime-i şehâdeti okudu Hattâboğlu Ömer, kızkardeşinin bu îmânı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu Yumuşak sesle dedi ki:

- Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın

- Sen temizlenmedikçe, onu sana vermem

Ömer bin Hattâb gusül abdesti aldı Ondan sonra Fâtıma, âyet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi Ömer bin Hattâb güzel okurdu Tâhâ sûresini okumaya başladı Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini gitgide yumuşattı

(Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep O’nundur) [Tâhâ: 6] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı Dedi ki:

- Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır?

- Evet, öyle ya! Şüphe mi var?

- Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altından, gümüşten, tunçtan, taştan oymalı, süslü heykellerimiz var Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yokŞaşkınlığı büsbütün artmıştı Biraz daha okudu

(Allahü teâlâdan başka ibâdet edilecek, tapılacak hak bir ilâh, bir ma’bûd yoktur En güzel isimler O’nundur) [Tâhâ: 8] meâlindeki âyet-i kerîmeyi düşündü Sonra dedi ki:

- Hakîkaten, ne kadar doğru

Ömer ile kuvvetlendir

Habbâb bu sözü işitince, gizlendiği yerden fırladı ve tekbîr getirdikten sonra müjdeyi verdi:

- Müjde yâ Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil yahut Ömer ile kuvvetlendir, buyurdu İşte bu devlet, bu saâdet sana nasîb oldu

Bu âyet-i kerîme ve bu duâ, Hattâboğlu Ömer’in kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü Hemen;

- Resûlullah nerede? Beni, Resûlullaha götürür müsünüz? dedi Zîrâ kalbi, Resûlullaha tutulmuştu

Ömer bin Hattâb’ın Resûlullahı görmek için yola çıktığı sırada, Resûl-i ekrem, Hz Erkâm’ın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu Hattâboğlu Ömer’in geldiği, Erkâm’ın evinden görüldü Kılıcı da yanında idi Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın etrafını sardı Hz Hamza dedi ki:

- Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi Yoksa o kılıcını çekmeden başını uçururum
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Yol verin, içeri gelsin!

Îmâna gel yâ Ömer!

Cebrâil aleyhisselâm, daha önce, Ömer bin Hattâb’ın îmân etmek için geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti Resûlullah efendimiz, onu, tebessüm buyurarak karşıladı Ömer bin Hattâb, Resûlullahın önünde diz çöktü Resûlullah efendimiz, onu, kolundan tutup buyurdu ki:

- Îmâna gel, yâ Ömer!

O da temiz kalb ile Kelime-i şehâdeti söyledi Eshâb-ı kirâmın, sevinçten söyledikleri tekbîr sesleri göğe yükseldi

Hz Ömer, Müslüman olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı:

“Müslüman olduğum zaman, Eshâb-ı kirâm, müşriklerden gizlenir ve ibâdetlerini gizli yaparlardı Bu duruma çok üzüldüm ve Resûlullaha suâl ettim:

- Yâ Resûlallah! Biz hak üzere değil miyiz?

- Evet Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ister ölü ister diri olunuz, muhakkak hak üzerindesiniz

- Yâ Resûlallah! Mâdem ki biz hak üzerinde, müşrikler de bâtıl yoldadırlar, o hâlde ne diye dînimizi gizliyoruz? Vallahi biz, dîn-i İslâmı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha lâyıkız Allahü teâlânın dîni, Mekke’de, hiç şüphesiz üstün gelecektir Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne âlâ, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız

Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslâmı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır Artık ortaya çıkalım

Kabûl buyurulunca, iki saf hâlinde dışarı çıkıp, Harem-i şerîfe doğru yürüdük Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i harâma girdik Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hz Hamza’ya bakıyorlardı"

Beni bilen bilir

Hz Ömer’in bu gelişi üzerine, Ebû Cehil ileri çıkıp, “Yâ Ömer! Bu ne hâldir?” deyince, Hz Ömer hiç aldırış etmeden Kelime-i sehâdet getirdi:

- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh!

Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı Donup kaldı Hz Ömer bu müşrik gürûhuna dönerek dedi ki:

- Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattâboğlu Ömer’im Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim!

Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar

Böylece, ilk defa Harem-i şerîfte açıktan namaz kılındı

Hz Ömer, haksızlık karşısında çok hiddetli olduğu gibi, adâletin yerine getirilmesinde de o kadar şefkâtli idi Bu yüzden adâleti ile meşhûr olmuştur

Bir gün at satın almak istedi Atı tecrübe etmek niyetiyle biniciye verdi Ata binen kimse, koştururken, at tökezleyip kazâya uğradı Hz Ömer atı satıcısına geri vermek istediğinde, satıcı almadı Sonunda durum, Kâdî Şüreyh hazretlerine intikal etti Kâdî sordu:

- At, sahibinin izniyle mi koşturuldu?

Hz Ömer dedi ki:

- Hayır, ben denemek için koşturdum

Atı almak macbûriyetindesiniz

Bunun üzerine, kâdî şu hükmü verdi:

- Şâyet at sahibinin rızâsı ile tecrübe edilseydi, sahibine iâde edilebilirdi Fakat, siz sahibinden izin almadığınız için geri veremezsiniz, atı almak mecbûriyetindesiniz

Hz Ömer;

- Hak ve adâlet husûsunda boynumuz kıldan incedir, deyip atın bedelini verdi

Hz Ömer, sonu pişmanlık olan iş yapmazdı

Onun zamanında, Müslümanlar İslâmiyeti İran içlerine kadar yaydılar İranlı meşhûr kumandan Hürmizân, teslîm olmamak için çok direndi, fakat hayatının tehlikeye girdiğini görünce teslîm oldu Hz Ömer, huzûruna çıkartılan Hürmizân’a sordu:

- Bize söyliyeceğin bir şey var mıdır?

- Var! Fakat önce ölecek miyim, kalacak mıyım bunu bilmem lâzımdır

- Konuş, sana zarar gelmiyecektir

- Ey büyük halîfe, önceleri biz İranlılar siz Arabları öldürüyor, zorla mallarınızı ellerinizden alıyorduk Ne zaman ki, Allah size peygamber gönderdi Ondan sonra bizim üstünlüğümüz sona erdi Siz azîz, biz zelîl olduk

Söz vermiştiniz

Hz Ömer, Enes bin Mâlik’e sordu:

- Ne yapalım bunu?

- Öldürmeyelim! Çünkü arkasında büyük bir kalabalık vardır Belki onlar, ileride Müslüman olabilirler

- Fakat o, Resûlullahın kıymetli arkadaşlarını şehîd etti Onu sağ bırakmamız uygun olur mu?

- Yâ Ömer bunu öldürmememiz lâzımdır Çünkü, “Konuş sana benden zarar gelmez” diye söz de vermiştin

Hz Ömer, kim tarafından söylenirse söylensin, doğru sözü hemen kabûl ederdi Enes bin Mâlik hazretlerinin bu sözleri üzerine, onu öldürmekten vazgeçti Birçok sahâbînin şehîd olmasına sebep Hürmizân'ın hayatını bağışladı

Bir müddet sonra da, Hürmizân Müslüman oldu Ayrıca onun vesîlesi ile birçok kimse îmâna geldi Hz Ömer eski can düşmanını bile maaşa bağladı Çünkü adâlet bunu gerektiriyordu Adâlet, şahsî fikrin, hissiyâtın üzerinde idi

Hz Ömer Şam’ı ziyâret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı

Hz Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi Yerine kölesini bindirdi Devenin yularından tuttu Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti

Hakîr bir kavimdik

Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz Ömer’i de köle zannediyordu Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki:

- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar Size bakıyorlar Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler

Hz Ömer buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik Allahü teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder

Bu şekilde şehre girdiler Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü Biz bile 1400 sene sonra, burada, örnek bir hareket diye anlatıyoruz Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti

Halîfe Hz Ömer, Şam'a gidiyordu Şam'da vebâ hastalığı olduğu işitildiYanında

bulunanların ba’zısı;

- Şam’a girmiyelim, dedi Bir kısmı da;

- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım, dedi Halîfe de buyurdu ki:

- Allahü teâlânın kaderinden, yine O’nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur

İlk karantina

Sonra Abdürrahmân bin Avf hazretlerini çağırıp sordu:

- Sen ne dersin?

- Resûlullahtan işittim “Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” buyurmuştu

Halîfe de;

- Elhamdülillah, benim sözüm, hadîs-i şerîfe uygun oldu, deyip, Şam’a girmediler

Böylece ilk defa karantina uygulaması yapıldı Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar Vebâlı yerde, kirli hava ya’nî mikroplu hava, vebâ basilleri, herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar

Hz Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Hz Ebû Bekir’e ta’yîn edilen maaş kadar ücret alıyordu

Bu şekilde bir müddet devam edildi Daha sonra, Hz Ömer, geçim sıkıntısına düştü

Bu durumu gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ba’zıları toplanıp, bu durumu görüştüler Zübeyr bin Avvâm hazretleri şöyle bir teklifte bulundu:

- Kendisine söyliyerek maaşını artıralım

Teklifi bildirelim

Toplantıda bulunan Hz Ali buyurdu ki:

- Bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum İnşâallah kabûl eder Gidip teklifi bildirelim

Bu arada, Hz Osman söz alıp buyurdu ki:

- Ömer’in hak ve adâlette ne kadar ta’vîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine söyletelim Bunu, kızı Hafsa’ya anlatalım, o teklif etsin!

Hz Osman’ın bu teklifi uygun görülerek, beraberce Hz Hafsa’nın huzûruna vardılar Aralarındaki konuşmaları anlattılar İsim vermeden, yapılan teklifleri Hz Ömer’e bildirmesini istediler

Hz Hafsa babasının yanına varıp dedi ki:

- Eshâbdan ba’zıları, senin maaşını az bulmuşlar Bunun için maaşını artırmayı teklif ediyorlar

Hz Ömer, bu teklife celâllenip sordu:

- Kimdir onlar?

- Fikrini öğrenmeden kim olduklarını söylemem

- Eğer kim olduklarını öğrenseydim, onlara gereken cezâyı verirdim Allahü teâlâya duâ etsinler ki, arada sen varsın

Sonra kızı Hz Hafsa’ya sordu:

- Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlünün giydiği en kıymetli elbise neydi?

- İki tane renkli elbisesi vardı Elçileri onlarla karşılar, cum’a hutbelerini bunlarla okurdu

- Peki yediği en iyi yemek neydi?

- Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi

- Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi?

- Kaba kumaştan yapılmış bir örtümüz vardı Yazın dörde katlar, altımıza yayardık Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik

Artanı muhtâçlara vereceğim

Daha sonra Hz Ömer buyurdu ki:

- Yâ Hafsa, benim tarafımdan, seni gönderenlere söyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyâç sahiplerine verirdi Kalanı ile yetinirdi Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim Artanını ihtiyâç sahiplerine vereceğim Ve bununla yetineceğim

Resûlullah efendimiz, ben ve Hz Ebû Bekir, bir yol takip eden üç kişi gibiyiz Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun sonuna vardı Diğeri de aynı yolu tâkip etti ve O’na kavuştu Sonra üçüncüsü yola koyuldu Eğer O da öncekilerin takip ettiği yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur Eğer öncekilerin yolunu takip etmezse, başka yoldan giderse, onlarla buluşamaz

Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri müslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayri müslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı Onların zarar görmemesi için, her türlü tedbiri alırlardı Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır

Bize sığınmışlar

Meselâ, Halîfe Hz Ömer zamanında, bir ticâret kervanı gelip, gece Medîne’nin dışına konakladı Yorgunluktan hemen uyudular

Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hz Ömer, şehri dolaşıyordu Dolaşma esnasında bunları gördü

Hz Ömer, Abdurrahmân bin Avf’ın evine gelip, yatağından kaldırarak buyurdu ki:

- Bu gece bir kervan gelmiş Hepsi kâfirdir Fakat, bize sığınmışlar Eşyâları çoktur ve kıymetlidir Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum Gel, bunları koruyalım

Abdurrahmân bir Avf cevap verdi:

- Çok iyi olur, çok güzel düşünmüşsün, hemen geliyorum

Sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler Sabah namazında mescide gittiler Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı Bunları takip edip, arkalarından gitti

Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halîfe Hz Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi Gelip, arkadaşlarına şöyle anlattı:

- Arkadaşlar! Sabaha kadar iki Müslümanın bizi bekleyip, eşyalarımızın çalınmasına mâni olduğundan haberiniz var mı?

- Müslümanların başka işi yok da, bizi mi koruyacaklar? Üstelik bizim Hıristiyan olduğumuzu biliyorlar

- Hem de kim korudu biliyor musunuz?

- Kimmiş?

- Müslümanların Halîfesi Ömer

- Sen yanlış görmüşsündür Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur

- Sizin gibi önce ben de inanamadım

- Sonra nasıl inandın?

- Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar Ben de merak edip arkalarından gittim Câmiye girdiler Yolda karşılaştığım birisine, “Bu kim” diye sordum “Halîfemiz Ömer” diye cevap verdi

Daha ne duruyoruz?

Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kâfile halkı, derin bir sessizliğe büründü Kimsenin konuşacak, birşey söyliyecek hâli kalmamıştı

Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu:

- Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyetin gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi?

Diğerleri de bu söze katıldılar Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr yüce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular




Meleklerin bile hayâ ettiği halîfe:
Hz OSMAN



Hz Osman, Müslüman olmadan önce ticâretle uğraşırdı Zengin bir tüccârdı Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi İ’tibârı yüksek idi Hz Ebû Bekir’in de arkadaşı, yakın dostu idi Önemli işlerinde ona danışır, onun fikrini alırdı Câhiliye devrinin pisliklerine bulaşmadı
Peygamber kızı olsa gerek
Müslüman olmasını şöyle anlatır:

Benim firâset sahibi olan bir teyzem vardı Hastalandığında ziyâretine gitmiştim Bana dedi ki:

- Yâ Osman! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden önce bir erkek görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın görmüş olacaksın Bu kız çok güzel olup, sâliha biridir Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek

Ben teyzemin bu sözüne çok hayret ettim Çünkü, peygamber olarak bildiğim kimse yoktu Hiç ortada böyle bir şey yok iken, teyzem bunları nereden çıkartmıştı Şunu da biliyordum ki, teyzem pek çok lâf etmezdi Benim hayretler içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle devam etti:

- Merak etme, O kimseye cenâb-ı Haktan vahiy gelmeye başladı Sen O’nu bulmakta güçlük çekmiyeceksin!

- Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun Beni meraklandırıyorsun Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar

- Muhammed bin Abdullah’a peygamberliği bildirildi Artık halkı hak dîne da’vete başladı Çok zaman geçmez ki, sen O’nun dînine girer kurtulursun O’nun dîni, bütün âlemi aydınlatacaktır

Bu mes’ele benim zihnimi çok meşgûl etmeye başladı Her önemli mes’elede fikrini aldığım, Hz Ebû Bekir’e koştum Teyzemin söylediklerini kendisine aynen bildirdim Bana dedi ki:

- Teyzen doğru söylemiş Yâ Osman, sen akıllı adamsın Hiç görmiyen, işitmiyen, fayda veya zarar veremiyen şeye nasıl tapınılır? O nasıl ilâh olarak kabûl edilir?

- Yâ Ebâ Bekir, doğru söylüyorsun Ben de bu mantıksızlığın farkındayım Fakat çâre bulamamıştım

- Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zât geldi Ben kendisinin peygamber olduğuna inandım, îmân ettim Gel seni de huzûruna götüreyim, sen de îmân et!

Cennete da'vet eder

Beraberce Resûlullahın huzûruna vardık Bana buyurdu ki:

- Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe da’vet eder Sen de bu da’veti kabûl et! Ben bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim

Resûlullahın, güleryüzle gâyet samîmî bir şekilde yaptığı bu da’vet üzerine, hemen büyük bir şevkle kelime-i şehâdet getirip, Müslüman oldum

Daha sonra Resûlullaha, Şam’a gittiğimde gördüğüm rü’yâyı anlattım Rü’yâmda, “Ey insanlar, uyanın! Ahmed Mekke’de zuhûr etti” diye nidâ işitmiştim Sonra da Mekke’ye gelince de, teyzem bana Resûlullah efendimizden haber vermişti

Hz Osman, çok cömert idi İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını görmeyi çok severdi Güzel hâllerinden dolayı, Resûlullah efendimiz kendisini çok severdi

Peygamber efendimiz, Eshâbının ileri gelenlerinden çoğunun bulunduğu bir toplantıda, sohbet buyururken:

- Herkes dostunun yanına varsın, buyurdu

Sen benim sevdiğimsin

Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti Peygamber efendimiz de, Hz Osman’ı yanına alıp buyurdu ki:

- Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin

Hz Âişe anlatır:

Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu Bu sırada Hz Ebû Bekir içeri girmek için izin istedi

İzin verilip içeri girdi Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi Sonra, Hz Ömer izin alıp içeri girdi Yine hâlini değiştirmedi Uzanmış vaziyette iken onlarla sohbet ettiler

Daha sonra, Hz Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi Peygamber efendimiz oturdular Hz Osman’ı bu şekilde kabûl ettiler

Hepsi gittikten sonra sordum:

- Babam Ebû Bekir ve Hz Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız Fakat Hz Osman içeri girince, oturdunuz Bunun sebebi nedir?

- Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem

İbni Mes’ûd hazretleri anlatır:

Bir gün gazâda, Resûlullah ile beraberdim Yiyecek bitti, asker sıkıntı içerisindeydi Resûl-i ekrem bu hâle vâkıf olunca buyurdu ki:

- Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir

Hz Osman bu sözü işitince, “Resûl-i ekremin her sözü muhakkak doğru çıkar” diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve Resûlullahı memnûn etmek istiyordu

Bunlar nedir?

Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu Bunu yüksek fiyatla satın alıp, Resûlullahın huzûruna getirdi Peygamber efendimiz Hz Osman’a sordu:

- Yâ Osman! Bunlar, nedir?

- Osman’dan Allahü teâlânın Resûlüne hediyedir

Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince, mü’minler sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular Server-i âlem hazretleri mübârek ellerini açıp, şöyle duâ ettiler:

- Yâ Rabbî! Osman’a çok ecir ver

Hz Osman muhtaç olanlara bol bol yemek yedirirdi Fakat kendisi evde sirke ve zeytinyağı yerdi Yola giderken, devesinin arkasına kölesini de alırdı Peygamber efendimiz şöyle duâ buyurmuştur:

- Yâ Rabbî! Osman’ın geçmiş ve gelecek gizli, âşikâr bütün günâhlarını affet

Müslümanlar, Medîne’ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı vardı Rûme kuyusundan başka içilecek su yoktu Bu kuyu da bir Yahûdîye âit idi

Yahûdî, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan her zaman su vermiyordu
Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için herkes alamıyor, fakir Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlardı

Cenneti müjdeliyordu

Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu Kuyuyu satın alıp, Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını kat kat alacağını müjdeliyor, açıkça Cenneti va’dediyorlardı Bu müjdeyi işiten Hz Osman, hemen Yahûdînin yanına varıp, pazarlığa başladı

Yahûdî, Müslümanların mecbûren bu kuyuyu satın alacaklarını bildiği için, ödenmesi mümkün olmayan bir fiyat istedi Bu duruma Hz Osman çok üzüldü Fakat ne yapıp yapıp bu kuyuyu satın alarak Resûlullahı memnun etmek istiyordu Yahûdîye dedi ki:

- Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam Sana bir teklîfim var Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu işletelim Böylece kuyu elinden çıkmamış olur Kuyunun yarı hissesini bana sat Birgün sen, birgün ben kuyuyu işletelim

Yahûdî, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı Teklîf çok hoşuna gitti On iki bin dirheme kuyunun yarı hissesini verdi Kuyunun başında bir gün Yahûdî, diğer gün Hz Osman durup, su veriyorlardı Yahûdî yine yüksek fiyatla suyu satıyor, Hz Osman ise bedava olarak veriyordu Müslümanlar, sıra Hz Osman’a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını aldıkları gibi, ertesi günün ihtiyaçlarını da doldurup gidiyorlardı

Dolayısıyla ertesi gün Yahûdîye gelen olmuyorduYahûdî oyuna geldiğini anladı Fakat iş işten geçmiş oldu Sonra gelip, kuyunun diğer yarısını da aynı fiyatla Hz Osman’a satmak istedi Fakat Hz Osman kabûl etmedi Bir müddet sonra tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklîf etti Hz Osman yine kabûl etmedi Biliyordu ki, Yahûdî mecbûren bu kuyuyu satacaktı Çünkü başka çâresi yoktu Daha sonra Yahûdinin ısrârına dayanamıyarak, ucuz bir fiyatla diğer yarısını da satın aldı Böylece kuyunun tamamı Müslümanların ihtiyaçları için sebil edildi Peygamber efendimiz, bu habere çok sevinip Hz Osman’a hayır duâ ettiler

Her adımına bir köle

Hz Osman, her fırsatta, Peygamber efendimizi memnûn etmek, O’nun mübârek duâsına mazhâr olmak için fırsat kollardı

Bir gün Hz Osman, Resûlullah efendimizi evine da’vet etti Resûlullah buyurdu ki:

- Yalnız beni mi da’vet ediyorsun?

- Eshâb-ı kirâm da da’vetlidir

Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretlerini, bütün Eshâbına haber vermesi için yolladı Kendisi de Hz Ali ile, Hz Osman’ın evine doğru yürümeye başladı

Hz Osman geriden, Peygamber efendimizin adımlarını sayıyordu Resûlullah bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu cevâbı verdi:

- Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd edeceğim

Da’vetten sonra da, saydığı adım kadar köle azâd etti

Hz Ömer’den sonra üstünlük sırası, Hz Osman-ı Zinnûreyn’e gelir Bunun hilâfeti de ümmetin icmâ’ı ile sâbittir

Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evlendi Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı Peygamberimiz, insanları Müslüman olmaya da’vete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler Böylece Resûlullahı sıkıntıya düşürmek istediler

Osman'a verirdim

Bunun üzerine vahiy gelerek Rukayye Hz Osman’a nikâh edildi Rukayye, Bedir savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz Osman’a nikâh edildi Bu bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme ni’metine kavuşmuş olduğu için, iki nûr sahibi ma’nâsına “Zinnûreyn” denilmiştir

Resûlullah efendimiz, ona, birbiri ardınca, iki kızını vermiştir İkinci kızı vefât edince;

- Bir kızım daha olsaydı, onu da Osman’a verirdim, buyurmuştur

İkinci kızını verdiğinde, Hz Osman’ı gâyet medhetmişti Düğünden sonra kızı dedi ki:

- Ey benim gözümün nûru babam! Hz Osman’ı gâyet medheylediniz Buyurduğunuz kadar değil

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kızına buyurdu ki:

- Ey benim kızım! Osman’dan gökteki melekler hayâ ederler Ey canım kızım, Osman’a çok saygı göster Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen odur

Başka bir zaman da:

- Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Osman’ın düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım, buyurdu

Bir başka zaman da:

- Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihâr etmiştir Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim, buyurdu

Resûlullah, Hz Osman’a buğzeden bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır

Hakkında âyet nâzil oldu

İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan Müslümanlar çoğalıp Medîne’ye geliyordu Peygamberimizin mescidi dar gelmeye başlamıştı Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Bizim mescidimizi bir zrâ genişleten Cennete gider

Hz Osman dedi ki:

- Yâ Resûlallah, malım mülküm sana fedâ olsun! Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum

Mescidi 40 zrâ ya’nî 20 metre genişletti ve bütün masraflarını karşıladı Bunun üzerine, “Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahtan korkan kimseler ta’mîr eder İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır” meâlindeki Tevbe sûresi 18 âyeti nâzil oldu

Hz Osman, Peygamber efendimizin vahiy kâtiplerinden idi Güzel yazar, güzel konuşurdu Hitâbeti kuvvetli idi Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu Ezberi çok ileri derecede idi Namazda, bir rek’atte bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri de Hz Osman’dır Çok okuduğu için elinde iki mushaf eskimiştir

12 sene hilâfet makâmında kalan Hz Osman, çok cesûr idi Hiçbir felâket karşısında sarsılmamıştı Bunun için halîfeliği çok başarılı geçmiştir Bilhassa halîfeliğinin ilk yılları, İslâm târihinin altın yılları olmuştur Devrinde birçok yerler fethedilmiştir Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yerleri, O’nun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır

Resûlullah efendimiz haber verdi

Hz Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi Onun ta’yîn ettiği vâliler, askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi İslâm memleketleri batıda İspanya’ya, doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi

Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma, meydana gelecek fitneleri zikrediyordu O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu Server-i âlem buyurdu ki:

- O fitne günü bu şahıs, hidâyet üzere olacaktır

Kalkıp o şahsa baktılar Osman bin Affân idi

O şahsı Resûl-i ekreme göstererek dediler ki:

- Yâ Resûlallah Bu mudur?

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Evet

Yine aynı husûsta Hz Âişe-i Sıddîka’dan rivâyet edilen hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki:

(Yâ Osman! Allahü teâlâ sana hilâfet denen bir gömlek giydirecek Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşuncaya kadar sakın onu çıkarma!)

Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hz Osman, muhâsara edildiği zaman halîfelikten çekilmemiştir

Halîfeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi Birgün bir gencin kulağını çekti Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi:

- Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz

Benim kulağımı çek

Bu söz Hz Osman’a çok te’sîr etti Buyurdu ki:

- Ey genç, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim

Genç, Hz Osman’ın kulağını çekti Hz Osman;

- Biraz daha çek, buyurunca, genç dedi ki:

- Siz Kıyâmet gününü düşünerek korktunuz Ben de o günkü hesaptan korkuyorum

Hz Osman buyurdu ki:

- On şey çok zâyi olmuştur: Suâl sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescid, okunmayan mushaf, Allah yolunda dağıtılmayan mal, binilmeyen vâsıta, dünyayı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür

Hz Osman zamanında İslâm dünyası çok genişledi Bütün Arabistan, Afrika’nın büyük bir kısmı, Irak, Hindistan, Çin, Buhara, Türkistan, İran İslâmın idâresi altına girdi İslâm sancağı İstanbul surları önüne kadar götürüldü

Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu Böylece Müslümanların sayısı milyonları buldu Müslümanların bu kadar çoğalması, her milletten insanın bulunması sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı Münâfıklar, Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar

İbni Sebe yapıyordu

Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, Müslümanları birbirine düşürmek için el birliği ederek gece gündüz çalışıyordu Bunların elebaşılığını da Yemenli bir Yahûdî olan, Abdullah bin Sebe yapıyordu

Mısır’da fitneci kimseleri başına topladı Kurduğu bir teşkilâtla, câhil ve başıboş Mısır kıptîlerini dünyalık şeylerle kandırarak, çapulcu alayı meydana getirdi

Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı, Medîne’ye kadar yürüyüp Halîfeyi indirmek istediler Hz Osman’ın evini kuşattılar Hz Hasan, Hz Hüseyin, Hz Talhâ, Hz Osman’ın kapısında nöbet tutuyorlardı

Hz Osman, evini saran âsîlere seslenip dedi ki:

- Elebaşlarınızdan iki kişi benim yanıma gelsin!

İstediği iki kişi gelince onlara sordu:

- Resûl-i ekrem efendimiz, Medîne’ye teşrîf ettiği vakit, Müslümanlar susuzluktan kırılıyordu Peygamber efendimiz, Rûme kuyusunu satın alıp, Müslümanlara bedava su veren kimseye Cenneti va’detti Bu va’d üzerine kuyuyu satın alıp, Müslümanlara vakfeden ben değil miyim?

- Evet sen idin?

- Darda kalan, İslâm ordusunun tamamını donatan, ben değil miyim?

- Evet sendin?

- Mescid dar geldiği vakit, Resûl-i ekrem efendimiz, “Cennette daha hayırlısını almak üzere, falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder” buyurduğu vakit onu satın alıp, mescide katan ben değil miyim?

- Evet sensin

- Resûl-i ekrem, Ebû Bekir ve Ömer ve ben, Sebir dağında otururken, dağ sallanmaya başladığında, “Ey Sebir dağı dur! Zîrâ senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur!” buyurmadı mı?

- Vallahi doğru söylüyorsun Aynen öyle oldu

Fitneden koru

Hz Osman, “Allahü ekber” diye tekbîr aldı Sonra:

- Şâhid olun ki, ben şehîdim, buyurdu

Bu sırada, âsîler duvarı atlayarak içeri girdiler Hz Osman Kur’ân-ı kerîm okurken, saldırıp şehîd ettiler Son nefesini verirken şöyle duâ etti:

- Yâ Rabbî, Ümmet-i Muhammedi, tefrikadan, fitneden koru!

Bunu üç defa tekrarladı

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri anlatır:

“Muhâsara esnâsında, Hz Osman’ın yanına gittim Bana şunu anlattı:

Bu gece rü’yâmda, şu pencereden Resûl-i ekrem efendimizi gördüm Aramızda şu konuşma geçti:

- Osman seni muhâsara ettiler öyle mi?

- Evet yâ Resûlallah!

- Seni susuz bıraktılar öyle mi?

- Evet yâ Resûlallah!

İftârı bizimle yap

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz bana bir bardak su verdi Ve ben bu suyu içtim Göğsümde soğukluğunu hâlâ duyuyorum Bana buyurdu ki:

- İstersen seni onlara galip getirelim veya istersen iftârı bizim yanımızda yap!

- Yâ Resûlallah, ben sizin yanınızda iftâr etmeyi tercîh ederim

Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz Osman’ın yanından çıktıktan sonra isyâncılara dedi ki:

- Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker öldürülmüştür Öldürülen her halîfe için de onbeş bin kişi öldürülmüştür Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz! Ayrıca Hz Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır

Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler

Hz Osman, bir çocuğu doğduğu zaman, onu yedinci günü kucağına alırdı

Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi

- Kalbime onun sevgisinin düşmesini istiyorum Eğer ölürse göstereceğim sabır ve metânetten dolayı alacağım sevâb daha büyük olur

Bire yediyüz verene verdik

Bir defasında Medîne’de kıtlık vardı O sırada Hz Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti Eshâb-ı kirâm satın almak için yanına gittiler Hz Osman dedi ki:

- Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim

Eshâb-ı kirâm durumu Hz Ebû Bekir’e bildirip dediler ki:

- Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?

Hz Ebû Bekir buyurdu ki:

- Hz Osman Resûlullahın dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır Siz onun sözünü yanlış anladınız, beraber gidelim

Hz Ebû Bekir, Hz Osman’ın yanına gidip durumu anlatarak buyurdu ki:

- Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüşler

Hz Osman şu cevabı verdi:

- Evet ey Resûlullahın halîfesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor Onlar bire yedi veriyor Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana verdik

Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medîne’de bulunan fakîrlere, Eshâb-ı kirâma bedava dağıttı Yüz deveyi de kesip fakîrlere yedirdi Hz Ebû Bekir bu işe çok sevinip, Hz Osman’ın alnından öptü




Allahın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı:
Hz ALİ BİN EBÎ TÂLİB


Hz Ali Resûlullah efendimizin amcasının oğludur Hâne-i saâdette büyüdü 10-12 yaşlarında iken, birgün Resûlullah ile Hz Hatice’nin beraber namaz kıldığını gördü Namazdan sonra Resûlullaha sordu:

- Bu nedir?

- Bu Allahü teâlânın dînidir Seni bu dîne da’vet ederim Allahü teâlâ birdir, ortağı yoktur Lat ve Uzza isimli putları terketmeni emrederim

- Önce babama bir danışayım

- İslâma gelmezsen, bu sırrı kimseye söyleme!

Hz Ali ertesi sabah, Resûlullahın huzuruna gelerek dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Bana İslâmı bildir

Bunun için göremiyorum

Böylece Müslüman oldu Müslüman olanların üçüncüsü, çocuklardan ise birincisidir

Peygamberimiz, bazen kuşluk vaktinde, Mekke vâdilerine doğru çıkıp gider, Hz Ali de, babası Ebû Tâlib’den, bütün akrabâlarından ve halktan gizli olarak Peygamberimizle birlikte gider, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de, dönerlerdi

Birgün, Hz Ali’nin annesi Fâtıma hâtun, kocası Ebû Tâlib’e dedi ki:

- Ali’nin, Muhammed’in yanına devam ettiğini görüyorum Senin başına, Muhammed tarafından, oğlun hakkında, güç yetiremiyeceğin bir iş gelmesinden korkuyorum!

- Demek, oğlumu bunun için göremiyorum?

Hemen, Peygamberimizle Hz Ali’nin ardına düştü Onlara, Batn-ı Nahle vâdisinde, namaz kıldıkları sırada, rastladı Peygamberimize sordu:

- Ey kardeşimin oğlu! Edindiğini gördüğüm bu din, ne dînidir?

- Ey Amca! Bu, Allahın dînidir Allahın meleklerinin dînidir Allahın peygamberlerinin dînidir Babamız İbrâhim’in dînidir ki, Allahü teâlâ, beni, Peygamber olarak bununla, bütün kullara gönderdi

Ey Amca! Doğru yola çağıracağım kimselerden, buna, en çok sen lâyıksın! Bu yoldaki da’vetimi kabûl etmeye ve bana yardımcı olmaya, sen, herkesten daha lâyıksın!

Peygamberimiz, amcasını, İslâmiyete, tevhîde, Allahın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçmeye da’vet etti Ebû Tâlib dedi ki:

- Vallahi, yaptığınız veya söyledikleriniz şeylerde bir mahzûr yoktur Ey kardeşimin oğlu! Ben, atalarımın dîninden ve ona bağlılıktan ayrılmaya güç yetiremiyeceğim Fakat, sen, gönderildiğin şey üzerinde dur!

Ben sağ oldukça

Ebû Tâlib şöyle devam etti:

- Vallahi, ben sağ oldukça, yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar, sana, hoşlanmıyacağın bir şey erişmeyecektir!

Hz Ali’ye de, hoşlanmayacağı bir şey söylemedi Ona sordu:

- Ey oğulcuğum! Üzerinde bulunduğun bu din, nedir?

- Babacığım! Ben, Allaha, Allahın Resûlüne îmân ve onun, Allah tarafından getirdiklerini de, tasdîk ettim O’na tâbi oldum!

- O, seni, ancak, hayır ve iyiliğe da’vet eder Sen, onun yolunu tutmakta devam et! Yavrum! Amcanın oğlunun da’vet ettiği şeye, senin de, istiyerek girmen, yaraşır

Sevgili Peygamberimiz Allahü teâlânın emriyle Mekke’den Medîne’ye hicret ederken Hz Ali’ye kendi yatağında yatmasını, bıraktığı emânetleri sahiplerine vermesini söyliyerek buyurdu ki:

- Bu gece yatağımda yat, uyu! Şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiçbir zarar gelmez!

Hz Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı Habîbullahın yerine, hiç korkmadan, kendi nefsini fedâ etmeye hazırdı

Burada ne bekliyorsun?

Hicret gecesi müşrikler, Resûlullah efendimizin saâdethânelerinin etrafını sarmışlardı Peygamber efendimiz, evlerinden çıktılar Yâsîn-i şerîf sûresinin başından on âyet-i kerîmeyi okudular ve bir avuç toprak alıp kâfirlerin başına saçtılar Resûlullah efendimiz sıhhat ve selâmetle aralarından geçip, Hz Ebû Bekir’in evine ulaştı Müşriklerden hiçbiri onu görememişti

Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu:

- Burada ne bekliyorsunuz?

- Evden çıkmasını bekliyoruz

- Yemîn ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtıMüşrikler, ellerini başlarına götürdüler Hakîkaten, başlarında toprak buldular Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler

Hz Ali’yi, Resûl aleyhisselâmın yatağında görünce, Resûl-i ekremin nerede olduğunu sordular Hz Ali cevap verdi:

- Bilmem! Beni, onun muhâfazasına me’mur mu ettiniz?

Bunun üzerine Hz Ali’yi tartakladılar Kâ’be’nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar Hz Ali, Resûlullah efendimizin Kâ’be-i şerîfte devamlı bulundukları makâma oturdu “Resûl-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın!” diye nidâ ettirdi Herkes gelip, nişânını söyleyerek emânetini aldı Böylece emânetler sâhiplerine teslim edildi

Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, Hz Ali’nin kanadı altına sığındılar Resûlullahın saâdethâneleri Mekke’de olduğu müddetçe, Hz Ali de orada kaldı Allahın arslanı Hz Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere giderek dedi ki:

- İnşâallahü teâlâ yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin!

Nihâyet Ali'de hicret etti

Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler Sabah olunca, Hz Ali, Resûl-i ekrem efendimizin eşyâlarını toplayıp, Resûlullah efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabâları ile berâber yola koyuldu Resûlullah efendimize, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubâ’da yetişti

Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzûruna gidemiyecek bir hâle gelmişti Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmiş, Hz Ali’yi görünce hâline acımış, Onu kucaklamış, mübârek elleriyle nârin, nâzik ayaklarını okşamış, kendisine âfiyeti için duâ buyurmuştu Bunun üzerine; (İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini fedâ eder) [Bekara 207] meâlindeki âyet-i celîlesi nâzil oldu

Peygamber efendimiz, bir gece eve vardıklarında buyurdu ki:

- Yâ Âişe! Hiç yemeğin var mıdır?

Sözleri biter bitmez kapı çalındı Kapı açıldığında, Hz Ebû Bekir, Hz Ömer ve Hz Ali’nin gelmiş olduğunu gördüler Peygamber efendimiz sordu:

- Bu vakitte gelmenizin sebebi nedir?

- Yâ Resûlallah! Üç gündür birşey yemedik Çok acıktık Mübârek yüzünüzü görerek açlığımızı unutmak için geldik

Hasan ile Hüseyin de açtır

Hz Ali ayrıca dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Hz Fâtıma ile Hasan ve Hüseyin de üç gündür açlar

Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Üç gündür ben de birşey yemedim

Sonra Hz Ali dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Dün yoldan geçerken Mu’âz bin Cebel’in avlusundaki hurma ağacında, hurmalar gördüm

Peygamber efendimiz:

- Kalkınız, Mu’âz’ın evine gidelim Bizi hurma ile misâfir etsin, buyurdu

Resûlullah efendimiz ve üç büyük Eshâbı, Hz Mu’âz’ın kapısına vardılar Hz Ebû Bekir:

- Yâ Mu’âz devlet kuşu başına kondu Allahın Resûlü evine teşrif etti, diye seslendi

Fakat, evde bu sesi kimse duymadı Yalnız Mu’âz hazretlerinin küçük kızı duymuştu Annesine, Hz Ebû Bekir’in kapıya geldiğini söyledi Annesi inanmadı ve dedi ki:

- Kızım, bu vakitte Hz Ebû Bekir’in kapımızda işi ne?

Tekrar yattılar Sonra Hz Ömer ve Hz Ali seslendi Kız çocuğu tekrar annesine gitti ise de annesini inandıramadı Yine yatıp uyudular Daha sonra Peygamber efendimiz, “Yâ Mu’âz!” diye seslenince, kızcağız, bu sefer, babasına gidip seslendi:

- Babacığım, ne duruyorsun, başımıza devlet kuşu kondu Allahü teâlânın Resûlü ve üç Eshâbı kapıya gelmişler, seni çağırıyorlar

Hurmalar hiç eksilmedi

Mu’âz hazretleri hemen kapıya koştu Misâfirlerini içeri aldı Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Yâ Mu’âz! Üç gündür ben ve Eshâbım hiç yemek yememişiz Dün Ali yoldan geçerken sizin avludaki hurma ağacında hurmalar görmüş Geldik ki bizi hurma ile misâfir edesin!

Hz Mu’âz çok üzülerek cevap verdi:

- Yâ Resûlallah! Bugün hurmaları toplayıp bir kısmını yedik, geri kalanını da fakîrlere dağıttık Hiç hurmamız kalmadı

Bunun üzerine Peygamber efendimiz, evde gördüğü büyük bir sepeti Hz Ali’ye vererek buyurdu:

- Yâ Ali, bu sepeti eline al! Hurma ağacının yanına var! Benden selâm söyle, Resûlullah senden hurma istiyor diye söyle!

Hz Ali emredildiği şekilde gidip, Resûlullahın selâmını söyleyince, ağaç hurma ile doldu Sepeti doldurup getirdi Herkes yediği hâlde hurmalardan hiç eksilme olmadı

Muhtaç olduğu hâlinden belli olan fakîr biri, Hz Ali’nin huzûruna gelip oturdu Hz Ali kendisine sordu:

- Benden bir isteğin mi var?

Adam utancından, söz ile cevap veremeyip işâret ile muhtaç olduğunu bildirdi Hz Ali yanında bulunan, giyecek ve yiyecekleri verdi

Muhtaç kimse çok sevindi, sonra da çok güzel bir beyit okudu Okuduğu beyitten hoşlanan Hz Ali, çocukları için ayırdığı üç altını da verdi

Değeri yaptığıyla ölçülür

Fakîr, sevincinden ne yapacağını şaşırdı Hz Ali, Peygamber efendimizden işittiği şu hadîs-i şerîfi ona nakletti:

(Herkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür)

Harbin birinde, Hz Ali’nin ayağına bir ok saplandı Ok, kemiğe girdiği için çıkarılamadı Sonra doktor çağırdılar Doktor dedi ki:

- Bu oku çıkartabilirim Fakat, çok ağrı yaptığı için tahammül edilemez Onun için bayıltmam lâzım

Hz Ali şöyle cevap verdi:

- Bayıltmana lüzûm yok Biraz bekleyin, namaz vakti girince namaza duracağım O zaman ayağımdaki oku çıkartırsınız

Dediği gibi yaptılar Namaza durunca ayağını yarıp oku çıkardılar, hiçbir şeyi hissetmedi

İşte büyüklerimiz böyle namaz kılarlardı

Hz Ali buyurdu ki:

- Müslümanlar, âhırete inanıyor Kitapsız kâfirler, inkâr ediyor Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmıyanlar birşey kazanmaz, müslümanlar da, zarar etmezdi

Fakat, kâfirlerin dediği olmayınca, sonsuz azâb çekeceklerdir

Peygamber aleyhisselâm, birgün kızı Hz Fâtıma’nın evine teşrif etmişti Hz Ali’yi evde bulamayınca kızına sordu:

- Amcamın oğlu nerededir?

- Babacığım, aramızda küçük birşey olmuştu da, dışarı çıktı

Ali nerededir?

Resûl-i ekrem efendimiz, Hz Ali’yi aramaya çıktı Yolda rastladığı Hz Sehl’e sordu:

- Ali nerededir, gördün mü?

Hz Sehl arayıp, mescidde olduğunu haber verdi

Resûlullah Hz Ali’nin yanına geldi Hz Ali, toprağın üzerine yatmış, hırkası omuzundan düşmüş, vücudu toz-toprak içinde kalmıştı

Resûl-i ekrem bir taraftan toprakları silkeliyor, bir taraftan da:

- Kum, yâ Ebâ Türâb! Ya’ni kalk, ey toprağın babası, diyordu

Fahr-i kâinat efendimiz, Hz Ali ile birlikte evlerine gittiler Hz Ali kendisine, Ebû Türâb denilmesinden çok hoşlanırdı

Çünkü bu lakâb, ona, Allah Resûlünün verdiği ma’nevî bir taltif idi

Bir gün Hz Ali’nin annesi Fâtıma hâtun, Ebû Tâlib’e sordu:

- Oğlun nerede?

- Ne yapacaksın onu?

- Âzâdlı kadın kölem, Ecyad’da, onu, Muhammed’le birlikte namaz kılarken gördüğünü, bana haber verdi

Sonra da Ebû Tâlib’e, “Sen, oğlunun dînini değiştirmesini uygun görüyor musun?!” diye çıkışınca, Ebû Tâlib şu cevâbı verdi:

Üstünlük sırası

- Sus! Amcasının oğluna arka ve yardımcı olmak, elbet, herkesten çok, ona düşer! Eğer, nefsim, Abdülmuttalib’in dînini bırakmak husûsunda bana boyun eğmiş olsaydı, ben de, muhakkak, Muhammed’e tâbi olurdum! Çünkü, o, halîmdir, emîndir, tâhirdir!

Bu cevap üzerine, Fâtıma hâtun da, sustu

Osman-ı Zinnûreyn’den sonra üstünlük sırası Hz Ali’dedir Hilâfeti, ümmetin icmâ’ı ile sâbittir Resûlullah, kızı Hz Fâtıma’yı ona nikâh etmiştir Daha önceleri de putlara saygı göstermediği için, “kerremallahü vecheh” lakâbı verilmiştir Allahın, kerîm, şerefli, mübârek kıldığı yüz, ma’nâsındadır

Hz Ali buyurdu ki:

Ben, Resûlullah efendimizden işittim, şöyle buyurdu:

(Akıllı insana yaraşan; geçim husûslarının, âhıreti ilgilendiren hâllerin ve aîlevî mes’elelerin dışında, konuşmamaktır Aklı başında olana yaraşan, hâline bakmak, dilini ve karnını faydasız şeylerden ve harâmdan korumaktır)

Hz Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp, böyle eğlenip neş’elenmelerinin sebebini sorduğunda, onlar dediler ki:

- Bugün bayramımızdır

Bunun üzerine Hazret-i Ali de buyurdu ki:

- Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır

Hz Ali buyurdu ki:

- Amellerin en fazîletlisi, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek ve günâh işliyeni sevmemektir Kim ki iyiliği emrederse, mü’minin sırtını muhkemleştirmiş, sağlamlaştırmış olur Kim de kötülüğü men eder ve ondan vazgeçirirse, münâfığın burnunu yere sürtmüş olur

Hz Ali Hendek savaşında, bir düşman askerini altedip, yere yatırdı Kılıcını çekti Tam vuracağı zaman, düşman askeri Hz Ali’nin yüzüne tükürdü

Niçin öldürmedin?

Hz Ali kılıcını kınına koydu Onunla savaşmaktan vazgeçti Ölümünü bekleyen kimse, bu işten bir şey anlamadı Hayretle kendisine sordu:

- Kılıcını çekmiştin Beni öldürmene hiçbir engel yokken neden vazgeçtin? Öfken birden yatıştı

Hz Ali şöyle cevap verdi:

- Ben kılıcımı Allah için vuruyordum Ben Allahın arslanıyım Nefsin esîri değilim Sen, benim şahsıma karşı yaptığın hareketten sonra seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olabilirdim Hâlbuki her yaptığımı Allah için yapmam lâzımdır

Hz Ali, hayvanlarını kuyudan su çekerek sulayan bir bedevî ile anlaştı Kuyudan çekeceği her kova su için, bedevîden bir avuç hurma alacaktı Hz Ali su çekmeye başladı Son kovayı çekerken, kovanın ipi kopup, kova, derin kuyunun içine düştü

Bedevî, kızgınlıkla Hz Ali’nin mübârek yüzüne bir tokat vurup ücreti olan hurmayı da verdi Hz Ali kovayı kuyudan çıkardı Bedevîye verip oradan uzaklaştı

Onun dîni haktır

Bedevî, Hz Ali’nin, derin kuyudan kovayı çıkarmasına hayret edip, kendi kendine, “Eğer onun dîni hak olmasaydı, bu derin kuyudan kovayı çıkaramazdı Küstahlık yapan el bana lâzım değil” diyerek elini kesip Hz Ali’nin evine gitti

Hz Ali kapıyı açıp Bedevîyi görünce, içeride bulunan Resûlullaha haber verdi Peygamber efendimiz, Bedevîye, niçin böyle hatâ ettiğini sordu Bedevî, ağlayarak yaptığı küstahlıktan özür dileyip îmâna geldi Resûlullah, kesik eli yerine koyup duâ buyurdu Hak teâlânın izni ile eli sapasağlam oldu

Hz Ali, şehîd edileceği gün sabah namazına giderken yolda şu beyiti okuyordu:

Ölüme hazır ol ki, ölüm elbet gecikmez,

Ölüm gelince artık feryâd fayda vermez

Ramazan-ı şerîfin 17 Cum’a günü sabah namazına giderken, İbni Mülcem tarafından kılıçla alnına vurularak şehîd edildi Kûfe’de, ya’nî Necef denilen yerde medfûndur Diğer üç halîfe gibi Cennetle müjdelenenlerdendir

Hz Ali’nin kızı ve aynı zamanda Hz Ömer’in hanımı olan Ümmü Gülsüm, hâdiseyi duyunca dedi ki:

- Babam da, kocam Ömer gibi sabah namazında suikaste uğradı

Hz Ali, vefât etmek üzere iken buyurdu ki:

- Yemînle söylüyorum ki, umduğuma kavuştum

Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti

Altı nasîhat

Peygamber efendimiz Hz Ali’ye buyurdu ki:

- Yâ Ali! Altıyüz bin koyun mu istersin, yahut altıyüz bin altın mı veya altıyüz bin nasîhat mı istersin?

- Altıyüz bin nasîhat isterim

Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:

- Şu altı nasîhata uyarsan, altıyüz bin nasîhata uymuş olursun

1 Herkes nâfilelerle meşgul olurken, sen farzları îfa et Ya’nî farzlardaki rükünleri, vacibleri, sünnetleri, müstehabları îfa et!

2 Herkes dünya ile meşgul olurken, sen Allahü teâlâyı hatırla! Ya’nî din ile meşgul ol, dîne uygun yaşa, dîne uygun kazan, dîne uygun harca!

3 Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara! Kendi ayıplarınla meşgul ol!

4 Herkes, dünyayı imar ederken, sen dînini imar et, zînetlendir!

5 Herkes halka yaklaşmak için vâsıta ararken, halkın rızâsını gözetirken, sen Hakkın rızâsını gözet! Hakka yaklaştırıcı sebep ve vâsıtaları ara!

6 Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlâslı olmasına dikkat et!

Hz Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı Savaşın iyice şiddetlendiği 22 gün, Amr bin Abdûd adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi Müslümanlardan kimse Amr’ın da’vetine cevap vermedi Çünkü Resûlullahtan emir bekliyorlardı Amr’ın meydan okuması yedi kere devam ettiYedincide Resûlullah efendimiz, Hz Ali’yi çağırıp huzûruna oturttu ve buyurdu ki:

- Yâ Ali! Benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdûd’un önüne yiğitçe, cesâretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endîşe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için duâ ediyorum

Avını gözetliyen arslan

Hz Ali kılıcını kuşandı Atına bindi Avını gözetliyerek giden bir arslan gibi, Amr’ın önüne varıp dedi ki:

- Yâ Amr! Duydum ki sen Kâ’be’nin karşısında ahdetmişsin ki, Kureyşten bir kişi senden iki şey istese, birini yaparmışsın

- Evet öyle söz verdim

- Biliyorsun ben Kureyş’tenim Senden iki şey isteyeceğim Hiç olmazsa birini kabûl et! Birinci isteğim, Allahın birliğini ve Muhammed aleyhisselâmın O’nun Resûlü olduğunu kabûl ve tasdîk etmendir

- Bunu kabûl etmiyorum, başka ne istiyorsun?

- İkinci isteğim, bu iki kuvveti hâllerine bırakıp, Mekke-i mükerreme’ye gitmendir

- Bunu kabûl ettim, yalnız Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın başlarını keserim

- Ey ahmak! Benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?

- Yâ Ali! Sen henüz gençsin, dünyanın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem

- Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resûlünün duâsı ile senin başını kesmek isterim

Hz Ali’nin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hz Ali’ye doğru yürüdü Hz Ali de atından indi Birbirlerine hamle ettiler Hz Ali bir fırsatını bulup, Amr’ın uyluğunu, bir kılıç darbesiyle kopardı Artık işi bitti, diyerek geriye dönmüş gelirken, Amr, kendi kopmuş bacağını Hz Ali’ye fırlattı Hz Ali de hemen geri dönüp Amr’ı öldürdü

Resûlullah efendimiz tekbîr getirip buyurdu ki:

- Ali’nin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyâmete kadar olan ibâdetinden hayırlıdır

Dünya aldatır

Hz Ali’nin hikmetli sözleri çoktur Bunlardan ba’zıları şunlardır:

Affetmek fazîlettir Kararlı olmak metâ’dır, sahip olunan maldır Kararsız olmak ise zâyi olmaktır Yalancılık hıyânettir İnsâf rahatlık, şer küstahlıktır Güleryüzlülük ihsândandır Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır Dünya aldatır, şehvet kandırır Hased yıpratır, nefret çökertir

Akıllı kimse, günâhlarını tevbe ile örtendir Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir

Âlim; sözü, işine uygun olandır Âlim ilme doymaz

Hz Ali, Hayber kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanmıştır Bu savaşta Hz Ali'nin gözleri ağrıyordu Resûlullah efendimiz onu çağırtarak gözlerine üfledi ve şifa bulması için Allahü teâlâya duâ etti Hz Ali'nin gözlerinde bir ağrı sızı kalmadı

Bu savaşta, yahudilerin meşhur pehlivanı Merhab:

-Hayber halkı iyi bilir ki: ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silâhlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab'ımdır Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir, diyerek Müslümanlardan er diledi Bunun üzerine Hz Ali:

-Ben oyum ki: anam bana Haydar, Arslan adını takmıştır! Ben, ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir, diye şiir söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi

Bu şiir Merhab'a o gece gördüğü rüyâyı hatırlattı Rüyâsında kendisini bir arslanın parçaladığını görmüştü Hz Ali, Merhab'la karşı karşıya geldiğinde, Merhab'ın tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, Merhab'ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti Başını, ikiye ayırdı Merhab'ın başına inen kılıncın çıkardığı ses o kadar fazla idi ki, Hayber karargâhında bulunan Ümm-i Seleme:

-Merhab'ın dişlerine kadar inen kılıcın sesini ben de işittim, demiştir

Hz Ali, o gün yahudilerin en namlı kişilerinden sekizini öldürmüştür

Hayber gazâsından dönen Hz Ali'ye Peygamber efendimiz:

-Yâ Ali, eğer halk, Îsâ'ya söylediklerini söylemiyecek olsalardı, senin hakkında çok sözler söylerdim O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu alır, abdest suyunu şifâ için hastalarına verirlerdi Seni şehid ederler Âhırette havzımın üzerinde halîfemsin Cennete en önce sen girersin Seni sevenler nurdan minberler üzerinde olur, buyurunca, Hz Ali şükür secdesi yaptı

Hz Ali bir müfreze gönderdiği vakit başına tâyin ettiği kimseye şöyle derdi:

-Sana Allahtan korkmanı tavsiye ederim O, hem dünyaya, hem de âhirete mâliktir Vazîfene sarıl Seni Allaha yaklaştıracak olana yapış Çünkü dünyada yapıp da bıraktıklarını, yarın karşında hazır bulacaksın

Sakif'ten bir zat anlatır:

Hz Ali, beni vâli tâyin etti ve şehrin halkının yanında bana şöyle dedi:

-Vergiyi tam olarak al! Bu işte sakın sende bir zaaf görmesinler

Daha sonra bana şöyle dedi:

-O sözü onların yanında söylememin sebebi, onlar hîlekâr bir kavimdir Onlara âit bir elbiseyi, yedikleri bir şeyi, taşıt olarak kullandıkları bir hayvanı alıp satma Para yüzünden onları kırbaçlama ve ayakta da bekletme Vergi olarak aldıklarından, onlara bir mal satma! Eğer bu sözlere muhâlefet edersen Allah benim yerime seni yakalar Emre muhâlif bir hareketini duyarsam seni azlederim

Hz Ali, İslamiyeti kabul ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç sene Peygamber efendimizin yanında, O’nun huzur ve hizmetlerinde bulundu Peygamber efendimizin sevgi ve iltifatlarına kavuştu Mekkeli müşriklerin bütün eza ve cefalarına katlanarak Peygamber efendimizin en yakın yardımcılarından oldu

Mescid-i Nebevi’nin inşaatında çok gayret gösterdi Bedr, Uhud, Hendek ve diğer bütün gazalarda bulundu ve fevkalade gayret ve kahramanlık gösterdi Yalnız Uhud Gazasında on altı yerinden yara aldı Pekçok gazada Resulallah sallallahü aleyhi ve sellem sancağı Hz Ali’ye teslim etmiştir

Vâhiy kâtipliği yaptı

Hz Ali, Hudeybiye Antlaşmasında sulh şartlarının yazılmasında vazife aldı Hayber Gazasında bulunup, büyük kahramanlıklar gösterdi Bu savaşta, ağır bir demir kapıyı kalkan olarak kullanmıştır Huneyn Gazasında da büyük kahramanlıklar gösteren Hz Ali, Tebük Gazasında, Resulullah efendimiz tarafından vazifeli olarak Medine’de bırakıldığı için bulunamadı Daha sonra Yemen Muharebesinde ordu kumandanı olarak vazifelendirildi Mekke-i mükerreme feth edilince, Kabe’deki putları imha vazifesi ona verildi

Peygamber efendimiz vefat edince, o yıkayıp kefenledi Bu son mübarek vazife, ona ve Hz Abbas, Üsame bin Zeyd, Fadl ve Kusem’e nasib oldu Definden sonra halife seçilen Ebu Bekr’e biat edip onun devlet işlerini yürütmede istişare ettiği zatlardan oldu ve kadılık (hakimlik) görevlerinde bulundu Hz Ömer’in halifeliğine de biat edip, halifenin danışmanı ve hakimliğini yaptı Hz Osman’ın da halifeliğine biat edip, hilafet işlerinde onun vezirliğini yaptı

Hz Osman’ın şehit edilmesinden sonra 656 Zilhicce ayında halife oldu Hz Osman’ı şehit edenlerin cezalandırılmaları hususunda çıkan ictihad ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tam anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe’ ismindeki Yahudi, gece karanlığında grubu ile birlikte Basralıların üzerine saldırdı Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı Üç gün savaş devam etti Cemel (Deve) Vak’ası olarak bilinen bu hadisede Aişe-i Sıddika esir alınınca, Hz Ali hürmet ve ikram edip kendi askerleri arasında bulunan kardeşi Muhammed bin Ebu Bekr ile Medine’ye gönderdi Bir sene sonra Sıffin denilen yerde Hz Muaviye’nin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehid oldu Karşı taraftan gelen sulh teklifi ile antlaşma olunca, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı Bunlara harici denildi

660 senesinde Ramazan-ı şerif ayının on yedinci Cuma günü sabah namazına giderken İbn-i Mülcem adlı bir harici tarafından başına kılıçla vurularak şehit edildi Kabirleri Necef denilen yerdedir

Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükun ve huzur bulamamıştır Hükumet idaresinde Hz Ömer’in yolunu tutmuştur Her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasına çalışır, halka şefkat gösterirdi Her tarafta askeri birer merkez vücude getirmişti

Hakkında bir kaç ayet-i kerime nazil olup, pek çok hadis-i şerifle medhedildi Ehl-i sünnetin gözbebeği, evliyanın reisi, kerametler hazinesidir Adalet, ilim, cömertlik, merhamet ve diğer yüksek faziletleri kendisinde toplamıştır Peygamber efendimiz Hz Ali’ye cömertlerin sultanı manasına Sultan-ül-eshiya buyurmuşlardır

Buğday benizli, orta boylu, uzun gerdanlı, güler yüzlü, iri siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapılı ve sık sakallı görünüşe sahib olan Hz Ali, ilim ve amel bakımından en yüksek derecede idi Allah korkusundan devamlı ağlardı Namaza durunca, alem alt-üst olsa, haberi olmazdı

Hz Ali'nin Hz Fatıma'dan Hasan, Hüseyin ve Muhsin adında 3 erkek, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adında iki kızı olmuştur Hz Fatıma'dan sonra evlendiği hanımlarından 15 erkek, 16 kız çocuğu olmuştur

Hz Ali, fevkalade beliğ ve fasih konuşurdu Peygamber efendimizden sonra, onun derecesinde beliğ hutbe okuyacak bir başkası yok idi Arap lisanının ilk kaidelerini koyan odur Bu sebeple Kur’an-ı kerimin lisanına herkesten çok aşina idi Devamlı Peygamber efendimizin yanında bulunması ve onun feyizli nurlarına ilk kavuşanlardan olması sebebiyle Kur’an'ın hükümlerini en iyi bilen o idi Tefsire dair birçok rivayetler bildirmiştir Bilhassa ayetlerin iniş sebepleri konusunda birçok rivayetleri vardı Bu konuda buyuruyor ki:

-Sorunuz, bana ne sorarsanız, size cevabını veririm Allahın kitabını bana sorunuz Vallahi bir ayet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi, kırda mı, dağda mı nazil olduğunu bilmiyeyim

Bu sebeplerden dolayı, hakkında birçok rivayet olup, anlaşılması güç meselelerde, onun rivayeti tercih edilmiştir Hacc-ı Ekber’in kurban bayramı olduğuna dair olan rivayeti gibi

Hz Ali, Ehl-i beytten olması sebebiyle, Peygamber efendimizin sünnetine herkesten daha fazla vakıftı Bu hususta herkesin müracaat kapısıydı Bizzat Resulullah efendimizden duyarak yazdığı bir hadis sahifesi vardı Bu sahife, Sahifetü Ali bin Ebi Talib adıyla 1986’da yayınlanmıştır Kendisinden 586 hadis-i şerif bildirilmiştir Bunlardan 20 tanesi hem Buhari’de, hem de Müslim’de bulunur Bundan başka 9 hadis-i şerif Buhari’de, 15 hadis Müslim’de, tamamı da Ahmed bin Hanbel’in Müsned adlı kitabında vardır

Hz Ali, Eshab-ı kiramın en büyük fıkıh alimlerindendi Halledilemeyen mevzular ona havale edilirdi Hatta Hz Ömer buyurur ki:

-Şayet Hz Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu

Fıkha dair bildirdiği hükümler, Mevsûatü Fıkhı Ali bin Ebi Talib adıyla yayınlanmıştır

Hz Ali’nin hikmetli sözleri birçok kitaplarda toplanmıştır Bunlardan Emsalü İmam Ali, Gurer-ül-Hikem ve Dürer-ül-Kilem adlı eserler basılmıştır Bu kitaplardaki sözlerinde Hz Ali buyuruyor ki:

Affetmek fazîlettir Kararlı olmak metâ'dır, sahip olunan maldır Kararsız olmak ise zâyi olmaktır Doğruluk emânet, yalancılık hıyânettir İnsâf rahatlık, şer küstahlıktır Emânete hıyânet etmemek, îmândandır, güler yüzlülük ihsândandır Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır Dünya aldatır, şehvet kandırır Lezzet oyalar, nefsin arzuları alçaltır Hased yıpratır, nefret çökertir

Akıllı kimse, günâhlarını tövbe ile örtendir Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir

İlim; güzel bir mîrâs, genel bir ni'mettir İnsaf, ihtilâfı giderir, ülfeti getirir

Adâlet; îmânın başıdır, ihsânın birleştiği noktadır ve îmânın en yüksek mertebesidir

Âlim; sözü, işine uygun olandır Âlim ilme doymaz

Hikmet; akıllıların bahçesi, ermişlerin mesîresidir, gezinti yeridir

Akıllı; şehvetten uzaklaşan, âhıreti dünya ile değişmeyendir Akıllı, yalnız ihtiyâcı kadar ve delille konuşur, sâdece âhıretinin ıslâhı için çalışır Akıllı, günâhlardan sakınır, ayıplardan uzak durur Cömertlik günâhları siler, kalblere sevgi eker

Câhil; dayakla uslanmaz, nasîhatlerden payını almaz

İlim; insanı akla götürür, kim ilim öğrenirse akıllanır İlim; rûhu ihyâ eder, diriltir Aklı aydınlatır, cehâleti öldürür

Zulüm; ayakların kaymasına, ni'metin yok olmasına, milletlerin helâkine sebep olur

Gerçek mü'minin sevgisi, kızması, birşeyi alması, yapması ve terki, hep Allah için olur

Kâmil mü'min gizli şükür eder, belâya karşı sabır eder, ümîd hâlinde iken bile korkar

Akıllı kimse, ibâdetle, nefsin arzusuna karşı gelendir Câhil kimse, günâh işleyerek nefsin arzusuna uyandır

Allaha kavuşmak, kötü insanlardan uzak durmakla olur

İhtiraslı kimse, bütünüyle dünyaya mâlik olsa bile yine fakîrdir

Doğruluk, İslâmın direği, îmânın desteğidir

Allahın azâbından korkmak, müttekîlerin, takvâ sahiplerinin nişânıdır

Dînin esâsı, emâneti yerine vermek, sözünde durmaktır

Hased eden dâimâ hastadır, cimri insan, dâimâ fakîrdir

Başa kakan, nefret ateşini körükler

Kanâatkâr olmak, boyun eğme zilletinden daha hayırlıdır

Olgunluk üç şeyde gereklidir: Musîbetlere sabır, isteklerde aşırıya kaçmamak ve istiyene vermektir

Yumuşaklık, durulmayı çabuk sağlar ve zor olan şeyleri kolaylaştırır

Âlim, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi Câhil âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi

Akıl ve ilim, birbirinden ayrılmayan ve zıt olmayan iki kardeş gibidir

Îmân ve hayâ, birbirinden kopmayan bir bütündür

Îmân ve ilim, ikiz kardeş ve birbirinden ayrılmayan arkadaş gibidir

Öfke, tutuşturulmuş bir ateş gibidir Her kim ki öfkesine hâkim olursa, onu söndürür ve her kim onu salıverirse, ilk yanan kendisi olur

Ahmaklık, dermânı bulunmayan bir dert, şifâsı olmayan bir hastalıktır

Allah için kardeş olanların sevgisi, sebebi dâim olduğu için devam eder Dünya için kardeş olanların sevgisi, sebebi devam etmediği için, kısa sürer, bir an gelir son bulur

Akıllı, sustuğu vakit tefekkür, konuştuğu vakit zikir eder, baktığı vakit de ibret alır

Kendisi amel etmeksizin Allah yoluna çağıran kişi, oksuz yaya benzer

Sükût, sana vakar kazandırır ve seni özür dileme zahmetinden kurtarır

İhtiras, gâfillerin kalbinde şeytanların sultânıdır

Hasedcilerin en ehveni, hased ettiği kişinin elindeki ni'metlerin yok olmasını ister

İlim, insanı Allahın emrettiği şeylere götürür, zühd ise o şeylere erişilmesini kolaylaştırır

Korkaklık, ihtiras ve cimrilik, Allaha karşı kötü zannın bir araya getirdiği kötü arkadaşlardır

Mal, harcandığı kadar sâhibine ikrâmda bulunur Kişinin yaptığı cimrilik kadar ona ihânet eder

Fakîh öyle biridir ki, insanları Allahın rahmetinden ümitsizliğe düşürmez ve onları Allahın rahmetinden yüz çevirtmez

Mal ve çocuklar, dünya hayâtının zînetidirler Sâlih amel de, dünyadan âhırete götürülen mahsûldür

Allah için seven bir kardeş, en yakından daha yakın, anne ve babalardan daha merhametlidir

Amel eden câhil kişi, yoldan başka yerde yürüyen gibidir Bu yürüyüşü ona, ihtiyâcından uzaklaşmaktan başka birşey kazandırmaz

İnsan, sözü ile tartılır veya işi ile değerlendirilir Seni zînet yönünden ağır getirecek şeyi söyle ve kıymetini artıracak şeyi yap

Yalancı, sözünde suçludur, isterse delîli kuvvetli ve ağzı lâf yapan biri olsun

İstişâre, danışma sana rahatlık, başkasına yorgunluktur

Dünya mü'minin hapishânesi, ölüm hediyesi, Cennet de varacağı yerdir

Dünya kâfirin Cenneti, ölüm korkulu rü'yâsı, Cehennem de varacağı son duraktır

Allaha tâatle uğraşmak en kârlı iş, doğru konuşan dil ise, en güzelidir

Gaddarlık, herkes için kötü bir şeydir Şan, şeref sâhibi ve büyük zâtlar için daha çirkindir

Takvâ, dîni ıslâh, nefsi muhâfaza eder ve mürüvveti süsler

Akıllı; alçak dünyadan el çeken, Cennet-i a'lâya göz dikendir

Sabır en güzel huy, ilim en şerefli süs eşyasıdır

Kalblerin gafletine, gözlerin uyanık olması fayda vermez

Sıkıntıya düşmeden önce emniyet tedbirini alan kimse, ayağını sağlam yere basmış olur

Sabır, insanın başına gelene katlanması demektir Onu kızdırana karşı da kendisine hâkim olmaktır

Korku kaderi değiştirmez, yalnız sevâbın yok olmasına sebep olur

İhtiras, rızkı artırmaz

Kârlı olan, dünyayı âhıretle değiştirendir

Cimri, dünyada kendi nefsine cömert davranmaz, bütün malını mîrâsçılara vermeye râzı olur

Mal, sâhibini dünyada yükseltir, âhırette alçaltır

Hased, bir dert ve hastalık olup, hased eden veya olunan helâk olmadıkça çâresi bulunmaz

Günâhlar birer dert olup, devâsı istigfârdır

Sabır iki kısımdır: Sevmediğin şeye sabretmek ve sevdiğin şeye sabretmek

Sabır, en güzel îmân kisvesi ve insanların en şerefli ahlâkıdır

Şek ,şüphe, yakîni bozar, îmânı yok eder

Mürüvvet; insanın, kendisini lekeleyecek şeylerden kaçınması ve güzellik kazandıracak şeylere yaklaşmasıdır

Cömertlik ve cesâret, şerefli maksatlar olup, Allahü teâlâ bunları sevdiği ve denediği kişilere ihsân eder

Sıkıntıya karşı sabır etmek, bolluk ânındaki âfiyetten daha efdaldir

Akıllı, iyiliklerini canlandıran, kötülüklerini öldürendir

Tûl-i emel, fazla yaşama arzusu, serâb gibidir, bunu gören su sanıp aldanır

İyiliği tamamlamak, yeniden başlamaktan daha hayırlıdır

Kendi nefsinden râzı olan, aldanmıştır Ona güvenen, mağrûr ve yolunu şaşırmıştır

Gerçek dost, ayıbını görüp nasîhat eden, gıyâbında seni koruyan ve seni kendisine tercîh edendir

Ahmaklık; herşeyi fuzûliymiş gibi hiçe saymak ve câhil insanlarla arkadaşlık kurmaktır

Allah için dost olan, kişiye doğru yolu gösteren, fesattan uzaklaştıran ve ibâdetlerinde yardımcı olandır

İlim, maldan daha hayırlıdır İlim seni, sen de malı korursun

Fazîlet; çok mal ve büyük işlerle değil, güzel kemâliyet ve hayırlı işlerle olur

İslâmiyet, teslimiyettir Teslimiyet, yakîndir Yakîn, tasdîktir Tasdîk, ikrârdır İkrâr, edâdır, yerine getirmektir Edâ ise ameldir

Fazîlet, en iyi maldır Cömertlik, en güzel mücevherdir Akıl, en güzel zînettir İlim, en şerefli meziyettir

Adâlet, halkın dirliği ve düzeni, idârecilerin süsü ve güzelliğidir

Akıllı kimse; dilini kötü söz ve gıybetten koruyan, mü'min; kalbini şek ve şüpheden temizleyendir

İyilikle emretmek, insanların en fazîletli amelleridir

İffet; nefsin koruyucusu ve kinlerden paklayıcıdır

Sabır iki kısımdır; belâya sabır iyi ve güzeldir Bundan daha güzeli, harâmlara karşı sabırdır

Harâmlardan çekinmek, akıllıların şânı, şereflilerin tabiatındandır

Allah korkusundan dolayı göz yaşı dökmek, kalbi nûrlandırır Tekrar günâh işlemekten insanı korur

Yaptığı günâh bir işle öğünmek, o günâhı yapmaktan daha kötüdür

Ârifin, yüzü nûr ve tebessüm, kalbi korku ve hüzün doludur

Dünya; güzel, aldatıcı ve geçici bir serâb, çabuk yıkılan bir dayanaktır

Sevgi, kalblerin birbirine yakınlaşması ve rûhların ünsiyetidir

Yumuşaklık, öfke ateşini söndürür Hiddet ise öfke ateşini körükler

Mü'min, baktığında ibret alır Bir şey verilirse, şükür eder Musîbet ve belâya uğrayacak olursa, sabır eder Konuşacak olursa, Allahü teâlâyı hatırlatır

Akıl, mü'minin dostu; ilim, vezîri, sabır, askerlerinin komutanı ve amel ise silâhıdır

Îmân ile amel, ikiz kardeş olup, birbirinden ayrılmazlar

Hased edenin sevgisi sözlerinde görülür Kinini işlerinde gizler Adı dost, fiili düşmancadır

Yumuşak başlı olanlar; en sabırlı, derhal affedici ve en güzel huylu olan kimselerdir

Allahü teâlâdan hayâ etmek, insanı Cehennem azâbından korur

Gaflet, insana gurûr getirir, helâke yaklaştırır

Mü'min, dünyaya ibret gözü ile bakar İhtiyâcı için karnını doyurur Dünyadan konuşulduğu vakit, nefret ve tenkid kulağı ile dinler

Fazîlet, gücü yettiğinde affetmektir

Hayâ ve cömertlik, ahlâkların en efdalidir

Kötü insan, hiç kimseye iyi zan beslemez Çünkü o, herkesi kendisi gibi görür

Kâmil olan kimse, aklı, arzu ve isteklerine galip gelendir

Söz ilâç gibidir Azı faydalı, çoğu zararlıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri:
ABDURRAHMAN BİN AVF



Abdurrahman bin Avf, ticâretle meşgul olurdu Bu sebeple çeşitli yerlere ticâret için giderdi Şöyle anlatır:

Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden bir yıl önce, ticâret için Yemen'e gittiğim zaman, Askelân bin Avâkir-ül-Himyerî'ye misâfir olmuştum O zât, çok yaşlı idi ve ona her varışımda ona konuk olurdum O da bana Mekke'den haber sorarak derdi ki:

- İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zât zuhûr etti mi? Dîniniz hakkında size karşı olan bir kimse var mı?

Ben de hep, "hayır, yoktur" derdim

O'na kitap indirdi

Nihâyet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dînini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı sene idi Yemen'e yine gidip aynı zâta misâfir olduğumda bana dedi ki:

- Ben seni ticâretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi?

- Evet, müjdele

- Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden, kendisinden râzı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve O'na Kitab da indirdi O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyete da'vet edecek Hakkı buyuracak ve işleyecek, bâtılı da men ve iptâl edecektir O, Hâşimoğullarındandır Siz O'nun dayılarısınızdır Dönüşünü çabuklaştır! Gidip O'na yardımcı ol! Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür!

Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mükerremeye döndüm ve Hz Ebû Bekir ile buluştum Ona, Yemenli ihtiyârın söylediklerini haber verdim Ebû Bekir dedi ki:

- O kimse, Abdullah'ın oğlu Muhammed aleyhisselâmdır Allahü teâlâ, Onu insanlara peygamber olarak gönderdi Hemen Ona gidip îmân et!

Hemen Resûlullahın evine gittim Resûlullah efendimizin beni görünce gülümsedi ve sordu:

- Arkanda ne haber var, ey Abdurrahman?

- Yâ Muhammed, bu ne demek?

- Bana tevdî edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver Hiç şüphesiz onu bana gönderen Hımyeroğulları mü'minlerinin üstünlerindendir

Gerçek kardeşlerimdir

Resûlullah efendimizin bu sözlerini işitince hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olma şerefine kavuştum ve Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarını anlattım Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:

- Zaman zaman öyle mü'minler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdir İşte, bunlar, benim gerçek kardeşlerimdir

Hz Abdurrahman İslâmiyeti kabûl edince diğer Müslümanlar gibi eziyet ve işkencelere mâruz kaldı Böylece vatanını terketmek suretiyle hicrete mecbur oldu Habeşistan'a hicret eden müslümanlarla beraber bu memlekete gitti Çok geçmeden Peygamber efendimiz Medine-i münevvereye hicretinden sonra Medîne'ye gelerek Resûlullaha katıldı

Hz Abdurrahman bütün harplerde bulundu Bedir'de kahramanlıkları çok oldu Abdurrahman bin Avf hazretleri, Bedir muhârebesinde şâhit olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatır:

Savaş esnâsında yanımda ensârdan iki genç belirdi Gençlerin gayreti hoşuma gitti Kendilerine muhabbetle baktım Gençlerden birisi yanıma yaklaşarak dedi ki:

- Biz, islâm düşmanı Ebû Cehil'i öldürmeye azmettik Fakat kendisini tanımıyoruz Onu bize gösterir misin?

- Peki siz bu işi başarabilecek misiniz?

- Resûlullaha ve İslâm dînine hakâret eden kimse sağ olduğu müddetçe, bizim sağ kalmamızın bir önemi yoktur Allaha yemin ederiz ki, onu gördüğümüzde, kanımızın son damlasına kadar, onu öldürmek için çalışacağız

Hanginiz öldürdü?

Gençlerin bu kararlı hâline gıpta ettim Bu arada Ebû Cehil karşıdan geçiyordu Gençlere dedim ki:

- İşte aradığınız, şu karşıdan geçmekte olan kimsedir

Ebû Cehil'i gören gençler, Ebû Cehil'in askerlerinin çokluğuna bile bakmadan, kılıçlarını çektikleri gibi, üzerine atıldılar

Ebû Cehil'in askerleri hiç beklemedikleri böyle bir durum karşısında donakaldılar Onların şaşkınlıkları geçmeden, gençler, Ebû Cehil'i öldürünceye kadar kılıç darbesine tuttular

Sonra dönüp Resûlullahın huzuruna geldiler Ve hâdiseyi arz ettiler Peygamber efendimiz çok memnûn olarak, gençlere sordu:

- Bunu hanginiz öldürdü?

İkisi de birden dediler ki:

- Ben öldürdüm

Bunun üzerine, gençlerin kılıçlarını muâyene ettikten sonra;

- İkiniz öldürmüşsünüz, buyurdu

Abdurrahman bin Avf hazretleri, Uhud savaşında yirmi yerinden yaralandı 12 dişi kırıldı Peygamber efendimiz, Medîne'de kendisini Saîd bin Rebii hazretleri ile kardeş yaptı Kardeşi, malına ve servetine onu da ortak yapmak istediğinde şöyle dedi:

- Aziz kardeşim, Allah sana ve çoluk çocuğuna bereket ihsân etsin, malını çoğaltsın! Sen bana çarşının yolunu göster, ben orada ticâret yapar ihtiyâçlarımı karşılarım

Bu serveti nasıl kazandın?

Bu sözü Peygamber efendimize bildirilince, çok sevindi Kendisine hayır duâ etti Bu duâdan sonra yaptığı ticâret sebebiyle kısa zamanda çok zengin oldu Buyururdu ki:

- Taşa uzansam, o taşın altında ya altına veya gümüşe rast gelirdim

Abdurrahman bin Avf hazretlerine sordular:

- Bu büyük serveti nasıl kazandın?

- Çok az kâra râzı oldum Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim

Abdurrahman bin Avf, Resûlullahın sağlığında Allah yolunda çok mal harcadı Üç kere malının yarısını verdi Birinci defa 4000 dirhem, ikincide 40000 dirhem ve üçüncüde de 40000 altın sadaka olarak Allah yolunda dağıttı

Uhud savaşı esirlerinden 30 tanesini azâd ettirdi ve her birine 1000 altın dağıttı Tebük seferi için 500 at ve 500 yüklü deve verdi

Birgün buğday, un ve çeşitli zahire yüklü 700 devesi ile Medîne'ye girdiğinde, Hz ^Aişe, Resûlullah efendimizin;

- Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliyerek girer, buyurduğunu bildirince, Abdurrahman bin Avf, develerin hepsini yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağını söz verip, onu şâhit tutmuştur

Resûlullaha imâm oldu

Bedir harbinde bulunup da sağ kalanların herbirine, kendi malından 400 dirhem altın para verilmesini vasiyet etti Vasiyeti hemen yerine getirildi

Tebük harbi dönüşünde, Peygamber efendimiz gecikince, namaz geçmesin diye, Abdurrahman bin Avf hazretleri imâm yapıldı İkinci rek'atte iken Peygamber efendimiz yetişip kendisine uydu Namazdan sonra;

- Bir peygamber sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça rûhu kabzolmaz, buyurdu

Abdurrahman bin Avf hazretleri nakleder:

Bir gün Peygamber efendimiz yalnız olarak, yola çıktı Ben de geriden tâkip ediyordum

Hurmalık bir yere vardı Yere kapandı Secde o kadar uzadı ki, kendi kendime, "Aman yâ Rabbî, acaba Resûlullaha birşey mi oldu?" diyerek büyük bir korku ile yanına yaklaştım ve oturdum

Resûlullah, secdeden başını kaldırıp sordu:

- Sen kimsin?

- Ben Abdurrahman'ım

- Bir şey mi oldu?

- Hayır yâ Resûlallah, secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından endişe ettim

- Yâ Abdurrahman! Cebrâil aleyhisselâm şunu müjdeledi: "Yâ Resûlallah, kim ki, sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hakkın magfiret ve selâmına nâil olur" Ben de bu müjde sebebiyle şükür secdesinde bulundum

Seni ağlatan nedir

Abdurrahman bin Avf hazretleri, Resûlullahın âhırete teşrîfinden sonra, Onunla geçirdiği günleri hatırlıyarak dâimâ ağlardı Onun sohbetlerinden mahrûm olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını söylerdi

Nevfel bin İyas hazretleri anlatır:

Abdurrahman bin Avf hazretleri, bizi bir gün evine götürdü Bize tepsi içinde leziz yemekler ikrâm etti Yemeği önümüze koyunca, ağlamaya başladı O ağlayınca biz de ağlamaya başladık Fakat niçin ağladığımızı bilmiyorduk Sordum:

- Ey Abdurrahman, seni bu kadar ağlatan nedir?

- Biz bu kadar ni'metler içerisindeyiz Resûlullah vefât etti Fakat kendisi ve ehli arpa ekmeğinden bile bir defa olsun doyasıya yemedi Biz bu yediklerimizin şükrünü nasıl yapacağız? Bunun için ağlarım

Abdurrahman bin Avf, Hicretin 6 senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabîlesini İslâma da'vet etmek için Dûmet-ül-Cendel'e gönderilen 700 kişilik orduya, kumandan tâyin edildi Dûmet-ül-Cendel, Tebük şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticâret merkezi idi

Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ı yanına çağırıp buyurdu ki:

- Hazırlan! Seni bugün veya yarın sabah inşâallah askerî birliğin başında göreceğim

Yolculuk elbisem üzerimdedir

Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dûmet-ül-Cendel'e hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete da'vet etmesini emir buyurdu Dûmet-ül-Cendel'e gidecek ordu, seher vakti Medîne dışındaki Cürüf denilen mevkîde toplandı Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ın geride kaldığını görünce buyurdu ki:

- Arkadaşlarından niçin geri kaldın?

- Yâ Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim Yolculuk elbisem üzerimdedir

Abdurrahman bin Avf, başına, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve, "Ey İbni Avf! İşte sarığını böyle sar" buyurdu Daha sonra eline bir sancak vererek devam etti:

- Ey İbni Avf! Allahü teâlânın adıyla, O'nun yolunda cihâd et ve Allahı inkâr edenlerle çarpış Zulüm ve taşkınlık yapma Allahın emri dâiresinde hareket et Çocukları öldürme Eğer o belde ahâlisi senin da'vetine icâbet ederlerse, o kabîlenin reîsinin kızıyla evlen

Abdurrahman bin Avf, emrine verilen 700 kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dûmet-ül-Cendel'e ulaştı Kelb kabîlesini, tatlı bir üslûbla İslâma da'vet etti Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabîlesinin reîsi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı Müslüman olup, Hıristiyanlığı terkettiler Bir kısmı da Hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeye râzı oldular

Abdurrahman bin Avf, Müslüman olan Esbağ'ın kızı Tümadır ile evlendi Onunla birlikte Medîne'ye geldi Tümadır, Abdurrahman bin Avf'ın oğlu Ebû Seleme'nin annesidir Ebû Seleme ise Medîne'nin yedi büyük fıkıh âlimlerinden biridir

Bunları koruyalım

Hz Ömer'in halîfeliği zamanında bir ticaret kervanı gelip, gece Medîne'nin dışında kondu Yorgunluktan hemen uyudular Halîfe Ömer, şehri dolaşırken bunları gördü Abdurrahman bin Avf'ın evine gelip dedi ki:

- Bu gece bir kervan gelmiş Hepsi kâfirdir Fakat bize yabancı olanların, yolcuların; bunları soymasından korkuyorum Gel, bunları koruyalım

Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler İçlerinden bir genç uyumamıştı Arkalarından gitti Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın halîfe Ömer olduğunu öğrendi Gelip arkadaşlarına anlattı Roma ve İran ordularını perişan eden, binlerce şehir almış olan, adâleti ile meşhur yüce halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar Hepsi seve seve Müslüman oldu

Abdurrahman bin Avf hazretleri, fazîlet ve kemâl sâhibi bir insandı Kalbi sadece, Allah korkusu, Resûlüne muhabbet, doğruluk, iffet, merhamet ve şefkat ile doluydu Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı

Eshâb-ı kirâmın en zenginlerinden olduğu hâlde, mala karşı en ufak bir sevgisi yoktu Her zaman âhireti dünyaya tercîh ederdi En büyük arzûsu, dînin emirlerine eksiksiz uyabilmekti

Ayakları açık kalıyordu

Bir gün bir yerde yemek ikrâm edilmişti O gün de kendisi oruçlu idi Tam iftâr edeceği zaman, bir hâtırasını anlatması istendi Hemen hâtırasını anlatmaya başladı:

"Benden çok hayırlı olan Mus'ab bin Ümeyr şehîd olduğunda, onu bir kumaş parçası ile kefenledik Başını örttüğümüz zaman, ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüğümüz zaman başı açık kalıyordu

Sonra Hz Hamza şehîd oldu O da benden çok üstündü Onu da zor şartlar altında defnettik Onlar benden çok hayırlı olduğu hâlde, dünyayı bırakıp gittiler Sonra bize dünya kapısı açıldı Türlü türlü ni'metlere kavuştuk Bunların hesâbını nasıl vereceğiz" deyip ağlamaya başladı

Oruçlu olduğunu unutup, iftâr yemeğini bile yemedi Zaten o günleri hatırlayınca yemek yiyecek hâli de kalmıyordu

Halîfe Ömer Şam'a gidiyordu Şam'da tâ'ûn ya'nî vebâ hastalığı olduğu işitildi Yanında bulunanların ba'zısı, "Şam'a girmiyelim" dedi Bir kısmı da dedi ki:

- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım

Bunun üzerine Halife de buyurdu ki:

- Allahü teâlânın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur

Sonra Abdurrahman bin Avf'ı çağırıp sordu:

- Sen ne dersin?

- Resûlullah efendimizden işittim ki, (Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız) buyurmuştu

Halife de, "Elhamdülillah, benim sözüm hadîs-i şerîfe uygun oldu" deyip Şam'a girmediler

Vebâlı yerden kaçmak

Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar Vebâlı yerde kirli hava, herkesin içine yerleşince, kaçanlar hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:

(Vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günâhtır)

Hz Ömer vefât ederken halîfeliğe aday olarak gösterdiği 6 kişiden biri de Abdurrahman bin Avf'dır Hz Ömer'in defninden sonra, tâyin edilen bu altı sahâbî toplandılar İlk olarak Abdurrahman bin Avf söz alıp şöyle dedi:

- Ey Cemâ'at! Bu husûsta hepimizin de görüşleri var Dinleyiniz, öğrenirsiniz, anlarsınız Muhakkak ki, hedefe isâbet eden ok, isâbet etmeyenden üstündür Bir yudum yavan fakat soğuk su, hastalığa sebep olan tatlı sudan daha faydalıdır

Sizler, Müslümanların rehberleri, mürâcaat olunan âlimlerisiniz O hâlde, aranızda meydana gelecek ihtilâflarda bıçağın ağzını köreltmeyin Kılıçları düşmanlarınızdan ayırıp kınlarına sokmayınız Yoksa düşmanlarınız karşısında tek kalmış, amellerinizi noksanlaştırmış olursunuz

Fitne ehli

Herkesin muayyen bir eceli, her evin emrine itâat edilen, yasaklarından çekinilen bir emîri, reisi vardır Öyleyse aranızdan, işlerinizi görecek birisini emir tâyin edin Böylece maksada erişirsiniz Şâyet, kör fitne, şaşırtan dalâlet olmasaydı niyetlerimiz bildiklerimizden, amellerimiz niyetlerimizden başka olmazdı Zîrâ fitne ehli; gözlerinin görmediğini, fitnenin kendilerini, çölde şaşkın, nereye gideceğini bilmez bir şekilde bıraktığını söylerler

Nefslerinize ve fitnecilerin sözlerine uymaktan sakınınız Sözle olan hîle, kılıcın yarasından daha şiddetlidir Halîfeliği; musîbet ve felâket zamanlarında metânet ve sabırlı, bu işte muvaffak olacağını umduğunuz, onun sizden, sizin ondan râzı olacağınız birisine veriniz Size nasîhat eder görünen fesatçılara itâat etmeyiniz Size yol gösteren rehbere muhâlefet etmeyiniz Söyleyeceklerim bundan ibârettir Allahü teâlâdan kendim ve sizin için magfiret dilerim

Abdurrahman bin Avf bundan sonra, şu teklifte bulundu:

- İçimizden üçümüz, diğer üçümüz lehine adaylıktan çekilsin

Abdurrahman bin Avf'ıın bu teklifi hemen kabûl olunarak Zübeyr Ali'ye, Talhâ Osman'a, Sa'd bin Ebî Vakkâs da Abdurrahman bin Avf'a oylarını verdiler Arkasından Abdurrahman bin Avf da çekildi ve Hz Osman ile Hz Ali kaldılar Netîcede Hz Osman'a bîât olundu

Sen emînsin

Hz Abdurrahman yüksek ahlâk, fazîlet ve kemâl sahibi, çok iyi ve çok temiz, seciyeli bir insandı Onun kalbi, Allah korkusu ile Resûl-i ekreme muhabbetle, doğruluk ve iffetle, rahmet ve şefkatle dolu idi Cömertti Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı Kalbinde Allah korkusu o kadar yer etmişti ki, kendisi hiç bir vakit dünyasını dînine tercih etmemiş, hayatta servet ve mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemiş, tam Müslüman olarak yaşamayı herşeyin üstünde tutmuştu

Abdurrahman bin Avf'ı Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın büyükleri methetmişlerdir Resûlullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki:

- Göktekiler ve yerdekiler katında, sen emînsin

Abdurrahman bin Avf 651 senesinde 75 yaşında vefât etti






Cennetle müjdelenen ümmetin emîni:

EBÛ UBEYDE BİN CERRÂH



Araplar arasındaki nâdir okuma-yazma bilenlerden olan Ebû Ubeyde bin Cerrâh ve arkadaşları Osman bin Maz’ûn, Ubeyde bin Hâris, Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Hz Ebû Bekir’in vâsıtasıyla, Resûlullahın huzûrunda Müslüman oldular
Hz Ebû Ubeyde, Hz Ebû Bekir’in vâsıtasıyla îmâna gelenlerin onuncusudur Îmâna geldiğinde 31 yaşındaydı O günden, vefâtına kadar malıyla, mevkisiyle ve canıyla İslâmiyeti yaymak için çalıştı

İki defa hicret etti

Mekke’de kâfirlerin eziyet ve işkencelerinin artması üzerine, Peygamber efendimizin izniyle Habeşistan’a hicret etti Sonra Medîne’ye hicret edince, Peygamberimiz onu Hz Sa’d bin Mu’âz ile kardeş yaptı

Bedir gazâsında, düşman saflarında babası da bulunuyordu Bu gazâya melekler de katılmış, insan şekline girerek ellerindeki kılıçlar ile kâfirlerle çarpışmıştı Bu savaşta Ebû Ubeyde büyük kahramanlık göstermişti

Hz Ubeyde, Uhud cenginde de büyük kahramanlık gösterdi Peygamber efendimiz, Ebû Ubeyde ile Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerini ön safta çarpışanlara kumandan olarak seçti Kâfirleri, merkezde bulunan sevgili Peygamberimize yaklaştırmamak için bütün güçleri ile savaştılar

Peygamber efendimiz dahî düşmanı geriletecek şekilde yayıyla, okuyla, kılıcıyla çarpışıyordu Eshâb-ı kirâm canlarını dişlerine takmışlar, Peygamberimizin etrafında pervane olmuşlardı Hz Hamza, Hz Ali, Hz Ebû Dücâne, Hz Sa’d bin Ebî Vakkâs, Hz Mus'ab bin Umeyr, Hz Ubeyde bin Cerrâh, Hz Talha, Hz Zübeyr gibi Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizi korumaya çalışıyorlardı

Pek çok Eshâbı çarpışa çarpışa şehîd oldu Düşman gerilemişti Zafere yaklaşılmıştı Zafer sevinciyle yerlerini terkeden Eshâb-ı kirâmın bulundukları yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular

İbni Kâmia denilen müşrik, Resûlullahın mübârek başına kılıcını vurdu, miğferin demiri mübârek yanaşına saplandı

Dişleriyle çıkardı

Eshâb-ı kirâm, tekrar toparlanıp müşriklere saldırdı Düşmanı Peygamberimizin yanından uzaklaştırdılar Hz Ebû Ubeyde’nin, sevgili Peygamberimizin mübârek yanaklarına batan demir halkaları dişleriyle çekip çıkarırken iki ön dişi kırıldı

Bu savaş, Eshâb-ı kirâmın düşmanı kovalamasıyla neticelendi 97 kadar şehîd verildi Bunların içinde şehîdlerin serdârı Hz Hamza, yeğeni Abdullah bin Cahş ile aynı kabre defnedildiler Mus’ab bin Umeyr de bu savaşta şehîd olmuştu

Hz Ebû Ubeyde, Uhud, Hendek, Hayber gazâlarında görülmemiş şekilde cenk etti Mekke’nin fethinde de Peygamber efendimizin yanlarında bulundu

Resûlullah efendimiz, hicretin onuncu yılının Rebî’ul-evvel ayının 12’sinde, Pazartesi günü öğleden önce vefât etti Eshâb-ı kirâm, pek çok üzülüp gözyaşı döktü Çoğunun dili tutulup, bir müddet konuşamadı

Bir karışıklık çıkabilir

Hz Ebû Ubeyde de gözyaşlarını tutamıyordu Bütün Eshâb-ı kirâm kan ağlıyor ve devâsız derdi çekiyordu İçerde cenâze hazırlıklarını yaparlarken, kapı vuruldu Gelen kimse dedi ki:

- Ebû Bekir ve Ömer burada mı?

Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer cevap verdiler:

- Evet buradayız

- Medîneliler, Benî Sa’îde Konağında toplandılar, kimin halîfe olacağını konuşuyorlar Belli bir kimseyi daha seçemediler Herkes, kendi kabîlesi reisinin seçilmesini istiyor Bir karışıklık çıkabilir Acele gelip bu işi hâllediniz

Müslümanlar arasında büyük bir ayrılık baş göstermek üzere idi İşte böyle bir anda, Hz Ebû Bekir ile Hz Ömer ve Hz Ebû Ubeyde, oraya Hızır gibi yetiştiler O anda, Ensârdan biri kalkıp diyordu ki:

- Bizler, Resûlullaha yardım ettik Muhâcirler bize sığındı Halîfe bizden olmalıdır

Hâlbuki Resûlullah her yerde, sağ yanına Hz Ebû Bekir’i, sol yanına Hz Ömer’i alır, Ebû Ubeyde için de, “Bu ümmetin emînidir” buyururdu

Üçü birdenbire meydana çıkınca, sanki Resûlullah kalkmış, oraya gelmiş gibi oldu Herkes, bunların ne söyleyeceğini bekliyordu Hz Ebû Bekir, uzun bir konuşma yaptı Sonra Hz Ömer konuştu Sonra da Hz Ebû Ubeyde dedi ki:

- Ey Ensâr! Başlangıçta, bu dîne hizmet eden sizlerdiniz Sakın işi önce bozan da sizler olmayasınız!

Sonra Hz Ebû Bekir, “Size şu iki zâtı aday yaptım, birini seçiniz” diyerek, Hz Ömer ve Hz Ebû Ubeyde’yi gösterdi Her ikisi de çekindiler, “Hz Peygamberin ileri geçirdiği bir kimsenin önüne kim geçebilir!” dediler Hz Ömer buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah, seni hepimizin önüne geçirdi, elini uzat! Ben seni halîfe seçtim

İlk bî’at, Hz Beşir, sonra Hz Ömer tarafından oldu Sonra da Hz Ebû Ubeyde ve diğer Eshâb-ı kirâm Hz Ebû Bekir’i halîfe seçtiler

Yüzleri en güzel yüz

Eğer, Hz Ebû Bekir, Hz Ömer ve Hz Ebû Ubeyde hazretleri yetişmeseydi, Müslümanlar parçalanacaktı Bu üç Eshâbın hizmeti Kıyâmete kadar unutulmayacaktır

Hz Ömer’in oğlu Abdullah der ki:

- Kureyş halkının içinde üç kişi vardır ki, yüzleri en güzel yüz; akılları, en selim akıl; kalbleri, en metîn kalbdir Bunlar Hz Ebû Bekir, Hz Osman ve Hz Ebû Ubeyde’dir

Hz Ebû Ubeyde bin Cerrâh, hayatını hep İslâma hizmetle geçirmiş, insanların ebedî saâdete kavuşmaları için çırpınmıştır Kabr-i şerîfi Şam’dadır

Hz Ebû Bekir halîfe olunca, Ebû Ubeyde’yi kumandan tayin etti Humus, Şam, Ürdün ve Filistin’i fethetmek ve oradaki insanların da İslamiyetle şereflenmeleri için gönderdi Hz Ebû Ubeyde, Bizanslıların, Suriye’yi kurtarmak için topladıkları büyük bir haçlı ordusunu Yermük’te karşıladı Halîfe Hz Ebû Bekir, Ebû Ubeyde’ye yardım için Hz Hâlid bin Velid’i gönderdi

İslâm kumandanları bu savaş için Hâlid bin Velîd’i başkumandan seçtiler Düşman ordusu 240 bin, İslâm ordusu 40 bin civârında idi Hâlid bin Velid, orduyu biner kişilik alaylara bölüp, her birine alay kumandanı tayin etti Ebû Ubeyde’yi merkeze, diğer kumandanları sağ ve sol kanatlara yerleştirdi

Yüzbin Rum öldürüldü

Bizans ordusu üzerine saldırıya geçildi Savaş bütün hızıyla devam ederken, Bizans generallerinden Yorgi, Hz Hâlid bin Velid’in “Allahın kılıcı” lâkabını duyarak, hidâyete gelip Müslüman oldu

O da Müslümanların safında Bizanslılarla savaştı Uzun ve çetin savaşların neticesinde, koca Rum ordusu yenilerek dağıldı Yüzbin Rum öldürüldü İslâm ordusundan ise 3 bin yiğit şehâdete kavuştu

Bu savaşta İslâm kadınları da savaştı Bu zafer bütün Şam beldesinin fethine sebep oldu Zafer müjdesi halîfeye bildirildi Sonra Hz Hâlid bin Velid ve Hz Ebû Ubeyde, “Fıhl” mevkiinde 80 bin Rum ile çarpıştılar Onları da akşama kadar süren bir savaşta mağlup ettiler

Hz Ebû Bekir vefât edince, yerine geçen halîfe Hz Ömer, Hz Ebû Ubeyde’nin başkumandan olarak yine fetihlere devam etmesini emretti Ebû Ubeyde, ordusuyla Humus’a hareket etti Sulh ile Humus’u da aldı

Hz Ebû Ubeyde, ordusunu toplayarak Antakya’ya hareket etti Maarra, lazikiye, Antaritus, Banyas, Selimiye zaptedilerek gidiliyordu Kinnesrin’e Hz Hâlid bin Velid’i gönderdi Kendisi Haleb’e geldi Haleb’i fethederek, Antakya’yı kuşattı Antakya da zaptedildi

Hz Ebû Ubeyde halîfeye durumu bildiren bir rapor gönderdi Halîfe, fethedilen yerlere, İslâm kuvvetlerinin yerleştirilmesini emretti Bu emri yerine getiren Hz Ebû Ubeyde, birçok kale ve şehri fethederek Fırat nehrine kadar ilerledi

Fethettiği yerlere memurlar tayin ederek Kudüs’e geldi Kudüs kuşatıldı Kudüslüler sulh yapmak istediklerini, yalnız bu sulhta Hz Ömer’in de bulunmasını, yoksa sulh yapmayacaklarını Ebû Ubeyde’ye bildirdiler Durum Hz Ömer’e arzedildi

Hz Ömer Kudüs’e geldi

Hz Ömer, yerine Hz Ali’yi vekil tayin ederek Kudüs’e geldi Kudüslülerle sulh yapıldı Hz Ömer sulhtan sonra Medîne’ye döndü

Rum Kayseri Heraklius, kaybettiği toprakları geri almak için harekete geçti Büyük bir haçlı ordusu hazırladı Hz Ebû Ubeyde, bu karardan vaktinde haberdar olup, durumu halîfeye bildirerek, nasıl hareket edeceğini sordu

Hz Ömer, İran’la harbetmekte olan Hz Sa’d’a emir göndererek, Ebû Ubeyde’ye yardım etmesini bildirdi Hz Sa’d, Ka’ka bin Amr’ı dörtbin mücâhidle yardıma gönderdi Başkumandan Hz Ebû Ubeyde, Şam’ın Cezire ile irtibatını keserek, haçlı ordusunun üzerine yüklendi Kısa zamanda haçlı ordusunu perişan ederek büyük bir zafer daha kazandı

Şam’da 639 senesinde, veba hastalığı salgın hâlde olup, çok Müslümanın ölümüne sebep olmuştu Hz Ebû Ubeyde de bu salgına yakalandı Öleceğini anlayınca, orada hazır bulunanlara bir vasiyetinin olduğunu bildirdi Vasiyetinde buyurdu ki:

- Namazınızı kılınız! Orucunuzu tutunuz! Sadakanızı veriniz! Haccınızı yapınız! Birbirinize iyilikte bulununuz! Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz! Dünyaya aldanmayınız!

İnsanların en akıllısı Allahü teâlânın emirlerini yerine getirenlerdir Hepinize Allahü teâlânın selâm ve rahmetini, lutuf ve bereketini niyâz ederim Haydi yâ Mu’âz, cemâ’ate namazı kıldır!

Yemin ederim ki

Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini yummuş, yerine Mu’âz bin Cebel’i vekil etmişti Vefât ettiğinde 58 yaşında idi

Mu’âz bin Cebel hazretleri cemâ’ate bir hutbe okudu Burada buyurdu ki:

- Yemin ederim ki, Ebû Ubeyde gibi, dinine bağlı, temiz ve merhametli insanlar çok azdır Dünyaya hiç meyletmeyen, emrindekilere hep iyiliği ve birbirlerini sevmeyi emreden bu mübârek Ebû Ubeyde hazretlerine hakkınızı helâl edin ve duâ ediniz!

Hz Ebû Ubeyde bin Cerrâh, fazîlet timsâli bir zâttı Allahü teâlânın emirlerinden dışarı çıkmazdı Peygamber efendimize muhabbeti pek ziyâde idi Resûlullah efendimizden aldığı bir emri yerine getirmek için, canını fedâdan çekinmezdi Zühd ve takvâ sâhibi, pek merhametli idi

Askerlerine ve tebaasına çok şefkatli idi Hz Ömer, Şam’a gittiği zaman, kendisini karşılayanlara, “Kardeşim Ebû Ubeyde nerede?” diye sorduğunda, “Geliyor efendim” diyerek gelmekte olan Hz Ebû Ubeyde’yi gösterdiler

Sağlığında, Cennet ile müjdelenen iki büyük Sahâbî selâmlaştılar Hz Ebû Ubeyde, Hz Ömer’e,

- Buyurunuz yâ Emîr-el-Mü’minîn, diyerek, onu evine götürdü

Hz Ömer, Ebû Ubeyde’nin evinin içini görünce buyurdu ki:

- Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba gibi şeylerden başka bir şey yok Sen emîrsin, senin burada yiyecek bir şeyin yok mu?

Seni değiştirmedi

Hz Ebû Ubeyde, ona bir zenbil getirerek, içinden birkaç lokma çıkardığında, Hz Ömer ağlamaya başladı Bunun üzerine Ebû Ubeyde dedi ki:

- Sen bizlere, “Kuşluk vakti dinlenmemize yetecek kadar şey bize kâfi” demiştin

Bu kadarı da bizim için kuşluk dinlenmesine kâfidir Bunun üzerine iyice duygulanan Hz Ömer, buyurdu ki:

- Ey kardeşim Ebû Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi

Bir defa Hz Ömer, Hz Ebû Ubeyde’nin şahsına dört bin dirhem göndermiş ve bu parayı ona götürecek elçiye tenbih etmişti:

- Dikkat et, bakalım bu parayı ne yapacak?

Hz Ebû Ubeyde, bu parayı aldıktan sonra, onu hemen askerleri arasında taksim etti Elçi, geri dönünce hâdiseyi anlattığında, Hz Ömer de buyurdu ki:

- Hamdolsun ki, Müslümanlar arasında böyle insanlar var

Peygamberimizin huzuruna 630 senesinde, Necrân’dan bir Hyristiyan heyeti geldi Uzun konuşmalardan sonra, Resûlullah efendimizin Peygamber olduğunu kabûl ettiler Ve dediler ki:

- Yâ Resûlallah! Eshâbından bir emîn kimseyi bizimle beraber gönder, zekâtlarımızı, vergilerimizi ona verelim!

Peygamberimiz de yemin edip, buyurdu ki:

- Gâyet emîn bir kimseyi sizinle gönderirim

Kalk yâ Ebâ Ubeyde!

Eshâb-ı kirâm, emîn olarak kimin şerefleneceğini merak ediyorlardı Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Kalk yâ Ebâ Ubeyde! Ümmetimin emîni işte budur!

Hz Ebû Ubeyde bu müjdeye kavuşunca, sevincinden ağladı Hz Ebû Ubeyde vazifesini çok güzel yapmış, dönüşünde hazineyi altınla doldurmuştu Dönüşünde Eshâb-ı kirâm onu karşılamaya çıktılar Resûlullah efendimiz, Eshâbını bu hâlde görünce, gülümseyerek onlara buyurdu ki:

- Öyle sanıyorum ki, siz, Ebû Ubeyde’nin hayli dünyalıkla geldiğini duydunuz, onu sevinçle karşılıyorsunuz!

Onlar da, “Evet yâ Resûlallah” diye tasdik ettiler

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Sevininiz ve sizi sevindirecek ni’metleri bundan böyle her zaman umunuz! Vallahi bundan sonra, sizin fakir olacağınızdan korkmam Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa, o da, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya ni’metlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılarak, onların birbirlerine haset ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi, sizin de birbirlerinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir

Resûlullah efendimiz sahil tarafına bir sefer düzenleyip, Hz Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı, emîr tayin etti Bu sefere 300 Eshâb-ı kirâm katılmıştı Hz Câbir der ki:

Biz bu yola çıktık Hz Ebû Ubeyde mücâhidlere, yanlarında ne kadar erzak varsa getirmelerini emretti Getirilen erzakı bir araya topladı ki, bu toplanan erzak, iki dağarcık hurmadan ibâretti

Ebû Ubeyde, bu hurmadan hergün azar azar vererek bizi geçindiriyordu Nihayet hurmalar tükenince, yokluğunun acısını tattık

Bize de yediriniz!

Sonra deniz sahiline vardık Bir de ne görelim? Deniz sahilinde kocaman bir balık bulunuyordu Bunu, deniz sahile atmıştı Ebû Ubeyde bize dedi ki:

- Bu deniz mahlûkunun etinden yiyiniz! Biz de yedik Medîne’ye dönüp, Resûlullah efendimizin yanına geldiğimizde, bu vak’ayı arzettik Peygamber efendimiz de buyurdu ki:

- Azîz mücâhidler, yiyiniz! Allahü teâlâ onu denizden rızıklanmanız için çıkarmıştır Yanınızda varsa bize de yediriniz!

Ve getirilen etten yediler

Rum Kayseri Heraklius’un büyük ordularını perişan eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri, zafer kazandığı her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara halîfe Hz Ömer’in emirlerini bildirirdi Humus şehrini alınca da buyurdu ki:

Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömer’in emrine uyarak, bu şehri de aldık Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz!

Sizi koruyacağız!

Malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunmayacaktır! İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir!

Dışardan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız! Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir

Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin Müslim’e teslim ettiler Bu arada Heraklius’un, bütün memleketinden asker toplayarak, Antakya’ya hücûma hazırlandığı haberi alınınca, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar verildi

Cizyeleri geri alın!

Bunun üzerine Ebû Ubeyde hazretleri, şehirde memurların şöyle başırmalarını emretti:

Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim Buna karşılık, sizden cizye almıştım Şimdi ise, halîfenin emri üzerine, Heraklius ile gazâ edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum

Size verdiğim sözde duramayacağım Bunun için hepiniz Beytülmâle gelip, cizyelerinizi geri alın! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır

Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu Hıristiyanlar Müslümanların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar

Sevinçlerinden ağladılar Çoğu da seve seve Müslüman oldu Kendi arzûları ile, Rum ordularına karşı İslâm askerine câsusluk yaptılar

Hz Ömer, Ebû Ubeyde hazretlerini çok severdi Hattâ bir gün Hz Ömer arkadaşlarına sordu:

- Allahü teâlânın dînine hizmet için ne isterdiniz?

Birisi hizmet için ev dolusu altın, bir başkası da mücevher istedi Onlar da HzÖmer’e sordular:

- Sen ne isterdin?

Hz Ömer de şöyle buyurdu:

- Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi emin arkadaşlarımın olmasını isterdim Bunlar ile dînin yayılmasına hizmet ederdim

Şam’ın fethinde, Müslümanların, tarihin şeref levhasına geçmesine sebep bir olay olmuştur İslâmiyeti kendilerine ezeli düşman gören Batı için, ibretlik vesîkalardan biri olan bu olay, şöyle meydana geldi:

Şam’ın fethinde, Hâlid bin Velid hazretleri, şehrin bir tarafından girdi Kendisine karşı koyulduğu için, kılıç kullanarak şehirde ilerliyordu

Hedefi, o zaman için şehrin en büyük kilisesi olan şimdiki Câmi-i Emevî idi

Aynı anda kiliseye girdiler

Şehrin diğer tarafından da, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerinin komutasındaki askerler ilerliyordu Fakat, buradaki halk kendisine karşı koymuyordu Bunun için rahat bir şekilde kılıç kullanmadan ilerliyorlardı Tabiî ki, bunun ilk hedefi de, şehrin en büyük kilisesi idi

Müslümanlar, İslâm şehri olduğunun simgesi olarak, kılıç zoru ile aldıkları şehrin en büyük kilisesini câmiye çevirir, diğer kiliselere dokunmazlardı İstanbul’un fethinde olduğu gibi

Bu iki büyük kumandan, aynı anda iki ayrı kapıdan bu kiliseye girdiler Ve kilisenin ortasında birbirleri ile karşılaştılar

Bu büyük zaferden dolayı, birbirlerini tebrik için kucaklaştılar Hâlid bin Velid hazretleri, kilisenin câmiye çevrilmesini istedi Bu teklife, Hz Ebû Ubeyde karşı çıktı:

- Yâ Hâlid! Bilmez misin, sulh, barış yolu ile alınan şehrin kiliselerine dokunulmaz!

- Fakat ben kılıç kullanarak buraya geldim

- Ben ise kılıç kullanmadım, barış yolu ile buraya kadar geldim

- Peki o zaman ne yapacağız yâ Ebâ Ubeyde?

- Kilisenin yarısı yine kilise olarak kalacak, diğer yarısı câmiye çevrilecek! Çünkü, kilisenin yarısı kılıç zoruyla, diğer yarısı sulh yoluyla alındı

O meşhur Bizans generallerini karşısında heybetinden titreten Hâlid bin Velid’in, karara en ufak bir şekilde bile tepkisi olmadı Hattâ, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerine teşekkür etti

Yarısı câmiye çevrildi

Bu hâdiseden sonra, kilisenin yarısı câmiye çevrildi Melik bin Mervan zamanına kadar bu böyle devam etti Mervan kilisenin tamamını câmiye çevirdi Hıristiyanlar mecburen buna râzı oldular

Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri, sağ iken, Cennet ile müjdelenen on Sahâbîden biridir “Ümmetin Emîni” lâkabıyla övülen yüce Sahâbînin asıl ismi, Âmir bin Abdullah bin Cerrâh’tır Bütün gazâlarda bulundu Çok kahraman idi

Sevgili Peygamberimizin yanında bütün gazâlarda bulundu Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfleriyle şereflendi:

- Ebû Bekir Cennettedir Ömer Cennettedir Osman Cennettedir Ali Cennettedir Talha Cennettedir Zübeyr Cennettedir Abdurrahman İbni Avf Cennettedir Sa’d ibni Ebî Vakkâs Cennettedir Sa’îd İbni Zeyd Cennettedir Ebû Ubeyde ibnil Cerrâh Cennettedir





Resûlullahın okçusu:
Sa’d bin Ebî Vakkâs



Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Hz Ebû Bekir vâsıtasıyla Müslüman olmuş, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden bir zâttır İlk Müslümanların yedincisidir Müslüman olması şöyle oldu:
Onyedi yaşında idi Bir gece değişik bir rü’yâ gördü Rü’yâsında kendisini zifirî bir karanlıkta gördü Çâresiz bir hâldeyken, birden ortalık aydınlanmaya başladı Sonra nûr saçan bir ay doğdu

Seni de aramıza alalım

Ayın doğduğu tarafa doğru ilerlemeye başladı Bir müddet ilerledikten sonra, birkaç kişi gördü Dikkatlice baktığında, önlerinde Hz Ebû Bekir, onun arkasında Zeyd bin Hârise ve Hz Ali vardı Onlara dedi ki:

- Siz buraya ne zaman geldiniz?

- Yeni geldik İstersen seni de aramıza alalım Aydınlığa beraber gidelim

Sabahleyin bu rü’yâyı hatırlayınca, çok şaşırdı Üç gün bunu ta’bîr etmeye çalıştı Sonunda bir netîce çıkartamayıp, Hz Ebû Bekir’in yanına gitti Ona sordu:

- Yâ Ebâ Bekir, ben üç gün önce şöyle bir rü’yâ gördüm Bunun ta’bîri nasıldır?

- Gel benimle, seni cihânı aydınlatan nûra götüreyim! Rü’yânın ta’bîri budur

Sonra beraberce, Peygamber efendimizin huzûruna gittiler Peygamber efendimiz, kendisine kelime-i şehâdet getirmesini emir buyurdu O da Resûlullahın huzûrunda Müslüman oldu

Annesi, Müslüman olduğunu duyunca, çok kızdı Fakat yine de annesine karşı, gereken saygıyı gösteriyordu Onu üzmemek için elinden geleni yapıyordu Kendisine olan bağlılığını bilen annesi, oğluna sordu:

- Senin dînin, hısım akrabâya iyi muâmele edilmesini, onları üzmemek lâzım geldiğini ve onların emirlerine uymak gerektiğini emretmiyor mu?

- Dînimiz, ana-babayı ve akrabâyı üzmemeyi emretmektedir

Bunun üzerine annesi esas maksadını söyledi:

- Yâ Sa’d! Vallahi, sen bu yeni dinden vazgeçip, atalarımızın dînine dönünceye kadar, yiyip içmiyeceğim Ölmüş olsam bile bu ahdimden dönmiyeceğim Anne katili olarak da herkes seni ayıplayacak!

İster ye, ister yeme!

O güne kadar, annesini üzmeyen, bir dediğini iki etmeyen Hz Sa’d, Allahü teâlâya ve O’nun Resûlüne olan muhabbet ve îmânının kuvvetli olması sebebiyle, bu teklîf karşısında tüyleri ürpererek annesine şu cevâbı verdi:

- Ey anne, senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen, ben yine dînimden vazgeçmem! Artık ister ye, ister yeme! Bu senin bileceğin bir iştir Benim kararım kat’îdir Geri dönüşüm mümkün değildir Bunu böyle bil!

Annesi, oğlunun İslâmiyete olan bu bağlılığını görünce, çâresiz kalıp yemeye içmeye başladı

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin başından geçen, annesiyle ilgili bu hâdiseden sonra, Allahü teâlâ, evlâdın ana-babaya hangi hâllerde tâbi olacağı, onların hangi emirlerini yerine getireceği husûsunda, Ankebût sûresinin sekizinci âyet-i kerîmesini gönderdi

Bu âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:

(Biz insana, ana-babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın, ilâh tanımadığın bir şeyi bana ortak koşmak için sana emrederlerse, artık onlara bu husûsta itâ’at etme! Dönüşünüz ancak banadır Ben de yaptığınız amellerin karşılığını size vereceğim)

İlk kan akıtan oldu

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Eshâb-ı kirâmın en cesûr ve kahramanlarındandır

İslâmiyetin ilk yıllarında, Müslümanlar, müşrîklerden çok ezâ ve cefâ görüyorlardı

İbâdetlerini rahat bir şekilde yapamıyorlardı

Bir gün Hz Sa’d ile birkaç sahâbî, bir vâdide namaz kılmakta idiler Bu sırada, müşriklerin azılılarından ba’zıları, kendileri ile alay etmeye ve hakâret etmeye başladılar

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bunların üzerine yürüdü

Eline geçirdiği bir deve kemiği ile, müşrîklerin elebaşısının kafasını yardı Böylece, "Allah yolunda, ilk müşrik kanı döken sahâbî" ünvânını kazandı

Uhud savaşında çok kahramanlıklar gösterdi Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmadı

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, ayrıca "Allah yolunda ilk ok atan sahâbî"dir Okçuların ya’nî kemankeşlerin reisidir Uhud harbinde, 1000’den fazla ok attı Peygamber efendimizin büyük iltifatlarına mazhar oldu O ok atarken, Peygamber efendimiz buyururdu ki:

- At yâ Sa’d!

Ayrıca onun için şöyle duâ buyurmuştur:

- İlâhî, bu senin okundur Onun atışını doğrult! Allahım, sana duâ ettiğinde de, Sa’d’ın duâsını kabûl eyle!

Bizden geri kalmazsın!

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Vedâ haccından sonra, Mekke’de hastalandı Kendisini ziyârete gelen Peygamber efendimize dedi ki:

- Yâ Resûlallah, siz Medîne’ye döneceksiniz Ben burada ölürsem, dostlarımdan ayrı kalacağım

Peygamber efendimiz, Medîne’ye beraber döneceklerini işâret ederek buyurdu ki:

- Hayır, sen bizden geri kalmazsın! Umarım, sen uzun zaman yaşayacaksın Öyle ki, senden birtakım kavimler faydalanacak, birtakımı da mahrûm kalacaktır

Peygamber efendimiz sonra da şöyle duâ ettiler:

- Yâ Rabbî, Eshâbımın Mekke’den Medîne’ye dönüşünü tamamla!

Bunun üzerine, Hz Sa’d şifâ bulup, Medîne’ye döndü

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Hz Ömer zamanında, Hevâzin bölgesinde zekât toplamak için gönderilmişti Bu sırada İran taraflarındaki olaylar büyüyünce, hem bu olayları önlemek, hem de düşmana bir ders vermek için bir İslâm ordusu hazırlandı Bu ordunun başına kimin geçirilmesi gerektiği, yapılan şûrâda görüşüldü

Ba’zıları bizzat bu ordunun başına, kumandan olarak, Halîfe Hz Ömer’in getirilmesini istiyorlardı Bir kısmı da, bunun, çeşitli sebeplerle uygun olmayacağını, başka birisinin kumandanlığa getirilmesini istiyordu Bu sırada Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin Hevâzin’den mektûbu geldi

İşte aradığın kimseyi buldun!

Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın ismini duyan Eshâb-ı kirâmın hepsi, ittifakla, Hz Ömer’e dediler ki:

- İşte aradığın kimseyi buldun!

Bunun üzerine Hz Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı Medîne’ye çağırdı Onu, İslâm ordusuna başkumandan tâyin ederek, şunları söyledi:

- Yâ Sa’d, Resûlullahın dayısıyım diye sakın gururlanma! Allahü teâlâ, kötülüğü, ancak iyilik ile yok eder Allahü teâlâya kulluktan başka bağ yoktur İnsanların üstünlükleri, son nefeslerinde belli olur Düşmanın çokluğundan değil, Allahtan kork!

Namazlarınızı muntazam kılın! Ordunda, günâh işleyen asker bulunmasın! Günâh işleyenleri hemen uzaklaştır! Allahın Resûlü ne yaptıysa, nasıl hareket ettiyse, sen de öyle yap! Sabrı elden bırakma!

Hz Ömer bu şekilde nasîhat ettikten sonra, Sa’d bin Ebî Vakkâs, emrindeki askerle Medîne’den çıktı İran topraklarında bulunan İslâm askerleri ile birleşerek, meşhûr Kadsiye zaferini kazandı

Kadsiye savaşı; İslâm ordusu ile İran ordusu arasında oldu İslâm ordusu, Fırat nehrinin bir kolu olan Atik nehrinin, Kadsiye denilen yerinde karargâh kurdu Harpden önce İran’ın başşehri Medâyin’e elçiler gönderildi İran Kisrâsı Yezd-i Cürd ile görüştüler İranlıları İslâma da’vet ederek dediler ki:

- Ya Müslüman olursunuz, ya da cizye verirsiniz veya harp edersiniz!

Yâ Sa’d, müjde!

İran Kisrâsı buna sinirlenerek dedi ki:

- Eğer benden önce elçi öldüren bir melik olsaydı, ben ikincisi olup, sizi öldürürdüm!

Bundan sonra bir miktar toprak getirterek, sözlerine şöyle devam etti:

- Bende sizin için başka şey yok En büyüğünüz kimse, bunu yüklensin de reisinize götürsün ve biliniz ki, cümlenizi Kadsiye hendeğine gömmek için, kumandanım Rüstem’i göndermek üzereyim

Bunun üzerine, elçiler arasında bulunan Âsım bin Amr kalkıp toprağı yüklendi, dışarı çıktılar Arkadaşlarıyla beraber Hz Sa’d’ın yanına döndüler ve dediler ki:

- Yâ Sa’d, müjde! Allahü teâlâ onların toprağını bize verdi

Eshâb-ı kirâm, verilen bu bir parça toprağın, daha sonra İran toprağının tamamının verileceğine dâir Allahü teâlânın bir müjdesi olduğuna inandılar

Hz Sa’d’ın elçilerinin teklîfini reddeden Kisrâ’nın ordusu da, Atik nehri kıyısına gelip karargâh kurdu 120 bin kişi olan İran ordusunun 30 bini zırhlı ve birbirlerinden ayrılmaması için de zincirle bağlı idiler Ayrıca İran ordusunun ön saflarına filler yerleştirilmişti İslâm ordusu ise 34 bin kişi idi

Hz Sa’d, yine elçi göndererek, "Size üç gün müsaade Bu üç gün içinde ya Müslüman olursunuz, ya cizye verirsiniz veya cenge hazır olursunuz" diye bildirdi

Sebât ediniz!

Onlar üç gün içinde, bu şartları kabûl etmediler Dördüncü gün harp başladı Harp başlamadan önce, Hz Sa’d askerlerine şöyle hitap etti:

- Mevkilerinizde sebât ediniz! Öğle namazından sonra, beş-dört tekbîr alacağım İlkinde, siz de tekbîr alırsınız, harbe hazır olursunuz! İkinci tekbîrde siz de tekbîr alır, silahlanırsınız! Üçüncü tekbîrde, siz de tekbîr alıp, askeri harp için coşturursunuz! Dördüncü tekbîrde, düşman üzerine hücûm ediniz ve "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" deyiniz!

İslâm askerleri, bildirilen emirle düşmana hücûm ettiler İran ordusu, beraberinde getirdikleri fillerle karşılık verdiler İlk gün şiddetli çarpışmalar oldu Sonraki günlerde İslâm ordusu uyguladıkları dâhiyâne taktiklerle İran ordusunu bozguna uğrattılar

Önce İran ordusu komutanları öldürüldü İran ordusunun başkomutanı Rüstem de öldürülünce, ordu dağıldı Kaçışmaya başladılar Kaçmaya çalışanların çoğu da nehre düşerek boğuldu, kalanlar da esîr edildi Bu harbde Müslümanlar 2000 şehîd verdi İranlıların tamamına yakını öldürüldü Böylece, Müslümanlar büyük bir zafer kazandılar

Daha sonra Hz Ömer’in emriyle Sâsânî Devletinin başşehri ve İran Kisrâsının bulunduğu Medâyin şehrine hareket edildi İslâm askerinin Medâyin’e hareket ettiğini, İran Kisrâsı Yezd-i Cürd duyunca, korkudan şehri terketti İslâm ordusu Medâyin şehrine kolayca girerek, burayı fethetti

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bu fethi, şu mektupla Hz Ömer’e bildirdi:

Îmân edenlerin yardımcısıdır

"Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlânın adıyla Irak vâlisi Sa’d bin Ebî Vakkâs’tan, mü’minlerin emîri Ömer-ül Fâruk’a Allahın selâmı üzerine olsun! Kendisinden başka hak ma’bûd olmayan, eşi, benzeri bulunmayan Allahü teâlâya hamd eder, O’nun habîbi olan Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm ederim

Allahü teâlâ, bize ihsânı ile, gözün görmediği meydanlarda at koşturmayı nasîb etti Kisrânın yurdunun büyük bir kısmını ele geçirdik Ordu kumandanlarının çoğunu öldürdük Bu savaşta melekler onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlardı Çünkü Allahü teâlâ îmân edenlerin yardımcısıdır Îmân etmeyenlerin yardımcısı yoktur

Yezd-i Cürd kaçtı Kızı, esîr olarak ele geçirildi Bundan sonra ne yapacağımız husûsunda, Medâyin şehrinde emirlerinizi bekliyorum Allahü teâlânın selâmı bütün Müslümanların üzerine olsun!"

Hz Sa’d hayatının sonlarına doğru Medîne’ye yakın Akik denilen yerde hastalandı ve orada 675 yılında vefât etti Mübârek cesedi Medîne-i münevvereye götürüldü Namazını Medîne vâlisi Mervân kıldırdı Vasıyetine uyularak Bedir harbinde giymiş olduğu elbisesi ile defnedildi Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Cennetle müjdelenen on sahâbîden, en son vefât edendir

Sa’d bin Ebî Vakkâs Cennettedir

Hz Sa’d, heybetli, orta boyda, esmer tenli, cesûr, sözü, özü doğru büyük bir zâttı Çok cömert olup, sâdeliği severdi Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Peygamberimize annesi tarafından dayı olurdu Bunun için Peygamberimiz ona, "Bu benim dayımdır Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin" diyerek iltifâtlarda bulunurdu

Hz Sa’d, Cennetle müjdelenen on sahâbeden biridir Nitekim Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki:

- Ebû Bekir Cennettedir, Ömer Cennettedir, Osman Cennettedir, Ali Cennettedir, Talhâ Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman bin Avf Cennettedir, Sa’d bin Ebî Vakkâs Cennettedir, Sa’îd bin Zeyd Cennettedir, Ebû Ubeyde bin Cerrâh Cennettedir

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki:

Resûlullah efendimiz, her namazın ardından, muhakkak şöyle duâ ederdi: "Yâ Rabbi! Cimrilikten, korkaklıktan, erzel-i ömür denilen ihtiyârlıktan, bunaklıktan, dünya fitnesinden ya’nî Deccâlın fitnesinden ve kabir azâbından sana sığınırım"

Hz Sa’d buyurdu ki:

Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâm arasında kardeşlik te’sîs ettikleri zaman, Hz Ali’yi kendine seçerek buyurdu ki:

- Yâ Ali! Sen benim dünyada da âhırette de kardeşimsin Yâ Ali, Mûsâ’nın yanında Hârûn nasıl idi ise, sen de benim yanımda öylesin Yalnız şu fark var ki, benden sonra Peygamber gelmeyecektir

Üç gün ağladım

Resûlullaha bir köylü gelerek dedi ki:

- Bana, söyleyebileceğim bir kelime öğret

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- "Allah birdir, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur ve O’nun ortağı da yoktur Allah her şeyden yücedir Bütün hamdlerin hepsi Allaha mahsûstur Âlemlerin Rabbi olan Allahın şanı ne yücedir Günâhtan kaçmaya kuvvet, ibâdet yapmaya kudret, ancak azîz ve hakîm olan Allahın yardımı iledir" de! Köylü tekrar dedi ki:

- Bunlar Rabbim içindir Kendim için ne söyleyeyim?

Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki:

- "Allahım beni bağışla ve koru! Bana hidâyet ver ve rızıklandır" de!

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki:

- Mü’min, bir iyilikle karşılaşsa, Allaha şükreder Bir musîbetle karşılaştığında da hamd ve sabreder Böylece her işinde sevâb kazanır Hattâ hanımının ağzına koyduğu lokmadan dahî sevâb alır

Bir kimse gündüz hatim okursa, melekler ona akşama kadar duâ eder Gece okursa, sabaha kadar duâ eder

Kadsiye zaferinden sonra bir müddet Medâyin’de kalan Hz Sa’d, şehrin havasının ve suyunun askerlere iyi gelmediğini görünce, durumu Hz Ömer’e bildirmişti Bunun üzerine Hz Ömer, yeni bir şehir tesis edilmesini emretti Hz Sa’d da Kûfe şehrini kurdu ve şehre ilk vâli tayin edildi

Bana duâ et!

Hz Ömer, şehîd olmadan önce, kendisinden sonra yerine geçecek halîfeyi seçmek için altı kişilik bir şûrâ teşkil edilmesini vasıyet etmişti Bildirmiş olduğu altı kişiden biri de, Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleriydi Eğer Sa’d halîfe seçilmezse, ona bir vezirlik verilmesini de vasıyet etmişti Hz Osman halîfe seçilince, Hz Ömer’in tavsiyesine uyarak, Hz Sa’d’ı tekrar Kûfe vâliliğine tayin etti

Ömrünün sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu Bu hâlde iken Mekke’ye gelmişti Mekke halkı etrafına toplanıp, "Bana duâ et, bana duâ et" deyince, hepsine duâ etti

Abdullah bin es-Sâib anlatır:

"Ben genç idim Bir ara ona yaklaştım ve kendimi tanıtmaya çalıştım Beni tanıdı ve sordu

- Sen, Mekke’nin, Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyanlarından birisi değil misin?

Ben de, "Evet" dedikten sonra bir ara sordum:

- Efendim, sizin duânız makbûl olup, herkese duâ ediyorsunuz Kendiniz için duâ etseniz de gözleriniz açılsa, olmaz mı?

Hz Sa’d gülümseyerek buyurdu ki:

- Oğlum, Allahü teâlânın benim hakkımdaki takdîri, ya’nî gözümün görmemesi, gözümün görmesinden daha güzeldir"

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bir gün Peygamberimize dedi ki:

- Yâ Resûlallah, duâ buyur da, Allahü teâlâ, benim her duâmı kabûl etsin!

Resûlullah efendimiz cevâbında buyurdu ki:

- Duânızın kabûl olması için helâl lokma yiyiniz! Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır Sonra ellerini kaldırıp duâ ederler Böyle duâ nasıl kabûl olunur?

Sâlih kimse

Hz Âişe şöyle anlatır:

Resûlullah efendimiz gazvelerin birinde, geceleyin Medîne’ye dönüp geldiğinde buyurdu ki:

- Ne olurdu, sâlih bir kimse çevremizde bekçilik yapsa

Birden bir ses duyduk "Kim o?" buyurdu

Bu arada Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın sesi duyuldu:

- Benim, Sa’d bin Ebî Vakkâs

Peygamberimiz sordular:

- Buraya niçin geldin?

- İçimden bir ses, "Resûlullah yalnızdır, korkarım ki, din düşmanları ona bir sıkıntı ve eziyet verirler" dedi Bunun için hizmetinize geldim

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, ona hayır duâ etti ve istirâhate çekildiler

Uhud savaşında bir ara müşrikler Uhud dağına tırmanmaya başlayınca, Resûlullah efendimiz, yanında bulunan Hz Sa’d’a buyurdu ki:

- Onları geri çevir!

Hz Sa’d dedi ki:

- Yâ Resûlallah, yanımda bir tek okum kaldı Onları nasıl geri çevireyim?

Peygamber efendimiz emrini üç kere tekrarladı
Bundan sonrasını Hz Sa’d şöyle anlatır:"

Bir ok daha buldum

Ok çantamda kalan bir oku aldım Müşriklerden birine atıp öldürdüm Sonra ok çantama el attığımda bir ok buldum Baktığımda az önce attığım oktu Onu tekrar atıp başka birini öldürdüm

Sonra bir daha baktığımda yine aynı oku buldum Onu da atıp yine birini öldürdüm Birkaç defa aynı şekilde oku attım Bu durumu gören müşrikler, tırmanmaktan vazgeçerek geri döndüler

Ben de kendi kendime, "Bu mübârek bir oktur" dedim ve bu oku hep yanımda taşıdım"

Rivâyete göre Hz Sa’d bu oku attıkça, bembeyaz yüzlü mübârek bir zât, bu oku geri getiriyordu Hz Sa’d der ki:

"Uhud’da Resûlullahın sağında ve solunda beyaz elbiseli iki kişi gördüm ki, onlar en şiddetli şekilde çarpışıyorlardı Onları ne daha önce, ne de daha sonra gördüm

"Hz Sa’d’ın îmân etmeyen kardeşi Utbe, Uhud’da müşriklerin arasında idi Hz Sa’d bu kardeşi ile savaşmak için, onu çok aramıştı Buyurdu ki:

"Vallahi, kardeşim Utbe’yi öldürmek için duyduğum hırsı, hiçbir adamı öldürmeye karşı duymamışımdır Kardeşimi bulup öldürmek için, iki kere müşriklerin saflarını yardım fakat gözümden kaçtı Üçüncüsünde, Resûlullah bana buyurdu ki:

- Ey Allahın kulu! Sen ne yapmak istiyorsun? Yoksa sen kendini öldürtmek mi istiyorsun?

Bunun üzerine, onu aramaktan vazgeçtim Utbe’yi Hâtıb bin Ebî Beltea öldürdü"

Harp hiledir

Uhud savaşının sonunda müşrikler, Uhud’u terkedip Mekke’ye dönme kararı aldıklarında, Resûlullah efendimiz, Hz Sa’d’ı keşif vazîfesi ile gönderdi Hz Sa’d, müşriklerin gitme kararı alıp, dönüş hazırlıklarını keşfedince, geri dönüp, yüksek sesle dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Müşrikler develerine bindiler, atları yedeğe aldılar, Mekke’ye yöneldiler!

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Yavaş konuş, şüphesiz harp hiledir Zîrâ müşrikler geri dönerse, şu sevincinin bir benzerini göremezsin

Sonra, Peygamber efendimizin tekrar sormaları üzerine, Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, gördüklerini ve işittiklerini tekrarladı Müşriklerin gittikleri kesinleştiği hâlde, Sa’d’ın yüzü üzüntülü idi Resûlullah efendimiz, üzüntüsünün sebebini sordular Hz Sa’d dedi ki:

- Müslümanlar zafer kazanmadan, müşriklerin gitmesine sevinmeyi hoş görmedim

Resûlullah efendimiz de buyurdu ki:

- Zaten Sa’d harb hastasıdır

Hz Sa'd 675 yılında, vefât etti "Aşere-i mübeşşere"den en son vefât edendir Medîne-i münevverede medfûndur



Müslüman olanlardan:
TALHÂ BİN UBEYDULLAH



Hz Talhâ bin Ubeydullah, Resûlullah efendimizin; "Talhâ ve Zübeyr, Cennette komşularımdır" hadîs-i şerifiyle medhedilen sahâbidir

Hz Talhâ, ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı Bu seyâhatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra gelmişti Burada bir râhip;

- Panayıra gelenlere sorun; içlerinde Mekke'den gelen var mı? diye seslendi Talhâ bin Ubeydullah:

- Evet, ben Mekkeliyim, dedi

- Ahmed zuhûr etti mi?

- Ahmed kimdir?

- Abdullah bin Abdülmuttalib'in oğludur Orası O'nun zuhûr edeceği şehirdir O, peygamberlerin sonuncusudur Kendisi Harem-i şeriften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir

Olan bir şey var mı?

Râhibin sözleri Hz Talhâ'nın kalbine yer etti Acele Mekke'ye geldi ve;

- Olan biten bir şey var mı? diye sordu

- Evet var Abdullah'ın oğlu Muhammed-ül-emin, peygamberliğini ilân etti Ebû Bekir de ona uydu, dediler

Bunun üzerine doğruca Hz Ebû Bekir'in yanına gitti Ona:

- Sen Muhammed aleyhisselâma tâbi' mi oldun? diye sordu Hz Ebû Bekir:

- Evet, tâbi oldum Sen de hemen O'na git, huzûruna gir, kendisine tâbi ol! Çünkü O, Hak ve gerçeğe da'vet ediyor, dedi

Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah, râhibin söylediklerini anlattı Sonra birlikte Resûlullaha gidip, Müslüman oldu Râhibin sözlerini Peygamber efendimize de anlattı Resûlullah efendimiz tebessüm ettiler

Talhâ bin Ubeydullah, Müslüman olduğu zaman, en yakın akrabâları dâhil olmak üzere Mekke müşriklerinden çok işkence gördü Evine hapsedildiği gibi, aç ve susuz bırakıldı Kardeşi Osman da, onun vâsıtasıyla îmân etmiş, bu işkencelere o da tâbi tutulmuştu Hele namazlarını edâ edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendileri revâ görülen işkence, tahammülü mümkün olmayan cinstendi

Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye, adamları ile birlikte Hz Ebû Bekir ve Hz Talhâ'yı yakalayarak iple bağladılar ve işkence yaptılar Teymoğulları da onlara sâhip çıkmadı Bu hâdiseden dolayı Ebû Bekir ve Talhâ'ya bitişikler mânâsına gelen karînân dendi

Dînimden dönmem

Hz Me'sûd bin Hırâş, gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakleder:

Safâ ile Merve arasında dolaşırken, elleri boynuna bağlı ve kalabalık bir grup tarafından tâkib edilen bir delikanlı gördüm Etrâfındakilere dedim ki:

- Bu kimdir, hangi suçu işledi de böyle bağladınız?

- Bu Talhâ bin Ubeydullah'dır Atalarının yolundan saptı

- Ya şu kadın kim ?

- Onun annesi Sa'ba binti Hadramî'dir

Talhâ bin Ubeydullah, bütün bu akıl almaz sıkıntılara göğüs geriyor:

- Beni öldürseniz de dinimden asla dönmem, diye karşılık veriyordu

Peygamber efendimiz, Hz Ebû Bekir'le, Medine-i münevvereye hicret buyurduğu zaman, Hz Talhâ ticâret için Şam'a gitmiş ve dönerken Medîne'ye uğramıştı Peygamber efendimizin orada olduğunu öğrenince, kervandaki mallardan vazgeçip Medîne'de kaldı Âilesini de getirterek muhâcirînden oldu

Uhud savaşı

Uhud'da; Eshâbı kirâm, Peygamberimizin etrâfında toplanmışlar, canlarını siper edip O'nu muhâfazaya çalışıyorlardı Hz Talhâ bin Ubeydullah da bunlar arasında olup, Resûlulahın yanından ayrılmamıştı

Uhudda Müslümanlar birara şaşkınlık içinde bulunup dağıldıkları zaman, sevgili Peygamberimiz;

- Ey Allahın kulları bana doğru geliniz! Ey Allah'ın kulları bana doğru geliniz! buyurarak seslenince ancak otuz sahâbî gelebilmişti ve Peygamber efendimiz müşrikler tarafından tamâmen kuşatılmıştı

Müşriklerin iyice yaklaştıkları bir sırada, Peygamberimiz;

- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdu

Herkesten önce

Talhâ bin Ubeydullah hazretleri;

- Ben Yâ Resûlallah! deyip ileri atılmak istedi

Peygamber efendimiz;

- Senin gibi daha kim var? buyurdular Medîneli sahâbîlerden biri;

- Yâ Resûlallah! Ben! diyerek izin istedi Sevgili Peygamberimiz;

- Haydi, sen karşıla! buyurunca Medîneli Sahâbî ileri fırladı ve müşriklerin üzerine atıldı Eşine rastlanmadık kahramanlıklar gösterdi Bir kaç îmânsız öldürdükten sonra şehâdet şerbetini içti

Resûl-i ekrem efendimiz, yine;

- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdular

Herkesten önce yine Talhâ hazretleri:

- Ben Yâ Resûlallah! diyerek ileri çıktı

Peygamber efendimiz;

- Senin gibi daha kim var? diye sorunca, Ensardan bir mübârek;

- Ben karşılarım yâ Resûlallah! dedi

- Haydi onları sen karşıla!

O da müşriklerle çarpışa çarpışa şehid oldu

Bu şekilde Peygamber efendimizin o anda yanında bulunan bütün sahâbîler vuruşa vuruşa şehâdete erdiler Kâinâtın sultânı efendimizin o anda yanında Talhâ bin Ubeydullah hazretlerinden başka kimse kalmamıştı

Hz Talhâ, Resûlullaha bir zarar erişir diye endişe ediyor, dört bir tarafa koşuyor, kâfirlerle kıyasıya çarpışıyordu Onun bu kadar seri kılıç sallaması, bir anda Resûlulahın her tarafındaki düşmana karşılık vermesi, ok, kılıç darbelerine vücûdunu kalkan yapması, eşine rastlanmayacak bir hâdiseydi

Hz Talhâ, pervâne gibi dönüyor, kendisine değen kılıç darbelerine hiç aldırmıyordu Dileği, Kâinâtın sultânını korumak, bu uğurda diğer kardeşleri gibi şehîd olmaktı Vücûdunda yara almayan yer kalmamıştı, elbisesinde kandan başka bir şey görünmez olmuştu Fakat o, buna rağmen dört bir tarafa yetişiyordu

Sevginin işâreti

Müşriklerden çok keskin nişancı, attığını vuran Mâlik bin Zübeyr adlı bir okçu vardı Bu müşrik Peygamber efendimize nişan alıp bir ok attı Resûlullaha doğru gelen bu oka, başka başka hiç bir şekilde karşı koyamıyacağını anlayan Hz Talhâ, elini açarak oka karşı tuttu Ok elini parçaladı

Hz Talhâ'nın atılan oka karşı elini tutması, candan çok ötelere yükselmiş aşkın, kemâle gelmiş bir îmânın, muhabbet ile dolu bir kalbin, anlatılamıyan bir sevginin fiili olarak ortaya çıkmasıdır

Uhud savaşında müşriklerin saldırdığı ve Resûlullah efendimiz ve Talha bin Ubeydullah'ın yanında kimse kalmadığı anda, Hz Ebû Bekir ve Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Resûl-i ekrem efendimizin yanına yetiştiler

Yiğitlerin efendisi Hz Talhâ da bu arada kan kaybından sıcak toprağa düşüp bayıldı Her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle delik deşikti Altmış altı büyük yarası sayılamayacak kadar da küçük yarası vardı

Yüzüne su serptiler

Sevgili Peygamberimiz, Hz Ebû Bekir'e, hemen Hz Talhâ'ya yardıma koşmasını emrettiler Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz Talhâ'nın ayılması için mübârek yüzüne su serpti Talhâ bin Ubeydullah hazretleri ayılır ayılmaz;

- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah nasıl?

- Resululah iyidir Beni O gönderdi

- Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun O sağ olduktan sona her musîbet hiçtir

O sırada bir kaç sahâbi daha yetişti Âlemlerin efendisi, Hz Talhâ'nın yanına teşrîf ettiler Yaralı mücâhid, sevincinden ağladı Peygamber efendimiz, onun vücûdunu mesh ettikten sonra, ellerin açıp;

- Allahım! Ona şifâ ver, kuvvet ihsân eyle! diye duâ buyurdular

Resûl-i ekrem efendimizin bir mu'cizesi olarak, Hz Talhâ sapa sağlam ayağa kalktı ve tekrar düşmanla harbetmeye başladı Sevgili Peygamberimiz onun için buyurdu ki;

- Uhud günü, yer yüzünde sağımda Cebrâil'den, solumda Talhâ bin Ubeydullah'dan başka bana yakın bir kimsenin bulunmadığını gördüm Yeryüzünde gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın!

Yine Uhud'da İbni Kâmia kâfiri Peygamberimizi öldürmeye yemin etmiş idi Heryerde Resûlullahı arıyordu Peygamberimizin üzerinde iki zırh vardı Başında da miğfer bulunuyordu İbni Kâmia Resulullaha kılıcı ile saldırdı

Kılıç darbesi ile Resûlullahın mübârek omuzları yaralandı Diğer bir saldırı neticesinde Resûlullah efendimiz, Ebû Âmir tarafından kazılan çukura düştü Miğferinin iki halkası mübârek yüzüne battı İlk yetişen Ali bin Ebî Tâlib oldu Talha bin Ubeydullah ile birlikte çukurdan çıkardılar

Peygamber efendimiz bundan sonra Uhud dağındaki kayalığa çıkıp dinlenmek istediler Fakat çok yorgun idiler Hz Talha:

- Yâ Resûlallah! Ben sizi çıkartayım, diyerek, hemen yere çöktü Peygamber efendimizi sırtına alıp kayalığa kadar çıkardı O zaman Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki:

- Talha Resûlullaha yardım ettiği zaman Cennet ona vâcib oldu

Talhâ bin Ubeydullah, Uhud Harbi'nden Mekkenin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün savaşlara katıldı Ayrıca Hudeybiye'de Bî'ât-ı Rıdvân'da ve Huneyn savaşlarında bulundu

Feyyâz lakabını aldı

Tebük gazvesinden herkes elinden gelen gayretle orduyu techiz etmek, (donatmak) için uğraşırkan, o da, herkesle yarışırcasına, varını yoğunu nesi varsa sarfetmiş, bundan dolayı, Feyyâz lakabını almışıtır

Hz Ebû Bekir'in hilâfeti zamânında da bütün savaşlara katıldı Hz Ebû Bekir hastalandığında, yerine kimin halîfe olacağını Hz Talhâ ile istişâre etmiş ve o da ;

- Hz Ömer bu makâma en çok lâyık olan zâttır Cenâb-ı Hak sana; "Müslümanların işini kime terk ettin?" derse, açık bir alınla ve müsterih olarak; "Hz Ömer'e bıraktım" dersin, diye tavsiyede bulunmuştu

Talhâ bin Ubeydullah, Hz Ömer zamânında şûra meclisi üyesi idi Halife Ömer her hususta onun re'yine mürâcaat ederdi Hz Ömer'in vefât etmeden önce halîfe seçilmek üzere aday gösterdiği altı zâttan birisi de Talhâ bin Ubeydullah'dır

Talhâ bin Ubeydullah, Cemel vak'asında şehid oldu Hz Ali harp meydanı gezerken, Hz Talhâ'yı ölenler arasında görünce, üzüldü ve çok ağladı Kucağına aldı Yüzündeki toprakları sildi ve;

- Ey Talhâ! Semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serili görmek bana pek ağır geldi ve beni kalbimden vurdu Keşke yirmi yıl önce ölseydim, buyurdu Namazını kendi kıldırdı

Bana eziyet veriyor

Vefâtından yirmi yıl sonra kızı Âişe, bir gece rü'yâsında babasını gördüğünde;

- Yâ Âişe! Kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere defnet, diye tenbih buyurdu

Bunun üzerine kızı Âişe! çok üzüldü ve akrabâlarından bâzılarını alarak kabr-i şerifini açtılar Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş, diğer yerleri yeni defnedilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş buldular ve bir başka kabre naklettiler

Hz Talhâ, Eshâb-ı kirâmın en üstünlerinden olup kavuşamadığı fazilet sâdece Hulefâ-î râşidin derecesi olmuştur Peygamber efendimiz buyurdu ki:;

- Yeryüzünde Cennet'lik bir kimse görmek isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın!

Hz Âişe anlatır:

Bir gün Ebû Bekir-i Sıddîk Resûlulahın yanına girmişti Resûlulah ona;

- Yâ Ebâ Bekir! Sen, Atîk ya'nî Allahü teâlânın Cehennem'den âzâd ettiği kişisin, buyurdu Ondan önce önce kimseye böyle Atîk ismi verilmemişti

Sonra Talhâ bin Ubeydullah içiri girdi Resûlullah efendimiz ona da buyurdu ki;

- Ey Talhâ! Sen de şehîd olmayı bekliyenlerdensin

Hz Talha, Zi'l-Karâde gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için kuyu satın alıp onu mü'minlere vakfetmiş idi O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek çok büyük çömertlikti Zü'l-Usra gazvesinde ise savaşa katılanları tek başına doyurmuştur

Günlük geliri bin altın idi Öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçârelere yardım eder Muhtâç olanlara para verirdi Teymoğulları'nın bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi Hz Talhâ, bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi

Bir gün bir Bedevî, Hz Talhâ'ya gelip, akrabâlık iddiasında bulunarak yardım istedi Hz Talhâ akrabâlık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir arâzisi bulunduğunu istediği takdirde onu almasını, veya satıp parasını vermeyi teklif etti Bedevî, parasını almak isteyince, arâziyi Hz Osman'a satıp parasını Bedevîye verdi

Ahlâkını bilirim

Eshâb-ı kirâmdan bir çok zât, Ümmi Ebân hâtunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı Fakat o hiç birisini kabûl etmedi Talhâ bin Ubeydullah, teklifte bulununca kabûl etti Sebebi sorulduğu zaman;

- Onun ahlâkını bilirim Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim çıkar, Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder Bir kusûr görünce affeder, diye cevap vermiş ve onunla evlenmişti

Hz Talhâ ticâretle ve zirâatle meşgûl olup, büyük çiftlik sâhibi idi Kendisinin Hayber'de ve Irak'ta çok arâzileri vardı Böyle büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen, gâyet az yer, israf etmez ve isrâf edenleri sevmezdi




Cennetle müjdelenenlerden:
ZÜBEYR BİN AVVÂM





Hz Zübeyr, Peygamber efendimizin halası olan Hz Safiyye’nin oğludur İlk Müslümanlardandır Cennetle müjdelenen on kişiden biridir
Îmân ettiği vakit, amcası çok kızmıştı Dinden dönmesi için, kendisini ateşe sokup çıkartıyordu Amcasının, "Daha fazla inat etme, atalarının dînine dön" teklifine karşı diyordu ki:

- Aslâ küfre dönmem! Allah birdir Fayda veya zararı olmayan putlara tapmam Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah

Böylece, yapılan bütün işkencelere büyük bir sabır ve metânet gösteriyordu

Allah sizi yine toplar

Îmân edenler çoğaldıkça, müşrikler, korkularından Müslümanlara akla hayâle gelmedik işkenceler yapıyorlardı Peygamber efendimiz, bu dayanılmayacak işkenceleri görünce buyurdu ki:

- Siz bâri yeryüzüne dağılın! Yüce Allah, sizi yine toplar

Eshâb-ı kirâm sordular:

- Yâ Resûlallah nereye gidelim?

- Habeş ülkesine gitseniz iyi olur Habeş ülkesinde kimse zulme uğramaz Orası doğruluk yurdudur Allahü teâlâ sizi belki orada ferahlığa kavuşturur

Bunun üzerine, içlerinde Zübeyr bin Avvâm hazretlerinin de bulunduğu 15 kişilik bir kâfile Habeşistan’a hicret etti Habeş meliki Necaşî kendilerini çok iyi karşıladı Orada rahat bir şekilde yaşadılar Necâşî de daha sonra Müslüman oldu

Hz Ümmü Seleme anlatır:

"Biz Habeşistan’da huzur içinde yaşarken, bir grup Habeşli Necâşi'ye isyân ederek saltanatını elinden almak istedi Bunların Necâşî’ye üstün gelmesinden korkuyorduk Çünkü bunlar, bize hayat hakkı tanımazdı

Necâşî de bunların üzerine yürüdü Savaş, Nil nehrinin öbür tarafında oluyordu Durum çok kritikti Necâşî’nin gâlip gelmesini istiyorduk Eshâbdan ba’zıları dediler ki:

- Kim savaş cephesine gidip, bize haber getirir?

Hz Zübeyr bin Avvâm cevap verdi:

- Ben giderim!

- Peki, sen git!

Hz Zübeyr bu sırada, Müslümanların yaşı en genç olanı idi Hz Zübeyr bin Avvâm’a bir su tulumu şişirdiler ve göğsüne astılar Sonra Nil’in üzerinde yüzdü ve orduların karşılaştığı Nil’in öteki tarafına geçti Onların yanında hazır bulundu

Müjde, Necâşî zafere erişti!

Biz ise, Necâşî’nin düşmana gâlip gelmesi ve memleketinin başında kalması için, Allahü teâlâya duâ ettik Biz durumun ne olacağı merakla beklerken, Hz Zübeyr uzaktan göründü Koşuyordu O elbisesiyle işâret ediyor ve şöyle sesleniyordu:

- Müjde, Necâşî zafere erişti ve Allahü teâlâ, onun düşmanını helâk etti ve ona memleketinde kalmaya kudret verdi

O zamana kadar böyle sevindiğimizi hatırlamıyorum

Necâşî, Allahü teâlânın izniyle o kâfiri mağlup ederek sağ sâlim sarayına döndü Resûlullahın yanına gelene kadar, biz onun yanında güzel bir hayat sürdük Sonra Eshâb-ı kirâm, Mekke’den Medîne’ye hicret edince, biz de Habeşistan’dan Medîne’ye hicret ettik"

Peygamber efendimiz Medîne’ye hicret ettiği zaman, Hz Zübeyr bin Avvâm’ı, Ensâr’dan Ka’b bin Mâlik ile kardeş yaptı

Peygamber efendimiz, Bedir muharebesinde Hz Zübeyr bin Avvâm’ı, sağ kanada kumandan tayin etti ve buyurdular ki:

- Meleklerin alâmetleri ve nişanları vardır Siz de kendinize birer alâmet ve nişan yapınız!

Savaş şiddetli geçiyordu

Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm hazretleri, başına sarı bir sarık sardı Her iki taraf, bütün güçleriyle saldırıya geçti Zübeyr bin Avvâm anlatır:

"Bedir günü, ben, müşriklerden Ubeyde bin Sa’îd’le karşılaştım O baştan ayağa kadar zırha bürünmüş, gözlerinden başka bir yeri görünmüyor ve at üzerinde bulunuyordu Çocukluktan beri büyük karınlı olduğu için, kendisine, Ebû Zâtil Kirş = Karın Babası denirdi O, "Ben Ebû Zâtil Kirş’im! Ben Ebû Zâtil Kirş’im!" diye meydan okuyordu

Elimdeki mızrağımı hemen onun gözüne sapladım Ubeyde yıkılıp öldü Ayağımı yanağına bastım, olanca kuvvetimle mızrağımı çekip çıkardım Fakat mızrağımın iki tarafı eğilmişti"

Meleklerin de katıldığı Bedir savaşı çok şiddetli geçiyordu Peygamber efendimiz, durmadan Allahü teâlâdan yardım diliyor ve O’na yalvarıyordu

Hz Zübeyr’in Bedir harbi esnasında gösterdiği kahramanlık çok büyüktü Vücudunda yaralanmadık bir yer kalmamıştı Üç büyük kılıç darbesi almıştı Bunlardan biri boynunda idi Bedir muharebesi Müslümanların gâlibiyetiyle netîcelendi Bu savaşta, 14 Eshâb-ı kirâm şehîd oldu 70 müşrik öldürüldü

Mekkeli müşrikler bu yenilgiyi unutamamış, bir yıl sonra tekrar Medîne’ye hareket etmişlerdi Uhud’da iki ordu yine karşılaştı Hz Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, İkrime kumandasındaki süvârileri karşılayıp, bozguna uğrattılar

Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, biner süvâriye denk tutulurdu Zübeyr bin Avvâm hazretleri, müşriklerin sancaktarı olan Kilâb’ı öldürdü ve yedi arkadaşı ile Peygamber efendimizin yanında şehîd oluncaya kadar ayrılmamak üzere yemin ettiler

Onu yere düşür!

Bu savaşın başında, Mekkeli müşriklerden biri, çarpışmak için er diledi Herkesin çekindiğini, geri durduğunu zannederek, dileğini üç kere tekrarladı

Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm, başına sarı bir sarık sararak meydana yürüdü Birden devenin üzerine sıçrayıp, kâfirin boğazına sarıldı Deve üzerindeki bu mücâdele devam ederken, Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Onu yere düşür!

Zübeyr bin Avvâm o müşriki yere düşürdü Üstüne çöküp, onu öldürdü Peygamber efendimiz, bu husûsta buyurdu ki:

- Eğer Zübeyr, onun karşısına çıkmasaydı, ben çıkacaktım

Uhud savaşında müşriklerin okçuları, Peygamber efendimizi ok yağmuruna tutunca, Eshâb-ı kirâm, Peygamber efendimizi ortalarına aldılar Atılan oklar Peygamber efendimizin sağından solundan geçiyor, ya önüne düşüyor veya üstünden aşıp geçiyordu
Zübeyr bin Avvâm ve arkadaşları, Peygamber efendimizin etrafında pervane gibi dönerek, gelen oklara ve kılıçlara vücutlarını siper ettiler

Hamdolsun iyidir

Pek çok Eshâb-ı kirâm çarpışa çarpışa şehîd oldu Düşman gerilemiş, zafere yaklaşılmıştı Zafer sevinciyle bir kısım Sahâbenin terkettikleri yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular Peygamberimiz yaralandı Eshâb-ı kirâm hemen toparlandı ve netîcede savaş tekrar Müslümanların lehine döndü

Uhud savaşı bitmişti Peygamber efendimizin vefâtı şayiası Medîne’ye ulaşınca, Peygamber efendimizin halası Safiyye hâtun hemen Uhud’a hareket etti Uhud meydanına gelince, oğlu Zübeyr’i ve Hz Ali’yi görüp, önce Resûlullahın hâlini sordu Hz Ali, "Hamdolsun iyidir" deyince, ferahladı Fakat Hz Safiyye, "Onu bana göster" deyince, Hz Ali, Peygamber efendimizi gösterdi Peygamberimiz yaralı idi Peygamberimizin sağ olduğuna şükretti

Hz Safiyye, baba-anne bir kardeşi olan Hz Hamza’nın durumunu da görmek istiyordu Peygamber efendimiz Hz Safiyye’nin gelmekte olduğunu görünce, Zübeyr bin Avvâm’a buyurdu ki:

- Anneni geri çevir, kardeşinin cesedini görmesin

Zübeyr bin Avvâm hazretleri, "Anneciğim! Resûlullah geri dönmenizi emrediyor" deyince, Hz Safiyye dedi ki:

- Eğer ona yapılanı benim görmemem için geri döneceksem, zaten ben kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini öğrenmiş bulunuyorum Her sıkıntıya râzıyız Allah yolunda bundan daha beter olanlarına da râzıyız Sevâbını Allahü teâlâdan bekliyeceğiz İnşâallah sabredip, katlanacağız

Hz Zübeyr bin Avvâm, durumu Peygamber efendimize bildirince, buyurdu ki:

- Öyle ise bırak görsün!

Hamza için getirdim

Hz Safiyye, kardeşi Hz Hamza’nın cesedinin yanına oturup, sessizce ağlamaya başladı Bu sırada, Peygamber efendimiz de sessizce ağladılar

Hz Zübeyr bin Avvâm anlatır:

"Annem Safiyye binti Abdülmuttalib Uhud’da yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp dedi ki:

- Bunları, kardeşim Hamza için getirmiştim

Hz Hamza’yı kefenlediler ve Hz Ebû Bekir, Hz Ömer, Hz Ali ve Hz Zübeyr bin Avvâm Kabre indirdiler Aynı kabre, onun gibi şehîd olan, Hz Abdullah bin Cahş’ı da koydular"

Uhud’dan dönüşte, Peygamber efendimiz yolda, münâfıklardan Ebû Azzel Cümehi’yi yakaladı Resûlullah efendimiz onu Bedir’de esîr etmişti Sonra onu lutfederek öldürmemişti O, "Yâ Resûlallah, beni bırak" dedi Resûlullah efendimiz de şöyle buyurdu:

- Vallahi bundan sonra artık, sen ellerini okşayıp, Muhammed’e iki kere hîle ettim diyemiyeceksin

Zübeyr bin Avvâm hazretleri, Allah yolunda kılıç sıyıranların ilkidir Bir gün, Peygamber efendimizin yaralandığını zannedip kılıcını sıyırdı Doğruca, Mekke’nin yukarı kısmında bulunan Resûlullahın yanına koştu Peygamber efendimiz, kendisini böyle yalın kılıç görünce, sordu:

- Ey Zübeyr! Ne var, nedir bu hâlin?

- Efendim, size bir zarar verdiler diye korktum, onun için kılıcımı sıyırdım

Bir kişi yok mu?

Hz Câbir bin Abdullah der ki:

"Hendek günü iş ağırlaşınca, Resûlullah efendimiz bize, "Benî Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu? diye sordular Zübeyr bin Avvâm, "Ben gider, öğrenip gelirim" dedi Gidip, onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi

İşler yine ağırlaşınca, Resûlullah efendimiz tekrar sordular:

- Bize, Benî Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu?

Yine Zübeyr bin Avvâm dedi ki:

- Ben, gider, öğrenir, gelirim

Gidip, onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi ve durumu arzetti:

- Yâ Resûlallah! Onları, kalelerini tâmir ederken ve harp tâlimleri yaparken gördüm Ayrıca, hayvanlarını derleyip toparlıyorlardı

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Her Peygamberin bir havârisi vardır Benim de havârim Zübeyr’dir"

Benî Kureyza Yahûdîlerinin tutum ve davranışlarını gözetlemek ve öğrenmek üzere, Peygamber efendimizin gönderdiği kişilerin ilki Hz Zübeyr bin Avvâm idi

Hendek savaşında da müşrikler bozguna uğradılar Medîne’de oturan Yahûdîler, Eshâb-ı kirâma arkadan saldırarak anlaşmayı bozdular Peygamberimiz de savaştan sonra, onları Medîne’den çıkardılar Yahûdîler Hayber kalesine toplandılar

Peygamberimiz Hendek savaşından sonra da Hayber üzerine yürüdüler Hayber'de, meşhûr Yahûdî Cengâveri Merhab, kaleden çıkarak er diledi Hz Ali çıkarak Merhab’ı öldürdü Merhab’ın katlinden sonra onun oğlu Yâsir, babasının intikamını almak için meydana çıkarak, "Bana karşı gelecek var mı" diye bağırdı

Oğlum şehîd mi oluyor?

Hz Zübeyr, hemen atını sürerek onu karşıladı ve ikisi de şiddetli bir muhârebeye tutuştular Oğlunun bu hareketini seyreden Hz Safiyye, Resûl-i ekreme yaklaşıp sordu:

- Yâ Resûlallah! Oğlum şehîd mi oluyor?

Resûl-i ekrem de, "Hayır" buyurdu

Resûl-i ekremin bu beyânından birkaç dakika sonra, Hz Zübeyr, hasmını öldürdü Zübeyr bin Avvâm, Hayber savaşında da büyük kahramanlıklar gösterdi Netîcede Hayber kalesi de alındı

Hayber kalesinin fethinden sonra Mekke’yi fethetmek için hazırlıklar yapıldı

Peygamber efendimizin Mekke’yi fethetmek için hazırlık yaptığını, müşriklere haber vermek için yazılan bir mektup, bir kadın vasıtası ile, gizlice Mekke’ye gönderildi

Sâre adındaki bu kadın, bu mektubu, başına yerleştirdikten sonra, üzerinden saçlarını belikler hâlinde örerek mektubu gizledi ve Kureyşlilere teslim etmek üzere yola çıktı

Acele gidiniz!

Bu durumu Cebrâil aleyhisselâm Peygamberimize bildirdi Peygamber efendimiz de Hz Ali, Hz Zübeyr ve Hz Mikdâd bin Esved’e buyurdu ki:

- Acele gidiniz! Hah denilen yere vardığınızda, orada, yanında bir mektup bulunan, hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz!

[Hah; Medîne ile Mekke arasında bir yer olup, Medîne korularındandır]

Hz Ali ve arkadaşları, durmadan at koşturarak Hah denilen yere vardılar Kadın orada idi Hz Ali kadına sordu:

- Yanında götürmekte olduğun mektup nerede?

Kadın cevap verdi:

- Benim yanımda mektup falan yok

Kadının eşyalarını aradılar, mektubu bulamayınca, Hz Ali kılıcını çekip dedi ki:

- Resûlullah efendimiz bize, senin yanında mektup olduğunu söyledi Resûlullah aslâ yalan söylemez Ya mektubu çıkarırsın veya tepene kılıcı indiririm

Kadın yeminler ederek, inkâra devam ettiyse de, Hz Ali ve arkadaşlarının işi sıkı tuttuğunu anlayınca, çâresiz olarak saçının arasından mektubu çıkarıp verdi Böylece haber verme teşebbüsü engellenmiş oldu Hz Ali ve arkadaşları da mektubu Resûlullaha getirdiler

Fetih hazırlıkları tamamlanınca Hicretin 8 senesinde Resûl-i ekremin kumandasında hareket eden binlerce mücâhid, Mekke’ye doğru ilerledi Hz Zübeyr, bu hareket esnasında Resûl-i ekremin sancağını taşıyordu Peygamber efendimiz, askerlerini Zî Tuva denilen yerde bölüklere ayırdı Bir kısmını Zübeyr bin Avvâm’ın emrine vererek Mekke’nin Kudâ tarafından girmelerini emir buyurdular

İşte o Zübeyr’dir

Mekkeli müşrikler Mekke’yi harpsiz teslim ettiler Mekke’nin fethinden sonra Huneyn vâdisinde Hevâzin müşrikleriyle savaşıldı Bu savaşta Hevâzin kabîlesi mağlup olarak geriye çekilmeye başladı Kabîlenin ileri gelenlerinden Mâlik bin Avf gitti ve iki dağ arasında yüksek bir mevkide arkadaşlarına dedi ki:

- Durunuz ki, zayıflarınız yürüsün ve geride kalanlar bize yetişsinler! Hezîmete uğrayanlar gelip onlara kavuşuncaya kadar orada durdular Mâlik, gelenlere sordu:

- Geriye bakın neler görüyorsunuz?

- Uylukları uzunca bir süvâri görüyoruz Mızrağını omuzu üzerine koymuş ve başına bir kırmızı sarık bağlamış

- İşte o, Zübeyr bin Avvâm’dır Yemin ederim ki, elbette o size ulaşır Onun için yerinizde sıkı durunuz, ayrılmayınız!

Hz Zübeyr bin Avvâm, o iki dağ arasındaki tepelik yerin dibine vardı Hevâzinliler de onu gördüler Yetişip, onlara saldırdı Oradan çıkartıp uzaklaştırıncaya kadar onlarla cenk etti

Sahâbeden Hubeyb bin Adiy’i kâfirler yakalayıp Mekke’ye götürdüler İdâm ettiler Kâfirler görsün de sevinsinler diyerek sehpadan indirmediler Kırk gün sehpada kaldı Bedeni çürüyüp, kokmadı Hep taze kan aktı

Yetmiş atlı yetişti

Resûlullah efendimiz, bunu haber alarak, onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved’i gönderdiler Zübeyr ve Mikdâd cesedi gece ağaçtan aldılar Medîne’ye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetişti

Bu iki Müslüman, kendilerini korumak için Hubeyb’i yere bıraktılar Yer yarılıp Hubeyb kayboldu Kâfirler de bu hâli görüp, döndüler, gittiler

Hz Zübeyr bin Avvâm Tâif Muhâsarasına, Tebûk seferine ve Vedâ Haccına iştirak etmiştir

Amr İbn’il-Âs, Mısır’ın kalbi olan Fustat şehrini zaptetmek için Hz Ömer’den dörtbin kişilik kuvvet istediğinde, Hz Ömer ona her biri bin kişiye bedel dört kişi göndermiştir ki, bunlar; Hz Zübeyr bin Avvâm, Hz Mikdâd bin Esved, Hz Ubâde bin Sâmit ve Hz Mesleme bin Muhalled idi Zübeyr bin Avvâm, yedi aylık muhâsaradan sonra Fustat şehrini zaptetmeye muvaffak olmuştur Sonra İskenderiyye üzerine yürüyerek, burasının da alınmasında büyük rol oynamıştır

Hz Zübeyr, namaz kılarken İbni Cermuz tarafından şehîd edildi Şehîd olduğunda 67 yaşında bulunuyordu Hz Ali, Hz Zübeyr’in vefâtına çok üzülmüş olup, cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı

Hz Zübeyr bin Avvâm, uzun boylu, beyaz tenli, zarif, kibar bir kimse idi Emânete son derece riâyet eder, hassasiyet gösterirdi Hz Zübeyr bin Avvâm, kendisine emânet edilen şeyleri saklamak için ne yapacağını şaşırırdı

Ticaret ve ziraat ile meşgûl olurdu Medîne’nin en zenginlerinden sayılırdı Medîne etrafındaki arsalardan başka Basra, Kûfe ve Mısır’da da bir hayli emlâkı vardı şehîd edildiğinde mîrâsçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı

Dilencilikten hayırlıdır

Etrafındaki fakirlerin hepsinin maişetini temin etmek husûsunda büyük gayretler sarfetmiştir Borç para isteyene borç para verir, cihâda gitmek isteyenleri Allah rızâsı için donatırdı Zekâtını zamanında ve muntazaman verirdi Şu hadîs-i şerîfi naklederdi:

(Birinizin ipi alıp, odun yüklenerek satması ve Allahın onun yüzünü ak etmesi, dilencilikten hayırlıdır İstediği kimseden birşey alsın veya almasın böyledir)

Bütün servetine ve zenginliğine rağmen, o, son derece sâde yaşardı Sâde giyinir, sâde yemek yer ve zînet eşyasına iltifat etmezdi Ancak, silâhına hassasiyet gösterirdi Bu itibârla kılıcının kabzasını gümüşten yaptırmıştı

(Talha ile Zübeyr, Cennette komşularımdır) hadîs-i şerîfi ile medhedildi Az hadîs bildirdi Bir tanesi şöyledir:

(Bilmediğini hadîs olarak söyleyen, Cehennemde azâb görecektir)

Hz Ömer, vefât edeceği zaman, halîfe olmaya lâyık gördüğü altı kişiden biri Talha, biri de Zübeyr’dir

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



Peygamberimizin amcası:
ABBÂS BİN ABDÜLMUTTALİB



Hz Abbâs, gençlik zamanında, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu Kardeşlerinin içinde en zengini oydu Abisi Ebû Tâlib’in ise mâli durumu çok kötü idi Resûlullah efendimizin teklîfi ile Ebû Tâlib’in oğlu Ukayl’in yetişmesine yardımcı oldu ve abisinin yükünü hafifletti

Resûlullah efendimiz, İslâmiyeti anlatmaya başlayınca, Hz Abbâs muhâlefet etmeyip, akrabâlık şefkatinden dolayı, Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu

Biz Onu koruduk

Müslüman olmadığı hâlde, Akabe bî’atında Peygamber efendimizin yanında bulunup, orada te’sîrli konuşmalar yaptı Bî’at etmek için gelen Medîneli Müslümanlara şöyle hitâb etti:

- Ey Medîneliler! Bu, kardeşimin oğludur İnsanların içinde en çok sevdiğim Odur Eğer, Onu tasdîk edip, Allahtan getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp götürmek istiyorsanız, beni tatmîn edecek sağlam bir söz vermeniz lâzımdır

Bildiğiniz gibi, Muhammed aleyhisselâm bizdendir Biz, Onu, Ona inanmıyan kimselerden koruduk O, bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşamaktadır Bütün bunlara rağmen, herkesten yüz çevirmiş ve sizinle beraber gitmeye karar vermiş bulunmaktadır

Eğer siz, bütün Arap kabîlelerinin birleşip, üzerinize hücûm ettiğinde, onlara karşı koyacak kadar savaş gücüne sahipseniz, bu işe karar veriniz! Bu husûsu aranızda iyice görüşüp konuşunuz Sonradan ayrılığa düşmeyiniz! Verdiğiniz sözde durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz?

Bunu lâyıkıyla yapabilirseniz ne âlâ Yok, Mekke’den çıktıktan sonra Onu yalnız bırakacaksanız, şimdiden bu işten vazgeçiniz ki, yurdunda şerefiyle korunmuş hâlde yaşasın!

Buna karşılık Medîneli Müslümanlar, “Biz, Resûlullahı malımız ve canımız pahasına koruyacağız Biz, bu sözümüzde sâdıkız” dediler ve Resûlullah efendimize bî’at ettiler Sonra Hz Abbâs şöyle duâ etti:

- Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında verdikleri sözü, Onu korumak için ettikleri yemîni işiten ve görensin Kardeşimin oğlunu sana emânet ediyorum yâ Rabbî!

Peygamber efendimizin amcası olan Hz Abbâs çok zengin olup, çok cömert idi İkrâm ve ihsânları çok meşhûr idi Fakîr, fukarâyı sevindirmeyi çok severdi Özellikle köle satın alıp, azâd etmekten çok memnun olurdu Yetmiş kadar köle azâd etmiştir

Yakın akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarına riâyete çok dikkat ederdi Peygamber efendimiz, kendisini çok severdi Bir defasında buyurdu ki:

- Allahım, Abbâs’ı ve oğullarını magfiret eyle ve bağışla! Öyle ki, hiç günâhları kalmasın! Yâ Rabbî, onu ve oğullarını meydana gelecek âfet ve belâlardan koru!

Akrabâlık hakkı

Peygamber efendimiz birgün, Hz Abbâs’a sordu:

- Sana bir ihsânda bulunayım mı? Sana, akrabâlık hakkını ödeyip faydalı olayım mı?

- Evet yâ Resûlallah!

- Sana bir şey öğreteyim ki, onu yaptığın zaman, eski- yeni, önceki-sonraki, gizli-açık, hatâen veya kasten işlediğin bütün günâhları Allahü teâlâ affeder

- Yâ Resûlallah öğreteceğin bu şey nedir?

- Dört rek’atli namaz kıl! Her rek’atte, sübhânekeden sonra on defa, (Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber) dersin Fâtiha’dan sonra bir zammı sûre okuyup ayakta iken onbeş defa tekrar, (Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber) dersin!

Rükü’a eğilince bunu on defa söylersin! Rükü’dan kalktığında ayakta olduğun hâlde, bunu on defa söylersin! Sonra secdeye varır, orada on defa söylersin! Secdeden kalkıp oturduğunda on defa söylersin! Tekrar secdeye vardığında on defa söylersin!

Sonra ikinci rek’ata kalkarsın! Birinci rek’attaki gibi dört rek’atı da kılarsın! Bu her rek’atta yetmişbeş, dört rek’atta üçyüz eder Artık senin günâhların Alic’in (yürümekle dört gecede katedilen kumluk bir yer) kumlarının sayısı kadar da olsa, Allahü teâlâ seni bağışlar Bunu hergün bir defa kılmaya gücün yeterse kıl!

- Yâ Resûlallah, bunu hergün yapmaya kimin gücü yeter?

- Hergün kılmaya gücün yetmezse, her Cum’a bir defa kıl! Her Cum’a kılamazsan, ayda bir defa kıl! Ayda bir defa kılamazsan senede bir defa kıl! Senede bir defa kılamazsan ömründe bir defa olsun kıl!

Kazâ borcu olanlar

Kazâ borcu olan, nâfile namaz yerine kazâ namazlarını kılarak, önce borcunu ödemelidir! Çünkü kazâ borcu olanların nâfilelerine sevâb verilmez

Hz Abbâs, Kureyş’in ileri gelenlerinden ve reislerinden idi Mescid-i Harâmın tâmirâtı ve gelen hacılara su dağıtmak (sikâye) hizmetini yürütürdü Müslüman olduktan sonra da bu vazîfeyi devam ettirdi Hz Abbâs ve kardeşleri, hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere, kuyudan su çekip verirlerdi

Hz Abbâs, Peygamber efendimizin en çok sevdiği amcalarındandır Abdülmuttalib’in en küçük oğludur Peygamber efendimizden üç yaş büyüktür

Kurtuluş akçesi

Bedir savaşında daha Müslüman olmamıştı Müşriklerin zoruyla savaşa sokuldu Savaş sonunda, esîr edilip Medîne’ye götürüldü Peygamber efendimiz kendisine buyurdu ki:

- Ey Abbâs, kendin, kardeşinin oğlu Ukayl bin Ebû Tâlib ve Nevfel bin Hâris için kurtuluş akçesi öde! Çünkü sen zenginsin

- Yâ Resûlallah, ben Müslümanım Kureyşliler beni zorla Bedir’e getirdiler

- Senin Müslümanlığını Allahü teâlâ bilir Doğru söylüyorsan Allah sana elbette onun ecrini verir Fakat senin hâlin, görünüş i’tibâriyle, aleyhimizedir Bunun için sen kurtuluş akçesi ödemelisin!

- Yâ Resûlallah, yanımda 800 dirhemden başka param yoktur

- Yâ Abbâs, o altınları niçin söylemiyorsun?

- Hangi altınları?

- Hani sen Mekke’den çıkacağın gün, hanımın Hâris’in kızı Ümmül Fadl’a verdiğin altınlar Onları verirken, yanınızda sizden başka kimse yoktu Sen, Ümmül Fadl’a, “Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum Eğer bir felâkete duçar olup da dönemezsem, şu kadarı senindir Şu kadarı Fadl içindir Şu kadarı Abdullah içindir Şu kadarı Ubeydullah içindir Şu kadarı da Kusem içindir” dediğin altınlar?

Peygamber efendimiz altınlar hakkında bu kadar teferruatlı bir şekilde bilgi verince, Hz Abbâs çok şaşırdı:

- Allaha yemîn ederim ki, ben bu altınları hanımıma verirken yanımızda kimse yoktu Bunları sen nereden biliyorsun?

- Allahü teâlâ haber verdi

- Senin, Allahü teâlânın Resûlü olduğuna şimdi gerçekten inandım Doğru söylediğine şehâdet ederim

Hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu

Hz Abbâs Müslüman olunca, Resûlullah onu Mekke’de görevlendirdi Müslüman olduğunu kimseye söylemedi Mekke’de olup bitenleri, gizlice Peygamber efendimize bildirirdi Bir zaman sonra Peygamber efendimizin hasretine dayanamayıp, Medîne’ye gelmek istediğini mektupla bildirdiğinde, Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Senin bulunduğun yerdeki cihâdın daha güzel ve faydalıdır

Muhâcirlerin sonuncusu

Hz Abbâs, Mekke’nin fethine dâir yapılan hazırlıkların son safhada olduğunu haber alınca, artık Mekke’de kalmayı lüzûmlu bulmayıp, fetihten az bir zaman önce Medîne’ye hicret için yola çıktı Zü’l-huleyfe’de Resûlullaha kavuştu

Âilesini Medîne’ye gönderip, kendisi Mekke’nin fethinde, Peygamber efendimizin yanında bulundu Peygamber efendimiz ona buyurdular ki:

- Ey Abbâs! Ben, Peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de muhâcirlerin sonuncususun

Hz Ebû Süfyân, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman oldu Kendisiyle Hz Abbâs ilgilendi Ebû Süfyân, Müslümanların bir sabah vakti namaz için coşkun hazırlıklarını görünce dedi ki:

- Ey Abbâs! Müslümanlara yeni bir şey mi emredildi?

- Hayır, onlar namaza hazırlanıyorlar

Daha sonra Ebû Süfyân’a abdest aldırıp, Resûlullaha götürdü Resûl aleyhisselâm namaz için cemâ’atin önüne geçip tekbîr aldı Cemâ’at da büyük bir vecd içinde Ona uydu Onların rükü ve secdedeki hâllerini gören Ebû Süfyân dedi ki:

- Ey Abbâs! Böyle itâati ne İran saraylarında, ne Rum diyârlarında gördüm Doğrusu, yeğenin büyük bir hükümdâr olmuş

Bunun üzerine Hz Abbâs dedi ki:

- Ey Ebû Süfyân! Bu iş saltanat değil, nübüvvettir

Hz Abbâs, Resûlullahın yakını olması sebebiyle, Eshâb-ı kirâm arasında ayrı bir yeri vardı Sözü dinlenirdi

Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti Mescidde ağlaşmaya başladılar Hiç kimsenin inanası gelmiyordu

Hele Hz Ömer, tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp, “Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır” diyordu Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu Dışarı çıkıp dedi ki:

- Kim, “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!

Duyan var mı?

Hz Ebû Bekir ile Hz Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskîn edebilirdi Bunun için beraber mescide gittiler Hz Abbâs buyurdu ki:

- Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı?

- Hayır böyle bir söz duymadık

Sonra Hz Ömer’e dönüp sordu:

- Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?

- Hayır duymadım

Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:

- Hiç kimse Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyleyemez Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır Resûlullah efendimiz, İslâmiyetin bütün hükümlerini tamamladıktan sonra aramızdan ayrıldı Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım

Sonra, Hz Ebû Bekir de buna benzer konuşmalar yaptı Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi

Hayber gazâsından sonra, Haccâc bin İlât hazretleri, Peygamber efendimizin huzûruna gelip dedi ki:

- Yâ Resûlallah, benim Mekke’de çoluk çocuğum, mallarım var Bunları buraya getirmek istiyorum Fakat, benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse, bunları vermezler Mekke’ye gittiğimde, sizin hakkınızda uygun olmayan sözler söylesem uygun olur mu?

Bunun üzerine Peygamber efendimiz izin verdi

Zafere ulaştı

Bu izin üzerine Mekke’ye gelip, Peygamber efendimizin esîr alındığını, öldürülmesi için Mekke’ye getirileceğini söyledi

Bu habere müşrikler çok sevindi Hz Abbâs ise, haberi alır almaz, üzüntüsünden bayıldı Kendinden geçmiş bir hâlde evine götürdüler Bir müddet sonra kendine geldiğinde, işin aslını öğrenmek için, kimsenin bulunmadığı bir zamanda, Haccâc’ı evine çağırdı Hz Abbâs’ın perişan hâlini gören Haccâc dedi ki:

- Yâ Abbâs sana müjde! Resûlullah, Hayber’de zafere ulaştı Ben mallarımı kurtarmak için Resûlullahtan izin alarak böyle söyledim Buradan ayrıldıktan üç gün sonra, yaptığım hîleyi onlara söyleyebilirsin

Hz Abbâs, Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazâsında da, Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı İslâm ordusu, sabah gün ışımadan çukur ve geniş bir vâdiden aşağı iniyordu Düşman ordusu, önceden oraya geldiği için, vâdinin her iki yanında gizlenip pusu kurmuştu

Resûlullahın yanından ayrılmadı

Müslümanlar tam oraya geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladı Müslümanlar ne olduklarını anlayamadılar Bir an karışıklık oldu Hz Abbâs, Hz Ebû Bekir ve birkaç kahraman, ölümü göze alıp, Resûlullahla birlikte bir adım gerilemediler

Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Yâ Abbâs! Sen onlara; “Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında bî’at eden sahâbîler!” diye seslen!

Hz Abbâs, iri yapılı ve heybetli idi Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan duyulduğu için, bütün gücüyle bağırdı:

- Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren Eshâb! Buraya toplanınız! Dağılmayınız!

Bunu işiten Eshâb-ı kirâm geri dönmek istediler Fakat binek hayvanları öyle ürkmüşlerdi ki, ba’zıları hayvanlarını geri döndüremediler Binek hayvanlarından kendilerini atmak mecbûriyetinde kaldılar Müslümanlar toparlandılar ve şiddetli bir muhârebeden sonra düşman yenik düştü Askerlerinin çoğu öldürüldü Bir kısmı da esîr alındı

Hz Abbâs bin Abdülmuttalib, çok yiğit idi Hz Câbir anlatır:

“Resûlullah efendimiz Tâif’e gittiğinde, oradaki halka, elçi olarak Hanzala bin Rebî’i göndermişti Hanzala Tâiflilerle görüşürken, kendisini yakalayıp kaleye hapsetmek istediler Bunu gören Resûl aleyhisselâm buyurdu ki:

- Kim bunların elinden Hanzala’yı kurtarır? Bu işi başarana bütün gâzilerin sevâbı verilecektir

Hz Abbâs bin Abdülmuttalib yerinden fırlayıp, yıldırım gibi koştu Hanzala’yı kaleye sokmak üzere olan Tâiflilere yetişerek, ellerinden aldı Kaleden Hz Abbâs’a taş atıyorlardı Bu sırada Resûlullah efendimiz de, Hz Abbâs’a duâ ediyordu Hz Abbâs yaralanmadan Hanzala’yı Resûlullaha getirdi

Fâizini kaldırdı

632 senesinde Resûlullah efendimiz Eshâbıyla vedâ haccına gittiler Peygamber efendimiz, vedâ hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler Fâizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı fâizin, amcası Hz Abbâs’ın fâizi olduğunu bildirdiler

Peygamber efendimizin vefâtından sonra mübârek cenâzelerini yıkamak üzere; Hz Ali, Hz Abbâs ve oğulları Fadl ve Kusem, Üsâme bin Zeyd ve Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu hâlde yıkamaya başladılar

Hz Abbâs ve oğulları su döküp, Peygamber efendimizi sağa, sola döndürdüler Hz Ali de yıkadı Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış çok güzel bir koku yayıldı Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefât ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah efendimizi, kabr-i şerîfine koydular

Hz Ömer, fetihlerden elde edilen ganîmetlerden, Hz Abbâs’a hisse ayırırdı Hz Ömer, Mescid-i Nebevînin genişletilmesini istedi Mescidin hemen yanında Hz Abbâs’ın evi vardı Halîfe bu evi satın almak istedi Hz Abbâs ise evini hediye olarak verdi

Ayağa kalkarlardı

Hz Ömer, Medîne’de kuraklık olunca, Hz Abbâs’ın duâ etmesini istedi Hz Abbâs duâ edip, duâsı bereketiyle yağmur yağdı ve toprak yeşerdi Bundan sonra Hz Ömer buyurdu ki:

- Abbâs, Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir

Hz Abbâs, Peygamber efendimize yakınlığı ve fazîletlerinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilir, sayılır, hürmet edilir bir zât idi Herkes kendisine imrenirdi Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince, hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı

Çok zengin idi Medîne’ye yerleştikten sonra yapılan bütün muhârebelerde ve özellikle, Bizans’a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için çok yardım etti

Ziyâdesiyle cömert olup, ikrâm ve ihsânları çok idi Köleleri satın alıp azâd eder ve böyle yapmayı çok severdi Yetmiş köle azâd ettiği meşhûrdur Yakın akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarını yerine getirmeye çok dikkat eder, muhtaç olanlara yardım ederdi

Hz Abbâs bin Abdülmuttalib, ömrünün sonunda göremez oldu Hz Osman’ın şehîd edilmesinden iki sene evvel, 652 senesinde 88 yaşında Medîne-i münevverede vefât etti Cenâze namazını Hz Osman kıldırdı Bakî’ kabristanına defnedildi

Kızlarından başka on erkek evlâdı vardı Bunların içinde, Abdullah bin Abbâs hazretleri ilimde çok yüksekti Kızları içinde Ümmü Gülsüm ba’zı hadîs-i şerîfler rivâyet etti

Hz Âişe şöyle anlatır:

“Resûlullah efendimiz Eshâb-ı kirâmı ile oturuyordu Yanında Hz Ebû Bekir ile Hz Ömer vardı O esnâda Hz Abbâs içeri girdi Hz Ebû Bekir ona yer verdi Hz Abbâs, Resûlullahla Ebû Bekir arasına oturdu Resûl aleyhisselâm bu hareketinden dolayı Hz Ebû Bekir’e buyurdu ki:

- Büyüklerin kıymetini büyükler bilir

Ben Abbâs'danım

Peygamber efendimiz Hz Abbâs hakkında yine buyurdular ki:

(Bu Abdülmuttalib oğlu Abbâs’dır Kureyşte en cömert ve akrabâlık bağlarına en saygılı olandır)

(Abbâs, bendendir Ben Abbâs’danım)

(Abbâs, amcamdır Beni korumuştur Ona ezâ eden, bana ezâ etmiş olur)

(Abbâsoğullarından melikler olacak, ümmetimin başına geçecekler Allahü teâlâ dîni onlarla azîz ve hâkim kılacak)

Hz Abbâs bin Abdülmuttalib, ekseriyâ şöyle derdi:

- Kendisine iyilik yaptığım hiç kimsenin kötülüğünü görmedim Kendisine kötülük yaptığım hiç kimsenin de iyiliğini görmedim Onun için, herkese iyilik ve ihsânda bulunun! Çünkü bunlar, sizi kötülüğün zararlarından korur

İbni Şihâb’dan bildirildiğine göre; Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer’in hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Hz Abbâs’a rastlarlarsa, bineklerinden inerler, onunla beraber gideceği yere kadar yürürler, sonra dönerlerdi




Tefsîr âlimlerinin şâhı:
ABDULLAH BİN ABBÂS


Resûlullah efendimiz Mekke’de iken, Abdullah ibni Abbâs’ın annesine buyurmuştu ki:

- Senin bir oğlun olacak Doğduğu zaman bana getir!

Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve ikâmet okuyup, ismini Abdullah koydular “Allahım! Onu dinde fakîh kıl ve kitabını ona öğret” diyerek duâ ettiler Sonra annesinin kucağına verip buyurdular ki:

- Halîfelerin babasını al, götür!

Abbâs bunu işitip, bu durumu Peygamber efendimize gelip sorunca, “Evet, böyle söyledim Bu çocuk halîfelerin babasıdır” buyurdu

Hepsi onun soyundan oldu

Abbâsî devletinin başına çok halîfeler geldi Bunların hepsi, Abdullah bin Abbâs’ın soyundan oldu

Abdullah bin Abbâs, Resûlullahın duâsı bereketiyle, ilimde çok yüksek derecelere ulaştı Daha küçük yaşta iken, Resûl-i ekrem efendimizin yanına giderdi Teyzesi Meymûne binti Hâris Resûlullahın zevcesi idi Bu sebeple pek çok defa Peygamberimizin evine gidip gelmiş, ba’zı geceler orada kalmıştır

Abdullah bin Abbâs, Resûlullahın abdest suyunu hazırlar, birlikte namaz kılarlardı Abdest almayı, namaz kılmayı, Resûlullahtan görerek öğrendi Devamlı hizmeti sebebiyle, Resûlullahın çok duâ ve iltifâtına kavuştu

Bir defasında Peygamber efendimiz, mübârek elini Abdullah bin Abbâs’ın başına koyarak şöyle duâ etti:

- Yâ Rabbî! Bütün ilim ve hikmeti, bu başa ver! Onları te’vîl ve tefsîr edebilsin

Bir başka gün de mübârek elini göğsü üzerine koyup:

- Allahım! İnsanoğluna ihsân ettiğin her ilim ve hikmet, bu güzel göğüste toplansın, buyurmuştur

Peygamberimiz, Medîne’ye hicret ettikten sonra, Abdullah bin Abbâs, âilesi ile birlikte hicretin sekizinci senesine kadar Mekke’de kaldı Mekke’nin fethinden önce Medîne’ye hicret etti Bu sıralarda henüz 11-12 yaşlarında bulunuyordu Aklı, zekâsı, çabuk kavrayışı ile dikkati çekiyor ve seviliyordu

En derin âlim

Peygamberimiz vefât ettiği sırada, İbni Abbâs onüç veya ondört yaşında bulunuyordu Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin meclisinde bulundu Hz Ömer’in sohbetlerine ve ilim meclisine devam edip, onun, Peygamberimizden aldığı ilme, feyze ve ma’rifetlere kavuştu

Abdullah bin Abbâs, dört halîfe devrinde fetvâlar verdi Hz Osman devrinde yapılan Kuzey Afrika seferine katıldı Bu seferde, İslâm ordusu adına kendisine elçilik vazîfesi verildi Burada hükümdârlık eden Cercis ile görüştü Cercis ve adamları onun aklını, zekâsını, fikrî kuvvetini ve ilmini görerek şaşırmışlardı Hattâ onların, “Bu, Arabların en derin âlimidir” dedikleri bildirilmiştirDönüşlerinde Hz Osman’ın emriyle, onun yerine hac emirliği yaptı Bu vazîfeden döndüğü zaman, Hz Osman şehîd edilmişti Hz Ali’nin halîfeliği sırasında, Basra vâliliğinde bulundu

Abdullah bin Abbâs, Eshâb-ı kirâm arasında, ilminin üstünlüğü ile tanınmıştır Übey bin Ka’b onun hakkında buyurdu ki:

- O, bu ümmetin âlimidir Ona akıl ve anlayış verilmiştir Resûlullah efendimiz, onun dinde fakîh olması için duâ etmiştir

Bahr-ül ilim

Abdullah bin Abbâs hazretleri, Muhâcir ve Ensâr-ı kirâmdan birçoklarıyla görüşür, onlara Resûlullahın gazâları ve inzâl olan sûreler hakkında suâller sorardı İlminin çokluğu sebebiyle kendisine lakab olarak Bahr-ül ilim, ya’nî ilim deryâsı denildi

Çalışmaları, son derece muntazam ve belli bir plân dâhilinde idi Hangi gün ne iş yapacağını önceden tesbit eder ve onlara aynen riâyet ederdi

Dört büyük halîfe ve diğer Eshâb-ı kirâmdan çok iltifât gördü Bu iltifâtlar karşısında aslâ hâlini değiştirmedi Tevâzudan hiç ayrılmadı Çok methedildiği zaman; “Bana bu ni’meti ihsân eden Allahü teâlâdır Çünkü, Resûlullah efendimiz benim için duâ etti” derdi

Abdullah bin Abbâs hazretleri, bilhassa Kur’ân-ı kerîmin tefsîri ve âyet-i kerîmelerin îzâhında yüksek bir ilme sahipti Bu vasfından dolayı Tercümân-ül Kur’ân denilmiştir Hz Ömer, onu, ilim meclisinde bulundurur ve dâimâ ilme teşvîk ederdi Yaşının küçüklüğüne rağmen İbni Abbâs’a hürmet eder, onunla istişârede bulunur, ilim ve irfânını takdîr ve tebrik ederdi

Abdullah bin Abbâs hazretleri, Hz Ömer’in kendisini üstün tutup, meclisinde bulundurması hakkında şöyle demektedir:

“Hz Ömer, beni, Eshâb-ı Bedir’in meclisinde bulundururdu Onlardan ba’zıları Hz Ömer’e, “Niçin bu genci yanında bulunduruyorsun” diye suâl ettiklerinde buyururdu ki:

- Bu, sizin bildiklerinizden değil

Âlimler meclisine gelirdi

Talebesi Atâ bin Ebî Rebâh der ki:

- İbni Abbâs’ın ilim meclisinden daha üstün ve daha faydalı bir meclis görmedim Âlimler, sâlihler, şâirler onun meclisine devam ederler, her biri ilme doymuş olarak huzûrundan ayrılırlardı

Abdullah bin Amr bin Âs da, İbni Abbâs’ı methederek der ki:

- Sünneti ve Kur’ân-ı kerîmdeki âyet-i kerîmelerin ihtivâ ettiği hükümlerin inceliklerini, en iyi bilenlerimizdendir

Abdullah bin Abbâs hazretleri, devrinin ilim, irfân ve fazîlet bakımından önde gelenlerindendi

İlimde canlı bir kütüphâne olup, bütün ilimleri kendisinde toplamış; tefsîr, hadîs, fıkıh, edebiyât ve sahâbenin ihtilâf ettiği konularda ve diğer ilim dallarında mütehassıs olmuştu

Kur’ân-ı kerîmle ilgili ilmini, isteyen ve soranlara öğretirdi Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin toplanmasında ve neşrinde büyük hizmeti olmuştur

Meşhûr velîlerden Şakîk, bir hac mevsiminde İbni Abbâs’ın bir hutbesini dinlemişti İbni Abbâs, Nûr sûresinin tefsîrini yapmıştı Şakîk buna hayrân olup dedi ki:

- Bu tefsîrin kadri, kıymeti yüksektir Eğer Mecûsîler, Rumlar bunu duysalardı, hepsi Müslüman olurdu

Tefsîr yazmadı

Abdullah bin Abbâs hazretlerinin, müstakil bir tefsîr kitabı yoktur Fakat tefsîre dâir muhtelif rivâyetleri vardır İslâm âlimleri, tefsîr kitaplarını onun rivâyetleriyle süslediler

Abdullah bin Abbâs hazretlerinin nakledilegelen rivâyetlerinden bir kısmını, Fîrûzâbâdî, Tenvîr-ül-Mikbâs min Tefsîr-i İbni Abbâs adlı bir kitapta toplamıştır Onun tefsîre dâir rivâyetleri çeşitli yollarla nakledilmiştir

İbni Abbâs hazretlerinin verdiği fetvâlar, fıkıh ilminin en kuvvetli temellerindendir Halîfe Me’mûn zamanında toplatılan fetvâları, yirmi cildi bulmakta idi Kendisine havâle edilen mes’elelere gâyet açık ve isâbetli cevaplar vermesiyle meşhûr oldu Bu sebeple müşkillerini sormak üzere kendisine çok sayıda gelen oluyordu Suâl sormak için gelenlerin çok kalabalık olması sebebiyle, gelenleri ellişer kişilik gruplar hâlinde yanına alıp, suâllerine cevap verirdi

Talebelerinden Ebû Sâlih anlatır:

“İnsanlar mes’elelerini sormak için Abdullah bin Abbâs’ın evi önünde toplanmışlardı Yol, insanla dolup taşmıştı Kimsenin gelip geçmesi mümkün değildi Huzûruna girip, kapı önündeki durumu haber verdim Bana, su getirmemi söyledi Getirdiğim su ile, abdest aldı ve buyurdu ki:

- Şimdi çık ve dışardakilere söyle! Onlardan, Kur’ân-ı kerîm ve kırâat ilmine dâir soru sormak isteyenler gelsinler!

Dışarı çıkıp söyledim O husûsta mes’elesi olanlar içeri girdiler Ev doldu Müşkillerini sordular ve cevaplarını fazlasıyla alıp dışarı çıktılar Sonra tekrar buyurdu ki:

- Şimdi Kur’ân-ı kerîmin tefsîr ve te’vîli husûsunda bilgi edinmek isteyenler gelsin!

Söyledim İçeri girdiler Onlar da evin odalarını doldurdular Onların da suâllerini cevaplandırdı Doymuş olarak çıktılar Arkasından tekrar buyurdu:

- Harâm, helâl ve fıkıhtan mes’elesi olanlar gelsinler!

Cevaplarını aldılar

Haber verdim, onlar da içeri girdiler Evde yine boş yer kalmadı

Gelenler de harâm, helâl ve fıkhî mevzûlarda çeşitli suâller sordular Onlara da çok güzel cevaplar verdi

Gelenler dışarı çıktılar Sonra tekrar buyurdu ki:

- Ferâiz ya’nî mîrâs mes’elesine dâir suâlleri olanlar girsinler!

Onlar gelip evi doldurdular Cevaplarını alıp çıktılar

Onlar çıktıktan sonra yine buyurdu:

- Lügat ilminden ve edebiyattan sormak isteyenler girsinler

Onlar da gelip suâllerini sorup cevaplarını aldılar Böylece, suâli olanların hepsi, cevaplarını teferruatlı bir şekilde aldılar

Bu duruma yakînen şâhit olduktan sonra anladım ki, Kureyş, Abdullah bin Abbâs hazretleri ile ne kadar iftihâr etse azdır Hayatımda, kapısında böyle kalabalık insanların toplandığı bir başka kimse görmedim

İbni Abbâs hazretleri, hadîs ilminde bir deryâ idi 2660 civârında hadîs-i şerîf rivâyet etti Hadîs-i şerîfleri tedkîk ve araştırma ile öğrenirdi Rivâyetleri Kütüb-i sitte denilen meşhûr altı hadîs kitabında yer almaktadır

Abdullah bin Abbâs hazretleri, ömrünün son günlerinde 7-8 gün hasta yattıktan sonra, 687 senesinde Tâif’te vefât etti Cenâze namazını, Hz Ali’nin oğlu Muhammed bin el-Hanefiyye kıldırdı ve buyurdu ki:

- Bugün, bu ümmetin en âlimi vefât etti Onun vefâtı Müslümanları çok üzdü

Gözleri görmez olmuştu

Abdullah bin Abbâs hazretleri, uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücutlu bir zât idi Sakalını kına ile boyardı Çok ağlaması sebebiyle, yanaklarında, gözyaşlarının bıraktığı izler görünürdü Ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu Bunun için şu beyti söylemişti:

Allah, gözlerimden görme nûrunu aldıysa, Dilimde ve kalbimde o nûr devam ediyor

Abdullah bin Abbâs hazretleri buyurdu ki:

“Dağlar dahî birbirine karşı azsa, azgın cezâsını bulacaktır

“İçinde harâm olanın, ya’nî harâm yiyenin, namazını Allahü teâlâ kabûl etmez

“Benim için gecenin az bir vaktini ilme ayırmak, bütün geceyi ibâdetle geçirmekten daha sevimlidir

“İnsanlara hayrı öğretenler için, denizdeki balıklara varıncaya kadar her şey, Allahü teâlâdan magfiret diler

“Resûlullah efendimiz misvâk kullanmak husûsunda bize öyle emirler verirdi ki, bu husûsta bir âyet geleceğini zannederdik

“Her binânın bir temeli vardır İslâm binâsının temeli de güzel ahlâktır

“Zengine ikrâm edip, fakîre ihânet eden mel’ûndur

“Kıyâmet günü Cennete ilk da’vet edilecek olanlar, her durumda Allahü teâlâya hamd edenlerdir

“Ey çok günâh işleyen! Yaptığın işin şerli sonucu seni bekliyor, onun için kendinden emîn olma! Gülmektesin, ama başına neler geleceğini anlamıyorsun Bu hâlin, günâhların en büyüğüdür Bir hatâlı işte başarı kazanır, sevinirsin Bu sevinmen, yaptığın hatâdan daha büyüktür

Sabır üç çeşittir

“İşleyeceğin yanlış bir işin fırsatını kaçırınca, üzülürsün Hâlbuki bu, o hatâdan daha tehlikelidir Sen hatâdasın Allahü teâlâ, seni dâimâ görmektedir Bu görüş, kalbini titretmez Bu hâlin, yaptığın hatâdan daha fenâdır

“Sabır üç çeşittir Birincisi, farzların yapılmasında güçlüklere sabretmek Bunun sevâbı üçyüz derecedir İkincisi harâmlardan ve yasak edilen şeylerden sakınma husûsunda sabır Bunun altıyüz derece sevâbı vardır Üçüncüsü, musîbetin ilk geldiği anda gösterilen sabırdır Bunun da fazîleti dokuzyüz derecedir

Talebesi Mücâhid bin Cebr, Abdullah bin Abbâs’ın şöyle buyurduğunu nakleder:

“Üzerine gerekmeyen ve sana faydası dokunmayan şeyler hakkında konuşma! Çünkü bu fuzûlî bir iştir, zararından da emîn değilsin

Yerini bulmadıkça lüzûmlu olan sözü de konuşma! Çok kere faydalı söz yerini bulmaz da kaybolur gider

Sen de öyle yap!

Sefîh ve ahmak kimselerle mücâdele etme! Çünkü sefîh, kalbinden sana buğzeder Ahmak, âdî kimseler, dili ile sana eziyet ederler

Tanıdığın kimse yanından ayrıldığı zaman, onun ayrı bir yerde seni nasıl anmasını istersen, sen de onu öyle an!

Sen, affedilmeni istediğin husûslarda, onu da affet! Kardeşinin sana ne şekilde muâmele yapmasını istersen, sen de ona o şekilde muâmele et!

Suçlu olarak yakalanıp da, ihsân ile mükâfât görenin ameli gibi amel et!”

Abdullah bin Abbâs bir dersinde şöyle buyurdu:

- Besmeleyi okuyan, Allahü teâlâyı zikretmiş olur Elhamdülillah diyen, şükretmiş olur Allahü ekber diyen, Allahü teâlâyı ta’zîm etmiş, büyük bilmiş olur Lâ ilâhe illallah diyen, Allahü teâlâyı tevhîd etmiş olur Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh diyen, Allahü teâlâya teslîm olmuş olur Onun için Cennette yüksek bir derece ve hazîneler vardır

Abdullah bin Abbâs hazretleri, farzlara çok önem verirdi Nasîhat istiyenlere buyururdu ki:

- İlk önce farzları yapmalıdır Allahü teâlânın emirlerini yerine getir ve O’ndan yardım iste! Allahü teâlâ bir kulunda, düzgün niyet ve katındaki sevâba kavuşma arzûsu görünce, onun istemediği şeyleri ondan men eder

Allahü teâlâ, mü’min, fâcir, günâhkâr herkesin rızkını helâlden takdîr etmiştir Helâl rızkı için sabrederse, Allahü teâlâ onu mutlaka gönderir Sabırsızlık gösterip harâmdan bir şey yerse, helâl rızkından eksiltir

O da seni gözetir

Abdullah bin Abbâs anlatır:

“Resûlullah efendimiz bana şöyle buyurdu:

- Ey oğlum! Sana faydalı olacak ve Allahü teâlânın râzı olduğu birkaç şey öğreteyim mi?

Sen Allahü teâlânın hakkını gözetirsen, O da seni gözetir Genişlik vaktinde O’nu unutmazsan, sıkıntılı zamanında imdâdına yetişir

İnsanlar sana bir şey vermek için bir araya gelseler, o şeyi Allahü teâlâ takdîr etmedi ise vermeye güçleri yetmez Bir şeyden seni men ettiklerinde, eğer Allahü teâlâ o şeyi takdîr etti ise, mâni olamazlar

Yaptığını Allah için yap! Nefsinin hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekte, senin için çok hayır ve iyilikler vardır Allahü teâlânın yardımı, sabırla birlikte gelir Sıkıntıdan sonra rahatlık vardır

Abdullah bin Abbâs, kâinâtın yaratılışıyla ilgili olarak bir dersinde buyurdu ki:

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

İblîs, Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indirilince, Allahü teâlâya sordu:

- Kullarına saâdet yolunu göstermek için, birçok kitap ve Peygamberler verdin Kullarını azdırmak için, bana ne vereceksin?

- Senin kitâbın, nefsi azdıran şiirler ve mûsikîdir Peygamberlerin, kâhinler, falcılar, büyücülerdir Aklı gideren, kalbleri karartan gıdaların da, Besmelesiz yenilen, içilen şeyler ve sarhoş eden içkilerdir Nasîhatların, yalan; evin, oyun sahaları ve hamamlar; tuzakların, çıplak gezen kızlar; mescidlerin, fısk meclisleridir

Ümmetine emret!

Abdullah bin Abbâs buyurdu ki:

“Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâma buyurdu:

- Yâ Îsâ! Muhammed aleyhisselâma îmân et! Senin ümmetinden, Onun zamanına yetişecek olanların, Ona îmân etmeleri için de ümmetine emret! Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, Âdem Peygamberi yaratmazdım

Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, Cenneti, Cehennemi yaratmazdım Arşı su üzerinde yarattım Hareket etti Üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah yazınca durdu

Bir gün Abdullah bin Abbâs hazretlerine sordular:

- Beş vakit namazı emreden âyet-i kerîme, Kur’ân-ı kerîmin neresindedir?

Cevâbında buyurdu ki:

- Rûm sûresinin onyedinci ve onsekizinci âyetlerini oku! Bu iki âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:

(Akşam ve sabah vakitlerinde, Allahı tesbîh edin! Göklerde ve yeryüzünde olanların yaptıkları ve ikindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler, Allahü teâlâ içindir)

Akşam yapılan tesbîh, akşam ve yatsı namazlarıdır Sabah yapılan tesbîh, sabah namazıdır İkindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler, ikindi ve öğle namazlarıdır

Bu âyet-i kerîmeler, beş vakit namazı emretmektedir

Kabir azâbından kurtarır

Abdullah bin Abbâs anlatır:

“Birkaç Sahâbî yolculukta bir çadır kurduk Burada kabir olduğunu bilmiyorduk Birisinin Mülk sûresini başından sonuna kadar okuduğunu işittik Medîne’ye gelince, bunu Resûlullaha arz ettik Buyurdular ki:

- Bu sûre, ölüyü kabirdeki azâbdan kurtarır

Abdullah bin Abbâs buyurdu ki:

- Allahü teâlâ bütün emirleri için bir sınır koymuş, bu sınırı aşınca, özür saymıştır Özür olanı affetmiştir Yalnız, zikrediniz emri, böyle değildir

Bunun için bir sınır ve özür tanımamıştır Hiçbir özür ile zikir terkedilmez Çünkü O, “Dururken, otururken ve yatarken de zikrediniz! Her yerde, her hâlde, dil ile ve kalb ile zikredin! Beni hiç unutmayın” buyurdu

Bakara sûresinin yüzelliikinci âyetinde meâlen, “Beni zikredin! Ben de sizi zikrederim!” buyuruldu

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî:
ABDULLAH BİN AMR BİN ÂS



Abdullah bin Amr, Bedir ve Uhud harbinden başka bütün harplere katılıp, Peygamber efendimizin yanında bulundu İlk iki harbe yaşı küçük olduğu için katılamamıştır Katıldığı savaşlara süvâri olarak katıldı Ayrıca harbe gidecek askerleri tâlim ile, onları savaşa hazırlamak gibi mühim vazîfelerde bulundu Birçok harbe kumandan olarak katıldı

Askerlere binek temin et!

Abdullah bin Amr hazretleri, kumandanlığı ile ilgili bir husûsu, kendisi şöyle anlatır:

“Resûl-i ekrem efendimiz, yanımda bulunan develere askerleri bindirerek, bir tarafa göndermemi emir buyurunca, develerin askerlere kâfi gelmeyeceğini gördüm Peygamberimize mürâcaat ederek, ba’zı askerlerin yaya kaldıklarını söyledim Peygamberimiz bana şöyle buyurdu:

- Zekât olarak gelen erkek develer karşılığında, dişi develer satın alarak askerlere binek temin et!

Ben de, bir erkek deve karşılığında üç dişi deve alarak, askerlerin gidecekleri yere varmalarını sağladım

Abdullah bin Amr hazretlerinin, Peygamber efendimizin vefâtından sonra katıldığı ve büyük kahramanlıklar gösterdiği savaşlardan biri Yermük’tür Şam fâtihi olan babası Amr bin Âs da bu savaşta ordu kumandanlarından idi 240000 kişilik Bizans ordusuna karşı, 46000 kişilik İslâm ordusu, kısa zamanda zafer kazandı

Hz Abdullah bin Amr bin Âs, Peygamber efendimizin yanında bulunup, bizzat işiterek çok ilim öğrenmiştir Peygamberimizden işittiği her şeyi yazmak için izin istemiş ve aldığı müsâade üzerine pek çok hadîs-i şerîf yazmıştır

Eshâb-ı kirâmdan en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden Ebû Hüreyre, onun hakkında buyurmuştur ki:

- Resûlullahın hadîs-i şerîflerini, Abdullah bin Amr’dan başka benden çok ezberleyen ve rivâyet eden olmamıştır Çünkü o, yazıyordu Ben yazmamıştım

Abdullah bin Amr’ın, Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri, ona dediler ki:

- Sen, Resûlullahtan her işittiğin şeyi yazıyorsun Hâlbuki, Resûl aleyhisselâm ba’zan gadab, kızgınlık, ba’zan da neş’eli hâllerde iken söz söylemektedir

Yazmaya devam et!

Bunun üzerine Hz Abdullah, işittiklerini yazı ile kaydetmek husûsunda tereddütte kalmış ve mes’eleyi Resûl-i ekreme arzetmişti Resûlullah efendimiz, onu dinledikten sonra buyurdular ki:

- Yazmaya devam et! Çünkü, Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ağzımdan hak (ya’nî doğru, gerçek) olandan başka bir şey çıkmamıştır

Hz Abdullah Resûlullahtan işittiği bütün hadîs-i şerîfleri, Sahîfe-i Sâdıka adında bir mecmûada toplamıştır Kendisine sorulan suâllere, bizzat Resûlullahtan işiterek yazdığı bu mecmûayı çıkarıp bakar, sonra cevap verirdi

Hadîs-i şerîf râvîlerinden Ebû Kubeyl, Abdullah bin Amr ile ilgili şunu nakletmektedir:

“Abdullah bin Amr bin Âs’ın yanında bulunuyorduk Kendisine, İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisinin daha evvel fethedileceği soruldu

İstanbul feth olunacaktır!

Hz Abdullah, suâli dinledikten sonra, bir sandık getirtmiş ve Sahîfe-i Sâdıka’sını çıkarmış ve ona bakıp şu cevâbı vermişti:

- Bir gün, Resûlullahın etrafında oturmuş, hadîs-i şerîf yazıyorduk Bir ara Resûl-i ekreme; “İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisi daha evvel feth edilecek” diye soruldu (En önce Heraklius’un şehri olan İstanbul fetholunacaktır) buyurdular

Abdullah bin Amr’ın ilminden en çok istifâde eden muhitlerden biri de Basra’dır Bu şehre vâli tâyin edilenler, onun derslerine koşmayı başlıca vazîfe biliyorlardı Naklettiği ilimlerden bütün Müslümanlar faydalanmıştır

Arapçadan başka İbrânice ve Süryânice de bilen Abdullah bin Amr hazretleri, Resûlullah efendimizin mübârek ağızlarından işiterek topladığı hadîs-i şerîf mecmûasına, son derece titizlik gösterirdi İmâm-ı Mücâhid diyor ki:

- Abdullah bin Amr’ın elinde bulunan kitaplarından hangisine bakmak istesek, mâni olmazdı Fakat bu hadîs-i şerîf mecmûalarından birini okumak istediğimiz zaman, ona son derece îtinâ gösterir ve, “Ben, bunu bizzat Resûl-i ekremin mübârek ağzından işiterek topladım Onu, bütün dünyaya değişmem” derdi

Yedi yüz civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir

Abdullah bin Amr bin Âs hazretleri, uzun boylu, yakışıklı bir zât idi Zühd ve takvâsı çok olup, zirâatle iştigâl eder ve geçimini bu yoldan sağlardı Son derece cömert olup, eline geçeni dağıtır ve herkesi memnûn ederdi 684 târihinde yetmişiki yaşlarında Şam’da vefât etti

Hayrın en iyisi

Bir gün Hz Abdullah’a soruldu:

- Şerrin en fenâsı ve hayrın en iyisi hangisidir?

Buyurdu ki:

- Hayrın en iyisi; doğru söz, kötülüğü düşünmeyen kalb ve itâat eden hanımdır Şerlerin de en fenâsı; yalan söz, fenâ kalb ve itâat etmeyen hanımdır

Hz Abdullah şöyle bildiriyor:

Bir gün Resûl-i ekreme, “Yâ Resûlallah! Müslümanın hangisi hayırlıdır” diye sorduğum zaman buyurdular ki:

- Fakîrleri doyuran, tanıyıp-tanımadığı her Müslümana iltifât edendir

Abdullah bin Amr hazretleri, ilme çok ehemmiyet verirdi Buyururdu ki:

- Resûlullahtan işittim Buyurdu ki:

“İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan saptırırlar

Abdullah bin Amr hazretleri, gece sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri oruç tutardı Harâmdan son derece sakınır, hattâ mubâhların çoğunu da terkederdi Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu Ba’zan gece lâmbayı söndürür, Allah korkusundan sabaha kadar ağlardı
Çok ağlamaktan dolayı ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu Kendisi şöyle anlatır:

Üç gün oruç tut!

Ben, devamlı olarak, geceleri ibâdetle, gündüzleri de oruçlu olarak geçireceğimi söylemiştim Benim bu sözlerim Resûlullah efendimize haber verilmişti Peygamber efendimiz de bana buyurdular ki:

- Böyle diyen sen misin?

- Evet, öyle söylemiştim ya Resûlallah!

- Bunu yapamazsın Bunun için ba’zan oruç tut, ba’zan da tutma! Hem uyu, hem de ibâdet et ve ayda üç gün oruç tut! Çünkü üzerinde bedeninin, gözlerinin, âilenin, misâfirlerin hakkı vardır Ve muhakkak ki, ayda üç gün oruç sana yeter Bu, bütün sene oruç tutmak gibidir Çünkü iyi amel, on misli ile mükâfâtlanır

- Bundan daha fazlasını yapabilirim

- Bir gün tut, iki gün boz!

- Bundan daha fazlasını yapabilirim ya Resûlallah!

- Bir gün tut, bir gün tutma! Bu Hz Dâvüd’ün orucudur ve en uygun oruç budur

- Bundan daha fazlasını yapabilirim

- Bunun fazlası yoktur

Bundan sonra Hz Abdullah diyor ki: Resûlullahın buyurduğu ayda üç gün orucu kabûl etmiş olsaydım, bana çoluk çocuğumdan ve bütün malımdan daha sevgili olacaktı

Hz Abdullah, misâfire ikrâmı çok severdi Bununla ilgili Resûlullahtan işittiği şu hadîsi söylerdi: “Allaha ve âhıret gününe îmân eden, misâfirine ikrâm etsin! Allaha ve âhıret gününe inanan, komşusuna hürmet etsin! Allaha ve âhıret gününe îmân eden, ya hayır söylesin, yâhut sussun

Abdullah bin Amr hazretleri şöyle anlatır:

Birisi Resûl-i ekreme gelip cihâda gitmek için izin istedi Resûlullah efendimiz, o kimseye buyurdu ki:

- Anan baban hayatta mı?

- Evet hayattalar yâ Resûlallah!

- Onların yanına dön ve hizmetlerinde bulun!

Çok ağlardınız

Hz Abdullah bin Amr bin Âs’ın hikmetli sözleri çoktur Buyurdular ki:

“Faydasız söz söylemeyiniz!”

"Müzevvirlik, ara bozuculuk ve iki dostun arasını açmak, Allahü teâlânın gadabına sebep olur Eğer siz benim bildiğime vâkıf olsaydınız, çok ağlardınız

Hz Abdullah, meşhûr Mısır fâtihi Âmr bin Âs’ın oğlu olup, 616 yılında doğmuştur Annesi, Rayta binti Münebbih’dir Babasından önce îmân etti Müslüman olmadan önce adı Âs idi Peygamber efendimiz Abdullah olarak değiştirdi Künyesi, Ebû Abdurrahmân’dır Abâdiledendir




Uhud şehîdlerinden:
ABDULLAH BİN CAHŞ




Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Uhud harbinde Hz Abdullah bin Cahş'la arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı:

"Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı Abdullah bin Cahş yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti Bana şunları söyledi:

- Şimdi burada sen duâ et, ben "âmin" diyeyim Sonra ben duâ edeyim, sen de "âmin" de!

Kıyasıya vuruşayım

Ben de, "Peki!" dedim ve şöyle duâ ettim:

- Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder Onlarla kıyasıya vuruşayım Hepsini öldüreyim Gâzi olarak, geri döneyim

Abdullah bin Cahş benim yaptığım bu duâya, bütün kalbiyle "âmin" dedi Sonra kendisi şöyle duâ etmeye başladı:

- Allahım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım Cihâdın hakkını vereyim Hepsini öldüreyim

En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin

Gönlüm böyle bir duâya "âmin" demek arzu etmiyordu Fakat, o istediği ve önceden söz verdiğim için mecbûren "âmin" dedim

Kılıcı kırıldı

Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik İkimiz de önümüze geleni öldürüyorduk

O, son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu Düşmana hamle üstüne hamle ediyor, şehîd olmak için derin bir iştiyakla hücûmlarını tazeliyordu

"Allah Allah!" diye çarpışırken kılıcı kırıldı O anda sevgili Peygamberimiz, ona bir hurma dalı uzatarak, savaşa devam etmesini buyurdu

Bu dal bir mu’cize olarak kılıç oldu ve önüne geleni kesmeye başladı Birçok düşmanı öldürdü"

[Daha sonra bu kılıç, vârisleri elinde uzun seneler kaldı En son bir Türk kumandanı, iki yüz altına bunu satın almıştır]

Savaşın sonuna doğru Abdullah bin Cahş, Ebûl Hakem isminde bir müşrikin attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuştu

Şehîd olunca, kâfirler, bu mübârek şehîdin cesedine hücûm ederek burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kestiler Her tarafı kana boyandı

Muharebe bittikten sonra, Abdullah bin Cahş’ı şehîd edilmiş bulan Hz Sa’d, durumu ve onun yaptığı duâyı Peygamber efendimize anlattı

Resûlullah efendimiz de, onun duâsının kabûl edildiğini ve bu dünyada istediğine kavuştuğunu, âhırette de istediğine kavuşacağının anlaşıldığını bildirdi

Hz Abdullah bin Cahş’ı ve dayısı "Seyyidüşşühedâ" ya’nî, "Şehîdlerin efendisi" Hz Hamza’yı aynı kabre defnettiler

Abdullah bin Cahş hazretleri, Resûlullahın halası Ümeyme ile Cahş’ın oğludur Zevcât-ı tâhirâttan Zeyneb binti Cahş’ın kardeşidir Habeşistan'a iki kere hicret etti Birkaç kere ordu kumandanı yapıldıHz Ebû Bekir’in vasıtasıyla, kelime-i şehâdet getirerek, ilk Müslümanlardan olmak şerefine kavuştu

En çok katlananınızdır

Abdullah bin Cahş hazretleri, İslâmiyeti heyecanla yaşayan zâtlardandı İlk Müslüman olduğu yıllarda, kâfirler kendisine her türlü ezâ ve cefâyı yapmışlardı Hepsine de îmânının verdiği güç ile mukabele etmiş, ezâ ve cefâlara katlanmıştır Peygamber efendimiz, kendisi için buyurmuştur ki:

- Açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlananınızdır

Resûlullah efendimizin şehîdler için verdiği müjdeleri duyarak, hep şehîd olmaya can atar, harplerde hep en önde kahramanca çarpışırdı

Peygamber efendimiz hicretin ikinci senesinde, Nahle’de, Kureyş müşriklerini gözetlemek üzere, ilk önce Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı göndermek istemişti Hz Ebû Ubeyde, Peygamber efendimizden ayrılmaya dayanamıyarak ağlamaya başladı Bunun üzerine Peygamberimiz, onu göndermekten vazgeçti Hz Abdullah bin Cahş der ki:

"O gün Resûlullah aleyhisselâm, yatsı namazını kılınca bana buyurdu ki:

- Sabahleyin yanıma gel! Silahın da yanında bulunsun! Seni bir tarafa göndereceğim

Sabah olunca mescide gittim Kılıcım, yayım, ok ve çantam üzerimde, kalkanım da yanımda idi Resûlullah efendimiz, sabah namazını kıldırdıktan sonra, muhâcirlerden benimle birlikte gidecek birkaç kişi buldu Bir mektup vererek buyurdu ki:

- Seni bu kişilerin üzerine kumandan tayin ettim Git! İki gece yol aldıktan sonra, mektubu aç! Orada yazılanlara göre hareket et!

- Yâ Resûlallah! Hangi tarafa gideyim?

- Necdiye yolunu tut! Rekiye’ye, kuyuya yönel!"

Abdullah bin Cahş hazretleri, Nahle seferine görevlendirildiği zaman, ilk defa "Emîr-ül-mü’minîn" sıfatı verildi Böylece, İslâmda ilk tayin olunan "emîr" oldu Mücâhidlerin, iki kişisi için bir develeri vardı

Kimseyi zorlama!

Sekiz veya oniki kişilik bir birlik ile iki gün sonra Melel mevkiine vardıklarında, mektubu açtı Mektupta şunlar yazılıydı:

Bismillâhirrahmânirrahîm Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle vâdisine ininceye kadar, Allahü teâlânın ismi ve bereketiyle yürüyüp gidersin

Arkadaşlarından hiçbirini, seninle birlikte gitmeye zorlamayasın! Nahle vâdisindeki Kureyşlileri, Kureyşlilerin kervanını gözetleyip denetleyesin! Onların haberlerini bize bildiresin!

Emîr-ül-mü’minîn Hz Abdullah bin Cahş, Peygamberimizin mektubunu okuduktan sonra, "Bizler Allahü teâlânın kullarıyız ve hep O’na döneceğiz İşittim ve itâat ettim Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün emrini yerine getireceğim" diyerek mektubu öpüp, başına koydu Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:

- Hanginiz şehîd olmayı istiyor ve özlüyorsa, benimle gelsin! Gelmek istemeyen dönüp gidebilir, hiçbirinizi zorlayıcı değilim Gelmezseniz, ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini yerine getireceğim

Biz de işittik

Arkadaşları hep birden cevap verdiler:

- Biz de, işittik Allahü teâlâya, Peygamber efendimize ve sana itâat edicileriz Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi ile yürü

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin de bulunduğu küçük ordu ile Hicâz’a doğru yol aldılar ve Nahle’ye geldiler Bir yere gizlendiler Oradan gelip geçen Kureyşîleri gözetlemeye başladılar

Bu sırada bir Kureyş kâfilesi geçti Develer yüklü idi Mücâhidler, Kureyş kâfilesine yaklaşarak, onları İslâma da’vet ettiler Kabûl etmeyince, çarpışma başladı Çarpışma sonunda, birisini öldürdüler, ikisini esir aldılar Birisi de atlı olduğu için ona yetişemediler Kâfirlerin bütün malı mücâhidlere kaldı

Hz Abdullah bin Cahş, bu ganimet mallarının beşte birini Resûlullah efendimize ayırdı Bu ganimet, Müslümanların aldıkları ilk ganimetti Bu beşte bir hisse de, ilk ayrılan beşte bir idi İlk öldürülen müşrik ve alınan esirler de, bu Nahle seferindeydi Daha henüz ganimetle ilgili âyet-i kerîmeler gelmemişti

Bundan sonra Bedir gazâsı oldu Alınan esirler için, Resûlullah efendimiz, Hz Ebû Bekir, Hz Ömer ve Hz Abdullah bin Cahş’a danıştı Hicretin üçüncü senesinde yapılan Uhud harbinde büyük kahramanlıklar gösterdi Hz Abdullah bin Cahş yiğitliğin sembolüydü

En çok özlediği

Abdullah bin Cahş, Peygamberimize çok bağlı idi Resûlullah efendimiz, onu emîr tayin ettiği vakit, kendisine sormuştu:

- Ey Abdullah! Dünyada en çok arzu ettiğin, özlediğin nedir?

Bunun üzerine, "Allah ve Resûlüne muhabbettir" diye arzetmişti

Hz Abdullah orta boylu, çok yakışıklı bir zât idi Peygamber efendimizi pek ziyâde severdi Bu muhabbet uğrunda canını fedâdan çekinmemiş, Uhud harbinde en büyük kahramanlığı göstererek, Allahü teâlânın rızâsı uğrunda şehâdet şerbetini içmiştir

Eshâb-i kirâm arasında lâkabı, "El Mücâhidü fillah", ya’nî "Allah yolunun fedâisi" idi Şehîd olduğunda 40 yaşlarında idi Allah yolunda Habeşistan’a yapılan ikinci hicretten sonra, âilece Medîne’ye hicret etmişti Medîne’ye hicret edince, Asım bin Sâbit ile kardeş oldu




Hz Ebû Bekir’in oğlu:
ABDULLAH BİN EBİ BEKR-İ SİDDIK




Hz Abdullah, babasi Ebû Bekr-i Siddîk'in da’vetiyle, küçük yaşta Müslüman oldu Peygamber efendimiz ile babası Mekke’den Medîne’ye hicretlerinde, Sevr Mağarasına geldiklerinde, habercilik vazifesini yaptı
Zekî ve kabiliyetli bir genç olduğundan, babasının emir ve direktiflerini harfiyen yerine getirirdi Gündüzleri Mekke’de Kureyşliler arasında bulunup, onların Peygamberimiz ve Hz Ebû Bekir hakkında söylediklerini, akşam vakti Sevr Mağarasına gelerek haber verirdi Geceyi orada geçirip, tanyeri ağarmadan Mekke’ye dönerdi Bu hizmeti, onun adını İslâm tarihine geçirdi

Muhâsarada yaralandi

Hz Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk; hicret-i Nebevî’den sonra, Mekke’den Medîne’ye geldi Resûlullah ile hicretin 8 senesinde Mekke’nin fethinde bulundu Atike binti Zeyd bin Amr ile evliydi Mekke’nin fethinden sonra Huneyn Gazvesine katıldı Huneyn’den kaçan Sakif ve Hevâzinlilerin toplanmalarına mâni olmak için, onların sığınıp, saklandıkları Tâif Kalesini muhâsara etti Muhâsarada ok isâbet edip, yaralandı Medîne’ye yaralı olarak döndü

Hz Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Peygamber efendimiz için hazırlanan elbiseyi yedi altına satın almıştı Sonra Resûlullahın tekfînine uygun görülmeyince, teberrüken kendine kefen için saklamıştı

Rûhunu teslim edeceği sırada, "Bunda, hayır ve bereket olsa idi, Resûlullah efendimiz tekfîn olunurdu" deyip, kendisine bunu kefen yaptırmadı

Hz Ebû Bekir’in hilâfetinin başlarında, hicretin onbirinci senesinin Şevvâl ayında Tâif’te aldığı yaranın iyileşmemesi sebebiyle vefât etti Cenâze namazını Hz Ebû Bekir kıldırdı Kabrine ise, Hz Ömer, Talha ve kardeşi Abdurrahman bin Ebî Bekir indirmişlerdir Tâif şehîdlerinden sayılır

Onun vefâtından bir müddet sonra, HzEbû Bekir’e, Sakif heyeti geldi O sırada Hz Abdullah’ın ölümüne sebep olan ok, Hz Ebû Bekir’in yanındaydı Oku, heyettekilere göstererek sordu:

- İçinizde bu oku tanıyanınız var mı?

Ben yonttum

Aclân oğullarından Hz Sa’d bin Ubeyd dedi ki:

- Bu oku ben yonttum; ucunu ben sivrilttim; tüyünü ben taktım; bunu atan da benim

Bunun üzerine Hz Ebû Bekir buyurdu ki:

- Bu ok, Abdullah bin Ebî Bekir’i şehîd eden oktur Senin elinle ona şehîdlik şerbetini içiren, onun eliyle seni öldürtmeyen Allaha hamdolsun Allahın himâyesi geniştir

Hz Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Eshâb-i kirâmdan olup, ilk Müslümanlardandır Babası Ebû Bekr-i Siddîk, annesi Kâtile binti Abdiluzza’dır Esmâ ile anne bir kardeştir Doğum tarihi bilinmemektedir




Meleklerin Yıkadığı Sahâbînın Oğlu:
ABDULLAH BİN HANZALA




Abdullah bin Hanzala hazretleri, Eshâb-i kirâmdan, şehâdeti ile meşhûrdur Babası da, Eshâbdan olup, (Gasîl-ül-melâike) Meleklerin yıkadığı Sahâbî lakabıyla tanınmıştır Annesi Cemile binti Abdullah’tır
Babası Hanzala, Uhud vak’ası gecesi evlenmiş, ertesi gün Uhud’da şehîd olmuştur Hz Abdullah, Peygamber efendimizin vefâtında yedi yaşında idi ve Peygamberimizi görüp, gönüllere şifâ olan sohbetine kavuşmuştur

Rü’yâda gördüm

Hz Abdullah, 682 senesinde, Hara savaşında Zilhiccenin bitmesine üç gün kala, perşembe günü şehîd olmuştur

Önce sekiz oğlunu, birer birer savaş meydanına çıkarıp, hepsi şehîd olduktan sonra, kılıcının kınını kırarak askerlerin içine dalmış, şehîd oluncaya kadar mücâdele etmiştir

Abdullah bin Ebî Süfyân anlatır:

"Ben babamı şöyle derken işittim: Abdullah bin Hanzala’yı şehîd edildikten sonra rü’yâda çok güzel bir şekilde gördüm Kendisine sordum:

- Ey Ebû Abdurrahmân, sen öldürülmedin mi?

- Evet, fakat öldürülünce, Rabbim beni Cennetine koydu Ben burada serbestçe dolaşıyor ve Cennet ni’metlerinden istifade ediyorum

- Ya senin eshâbın, arkadaşların? Onlara ne oldu?

- Onlar benim sancağım etrafındadırlar Ki, sen bunu görüyorsunAramızda olan bu konuşmalardan sonra, uykumdan uyandım Gördüğüm rü’yânın Hz Abdullah bin Hanzala için hayırlı olduğunu anladım"

Süfyân bin Selim’in rivâyetine göre, Iblis, Hz Abdullah bin Hanzala’ya göründü ve ona dedi ki:

- Dinle sana birşey öğreteyim

Hz Abdullah da cevap verdi:

- Senden birşey öğrenmeye ihtiyacım yoktur

Baskasından birşey isteme!

Şeytan tekrar dedi ki:

- Dinle de, istersen alır, istemezsen almazsın

Şeytan, sonra sözlerine şöyle devam etti:

- Ey Hanzala’nın oğlu, Allahtan başkasından birşey isteme! Her istediğini Allahü teâlâdan iste! Kızdığında, nasıl bir hâl aldığına bir bak!

Sen kızdığın zaman, ben sana hakim olurum

Abdullah bin Hanzala hazretleri, ziyâret için, arkadaşları ile beraber, Sa’d bin Ubâde hazretlerinin oğlunun evine gitmişti

Namaz vakti gelince ev sahibine, imâm olmasını teklif ettiler O da misâfirlerden birinin imâm olmasını istedi Hz Abdullah şöyle rivâyette bulundu:

- Resûlullah efendimiz, "Bir kimsenin kendi yatağında yatması, hayvanına binmesi ve evinde imâmlık etmesi evlâdır" buyurdu




Resûlullahın elçilerinden:
ABDULLAH BİN HUZÂFE




Peygamber efendimiz, Hudeybiye antlaşmasından sonra, İslâmın bütün dünyaya yayılması ve insanların Cehennemden kurtulup, ebedî saâdete kavuşmaları için hükümdarlara elçiler göndermek istiyordu Zîrâ o, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti

İstediğini emret!

Bu sebeple bir gün, Eshâb-ı kirâma buyurdular ki:

- Ba’zınızı, yabancı hükümdarlara göndermek istiyorum Sakın, İsrâiloğullarının, Peygamberlerine karşı davrandıkları gibi, siz de bana karşı davranmayasınız!

Eshâb-ı kirâm cevap verdiler:

- Yâ Resûlallah! Biz, sana karşı, hiçbir zaman, hiçbir şey hakkında aykırı davranmayız Sen, bize, istediğini emret, bizi istediğin yere gönder!

Bunun üzerine İslâmiyete da’vet etmek üzere, Hükümdarlara birer mektupla altı sahâbî gönderildi Bu altı elçiden birisi de, Abdullah bin Huzâfe idi Peygamberimiz onu, Kisrâ’ya ya’nî İran şâhına göndermişti

Peygamberimiz, mektubunu Kisrâ’ya sunmak üzere Bahreyn vâlisine vermesini de Abdullah bin Huzâfe’ye emretti

Peygamberimiz, Kisrâ’ya yazdığı mektubunda şöyle buyurdu:

“Bismillâhirrahmânirrahîm Allahın Resûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü Kisrâ’ya!

Hidâyete uyan, doğru yolu tutanlara, Allaha ve Resûlüne îmân edenlere, Allahtan başka hiçbir ilâh ve ma’bûd olmadığına, O’nun eşi, ortağı bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet getirenlere selâm olsun!

Ben, seni, Allaha îmâna da’vet ediyorum! Çünki ben; Allahın, kalbleri diri ve akılları başında olanları uyarmak, kâfirler hakkında da, o azâb sözü gerçekleşmek için bütün insanlara göndermiş olduğu Peygamberiyimdir!

Öyle ise, Müslüman ol, selâmeti bul! Da’vetimden yüz çevirir, kaçınırsan, bütün Mecûsîlerin günâhı senin boynuna olsun!”

Bahreyn vâlisine verdi

Peygamberimizin, İran Şâhı’na göndermiş olduğu mektubun aslı, 1962 yılı kasımının sonuna doğru Şam’da bulunmuştur Parşömen üzerine yazılmış bulunan bu mübârek mektup, zamanla rengi değişmiş ve dokuması eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmış olup, boyu 28 cm, eni 21,5cmdir

Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Peygamberimizin mektubunu Kisrâ’ya sunmak üzere, Bahreyn vâlisi Münzir bin Sava’ya başvurdu O da, onu Kisrâ’ya yolladı

Abdullah bin Huzâfe’nin bildirdiğine göre, kendisi, Kisrâ’nın kapısına kadar vardı Yanına girmek için izin istedi

Kisrâ, önce köşk salonunun süslenmesini emretti Sonra, Fars devlet adamlarının, daha sonra da, Peygamberimizin elçisinin içeri alınmasına müsâade etti

Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Peygamberimizin mektubunu sunmak üzere İran Kisrâ’sının huzûruna girdi Kisrâ, Peygamberimizin mektubunun elçiden alınmasını emretti Abdullah bin Huzâfe dedi ki:

- Onu, Resûlullah efendimizin buyruğu üzere, sana kendim vereceğim!

Kisrâ bunun üzerine dedi ki:

- Öyle ise, haydi yanıma yaklaş!

Düş hayâtı yaşıyorsunuz

Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’ya yaklaşarak mektubu sundu Kisrâ, mektubu okutmak için Hîreli kâtibini çağırdı Mektubu ona okuttu Kâtip, mektubu:

“Allahın Resûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü Kisrâ’ya!” diyerek okumaya başlayınca, Kisrâ, mektuba, Peygamberimizin kendi ismiyle başlamış olmasına son derecede öfkelendi Bağırdı, çağırdı

Bunun üzerine Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’nın huzûrunda şöyle konuştu:

- Ey Fars cemâ’atı! Sizler, yeryüzünden ancak ellerinizde bulunan bir kısmına hâkim olarak, Peygambersiz ve Kitapsız olarak sayılı günlerinizi geçiriyor, bir düş hayatı yaşıyorsunuz! Hâlbuki, yeryüzünün, hâkim olamadığınız kısmı daha çoktur

Ey Kisrâ! Senden önce, nice dünyalık ve âhıretlik hükümdarlar gelmiş geçmiş ve hüküm sürmüşlerdir Onlardan, âhıretlik olanlar,dünyadan da nasîblerini almışlar; dünyalık olanlar ise, âhıret nasîblerini yitirmişlerdir! Dünyaya çalışmakta birbirlerinden geri kalanlar, âhırette bir hizâya gelmişlerdir

Sana getirip sunduğumuz bu işi, sen küçümsüyorsun, ammâ, vallahi, nerede olursan ol, küçümsediğin şey gelince, ondan korkacak ve korunamayacaksın!

Bana mektup yazıyor ha!

Kisrâ ise öfke ile saltanatına gururlanarak dedi ki:

- Şuna bak! Benim, kulum, kölem olan kişi, kalkıyor da, bana mektup yazıyor hâ! Mülk ve saltanat, bana mahsûstur! Benim, bu husûsta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana bir ortak çıkacağından korkum vardır!

Firavun, İsrâiloğullarına hâkim olmuştu Siz, onlardan daha iyi ve güçlü değilsiniz Sizi, hemen hâkimiyetim altına alıvermeme ne engel var? Ben, Firavun’dan daha iyi ve güçlüyümdür!

Kisrâ, daha mektubun içinde ne denildiğini öğrenmeden mektubu alıp yırttı Ve Peygamberimizin elçisini dışarı çıkarmalarını adamlarına emretti

Abdullah bin Huzâfe hazretlerini dışarı çıkardılar

Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’nın huzûrundan çıkar çıkmaz, hayvanının üzerine atlayıp yol almaya koyuldu Kendi kendine dedi ki:

- Vallahi, benim için iki yoldan hangisi olursa, gam çekmem Nasıl olsa Resûlullahın mektubunu vermiş, vazîfemi yapmış bulunuyorum

Kisrâ, öfkesi geçtikten sonra, elçinin içeri alınmasını emretti Onu, Hîre’ye kadar arattırdı ise de bulduramadı

Mektubumu parçaladı

Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Medîne’ye gelip durumu, Peygamberimize haber verdi Kisrâ’nın kızarak mektubu yırttığını söyleyince, Peygamberimiz buyurdu ki:

- Parça parça olsunlar! O, benim mektubumu parçaladı Allah da, onun mülkünü, saltanatını parçalasın!

O, kendi eliyle mülkünü parçalamış oldu! Ey Allahım! Onun mülkünü, saltanatını parçala!

Allahü teâlâ Resûlünün duâsını kabûl etmiş, Kisrâ, oğlu tarafından bir gece hançerlenerek parça parça edilmişti Hz Ömer zamanında da bütün İran toprakları zaptedilerek Müslümanların eline geçti

Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Hz Ömer devrinde Bizanslılarla yapılan bir savaşta birçok Müslümanla birlikte esîr düşmüştü Bizanslılar, ellerine geçirdikleri esîrlere önce Hıristiyanlık telkîni yapar, kabûl ettiği takdirde serbest bırakırlar, aksi hâlde çeşitli işkencelerle öldürürlerdi

Abdullah bin Huzâfe’nin, Sahâbenin ileri gelenlerinden biri olduğunu öğrenen Kral, ona ayrı bir ehemmiyet veriyor, Hıristiyanlığı kabûl etmesi için devamlı telkînler yaptırıyordu Fakat Abdullah bin Huzâfe bu tekliflerin hiçbirisine kulak asmıyor, kelime-i şehâdeti söylemeye devam ediyordu Kral henüz ümidini kesmemişti

Hz Peygamberin yakın arkadaşlarından birisinin Hıristiyanlığı kabûl etmesi, günden güne yayılarak, Bizans’ı tehdit eden Müslümanlar arasında bir panik meydana getirecek ve Hıristiyanlık âlemi için büyük bir muvaffakiyet olacaktı

Mülküme ortak ederim

Onun için Kral, Hz Abdullah’ın Hıristiyan olması hâlinde kavuşacağı dünyalıkları durmadan arttırıyor, yeni yeni tekliflerde bulunuyordu En sonunda şöyle bir teklifte bulundu:

- Hıristiyan olmayı kabûl ettiğin takdirde, kızımı verir, seni saltanatıma ve mülküme ortak ederim

İlk Müslümanlardan olup, Mekkeli müşriklerin daha önceki işkencelerine katlanmış olan Hz Abdullah, izzetle haykırarak şu cevabı verdi:

- Değil bütün Bizans topraklarını, Arap ve Acem topraklarını da versen, bir an olsun dînimden dönmem!

Bunun üzerine Kral, Hz Abdullah’a dedi ki:

- Öyle ise öldürüleceksiniz

- Buna gücünüz yetebilir Ama îmânımı kalbimden çıkarıp atamazsınız!

Abdullah bin Huzâfe’den beklediği netîceyi alamayan Bizanslılar, Hz Abdullah’ı çarmıha gerdiler ve okçular devamlı olarak, ellerine ve ayaklarına yakın yerlere ok yağdırdılar Bu arada yine Hıristiyanlık telkînlerine devam ediliyordu

Aynı zamanda, bir kazan su kaynatılmış ve Hıristiyan olmayı reddetmiş olan diğer Müslümanlardan birisi getirilmiş, kazana atılmak üzere bekletiliyordu

Ağlamaya başladı

Derken o Müslüman kaynar suya atıldı Etrafta bulunanlar ve Hz Abdullah bu fecî durumu gördüler Sonra kazanın yanına Hz Abdullah getirildi

Bu esnada Hz Abdullah ağlamaya başladı Kral Hz Abdullah’ın korkusundan ağladığını zannederek, tekrar Hıristiyan olmasını teklif etti Hz Abdullah yine tekliflerini reddetti Bunun üzerine kral sordu:

- O hâlde niçin ağlıyorsun?

- Ben korkumdan ağlamış değilim Biz Müslümanlar Allah yolunda ölümden korkmayız Benim ağlamamın sebebi şudur ki; başımdaki saçlarım adedince canlarım bulunsa da, onlardan her biri böyle Allah yolunda ölüme gitse, diye düşündüm ve böyle bir düşünce beni ağlamaya sevketti

İslâm izzetinin müşahhas bir timsâli olan Hz Abdullah’ın bu sözleri karşısında Kral yeni bir teklifte bulundu:

- Başımdan öpersen, seni serbest bırakacağım

Bizans saltanatına ortaklık teklifi karşısında bile îmânından fedâkârlık göstermeyen Hz Abdullah, bir Hıristiyanın başından nasıl öperdi? Şöyle mukabil bir teklifte bulundu:

- Burada bulunan bütün Müslüman esîrleri serbest bıraktığın takdirde, dediğini yaparım

Hz Abdullah, kralın başını öpmeye giderken şöyle düşünüyordu:

“Bu adamın, Allahın düşmanlarından birisi olduğuna inanıyorum Bunun başını ise, ancak Müslüman kardeşlerimi serbest bırakacağı için öpüyorum

Hz Abdullah, kralın başını öptü ve o da sözünde durarak 80 Müslüman esîri serbest bıraktı

Abdullah bin Huzâfe’nin îmânından gelen izzet ve fedâkârlığı, 80 Müslümanın kurtarılmasına ve daha nicelerinin îmânını kurtarmasına vesîle olmuştu

Her Müslümanın vazîfesidir

Esîrlerle birlikte Medîne’ye dönen Hz Abdullah, Hz Ömer tarafından karşılandı Hz Ömer, Abdullah’ı tebrik etti ve orada bulunan Müslümanlara hitâben;

- Abdullah, kralın başından öperek 80 Müslüman kardeşimizin kurtuluşuna vesîle olmuştur Onun için, Abdullah’ın başından öpmek her Müslümana bir vazîfedir İşte ilk önce ben öpüyorum, dedi ve başından öptü

Abdullah bin Huzâfe, ilk Müslümanlardan idi Soyu Hz Lüey’de Peygamber efendimizle birleşmektedir Annesi Hârisoğullarındandır Müslüman olduktan sonra Mekkeli müşriklerin işkencelerine ma’rûz kaldı İki defa Habeşistan’a hicret etti

Bedir savaşından sonra Medîne’ye geldi Resûlullahla birlikte bütün savaşlara katılan Abdullah bin Huzâfe hazretleri, bir ara Peygamberimiz tarafından 50 kişilik bir seriyyenin kumandanlığına da getirilmişti Abdullah bin Huzâfe, Hz Osman devrinde Mısır’da vefât etti

Allah ondan râzı olsun

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



Kur'ân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî:
ABDULLAH BİN MES'ÛD




Abdullah bin Mes'ûd hazretleri, Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olup, ilk îmâna gelenlerdendir

Gençliğinde fakîr idi Bundan dolayı çobanlık yapıyordu Bir gün koyun güderken Peygamber efendimiz ve Hz Ebû Bekir ile karşılaştı Resûlullah efendimiz:

- Ey genç! İçmemiz için sütün var mı? diye sordu O da:

- Yok efendim, deyince, Peygamber efendimiz, hiç yavrulamamış bir koyunun memesini elleri ile sıvazlayıp, duâ etti Koyunun memesi derhal süt ile doldu Hz Ebû Bekir, büyük bir kap getirip doldurdu Bu sütten içtiler Peygamber efendimiz sonra: "Çekil, büzül" buyurdu Koyunun memeleri eski hâline geldi

Nasıl sağdınız?

Abdullah bin Mes'ûd, olanları hayretler içinde seyretti Dayanamayıp sordu:

- Bu nasıl oldu? Hiç sütü olmayan koyundan bu kadar sütü nasıl sağdınız? Söylediğiniz duâyı lütfen bana da öğretin

Peygamber efendimiz, başını sıvazlayıp:

- Allahü teâlâ sana rahmet etsin! Sen Hakkı öğrenebilecek bir çocuksun, buyurdu

Bu mu'cizeyi gören ve konuşmaları işiten genç:

- Siz sıradan bir kimse değilsiniz Senin, Cenâb-ı Hakkın Peygamberi olduğuna inandım, deyip Kelime-i şehâdet getirdi ve Müslüman oldu

Kimse yok mu?

Abdullah bin Mes'ûd hazretleri Mekke'de ilk defa açıktan Kur'ân-ı kerîm okuyan sahâbîdir

Bir gün Eshâb-ı kirâm, bir yerde oturup sohbet ediyorlardı İçlerinden birisi:

- Resûlullahtan başka, hiç kimse çıkıp da Kur'ân-ı kerîmi müşriklere karşı açıktan okuyamadı Bunu yapacak kimse yok mu? dedi İbni Mes'ûd hazretleri hemen atılıp:

- Ben okurum, dedi

- Biz, sana bir zarar vermelerini istemeyiz Müşriklerin, kabîlesinden korkacakları bir kimse okusun

- Bırakın gideyim! Siz dua edin! Allahü teâlâ beni korur!

Ertesi gün, Makâm-ı İbrâhim'e gitti Müşrikler orada toplanmış hâldeydiler İbni Mes'ûd hazretleri Besmele-i şerîfe çekip, "Errahmânu allemel Kur'âne" diyerek Rahmân sûresini okumaya başladı

Müşrikler hep birlikte üzerine yürüdüler Tekme tokat vurmaya başladılar Yüzü gözü her tarafı yara bere içersinde kaldı Fakat o, sanki hiç bir şey yapılmıyormuş gibi sâkin sâkin Kur'ân-ı kerîmi okumaya devam etti Okuması bittikten sonra Eshâb-ı kirâmın yanına vardığında dediler ki:

- Korktuğumuz başımıza geldi Bir daha gidip onların yanında okuma!

- Hayır yine gidip okuyacağım Müşrikleri ilk defa böyle perişan hâlde gördüm Onların âcizliği beni çok sevindiriyor Bana yapılan işkencelerden acı duymuyorum

O, ertesi günü yine gidip, tekrar okudu Yine tartakladılar Hattâ kızgın çöllere yatırıp işkence ettiler O yine aldırmadan okumalarına devam etti Sonunda müşrikler çâresiz kaldılar

Mekkeli müşrikler diğer Müslümanlara yaptıkları gibi, Abdullah ibni Mes'ûd'a da çok eziyet ve işkence yaptılar İşkenceler dayanılmayacak hâle gelince izin ile iki defa Habeşistan'a hicret etti Resûlullah efendimizin hicret etmesinden sonra, Habeşistan'dan Medîne'ye hicret etti Burada önce Muâz bin Cebel'in evinde misâfir kaldı Sonra Mescid-i Nebî'nin yanında bir ev yaptırarak taşındı

İbni Mes'ûd hazretleri, cüssesinden umulmayan kahramanlıklar göstermiştir Savaşlarda, Resûlullahın yanından ayrılmayıp, canfedâ bir şekilde savaşırdı Bedir savaşında, küfrü ve îmânsızlığı meşhûr Ebû Cehil'in başını o kesmiştir

Savaşta, Eshâb-ı kirâmdan Afra hatûnun çocukları Muâz ve Muavviz, kılıç darbeleri ile Ebû Cehil'i kımıldayamıyacak şekilde yaralayıp, yıktılar Öldüğünü zannedip oradan ayrıldılar Peygamber efendimiz Ebû Cehil'i merak edip:

- Acaba Ebû Cehil ne yaptı, ne oldu? Kim bakar? buyurarak, araştırılmasını emretti Aradılar bulamadılar Gelip durumu bildirince Peygamber efendimiz:

Allahü teâlâ zelil etti

- Aramaya devam ediniz! Eğer onu tanıyamazsanız, dizindeki yara izine bakınız Birgün ben ve o, Abdullah bin Cûdan'ın ziyâfetine gittik İkimiz de gençtik Ben ondan biraz büyükçe idim Orada onu itince düştü, dizlerinden birisi yaralandı Bu iz onun dizinden kaybolmadı, buyurarak Eshâbına kolay tanımaları için işâret verdi

Bunun üzerine, İbni Mes'ûd hazretleri yerinden fırlayıp aramaya gitti Epey bir aramadan sonra, ölüler arasında ta'rife uygun yaralı birisini gördü Yanına yaklaşıp sordu:

- Sen Ebû Cehil misin?

- Evet, Ebû Cehil'im

- Ey Resûlullah düşmanı! Nihâyet Allahü teâlâ seni hakîr ve zelîl etti?

Aldığı yaralardan, acılar içinde kıvranan İslâm düşmanı Ebû Cehil, hâlâ inadına, düşmanlığına devam ediyordu En ufak bir pişmanlık eseri yoktu Ebedî olarak, Cehennemde kalmak üzere dünyadan ayrılmakta iken bile mel'ûn hâlâ ağzından kin kusuyordu:

- Ne diye beni zelîl ve hakîr edecek ey koyun çobanı! Hakîr olan sizler olacaksınız! Sen bana zaferden bahset! Kim kazandı kim kaybetti?

- Zafer Allah ve Resûlünün tarafındadır, ey mel'ûn Artık sonun geldi Zehir kusan başını, şu iğrenç vücûdundan ayıracağım

- Doğrusu beni, senin gibi birisinin öldürmesi bana çok ağır gelecek

- İşte Allah ve Resûlüne karşı gelen, onlara düşmanlık besliyenin sonu böyle zelîl olmaktır Sen ve senin gibi olanların sonları böyle olacak Burada zelîl olduğunuz gibi, âhırette daha zelîl olacaksınız! Ebedî olarak, Cehennem ateşi ile yanacaksınız Cehennemde, şimdiki bu hâlinizi çok arayacaksınız Fakat bulamıyacaksınız

İbni Mes'ûd hazretleri, başını kesmek için Ebû Cehil'in miğferini çıkartırken:

- Ne olur hiç olmazsa, boynumu gövdeme yakın kes ki, başım heybetli görünsün, diyerek küfrünün, gurur ve kibrinin ne dereceye çıkmış olduğunu gösterdi

Ümmetin fir'avnı

İbni Mes'ûd, Ebû Cehil'in başını kılıcıyla kopardı Kılıcını, miğferini aldı Başına bir ip bağlayıp, sürükliyerek Resûlullahın huzûruna götürdü Sevinç içinde:

- Yâ Resûlallah! Bu, Allahü teâlânın düşmanı Ebû Cehil'in başıdır, dedi Peygamber efendimiz de:

- O Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur, buyurdu

Sonra İbni Mes'ûd hazretleri ile beraber, Ebû Cehil'in cesedinin yanına gitti Ona hitap ile:

- Allahü teâlâya hamd olsun ki seni zelîl ve hakîr kıldı Ey Allahın düşmanı! Sen bu ümmetin fir'avnı idin! buyurdu

Hz Abdullah bin Mes'ûd, Uhud'da, Hendek'te, Biat-ı Rıdvan'da, Mekke'nin fethinde ve Tebük seferlerinde bulundu Peygamber efendimizin vefâtından sonra da Yermük harbine katıldı Kûfe kadılığına tayin olundu Orada hazine muhafızlığı da yaptı Hz Ömer, Kûfe halkına yazdığı mektupta şöyle diyordu:

- Ey Müslümanlar! Size iki arkadaşımı yolluyorum Ammâr vâlî, Abdullah kâdı olacaktır Onları dinleyiniz ve söylediklerini yapınız Çünkü ikisi de Resûlullahın Eshâbından olup, Bedir kahramanlarındandır İbni Mes'ûd'u yanımda alıkoymayarak sizi kendime tercih ettim Kendisi aynı zamanda beytülmâl hesaplarına da bakacaktır

Günâhtan şikâyet

Hz Osman'ın son zamanlarında Medine'ye döndü 60 yaşının üzerinde iken hastalandı Halife Hz Osman, ziyâretine geldi Dedi ki:

- Bir isteğin mi var?

- Allahü teâlânın rahmetini isterim

- Bir tabib getirelim mi?

- Hâcet yok! Beni hasta eden tabibdir

Bu hastalıktan vefât etti Cenâze namazını Hz Osman kıldırdı Vasiyeti üzerine Cennet-ül-Bakî Kabristanına defnedilmiştir

Abdullah bin Mes'ud, Resûlullahın huzurunda, meclislerinde sık sık bulunurdu O derece ki, Resûl-i ekremin Ehl-i beytinden olduğu sanılırdı Resûlullahın eşyalarını taşırdı Onlara hürmetinden çok güzel giyinirdi

Peygamber efendimiz, Abdullah bin Mes'ûd'u Kur'ân-ı kerîm öğretenlerin başında sayardı ve, "Kur'ân-ı kerîmi, İbni Mes'ûd, Salim, Übey bin Ka'b ve Muaz bin Cebel'den öğrenin!" buyururdu 70 sûreyi Resûlullahın mübârek ağızlarından işiterek ezberlemiştir Âsım, Hamza, Kisaî, Halef, A'meş gibi meşhur kırâat imâmlarının silsilesi, İbni Mes'ûd'da son bulmaktadır

Resûl-i ekrem Kur'ân-ı kerîmi ondan dinlemeyi çok severdi Peygamber efendimiz bir gün ona buyurdu ki:

- Nisa suresini oku, dinleyelim

- Kur'ân-ı kerîm size indi Biz O'nu sizden okuduk ve sizden öğrendik Resûl-i ekrem bunun üzerine buyurdu ki:

- Evet öyledir Fakat ben Kur'ân-ı kerîmi başkasından dinlemeyi severim

İbni Mes'ûd okumaya başladı Meâlen; (Halleri ne olacak? Her ümmetten bir şahit getireceğimiz zaman) Nisa: 41] âyet-i kerimesine gelince, Resûlullahın mübârek gözlerinden yaşlar boşandı

İbni Mes'ûd gibi

İbni Mes'ûd hazretleri, Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okurdu Hz Ömer anlatır:

Bir gün Resûlullah efendimiz, Hz Ebû Bekir ile Müslümanların durumunu konuşuyordu Ben de yanlarındaydım Sonra beraber dışarı çıktık Baktık, tanımadığımız birisi mescidde Kur'ân-ı kerîm okuyor Resûlullah efendimiz dinlemeye başladı Daha sonra da bize dönüp buyurdu ki:

- Kim Kur'ân-ı kerîmi indiği andaki tazeliği ile okumaktan hoşlanıyorsa, İbni Mes'ûd gibi okusun!

İbni Mes'ûd hazretlerinin vücûdu zayıf yapılı idi Peygamber efendimiz birgün Eshâbına buyurdu ki:

- Siz İbni Mes'ûd'un vücutça zayıf olduğuna bakmayın Mîzânda hepinizden ağırdır




En çok hadîs bilen sahâbîlerden:
ABDULLAH BİN ÖMER




Abdullah bin Ömer hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olup, dört büyük halîfeden Hz Ömer’in oğludur İlk îmâna gelenlerdendir Babası îmân ile şereflenince, o da küçük yaşta Müslüman oldu

Küçük yaştan beri Peygamber efendimizle beraber bulundu Bunun için Eshâb-ı kirâm içinde en çok hadîs-i şerîf nakledenlerden oldu

Ayrıca, yaratılış olarak üstün hâllere sahip olduğundan ve Resûlullahın hizmeti ile şereflenip, uzun zaman sohbetlerinde bulunduğundan, bütün ilimlerde mâhir oldu

Çok cömert idi

Harâm ve şüphelilerden sakınmakta, dünyaya düşkün olmamakta örnek durumdaydı Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi Çok cömert olup, ikrâm etmeyi çok severdi Akşam yemeklerini, yalnız yediği hiç vâki değildi Mutlaka misâfir arar bulurdu

Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerine, bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan hediye getirilmişti Dostlarından birisi ertesi gün, onu, çarşıda hayvanına veresiye yem alırken görünce şaşırdı Evine gidip sordu:

- Dün Abdullah bin Ömer’e bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan gelmemiş miydi?

- Evet gelmişti

- Fakat bugün onu veresiye alış-veriş yaparken gördüm

- Doğrudur Hediyeleri aldığı gün, kaftanı omuzuna alıp, çarşıya çıktı Dönüşünde ne kaftan ne de paralar vardı İhtiyacı olanlara hepsini dağıtmış

Gençliğinde bir rü’yâ gördü Rü’yâsında ipek bir kumaş parçasının üzerine binerek uçuyor, Cennetteki istediği yerlere konuyordu Bu sırada birileri onu Cehenneme götürmek istedi

Hemen karşısına bir melek çıkıp, “Korkma!” dedi Sonra alıp tekrar Cennete götürdü

Hz Hafsa, onun bu rü’yâsını Resûlullaha anlatınca, Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Abdullah ne iyi insandır Keşke geceleri de namaz kılsa!

O zamandan sonra gece namazını hiç bırakmadı

Allahtan korkmak

Allahtan başka kimseden korkmazdı Bir gün yolculuğa çıktı Yolda karşılarına bir aslan çıkınca, arkadaşları korkup ne yapacaklarını şaşırdılar O korkusuzca aslanın yanına yaklaşıp, kulağına dedi ki:

- Resûlullahtan işittim “İnsanoğlu Allahtan başkasından korkmazsa, hiçbir şeyi ona musallat etmez” buyurdu Yoldan çekil de yolumuza devam edelim

Aslan sessizce oradan uzaklaştı

Acıkmayınca yemez, yediğinde de çok az yerdi Nitekim Irak’tan ziyâretine gelen bir dostu, kendisine hediye olarak bir ilâç getirerek dedi ki:

- Bu iyi bir ilâçtır Sana, Irak’tan getirdim

- Bu ilâç neye yarar?

- Hazımsızlığa iyi gelir

- O zaman, sen bu ilâcı başkasına ver!

- Niçin?

- Çünkü, ben ömrümde hiç karnım doyana kadar yemek yemedim Bundan sonra da yemiyeceğim için bende hazımsızlık olmaz

Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerinin devesi kayboldu Çok aradı, bulamadı “Alana helâl olsun!” deyip mescide girdi Sonra birisi gelip dedi ki:

- Deven filân kimsede

Mescidden çıkıp giderken, hatırladı “Ben onu alana hediye etmiştim” deyip tekrar mescide döndü

Allah için sev!

Peygamber efendimiz bir nasîhatinde, Abdullah bin Ömer hazretlerine buyurdu ki:

- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik mertebesine ancak böyle kavuşabilirsin! Bu minvâl üzere olmıyan kişi, namazı ve orucu çok olsa bile, îmânın tadını alamaz

Yâ Abdullah, sabaha çıktığın zaman akşam için kendini kaygılandırma! Akşama çıktığın zaman sabah için kendini kaygılandırma! Sağlığında hastalığın ve hayatında ölüm için tedbîr al!

Abdullah bin Ömer hazretleri, harâmdan çok korkardı Bunun için, sık sık buyururdu ki:

- Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, harâmdan kaçmadıkça bunların va’dedilen mükâfâtına kavuşamazsınız!

Birisi, Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Allah için, seni çok seviyorum” deyince buyurdu ki:

- Ben de Allah için, seni hiç sevmiyorum Çünkü sen, ezânı tegannî ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun

Tâbiînin büyüklerinden Nâfi’ buyurdu ki:

“Ben henüz çocuk iken Abdullah bin Ömer ile beraber gidiyorduk Ney sesi işittik Hz Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı Oradan hızla uzaklaştık Bir müddet sonra bana dedi ki:

- Ney sesi daha işitiliyor mu?

- Hayır işitilmiyor

Ancak ondan sonra parmaklarını kulaklarından ayırdı

Hiç kimse yanmasın!

Resûlullah efendimiz, Abdullah bin Ömer’i çok severdi Nitekim bir gün Hz Abdullah, Resûlullahın huzûrlarına gelmişti Resûlullah efendimiz ona çok iltifât edip, (Kıyâmet günü herkesin berâtı [kurtuluş vesîkası] her işi ölçüldükten sonra verilir Abdullah’ın berâtı ise, dünyada verilmiştir) buyurarak onu medh ve senâ buyurdu Sebebi sorulduğunda buyurdu ki:

- Kendisi vera’ ve takvâ sahibi olduğu gibi, duâ ederken “Yâ Rabbî! Benim vücûdumu, kıyâmet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi yalnız ben doldurayım Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin sözün böylece yerine gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden hiç kimse Cehennemde yanmasın” diyerek, din kardeşlerini kendi canından daha çok sevdiğini göstermiştir [Ebû Bekr-i Sıddîk’ın da böyle duâ ettiği Menâkıb-i çihâr yâr-ı güzîn kitâbında yazılıdır]

Abdullah bin Ömer hazretleri bir gün, birkaç arkadaşı ile Medîne-i münevvere dışına çıkmışlardı Yemek vakti gelince sofra hazırladılar O sırada köle olan bir çoban selâm verdi Hz Abdullah çobanı yemeğe da’vet etti Çoban oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı İbni Ömer ona sordu:

- Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman, hem de oruç tutman nasıl oluyor?

Çoban da cevap verdi:

- Bu hâlde çok günler oruç tuttum Abdullah bin Ömer hazretleri, onu denemek için dedi ki:

- Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını, hem de iftâr etmen için etinden veririz?

- Koyunlar efendimindir

- Efendine kaybolduğunu söylersin

Bunun üzerine çoban, tam bir teslimiyetle şöyle cevap verdi:

- Allahü teâlâ görüp biliyor

Azâd ettiler

Abdullah bin Ömer hazretleri, çobanın sözünü birkaç defa tekrar etti Medîne’ye döndüklerinde, çobanın efendisine birisini gönderip, sürüyü ve çobanı satın aldı Onu azâd ederek, koyunları da ona hediye etti

Mekke’nin fethi sırasında, İbni Ömer yirmibeş yaşlarında bulunuyordu Sür’atli koşan bir atı vardı Bu at üzerinde, elinde mızrağı olduğu hâlde çok heybetli idi Resûlullah efendimiz onun bu hâlini görünce, “Abdullah! İşte Abdullah” buyurarak mücâhidliğini övdüler Müslüman ordusu, büyük bir ihtişâmla Mekke’ye girdiği zaman, Resûl-i ekrem bir deve üzerinde olup, İbni Ömer de yanında bulunuyordu

Mekke’nin fethinden sonra Abdullah bin Ömer, Huneyn muhârebesine katıldı Büyük kahramanlıklar gösterdi

Ordu bir ara geri çekilmek üzere iken İbni Ömer, Resûlullah efendimize yaklaşarak, duâ istedi ve, “Zafer nasîb olursa i’tikâf edeceğim” diye arzetti Resûl-i ekrem onun bu arzûsu üzerine buyurdu ki:

- Dilediğini yapar, adağını yerine getirirsin

Sonra zafer nasîb oldu

Huneyn’den sonra Tâif muhâsarası oldu Bu muhâsarada öncü kuvvetlerinden idi Resûlullahın duâsı ile fetih nasîb oldu

Doksandan fazla yara vardı

Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte harbinde de bulundu Bu husûsla ilgili kendisi şöyle anlatır:

“Resûlullah efendimiz Mûte gazâsında Zeyd bin Hârise’yi kumandan yapmış, “Eğer Zeyd şehîd olursa, Ca’fer bin Ebî Tâlib, o da şehîd olursa, Abdullah bin Revâha kumandanlık yapsın” buyurmuştu

Ben de bu savaşta idim Ca’fer bin Ebî Tâlib’i harb meydanında aradık ve şehîdler içerisinde bulduk Vücûdunda doksandan fazla kılıç ve mızrak yarası vardı

İyilik etmesini, hayrı, sadakayı, köle azâd etmeyi çok severdi İyi ve güzel huylu olup, kötülükten uzaktı Her işini ve her şeyini Allah için yapardı Yüzüğünün taşında, “Abdullah bin Ömer, Lillah” ibâresi yazılı idi Abdullah bin Ömer hazretleri buyurdu ki:

- Müslümanlıkla şereflendikten sonra, en büyük sevinç ve neş’em; gönlümün, herkesi peşinden koşturan birtakım istek ve arzûlara meyletmemiş olmasıdır

Hz Ebû Bekir devrinde, Amr bin Âs komutasındaki orduda vazîfe aldı Ordu, Filistin toprağına girince, Amr bin Âs, Abdullah bin Ömer’e bir sancak ve emrine bin süvâri verdi

Kimse dağılmasın!

Birlik, Amr bin Âs’ın emri üzerine hareket etti Sabaha kadar yürüdüler Bu sırada, kalabalık insan topluluğuna dâir birtakım izlere rastladılar Abdullah bin Ömer hazretleri dedi ki:

- Zannederim bu asker izi, Rumların öncü birliklerine âittir

Sonra emrindeki askerlerle birlikte durdu Askerler dediler ki:

- Bu izi takip edelim

Bunun üzerine Abdullah bin Ömer şu tâlimâtı verdi:

- Hayır, izin kime âit olduğunu kesin olarak öğreninceye kadar kimse dağılmasın!

Kimse yerinden ayrılmadı Araştırma netîcesinde, Müslümanlardan haber almak için dolaşan, onbin kişilik Rum askerinin, yakınlarında olduğunu anladılar Abdullah bin Ömer, onları görünce, askerlerine seslendi:

- Bu fırsatı kaçırmayınız! Cennet kılıçların gölgesi altındadır!

Bütün asker gür bir sesle, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” dedi Kelime-i tevhîd sesleri semâyı çınlattı Sanki ağaçlar, taşlar ve her şey onlara Kelime-i tevhîd ile cevap veriyordu İlk hücûm eden İkrime bin Ebî Cehl oldu Onu Süheyl bin Amr, sonra da Dehhâk takip etti İki ordu birbirine girmişti Abdullah bin Ömer hazretleri, savaş hâlini şöyle anlatmıştır:

“O anda, Rumların önde gelen cengâverlerinden, iri yapılı, sağına soluna çevik hareketlerle vuran birini gördüm Bu, öncü kuvvetlerinin komutanı ve Rumların gözbebeği olan birisi idi

Rum askerinin üzerinde moral yönünden büyük te’sîri vardı Üzerine hücûm edip, mızrağımı uzattım, fakat kendini kurtardı

Öldürmek için tekrar bir fırsatını bulup, yaraladım Kılıcımla vurdukça vuruyordum Sanki taşa çalıyordum Her vuruşta kılıç, sert taşa vurulmuş gibi ses çıkarıyordu Hattâ kırıldığını zannettim Nihâyet yere düşürdüm

Bunu gören Rumlar büyük bir korkuya kapıldılar Müslüman mücâhidler ise daha şiddetli ve aşkla çarpışmaya başladılar Allah için, Dehhâk ve Hâris bin Hişâm çok kahramanlıklar gösterdiler ve düşman büyük bir hezîmete uğrayıp dağıldı Böylece Allahü teâlânın yardımı ile zafere ulaştık

Abdullah bin Ömer nerede?

Muhârebe bittikten sonra, Müslüman askerleri toplandılar Rumlardan aldıkları malları ve ganîmetleri ortaya getirdiler Bütün askerler döndüğü hâlde, Abdullah bin Ömer hâlâ görünmüyordu Müslümanlar birbirlerine soruyordu:

- Abdullah bin Ömer nerede?

İçlerinden birisi, onun çok zâhid ve ibâdete düşkün olduğunu söyledi Başkaları da, onu medheden konuşmalarda bulundular

Bu konuşmaları, bulunduğu yerde dinleyen Abdullah bin Ömer hazretleri yüksek sesle, tekbîr ve tehlîllerle, Resûlullaha salâtü selâm getirdi ve elindeki bayrağı salladı Bunu gören Müslümanlar, yanına koştular Kendisine, nerede olduğunu sorduklarında, “Rumların kumandanları ile meşgûldüm Onu öldürdüm” dedi

Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte ve Yermük savaşlarında bulundu Hz Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında Hâlid bin Velîd’in Arabistan’da isyân hâlinde bulunan mürted kabîlelere karşı açtığı sefere iştirâk etti

Ayrıca Nihâvend muhârebesine ve Hz Osman’ın Mısır vâlisi Abdullah bin Sa’d’ın Kuzey Afrika fütûhatını tamamlamak için Medîne’den gönderdiği yardımcı kuvvetler ile harbe katıldı

Yine az zaman sonra 650-651 târihinde Sa’îd bin Âs kumandasındaki Horasan ve Taberistan seferine iştirak etti

İstanbul’a geldi

Abdullah bin Ömer hazretleri, Hz Muâviye’nin hilâfetinde, Yezîd bin Muâviye ile Bizans seferine katıldı Eyyûb Sultân hazretleriyle İstanbul surları önüne kadar gelip, Bizanslılar ile olan mücâdelede bulundu

Abdullah bin Ömer hazretleri, devlet kadrosunda vazîfe almaktan uzak durdu Babası Hz Ömer, şehâdetinden önce yerine oğlunu göstermesini isteyenlere buyurmuştu ki:

- Bir evden bir kurban yeter

Seçilmemek şartıyla Hz Osman’ı halîfe seçen şûrâ üyeliğinde bulundu

Hz Osman’ın şehâdetinden sonra, Hz Ömer’in oğlu olması, ilmî mertebesinin yüksekliği ve savaşlardaki kahramanlığı ileri sürülerek, halîfe olması istendiyse de kabûl etmedi Hz Ali’ye bî’at etti Fakat, iç hâdiselere karışmadı

“Cihâd, İslâm ülkesinde, Müslümanlar arasında olmaz Cihâd, kâfirlere ve gayrı müslim memleketine karşıdır” buyururdu

Abdullah bin Ömer, Resûlullahı görme, sohbetinde bulunma, Ona hizmet etme şerefine kavuşma ve fıtraten üstün hâllere sahip olması sebebiyle, bütün ilimlerde mâhir, üstâd idi

İlmi, harâm ve şüphelilerden sakınması ve dünyaya düşkün olmaması yönleri ile örnek durumdaydı Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi

Kur’ân-ı kerîmin tefsîri husûsunda sahâbenin ileri gelenlerinden idi Helâle ve harâma âit hadîs-i şerîflerin çoğunu o bildirmiştir

İşittiği hadîs-i şerîfleri yazar, gerek duymadıkça hadîs-i şerîf rivâyet etmezdi

Resûlullaha çok benzerdi

İbni Ömer hazretleri, ekseriyâ Resûlullah efendimizin hizmetinde ve huzurunda bulunurdu Bulunmadığı zamanlarda, Onun söz, fiil ve takrîrini sorar, araştırırdı

Anlıyamadığında, bizzat Resûl-i ekremden öğrenir, bildiğini öğretmekten zevk duyardı

Medîne-i münevverede ders meclisi kurup, hadîs-i şerîf öğretti Ayrıca hac mevsiminde de dünyanın her yerinden gelen ilim ve hak âşıklarına hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu

Hz Âişe buyurdu ki:

- Hâl ve hareketinde Resûlullaha en çok benzeyenlerden biri de İbni Ömer idi

Abdullah bin Ömer hazretleri, fıkıh ilminde de kemâl derecesinde idi Fetvâ husûsunda çok titiz idi Birçok mes'eleye, "Bilmiyorum" diye cevap verirdi Fetvâları çok kıymetlidir İmâm-ı Mâlik onun hakkında buyuruyor ki:

Abdullah bin Ömer, Peygamberimizden sonra hac mevsiminde ve başka zamanlarda, insanlara altmış sene fetvâ vermiştir

Abâdile-i erbea

Hadîs ve fıkıh âlimleri arasında Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Amr bin Âs'a Abâdile-i erbea, ya'nî dört Abdullah ünvânı verilmiştir Bu dört zât, bir mes'elede ittifâk edince, "Abâdile'nin kavli" denilir Ancak fıkıh kitaplarında, Abâdile denilince, ekseriyâ İbni Mes'ûd, İbni Abbâs ve İbni Ömer hazretleri kasdedilir

Tâbiînin büyüklerinden Nâfi', Abdullah bin Ömer'in azâdlısıdır Onu, onbin dirheme satın aldıktan sonra buyurdu ki:

- Seni Allah rızâsı için azâd ettim

Çok cömert, halîm ve selîm idi Köle ve câriyelerinden hangisini Allahü teâlâya ibâdet ederken görse, onu azâd etmek âdeti idi Kölelerinin böyle görünerek kendisini aldattıklarını söylediklerinde buyurdu ki:

- Hayır için aldanmaktan iyi şey var mıdır?

İmâm-ı Nâfi', efendisi ile ilgili olarak buyurdu ki:

- Abdullah bin Ömer, bin kişi azâd etmeyince, rûhunu teslim etmedi Sevmeye başladığı bir şeyi Allah rızâsı için, ihtiyâcı olana verirdi Böylece, Allahü teâlânın; "Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, iyiliğe kavuşamazsınız!" (Âl-i İmrân sûresi: 92) meâlindeki âyet-i celîlesiyle amel ederdi

Zamanın zenginlerinden Abdülazîz bin Hârûn, "Her ne ihtiyâcın varsa bana bildir" diye Abdullah bin Ömer'e mektup yazmıştı Karşılık olarak şöyle mektup yazdı:

Resûlullahtan, "Önce geçindirmekle yükümlü olduğun kişilere ver; yüksek el, alçak elden hayırlıdır!" buyurduklarını işittim Yüksek elin veren el, alçak elin de alan el olduğunu sanıyorum Senden hiçbir isteğim yoktur Allahü teâlânın bana gönderdiği bir ni'meti de geri çevirmem

İhlâs sûresi

Abdullah bin Ömer hazretleri, Cum'a namazına gitmeden önce mutlaka gusleder ve güzel kokular sürünürdü Bayram namazları için de aynı şeyi yapardı Günde iki defa güzel koku sürünür, elbiselerinin tertemiz ve kokusunun güzel olmasına dâimâ dikkat ederdi

Abdullah bin Ömer'in oğlu Hâlid'in azâd ettiği Ebû Gâlib diyor ki:

"Abdullah bin Ömer Mekke'ye geldiği zaman, bize misâfir olurdu Geceleri kalkar, teheccüd namazı kılardı Bir gece sabah namazı yaklaştığı zaman, bana dedi ki:

- Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okusan da olur

Benim, "Sabah yaklaştı ve bu kadar kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okuyup yetiştiremem" cevabım üzerine buyurdu ki:

- İhlâs sûresi, Kur'ân-ı kerîmin üçte birine eşittir

Birisi Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Ey insanların en iyisi” deyince buyurdu ki:

- Ben insanların en iyisi değilim İnsanların en iyisinin oğlu da değilim Ben sâdece Allahü teâlânın bir kuluyum O’nun rızâsını bekler, O’ndan korkarım Siz böyle övmeye devam ederseniz, insanı helâk edersiniz

Namazlarını aksatanlar

Âdem bin Ali’den rivâyet edildiğine göre, Abdullah bin Ömer bir sohbetinde, “Kıyâmet gününde aksaklar diye çağrılacak kişiler vardır” dedi Cemâ’at, “Aksaklar kimlerdir” diye sorunca şöyle cevap verdi:

- Sağa-sola bakmak ve ba’zı hareketler yapmak sûretiyle namazlarını eksilten ve aksatan kimselerdir

İbni Ömer birisinin zâlim Haccâc’ın aleyhinde konuştuğunu duydu ve kendisine sordu:

- Haccâc burada olsa, böyle konuşabilir miydin?

- Hayır konuşamazdım

- İşte biz, Resûl-i ekrem zamanında, bunu münâfıklık sayardık

Abdullah bin Ömer hazretleri, birçok sohbetlerinde buyurdu ki:

“Ey Âdemoğlu! Bedeninle dünyada ol, kalbinle âhıreti bul!”

“Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konuşmaktır

“İnsanın mâhiyeti arkadaşından anlaşılır

“Kendinden üsttekine hased, aşağıdakine tahakküm eden ilim ehli sayılmaz

“Peygamber efendimize yaptığım bî’atı, bugüne kadar bozmadım ve değiştirmedim Fitne ve kargaşalığa taraftar olan kişiye de bî’at etmedim

Hiçbir Müslümanı rahat döşeğinden uyandırmadım, rahatsız etmedim

“Allah için sev, Allah için buğzet, Allah için dost ol, yine Allah için düşmanlık et! Allahü teâlânın sevgisine bu şekilde kavuşulur

“Biz öyle zamanlar gördük ki, hiç kimse Müslüman kardeşinden daha çok paraya, pula sahip olmayı düşünmedi Şimdi ise, altın ve gümüş daha kıymetli gelmeye başladı

“Allah korkusundan dolayı bir damla yaş akıtmak, benim için, bin altın sadaka vermekten daha sevimlidir

“İnsan, imkânı kadar iyilik etmeli, her zaman tatlı konuşmalı ve güleryüzlü olmalıdır

Allah için sev!

Peygamber efendimiz Abdullah bin Ömer’e bir nasîhatında buyurdu ki:

- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik mertebesini ancak bununla elde edebilirsin Namazı ve orucu çok olsa bile, bu minvâl üzere olmayan kişi, îmânın tadını alamaz

Sabaha çıktığın vakit akşama çıkacağını düşünme, akşama çıktığın vakit de sabahlayacağını hâtırına getirme! Hayatından ölümün ve sıhhatinden hastalığın için ayır! Ey Abdullah! Yarın adının ne olacağını bilemezsin!

Abdullah bin Ömer’in künyesi Ebû Abdurrahmân’dır Müslümanların gözbebeği Hz Ömer’in oğludur Mekke-i mükerremede hicretten ondört sene önce doğup, aynı yerde 692 yılında vefât etti Kabri, Muhasseb’dedir




Resûlullahın şâiri:
ABDULLAH BİN REVÂHA




Hicretin yedinci senesi idi Sevgili Peygamberimiz ve Eshâbı hep birlikte, Medîne'den hareket ettiler Niyetleri; Mekke'ye varıp "mübârek" Kâbe'ye yüzlerini sürmekti Çünkü geçen sene müşrikler, buna engel olmuşlardı Fakat bu yıl için anlaşmaları vardı

Böylece Resûlullah efendimiz ve arkadaşları, umre ibâdetlerini de ifâ etmiş, yerine getirmiş olacaklardı

Mekke'ye yaklaşırken Resûlullah efendimiz Kusvâ adlı devesinin üzerinde ve devenin yuları da Abdullah bin Revâha'nın elinde bulunuyordu Abdullah bin Revâha, hem şiirler söylüyor, hem ilerliyordu:

Bırak yâ Ömer

Bu şiirleri işiten Hz Ömer, hiddetlendi ve:

- Ey Abdullah! Beytulah'ın önünde ve Peygamber efendimizin huzurlarında, nasıl böyle şiir söyliyebilirsin, diye çıkıştı

Fakat sevgili Peygamberimiz:

- Bırak Yâ Ömer! Allaha yemîn ederim ki, Abdullah'ın sözleri; düşmana, ok saplamasından fazla te'sir eder Ey Revâha'nın oğlu devam et! buyurdular

Peygamber efendimiz biraz sonra Hz Abdullah bin Revaha'ya;

- Allahü teâlâdan başka ilah yoktur! Bir olan O'dur! Va'dini gerçekleştiren O'dur! Bu kuluna yardım eden O'dur! Askerlerini güçlendiren O'dur! Toplanmış olan kabileleri, bozguna uğratan da yalnız O'dur, de! buyurdu Ve hayır duâda bulundu

Abdullah bin Revâha da söylemeye devam etti Diğer Eshâb-ı kirâm da onun söylediklerini tekrar ediyordu

Hakikaten o zamanlar, şâirlerin önemi çok fazlaydı Çünkü radyo, gazete, tv gibi propaganda araçları mevcut değildi Bu yüzden herkes kendi fikirlerini, şiirle beğendirmeye çalışıyordu Veya aksine beğenmediklerini de, ancak o yolla tenkîd edebiliyordu Şâirler bu yüzden çok önemliydiler

Din düşmanları da aynı yolu, acımasızca kullanıyorlardı Puta tapan ve kâfir şâirler; alçakça İslâmiyete saldırıyorlardı Dînimiz ve Peygamber efendimizle, utanmadan alay ediyorlardı

İslâmın büyük şâirleri

İşte bu hâin propagandaya karşı, islâmın ilk büyük şâirleri üç kişiydiler: Hassân bin Sâbit, Kâ'b bin Züheyr ve Abdullah bin Revâha hazretleri

Bunların yazdığı Beyit ve Kıt'alar, hemen ezberlenirdi Her yerde tekrarlanan bu şiirler, kâfir kalblerine ok gibi saplanıyordu

Ama günün birinde, şâirler için âyet-i kerîme indi Cenâb-ı Hak, Kelâmında meâlen buyurdu ki:

" Onlara, şâirlere ancak, sapıklar uyarlar"

Bu şiddetli hitap karşısında, Hz Abdullah ve arkadaşları ağlamaya başladılar Bunu gören Peygaber efendimiz, âyetin devamını okudular:

" Ancak îman edip, iyi işler yapanlar ve Allahı çok ananlar müstesnâ, Onlar öteki şâirler gibi değildirler"

Hz Abdullah ve arkadaşları da, başka türlü değillerdi ki Ancak dînimizi övüyor, din düşmanlarını yeriyorlardı Ayet-i kerimenin devamı gelince, üzüntüleri sevince dönüştü

Mübârek bir cum'a günü sevgili Peygamberimiz, mescidde hutbeye çıktılar

Hz Abdullah da telâşla, cum'aya yetişmeye çalışıyordu Henüz epeyce ilerde, "Beni Ganm"de bulunuyordu Tam o sırada, Peygamber efendimizin:

- Oturun! buyurduklarını işitti

Derhal bulunduğu yere oturdu İki Cihân Güneşi'nin hutbeleri bitinceye kadar da, yerinden kalkmadı Bu hâli gören Müslümanlar, durumu Peygamber efendimize arz ettiler:

Resûlullaha itâ'at

- Yâ Resûlallah! Revâha oğlunun, nerede oturduğunu görüyor musunuz?

Sevgili Peygamberimiz o tarafa doğru baktılar

- Çünkü sizin "oturun" emrinizi, orada duydu ve hemen oturdu! dediler

Peygamber efendimiz bu hareketten çok hoşlanıp, Hz Abdullah'a:

- Cenâbı Hak senin, yüce Allaha ve Resûlüne olan itâatte hırsını arttırsın, diye dua buyurdu

Hz Abdullahın şâirliği kadar, cengâverliği de (savaşçılığı) meşhurdu Peygamber efendimizle birlikte, bütün savaşlara katıldı Hepsinde büyük kahramanlık gösterdi

İşte bunlardan biri de Hicretin 8 yılındaki Mûte gâzâsıdır Sefere çıkılmasının sebebi, bir İslâm elçisinin öldürülmesidir

Resûlullah efendimiz, Bizans imparatoruna bağlı Busrâ emîrine de bir mektup yollandı Fakat küstah emîr, aldığı islâma dâvet mektubunu yırttı Üstelik islâm elçisini de, hâince şehîd etti İşte bu alçaklığa üzülen Allahü teâlânın Resûlü, o zâlimler üzerine kuvvet göndermeye karar verdi

Hepsi de gönüllü olan 3000 kişilik mücâhidler ordusu kısa zamanda hazırlandı

İki cihan sultânı Peygamber efendimiz, öğle namazını kıldırdıktan sonra, bu mübârek orduyu bizzat uğurlamaya çıktılar Sancağı şerîflerini, Hz Zeyd'e teslim ettiler Sonra da buyurdular ki:

- Cihâd için hazırlanan bu ordunun başına Zeyd bin Hârise'yi kumandan ta'yin ettim Şâyet Zeyd şehîd olursa, sancağı Ca'fer alsın O da şehîd düşerse, Abdullah bin Revâha alsın O da şehîd olursa sizler, istediğiniz birini Kumandan seçersiniz

Niçin ağlıyorsun?

Herkes birbiriyle kucaklaşıyor, helâllaşıyordu Bu sırada arkadaşları, Hz Abdullah'ın ağladığını farkettiler:

- Niçin ağlıyorsun, ey Revâha'nın Oğlu, diye sordular Cevap verdi:

- Vallahi, dünyâyı sevdiğim için ağlamıyorum Sizlerden ayrılacağım için de değil

- Peki, niçin ağlıyorsun?

- Peygamber efendimizden duyduğum, Allahın kelâmını hatırladım: " İçinizden hiçbiriniz hâriç olmamak üzere hepiniz, Cehenneme varacaksınız" deniyordu İşte oraya cehenneme vardığım zaman, hâlim ne olacak diye ağlıyorum, dedi Aradaşları, O'nu tesellî ettiler

Zeyd bin Hârise kumandasındaki ordu hareket ettiğinde Abdullah bin Revâha Peygamber efendimizin huzûruna gelerek:

- Yâ Resûlallah! Bana ezberliyeceğim ve aklımdan hiç çıkarmıyacağım bir tavsiye de bulunur musunuz, dedi Resûlüllah efendimiz buyurdular ki:

- Sen, yarın Allaha pek az secde edilen bir ülkeye varacaksın Orada secdeleri çoğalt!

- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatinizi artırır mısınız?

- Allahü teâlâyı zikret, çünkü, Allahü teâlâyı zikir, umduğuna kavuşmanda sana yardımcı olur

Çocukları öldürmeyin!

Ordu, Medîne dışındaki hurmalıklara gelince, sevgili Peygamberimiz son emirlerini verdiler:

- Çocukları, kadınları, âmaları sakın öldürmeyin Evleri yıkıp, ağaçları yakıp harâp etmeyin

Zeyd bin Erkam der ki:

Ben Abdullah bin Revâha'nın terbiyesi altında yetişmiş bir yetimdim Mûte seferine çıktığımızda beni de terkesine bindirmişti Geceleyin biraz gidince dudaklarından şehidliği özlediğini ve buna kavuşmak için yandığını ifâde eden şiirler söylüyordu Bu beyitleri işitince ağladım Bunu fark eden Abdullah bin Revâha, bana dedi ki:

- Sana ne oluyor! Şehid olmamın sana ne zararı var? Hak teâlâ bana şehidliği nasîb ederse, sen de hayvanıma biner, geri döner, yerine ulaşırsın Ben ise dünyânın dert, tasa, üzüntü ve hâdiselerinden kurtularak özlediğim şehidlik makâmına kavuşurum

Abdullah bin Revâha, gece inip iki rekat namaz kılıp, uzunca bir duâ yaptı Sonra Zeyd'e dönüp dedi ki:

- Ey çocuk! İnşallah bu sefer şehidlik nasib olacaktır

İslâm ordusu, Şam topraklarında bulunan, Ma'an şehrine kadar hiç durmadı Ancak orada, Bizans imparatorunun kendilerine karşı, 100000 kişilik büyük bir ordu yolladığını haber aldılar Derhal istişâre toplantısı yapıldı Bazıları, şu fikri ileri sürdüler:

- Peygamber efendimize yazalım Düşman sayısının çok fazla olduğunu arz edelim Ya bize, yardımcı kuvvet gönderirler veya ne yapacağımızı emrederler Biz de, o şekilde hareket ederiz

Zafer kazanacağız!

Başka fikirler de öne sürülürken, Hz Abdullah ayağa kalktı:

- Ey Mücâhidler! Bu sefere niçin çıktığımızı, hatırlamıyor gibisiniz! Çünkü hepiniz biliyorsunuz ki, ya kahramanca savaşıp zafer kazanacağız veya Allah rızası için ölüp, şehîd olacağız Bu mertebelerin ikisi de, her Müslümân için, en büyük şereftir

Müslümanlar heyecanla dinliyorlardı O devamla:

- Kardeşlerim Unutmayın ki biz düşmana karşı, sayı ve silâh çokluğuyla savaşmıyoruz Cenâb-ı Hakkın lutfettiği, İslâm dîni ve îman gücümüzle, er meydanına atıldık Hepimiz yüce Allahtan, iki şey diliyoruz: Ya gâzilik, ya şehîdlik, diyerek sözlerini tamamladı Oradakiler:

- Vallahi, "Revâha'nın Oğlu" doğru söylüyor, dediler Sonra da hep birlikte, ilerlemeye başladılar

Hz Ca'fer, Mûte savaşında çarpışırken şöyle diyordu:

"Cennette yaşamak ne güzeldir! Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur Rumlara gelince, Rumların âkıbetleri yakındır, kâfir ve cehennemliktirler Bana düşen onlardan karşılaştığıma kılıç vurmaktır"

Hz Ca'fer böyle söyliyerek kılıç sallıyordu ama, kefere sürüsü, tükenecek gibi değildi Yüzlercesi birden, Hz Cafer'e çullandılar Önce, sağ kolunu kılıçladılar Sancağı, öbür eline aldı Sol kolunu da uçurdular Mübârek sancağı şerîfi, mübârek vücûduna sardı O hâliyle savaşa devam etti

Bu inanılmaz kahramanlığa, Bizans şövalyeleri hayret ediyorlardı Bir türlü yere yıkamadıkları o büyük mücâhide, yüzlerce ok ve mızrak sapladılar

Cennete uçtu

Artık o, Hz "Ca'fer-i tayyâr" oldu Cennete uçarken, Hz Abdullah koşturdu Yere indi Sancağı kaptı Göklere doğru yükseltti

Mute'de Ca'fer-i tayyâr'ın şehid düşmesi ile sancağı alıp, göklere yükselten Abdullah bin Revâha bu anda, en son şiirini, kendisine söyledi ve kâfirler üzerine, bir ok gibi atıldı

Abdullah bin Revâha çarpışırken bir ara parmağı ağır yaralandı Kopmak üzere idi

Bunun üzerine atından indi Yaralı parmağını ayağının altına koyup:

"Sen sadece yaralı parmak değil misin? Zaten bu kazâya da Allahü teâlânın yolunda uğramış bulunuyorsun" diyerek çekip kopardı

Sonra tekrar atına binip olanca gücüyle çarpışmaya devam etti

Çarpışmanın bir anında Abdullah bin Revâha atından inmişti Amcasının oğlu kendisine biraz pişmiş et getirdi ve:

- Al, bunu ye de biraz güçlen, dedi

Abdullah bin Revâha üç günden beri bir şey yememişti Etten ağzına bir lokma aldığı sırada, Müslümanların bulunduğu yerde bir karışıklık gördü Bunun üzerine:

"Arkadaşların bu hâlde iken sen halâ bu dünyâdasın ve yiyip-içmekle meşgulsün" diyerek nefsini kınadı ve elindeki eti bırakarak tekrar savaşa başladı

Melekler O'nunla övünürlerdi

Çok geçmeden sevgili Peygamberimizin, mübârek sözleri gerçekleşiyordu Hz Abdullah da, önceki kumandanlar gibi şehîd oldu Murâdına erdi

Bundan sonra sancak Hâlid bin Velîd hazretlerine verildi Hâlid bin Velid kumandası ve sancağı altında hücüma geçen mücâhidler düşmanı şaşkınlığa düşürüp bozguna uğrattılar Hâlid bin Velîd:

- O gün benim elimde dokuz kılıç parçalandı Elimde geniş yüzlü bir Yemen palasından başka bir şey kalmamıştı, diyerek o zamanı dile getirmiştir

Bu esnada Medîne'de, Mescid-i Nebî'de bulunan Allahü teâlânın Resûlü, şehidlerin Arş-ı a'lâya yükseldiklerini haber verdiler

Abdullah bin Revâha, Peygamber efendimizin vahy katipleri arasındadır Onun hakkında buyurdular ki:

- Cenab-ı Hak, Abdullah bin Revâha'ya rahmet eylesin Melekler onun meclisiyle öğünürlerdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



ÜMMÜ GÜLSÜM BİNTİ UKBE (ra)

Tek Başına Hicret Eden Kureyşli



Ümmü Gülsüm binti Ukbe radıyallahu anha Kureyşliler içinde yurdunu yuvasını bırakıp Medine’ye tek başına hicret eden bir hanım sahâbî! Allah’ ve Resûlüne hicret için evinden kaçan bir muhâcir hanım! Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize Mekke’de biat eden kahraman hanımlardan! Medine-i Münevvere’ye hicret ettiğinde; “Beni müşriklere geri çevirmeyin” diye Efendimize sığınan, imanlı, yiğit bir hanım! Hz Osman (ra)’ın anne bir kızkardeşi!



O Mekke’li olup Kureyş kabilesine mensuptur Babası Peygamberimizin can düşmanı, Efendimizi boğmaya teşebbüs eden, azılı müşrik Ukbe bin Ebî Muayt’tır Annesi, Ervâ binti Kureyz’dir



Ervâ hatun, İslâm’ın ilk yıllarında müslüman olma seâdetine eren bir hanım Resûl-i Ekrem (sa)’in hala kızı, Hz Osman (ra)’ın da annesi olur Erva hatunun annesi Beyzâ hanım Efendimizin halası olmaktadır



Ümmü Gülsüm, Mekke’de müslüman olarak Rasûlullah (sa)’e biat etti Diğer müslümanlar gibi o da işkencelere maruz kaldı Başta babası olmak üzere müşriklerin ezâ ve cefâlarından nasîbini aldı Dinden dönmesi için çok baskılar yapıldı Fakat o bunların hiç birine aldırış etmedi İnancından aslâ dönmedi İmanından zerre kadar taviz vermedi



Günler acı ve ıstırapla geçiyor, yıllar sıkıntılarla akıp gidiyordu Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret etmişti Onun ayrılışıyle Mekke âdeta boşalmıştı



Ümmü Gülsüm (ranhâ) doğup büyüdüğü şehirde ailesinin içerisinde idi Fakat bir müslüman olarak kendini yalnız hissediyordu Bunun için o da hicret etmek istiyordu Babası izin vermediğinden Mekke’de kalmıştı Müslüman kardeşlerinden ve Rasûlullah’tan ayrı kalmanın ıstırabıyla hayatına devam ediyordu Sanki o öz yurdunda gurbet hayatı yaşıyordu Bu ayrılığın bitmesi için Rabbimize duâ ediyor, hicret için fırsat kolluyordu



O yedi yıl Rasûlullah’a kavuşma hasretiyle yandı Müslüman kardeşlerinden ayrı kalmanın acısını yedi yıl kalbine gömdü Nihayet Rabbımız ona bir fırsat lutfetti Hergün gittiği yere gidiyormuş gibi bir plânla evden kaçtı



Ümmü Gülsüm (ranhâ) hicret mâcerâsını şöyle nakleder: “Mekke’den en son çıkış bölgesi olan Ten’im taraflarında kendimize ait bir bahçe vardı Ev halkımızdan bazısı da orada otururdu Buraya sık sık gider, üç dört gün kalır Mekke’ye dönerdim Ailem benim oraya gitmeme mâni olmazdı Buraya gidiş gelişi sıklaştırarak ev halkını alıştırdım Artık Mekke’de durmak istemiyordum Kendi kendime hicret etmeye karar verdim Yolda karşılaşacağım sıkıntılara razı oldum



Birgün bahçeye gidiyor gibi yine Mekke’den çıktım Yolun en son noktasına, şehrin çıkışına vardım Orada bir adamla karşılaştım Bana: Sen nereye gitmek istiyorsun? diye sordu Ben de: Sen kimsin? dedim Huzâa kabilesinden diye cevap verdi Bu kabile Rasûlullah (as) ile antlaşma yaparak sadakat göstermişti Ona: “Ben Kureyşî’lerdenim Medine’ye gitmek istiyorum” dedim O da: “Biz Huzâlılar gidilecek yolu iyi biliriz” dedi Bana yol klavuzu olabileceğini söyledi ve devesini getirip benim önümde ıhdırdı Ben de deveye bindim Huzalı devenin yularını tutup öne düştü ve Medine yoluna koyuldu



Ümmü Gülsüm binti Ukbe (ranhâ) Allah ve Resûlü yolunda annesinden, babasından ve memleketinden ayrılıyordu Bundan dolayı da hiç üzülmüyordu Rasûlullah (sa) Efendimize ve müslüman kardeşlerine kavuşmayı büyük bir seâdet biliyordu Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine karşıdan göründü



Ümmü Gülsüm (ranhâ)’nın gönlü sevinç içerisindeydi Mekke’de geçen sıkıntılı günler geride kalmıştı Allah Rasûlüne kavuşma heyecanı kalbini sarmış, içi içine sığmaz olmuştu Selâmet içerisinde Medine’ye ulaşmanın şükrü ile Rabbımıza hamdediyordu Yol rehberi Huzâlı’ya duâ ediyordu Allah o yoldaşı hayırla mükâfatlandırsın! Bir defa bile en ufak bir rahatsızlık verecek harekette bulunmadı Huzâ kabilesi ne güzel kabiledir! diyordu



Ümmü Gülsüm (ranhâ) Medine’ye girince müminlerin annesi Ümmü Seleme (ranhâ)’ya misâfir oldu O sırada İki Cihan Güneşi Efendimiz evde yoktu Annemiz ona ikramda bulundu Hal hatırını sordu Onun sevincini paylaşmak üzere birlikte oturup sohbet etti Fakat o endişeli bir bekleyiş içinde görünüyordu



Ümmü Seleme (ranhâ) annemiz bu fedakâr, imanlı kardeşini rahatlatmak ve gönlündeki sıkıntı ve endişeleri gidermek için ona:



– “Ey Ümmü Gülsüm! Sen Allah’a ve Resûlüne hicret ettin değil mi?” dedi O da:



– “Evet!” dedi Fakat Ümmü Gülsüm (ranhâ) rahat değildi Düşünceliydi İçinde sakladığı bir derdi, tasası vardı Bunu açıklamak için bir fırsat kolluyordu Ümmü Seleme (ranhâ) annemizin yakın ilgisinden cesâret alarak zihnini meşgul eden gönlünü sıkan korku ve endişeyi şöyle açıkladı:



– “Ey Ümmü Seleme! Hudeybiye antlaşması gereğince Mekke’den kaçıp Medine’ye gelenler Mekkelilere geri veriliyor Müslüman olarak Rasûlullah’a sığınan Ebû Cendel (ra) ile Ebû Basîr (ra) iâde edilmişti Efendimizin beni de geri çevirmesinden korkuyorum



Ey Ümmü Seleme! Kadınların hâli erkeklerinki gibi değildir Mekke’den ayrılışımın üzerinden sekiz gün geçti Şimdi onlar beni arayacaklardır Bulamayınca da buralara kadar geleceklerdir” diyerek derd ve sıkıntısını dile getirdi



Ümmü Gülsüm binti Ukbe (ranhâ) bu endişeler içerisinde heyecanlı bir şekilde beklerken İki Cihan Güneşi Efendimiz hâne-i seâdete teşrif buyurdu Ümmü Seleme (ranhâ) annemiz durumu Efendimize arzetti Fahr-i Kâinat (sa) Efendimiz bu fedakâr sahâbîsine “Hoş geldin” dedi



Ümmü Gülsüm (ranhâ) Rasûlullah (sa) Efendimize heyecanlı heyecanlı Medine’ye geliş mâcerâsını anlattı Sözlerini içindeki endişeyi de dile getirerek şöyle bitirdi:



“Ya Rasûlallah! Ben, dinim uğrunda hicret ederek sizin yanınıza geldim Beni koruyun Müşriklere geri çevirmeyin Onlara iâde ederseniz, bana işkence ederler Dinimden döndürmeye çalışırlar Ben nihâyet bir kadınım Bilirsiniz ki, kadınların hâli zayıfların hâline benzer” diyerek derdini, sıkıntısını açıkladı



İki Cihan Güneşi Efendimiz dikkatle Ümmü Gülsüm (ranhâ)’yı dinledi Onu sevindirecek ve korkusunu giderecek bir üslûpla şöyle cevap verdi: “Yüce Allah muhakkak kadınlar hakkındaki ahdi bozar, hükümsüz bırakır” buyurdu



Efendimiz bu imanlı, fedakâr sahâbîsini bu sözleriyle rahatlattı Rabbimiz de Habîbi’nin isteğini tahakkuk ettirdi ve hanımların müşriklere geri verilemiyeceğini belirten âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu Yeni nâzil olan bu ilâhî müjde “imtihan edilen kadın” mânâsına gelen Mümtehine sûresinin onuncu âyeti idi Meâlen:



“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin Allah onların imanlarını daha iyi bilir Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin Bunlar onlara helâl değildir Onlar da bunlara helâl olmazlar Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin Onlar da sarfettiklerini istesinler Allah’ın hükmü budur Aranızda O hükmeder Allah bilendir, hikmet sahibidir



İki Cihan Güneşi Efendimiz vahiy tamamlanınca bu müjdeli haberi Ümmü Gülsüm (ranhâ)’ya bildirdi Artık bundan böyle müşriklerin arasından kaçıp gelen imanlı hanımlar Mekke’ye geri verilmeyecekti Fahr-i Kâinat (sa) Efendimiz ilâhî emir gereğince onu ve daha sonraki hanımları soruşturdu ve:



“Allah’a yemin olsun ki siz, Allah ve Resûlünün sevgisi, bir de İslâmî vazîfeleri serbestçe yapabilmek için hicret etmiş bulunuyorsunuz Yoksa ne koca ne de mal sebebiyle göç etmiş değilsiniz” buyurdu



Ümmü Gülsüm (ranhâ) rahat bir nefes almıştı Sevincinden gönlü uçuyordu Yüce Rabbımıza hamdediyordu Sevgili Peygamberimize sevinç göz yaşlarıyla cevap veriyordu Ama dünya imtihan dünyasıydı Sıkıntılar bitmiyordu Bütün bu olup biten işler, akıp giden hâdiseler arasında babası Ukbe İbni Ebî Muayt kızının Medine’de olduğunu öğrendi Oğulları Velid ve Umâre’yi kızkardeşlerini alıp getirmek üzere Sevgili Peygamberimize gönderdi Medine’ye geldiklerinde Efendimizi buldular Hudeybiye antlaşması gereğince kendilerinden emin olarak İki Cihan Güneşi Efendimize: “Aramızdaki antlaşmaya göre kızkardeşimizi bize teslim et!” dediler Fahr-i Kâinat (sa) Efendimiz onlara: “Allah Teâlâ o şartın hükmünü hanımlar hakkkında bozdu” buyurdu Ümmü Gülsüm (ranhâ)’yı onlara teslim etmedi Velid ve Umâre elleri boş olarak Mekke’ye döndüler



Ümmü Gülsüm binti Ukbe (ranhâ) henüz evlenmemişti Medine’de kalması kesinleşince sahâbenin ileri gelenlerinden Zübeyr İbn Avvam, Zeyd İbni Hârise ve Abdurrahman İbni Avf (ranhüm) efendilerimiz kendisine evlenme teklifinde bulundular Ümmü Gülsüm (ranhâ) durumu kardeşi Hz Osman (ra) ile istişâre etti O da Resûl-i Ekrem (sa) efendimize sormayı tavsiye etti Bu teklif Efendimize arzedilince Ümmü Gülsüm (ranhâ)’nın Zeyd İbni Hârise (ra) ile evlenmesi uygun görüldü Kısa zamanda iki fedâkâr sahâbisinin sıcak yuvaları kuruldu Hz Zeyd ile Ümmü Gülsüm (ranhâ) mesud bir hayat yaşadılar Fakat mutlulukları uzun sürmedi Çünki kocası Zeyd (ra) Mûte Savaşında şehid düştü Bu evlilikten Zeyd isminde bir oğulları, Rukıyye adında bir kızları dünyaya geldi



Ümmü Gülsüm (ranhâ) kadere rıza gösteren imanlı bir hanımdı Allah’tan gelen her şeye râzıydı Kocasının şehid olmasını sabır ve metânetle karşıladı İddet müddetini bekledikten sonra Zübeyr İbni Avvâm (ra) ile evlendi Ondan da Zeynep adında bir kızı oldu Hayat sürprizlerle doluydu Mutlu bir yuva devam ederken birden aralarında bir geçimsizlik baş gösterdi O sıcak yuva yaşanmaz bir hal aldı Uzun sürmedi Kısa bir müddet sonra boşanmak zorunda kaldılar



Hayat devam etmekteydi İnsan yalnız yaşayamazdı Ümmü Gülsüm de bunun farkında idi Abdurrahman İbni Avf (ra)’tan gelen teklif üzere onun ile evlendi Bu evlilikten de İbrâhim ve Hâmid isminde iki oğulları dünyaya geldi



Ümmü Gülsüm binti Ukbe (ranhâ) Rasûlullah (sa) Efendimizin sohbetinden istifâde eden bilgili, imanlı bir hanımdı Efendimizden on kadar hadis-i şerif rivayet ettiği nakledilir Bunlardan bir tanesi şudur:



Ümmü Gülsüm binti Ukbe İbni Ebî Muayt radıyallahu anhâ, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:



“İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz” (Buhâri, Sulh, 2)



Müslim’in rivayetinde de:



“Ümmü Gülsüm dedi ki, Peygamber aleyhisselam halkın söyleyip durduğu yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim Bunlar da:



1 Savaşta (düşmanı aldatmak için)



2 İki kişinin arasını bulmak maksadıyla,



3 Kocanın karısına, karının da kocasına (aile düzenini korumak düşüncesiyle) söylediği yalandır” (Riyazussalihin Terc ve Şerh c2, s247)



Ümmü Gülsüm binti Ukbe (ranhâ) Abdurrahman İbni Avf (ra)’ın vefatından sonra, ömrünün sonunu Amr İbn Âs (ra) ile nikahlı olarak geçirdi Onun nikâhında iken ahirete göç eyledi Allah ondan râzı olsun



Cenâb-ı Hak’tan onun fedakârlığından, gayretinden, imânî heyecanından hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz Amin

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



ZEYD B SÂBİT



Zeyd b Sâbit b ed-Dahhâk b Zeyd b Levzân b Amr b Abdi Avf (veya Abd b Avf) b Ganem b Mâlik b en-Neccâr el-Ensârî el-Hazrecî

Peygamber (sas)'in ashabının ileri gelenlerinden biridir Ensâr'dan, Hazrec kabilesinin bir kolu olan Neccâroğulları'na mensuptur Annesi, en-Nevâr bint Mâlik b Muâviye b En-Neccâr'dır Zeyd'in künyesi Ebû Hârice'dir, fakat, Ebû Saîd ve Ebû Abdi'r-Rahmân olarak da çağrılıyordu (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe fı Ma'rifeti's-Sahâbe, II, 278,1970; İbn Abdi'l-Berr, el-İstîâb fi Ma'rifeti'l-Ashâb, II, 537; el-Askalânî, el-İsâbe fı Temyizi's-Sahâbe, III, 22)

Zeyd, hicretten yaklaşık onbir yıl önce dünyaya gelmiştir Babası Sabit, Buâs Günü öldürüldüğü vakit Zeyd, henüz altı yaşlarında bir çocuktu Resûlullah (sas), Medine'ye geldiği zaman Zeyd, hâlâ çürük sayılabilecek bir yaştaydı Kaynaklar, O'nun bu sırada onbir yaşlarında olduğunu bildirmektedir Nitekim Resûlullah (sas), Bedir Savaşına katılmak isteyen birkaç genci, yaşları küçük olduğu için geri çevirmişti ki, Zeyd de bu gençler arasındaydı (İbnü'l-Esîr, age, II, 278; İbn Abdi'l-Berr, age, II, 537: el-Askalânî, age, III, 22)

Zeyd b Sâbit, çok akıllı, zekî ve hafızası güçlü bir sahâbî idi O'nun bu meziyetini farkeden Peygamber (sas), Zeyd'ten İbranice ve Süryanice'yi öğrenmesini istedi Zira, Resûlullah (sas)'a çeşitli yerlerden, bu dillerle yazılmış mektuplar geliyor ve bunların okunup anlaşılması, gerektiğinde cevap verilmesi icab ediyordu Allah Resûlü, okuma yazma bilmediğinden, bunları başkalarına okutmak durumunda kalıyordu Halbuki, mektupların içeriğini başkalarının öğrenmesini istemiyordu Bunun üzerine Zeyd, hemen işe koyularak çok kısa bir sürede, hem İbranice hem de Süryanice okuma-yazmayı öğrendi Bundan sonra Rasûlüllah'a gelen mektupları kendisi okuyor, cevap gerekiyorsa yazıyordu Bu arada asıl görevi olan vahiy kâtipliğini de sürdürüyordu (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, II, 358; İbn Abdi'l-Berr, age, II, 538; İbnü'l-Esîr, age, II, 579)

Rivayete göre yaşının küçük olması nedeniyle Zeyd, Bedir ve Uhud savaşlarına katılmamıştır Katıldığı ilk savaş Hendek savaşı olup, savaşa hazırlık kabilinden, müslümanlar Medine'nin etrafında hendek kazarlarken Zeyd, çıkan toprağı taşıma işinde yardım ediyordu Resûlullah (sas) O'nu bu durumda görünce: "Ne kadar iyi bir çocuk" diyerek takdir ifadelerini dile getirmiştir

İbn Abdi'l-Berr, "el-İstîâb"da zikredip, sahih kabul etmediği bir habere göre; Tebük seferinde, Benî Mâlik b en-Neccâr'ın bayrağını Umâre b Hazm taşıyordu Resûlullah, bayrağı ondan alıp Zeyd b Sâbit'e verdi Bunun üzerine Umâre: "Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda sana herhangi birşey mi ulaştı?" diye sorunca, Resûlullah; "Hayır, lâkin Kur'ân'a öncelik vardır: Zeyd de Kur'ân'ı senden daha çok ezberlemiştir" şeklinde cevap verdi (İbn Abdi'l-Berr, age, II, 537; İbnü'l-Esîr, age, II, 278)

Zeyd b Sâbit, ashâbın en âlimlerinden biriydi Sadece Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemekle kalmamış, mirasla ilgili feraiz ilmini de çok iyi öğrenmişti Öyle ki, ashâb arasında bu ilmi O'ndan daha iyi bilen yoktu Resûlullah (sas), ashâbına: "Feraizi en iyi bilen Zeyd'dir" diyordu İmam Şâfiî de, feraiz hususunda bu hadisle amel etmiştir (İbnü'l-Esîr, age, II, 279; el-Askalânî, age, III, 23)

Gerek Hz Ömer, gerekse Hz Osman, Medine'den ayrıldıkları zaman Zeyd b Sabit'i vekil bırakırlardı Hz Osman, O'nu ziyade seviyordu Zaten kendisi de Osman taraftarıydı ve bu halife devrinde beytülmâla bakmakla görevlendirilmişti Yermük günü de ganimetleri taksim işini Zeyd üstlenmişti (İbnü'l-Esîr, age, II, 279; İbn Abdi'l-Berr, age, II, 538; II, 538; el-Askalânî, age, III, 23)

Zeyd'in vefat tarihi konusundaki rivayetler arasında tam bir mutabakat olmamasına rağmen, büyük bir ihtimalle h 45 yılında vefat etmiştir ve buna göre tahminî yaşı da 54'tür

Zeyd ten; ibn Ömer, Ebu Saîd, Ebu Hüreyre, Enes, Sehl b Huneyf ve Abdullah b Yezîd el-Hutamî gibi sahâbîler rivayette bulunmuşlardır Tabiînden de; Saîd b el-Müseyyeb, Kasım b Muhammed, Süleyman b Yesâr, Ebân b Osman, Büsr b Said ve Zeyd'in iki oğlu, Harice ile Süleyman ve başkaları rivayet etmişlerdir (İbnü'l-Esîr, age, II, 279; el-Askalânî, age, III, 23; İbn Abdi'l-Berr, age, II, 540; İbn Sa'd age, II, 360)

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



ÜSAME B ZEYD



Üsame b Zeyd b Hârise b Şurâhîl ashabın ileri gelenlerinden biri olup, Rasûlüllah (sas)'in azadlı kölesi Zeyd b Hârise'nin oğludur Künyesi, Ebû Muhammed'dir Değişik rivayetlere göre; Ebû Zeyd, Ebû Yezîd ya da Ebû Hârice olarak da çağırılmaktaydı (İbn Abdi'l-Beri, el-İstiâb fı Marifeti'l Ashâb, Kâhire; I, 75 ty, İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe f-Marifeti's-Sahabe I, 79)

Üsame'nin annesi Ümmü Eymen (ki, asıl adı Bereke'dir) Râsulûllah (sas)'in babası Abdullah'ın cariyesi ve aynı zamanda Peygamberimizin dadısı idi Abdullah vefat edince, Rasûlüllah onu azad etti Zeyd b Hârise b Şurâhîl de Hz Hatice'nin kölesiydi Hz Hatice Peygamberimizle evlenince, Zeyd'i kendisine hediye etti Rasûlüllah (sas) de onu azad edip Ümmû Eymen'le evlendirdi Üsame, işte bu evlilik sonucu dünyaya geldi (İbn Sa'd, et-Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyrut 1957, VIII, 223; İbn Abdi I-Berr, age, I, 75; İbnü'l Esîr, age, I, 79)

Üsame ile Eymen, aynı anadan kardeştirler, fakat babaları ayrıdır Üsame, İslâm döneminde, muhtemelen Rasulüllah (sas)'in risâletinin dördüncü yılında Mekke'de doğdu El-İsâbe'de kaydedildiğine göre, Hz Muhammed (sav), vefat ettiği zaman Üsame 18-20 yaşlarında bulunuyordu (el-İsâbe, Beyrut, ty, I, 29)

Rasûlûllah (sas), Üsame ve babasını çok severdi Bu nedenle kendisine; "Rasulüllah'ın sevdiği" anlamına gelen "Hibbu Rasûlüllah" ya da "el-Hibbu İbnü'l-Hubbi" denirdi Peygamber (sas)'in, Üsame'yi sevdiğine dair şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: "Şüphesiz Üsame b Zeyd bana, insanların en sevimlisidir Sizin iyilerinizden olmasını umuyorum Onun hakkında iyilik tavsiyesinde bulununuz" (İbnü'l-Esîr, age, I, 79; İbn Abdi'l-Berr, age, I, 76)

Hz Âişe'den rivayet edilen şu hadise de Rasûlüllah (sas)'in daha çocuk iken dahi onu ne kadar sevdiğini gösteriyor Hz Âişe (ran) diyor ki; "Bir gün Üsame'nin ayağı kapının eşiğine takılarak yere düştü ve yüzü yaralandı Allah'ın Rasûlü bana; "Yüzündeki pisliği temizle" dedi Ben onu kirli görerek denileni yapmadım Bunun üzerine Rasûlüllah (sas); yüzündekileri emerek tükürmeye başladı" (İbnü'l-Esîr, age, I, 80)

Yine, Urve İbnü'z-Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz, Üsame'nin gelmesini bekleyerek Arafat'tan inmeyi tehir etti Üsame çıkıp geldiğinde, onun siyah, basık burunlu bir çocuk olduğunu gören Yemenler, onu küçümseyerek; "Biz bunun yüzünden mi hapsedildik?" dediler Râvî, Yemenlilerin, Hz Ebû Bekir zamanında bu yûzden irtidat edip İslâm'dan çıktıklarını söyler (İbn Abdi'l-Berr, age, I, 76)

Üsame de bir çok sahâbî gibi, küçük yaştan itibaren savaşlara katılmayı arzulamıştır Nitekim Uhud günü onbeş yaşından küçük olmasına rağmen kendi yaşıtları olan, Abdullah b Ömer, Zeyd b Sabit, Berâ b Âzib, Arcır b Hazm ve Üseyd b Zühayr'le beraber savaşa iştirak etmek istemiş, fakat, Rasûlûllah (sas) yaşları küçük olduğu için bu isteklerini kabul etmemiş ve savaş başlamadan onları Medine'ye geri göndermiştir Hendek günü ise savaşmalarına izin verdi (İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, Mısır 1955, II, 66)

Üsame, Uhud savaşından sonraki tüm savaşlara katıldığı gibi, bir çok seriyyede de önemli görevler üstlenmiştir Huneyn gazvesinde; Müslümanlar darmadağın olup sağa sola kaçışırlarken, Rasûlüllah (sas)'in çevresinde sayılı birkaç sahâbî kalmıştır ki, bunlardan biri de Üsame b Zeyd'dir (İbn Sa'd, age, II, 151; İbn Hişam, age, II, 443; İbnü'l-Esîr, el- Kâmil fı't-Târîh, Beyrut 1965, II, 263)

Üsame'nin kendisinden rivayet edildiğine göre; katıldığı seriyyelerin birinde, düşman safında Müslümanlara karşı savaşan birine karşı kılıç çekince, o şahıs; "Eşhedü en lâ ilâhe illallah" diyerek şehâdet getirdi Fakat Üsame yine de onu öldürdü Dönüşte, durumu Rasûlüllah (sas)'e haber verince, Allah Rasûlü, "Lâ ilâhe illallah" diyen birini ne diye öldürdüğünü sorar Üsame; "Ey Allah'ın Rasûlü! O ölümden kurtulmak için böyle söyledi dedi Fakat, Rasûlüllah, bu soruyu aynı şekilde defalarca sordu Üsame, neredeyse Müslümanlığından şüpheye düşecek hale geldi Kendi kendine; "Allah'a söz veriyorum, bundan böyle lâ ilâhe illallah diyen hiçbir kimseyi öldürmeyeceğim" dedi (İbn Sa'd, age, II,119; İbnü'l Esîr, Üsüdü'l Ğâbe, I, 80; İbn Hişam, age, II, 622; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 226)

İfk olayında* Rasûlüllah (sas) ashabından bazılarına danışarak Hz Âişe hakkında görüşlerini öğrenmek istedi Bu arada Üsame'ye de düşüncesini sordu Üsame, Hz Âişe'den övgüyle bahsederek, onu böylesi çirkin bir iftiradan tenzih etti (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II,197; İbn HiŞam, age, II, 301)

Rasûlüllah (sas) H,11 yılda, büyük bir ordu hazırlayarak Üsame'yi bu orduya kumandan tayin etti Üsame'nin komutası altında ashâbın birçok ileri gelenleri vardı Bunlardan bazıları; Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubey de, Sa'd b Ebî Vakkas, Saîd b Zeyd, Katâde b en-Nu'mân ve Seleme b Eslem'dir Bunun üzerine, halktan bazı insanlar; "Peygamber, ilk muhacirlere bir çocuğu komutan tayin etti!" diyerek ileri geri konuşmaya başladılar Bunu duyan Rasûlüllah, çok kızdı ve minbere çıkarak cemaate şöyle seslendi: "Üsame hakkındaki sözleriniz bana ulaştı Siz onun komutanlığını tenkid ettiğiniz gibi, daha önce babasının kumandanlığını da tenkit etmiştiniz Gerçek şu ki, o komutanlığa layıktır Nitekim babası da komutanlığa layıktı" (İbn Sa'd age, II, 189,' 190; el-Askalânî, age, I, 29)

Üsame, söz konusu ordusuyla hareket etmek üzereyken, Allah Rasûlü dâr-ı bekâya irtihal etti Bunun üzerine Üsame, Medine'ye geri dönerek, Rasûlüllah (sas)'in yıkanması, teklifini ve defnedilmesi işlerinde Hz Ali'ye yardım etti Defin işi tamamlandıktan sonra, Üsame ordusunun başına geçerek ,Şam'a doğru hareket etti (İbn Sa'd age, II,189,190, 277, 279; el- Askalânî, age, I, 29; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 332)

Üsame, Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) zamanında yapılan birçok savaşa iştirak etmiştir Bunlardan biri, Müseylemetü'l-Kezzab'a karşı yapılan savaştır ki, bu muharebede Halid b Velid ile beraberdi (İbn Sa'd age, IV, 316)

Hz Ömer (ra) divan teşkilatını korunca, Rasûlüllah (sas)'e yakınlık derecelerine ve savaştaki başarılarına göre, Müslümanlara ulûfe dağıtmaya başladı Bu arada Üsame b Zeyd'e dört bin veya beşbin dirhem kendi oğlu Abdullah'a ise ikibin dirhem verdi Abdullah babasına "Neden Üsame'ye bana verdiğinden daha fazla verdin? Halbuki onun katılmadığı savaşlara ben katıldım" dedi Buna karşı Hz Ömer: "Allah Rasûlü Üsame'yi senden daha çok severdi Üsame'nin babasını da senin babandan daha fazla seviyordu" diyerek oğlunu susturdu (İbn Abdi'l-Berr, age; İbn Sa'd, age, III; 296, 297; el-Askalânî, age, I, 29; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l Ğâbe, I, 80)

Üsame; Hz Osman (ra)'ın öldürülmesiyle ortaya çıkan fitnelere bulaşmamış, Hz Ali'ye de bey'at etmemiş, onunla herhangi bir savaşa katılmamıştır Bu çekimserliğini; "Lâ ilâhe illallah" diyen bir kimseyi öldürmeyeceğine dair ettiği yeminle izah etmiştir (İbn Abdi'l-Berr, age, I, 77; İbnü'l-Esîr, Üsüdil'l-Ğâbe, I, 80)

Hz Ali ile Muaviye arasında meydana gelen çatışmalar sırasında Üsame bir süre Şam civarında bir beldede oturdu Sonra Vadi'l-kura'ya geldi Bir müddet de burada oturdu, ardından Medine'ye gitti ve Muaviye'nin hilafetinin sonlarına doğru Curf denilen yerde vefat etti

Vefat tarihi çeşitli rivayetlere göre, H 54, 58, ya da 59' dur Ebû Hüreyre, İbn Abbas, Ebû Osman et-Hindî, Urve İbn Zübeyr, Ubeydullah b Abdillah b Utbe, Ebû Vâil ve başkaları Üsame'den hadis rivayet etmişlerdir (İbn Abdi'l Berr, age, I, 77; İbnü'l Esir Usdü'l - Ğâbe, I, 81; el- Askalâni, age, I,129)

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



SELMAN el-FARİSÎ



Seçkin ve meşhur sahabilerden biri İran asıllı olup, İsfahan'ın Cayy kasabasında doğmuştur Bir rivayete göre de doğum yeri Râmehürmüz'dur Doğum tarihi hakkında bilgi bulunmamaktadır Selman (ra)'ın müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b Buzahşan'dır Müslüman olduktan sonra Selman ismini almıştır Künyesi Ebu Abdullah'tır Ona nesebi sorulduğu zaman; "Ben; Selman b İslam'ım" demiştir (İbn Sa'd Tabakâtül Kübra, Beyrut (ty), IV, 75; İbnul-Esir, Üsdül-Ğabe, II, 417; İbn Hacer el-Askalani, rel-İsâbe, Bağdat (ty), ll, 62) Selman (ra)'ın babası Mecusiliğe aşırı bağlı olan bir köy ağası (Dikhan) olup büyük bir çiftliğe sahipti Onun evinde bir ateşgede vardı ve onda ateşin sönmeden sürekli yanmasını sağlama işiyle Selman (ra) ilgileniyordu Babasının ona karşı olan sevgisi çok aşırıydı Bu yüzden onu, kendisine bir zarar gelmesin diye eve kapatmıştı Bu arada Selman (ra), Mecusiliğin gerçek bir din olup olamayacağı hakkında düşünmeye başladı Ancak o kendi deyimiyle, bir köle gibi eve hapsedildiğinden, dışarıdaki olaylardan pek haberdar değildi ve bu yüzden Mecusiliği diğer dinlerle karşılaştırma imkanından yoksun bulunmaktaydı Bir ara babası, işleri yoğunlaşınca onu tarlalardan birisine bakması için göndermek zorunda kaldı Öte taraftan onu, kendisi için her şeyden değerli olduğunu söyleyerek işini bitirince gecikmeden eve dönmesi için uyardı Bölgede az da olsa Hristiyan bulunmaktaydı Yola çıkan Selman (ra), bir kilisenin yanından geçerken, içerde ibadet edenlerin durumu dikkatini çekti ve içeri girerek onları izlemeye başladı O, evde hapsedilmiş olduğu için bu insanların dini hakkında hiç bir bilgiye sahip değildi Selman (ra) tarlaya gitmekten vazgeçerek, büyük bir merak içerisinde, akşama kadar orada kalmış ve bu dinin Mecusilikten daha hayırlı olduğu kanaatine vararak, onlara bu dinin kaynağının nerede olduğunu sormuştu Onunla ilgilenen hıristiyanlar, dinleri hakkında onu bilgilendirmişler ve bu dinlerinin kaynağının Suriye de olduğunu söylemişlerdi Selman (ra), eve dönmekte gecikince babası endişelenmiş ve onu bulmak için adamlar göndermişti Eve dönen Selman (ra), başından geçen olayı babasına anlattı Babası ise ona, gördüğü dinde hiç bir hayrın bulunmadığını ve atalarının dininin, karşılaştığı dinden daha iyi ve üstün olduğunu söyledi Selman (ra) babasına karşı çıkarak, hıristiyanlığın kendi dinlerinden üstün olduğu konusunda onunla tartışmaya başladı Babası, onun bu durumundan telaşlandı ve ayaklarından bağlayarak onu hapsetti Selman (ra), kilisedeki Hıristiyanlarla irtibat kurarak, Suriye tarafına gidecek bir kervan hazır olduğu zaman, kendisine haber vermelerini istedi Böyle bir kervan hazır olduğu zaman, kendisine verilen haber üzerine evden kaçtı ve bu kervana katılarak Suriyeye gitti Burada bir rahibin hizmetine girdi ve ondan Hıristiyanlığın esaslarını öğrenmeye başladı Ancak bu rahib, kötü bir kimseydi O, insanları sadaka vermeye teşvik ediyor, fakat topladığı bu sadakaları yerlerine sarfetmeyerek kendisi için biriktiriyordu Bu rahib ölünce, Selman (ra), onun yerine geçen rahibe tabi oldu Bu kimse zühd ve takva sahibi bir zattı Ona büyük bir sevgiyle bağlanan Selman (ra), ölümü yaklaştığı zaman; kendisine kimi tavsiye edebileceğini sordu Rahip ona, tabi olunabilecek tek kişiyi tanıdığını, onun da Musul'da bulunduğunu söyledi Selman (ra), Musul'a gidip, bu kimseye tabi oldu Onun ölümü yaklaştığı zaman da ondan yine kimin gözetimine girmesi gerektiği hususunda tavsiye istedi Bu zat ona, üzerinde bulundukları itikadta hiç kimseyi tanımadığını, ancak, Nusaybin'de bulunan bir âlime tabi olabileceğini söyledi Selman (ra) doğruca Nusaybine gitti Nusaybin'deki rahibin yanında bir müddet kaldıktan sonra, onun da ölüm döşeğine yattığını gören Selman (ra), yine kime uyabileceğini sordu Bu kimse, ona, uyulabilecek tek bir kimseyi tanıdığını ve onun Rum diyarında, Ammuriye'de bulunduğunu söyledi O ölünce Selman (ra), Ammuriye'ye gitti Ammuriye'de bir müddet kaldıktan sonra burada yanında kaldığı rahibin ölümü yaklaştığı zaman ondan da kime tabi olacağı konusunda vasiyette bulunmasını istedi Bu kimse ona, yeryüzünde tabi olunabilecek bir kimsenin var olduğunu bilmediğini söyledi ve şöyle ekledi: "Ancak bir peygamberin gelmesi yakındır O, İbrâhim'in dini üzere gönderilecek ve kavminin arasından hicret edip, içinde hurma bahçeleri olan iki harra arasındaki bir yere gidecektir Onun peygamber olduğunu belirten alâmetleri vardır: O, hediye edilen şeyleri yer, sadaka olarak hiçbir şeyi kabul etmez İki omuzu arasında da nübüvvet mührü bulunmaktadır Görünce onu tanırsın O ülkeye gidip ona katılmayı başarabileceğine inanıyorsan bunu yap" (Ahmed b Hanbel, V, 442-443; İbn Sa'd, IV, 77-78; İbnul-Esîr, Üsdül-Ğâbe, II, 417-418)

Selman (ra), burada bir müddet kaldıktan sonra, Kelb kabilesinden bir tüccarla karşılaştı Ondan, ülkesi hakkında bilgi aldı ve bahsedilen nebinin bu bölgedeki bir yerden çıkması gerektiğine kanaat getirerek, kendisini bir ücret karşılığında birlikte götürmesini istedi Selman (ra)'ın teklifini kabul eden Kelbli Arap onu yanına alarak Hicaz'a doğru yola çıktı Ancak, Vadil-Kura'ya geldiklerinde bu kimse Selman (ra)'a ihanet etti ve onu köle olarak bir Yahudiye sattı Vadil-Kura'da hurmalıkları gören Selman (ra), kalbi mutmain olmamakla birlikte, Ammuriye'deki rahibin kendisine tarif ettiği yerin burası olmasını arzuluyordu Vadil-Kura'da bir müddet kaldıktan sonra, efendisinin amcasının oğlu olan Kureyzaoğulları'ndan bir kimse tarafından satın alınarak Medine'ye götürülen Selman (ra), burayı görünce, hocasının kendisine bahsettiği beldeye geldiğini anlamıştı Rasûlüllah (sas) Mekke'de peygamberlikle görevlendirilip Medine'ye hicret edene kadar köle olarak hurma bahçelerinde çalışmış ve sürekli meşgul tutulduğu ve serbest olarak kimseyle konuşamadığı için, onun varlığından haberdar olamamıştı Rasûlüllah (sas) Kuba'ya geldiği zaman Yahudiler, Evs ve Hacrec'in ona iman etmesine kızıyor ve bunu bir türlü hazmedemiyorlardı Selman (ra), hurma bahçesinde bir ağacın tepesinde çalıştığı sırada Yahudilerden birisi gelmiş ve ağacın altında oturan Selman (ra)'ın sahibine (Evs ve Hacrec'i kastederek); "Allah Benu Kayle'ye lânet etsin Vallahi onlar şu anda, Mekke'den bu gün gelen bir adamın etrafında toplanmış bulunuyor ve onun nebi olduğuna inanıyorlar" dedi Selman (ra) şöyle demektedir: "Ben kendi kendime; "bu kesinlikle o peygamberdir" dedim Öyle bir titremeye başladım ki; ağacın altında duran sahibimin üzerine düşeceğim korkusuna kapıldım Süratli şekilde ağaçtan aşağı inip; "Ne diyor? Bu haber nedir?" diye sordum Bunun üzerine efendim bana şiddetli bir yumruk attı ve; "Bundan sana ne! İşinin başına dön" diye bağırdı Ben ona; "Sadece duyduğum bu haberin ne olduğunu anlamak istemiştim" dedim Akşam olunca Selman (ra), biriktirmiş olduğu bir miktar yiyeceği alarak, Kuba'da bulunmakta olan Rasûlüllah (sas)'in yanına gitti ve ona; "Senin salih bir kimse olduğunu duydum Yanınızda ihtiyaç sahibi olan arkadaşlarınız var Sizin halinizi duyduğum zaman, bunları size vermemin daha iyi olacağını düşündüm" dedi ve getirdiklerini Rasûlüllah (sas)'in yanına koydu Rasûlüllah (sas), ashabına;

"Yiyin" dedi Ancak kendisi bunlardan yemedi Selman (ra), sadaka kabul etmediğini gördüğü zaman kendi kendine; "Bu alametlerin biridir" dedi Daha sonra Rasûlüllah (sas) Medine'ye geçti Selmân (ra) tekrar bir şeyler hazırlayarak Rasûlüllah (sas)'in yanına gitti ve getirdiklerinin sadaka olmadığını, sadece kendisine hediye olarak vermek istediğini söyledi Onun sahabeleriyle birlikte bunlardan yediğini görünce ikinci alametin de onda var olduğuna kani oldu Bir zaman sonra Selman (ra) tekrar Rasûlüllah (sas)'in yanına gitti Rasûlüllah (sas) ashabıyla birlikte oturmaktaydı O, onlara selam verdikten sonra, Rasûlüllah (sas)'in etrafında dolaşmaya başladı Onun, bildiği bir şeyi araştırdığını anlayan Rasûlüllah (sas) ridasını kaldırdı Selman (ra), Rasûlüllah (sas)'in sırtındaki mührü gördüğü zaman Ammuriye'deki rahibin kendisine bahsettiği mührün aynısı olduğunu anladı ve onu öperek ağlamaya başladı Rasûlüllah (sas) onu yanına oturtarak halini sordu Selman (ra), oraya ulaşıncaya kadar başından geçen olayları anlattığı zaman, Rasûlüllah (sas) ve orada bulunan sahabiler bunu hayretler içerisinde dinlemişlerdi (İbn İshak, es-Sîre, Neşr: M Hamdullah, İstanbul 1981, 66; Ahmed b Hanbel, V, 442-443; İbn Sa'd, age, IV, 77-79; İbnul-Esîr, Üsdül-Ğabe, II, 418-419; Muhammed b Hasan ed-Diyarbekrî, Tarihul-Hamis, Beyrut (ty), I, 351-352; Ahmed b Hafız el-Hakemî, el-Kısasul-İslâmiye, (muhtemelen) Riyad 1976, I,187-189) Selman (ra), Rasûlüllah (sas)'e geldiği zaman Arapçayı meramını anlatacak ölçüde bilmiyordu Onunla Farsçayı bilen bir tercüman aracılığıyla konuşmuş olduğu rivayet edilmektedir (Diyarbekrî, age, I, 352)

Selman (ra)'ın İsfahan'daki köyünde başlayan ve müslüman olup kölelikten kurtuluncaya kadar başından geçen bu olayları Ahmed b Hanbel, İbn Sa'd, İbnul-Esir ve diğerleri, onun kendi anlatımıyla İbn Abbas'dan rivayet etmektedirler İbn Sa'd'ın Kurre el-Kindî'den naklettiği başka bir rivayette ise Selman (ra)'ın bu kıssası farklı bir şekilde anlatılmakta ve onun, İslam'a ulaşan yolculuğu esnasında, hıristiyan hocaların vasiyetleriyle, Hıms'a gittiği; yine buradan tavsiye üzerine Kudüse ulaştığı; burada kendisine tarif edilen zatı bulup ondan ilim tahsil ettiği; bu kimsenin ona son peygamberin çıkacağı yer ve önceki rivayetlerde geçen alametleri bildirmesi üzerine Hicaz'a doğru hareket ettiği ve sonunda Araplardan bir topluluk tarafından köle edilip Medine'de bir kadına satıldığı nakledilmektedir (İbn Sa'd, age, IV, 71-72; diğer rivayetler için bk el-Hâkim, el-Müstedrek, Beyrut (ty), III, 598, vd)

İbnul-Hacer, Selman (ra)'ın müslüman olana kadar hakkında nakledilen kıssaların birbiriyle farklılıklar arzettiğini, bunların arasını telif etmenin güç olduğunu söylemektedir (Askalanî, age, II, 62)

Selman (ra), Hicret'in beşinci yılına kadar köle olarak yaşamıştır Bundan dolayı o, Hendek savaşından önceki gazalara iştirak edemedi Uhud savaşı öncesinde Rasûlüllah (sas) ona, efendisiyle mükâtebede bulunmasını söyledi Selman (ra), bunun üzerine efendisine giderek onunla, üçyüz hurma fidanı temin edip dikmek ve kırk ukıye (1600 yüz dirhem) altın vermek şartıyla anlaştı Bunun üzerine Rasûlüllah (sas), Sahabilere: "Kardeşinize yardım edin " dedi Sahabiler güçleri miktarınca fidan temin ederek üç yüz tane fidanı ona verdiler Rasûlüllah (sas), ona: "Selman, git çukurlarını kaz Dikmeye sıra geldiği zaman onları sen dikme, bana haber ver Onları kendi ellerimle yerlerine koyayım"dedi Selman (ra), çukurların kazılma işini Sahabîlerin yardımıyla bitirdi Rasûlüllah (sas), bahçeye giderek bütün fidanları yerine koydu Bu fidanlardan hiç bir tanesi kurumamıştı Daha sonra, Rasûlüllah (sas) Selman (ra)'ı yanına çağırarak, efendisine ödemesi gereken kırk ukıye altını ödemesi için ona yumurta büyüklüğünde bir altın külçesi verdi Selman (ra): "Bu benim ödemem gereken miktarı nasıl karşılar ya Rasulallah?" demekten kendini alamadı Rasûlüllah (sas) ona, Ey Selman! Allah onunla senin borcunu karşılayacaktır" dedi Selman (ra) şöyle demektedir: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onunla kırk ukiyelik ödemem gereken miktarı ödedim" Artık böylece Selman (ra) hürriyetine kavuşmuş oluyordu (Ahmed b Hanbel, V, 443-444; İbn Sa'd, age, IV, 79-80; Diyarbekri, I, 468; İbnül-Esîr, Üsdü'l-Ğabe, II, 419; onun azad edilmesi hakkında değişik rivayetler için bk Diyarbekrî, age, I, 469)

Selman (ra)'ın katıldığı ilk savaş Hendek savaşıdır Müşrikler, müttefiklerle birlikte oluşturdukları on bin kişilik bir orduyla birlikte Medine'ye doğru harekete geçtikleri zaman, Rasûlüllah (sas), şehir içinde kalarak bir savunma savaşı vermeyi kararlaştırmıştı Ancak, Medine'nin çevresinde düşmanın şehre girişini engelleyecek her hangi bir sur yoktu Bu durum şehrin savunulmasını oldukça güçleştiriyordu Yapılan istişareler esnasında Selman (ra), Rasûlüllah (sas)'e, "Ey Allah'ın Rasûlü! Biz İranda muhasara edildiğimiz zaman şehrin etrafında bir hendek kazarak kendimizi savunurduk" deyip hücuma açık bölgede bir hendek kazılması görüşünü ileri sürmüştü (Taberi, Tarih, II, 566) Bu görüş Rasûlüllah (sas) tarafından uygun bulunmuş ve derhal hendeğin kazılması için faaliyete geçilmişti Selman (ra), kuvvetli bir kimseydi ve kazı işinde oldukça verimli çalışmaktaydı Ensar grubu, Selman (ra)'ı sahiplenerek, "Selman bizdendir" dediler Bunun üzerine muhacirler; "Hayır Selman bizdendir" demeye başladılar Bunu duyan Rasûlüllah (sas); "Selman bizdendir O ehl-i beytimdendir" diyerek onu ehl-i beytine dahil etmiştir (Taberi, aynı yer; İbn Sa'd, age, IV, 83)

Selman (ra), daha sonraki bütün savaşlarda Rasûlüllah (sas) ile birlikte bulunmuştur Mekkeli müşrikler, Medine önlerine geldikleri zaman şehirle aralarındaki hendeği gördüklerinde şaşırmışlardı Çünkü Araplar daha önce böyle bir savunma usulünden habersizdiler Müşrikler, bu hendeği geçmeyi denedilerse de başaramadılar Savaşın kazanılmasında hendeğin rolü o kadar büyük olmuştur ki, bundan dolayı Hendek savaşı olarak adlandırılmıştır

Selman (ra), Rasûlüllah (sas)'in yanından vefat edinceye kadar ayrılmadı Hz Ebu Bekir (ra)'ın Halifeliği zamanında da Medine'de bulunmuştur

Ömer (ra) devrinde İslâm ordusu İran'ın fethi için harekete geçtiği zaman Selman (ra) da bu orduya katıldı Selman (ra) İran asıllıydı Bundan dolayı düşman ordusunun durumunu çok iyi biliyordu Ayrıca Farsların İslâm dinini kabul ederek dalaletten kurtulmalarını şiddetle arzulamaktaydı İranlılar, Kadisi'ye yenilgisinden sonra Medain'de toplanmışlardı Müslümanlar Dicle nehrinin kenarına geldikleri zaman, karşıya geçmek için hiç bir şey bulamadılar Sa'd b Ebi Vakkas, karşı sahile bir öncü birliği gönderip geçiş güvenliğini sağladıktan sonra, bütün orduya nehri geçme emrini verdi Ordu topluca, suları kabarmış bir şekilde akan Dicle nehrine daldı Sa'd (ra)'in yanında Selman (ra) bulunmaktaydı Sa'd (ra), dua ediyor ve Allah Teâlâ'nın dostlarına yardım edeceğini, dinini üstün kılacağını ve Allah Teâlâ'ya isyan eden bir topluluğun iyiliğe (İslâm'a) galebe çalamayacağını söylüyordu Nehrin ortasında oldukça heyecanlı bir halde bulunan Sa'd (ra)'a, Selman (ra) şöyle demekteydi: "İslâm yepyenidir Allah, karaları nasıl müslümanların emrine vermişse, denizleri de onların emrine verecek güçtedir Allah'a yemin ederim ki müslümanlar nehre nasıl akın akın girmişlerse nehirden öylece akın akın çıkacaklardır" Gerçekten Selman (ra)'ın dediği olmuş ve müslüman ordusu hiç kayıp vermeden karşı kıyıya geçmişti (Taberi, Tarih, IV, 11-12; İbnul-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, II, 511-512) İranlı askerler dehşet içerisinde, onların nehri geçişlerine bakıyorlar ve kendi kendilerine; "Şeytanlar geliyor Vallahi bizim savaştığımız bu topluluk cinlerden başkaları değildir" demekteydiler (Taberi, II, 514) İranlı askerler kaçarak Kisra'nın sarayına sığınıp direnmeye devam ettiler Buraya gönderilen öncü birliğinin komutanı Selman (ra)'dı O, surun önüne geldiği zaman, İslamın emrettiği şekilde onları üç defa müslüman olmaya, kabul etmezlerse cizye ödemeye davet etti Selman (ra) onlara şöyle diyordu: "Ben de aslen sizden biriyim Size acıyor ve yumuşak davranıyorum Eğer müslüman olursanız bizim kardeşlerimiz olarak aynı haklara sahip olursunuz Bunu kabul etmez, dininiz de kalmak isterseniz, bize itaat ederek cizye ödersiniz Bunu da kabul etmezseniz, diğerleri gibi sizinle savaşırız" (Taberi, age, IV,14) Selman (ra), meselenin Arapların Acemlere hâkimiyeti meselesi olmadığını onlara anlatabilmek için, "Sizden biri olduğum halde Araplar bana itaat ediyor" diyerek (İbn Hanbel, V, 444) ikna etmeye çalışıyordu Selman (ra) ilk iki şartı kabul etmemeleri üzerine onlara üç gün düşünmeleri için mühlet verdi Üçüncü gün sarayda bulunan askerler teslim olmayı kabul ettiler ve böylece Kisra'nın muhteşem sarayı müslümanların eline geçmiş oldu (Taberi, age, IV) Daha önce Behuresirdekileri de o İslâm'a davet etmişti Ancak buradakiler, cizye vermeyi de reddedince savaşılarak mağlup edilmişlerdi (Taberi, aynı yer)

Sa'd (ra) Medâin'de karargah kurmuştu Ancak buranın havası, İslâm askerlerine iyi gelmemiş, iklim değişikliğinden dolayı yüzlerinin renkleri değişmişti Bu durumu öğrenen Ömer (ra), Sa'd'a haber göndererek, müslümanların yaşamalarına uygun bir yer tesbit edilmesi için Selman (ra) ile Huzeyfe (ra)'ı görevlendirmesini istedi Bu yer ile Medine arasında ulaşım kolaylığını engelleyecek bir nehrin bulunmamasını özellikle vurguladı Bölgede araştırmalarda bulunan Selman (ra) ve Huzeyfe (ra), sonunda Kufe üzerinde karar kıldılar ve burada ordugah şehri inşa edildi (17/638) (Taberi, age, IV, 40-41; İbnul-Esir, el-Kamil fit-Tarih, II, 527-528) Selman (ra) İran'ın fethi için devam eden askerî harekâtlarda aktif olarak rol almıştır (Taberi, IV, 305; İbnul-Esir, el-Kâmil fit-Tarih, III, 132)

Selman (ra), Hz Ömer (ra) döneminde Medâin valiliğinde bulunmuştur Selman (ra), Hicri 36 yılında Medain'de vefat etmiştir (İbnul-İmad, Şezerâtu'z-Zeheb, I, 44; İbn Hacer, age, II, 63; İbnul-Esîr, Tarih, III, 287; İbn Sa'd, age, VI,17) Ancak onun ölüm tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır Hz Osman (ra)'ın hilafetinin sonlarına doğru, (35) veya 37 yılında vefat ettiği rivayet edilmekte; hattâ Hz Ömer zamanında öldüğü de söylemektedir (İbnul-Esîr, Üsdü'l-Ğabe, II, 421) İbn Hacer, onun ölümü ile ilgili farklı tarihleri verdikten sonra, Enes (ra)'den, İbn Mes'ud'un, ölüm döşeğindeki Selman (ra)'ı ziyaret ettiği şeklindeki rivayeti delil alarak, İbn Mes'ud'un 34 yıldan önce vefat ettiğini, dolayısıyla Selman (ra)'ın ölümünün 33 veya 32 yılında olması gerektiği görüşünü ileri sürmektedir (İbn Hacer, age, II, 63) Onun iki yüz elli ile üç yüz elli sene yaşadığı şeklinde rivayetler bulunmakta ve raviler iki yüz elli sene yaşadığının şüphe götürmez olduğunu söylemektedirler (el-Askalanî, age, II, 62; İbnul-Esîr, Tarih, II, 287; Üsdül-Ğabe, 421) İbn Hacer, Zehebî'nin rivayetlerini değerlendirdikten sonra, onun ancak seksen yıl kadar yaşamış olabileceği kanaatine vardığını nakletmektedir (İbn Hacer, aynı yer) ki, gerçeğe yakın olan da budur Selman (ra)'ın mezarı, Bağdad'ın 30 km doğusunda Medain harabeleri civarından akan Deyale ırmağının kenarındadır Onun bulunduğu yer Selman-ı Pak (temiz Selman) olarak isimlendirilmiştir Onun mezarının içinde bulunduğu cami IV Murad tarafından tamir ettirilmiştir

Selman (ra), ilim, fazilet ve zühd bakımından Ashabın en önde gelen simalarından birisi olup, Rasûlüllah (sas)'e yakınlığıyla tanınmaktadır Hz Aişe (ran), şöyle demektedir:

"Bir çok geceler Selman (ra) Rasûlüllah (sas) ile yalnız kalırlardı Bu beraberlik o kadar sürerdi ki Rasûlüllah (sas) hanımlarından birinin yanına bile girmezdi" (İbnul-Esir, Üsdül-Ğabe, II, 420) Rasûlüllah (sas), Hendek savaşı esnasında onun ehl-i beytinden olduğunu ilân etmişti

Hz Ali (ra) onun hakkında; "Ona evvelkilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir Onda bulunan bu ilme ulaşılamaz" demiştir Başka bir zaman da: "O bizim ehl-i beytimizdendir Aranızdaki konumu Lokman Hekim gibidir İlk ve son kitabı okumuştur Sonu olmayan bir denizdir" demiştir Muaz (ra) kendisine gelenlere ilmi, aralarında Selman (ra)'ın da bulunduğu dört kişiden talep etmelerini söylemiştir Onun ilmi hakkında yapılan övgüler Rasûlüllah (sas)'in söylediği; "Selman ilme doyuruldu" (İbn Sa'd, age, IV, 85) Sözüne dayandırılmaktadır Selman (ra), Ebu Derdâ' (ra)'ın gece boyu namaz kıldığı ve sürekli oruç tuttuğunu gördüğü zaman onu bundan alıkoyup hazırlanan yemekten yiyerek orucunu bozması konusunda ısrar etmiş ve ona; "Üzerinde gözünün hakkı vardır, ailenin hakkı vardır Bazen oruç tut, bazen tutma; bazen namaz kıl, bazan ara ver" (bunları nafile olan ibadetleri için söylemiştir) Ebu'd-Derdâ' bu durumu Rasûlüllah (sas)'e ilettiği zaman o; "Selman senden daha âlimdir" dedi ve bunu üç kere tekrarladı (İbn Sa'd, age, IV, 85-86)

Hz Ömer (ra), ona büyük bir saygı gösterirdi Ümmetin idaresinin sorumluluğu altında ezilen Ömer (ra), duyduğu bir endişesini dile getirerek Selman (ra)'a şöyle sormuştu: "Ben bir melik (kral) miyim, yoksa halife miyim?" Selman (ra) ona şöyle karşılık verdi; "Eğer sen müslümanların toprağından bir dirhemden az veya fazla bir para alır, sonra onu, haksız bir şekilde sarfedersen, sen halife olmayıp bir melik olursun" (Taberi, age, IV, 211; İbnu'l-Esir, Tarih, III, 59)

Hz Ömer (ra), fey gelirlerini taksim ederken, Selman (ra)'a dört bin dirhem hisse ayırmıştır Bazı kimseler, "Halifenin oğlu (Abdullah) üç bin beşyüz dirhem alıyor, bu Farslı ise dört bin dirhem alıyor" diyerek bu durumu garipsemişlerdi Oradakiler: "Selman, Rasûlüllah (sas) ile Abdullah'ın katılmamış olduğu bir çok savaşa katılmıştır" diyerek cevapladılar (İbn Sa'd, IV, 86) Başka bir rivayette, Ömer (ra), Fey gelirlerinden müslümanlara maaş bağlamak için Divanul-Atâ'yı tesis ettiği zaman, Sahabiler için İslâm'daki öncelikleri ve katıldıkları savaşları göz önüne alarak bir gruplandırma yaptığı; Selman (ra)'ı, Hasan (ra), Hüseyin (ra) ve Ebu Zer ile birlikte olmadıkları halde Bedir ehlinden sayarak alacakları miktarı beş bin dirhem olarak kararlaştırdığı bildirilmektedir (Taberi, age, III, 614)

Rasûlüllah (sas) şöyle buyurmuştur: "Cennet üç kişiyi özler Ali, Ammar ve Selman" (Tirmizi, Menâkıb, 34)

Selman (ra), son derece mütevazi ve kanaatkar bir hayat yaşamıştır O, Medain'de vali bulunduğu ve çoğu devlet memurlarından fazla gelire sahip olduğu halde günlük yaşamı, son , derece sadeydi O, köle olduğu zaman nasıl giyinir ve nasıl gezerdiyse Medain valisi olduğu zaman da aynı hal üzere devam etmişti O, eline geçen parayı tasadduk eder ve kendi emeğiyle ürettiği şeylerden başkasını yemezdi Tanımayan birisinin, onun vali olduğunu anlaması mümkün değildi Medain sokaklarında yürürken Suriye tarafından gelen bir tüccar, üzerinde alelade bir aba ile gördüğü Selman'ı çağırarak yüklerini taşımasını istedi O, hiç tereddüt etmeden yükleri sırtına aldı ve adamla birlikte yürümeye başladı Onu bu halde görenler, "Bu validir" dediklerinde adam; "Seni tanımıyordum" diyerek özür diledi Selman (ra) ona, "Hayır bunları evine kadar götüreceğim" diyerek yoluna devam etti (İbn Sa'd, age, IV, 88; buna benzer diğer bir olay için bk aynı yer)

Bazı kimselerin giyiminden dolayı kendisine dil uzatmaları ve hafife almalarına karşı hiç bir tepki göstermemiştir Bir defasında iki genç asker yanından geçerlerken, onu göstererek; "Emiriniz budur" diyerek gülüyorlardı Selman (ra)'ın yanındaki adam ona, "Ey Ebu Abdullah! Şunların ne dediğini görüyor musun?" dedi Selman (ra) ona şöyle dedi: "Onları bırak Hayır ve şer bu günden sonradır Eğer toprak yemeyi becerebilirsen onu ye de, iki kişiye dahi olsa emir olmaktan kaçın Mazlumun ve sıkışık durumdaki kimselerin duasından sakın Çünkü onların duaları ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur" (İbn Sa'd, age, IV, 87-88) Selman (ra) çok cömert bir kişiliğe sahipti Eline geçen her şeyi fakirlere bölüştürürdü (İbnul-Esîr, Üsdül-Ğâbe, II, 420)

O, hiçbir zaman sadaka kabul etmemiştir Çoğu zaman eline geçen parayla hemen et alır ve onu pişirerek, hadis ehlini çağırır ve birlikte yerlerdi (İbn Sa'd, IV, 9)

Selman (ra), ölüm döşeğine yattığı zaman, ziyaretine giden Medain valisi Sa'd b Malik ve Sa'd b Mes'ud onu ağlarken buldular Neden ağladığını sorduklarında o şöyle cevap vermişti: "Rasûlüllah (sas) bizden bir ahid aldı Hiç birimiz onu koruyamadık O bize şöyle demişti: "Sizin dünyadaki geçimliliğiniz bir yolcunun azığı kadar olsun "

Onun ilmi ve takvası diğer sahabileri de etkilemekteydi Zira onu ziyarete giden Sa'd b Ebi Vakkas, kendisine nasıl davranması gerektiği şeklinde tavsiyede bulunmasını istemişti (İbn Sa'd, age, IV, 90-91)

Selman (ra), sık saçlı, uzun boylu bir kimseydi Onun Medâin'de Bukeyre adında bir hanımı vardı (İbn Sa'd, IV, 92) Selman (ra), Medine'deyken Hz Ömer (ra)'in kızını ondan istediği, fakat, Amr b el-Âs'ın bu konuda Selman (ra)'ı kızdırması üzerine bundan vazgeçtiği nakledilmektedir (İbn Abdırrabbih, Ikdu'l-Ferid, Beyrut 1949, VI, 90) Ancak onun ailesi hakkında açık rivayetler bulunmamaktadır

Sufiler, Selman (ra)'ı Ashabul-Suffe ile birlikte tasavvufun kurucularından biri olarak kabul ederler Bir çok tarikat silsilesi ona dayandırılmaktadır O, Rasûlüllah (sas)'in berberliğini yaptığı için Futuvvet teşkilatına bağlı berberlerin piri olarak kabul edilmekteydi Selman (ra)'ın sahip olduğu haklı şöhreti, bütün müslümanların ona karşı içten bir sevgi duymalarına sebep olmuştur Sünnî müslümanlar onun adını büyük bir sevgiyle anarlar Ehli beytten sayılması, Şiilerin ona karşı farklı bir ilgi göstermelerine sebep olmuştur Hacdan dönen Şiiler Kerbela'dan sonra onun mezarını ziyaret etmeyi ihmal etmezler Ayrıca, Şiiler, Hz Ali ve Ehli Beyt hakkıntla rivayet olunan hadislerin çoğunu ona isnad ederler Gulat-ı Şia ekollerinde ise o, ilahî sudur sırasında Ali (ra)'den hemen sonra yer alır Nusayriler ise onu, üç gizli harften biri kabul ederler Nusayriliğin teslis akidesini ifade eden ayn, mim ve sin harflerinden ayn Ali'yi, mim Muhammed (sas)'i, sin ise Selman'ı ifade eder Mana (Ali), ism (Muhammed) bab ise Selman'dır Buna göre o Nusayrî teslis akidesinin kapısı (bab) olup, üçüncü had'dır Durzîler ise, Kur'an'ın Selman'a vahyolunduğuna, Peygamberin Kur'an'ı ondan aldığına inanmaktadırlar Bu ekoller, oluşturdukları inanç sistemlerinde diğer bir kaç sahabi ile birlikte Selman (ra)'ı temel unsur olarak kullanmışlar ve ona çeşitli fonksiyonlar yüklemişlerdir Bu mezheplerin gerçekte mutedil Şia ile alakaları yoktur Zira muhtevâlarındaki inanç prensipleri gözönüne alındığı zaman İslamî şahsiyetlerin isimlerini kullanarak putperest bir inanç sistemi meydana getirdikleri görülecektir

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



MUAZ B CEBEL



Ensârın ileri gelenlerinden bir sahabi Adı, Muaz b Cebel b Amr b Evs el-Ensâri el-Hazrecî'dir Künyesi, s"Ebu Abdurrahman"dır On sekiz yaşında müslüman olmuştur Peygamber Efendimiz'le birlikte bütün savaşlara katılmıştır Rasûlüllah (sas) onu Muhâcirînden Abdullah b Mes'ud ile kardeş yapmıştı Muhammed b Sa'd: "Muaz, uzun boylu, beyaz tenli, güzel dişli, iri gözlü, çatık kaşlı ve kıvırcık saçlıydı" diye tanımlamıştır

Hz Peygamber kendisini çok seviyor ve zaman zaman: "Ey Muaz seni seviyorum" demek suretiyle bu sevgisini açığa vururdu Ashab arasında da, yüz güzelliğinin yanında, yumuşak huyluluğu, hayâsı, cömertliği ile tanınıyordu Onu Hz Ömer de çok seviyordu Muaz hakkında şöyle dediği rivayet edilir: "Analar bir daha Muâz gibisini doğuramaz Eğer Muâz olmasaydı Ömer helak olurdu Şayet Muaz benim hilafetim zamanında yaşamış olsaydı onu kendimden sonra halife tayin ederdim ve Rabbim bana onu niçin halife tayin ettiğimi sorduğunda da: "Ya Rabbi, senin Rasûlün'ü, Âlimler kıyamet gününde bir araya geldiklerinde Muâz, bir ok atımı (veya bir taş atımı) onların önünde olacak" derken işittim, diye cevap verirdim" demiştir (İbn Sa'd, Tabakât, III, 583-590)

Hz Muâz, sünnete de son derece bağlıydı Bir gün peygamber (sas) mescidin kıble duvarında tükrük görmüş ve bunun üzerine: "Her biriniz namazına durduğu vakit Şüphesiz Rabbi ile münâcât eder (söyleşir) Rabbi, kendisi ile kıblesi arasındadır O halde hiç biriniz kıblesine karşı tükürmesin Mutlaka tükürmesi gerekirse, ya sol tarafına veya sol ayağının altına tükürsün " buyurmuştur Bunun üzerine Muâz (ra): "İslâmiyet'i kabul ettiğim günden beri sağ tarafıma tükürmüş değilim (çünkü sağ tarafta insanın sevaplarını yazan melek vardır)" demiş ve bu hareketiyle Rasûlüllah'a ne kadar bağlı olduğunu göstermiştir (Sahih-i Buharî, Tevridi Sarih Tercemesi, II, 353-354)

Muâz b Cebel'in diğer bir özelliği de Kur'ân'ı ezbere bilmiş olması ve onu güzel okumasıdır Bunun için Sevgili Peygamberimiz: "Kur'an'ı dört kişiden öğrenin: Abdullah b Mes'ûd, Ubey b Kâ'b, Muâz b Cebel ve Ebu Hûzeyfe'nin âzadlısı Sâlim" buyurmuştur Aynı zamanda Hz Peygamber zamanında Kur'ân'ın toplanmasında emeği geçenlerdendir (Ahmed b Hanbel, Müsned, II, 190; Tecrid Terc, IX, 401; X, 22)

Muâz (ra), yaşayışında zühd ve takvaya da büyük önem verirdi Geceleri teheccüd namazı kılar ve namaz sonunda: "Allahım! Şu anda gözler uykuda ve gökte yıldızlar parlamış durumda Sen ise, diri, her an yaratıklarını gözetip duransın Rabbim bana dünya ve âhirette hidâyet nasib et! Şüphesiz Sen va'dinden dönmezsin" diye duâ ederdi (İbnü'l-Esir, Üsdül-Gâbe, V, 194-197)

İbn Mes'ûd, Muâz (ra) hakkında: 3"Şüphesiz Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen bir kimse idi; Allah'a şirk koşanlardan olmadı" demiştir Bunun üzerine ona, bu sizin söyledikleriniz Kur'an-ı Kerim'de Hz İbrahim hakkında söylenmiştir (en-Nahl, 16/120) denildiğinde: "Muaz da böyleydi; hayrı biliyor, ona uyuyor, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ediyordu" cevabını vermiş ve onu İbrahim (as)'e benzetmiştir (Üsdü'l-Gâbe, V, 197)

Muaz (ra), Sahabe'den Abdullah b Abbas, Abdullah b Ömer vs'den hadis rivayet etmiştir Kendisinden hadis rivayet edenler arasında Enes b Malik, Mesruk, Ebu't-Tufeyl, Esved b: Hilâl, Ebu Müslim el-Havlânî, Abdullah b Kays ve Abdullah b Ganem gibi zevât gelmektedir Rivayet ettiği hadislerin toplamı ise sâdece yüz elli yedidir (ez-Zehebî, Tezkiratü'l-Huffâz, I,19-22; Nevzat Âşık, Sahabe ve Hadis Rivayeti, s 117)

Hz Muâz, aynı zamanda sahabenin fakihlerinden olup dinde vukuf (ince anlayış) sahibiydi Daha Rasülullah'ın sağlığında fetva vermeye başlamıştı Hz Peygamber onun hakkında: "Ümmetim içerisinde helâl ve haramı en iyi bilen Muâz b Cebel'dir" demiştir (Tecrid Tercemesi, I, 84) Peygamber Efendimiz onu, İslâmı anlatıp öğretmek ve Kur'an-ı Kerim'i ezberletmek üzere, Hicretin dokuzuncu yılında Yemen'e göndermişti Yolculuk öncesi Hz Peygamber'le aralarında geçen konuşmayı Muâz (ra) şöyle anlatır: "Allah Rasûlü beni Yemen'e gönderirken şöyle dedi: "Sana bir mesele sorulduğunda ne ile hükmedeceksin?" Ben: "Allah'ın kitabındakilerle" diye cevap verdim "Eğer Allah'ın kitabında bulamazsan ne ile hükmedeceksin?" dedi" "Allah Rasûlü'nün hükmettiği ile, dedim Eğer onda da bulamazsan?" dediğinde: "Kendi reyimle içtihad ederim, diye cevap verdim "Bunun üzerine Allah Rasûlü: "Nebisini, râzı olduğu şeyde başarılı kılan Allah'a hamdolsun" dedi Ve Yemenlilere, size ashâbımdan ilmi ve dini en iyi bilen hayırlı bir kimseyi gönderiyorum diye bir de mektup yazdı (İbn Sâ'd, age, III, 583-590) Ona şu tavsiyelerde bulundu: "Ey Muâz! Ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun Cennet'in anahtarı nedir? diye sorarlarsa: "Lâ ilâhe illallah'tır" de Yâ Muâz, dâima alçak gönüllü ol, hilimle (yumuşaklıkla, akla uygun olarak) hükmet Cenab-ı Hak, sende samimiyet görürse yardımını ihsan eder, muvaffakiyet verir Eğer içtihâddan âciz kalırsan meseleyi tahkik edinceye kadar hüküm verebilmek için bekle, yahut meseleyi bana bildir Nefsinin arzularına uymaktan çekin Nefsin arzuları insanr Cehennem'e götürür Halka merhamet ve şefkatle muamele et "Yâ Muâz! Onları Allah'tan başka Allah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şehadete çağır Eğer bunu kabul ederlerse, Allah'ın kendilerine bir günde beş vakit namazı farz kıldığını bildir Bunu da kabul ederlerse, zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere, kendilerine zekâtın farz kılındığını bildir" (Buhari, Zekât,1) Ve şu mübarek sözleriyle vedâlaştı: Ey Muâz! Belki bu son görüşmemiz olabilir Allah seni dinde başarılı kılsın ve sana hidâyet nasib etsin; önünden, arkandan, sağından, solundan, yukarıdan veya aşağı tarafından gelebilecek her türlü belâ ve musibetlerden korusun Senden, insanların ve cinlerin kötülüklerini uzaklaştırsın Ey Muâz, belki mescidimi ve kabrimi ziyaret edersin" Bunun üzerine Muâz (ra), üzüntüsünden ağlayarak ayrıldı Netice Allah Rasülü'nün tahmin ettiği gibi oldu Muâz, Hz Ebu Bekr'in halifeliği döneminde Yemen'den döndü Kalan ömrünü Şam'da geçirdi ve Ürdün'de Tâûn hastalığından, henüz genç sayılabilecek bir yaşta otuz sekiz yaşında vefat etti (Mahmud Esad, İslam Tarihi, Trc A Lütfı Kazancı-Osman Kazancı, İstanbul 1983, s 833), (Ayrıca bk İbn Hacer, el-İsâbe, III, 426-427; Suphi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Trc M Yaşar Kandemir, s 322)

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



HAMZA İBN ABDULMUTTALİB (ra) (Hz HAMZA)



Hz Peygamber'in amcası, Şehidlerin efendisi

Künyesi; Ebn Ya'la veya Ebû Ammâre; Lakabı; Esedullah (Allah'ın Aslanı)dır Babası Abdulmuttalib, annesi Hâle'dir

Hz Hamza, Peygamberimizin amcalarının en küçüğüdür Doğumdan bir kaç gün sonra, Peygamberimizi emziren Ebû Lebeb'in câriyesi Süveybe daha önceleri Hz Hamza'yı da emzirmiş olduğundan, Hamza Peygamberimizin süt kardeşi idi

Hz Hamza, orta boylu, güçlü kuvvetli, heybetli, onurlu bir sahabîdir Hz Hamza (ra) iyi bir avcı, keskin nişancı, Kureyş'in en şereflilerindendir Mazlumlara yardım etmeyi seven cesur bir savaşçıydı Av dönüşü evine gitmeden Ka'be'yi tavaf edecek kadar kutsal kabul ettiği değerlere saygılı, karşılaştığı şahıslara selâm verip sohbet etmesini seven mürüvvetli bir insandı Onun gençlik dönemine ait bilgilerimiz yok denecek kadar azdır (İbnu'l-Esîr, İsdit'l-Gâbe, II, 52)

Peygamberimiz yakınlarına İslâm'ı tebliğ etmiş olmasına rağmen, Hz Hamza henüz müslüman olmamıştı Ebû Cehil'in Peygamberimize yaptığı bir hakaret sonucunda müslüman olmuştur Peygamberimiz bir gün Safâ tepesinde iken Ebû Cehil ve arkadaşları onun yanına gelirler Ebû Cehil Peygamberimize hakaret eder Abdullah b Cüdâ'nın câriyesi bu olayı seyredin av dönüşü Kabe'ye uğramayı âdet edinen Hz Hamza'ya anlatır Hz Hamza, eve gitmeden Ebû Cehil'in yanına uğrayarak elindeki yayı Ebû Cehil'in kafasına çalar, başını yaralar ve hakaret eder Bir gün sonra da Allah Rasûlünün yanına giderek (Bi'set'ten iki yol sonra) müslüman olur

Hz Hamza'nın müslüman olması Peygamberimizi çok sevindirmiştir Onun İslâm'a girmesiyle müslümanlar güçlendi Müşrikler rahatsız oldular

Mekke müşrikleri, hicretten sonra da rahat durmadılar Peygamberimizin ve müslümanların Medine'den çıkarılması için Abdullah b Übeyy, Hazreç ve Evs kabilesi müşrikleriyle ilişki kurdular Müslümanların hac yollarını da kapadılar

Müşriklerin gözlerini korkutmak, Şam ticaret yollarını keserek onları sıkıntıya düşürmek gerekiyordu Peygamberimiz bu amaçla Hz Hamza'yı Sifu'l-Bahr'a gönderdi Otuz kişilik bir kuvvetle Hz Hamza belirtilen yere vardı Müşriklerin kervam Sifu'l-Bahra gelmişti Kervanda Ebû Cehil de bulunuyordu Üçyüz kişilik bir kuvvetleri vardı

Hz Hamza, müşriklerle çarpışmak istiyordu Yanında bulunan müslümanlar da aynı duyguyu yaşıyorlardı

Henüz müşrik olan Mecdi b Amr b Cühenî bu iki grubun arasına girdi Hem müslümanlarla hem de müşriklerle görüştü Sonunda iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi

Bundan Sonra Hz Hamza'yı Bedir savaşında görüyoruz Bedir savaşında Utbe, Vefid, Şeybe meydana çıktılar Çarpışmak için er dilediler Hz Hamza, Şeybe ile çarpıştı Bir hamlede Şeybe'yi öldürdü Daha sonra Utbe'yi ve Tuayma b Adiyy'i öldürdü

Hz Hamza, Bedir savaşında kahramanca savaştı Allah ve Rasûlünün hoşnutluğunu kazandı

Bedir savaşında Hz Hamza (ra)'nın etkinliği ileri boyutlara ulaştı ve müşriklere karşı amansız bir savaş verdi Hârisû't-Temîmî, HzHamza'nın Bedir'deki durumunu anlatan bir rivayetinde şöyle diyor: "Hamza b Apdülmuttalib(ra)'in, Bedir savaşında üzerinde, deve kuşu olan kim" diye sordu "Hamza b Abdulmuttalib" diye cevap verildi O müşrik: "Ne yaptıysa O bize yaptı" diye mırıldandı" (M Yusuf Kandehlevi, Hadislerle müslümanlık, ll, 553)

Hz Hamza, Bedir Savaşını mütekaib Kaynukoğulları gazvesine katıldı

Peygamber Medine'ye geldiğinde Yahudilerle anlaşma yapmıştı Yahudiler, Bedir savaşını müslümanların kazanmasını hazmedemediler

"Siz savaşın ne demek olduğunu bilmeyen adamlarla çarpıştınız" dediler Savaş için fırsat kollamaya başladılar

Kaynuka gazvesi'nin genel sebebi bir kadına karşı yapılan terbiyesizliktir Kadıncağız bazı eşyalarını Kaynuka pazarında sattıktan sonra bir kuyumcuya giriyor Kuyumcu yahudi kadının eteğinin alt kısmını üst kısmına bir dikenle iğneliyor Kadıncağız ayağa kalktığında üzeri açılıyor Utanıyor, sıkılıyor, feryat ediyor, çevresinden yardım istiyor Kadının yardımına koşan müslümanlar Yahudiyi öldürüyor Yahudiler de müslümanın başına üşüşüyorlar ve onu şehid ediyorlar

Öldürülen müslümanın akrabaları Peygamberimizden yardım istiyorlar Bunun üzerine-Peygamberimiz Yahudilerden antlaşmanın yenilenmesini istedi Yahudiler Peygamberimizin bu isteğini reddettiler

Bu olay üzerine Peygamberimiz beyaz sancağım Hz Hamza'nın eline verip Kaynukaoğullarının üzerine gönderdi Kaynukaoğulları Yahudileri bekledikleri yardıma kavuşamayınca teslim olmak zorunda kaldılar

Bedir savaşı'nın acısını unutmayan Kureyşliler yeniden savaş için hazırlığa başladılar Bir yıl önceki kervanın gelirini savaş için harcamaya karar verdiler Savaş için değişik müşrik kabilelerden yardım isteyerek büyük bir kuvvet oluşturdular

Bu kez de Kureyş'in kadınları da katılacaktı Bedir Savaşı'nın bozgunla bitmesi sebebiyle müşrik kadınlar erkeklerini suçluyorlardı Bedir'in matemini tutarak erkekleri savaşa teşvik ediyorlardı

Cübeyr b Mut'i'nin Vahşi adında Habeşli bir kölesi vardı Bu köle harbe (Habeşlilere özgü bir mızrak) atmakta oldukça maharetli idi Hz Hamza, Cübeyr b Mut'im'in amcası Tuayma b Adiyy'i Bedir savaşında öldürmüştü Cübeyr, amcasının acısını unutmamıştı Kölesi Vahşi ile konuştu Hz Hamza'yı öldürmesi şartıyla kendisini serbest bırakacağını bildirdi

Peygamberimiz, Medine'nin içinde kalmayı, savunma savaşı yapmayı düşünüyordu Bedir Savaşı'na katılmayanlar düşmanla yüz yüze gelmek, Medine dışında savaşmak istiyorlardı Peygamberimiz Ashabın bu tavrı karşısında Medine dışında savaşılmasına karar verdi

Hz Hamza'da Medine dışında savaşılmasına taraftardı Hattâ Peygamberimize "sana, kitabı indirmiş olan Allah'a yemine eder, and içerim ki, bu kılıcıma Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim" demişti

Hz Hamza Cuma günü oruçlu idi Cumartesi müşriklerle karşılaştığı zaman da oruçlu bulunuyordu

Peygamberimiz, sabahleyin "Rüyada, meleklerin, Hamza'yı yıkadıklarını gördüm" diye buyurdu Uhut bölgesine varıldı, orduya savaş düzeni verildi Kureyş'in birinci bayraktarı Talha b Ebî Talha, Hz Ali tarafından, ikinci bayraktarı Osman b: Ebî Talha da Hz Hamza tarafından öldürüldü Sancaktarların ölmesi Kureyş'i şaşkına çevirdi Sarsıldılar, sendelediler Halid b Velid'in saldırıları da sonuç vermedi: Müşrikler, kaçışmaya başladılar Hz Hamza Uhud günü "ben Allah'ın Arslanıyım" diyerek kıhç salladı Sâfvân, Hz Hamza'yı savaşırken görüyor, "Ben, bugüne kadar kavmini öldürmeye onun kadar hırslı bir kimse daha görmedim" buyuruyor Uhud savaşında müşriklerin çoğunu Hz Hamza öldürmüştür

Kureyşliler bozguna uğrayıp kaçmaya başlayınca Peygamberimiz tarafından görevlendirilen okçular yerlerini bırakmaya başladılar Birbirlerine "ne duruyorsunuz? Allah, düşmanı bozguna uğrattı Siz de, müşriklerin ordugahına giriniz Kardeşlerinizle birlikte ganimet toplayınız" dediler Diğer bir kısmı bu teklife itiraz ettiler "Siz Rasûlullah'ın: Bizi arkamızdan koruyunuz! Sakın yerinizden ayrılmayınız! Bizim öldürüldüğümüzü görürseniz de yardımımıza koşmayınız! Ganimet topladığımızı görürseniz de, bize katılmayınız! Bizi arkamızdan koruyunuz" buyurduğunu bilmiyor musunuz?" dediler

Okçular, komutanları Abdullah b Cübeyr'i dinlemediler; "ganimetten nasibimizi alacağız" diyerek yerlerini terkettiler Abdullah b Cübeyr'in yanında çok az bir kuvvetin kaldığını gören Halid b Velid bu fırsatı değerlendirmek istedi Kuvvetlerini bir araya topladı, okçuların üzerine yürüdü Abdullah b Cübeyr, kendilerine doğru bir kuvvetin geldiğini görünce arkadaşlarına dağılmamalarını söyledi Müslüman okçular, üzerlerine gelen Kureyş müşriklerini ok yağmuruna tuttular Okları bitinceye kadar kahramanca savaştılar Abdullah b Cübeyr, okları bitince mızrağı ile savaştı daha sonra kılıcını kınından sıyırdı Şehid düşünceye kadar çarpıştı Diğerleri de aynı şekilde savaştılar Kureyş'in süvarileri insanlığa yakışmayan bir davranışla Abdullah b Cübeyr'in karnını deştiler, barsaklarını döktüler

Okçuların yerlerini bırakması, kalan kısmının şehid edilmesiyle müslümanlar gâfil avlandılar Hem arkadan, hem önden kuşatıldılar Müslümanlar şaşkınlıkla birbirlerine kılıç sallamaya başladılar

Hâris b Amr kızı ile Utbe'nin kızı Hind de Hz Hamza'yı öldürmesi için Vahşi'yi teşvik ediyorlardı Vahşi, açık dövüşmekten korkuyor, gizli dövüşmeyi tercih ediyordu

Vahşi, Uhud Savaşındaki durumu şöyle açıklıyor: "Halk arasında Ali'yi aradım Çok uyanık, girişken, çevik, çekingen ve etrafına çok bakınan bir adamdı Kendi kendime:"benim aradığım adam bu değildir" dedim O sırada Hamza'yı gördüm Halkı kasıp kavuruyor, kesip biçiyordu Fırsat kollamak için kayanın arkasına gizlendim Bir ara Şiba'b Ümmü Emmâr "var mı benle çarpışacak bir yiğit' diyerek meydan okuyordu Hamza ona: "Allah ve Rasûlüne sen misin meydan okuyan' dedi Göz açtırmadan, bacaklarından vurdu yere serdi Sel suları arkalarına eriştiği sırada ayağı kayıp düşünce mızrağımı fırlatıp attım; böğründen vurdum"

Hz Hamza'yı Şehid eden Vahşi daha sonra bir kenara çekilir Hind üzerindeki takılarını çıkarır Vahşi'ye verir Hz Hamza'nın yanına gelen Hind, onun burnunu, kulaklarını keser, cesedine işkence yapar, hatta ciğerini bile çiğneyerek parçalar

Vahşi müslüman oluşunu anlatırken: "Mekke'nin fethinden sonra Mekke'ye gelerek Rasûl-i Ekremi gördüm Bana dedi ki: "Sen Vahşi misin?" Ben cevap verdim: "Evet" Hamza'yı sen mi öldürdün? buyurdular "Öyle oldu" dedim Bunun üzerine Allah Rasûlü buyururdular ki: "bana yüzünü göstermemen mümkün mü? Ben de çıkıp gittim Rasûlullah'ın vefatından sonra yalancı peygamber Müseyleme ortaya çıktı Belki bu herifi öldürürüm de günahımı öderim, diye düşündüm Müslûmanlarla birlikte Yemâme'ye gittim ve bildiğiniz gibi Mûseyleme'yi öldürdüm (Sahihi Buharî, V, 36, 37)

Allah Rasûlünün Hz Hamza'ya derin bir sevgisi vardı Bu sevgiden dolayı elinde olmayarak "Vahşi"ye karşı olumsuz bir tutum içinde olmaktan da çekiniyordu Bu sebeple de Vahşi'yi görmek istememişti

Peygamberimiz, Hz Hamza'nın şehit olduğunu öğrenince onun başı ucuna gelir ve dua eder Hz Hamza, kız kardeşi Safiyye'nin getirdiği bir hırka ile kefenlendi Peygamberimiz, amcası Hamzâ'nın cenaze namazını kıldırdı Hz Hamza, Uhud'a defnedildi

Hz Peygamber'den iki veya dört yaş büyük olan Hamza, öldürüldüğünde elli yedi yaşında idi Hz Peygamber (sas) öldürülen her şehid ile beraber Hamza'nın namazını tekrarlamış; o gün yetmiş iki defa onun cenaze namazını kıldırmıştır Hz Peygamber (sas)'in ilk cenaze namazı kıldığı şehidin de Hz Hamza olduğu söylenmiştir Hz Hamza'nın eşi, çocukları Medine'de olmadığı için şehâdetine ağlanmamış bunu gören Hz Peygamber "Hamza'nın niye ağlayanları yok" buyurmuştur Bunu duyan Ensâr önce Hamza için sonra kendi şehidleri için ağlamaya başlıyorlar Tarihçi Vâkıdî (V 207/223) benim zamanıma kadar bu adet devam etmekteydi diye naklediyor (İbnü'l-Esir, Usdü'l-Gâbe, II, 51, 55)

Hz Hamza, bir gün Peygamber Efendimize gelerek Cebraîl (as)'ı asli yapısıyla görmek istediğini bildirdi Peygamberimiz, Hz Hamza'ya "O'nu görmeye dayanabilir misin?" diye sordu Hz Hamza, "Evet, dayanabilirim" diye cevap verdi Bunun üzerine Peygamber Efendimiz "otur, öyleyse" buyurdular Cebrail (as) müşriklerin Kâbe'yi tavaf edecekleri zaman elbiselerini üzerine koymakta oldukları kütüğe indi Peygamberimiz Hz Hamza'ya "Kaldır gözünü, bak" dedi Hz Hamza'ya bakıp, Cebrail'in zebercede yeşil cevhere benzeyen ayaklarını görünce bayıldı Arkasının üzerine düştü Bu olayı İbn Sa'd Tabakat'ında anlatmaktadır

Hz Hamza Peygamber (sas)'den şu hadisi rivâyet etmiştir: "Şu duayı hiç bırakmayın; "Allahümme inni es'eluke bismike'l-a'zam ve rıdvânıke'lekber" (İbn Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 55

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



HABBÂB İBN ERET



İslâm ile şereflenen ve İslâm'a girdiği için müşrikler tarafından işkence edilen ilk sahabelerden biri

Nesebi; Habbâb b Eret b Cendele b Sa'd b Huzeyme b Ka'b b Zeyd Temim kabilesinden, küçükken esir edilerek Mekke'ye getirilmiş Huzâalı Ümmü En'mâr'ın kölesi, Zühre oğullarının anlaşmalısı

İslâm ile şereflenen ve Allah için işkence edilen ilk müslümanlardan olan Hâbbab b Eret müslüman olduğunu açıkladığında ilk işkence edilen sahabeler arasında idi İlk Müslümanlar; Hz Peygamber (sas), Hz Ebû Bekir, Habbâb, Suheyb, Bilâl, Ammâr, Sümeyye (r Anhûm)dir Hz Peygamber ve Ebû Bekir, kendi aileleri tarafından nisbeten korunmuş ancak Mekkeli olmayan diğer dört kişi müşrikler tarafından şiddet ve baskı ile yıldırılmaya çalışılmıştır Bu insanlar kızgın güneş altında demir zırhlar giydirilerek ölesiye işkence edilmişlerdir Habbâb bu işkencelere sabrederek kâfirlerin Hz Peygamberin risâletini inkâr etmesini istemelerini reddetmiştir (İbnu'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe II, 114)

Hz Habbâb (ra) Medine'ye hicret edince Hz Peygamber (sas) onu Cebr b Atik ile kardeş yapmıştır Hz Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz Ömer'den izin alarak Kûfe'ye cihad için gitmiş, hicri 37 tarihinde şiddetli bir hastalığa tutulmuştur Hastalığın şiddetinden günde yedi defa başını dağlatan Habbâb, hastalık anında acı içerisinde "Hz Peygamber (sas) biri ölümü temenni etmekten alıkoymasaydı temenni ederdim" demiştir Oğullarına kendisinin Kûfe dışına gömülmesini vasiyet eder ve Kûfe'nin dışına gömülmesi durumunda Hz Peygamber'in sahabîsi oraya gömülmüş diye insanların ölülerini kendisinin etrafına gömeceklerini söyler Öldüğünde altmış üç yaşında olan Habbâb (ra) yirmibeş yaşında hicret etmiş, muhtemelen onbeş yaşlarında bir delikanlı iken İslam ile şereflenmiştir (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 416; İbnü'l Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 116)

Onbeş yaşında müslüman olmuş bir insanın dünyada kendisinden başka beş kişi müslüman iken işkencelere sabredebilmesi imanının ve dine bağlılığının en önemli göstergesidir Altmışüç yaşında bir ihtiyar iken ve acılar içerisinde kıvranırken ölümüyle bir sünneti ihya etmeyi düşünmesi, onun Hz Peygamber (sas)'ın sünnetine de ne kadar bağlı olduğunun en güzel delilidir

Mekke döneminde, sırtına ateşte kızdırılmış taşlar yapıştırılmış, sırt yağlan eriyinceye kadar sırtında tutulmuş, yine imanında sebat etmiştir Demircilik ile meşgul olduğundan, efendisi Ümmü Emmâr demiri ateşte kızdırır Habbâb'ın başını dağlardı Hz Peygamber Habbâb'a uğrar onunla sohbet ederdi Onun halini görünce: "Allahım Habbâb'a yardım et" diye dua etmişti Bir müddet sonra Ümmü Enmâr şiddetli baş ağrılarına tutulur, köpek gibi bağırmaya başlar Ona başını dağlatmasını tavsiye ederler Habbâb demiri ateşte kızdırır ve kadının başını demirle dağlar (İbnu'l-Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 115)

İşkencenin dayanılmaz bir hal aldığı, müşriklerin şiddetli baskı yaptıkları bir zaman Habbab Kabe'nin gölgesinde örtüsüne bürünmüş oturan Hz Peygamber'in yanına geldi; "Allah'a bizim için dua buyurmaz mısın" dedi: Hz Peygamber yüzü kıpkırmızı halde doğruldu, şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerde bir adam demir tarakla taranır ve sinirleri kemiğinden sıyrılırdı da bu işkence onu diniden döndürmezdi Testere başının saç ayırımına konur ve iki parçaya bölünürdü; bu da o adamı dininden döndürmezdi Allah muhakkak bu dini tamamlayacaktır San'â'dan kalkan yolcu Hadramevt'e içinde Allah korkusundan başka hiç bir korku olmadan gidebilecek" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 29) Bütün bu işkencelere katlanan Habbâb bir gün halinden şikâyetçi olmamış, İslâm'ın zafer yıllarında, çektiği işkenceleri reklam ederek insanların teveccühünü kazanmaya çalışmamış, mükafatı yalnızca Allah (cc)'dan istemiştir Hz Ömer (ra) hilâfeti döneminde Habbab'a "Allah yolunda çektiğin işkenceleri bize anlat ey Habbâb!" demesi üzerine sırtını açar gösterir Hz Ömer "Bu güne kadar bu derece harap olmuş bir sırt görmedim" der Habbâb (ra) "Sırtımda ateş yakarlardı, derimden çıkan yağlar ateşi söndürürdü" der Bazen de ateşte kızdırılmış taşlar sırtına konur derisinin yağları soğutuncaya kadar tutulurdu Bunun için sırtı yumurta büyüklüğünde oyuk oyuk idi (İbnu'l Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 115)

Bütün bu işkencelere rağmen İslâm'ı tebliğden geri kalmazdı Tâhâ suresinin bazı ayetlerini Hz Ömer'in kızkardeşinin ailesine öğretirken Ömer içeri girmiş; onların hallerindeki samimiyet Ömer'in müslüman olmasına vesile olmuştur

Zühd ve takvası ile gerçekten örnek olan Habbâb, ihtiyarlık döneminde İslâmın ilk yıllarında ölmediğine hayıflanır durur, şöyle derdi: "Hz Peygamber ile sevabını Allah'tan dileyerek hicret ettik; Allah indinde bir mükâfaata hak kazandık İçimizden kimi bu mükâfaat bu dünyada almadan göçtü gitti Mus'ab b Umeyr onlardandır Birden kimileri de meyvelerinin olgunlaştığını gördü ve bunları topladı İslâm'ın zafer yıllarını gördü ve müslüman olmasından dolayı dünya nimetlerinden istifade etti" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 45)

Habbâb (ra)'ın ilim talebeleri; Oğlu Abdullah, Ebû Ma'mer, Kays b Ebî Hâzım, Mesruk ve diğer Tabbiîn imamlarıdır Oğlu Abdullah da Hz Peygamber'i görmüş ve babası yoluyla ondan hadîs rivayet etmiştir

Habbâb hastalığı nedeni ile Sıffin'e katılmadı Sıffin dönüşü Hz Ali, Kûfe dışında yedi kabir görüp, bunlar nedir? diye sordu Etrafındakiler Habbâb'ın öldüğünü ve Kûfe dışına gömüldüğünü söyleyince Hz Ali (ra) şöyle dedi: "Allah Habbâb'a rahmet etsin İsteyerek coşkuyla müslüman oldu; Allah'ın emrine itaat ederek hicret etti; hayatı boyunca mücâhid yaşadı; bedenine çektirilen işkenceler ve hastalığı ile imtihan edildi Allah güzel amel işleyenin amelini zayi etmez" dedi Kabrine yaklaşarak şöyle dua etti "Ey mümin ve müslümanlar diyarı! Allah'ın selâmı üzerinize olsun, siz bizden önce yerinize ulaştınız, biz de inşâallah kısa zamanda size katılacağız Allah'ım onları ve biri mağfiret et Bizi ve onları affet Ahireti düşünüp onun için amel eden, az ile kanaat eden, Allah (cc)dan razı olan kullara müjdeler olsun" (İbnü'l-Esîr, Usdü'l Gâbe, II,144-117; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 416)

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



ES'AD B ZURÂRE



Sahâbe-i Kirâm'dan, Hz Peygamber (sas) ile Akabe denilen yerde karşılaşıp müslüman olan ilk Medinelilerden

Tam adı Ebû Umâme Es'ad b Zürâre b Udes b Übeyd b Sa'lebe b Ganm b Mâlik b Neccâr'dır Ensâr ve Hazrec'in ileri gelenlerindendir İslâm'ın Medine'de yayılmasında en büyük rolü oynadı Hicret'ten bir süre sonra hastalanarak Bedir savaşından önce Şevvâl ayında vefât etti (H I /M 623)

Medineli Araplar iç-içe yaşadıkları yahudilerden dolayı vahiy peygamberlik gibi konular hakkında az çok bilgi sahibiydiler Yahudilerin yakın bir zamanda bir peygamber geleceği konusundaki beklentilerini de biliyorlardı Çünkü yahudiler sık sık, "Bir peygamber gönderilmek üzeredir Onun geleceği zamanın gölgesi düştü O peygamber gelince biz ona tâbi olacağız Onunla birlik olup Âd ve İrem kavminin öldürüldükleri gibi biz de sizi öldüreceğiz" diyerek Arapları tehdit ediyorlardı Bu nedenle Es'ad b Zürâre müslüman olmadan önce yeni bir peygamber için hazırlıklıydı Ayrıca Es'ad az sayıda da olsa varlığını sürdüren Haniflerdendi İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Allah'ın bir olduğunu söyler, dostlarından Ebu'l-Heysem Mâlik b Teyyehân ile tevhid inancı hakkında konuşur, tartışırlardı (İbn Sa'd, Tabakât, l, 218; lll, 448)

Es'ad b Zürâre Hz Peygamber'le ilk kez nübüvvetin 11 yılı Hac mevsiminde tanıştı Yanındaki beş Hazreçli ile birlikte Akabe'de Hz Peygamber'le karşılaştı Hz Peygamber kim olduklarını öğrenince kendileriyle biraz konuşmak istediğini söyledi Razı olarak oturdular Hz Peygamber onlara kendisini tanıttı; Kur'an'dan bir bölüm (İbrahim, 14/35, 52) okudu Hemen onun beklenen peygamber olduğunu anladılar Birbirlerine, "Biliniz ki, vâllâhi bu yahudilerin sizi kendisiyle korkuttukları peygamber olmalıdır Sakın yahudiler ona inanmak ve tâbi olmakta sizi geçmesinler" diyerek müslümanlığı kabul ettiler Es'âd b Zürâre ile birlikte ilk müslüman olanlar Râfi b Mâlik b Aclân, Avf b Hâris b Rıfâ'a, Kutbe b Âmir b Hadide, Ukbe b Âmir b Nâbi ve Câbir b Abdullâh b Ri'âb idi ve bunlar İslâm'ın Medineliler için öneminin de bilincindeydiler Bunu Hz Peygâmber'e "Biz kavmimizi hem birbirlerine karşı hem de kavmimizden olmayan bir kavme (yahudilere) karşı aralarında düşmanlık ve kötülük olduğu halde geride bırakmış bulunuyoruz Umulur ki Allah onları da senin sayende bir araya toplar" diyerek belirttiler Hz Peygamber ile bir yıl sonra yeniden buluşmak ve bu süre içinde İslâm'ı Medine'de yaymaya çalışma sözü vererek ayrıldılar

Es'ad b Zürâre ve diğer müslümanlar Medine'ye dönünce, en yakınlarından başlayarak İslâm'ı tebliğ ettiler Kısa bir zaman içinde Medine'deki bütün evlerde Hz Peygamber ve İslâm konuşulmaya başlandı Es'âd'ın ilk davet ettiği kişilerden birisi dostu Ebu'l-Heysem Mâlik b Teyyehân idi ve Ebu'l-Heysem, İslâm'ı hiç tereddüt etmeden kabul etti Bir yıl süren davet çalışmalarında hem Hazreç'ten hem de Evs'ten birçok kişi müslüman oldu

Es'ad b Zürâre ve onunla birlikte müslüman olan Hazrecliler sözleştikleri gibi bir yıl sonra Akabe'de Hz Peygamber'le buluştular Ancak yanlarında İslâm'ı kabul etmiş altı Medineli daha bulunuyordu Bu altı müslüman Muaz b Hâris b Rıfâ'a, Ubâde b Sâmit, Yezid b Sa'lebe, Abbâs b Ubâde, Ebû'l-Heysem Mâlik Teyyehân, Uveym b Sa'ide idi Gece gerçekleşen buluşmada Es'ad ve diğer müslümanlar Hz Peygamber'e, "Darlıkta ve varlıkta isteklilikte ve isteksizlikte dinlemek ve boyun eğmek, emirlik işinde ehil olanla çekişmemek, her nerede olursa olsun hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeksizin hakkı söylemek" üzere bey'at ettiler Bu bey'at tarihe I Akabe Bey'atı* olarak geçti

Es'ad b Zürâre ve müslümanlar Medine'ye dönünce davet çalışmalarını yeni bir hız ve güçle sürdürdüler Fakat İslâm'ı anlatmakta özellikle Kur'an'ı öğretmekte büyük zorluklarla karşılaşıyorlardı Hz Peygamber'e mektup yazarak bir öğretmen istediler Hz Peygamber Mus'ab b Ümeyr'i Medine'ye öğretmen olarak gönderdi Mus'ab ile onu evinde misafir eden Es'ad b Zürâre tebliğ ve dâvet çalışmalarını birlikte yürüttüler Ev ev dolaşıyor İslâm'ı anlatıyorlardı Bu çalışmaları sonunda başta Sa'd b Mu'az ve Useyd b Hudayr gibi kabilelerinin güçlü kişileri olmak üzere çok sayıda Medineli müslüman oldu

Medine'de İslâm'ın yayılması konusunda en çok çaba harcayan ve fedakârlıkta bulunan kişi şüphesiz Es'ad b Zürâre idi Bu çaba ve fedakârlıkları nedeniyle tabii olarak temayüz etmiş önder durumuna gelmişti Yalnız İslâm'ı tebliğ etmekle yetinmiyor, zaman zaman müslümanları da biraraya getirerek bilgilendirmeye, ümmet bilincine ulaşmalarını sağlamaya çalışıyordu Bu nedenle müslümanları namaz için biraraya getiriyor, yemekler vererek birbirleriyle görüşmeleri, tanışmaları imkânını hazırlıyordu Bir rivâyete göre müslümanlar toplanarak yahudi ve hristiyanlar gibi haftada belli bir gün biraraya gelmeyi kararlaştırdılar O zaman Arube denilen günde Es'ad b Zürâre'nin çevresinde toplandılar Es'ad, müslümanlara iki rekât namaz kıldırdı, vaaz etti Beraberlikleri akşama kadar sürdü Es'ad onlara öğle ve akşam yemeği verdi Bu olaydan sonra Arube'ye toplantı günü anlamında Cuma denildi (Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ahkâm Tefsiri, II, 463)

Bir yıl sonraki Hac mevsiminde Es'ad b Zürâre ve Medineli müslümanlar Hz Peygamber'le Akabe'de yeniden buluştular Bu kez sayıları yetmişin üzerinde (ikisinin kadın olduğunda ittifak vardır, erkeklerin yarısı hakkında rivâyetler yetmiş, yetmişbir, yetmişiki ve yetmişüç rakamlarını verir) idi Yine geceleyin ve gizli yapılan görüşmede Hz Peygamber'in ve Mekkeli müslümanların Medine'ye hicretleri konusu görüşülerek karara bağlandı Hz Peygamber Medineli müslümanlardan; kendisini, ashâbını barındırmaları, yardımcı olmaları, kendi nefislerini savundukları ve korudukları her şeye karşı Hz peygamber ve ashâbını savunup korumaları üzerine bey'at * aldı Bey'attan önce Hz Peygamber'in amcası Abbâs bir konuşma yaparak Ensâr'ı uyardı Bu konuşmayı Es'ad b Zürare cevaplandırdı ve bu bey'atın anlamını bir kere daha dile getirdi Hz Peygamber ensardan, oniki nakib (temsilci) seçmelerini istedi İçlerinde Es'ad b Zürâre'nin de bulunduğu oniki temsilci seçildi Bunların her birisi kendi kabilelerini temsil edeceklerdi Hz Peygamber Es'ad b Zürâre'yi nakiblerin de temsilcisi atadı Böylece Es'ad bütün Medineli müslümanların temsilcisi oldu Bey'ata geçildiğinde yine ilk bey'at eden Es'ad idi Bey'atını, "Ben Allah'a bey'at ediyorum Resulullah aleyhisselâma da bey'at ediyorum Ahdimi yerine getirerek tamamlamak, sana yardım konusundaki sözümü işimle gerçekleştirmek üzere" diyerek yaptı Sonra kadınlar hariç bütün müslümanlar teker teker Hz Peygamber'in elini tutarak bey'at ettiler II Akabe bey'atı olarak anılan bu bey'at İslâm tarihinin en önemli olaylarından birisi olan Hicret'in kapısını ve İslam'ın zafer yolunu açtı

Hz Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra Es'ad b Zürâre uzun yaşamadı Ama bu süre içinde de İslam'a olan yüksek bağlılığın ve fedakârlığın örneklerini verdi Mescid-i Nebî'nin yapılması için seçilen arsa Es'ad b Zürâre'nin gözetimindeki Sehl ve Süheyl adlı iki yetim gencin malı idi Bunlar arsayı Hz Peygamber'e hediye etmek istedilerse de Hz Peygamber bedeli olan on miskal (48 gram) altını ödemeden kabul etmedi Es'ad b Zürâre ayrıca gençlere geçimlerini temin etmeleri için bir tarla bağışladı Hicretten dokuz ay sonra Mescid-i Nebî'nin inşası sırasında vefât etti Es'ad b Zürâre ilk olma özelliğini vefâtında da korudu ve Bakî kabristanına defnedilen ilk Ensar*, bir rivâyete göre de ilk müslüman oldu (İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe,I, 86-87)

Medine'de ilk cuma namazını Es'ad b Zürâre kıldırmıştır (Ali el-Mütteki, Kenzü'l-Ummâl, V, 136-137) Medine'de onun evi İslâm tebliğcilerinin bir merkezi durumunda idi O zamanlar müslümanlar kırk kişi idi Medine'de inşa edilen Mescidi Nebevi, iki yetimin arsası üzerinde kurulmuş, onlar arsalarını Hz Peygamber'e bağışlamak istemelerine rağmen, Hz Peygamber arsayı satın almış ve Es'ad b Zürâre de onlara Beyâdoğulları tarafında bir arazi temin etmiştir Es'ad b Zürâre'nin menenjitten öldüğü nakledilmiş, öldüğü zaman yahudiler Hz Peygamber hakkında, "Bir kudreti olsaydı arkadaşını kurtarırdı" diye fitne çıkarmaya çalışmışlardır Hz Peygamber de onlara kendisinin bir tabib olmadığını, görevinin ris'alet olduğunu söylemiştir (Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 138; İbnü'l-Esir, Üsdül-Ğâbe, II, 7) Es'ad b Zürâre öldükten sonra Hz Peygamber'e gelen Neccâroğulları, nakiblerinin öldüğünü ve yerine birisini atamasını istemişler ve Hz Peygamber de ''Sizin nakibiniz benim" demiştir (İbnü'l-Esir, aeg, I, 72)

Es'ad b Zürâre arkasında Kebşe, Habibe ve Faria adlarında üç kız çocuğu bırakmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



ENES B MÂLİK (613-709)



Milâdı 613 yıllarında Medine'de doğan ve milâdı 709 (h90) yılında Basra'da vefât eden Hz Enes b Mâlik'in neseb silsilesi: Enes b Mâlik b Nadr b Bamdam b Zeyd b Haram b Cündüb b Amir b Ganm İbn Adiyy b Neccâr, Ebû Hamzatü'l-Ensan el-Hazrecî'dir Annesi ise, Ümmi Süleym Sehle binti Milhan b Halid b Zeyd b Haram b Cündüb'dür Annesi Ümmi Süleym, ensardan olup isminin Sehle oluşu hakkında çok çeşitli ihtilâflar vardır Bazı eserlerde ismi Remile, Meyse ve Melike olarak zikredildiği gibi, Zamîsâi (Zümeysâ) veya Remisâi (Rümeysâ) olarak da geçmektedir

Hz Ümmi Süleym müslüman olunca, kocası onun İslâm'dan dönmesi için çok baskı yaptı Fakat bu baskılardan bir sonuç alamayınca kızdı ve Ümmi Süleym'den ayrılarak Şam'a gitti Orada kısa bir müddet ikamet ettikten sonra vefat etti

Babasının ölümü üzerine Enes'in annesine Ebû Talha tâlib oldu O zamanlar Ebû Talha henüz müşrik idi Ümmi Süleym, onunla evlenmek için İslâm'ı kabul etmesini şart koştu Ebû Talha bu şartı kabul ederek Hz Ümmi Süleym ile evlendi Resul-i Ekrem (sas)'in Medine'ye hicretlerinde, Enes b Mâlik henüz on yaşlarında bir çocuk idi Hz Peygamber (sas)'in Medine'ye gelişlerinde Medineli müslümanlar arasında meydana gelen heyecan ve coşkuyu Hz Enes şöyle anlatmaktadır:

"Medine'nin çocukları hem koşuyorlar ve hem de "Muhammed geldi, Muhammed geldi!" diye bağırıyorlardı Ben de onlarla birlikte koşmaya ve bağırmaya başladım Bu şekilde koşup bağırırken etrafıma baktım, bir şey göremedim Çocuklar ise yine bağırıyorlardı koşuşarak Ben de koştum ve bağırdım Fakat etrafıma dikkat edince gelenleri göremedim Nihayet Resulullah ile Hz Ebû Bekir geldiler Biz kendilerini gördükten sonra, adını şu anda hatırlayamayacağım adamın biri bizi şehre gönderdi Bize "Resulullah'ın geldiğini haber verin" diye tenbih etti Şehre koştuk ve müslümanlara haber verdik Ensardan beşyüz kişi onları karşılamaya çıktılar Ensâr, onları karşılayarak, "Buyurunuz, burada emniyete kavuşacaksınız İtaat ile karşılanacaksınız" dediler

Resul-i Ekrem kendisini karşılayanlarla birlikte şehre girdi O sırada şehrin bütün halkı Resul-i Ekrem'i karşılamak üzere evlerinden ve dükkânlarından dışarı çıkmışlardı Kadınlar da evlerinin damlarına çıkarak Hz Peygamber'in gelişini seyrediyorlardı Resul-i Ekrem ile birlikte gelen Hz Ebû Bekir'i de görüyorlar ve fakat ikisinden hangisinin Resulullah olduğunu etraflarına soruyorlardı Ben hayatımda o güne benzeyen bir gün görmemiştim!

Hz Peygamber, Medine'ye geldikten sonra bütün ensâr kendisine hizmet etmek hususunda yarışıyorlardı Hz Enes b Mâlik'in annesinin, hizmet yarışında yapabilecek veya verebilecek hiçbir şeyi yoktu Bundan dolayı hemen Enes b Mâlik'i çağırıp elinden tutarak Resul-i Ekrem'in huzuruna çıktı: "Ya Resulullah, ben fakir bir kimseyim Sizlere yardım edecek bir şeyimiz yok Bu oğlumdur, yardım etmek ve hizmetinizde bulunmak üzere sizlere bırakıyorum Onu kabul ediniz" dedi Resûl-i Ekrem, bu içten gelen arzuyu kırmadı Enes b Mâlik'i yanına aldı Bütün zamanlarında onu yanında bulundurdu

Enes b Mâlik, Resulullah'ın hizmetine girdikten sonra O'nun bütün emirlerini büyük bir dikkat ve itina ile yerine getirmeye çalıştı Resul-i Ekrem ile aralarında sır olarak kalmasını arzu ettikleri şeyleri büyük bir dikkatle muhâfaza eder ve onları annesine bile söylemezdi Nitekim kendisinden rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Enes şu olayı anlatır:

"Çocuklarla birlikte oynuyordum Resulullah (sas) olduğumuz yere teşrif buyurdu Bize selâm verdi Sonra benim elimden tuttu Ve beni bir işe gönderdi Kendisi de bir duvarın gölgesinde oturarak benim geri dönmemi bekledi Ben, O'nun emrini yerine getirmek için gittim, emirlerini ifa ettim ve sonra dönüp gelerek neticeyi kendilerine bildirdim Sonra dâ evime döndüm Annem Ümmi Süleym neden geciktiğimi sordu Ben de, 'Rasûlullah, beni bir işe gönderdi' dedim Validem, 'Ne işi?' dedi Ben de, 'sırdır' diyerek söylemedim Annem benim bu tavrımı çok beğenmiş olacak ki bana, 'Oğlum, Resul-i Ekrem'in sırlarını iyi sakla!' dedi!"

Hz Enes b Mâlik, her sabah, sabah namazında Resul-i Ekrem'in yanında bulunarak O'nunla birlikte sabah namazını kıldıktan sonra Resul-i Ekrem'e oruca niyet edip etmediğini sorardı Eğer oruca niyet ettiğini öğrenirse hemen iftar yemeğini hazırlardı

Hz Enes b Mâlik, Resul-i Ekrem'e o kadar sokulurdu ki, adeta ikisinin dizleri birbirine değerdi Nitekim Hayber gazvesinde, Resul-i Ekrem, Hz Enes b Mâlik ile birlikte giderken dizleri birbirlerine dokunuyordu Hz Enes, Resul-i Ekrem'e çok yakın olduğu gibi ailesi de çok yakındı Nitekim Ümmi Süleym Hayber'den sonra Hz Safiye ile evlenen Resulullah'ın evlenme işlerinde O'na yardım etmiştir Yine Resul-i Ekrem, Hz Zeyneb ile evlendiği zaman, Hz Ümmü Süleym, O'na yemek yaparak hizmet etmiştir Bu arada Hz Enes davet olunacak şahısları çağırmakla görevlendirilmişti Hz Enes b Mâlik, Bedir gazvesinde henüz oniki yaşında olmasına rağmen savaş alanına gitmiş ve savaş esnasında mücâhidlere hizmet etmiş bu arada Resulullah'ın hizmetini de aksatmamıştır Hz Enes'e yaşının küçük olduğu hatırlatılarak Bedir'e iştirak edip etmediği sorulduğunda, "Bedir'den kim geri kaldı ki ben geride kalayım?" cevabını vermiştir

Uhud ve Hendek gazvelerinde Enes b Mâlik yine Resulullah ile beraberdi Hudeybiye barışı sırasında henüz delikanlılık çağına gelmek üzere idi Umretü'l-Kaza'da ise Resul-i Ekrem'e refâkat ederek Mekke'ye gitti Daha sonra Hayber gazvesine ve Mekke fethine katıldı Daha sonra Huneyn gazvesinde de bulundu Ayrıca Resul-i Ekrem ile birlikte Tâif muhâsarasına katıldı Veda Haccı'nda da bulunan Enes b Mâlik, Resul-i Ekrem'in irtihalinde Medine'de idi

Enes b Mâlik, Hz Ebû Bekir devrinde Bahreyn çevresindeki kabilelere âmil olarak zekâtları toplamaya memur tayin edildi Hz Ebû Bekir'in vefâtında Bahreyn'de idi Sonrâ Medine'ye geldi Hz Ömer, Enes b Mâlik'i savaş meydanlarına göndermeyerek yanında alıkoydu ve istişâre meclisine dahil etti Hz Ömer, Enes b Mâlik'in akıl ve ileri görüşlülüğünden daima istifâde etmiştir

Hz Ömer devrinde Medine'de kalan Hz Enes b Mâlik, zamanlarının çoğunu fıkıh öğretmekle geçirdi Bu duruma õmrünün sonuna kadar devam etti Bu arada Hz Ömer zamanında Basra'ya göçerek orada yerleşti Orada da müslümanlara aynı şekilde fıkıh öğretmeye devam etti Bir defa da İran bölgesindeki cihad birliklerine katıldı Tuster şehrinin alındığı savaşa katılan Enes b Mâlik şehir teslim alındıktan sonra ganimet mallarının Medine'ye getirilmesi işini üstlendi Tekrar Basra'ya dönüp şehre vardığında Hz Ömer'in şehâdet haberini öğrendi Enes b Mâlik Hz Osman zamanında Basra'da kalarak fıkıh öğretimine devam etti Hz Osman'ın son devirlerinde fitne ve fesad olaylarına katılmamak için her imkânını kullandı Medine'nin âsiler tarafından tehdit altında olduğunu öğrendiği zaman yanına Umran b Husayn'ı alarak ashâbın çoğu gibi Halifenin yanına hareket etti Ertesi günü yolda iken Hz Osman'ın şehâdet haberini aldı Hz Osman'dan sonra hilâfet makamına Hz Ali geçti Fitnenin en büyük merkezlerinden biri Basra şehriydi Enes b Mâlik, Basra'da ikamet etmesine rağmen fitne ve fesad olaylarına hiç karışmadı Kendisine müsbet veya menfi açıdan yapılan fikir alışverişlerine de itibar etmeyerek hepsini reddetti Hz Enes b Mâlik, fitne ve fesad olaylarına karışmamakla birlikte zulme ve haksızlığa karşı sessiz de kalmamış ve cephe almıştır Nitekim Haccâc b Yûsuf'un valiliği sırasında yapmış olduğu zulmü gördüğünde, onu hemen Abdülmelik'e şikâyet etmekte tereddüt göstermedi Buna rağmen Haccâc-ı Zâlim, Enes'in derslerine devam etmiş ve onu hoşnut etmeye gayret sarfederek dâima hâl ve hatırını sormuştur

Emeviler zamanında, ashâb-ı kirâmın sayıları gittikçe azaldı Kalanların ise değeri her gün daha da çok artmaya başladı Halk, bu gibi zevâtı arıyor, buluyor ve onları dinliyordu Hz Enes b Mâlik de ashâb-ı kirâm içinde en uzun ömürlü olanlarından biriydi Bu itibarla halkın iltifâtına ve muhabbetine dâima mazhar olmuştur

Hicretten sonra seksen seneyi geçen bir ömür süren Hz Enes b Mâlik artık yaşlanmıştı Hulefâ-i Râşidîn devrinde yaşadığı gibi Emevilerin de pekçok hükümdarı devrinde yaşadı Basra şehrinde hastalandığı etrafa yayılınca, halk dalgalar halinde evine gelerek kendisini ziyaret etti ve gece gündüz onu yalnız bırakmadı Nihâyet milâdı 709 yılında Basra'da Rahmeti Rahmana kavuştu Vasiyyeti gereği Rasûl-i Ekrem'in saçlarından bir kısmı kabrine kondu Techiz ve tekfin işleri de yine vasiyyeti üzere yapıldı

Hz Enes b Malik, güzel huylu idi Kendisi son derece nazik, lâtif ve yumuşak huylu güzel yüzlü, hoş sohbet bir sahâbî idi Resulullah'a olan sevgisini her zaman ve her yerde açığa vuruyordu Hz Peygamber'in hizmetinde bulunmak onun için son derece sevindirici, zevk verici ve neşeli bir işti Resulullah da onun halini her zaman takdir edip fırsat buldukça onu hayır ile yâd eder ve hizmetini dua ile karşılardı Resul-i Ekrem'in vefâtından sonra Enes b Mâlik, ders vermeye başladığı zaman Resulullah devrini büyük bir zevk ve şevk içinde anlatır ve onun sünnetinden ve yaşayışından söz ederken vecd içinde adeta kendinden geçerdi Hz Enes b Mâlik, her davranışını Resulullah'ın sünnetine uydurmaya çalışırdı Resulullah'ın bütün hal ve hareketini kendisine rehber yapmıştı O'nu aynen taklid eder:ti Herhangi bir sahâbîye namaz hakkında soru sorulduğu zaman onlar hemen Enes b Mâlik'i örnek olarak gösterirdi

Hz Enes'in en önemli vasıflarından biri de haksever olması idi Halkı zulüm ve şiddet hareketleri ile yıldıran emirlere şiddetle çatardı Bu durumda kalan emirler, onu kırmamak için sözlerini küçük bir çocuk gibi dinlerlerdi Nitekim Hz Hüseyin'in başı Ubeydullah b Ziyad'a getirildiğinde Ubeydullah Hz Hüseyin'e karşı çirkin sözler söylemeye başlayınca, orada bulunan Hz Enes hemen müdâhale ederek, "Bu baş, Rasûl-i Ekrem'in başına benziyor" diyerek onu susturmuştu

Enes b Mâlik, çoluk çocuğunun kalabalıklığı ile tanınır Bütün ensârdan daha fazla çocuk sahibi idi Bu da Resulullah'ın bir duası eseriydi Hz Enes'in annesi Ümmü Süleym, oğlunu Resulullah'a getirdiği vakit, Ondan oğlu için dua etmesini istemişti Resul-i Ekrem de Ümmü Süleym'i kırmayarak ellerini kaldırıp: "Ya Rabbi, onun malını, evlâdını çoğalt ve onu cennete sok" buyurarak dua etmişti Bu dua' kabul olunmuş ve Hz Enes b Malik'in hem malı çoğalmış ve hem de evlâtları çok olmuştu Hz Enes b Mâlik'in çocukları arasında Abdullah, Ubeydullah, Zeyd, Yahya, Halid, Musa, Nasr, Ebû Bekir, Ömer,Alâ, Berra, Reme, Ümeyme ve Ümmü Haram'ı sayabiliriz Bu evlâtlarının hemen hepsi tarih'te meşhur olmuşlardır

Hz Enes b Mâlik son derece yakışıklı ve nurânî yüzlü bir kimse idi Zaman zaman sakalını boyardı Bütün hayatı boyunca son derece sade ve basit bir hayat sürmüştür Fakir-fukara gördüğü zaman hemen yanına giderek tasaddukta bulunur, talebelerine harçlıklar vererek onlara yardımcı olurdu Kendisi son derece gayretli ve cesur idi Hiçbir şeyden korkmaz ve çekinmezdi En çok korkulan vali ve hükümdarlar karşısında her sözünü açıkça ve çekinmeden söyleyerek onların kötülüklerine engel olurdu Cihada katıldığı zaman, sanki bir ordu imiş gibi gayet fütursuzca düşman üzerine saldırarak gözlerini yıldırır ve onları korkuturdu Talebelerinin sayısı oldukça fazladır Bunlar arasında tanınmış pekçok tâbiîn vardır Hasan-ı Basrî, Süleyman Temri, Katâde, Muhammed b Sîrin el-Ensârı, Saîd b Cübeyr bunlardandır Rivâyet etmiş olduğu hadis-i şeriflerin sayısı oldukça fazla olup bunların pek çoğu ittifak halinde hadis kitaplarında zikredilmiştir

Hz Enes (ra)'in rivâyet ettiği meşhur bazı hadis-i şerifler:

"Zâlime yardım, onu zulmünden alıkoymaktır "

"İnsan sevdikleri ile beraberdir"

"Ey nas, takvânıza dikkat ediniz Şeytan sizi aldatmasın"

"İçinizden bir kimse, bir felâkete uğraması yüzünden, ölümü temenni etmesin; ölümü dileyecek hale gelenler; 'Ya Rabbi, hayat hakkımda hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, hayat hakkımda hayırlı olmadığı zaman ruhumu kabzet' desin"

"Resul'i Ekrem efendimize dokuz yıl hizmet ettim, onun bana bir kez bile, "şu işi yapmasaydın-da böyle yapsaydın" dediğini yahut onun benim bir işimi ayıpladığını görmedim "

Alıntı Yaparak Cevapla

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



EBÛ MUSA EL-EŞ'ARÎ (ö44/666 ?)



Sahâbî Hz Ali ile Muâviye arasındaki savaşta meşhur "hakem olayı"nda hakemlik yapan Ebû Musa el-Eş'ari, Yemenlidir Asıl adı Abdullah'tır Ailesi ile birlikte Rasûlullah'ı görmeden Yemen'deyken iman etmiştir Rasûlullah'ın yanına gelmek üzere Yemen'den yola çıkan Ebû Musa, Habeşistan'a gitmiş ve orada Ca'fer b Ebî Tâlib ve diğer müslümanlarla buluşmuştur Medine'ye ulaştıklarında Hayber'in fethi tamamlanmıştı Rasûlullah Ebû Musa'ya harbe katılmış gibi ganimetten pay vermiştir (İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe, II, 30, 235, 245)

Ebû Musa el-Eş'arî, Mekke'nin fethine ve Huneyn gazasına katılmıştır Huneyn gazasından sonra Rasûlullah, Evtas vâdisinde toplanan Havazin kabilesini dağıtmaya Ebû Âmir'i gönderdi Buradaki çarpışmada yaralanan ve sonra şehid olan Ebû Âmir görevini Ebû Musa'ya devretmişti Ebû Musa bunu Rasûlullah'a bildirdiği zaman Rasûlullah Ebû Âmir için dua etmişti Ebû Musa kendisi için de dua etmesini söylediğinde Rasûlullah, "Ya Rabbi, Abdullah b Kays'ın kusurlarını affet ve onu kıyamet günü güzellikle kabul buyur" diye dua etmişti

Hicrî 9 yılda Tebük gazası vuku buldu Ebû Musa ve arkadaşları bu savaşa katılmak için Rasûlullah'tan deve istediklerinde Rasûlullah onlara deve satın aldı

Tebük seferinden sonra Rasûlullah, Ebû Musa'yı Muaz b Cebel ile birlikte Yemen'e tebliğe gönderdi Onları yollarken şöyle dedi: "Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz Sarhoşluk veren herşey haramdır; içkiden menediniz" (Buhâri, Cihad, 164; Meğazî, 60;

Müslim, Cihad, 5) Yemen'in iki tarafında Muaz ile Ebû Musa İslâm'ı tebliğ ettiler ve sonra buluştukları noktada aralarında bir mürtedin öldürülmesi konusunda şu tartışma geçti: Muaz: "Ya Abdullah, Kur'an'ı nasıl okuyorsun?" Ebû Musa: "Gece ve gündüz azar azar okuyorum Yani Kur'ân'dan okumak istediğimi bir hamlede okumuyorum " Muaz da şöyle dedi: "Ben gecenin başında uyuyorum, uykumu aldıktan sonra uyanıyorum ve Allah'ın kitabından okuyacağımı okuyorum"

Yemen'de tebliğ görevini tamamlayan Ebû Musa, Vedâ Haccı'na katıldıktan sonra Medine'de yerleşti Yemen'de ortaya çıkan Esvedu'l-Ansı adlı yalancı peygamber yüzünden oraya geri dönmediği anlaşılmaktadır Hz Ömer devrinde Hadramut'a gitti Orada emirlik yaptı, ancak Irak'ın fethine çıkan İslâm ordusuna katılmak için emirliği bırakıp, orduya katıldı Nusaybin'in fethiyle görevlendirildi ve burayı fethetti (Taberî, Târih, 2506) Sonra, Hz Ömer onu Basra valiliğine tâyin etti Valiliğinin ilk döneminde Menâzır ve Susi illerini fethetti, İslâm devletine karşı isyan eden Hürmüzan'ı yendi Hürmüzan'ın kalesi Huzistan'daydı O müslümanlara buradan saldırıyordu Buranın sarayları ve muazzam kaleleri vardı Hürmüzan isyan ettikten sonra kaleyi tahkim edip, İranlıları müslümanların aleyhinde kışkırtmıştı Ebû Musa ile onun ordusu Suster'de karşılaştılar Muhârebeyi müslümanlar kazandı ve Hürmüzan, kalesine çekildi Hürmüzan Hz Ömer'e teslim olmak şartıyla Medine'ye gönderildi (Taberî, 2518) Suster'den sonra Cünd-i Sabur ilini de teslim alan Ebû Musa, Huzistan'ı emin bir yer haline getirdi İranlılar Huzistan'ı kaybettikleri için intikam almak istedilerse de, Nihavend meydan savaşı diye meşhur muhârebede müslümanların karşısında yenilgiye uğradılar Fethedilen yerlerin taksimi meselesinde Basra ile Kûfe arasındaki anlaşmazlık sonucu Hz Ömer toprakları eşitçe paylaştırmış, ancak Kûfe valisi Ammar'ı azlederek, Ebû Musa'yı Kûfe'ye tâyin etmiştir Kûfelilerin ondan şikâyeti üzerine Ebû Musa tekrar Basra valiliğine getirildi Kûfelilerin Ebû Musa'yı Hz Ömer'e şu şekilde şikayet ettikleri zikredilmektedir: "Harp esirlerini karşılıksız tahliye etmektedir Devlet ve hükümet işlerini Ziyad b Ebih'e vermiştir Hâtie adlı şâire binlerce dirhem dağıtmıştır Evinde Ukayle adlı kadını en mükemmel yemeklerle beslemekte, ona halkın yediğini yedirmeyerek büyük masraf yapmaktadır "Bunları soruşturan Hz Ömer, hiçbirinin doğru olmadığını öğrenince Ebû Musa'yı görevine iâde etti Hicrî 23 yılda Ebû Musa İsfahan'ın fethine yardım etti, Basra'nın susuzluğunu gidermek için 'Ebû Musa Kanalı' diye bir kanal yaptırarak şehrin su problemini halletti Hz Ömer şehid edildikten sonra yerine geçen Hz Osman zamanında altı yıl daha Basra valiliği yaptı 29 hicrî yılda halkın şikâyeti üzerine Hz Osman onu azletti ve yerine Abdullah b Âmir'i atadı Daha sonra H 34 yılında Kûfe'ye tayin edildi Kûfe çok karışık bir şehirdi, fitne ve fesadla doluydu Ebû Musa burada halkı Rasûlullah'ın sünnetine dâvet etmesine rağmen, Hz Osman şehid edildikten sonra fitneler büyüyünce müslümanlar iki kampa ayrılmışlardı Hz Ali, oğlu Hz Hasan'ı Ebû Musa'ya yollayıp yardım istedi Ebû Musa Hasan'a şöyle dedi: "Rasûlullah'tan duydum: 'Öyle bir fitne kopacak ki, o zaman oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden hayırlıdır' diyordu" Ammâr, Ebû Musa'ya "Herhalde bu hadisi yalnız Ebû Musa biliyor" diye dil uzatınca, Ebû Musa söyle konuştu: "Ey insanlar, fitne çok fena birşeydir Fitne karnı aç, haris ve obur bir canavardır Ben size emrediyorum Kılıçlarınızı kınlarına sokunuz Evlerinize çekiliniz Biliniz ki, ben sizin iyiliğinizi istiyorum; siz de benim iyiliğimi isteyiniz Ben sizi aldatmıyorum; siz de beni âldatmayınız Bana itaat ediniz, dininizi de dünyanızı da kurtarırsınız Bu fitnenin ateşinde onu, o ateşi yakanlar yanar" Fakat kimse onu dinlemedi Ardından Cemel ve Sıffîn'de müslümanlar arasında kanlı çarpışmalar yaşandı ve hakem olayı * meydana geldi

Hakem olayında, hâdise ve çatışmaların dışında kaldığı için Hz Ali'nin temsilcisi olarak tayin edildi Aslında Hz Ali (ra), onun hakem olmasına karşıydı, ancak kendisine tâbi olanlar Ebû Musa'da ısrar edince, o da kabul etti Ebû Musa'nın savunduğu görüş, fitnede iki tarafın da haksızlığı ve Hz Osman'ın mazlum olarak katledildiği idi Ebû Musa, Abdullah b Ömer'in devlet başkanlığına getirilmesini önerdi Ancak Muâviye'nin hakemi Amr b el-Âs bunu kabul etmedi Ebû Musa, hilâfetin şûra ile, yani halkın seçimine bırakılması ile olmasını istediği zaman iki taraf da bu teklifi kabul etti Ali ile Muâviye'yi görevden azleden Ebû Musa, halkın serbest iradesiyle halifeliğe yeni birinin seçileceğini sanıyordu Oysa bilindiği gibi fitne tekrar ortaya çıkmıştı (37/657) Ebû Musa'nın hakem olayında sonuna kadar ümmetin çıkarı doğrultusunda hareket ettiği görülmektedir Amr b Âs, Ebû Musa'nın kararına uymamış, onu aldatarak fitneyi tekrar körüklemiştir Ebû Musa bu olaydan sonra Mekke'ye dönerek inzivâya çekilmiştir

Ebû Musa bir rivâyete göre Mekke'de, diğer bir rivâyete göre Kûfe'de vefât etti Hicrî 42 veya 44, senelerinde vefât ettiği zikredilir (Tezkiretü'l-Huffâz, I, 21) Hastalığı sırasında feryad eden zevcesine Rasûlullah'ın bağırıp çağırarak ağlamayı yasakladığını hatırlatmıştır (Müslim, 1, 18-19) Vasiyeti şöyledir: "Cenazemi süratle götürünüz Peşimden kimse gelmesin, mezarımda vücudumla toprak arasına birşey konmasın Kabrimin üstüne bir türbe yapmayınız Kadınlar içinde saçını-başını yolarak ağlayanları uzaklaştırınız Bunu Rasûli Ekrem'den naklediyorum" (Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 397)

Ebû Musa, valilik görevinde bulunmasına rağmen daima fakirlik içinde yaşamıştır (İbnü'l-Esir, 111, 143) Ebû Musa ilmin yayılmasına ve değer kazanmasına özellikle önem vermiş, halkı ilme teşvik için hutbe okumuştur Rasûlullah'a en yakın olanlardan biriydi ve ondan birçok şeyler öğrenerek başkalarına aktarmıştır Rasûlullah zamanında fetvâ vermek için icâzet aldığı söylenir (Tezkiretü'l-Huffâz, I, 21) Ebû Musa güzel sesiyle Kur'an okurken herkesi büyüler, Rasûlullah onu dinlerdi (İbn Sa'd, Tabakat,, IV/I, 80) Ebû Musa aynı zamanda muhaddistir Üçyüzaltmış civarında hadis rivâyet etmiştir Buhâri ve Müslim elli hadisini müşterek nakleder Ebû Musa hayatında her zaman Rasûlullah'ı örnek almıştır Gördüğünü veya duyduğunu aynen tatbik etmek istemiştir Takvâya son derece önem veren Ebû Musa, hayâ ve temizliğe bilhassa düşkündü "Hayâ imandan bir şubedir" demiştir (Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 415) Hiçbir zaman servete, mala-mülke itibar etmedi Ümmetin hayır ve menfaatinden başka bir şey düşünmedi Fitnelerin dışında kalmak istedi Cemel ve Sıffîn muhârebelerinin dışında kâldı Fitneye karışan kardeşi Ebû Rahm'e şöyle demiştir: "Rasûlullah'tan şöyle dediğini duydum: 'İki müslüman kılıçları ile karşılaşacak olurlar da biri diğerini katlederse ikisi de cehennemlik olur'' (Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 403) Oğlu Ebû Bürde bir gün aksırdığında babasının kendisine "Yerhamükellah" dememesinin sebebini şöyle anlatır: "Babam, Peygamber efendimiz'den, 'Herhangi biriniz aksırdığı zaman eğer elhamdülillah derse ona yerhamükellah deyin, demezse siz de yerhamükellah demeyin ' diye buyurduğunu duydum" (Buhâri, Edeb, 137) Kalabalık bir cemaati vardı Onlara Kur'ân dersi verirken şöyle derdi: "Kur'ân öyle bir şeydir ki, ona uyarsanız sizin için ecir, uymazsanız ağırlık ve yük olur O halde ona uyunuz, o size uymasın Zira Kur'ân kendisine uyanları cennete götürür, uymayanları da yüzüstü cehenneme sürükler" (el-Hılye, 1, 257)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.