Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
gerçeği, tevhid, yokeden, şüpheleri

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #31
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Dua Talebi ve Selef-i Salih’in Tavrı


[size="4"]Müellifin: “Bu husus sabit olduğuna göre onların peygamberlerden yardım istemeleri” ifadesi de ikinci cevabı teşkil etmektedir Şöyle ki insanların peygamberlerden yardım dilemeleri (istiğase) yüce Allah’a insanları o büyük bağkifdeki halden rahata kavuşturması için Allah’a dua etmelerini istemek kabilinden olacaktır Bizzat kendilerine dua etmek (ve onlardan istemek) değildir Aksine onların Rablerine dua etmelerine dair bir istekleridir Bu da caiz bir şeydir Nitekim ashab-ı kiram da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’dan kendilerine Allah’a dua etmelerini istiyorlardı Buhari ve Müslim’de yer alan Enes radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadise göre bir adam bir cuma günü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem hutbe irad ederken mescide girerek şöyle demiş: “Ey Allah’ın Rasûlü! Mallar telef oldu, yollar kesildi Sen yüce Allah’a bize yağmur yağdırması için dua buyur” demiş fakat ey Allah’ın Rasûlü sen bizim için yağmur yağdır dememiştir Aksine “Allah’a bize yağmur yağdırması için dua et” demiştir Peygamber sallallahü aleyhi vesellem de ellerini kaldırarak üç defa: “Allah’ım bize yağmur yağdır” diye buyurmuştur Yüce Allah bir bulut peydah ederek, bulut yağmur yağdırdı Tam bir hafta boyunca güneşi görmediler Yağmurda oluk oluk yağıyordu Bir sonraki cuma yine bir adam ya da aynı adam gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Mallarımız su altında kaldı, binalar yıkıldı Yüce Allah’a bu yağmuru kesmesi için dua buyur” dedi Bunun üzerine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem da Rabbine dua ederek şöyle buyurdu: “Allah’ım üzerimize değil, etrafımıza (yağdır) Allah’ım tepelere, tümseklere, vadilerin iç taraflarına, ağaçların bittikleri yerlere (yağdır) Bunun üzerine semadaki bulutlar ayrıldı ve ashab-ı kiram (mescidden) çıkıp güneşte (evlerine gitmek üzere) yürüyüp gittiler
İşte bu Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’dan yüce Allah’a dua etmesi için yöneltilmiş bir istektir Yoksa Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendisine yapılan bir dua da değildir, ondan bir yardım istemek (istiğase) da değildir Böylelikle bu gibi kimselerin ortaya attıkları bu şüphenin kendilerine fayda sağlayacak bir şüphe olmadığı anlaşılmaktadır Aksine bu şüphe Allah tarafından kabul edilmeyen çürük, tutarsız bir şüphedir
Daha sonra müellif şunu sözkonusu etmektedir: Kendisini bildiğin ve salih olduğunu da bildiğin salih bir insana giderek ondan senin için Allah’a dua etmesini istemende bir sakınca yoktur Bu doğrudur Şu kadar var ki insanın bunu bir adet haline getirmemesi gerekir Salih bir kişi gördüğü her seferinde o kimseye benim için Allah’a dua et demeye kalkışmamalıdır Çünkü böylesi selefin -Allah onlardan razı olsun- adeti değildi Ayrıca böyle bir tutum başkasının duasına bel bağlama sonucunu da getirir Bilindiği gibi insan bizzat Rabbine dua edecek olursa, bu onun için daha hayırlıdır Çünkü o böylelikle kendisini yüce Allah’a yakınlaştıran bir ibadette bulunmuş olmaktadır Şüphesiz ki dua yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi bir ibadet çeşididir:
”Bana dua edin, ben de sizin duanızı kabul edeyim (el-Mu’min, 40/60)
Yine insan bizzat Rabbine dua edecek olursa, kendisi de ibadetin ecrini elde eder Ayrıca menfaatin elde edilmesi, zararın önlenmesinin gerçekleşmesi hususunda da yüce Allah’a güvenip dayanır Halbuki başkasından kendisi için Allah’a dua etmesini isteyecek olursa, bu başkasına bel bağlar ve belki de bu başkasına bağlanması yüce Allah’a olan bağlılığından daha ileriye de gidebilir Böylesi ise tehlikeli bir husustur Nitekim Şeyhu’l-İslam (İbn Teymiyye) şöyle demiştir: “İnsan bir kimseden kendisine dua etmesini isteyecek olursa, şüphesiz ki bu yerilmiş istek çeşitlerindendir” O halde insana gereken şudur: Bir başkasından kendisine dua etmesini isteyecek olursa, bununla o kimsenin kendisine dua etmesi suretiyle fayda sağlama niyetini gütmesi gerekir O vakit bundan dolayı kendisi bir ecir alır, belki de hadis-i şerifte belirtildiği üzere bir kimse kardeşine gıyabında dua edecek olursa, melekler de: Amin, sana da onun gibisi olsun diye hadiste belirtilen mükafata da nail olabilir


[size="4"] Buhari, İstiska, Babu’l-İstiska-i fi Hutbati’l-Cumuati; Müslim, Salatu’l-İstiska, Babu’d-Duai fi’l-İstiska

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #32
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Cebrail’in, İbrahim’e Bir İhtiyacın Var mı? Diye Sorması


Bunların bir başka şüphesi daha vardır O da İbrahîm aleyhisselam’ın ateşe atılması kıssasıdır Cebrail havada ona görünerek bir ihtiyacın var mı? diye sormuş İbrahîm: Sana ihtiyacım sözkonusu değil diye cevab vermiştir Derler ki: Şâyet Cebrail’den yardım dilemek (istiğasede bulunmak) bir şirk olsaydı, Cebrail bunu İbrahîm’e teklif etmezdi
Buna cevab şudur: Bu da ilk şüphe türünden bir şüphedir Cebrail ona güç yetirebileceği bir işle fayda sağlamak teklifinde bulunmuştur Çünkü Cebrail yüce Allah’ın hakkında buyurduğu gibi: “Çetin güçler sahibi” (en-Necm, 53/5) bir melektir Eğer Allah kendisine İbrahîm’i yakacak olan ateşi, onun etrafında bulunan yeri ve dağları kaldırıp, doğuya ya da batıya atmak için izin vermiş olsaydı, Cebrail bunu yapabilirdi Eğer ona İbrahîm’i onlardan uzakça bir yere koyma emrini vermiş olsaydı, bunu yapabilirdi Eğer ona semaya kaldırması emrini vermiş olsaydı, bunu yapabilirdi Bu çokça malı olan zengin bir adamın ihtiyaç içerisinde bir adam görüp, ona kendisine borç vermek yahutta ihtiyacını görmesini sağlayacak bir şeyler hibe etmeyi teklif etmesine, muhtaç kimsenin de bir şeyler almayı kabul etmeyerek Allah kendisine hiçbir kimseye minnet duymayacağı bir rızık gönderinceye kadar sabretmeyi tercih etmesine benzer Şimdi bunun kulları yardıma çağırmaya (istiğasede bulunmaya) ve şirke benzer neresi vardır? Keşke iyice anlayabilselerdi
Müellifin: “Bunların bir başka şüphesi daha vardır O da İbrahîm aleyhisselam’ın ateşe atılması kıssasıdır” Bu şüpheye karşı verilen cevaba gelince: Cebrail, İbrahîm aleyhisselam’a mümkün ve yapabileceği bir teklifte bulunmuştur Eğer Allah Cebrail’e izin vermiş olsaydı, Allah’ın kendisine vermiş olduğu kuvvet ile o bu izin verilen hususu yerine getirirdi Çünkü Cebrail yüce Allah’ın nitelendirdiği şekilde “çetin güçler sahibi” bir melektir Eğer Allah ona İbrahîm’in ateşini ve onun etrafında bulunanları alıp doğuya ya da batıya bırakmasını emretmiş olsaydı, şüphesiz o da bunu yapardı Eğer ona İbrahîm’i onlardan uzak bir yere taşımasını emretmiş olsaydı, bunu yapardı Ona İbrahîm’i semaya yükseltme emrini vermiş olsaydı, yine bunu yapardı
Müellif daha sonra buna zengin bir kimsenin fakir bir kimseye gidip: Senin mala bir ihtiyacın var mı? Borç yahut hibe veya başka bir şekilde vermemi ister misin? demesini örnek göstermektedir Böyle bir iş o zenginin güç yetirebileceği işlerdendir ve elbetteki bu şirk sayılmaz Eğer bu fakir şahıs: Evet ihtiyacım vardır, bana borç ver yahut bana bağışta bulun diyecek olursa, o fakir şahıs da şirk koşmuş olmaz


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #33
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Tevhid Hususunda Önemli Bir Açıklama


-Yüce Allah’ın izniyle- sözlerimizi pek büyük ve oldukça önemli şimdiye kadar ki açıklamalardan da anlaşılan bir mesele ile bitirelim Bu mesele oldukça önemli olduğundan ve çokça hataya düşülmesine sebeb teşkil ettiğinden ayrıca onu sözkonusu etmemiz gerekmektedir: Tevhidin hem kalb, hem dil, hem de amel ile olmasının kaçınılmaz olduğu üzerinde görüş ayrılığı yoktur Bunlardan herhangi birisi yerine getirilmeyecek olursa, kişi müslüman olamaz Şâyet tevhidi bilmekle birlikte gereğince amel etmezse, o tıpkı Firavun, İblis ve benzerleri gibi inatçı bir kâfirdir
Müellif bu şüphelerin sonunda oldukça büyük olan şu meseleyi sözkonusu etmektedir: İnsanın hem kalbi, hem sözü, hem de ameliyle muvahhid olması kaçınılmaz bir husustur Şâyet kalbiyle tevhid edici olmakla birlikte sözü ya da ameliyle tevhid edici olmazsa, şüphesiz ki o iddiasında doğru olmayan bir kimsedir Çünkü kalbin tevhidinin arkasından söz ve amel ile tevhid gelir Zira Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır:
[size="4"]“Şunu bilin ki şüphesiz ki vücutta bir çiğnem et vardır O düzelirse, bütün vücud düzelir, o bozulursa bütün vücud bozulur İyi bilin ki o kalbtir
Bir kimse iddia ettiği üzere kalbiyle tevhid edici olmakla birlikte Allah’ı söz ve davranışlarıyla tevhid etmeyecek olursa, bu kişi hakkı kesin olarak bilmekle beraber, batıl üzere ısrar ve inat edip, daha önceki rububiyyet iddiasını sürdüren Firavun kabilinden bir kimse olur Yüce Allah ise şöyle buyurmaktadır:
”Kalbleri onlara inandığı halde, zulümle büyüklenmeleri sebebi ile onları (âyetlerimizi) inkar ettiler (en-Neml, 27/14)
Yüce Allah Musa aleyhisselam’ın Firavun’a şöyle dediğini bize zikretmektedir:
”Andolsun ki bunları birer ibret olmak üzere göklerin ve yerin Rabbinden başka kimsenin indirmediğini bilmişsindir (el-İsra, 17/102)
Bu hususta ise insanların çoğu yanlışlık yapmakta ve şöyle demektedirler: Bu doğrudur ve biz bunu anlıyoruz, hak olduğuna da tanıklık ediyoruz Şu kadar var ki böyle bir şeyi biz yapamıyoruz Bizim ülkemizin halkı arasında ancak uygun gördükleri şeyler yapılabilir ve buna benzer daha başka mazeretler ileri sürerler
Müellifin: “Bu hususta insanların bir çoğu yanlışlık yapmaktadırlar” sözleri şu demektir: İnsanların çoğu bu hususun hak olduğunu bilir ve: Biz bunun hakkın kendisi olduğunu biliyoruz fakat bizler beldemizin insanlarına uymadığı için buna güç yetiremiyoruz derler ve buna benzer mazeretler ileri sürerler Böyle bir mazeretin ise Allah nezdinde kendilerine bir faydası olmaz Çünkü kişiye düşen Allah’ın rızasını aramaktır İsterse insanlar öfkelensinler İnsanların rızalarına Allah’ı gazablandırmak pahasına uymamak gerekir Bu ise onların atalarının ileri sürdükleri delillere benzer bir gerekçedir ki sözü edilen bu ataların yüce Allah şöyle söylediklerini bize aktarmaktadır:
”Biz atalarımızı bir din üzere bulduk ve gerçekten biz onların izleri üzerinde doğruya erdirilmiş kimseleriz (ez-Zuhruf, 43/22)
Bir diğer âyette de:
Muhakkak bizler onların izlerine uyanlarız (ez-Zuhruf, 43/23) dedikleri zikredilmektedir
Fakat bu zavallı kişi küfür önderlerinin çoğunun hakkı bilmekle birlikte ancak birtakım mazeretler ileri sürerek terkettiklerini bilmemektedir Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Onlar Allah’ın âyetlerini az bir bedel karşılığında sattılar (et-Tevbe, 9/9)
Ve buna benzer; “Onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar (el-Bakara, 2/146) buyruğu ile diğer âyetlerde olduğu gibi
Müellifin: “Fakat bu zavallı bilmez” sözleri şu demektir: Bu fıkıh (ince anlamları kavrama) ve basiret yoksunu kimse küfür önderlerinin çoğunlukla hakkı bilmekle birlikte inatlaşarak hakka muhalefet ettiklerini de bilmemektedir Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine kitabı verdiğimiz kimseler onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar (el-Bakara, 146) ve; “Allah’ın âyetlerini az bir bedele sattılar (et-Tevbe, 9/9) diye buyurmaktadır Bunlar kendilerine hiçbir şekilde fayda sağlamayacak şeyleri mazeret diye ileri sürüyorlardı Kimilerinin başkanlıklarının elden gideceğinden, meclislerin başlarında oturma imkanını ve benzeri imkanları kaybedeceklerinden korkmaları gibi
Küfrün önderlerinin birçoğu hükmü bilirler Fakat onlar o hükümden hoşlanmıyor ve ona uymuyorlar Gereğince amel etmeksizin hakkı bilmek, hakkı büsbütün bilmemekten daha ağırdır Çünkü hakkı bilmeyen bir kimse mazur görülebilir Böyle bir kimse hakkı bilip, kendisine gelebilir ve büyüklük taslayan inatçının aksine öğrenmeye başlayabilir Bundan dolayı yahudiler gazaba uğramış kimseler olmuşlardır Çünkü onlar hakkı bilmekle birlikte onu terketmişlerdi Hristiyanlar da sapıtmış kimselerdirler, çünkü onlar hakkı bilmiyorlardı Fakat Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’in peygamber olarak gönderilmesinden sonra hristiyanlar da bilen kimselerden oldular ve kendilerine gazab edilmiş olmaları bakımından tıpkı yahudiler gibi oldular
Tevhidi anlamadığı ya da kalbinden ona inanmadığı halde açıkça tevhid gereğince amel eden bir kimse münafıktır Böyle bir kimse yüce Allah’ın: “Şüphesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar (en-Nisa, 4/145) buyruğu dolayısıyla sade kâfirden daha kötüdür
Müellif şunu söylemektedir: Bir kimse zahiren yani dil ve azaları ile tevhid gereğince amel etmekle birlikte kalbten tevhide iman etmiyor ve onu kavramıyor ise o kimse münafıktır ve açıktan açığa kâfir olduğunu söyleyen kimseden daha kötüdür Çünkü yüce Allah: “Şüphesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar (en-Nisa, 4/145) diye buyurmaktadır Bu hakkı bilmekle birlikte kalbten o haktan hoşlanmayan ve o hak ile kalbi huzur bulmayıp, hak kalbinde yer etmemekle birlikte Allah’ı, Rasûlünü ve mü’minleri aldatmak maksadı ile şeriata bağlı olduğunu izhar eden inatçı kimse hakkında açıkça anlaşılan bir hükümdür Bu hakkı büsbütün anlayamayan ve bunu farkedemeyen, bununla birlikte insanların amel ettiği gibi amel ederek onların işleri ve bu yaptıklarının maksadının ne olduğunu açıkça bilemeyen kimseye gelince, buna tebliğ etmek ve gerçeği öğretmek gerekir Şâyet üzerinde bulunduğu kalbi inkar halinde ısrar edecek olursa, o kimse münafıktır
Bu mesele pek büyük ve uzun bir meseledir İnsanların söyledikleri sözlerde bu mesele üzerinde iyice düşünüldüğü takdirde kimin hakkı bildiği ve bununla birlikte dünyalığı eksileceği makam ve mevkisini kısmen ya da tamamen kaybedeceği korkusu yahut herhangi bir kimseye karşı durumu idare etmek maksadı ile hak gereğince ameli terkettiği açıkça görüleceği gibi batılen değil de, sadece zahiren hak gereğince kimlerin amel ettiği de görülür Böyle bir kimseye kalbindeki itikadına dair soru sorulacak olursa, bunu bilmediği görülür Fakat bu durumda kişiye düşen yüce Allah’ın kitabındaki iki âyet-i kerimeyi iyice kavramaktır
Müellif bu meselenin pek büyük ve uzunca bir mesele olduğunu açıklamaktadır Yani bu meseleyi etraflı bir şekilde ele almak uzayıp gider Çünkü insanların bir çoğu kınanmak korkusu ile yahut bir makam ya da dünyalık ümidi ile hakkı kabul etmek istemez O bakımdan kimin münafık, kimin de samimi ve halis bir iman ile mü’min olduğunun bilinebilmesi için insanların hallerinin izlenip, ele alınmasına ve bütünü ile bilinmesine gerek vardır
Bu iki âyetin birincisi yüce Allah’ın: ”Özür dilemeyin Siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz (et-Tevbe, 9/66) buyruğudur Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem ile birlikte Bizanslılara karşı gazaya katılan bazı ashabın eğlence ve oyun olsun diye söyledikleri bir söz sebebi ile kâfir oldukları açıkça anlaşıldığına göre malı yahut mevkii eksilir korkusuyla ya da herhangi bir kimseye karşı durumu idare etmek maksadı ile küfrü gerektiren bir söz söyleyen yahut gereğince amel eden bir kimsenin de alay ve şaka olsun diye bir söz söyleyen kimseden daha ileri bir durumda olduğu açıkça anlaşılır
Müellif yüce Allah’ın kitabındaki iki âyetin iyice düşünmesini teşvik etmektedir Bunlardan birisi:”Özür dilemeyin siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz (et-Tevbe, 9/66) âyetidir Bu âyet-i kerime Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ı ve onun Kur’ân’ı bilen ashabına dil uzatan münafıklar hakkında inmiştir
Müellif şöyle demektedir: Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem ile birlikte Tebuk gazvesine katılan bu münafıklar ciddi değil de şaka olsun diye söyledikleri bir söz sebebiyle kâfir olduklarına göre konumunu yahut mevkiini kaybetmek korkusu ya da benzeri bir sebeble kalbinden isteyerek ve ciddi olarak kâfir olan bir kimse hakkındaki kanaat ne olabilir? Elbetteki onun bu yaptığı öbürünkinden çok çok büyüktür Çünkü ister korku, ister ümit maksadı ile olsun gerçekte hepsi imanlarından sonra küfre sapmış kimselerdirler Onlar bu işi ister alay olsun diye yapmış olsunlar, isterse de ciddi ve küfür maksadıyla yapmış olsunlar farketmez Şüphesiz ki herbir insan eğer içinden küfrü gizlemekle birlikte, müslüman olduğunu açığa vuruyor ise o hangi şekilde olursa olsun münafık bir kimsedir
İkinci âyet-i kerime de yüce Allah’ın şu buyruğudur:
“Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlananlar müstesna olmak üzere kim imandan sonra Allah’ı tanımaz ve küfre göğüs açarsa, işte Allah’ın gazabı onların üzerinedir ve onlar için çok büyük bir azab da vardır Bunun sebebi onların dünya hayatını, ahiretten daha çok sevmeleridir (en-Nahl, 16/106-107)
Yüce Allah bu gibi kimseler arasından sadece kalbi iman ile dopdolu olmakla birlikte zorlanan kimseyi istisna etmiş bulunmaktadır Bunun dışında kalanlar ise bu işi ister korkarak, ister durumu idare etmek maksadıyla, ister vatanından, ailesinden, aşiretinden ya da malından uzak kalmak istemediği, onları elden çıkarmak istemediği için yapmış olsun, isterse de şaka yollu yahutta bunun dışında -zorlanan bir kimse olması hali müstesna- her ne maksatla yapmış olursa olsun imanından sonra kâfir olur
Müellifin üzerinde iyice düşünülmesini teşvik ettiği ikinci âyet bu âyettir Bu âyet şuna delildir: Zorlanan kimse dışında imanından sonra kâfir olan hiçbir kimsenin mazereti makbul değildir İster şaka, ister bir görevi kaybetmemek, ister vatanı savunmak ya da buna benzer başka herhangi bir maksat ile olursa olsun kendi tercihi ve iradesi ile küfrü gerektiren bir iş yapan bir kişi kâfir olur Çünkü yüce Allah kalbi iman ile dopdolu olmak şartıyla zorlanan kimse dışında hiçbir kimsenin kâfir olmasının mazeretini kabul etmemiştir
Ayet bu hususa şu iki bakımdan delil teşkil etmektedir:
1- Yüce Allah’ın: “Zorlananlar müstesna olmak üzere” diye buyurmuş olmasıdır Yüce Allah sadece zorlanan kimseyi istisna etmiştir Bilindiği gibi insan ancak bir söz söylemeye yahutta bir iş işlemeye zorlanabilir Kalbte bir inanca sahib olmak için ise hiç kimse zorlanamaz
Yani yüce Allah bu âyet-i kerimede kâfirlerden zorlananlar dışında kalanları istisna etmemiştir Zorlamak (ikrah) ise ancak söz ya da fiil hakkında olabilir Kalbin inancına gelince, Allah’tan başka kimse onu bilemez ve bu hususta ikrah (zorlama) düşünülemez Çünkü herhangi bir kimsenin bir şahsı zorlayarak: Senin şöyle şöyle inanman kaçınılmazdır demesine imkan yoktur Zira bu kişinin bilmesine imkan olmayan gizli bir haldir İkrah ancak söz ya da davranış ile açığa çıkan şeyler hakkında sözkonusu olabilir
İkinci şekle gelince, yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bunun sebebi onların dünya hayatını, ahiretten daha çok sevmeleridir Yüce Allah burada böyle bir küfür ve azabın inanç, cahillik, dinin sevilmemesi yahut küfrün sevilmesi gibi bir sebeble sözkonusu olmadığını, aksine sebebinin bu tutumda dünyevi bir halin sebeb teşkil ettiğini ve kişinin dünyevi bu payı dinine tercih ettiğini açıkça ifade etmektedir
Ayetin ikinci delalet yönü şudur: Bunlar dünya hayatını ahiretten daha çok sevmiş kimselerdir Dolayısıyla onların küfre sapmalarının sebebi dünyayı, ahiretten daha çok sevmeleridir Dünya ile kastedilen onunla ilgili hertürlü makam, mal, başkanlık ya da buna benzer dünyada bulunan ve ahirete tercih edilen herşeydir Böyle bir kimsenin kâfir olması dünyayı tercih etmesinden ötürüdür O bakımdan bu kişi küfrü sevmese dahi kâfir olur Çünkü bu kimse dünya hayatını seven bir kimsedir ve bundan dolayı küfre yönelmektedir Çünkü bazı insanlar küfrü sevdiği ve beğendiği için kâfir olduğu gibi, bazı insanlar mal, mevki ya da başkanlık dolayısıyla kâfir olmaktadır Kimi insanlar da bu yolla yönetimlerden bir şeyler elde etmek maksadıyla küfre sapmaktadır ve buna benzer sebeblerle küfre sapar Kısacası küfre sapmanın maksatları pek çoktur
Yüce Allah’tan bizleri sırat-ı müstakime iletmesini, bizi hidayete ilettikten sonra kalblerimizi saptırmamasını niyaz ederiz
En iyi bilen şanı yüce Allah’tır Peygamberimiz Muhammed’e, onun aile halkına, ashabına da salat ve selamlar olsun
Şeyhu’l-İslam Muhammed b Abdülvahhab -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- bu kitabını ilmi aziz ve celil olan Allah’a havale ederek, peygamberi Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’a da salat ve selam ile bitirmektedir Böylelikle “Keşfu’ş-Şubuhât (Şüphelerin Giderilmesi)” adlı eser de sona ermektedir
Yüce Allah’tan bu ilme en güzel şekli ile mükafatlandırmasını, onun ecir ve mükafatından bizi de payidar kılmasını, lütuf ve ihsan yurdunda onunla birlikte bizi bir araya getirmesini niyaz ederiz Şüphesiz ki O ihsanı bol ve pek cömert olandır Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun, Peygamberimiz Muhammed’e Allah’ın salat ve selamları olsun


[size="4"] Buhari, 52; Müslim, 1599 nolu hadisler

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #34
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




ALTI ESASIN AÇIKLANMASI


Bismillahirrahmanirrahiym:
Rahman ve Rahîm Allah’ın Adıyla
Müellif besmele ile başlayan yüce Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim’e ve yazdığı mektublara besmele ile başlayan Allah’ın Rasûlüne uyarak, eserine besmele ile başlamaktadır Besmelenin başındaki car ve mecrur konuma uygun ve sonradan zikredildiği kabul edilen hazfedilmiş bir fiile taalluk etmektedir ki burada takdiri Allah’ın adı ile yazarım şeklinde (anlamında)dır
Bunu fiil olarak takdir edişimizin sebebi amel eden lafızların aslı itibariyle fiiller oluşundan dolayıdır Bunu sonradan gelen bir lafız olarak takdir edişimizin de iki sebebi vardır:
1- Yüce Allah’ın adı ile başlamanın bereketinden yararlanmak
2- Müteallakın öne gelmesi, hasır ifade etmesi dolayısıyla hasr anlamını ortaya koymak
Bu takdiri münasib bir fiil olarak zikredişimizin sebebi ise maksada daha bir delalet edişinden dolayıdır Mesela biz bir mektub okumak istediğimizde, Allah’ın adı ile başlarız diyecek olur isek bizim neye başladığımız anlaşılamaz Fakat Allah’ın adı ile okuruz diyecek olursak, maksada daha açık bir delil teşkil eder
Lafza-i celal şanı yüce yaratıcının özel adıdır Bütün isimlerin kendisine tabi olduğu isim budur Öyle ki yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Bu, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan nura yegane galib (aziz), hamde layık olan (hamid olan Allah)’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitabtır O Allah ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur (İbrahîm, 14/1-2)
Bizler “Allah” lafza-i celalinin sıfat olduğu görüşünde değiliz Aksine burada lafza-i celal atf-ı beyan konumundadır Böylece lafza-i celal tıpkı sıfatın mevsufa tabi oluşu gibi kendisinden önce zikredilmiş olan lafza tabi olmasın Bundan dolayı ilim adamları şöyle demişlerdir: Marife isimlerin en marifesi “Allah” lafzıdır Çünkü bu lafız yüce Allah’tan başkasına delalet etmez
Rahman: Yüce Allah’a has olan isimlerdendir Ondan başkası hakkında kullanılamaz Geniş rahmet vasfına sahib demektir
Rahîm ise yüce Allah hakkında da, başkası hakkında da kullanılan bir isimdir Rahmete nail olana ulaşan bir rahmet sahibi demektir O halde rahman geniş rahmet sahibi, Rahîm ise bulaşıcı rahmet sahibi demektir Her ikisi bir arada zikredildikleri takdirde Rahîm ile rahmetini kullarından dilediği kimseye ulaştıran kastedilir Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Dilediğine azab eder, dilediğine de rahmet eder ve yalnız O’na döndürüleceksiniz (el-Ankebut, 29/21)
Rahman ile kasıt ise rahmeti bol olan demektir
Gücü herşeye galib, mutlak egemenin kudretine delalet eden en hayret verici ve en büyük belgelerden birisi de yüce Allah’ın herkesin sandığından daha ileri derecede avama dahi çok açık bir şekilde açıklamış olduğu altı esastır Bununla birlikte dünyanın en zekileri ve Adem oğullarının en akıllıları arasından pekçok kimse -oldukça küçük bir azınlık dışında- bu altı esas hakkında yanlışlığa düşmüşlerdir
Şeyhu’l-İslam Muhammed b Abdülvahhab avamdan olanların da, ilim taleb edenlerin de iyice anlayacağı kısa broşürlere oldukça önem vermiştir İşte bu risalelerden birisi de “büyük altı esas” adını taşıyan bu risalesidir Bu esaslar:
1- İhlas ve bunun zıttı olan şirke dair açıklama
2- Din etrafında bir araya gelmek ve din hususunda tefrikanın yasak kılınışı
3- Emir sahiblerini dinleyip, onlara itaat etmek
4- İlim, ulema, fıkıh, fukahaya dair açıklamalar bunlardan olmadığı halde bunlara benzemeye çalışanlar
5- Allah’ın velileri (dostları)nın kimlikleri
6- Kur’ân ve sünnetin terki hususunda şeytanın ortaya koyduğu şüphenin reddedilmesi
Bu esaslar gerçekten gerekli itinanın gösterilmesi gereken önemli esaslardır Bizler de bunlara dair açıklamalar ve Allah’ın lutfedeceği şekilde bunlara dair notlar düşmek üzere yüce Allah’ın yardımını istiyoruz


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #35
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Birinci Esas:

Dini Allah’a Halis Kılmak ve Zıttı Allah’a Ortak Koşmak


Birinci esas dini hiçbir ortağı sözkonusu olmaksızın bir ve tek olarak Allah’a halis kılmak Onun zıttı olan Allah’a ortak koşmaya ve Kur’ân-ı Kerim’in çoğunluğunun bu esası avamın en az bilgilisinin dahi anlayabileceği ifadelerle değişik şekillerde açıklamayı ihtiva ettiğini ortaya koymaktır Ümmetin büyük çoğunluğu bu hale düşünce şeytan bu ümmete ihlası salihleri küçümsemek ve onların haklarına gereken şekilde riayet etmemek Buna karşılık Allah’a şirk koşmayı da salihleri ve onlara uyanları sevmek suretinde gösterdi
Yüce Allah’a dini halis kılmanın anlamı şudur: “Kişi yaptığı ibadet ile Allah’a yakınlaşma maksadını ve onun lutuf ve ihsan yurduna ulaşmayı gözetmesi demektir Bu da kulun gerek maksadında, gerek muhabbetinde yüce Allah’a ihlasla bağlı olmasını gerektirdiği gibi O’nu tazimde de, O’na ihlasla yönelmiş olmalıdır Gizli ve açık bütün hallerinde Allah’a ihlasla yönelmeli, ibadetinde yüce Allah’ın rızasından başkasını, O’nun lutuf ve ihsan yurdu olan cennete ulaşmaktan başkasını gözetmemelidir Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah içindir O’nun hiçbir ortağı yoktur, ben bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim (el-En’am, 6/162-163)
“Rabbinize dönün ve O’na teslim olun (ez-Zümer, 39/54)
“İlahınız tek bir ilâhtır O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur O rahmandır, Rahîmdir (el-Bakara, 2/163)
“İlahınız bir tek ilâhtır O halde O’na teslim olun (el-Hac, 22/34)
Yüce Allah bütün peygamberlerle bu mesajı göndermiştir Nitekim şöyle buyurmaktadır:
”Senden önce gönderdiğimiz herbir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilâh yoktur O halde yalnız bana ibadet edin (el-Enbiya, 21/25)
Yüce Allah müellifin de dediği şekilde bu hususları “avamın en kıt akıllısının dahi anlayacağı ifadelerle çeşitli şekillerde” açıklamıştır Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem da aynı şekilde bunu böylece açıklamıştır Peygamber sallallahü aleyhi vesellem tevhidi tahkik, onu halis kılmak, tevhidi her türlü şaibeden arındırmak, bu tevhidde gedik açma sonucunu yahutta onu zayıflatma sonucunu vermesi mümkün olan her türlü yolu kapatmak üzere gelmiştir Öyle ki bir adam Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’e:
“Allah ve sen dilerseniz” deyince, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
[size="4"]“Sen beni Allah’a eş mi koştun? Aksine bir ve tek olarak Allah dilerse”
Bu sözleriyle Peygamber sallallahü aleyhi vesellem bu adama karşı kendisinin dilemesini yüce Allah’ın dilemesi ile birlikte ikisinin de dilemesini eşit görmeyi gerektirecek bir ifade ile kullanmasını reddetmekte ve bunu yüce Allah’a eş koşmak olarak değerlendirmektedir Aynı şekilde Peygamber sallallahü aleyhi vesellem yüce Allah’tan başkası adına yemin etmeyi haram kılmış ve bunu Allah’a ortak koşmak çeşitlerinden biri olarak değerlendirerek şöyle buyurmuştur:
[size="4"]“Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse, o kâfir olur yahut şirk koşmuş olur
Çünkü Allah’tan başkası adına yemin etmek, adına yemin edilen varlığı ancak yüce Allah’ın hakettiği bir şekilde tazim etmek demektir Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in huzuruna gelen bir heyet:
“Ey Allah’ın Rasûlü bizim en hayırlımız, en hayırlımızın oğlu, efendimiz ve efendimizin oğlu” deyince, şöyle buyurdu:
[size="4"]“Ey insanlar sizler kendinize ait sözlerinizi söyleyiniz Sakın şeytan sizi hevalarınızın peşine sürüklemesin Ben Allah’ın kulu ve rasûlü Muhammed’im Beni yüce Allah’ın getirmiş olduğu konumun üstüne çıkarmanızı sevmiyorum
Musannıf işte bundan dolayı “Kitabu’t-Tevhid” adlı eserinde şöylece bir başlık açmaktadır: “Mustafa sallallahü aleyhi vesellem’in tevhid alanını koruması ve şirkin yollarını kapatmasına dair gelmiş olan rivayetler
Yüce Allah ihlası açıklamış olduğu gibi, onun zıttı olan şirki de açıklamış bulunmaktadır Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını mağfiret etmez Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder (en-Nisa, 4/116)
“Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın (en-Nisa, 4/36)
“Andolsun ki biz her ümmet arasında: Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının diye bir peygamber göndermişizdir (en-Nahl, 16/36)
Bu husustaki âyet-i kerimeler pek çoktur Peygamber sallallahü aleyhi vesellem da şöyle buyurmaktadır:
[size="4"]“Her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın O’nun huzuruna çıkarsa cennete girer Her kim O’na bir şey ortak koşarak huzuruna çıkacak olursa, cehenneme girer
Bu hadisi Müslim Hz Cabir’den rivayet etmiştir
Şirk iki türlüdür:
1- Kişiyi dinden çıkartan büyük şirk: Bu şariin mutlak olarak zikrettiği ve tevhide mutlak olarak aykırı olan şirk çeşididir Herhangi bir ibadet çeşidini yüce Allah’tan başkasına yapmak gibi Mesela Allah’tan başkasına namaz kılmak yahut Allah’tan başkası adına kesmek, Allah’tan başkası adına adakta bulunmak yahut Allah’tan başkasına -bir kabirde yatan kimseye yahut hazır olmayan bir kimseye- dua ederek ancak hazırda bulunan kimsenin güç yetirebileceği bir işten kendisini kurtarmasını istemesi gibi
Şirkin çeşitleri ilim ehlinin yazdıkları eserlerde bilinmektedir
2- Küçük şirk ise şariin hakkında şirk niteliğini kullandığı kavli ya da fiili her türlü ameldir Ancak bu nitelik tevhide mutlak bir aykırılık arzetmez Allah’tan başkası adına yemin etmek gibi Yüce Allah’tan başkası adına yemin etmekle birlikte, Allah’tan başka herhangi bir varlığın Allah’ın azametine denk bir azamete sahib olduğuna inanmamakla birlikte yemin eden bir kimse küçük şirk koşmuş olur Aynı şekilde riyakarlık da buna bir örnektir, oldukça tehlikelidir Peygamber sallallahü aleyhi vesellem riyakarlık hakkında şöyle buyurmuştur:
“Sizin için en korktuğum şey küçük şirktir Ona hangisi olduğu sorulunca, “riyakarlıktır” diye buyurmuştur”[5]
Bazan riyakarlık büyük şirke de ulaşabilir İbnu’l-Kayyim Allah ona rahmet etsin küçük şirke az miktardaki riyakarlığı örnek göstermiştir Bu da çok miktardaki bir riyakarlığın büyük şirke ulaşabileceğine işarettir Bazı ilim adamları yüce Allah’ın:”Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını mağfiret etmez (en-Nisa, 4/116) buyruğunun küçük dahi olsa hertürlü şirki kapsamına aldığı kanaatindedir O halde mutlak olarak şirkten kaçınmak gerekir Çünkü şirkin akıbeti çok vahimdir Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Çünkü kim Allah’a ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar Onun varacağı yer ise ateştir Zulmedenlerin hiçbir yardımcıları yoktur (el-Maide, 5/72)
Cennet Allah’a ortak koşan müşriğe yasak kılındığına göre o kimsenin cehennem ateşinde ebedi olarak kalması sözkonusu olur Allah’a ortak koşan bir kimse hiç şüphesiz ahireti kaybetmiş bir kimsedir Çünkü o cehennem ateşinde ebedi kalacaktır Dünyayı da kaybetmiş olur, çünkü dünya hayatında ona karşı delil ortaya konulmuş ve uyarıcı ona gelmiş bulunmaktadır Fakat o buna rağmen ziyan etmiş ve dünyadan herhangi bir fayda sağlayamamıştır Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“De ki gerçekten zarar edenler kıyamet gününde hem kendilerini, hem de bağlılarını kaybedenlerdir Uyanık olun işte bu apaçık hüsranın ta kendisidir (ez-Zümer, 39/15)
Böyle bir kimse kendisini kaybetmiş olacaktır, çünkü kendisinden hiçbir fayda sağlamamış olacaktır Ayrıca bizzat kendi nefsini ateşe ulaştırmış olacaktır, orası ise varılacak yerlerin en kötüsüdür Yakınlarını da kaybetmiş olur, çünkü bu yakınları eğer mümin iseler cennette olacaklardır Onlardan hiçbir şekilde istifade edemeyecek, zevk alamayacaktır Eğer ateşte iseler yine aynı durum sözkonusudur Çünkü ateşe herbir ümmet girdikçe kendisini bu hale sokan diğer ümmete lanet okuyacaktır
[size="4"]Şunu bilmek gerekir ki şirk oldukça gizlidir Halilu’r-Rahman ve haniflerin imamı (İbrahîm aleyhisselam) dahi yüce Allah’ın ondan bize aktardığı duasında görüldüğü gibi şirkten koşmuştur: ”Beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut (İbrahîm, 14/35) diye dua etmiştir Burada onun “uzak tut” demiş olmasına “alıkoy” demediğine dikkat etmek gerekir Çünkü “beni uzak tut” yani sen beni sana ibadet tarafında bulundur, putlar ise ayrı bir tarafta olsunlar Bu ifade beni alıkoy ifadesinden daha beliğdir, çünkü kendisi bir tarafta, putlar bir tarafta bulunur iseler onlara ibadetten daha uzak kalır İbn Ebi Müleyke şöyle demiştir: “Ben Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın ashabından otuz kişiye yetiştim, hepsi de kendisi adına münafıklıktan korkardı
Müminlerin emiri Ömer b el-Hattab radıyallahu anh, Huzeyfe b el-Yeman’e şöyle demiştir: “Allah adına sana and veriyorum Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem sana münafıkların isimlerini verirken, benim de ismimi verdi mi?” Halbuki Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem onu cennet ile müjdelemişti Ancak Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’in hayatta iken yaptığı işleri gördüğünden ötürü de (kendisi adına münafıklıktan) korkmuş idi Esasen münafık olmamaktan yana ancak münafık olanlar emin olur Münafık olmaktan da ancak mümin olanlar korkar O halde kula düşen ihlasa alabildiğine dikkat etmek ve bu hususta kendi nefsiyle gereken mücadeleyi vermektir Seleften kimisi şöyle demiştir: “Ben nefsimle ihlas için mücadele ettiğim kadar hiçbir hususta mücadele etmiş değilim” Çünkü şirk gerçekten zor bir iştir, kolay değildir Fakat yüce Allah ihlası kula kolaylaştırır Bu da kulun yüce Allah’ın rızasını hedef gözetmesi, ameliyle Allah’ın rızasına yönelmesi ile mümkündür


[size="4"] Ahmed, Müsned, I, 214 ve 224; Nesaî, Amelu’l-Yevmi ve’l-Leyle, s 286, hadis no: 994-995; Abdu’r-Rezzak, el-Musannef, XI, 27; Buhari, el-Edebu’l-Müfred, s 234

[size="4"] Ahmed, Müsned, II, 125; Ebu Davud, el-Eymanu ve’n-Nuzur, Babu’l-halfi bi gayrillahi teala; Tirmizi, en-Nuzur, Bab-u kerahiyyeti’l-halfi bi gayrillahi; Tirmizi: Hasen bir hadistir demiştir; Beyhaki, es-Sünen, X, 29; el-Beğavî, fierhu’s-Sünne, X, 7; Hakim, el-Müstedrek, I, 65: “Buhari ve Müslim’in şartına göre sahih bir hadistir” kaydıyla

[size="4"] Ahmed, Müsned, III, 241; Abdu’r-Rezzak, el-Musannef, XI, 272; Buhari, el-Edebu’l-Müfred, no: 875

[size="4"] Buhari, İlm, Bab-u men hassa bi’l-ilmi kavmen; Müslim, İman, Bab-u men mate la yuşriku billahi şey’en dehale’l-cenneh

[size="4"] Ahmed, Müsned, V, 428; İbn Ebi Şeybe, İman, s 86, Babu’l-huruci mine’l-imani bi’l-maasi; el-Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, X, 222, “Bu hadisi Taberani de rivayet etmiş olup, ravileri Abdullah b Şebib b Halid dışında sahihin ravileridir Ayrıca bu sika bir ravidir” kaydıyla

[size="4"] Buhari, İman, Bab-u havfi’l mu’mini en yuhba taamelehu ve huve la yeş’uru

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #36
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




İkinci Esas: Dinin Etrafında Birleşmek ve Zıttı Dinde Ayrılığa Düşmek


Yüce Allah din etrafında birleşmeyi etretmiş olup, din hususunda ayrılığa düşmeyi yasaklamıştır Yüce Allah bu hususu avamın dahi anlayacağı şekilde rahatlatacak bir surette açıklamış bulunmaktadır Bizlere, bizden önce ayrılıp, ihtilaf eden ve sonunda helak olan kimseler gibi olmayı yasaklamıştır Müslümanlara din etrafında birleşip, din hususunda ayrılığa düşmelerini yasakladığını emrettiğini belirtmiştir Sünnette varid olmuş hususlar buna daha da bir açıklık getirmektedir ki bu hususta gerçekten kişi hayrete düşer Fakat sonunda insanlar dinin esasları ve dinde ilim ve fıkıh sahibi olmak demek olan fer’î hükümleri hususunda ayrılığa düştüler ve artık zındık ya da deli kimseler dışında din etrafında birleşmekten kimse söz etmeyecek hale kadar gelinmiş oldu
Müellifin zikrettiği esasların ikincisi din etrafında birleşmek ve din ile ilgili hususlarda ayrılığa düşmenin yasaklanışı ile ilgilidir Bu gerçekten büyük bir esastır Yüce Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti ile ashab-ı kiramın ve selef-i salihin ameli buna delil teşkil etmektedir:
Yüce Allah’ın kitabındaki deliller:
”Ey iman edenler Allah’tan nasıl korkmak gerekirse, öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölün Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın Allah’ın üzerinizdeki nimetini de hatırlayın Hani siz düşmanlar idiniz de kalblerinizi birleştirmişti de O’nun nimetiyle kardeş olmuştunuz ve yine siz ateşten bir çukurun kenarındayken oradan da sizi o kurtardı İşte Allah hidayet bulasınız diye size âyetlerini böylece apaçık bildiriyor (Al-i İmran, 3/102-103)
”Siz kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp, ayrılığa düşenler gibi olmayın İşte onlar için büyük bir azab vardır (Al-i İmran, 3/105)
”Birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız, gücünüz parçalanıp gider(el-Enfal, 8/46)
”Dinlerini parça parça edip, fırka fırka ayıranlar var ya senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur (el-En’am, 6/159)
”O dini dosdoğru tutun, onda ayrılığa düşmeyin diye dinden Nuh’a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimizi İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi size de şeriat yaptı (eş-Şura, 42/13)
Bu âyet-i kerimelerle yüce Allah ayrılığı yasaklamakta ve ferd, toplum ve bütünüyle ümmet hakkındaki vahiy sonuçlarını açıklamaktadır
Sünnetten bu büyük esasa delil teşkil eden buyruklara gelince, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu küçümsemez -Göğsüne işaret buyurarak- takva buradadır, takva buradadır Kişiye kötülük olarak müslüman kardeşini küçümsemesi yeter Müslümanın tümü, müslümana haramdır: Kanı, namusu (şeref ve haysiyeti) ve malı[1]
Bir rivayette de şöyle buyurmaktadır:
“Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinizin kötülüklerini araştırmayınız, gizliliklerini kurcalamayınız, birbirinizin alışverişini (kardeşinizin aleyhine olmak üzere) kızıştırmayınız Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz
Bir rivayette de şöyle buyurulmaktadır:
[size="4"]“Birbirinizle ilişkiyi kesmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz, birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız Allah’ın kardeş kulları olunuz
Yine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır:
[size="4"]“Müminin, mümine karşı durumu bir binanın yapı taşları gibidir Biri diğerinin gücünü pekiştirir
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Ebû Eyyub radıyallahu anh’a şöyle buyurmuştur:
“Sana bir ticaret göstereyim mi?” O:
“Göster ey Allah’ın Rasûlü” deyince, şöyle buyurdu:
[size="4"]“İnsanlar arası ilişkiler bozulduğunda sen onların arasındaki ilişkileri düzeltmeye koşarsın, birbirlerinden uzaklaştıklarında onları biribirlerine yakınlaştırmaya gayret edersin
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in müminlere biribirlerini sevmeyi, birbirleri ile kaynaşmayı, birinin diğerine iyilik istemeyi, iyilik ve takva üzere dayanışmayı bunları pekiştirecek ve geliştirecek yolları emretmenin karşılığında müslümanların ayrılıklarını ve birbirlerinden uzaklaşmalarını gerektirecek şeyleri de yasaklamış bulunmaktadır Çünkü ayrılıp, kin duymanın neticesinde pek büyük kötülükler ortaya çıkar Ayrılık cin ve insan şeytanlarının gözbebeğidir Çünkü insan ve cin şeytanları müslümanların bir görüş etrafında bir araya gelmelerini istemezler Onlar dağılmalarını isterler, çünkü onlar ayrılığın emirlere bağlılık ve yüce Allah’a yönelmekle ortaya çıkan gücü parçalayıcı olduğunu iyi bilirler
Bundan dolayı Peygamber sallallahü aleyhi vesellem söz ve davranışlarıyla kaynaşmaya ve karşılıklı sevgiye teşvik etmiş, buna karşılık sözbirliğini parçalayan, gücü ortadan kaldıran ayrılık ve ihtilafları yasaklamıştır
[size="4"]Ashab-ı kiramın uygulamalarına gelince, onlar arasında birtakım ayrılıklar baş göstermiştir Fakat bu ayrılıklardan dolayı tefrika, düşmanlık ve kin ortaya çıkmamıştır Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem aralarında iken Rasûlullahın döneminde bile aralarında birtakım görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır Mesela Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Ahzab gazvesinden sonra Cebrail gelip, kendisine antlaşmalarını bozdukları için Kureyza oğulları üzerine yürümesini emredince, ashabına şöyle demişti: “Sizden hiçbir kimse Kureyza oğulları yurduna varmadan ikindi namazını kılmasın diye buyurmuştur Onlar Medine’den Kureyza oğulları yurduna gitmek üzere çıktılar İkindi namazı vakti geldi Kimisi: Biz ancak Kureyza oğulları diyarında namazımızı kılarız, isterse güneş batsın dedi Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Sizden hiçbir kimse Kureyza oğulları yurduna varmadan ikindi namazını kılmasın İşte biz de dinledik ve itaat ettik diyoruz
Kimileri de şöyle demişti: Biz vaktinde namazımızı kılarız Çünkü Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem bu sözleriyle yola çabukça koyulmayı kastetmiştir Namazımızı geciktirmeyi istemiş değildir Bu husus Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’a ulaşınca, onlardan hiçbir kimseyi azarlamadı ve anlayışı dolayısıyla kimseye sitem etmedi Bizzat kendileri de Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın hadisini anlamak hususundaki bu görüş ayrılıkları dolayısıyla dağılmadılar, tefrikaya düşmediler
Selef-i salihin uygulamalarına gelince: Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin ihtilaflı meselelere dair benimsediği esaslardan birisi de şudur: Eğer bu görüş ayrılıkları içtihaddan dolayı sözkonusu ise ve bu içtihadın mümkün olabildiği hususlardan ise bu ayrılık sebebiyle biribirlerini mazur görürlerdi Bundan dolayı biri diğerine kin, düşmanlık beslemez, ondan nefret etmezdi Aksine kardeş olduklarına inanırdı, isterse aralarında böyle bir ayrılık ortada olsun Hatta onlardan herhangi bir kimse kendi görüşüne göre abdestsiz olduğunu kabul ettiği kimse arasında eğer imam abdestli olduğu kanaatinde ise namaz kılardı Mesela deve eti yemiş bir kimse arkasında namaz kılanları olurdu İmam deve eti yemenin abdesti bozmadığı kanaatinde iken onun arkasında namaza duran ise deve eti yemenin abdesti bozduğu kanaatinde idi Bununla beraber böyle bir imamın arkasında namazın sahih olduğu görüşünde idi Halbuki böyle bir kimse tek başına namaz kılacak olsaydı, bu şekilde kılacağı namazının sahih olmayacağı kanaatine sahibti Bütün bunun sebebi onların içtihadın mümkün olduğu alanlarda içtihaddan dolayı ortaya çıkan görüş ayrılıklarında gerçek anlamıyla bir ayrılık olmadığı kanaatini paylaşmaları idi Zira farklı görüşlere sahib olan herbir kimse kendi kanaatine göre başkasını kabul etmesi caiz olmayan ve uyması icab eden bir delile uymaktadır Onların kanaatlerine göre içtihad eden kardeşleri delile uyarak herhangi bir amelde kendilerine muhalefet ederse, gerçek anlamda ise kendilerine muvafakat ediyordu Çünkü onlar nerede olursa olsun delile uymayı terketmiyorlardı Kendisince delil kabul ettiği bir hususa uyarak kendilerine muhalefet edecek olursa, gerçekte o kendilerine muvafakat ediyor demekti Zira böyle bir kimse kendilerinin davet ettiği ve hidayet yolu olarak gördükleri Allah’ın kitabının ve Rasûlünün sünnetinin hükmüne uygun hareket ediyordu
Ayrılığın caiz olmadığı alanlara gelince, bu ashab ve tabiînin izlediği yola muhalif olan hususlardır İnsanlardan sapıtanların saptığı ve ancak faziletli kabul edilen nesillerden sonra ayrılıkların ortaya çıktığı itikadi meseleler gibi Yani bu hususlardaki görüş ayrılıkları ancak faziletli oldukları kabul edilen nesillerden sonra yayılmıştır Her ne kadar ashab döneminde bu ayrılıkların küçük bir kısmı mevcut idiyse de bu böyledir Şunu bilmek gerekir ki bizler ashab nesli dediğimiz vakit bu ashabın tamamının vefatı ile sona eren zamanı kastetmiyoruz Bununla kastettiğimiz bu neslin büyük çoğunluğunun bulunduğu zaman dilimini kastediyoruz Nitekim Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir: “Bir asırda yaşayanların çoğunluğunun ölümü ile o asrın sona erdiğine hüküm verilir
O halde faziletli oldukları belirtilen nesiller sona erdiğinde onlardan sonra itikadi hususlarda yaygınlık arzeden görüş ayrılıkları bulunmamaktaydı O halde ashab ve tabiînin izlediği yola muhalefet eden bir kimsenin bu muhalefeti onun aleyhinedir ve onun bu muhalefeti kabul edilemez
[size="4"]Ashab-ı kiram döneminde görülen ve içtihadın çerçevesi içerisinde bulunan ayrılık noktalarına gelince, bu hususlarda görüş ayrılıklarının devam etmesi kaçınılmaz bir şeydir Nitekim Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Hakim hüküm verip de hükmünde içtihad eder ve isabet ederse, onun için iki ecir vardır Şâyet içtihad edip, yanılırsa onun için bir ecir vardır İşte ölçü budur
O halde bütün müslümanların görevi tek bir ümmet olmaktır, dilleriyle, kılıçlarıyla birbirine girecek şekilde ayrılığa düşmemek, fırkalara bölünmemek, içtihadın mümkün olabildiği hallerdeki ayrılıklardan ötürü de birbirlerine düşmanlık etmemek, kin beslememektir Çünkü onlar kendi anlayışlarına uygun olarak nasların gerektirdiği hususlarda birbirleriyle ayrılığa düşseler bile bu -Allah’a hamdolsun ki- müsamahası olan, genişlik bulunan bir husustur Önemli olan kalblerin birbirleriyle kaynaşması ve sözbirliğidir Şüphesiz ki müslümanların düşmanları müslümanların ayrılığa, tefrikaya düşmelerini isterler Bunlar ister düşmanlıklarını açıkça ortaya koyan kimseler olsun, isterse de müslümanlara ve İslama dost gibi görünen ve gerçekte öyle olmayan düşmanlar olsun


[size="4"] Buhari, İkrah, Yeminu’r-raculi li sahibihi; Müslim, el-Birr ve’s-sıla, Bab-u tahrimi’z-zull

[size="4"] Buhari, Edeb, Bab-u ma yunha ani’t-tahasudi ve’t-tedabur; Muslim, el-Birr ve’s-sıla, Bab-u tahrimi’t-tahasudi ve’t-tebağut

[size="4"] Buhari, Edeb, Bab-u teavuni’l-mu’miniyne ba’duhum ba’da; Müslim, el-Birru ve’s-sıla, Bab-u terahumi’l-mu’miniyne ve taatufihim

[size="4"] el-Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, VIII, 80

[size="4"] Buhari, Havf, Bab-u salati’t-talibi ve’l-matlubi rakiben ve imaen; Muslim, el-Cihadu ve’s-siyer, Babu’l-mübadereti bi’l-ğazvi

[size="4"] Buhari, el-İ’tisamu bi’l-kitab-i ve’s-sünne, Bab-u ecri’l-hakimi iz ectehe; Müslim, el-Akdiye, Bab-u beyani ecri’l-hakimi iz ectehede

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #37
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Üçüncü Esas: Yöneticilere İtaat


Bir araya gelmenin eksiksiz olması başımızda amir konumuna gelen kimselere dinleyip, itaat etmeyi de gerektirir İsterse bu kimse Habeşli bir köle olsun Allah bu hususu şeriatiyle ve kaderiyle, çeşitli açıklama yollarıyla oldukça yaygın ve yeterli bir şekilde açıklamış bulunmaktadır Sonra bu esas ilim sahibi olduğunu iddia eden kimseler tarafından bilinmez bir hale geldi Peki ya bununla nasıl amel edilecek?
Müellif şunu belirtmektedir: Emir sahiblerini dinleyip, onlara itaat etmek bir araya gelmenin tamamlayıcı bir unsurudur Bu da onların verdikleri emirlere uymak, yasakladıklarını terketmekle olur, isterse başımıza gelen amir Habeşli bir köle olsun
Müellifin: “Yüce Allah bunu yeterli ve yaygın bir şekilde açıklamıştır” sözlerini açıklamaya çalışalım:
Bu husus şer’î olarak yüce Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünnetinde gereği gibi açıklanmış bulunmaktadır Buna yüce Allah’ın kitabında açıklık getiren buyruklardan bazıları:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de (en-Nisa, 4/59)
”Allah’a ve Rasûlüne itaat edin Birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız, gücünüz gider Bir de sabredin, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir(el-Enfal, 8/46)
”Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın Parçalanıp, ayrılmayın (Al-i İmran, 3/103)
Bu hususun Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’in sünnetinde açıklık kazandığı buyruklardan bazıları da şunlardır: Buhari ve Müslim’de yer alan Ubade b es-Samit radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem hoşunuza giden ve gitmeyen hallerde zorluk ve kolaylık halimizde ve başkaları bize tercih edilecek olsa dahi dinleyip, itaat etmek ve emir sahibi kimseler ile ayrılık çıkarmamak üzere beyatleştik O şöyle buyurdu:
“Ancak elinizde ona dair Allah’tan gelmiş bir delil bulunan apaçık bir küfür görmeniz hali müstesnadır[1]
Yine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Her kim emirinden (olumsuz) herhangi bir şey görürse, sabretsin Çünkü şüphesiz ki cemaatten bir karış kadar dahi ayrılan ve bu haliyle ölen bir kimsenin ölümü cahiliye ölümüdür[2]

Bir başka hadiste şöyle buyurmaktadır:

[size="4"]“Her kim itaatten el çekecek olursa, kıyamet gününde lehine herhangi bir delil bulunmaksızın Allah’ın huzuruna çıkar
Yine şöyle buyurmaktadır:
[size="4"]“Başınıza Habeşli bir köle emir tayin edilse dahi dinleyip itaat ediniz
Bir başka hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
“Müslüman kişi -masiyet ile emrolunması hali müstesna- sevdiği ve hoşlanmadığı bütün hususlarda dinleyip, itaat etmekle yükümlüdür Ona masiyeti gerektiren bir emir verilecek olursa, dinlemek de, itaat etmek de sözkonusu olmaz”[5
Hadis Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir
Abdullah b Ömer radıyallahu anh dedi ki: Bir seferde Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ile birlikte idik Bir yerde konakladık Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın münadisi topluca namaza diye seslendi Biz de Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın huzurunda bir araya geldik şöyle buyurdu:
“Gerçek şu ki yüce Allah ne kadar peygamber göndermiş ise mutlaka o peygamberin ümmetine bilmiş olduğu hayırlı yolları onlara göstermesi ve kötü hususları da onlardan sakındırarak uyarması görevi olmuştur Şüphesiz sizin bu ümmetinizin esenliği baş tarafında takdir edilmiştir Sonradan gelecek olanlarına birtakım belalar ve sizin uygun göremeyeceğiniz bir takım işler isabet edecektir Biri diğerini inceltecek (hafif gösterecek) fitneler gelecektir Bir fitne gelecek mümin: İşte ben bununla helak olacağım diyecek, bir diğer fitne gelecek bu sefer: İşte bu, (işte bu beni helak edecek) diyecektir Her kim ateşten uzaklaştırılıp, cennete girdirilmeyi arzu ederse Allah’a ve ahiret gününe iman ettiği halde ölümü gelip, onu bulsun İnsanlara da kendisine yapılmasını arzuladığı şeyleri yapsın Her kim bir imama bey’at edip, elini onun eline verir, kalbinin meyvesini (samimiyetle bey’at etmek suretiyle) ona verecek olursa, gücü yettiği takdirde ona itaat etsin Bir başkası gelip, o imam ile çekişecek olursa, diğerinin boynunu vurunuz[6
Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir
Bu hususun kader ile de beyan edilmiş olmasına gelince: İslam ümmeti dinine sımsıkı sarılan, dini etrafında bir araya gelmiş, yöneticilerine gereken tazim ve saygıyı gösterip, onlara maruf olan hususlarda itaat ettikleri zamanlardaki durumu apaçık ortadadır Bu halde iken İslam ümmeti yeryüzünde üstün ve lider konumunda idi Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Allah içinizden iman edip, salih amel işleyenlere vaadetti ki: Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi -andolsun ki- kendilerini de muhakkak yeryüzünde halife kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için iktidar yapacak, önceki korkularını güvene çevirecektir Çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet ederler(en-Nur, 24/55)
”Allah kendi dinine yardım edene elbette yardım eder Muhakkak Allah güçlüdür, azizdir O kimselere eğer biz yeryüzünde bir iktidar imkanı verirsek, onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, marufu emreder, münkerden alıkoyarlar İşlerin akıbeti Allah’ındır(el-Hac, 22/40-41)
Fakat İslam ümmeti olmadık işleri yapıp, dinlerini kısım kısım parçalayarak meşru yöneticilerine karşı dikbaşlılık edip, onlara karşı çıkmaya başlayınca fırkalara bölündüler, düşmanlarının kalblerinde onlara karşı var olan heybet kaldırıldı, onlar da birbirlerine düştüler, dağıldılar, güç ve kuvvetleri kayboldu Diğer ümmetler onların üzerine çullanmak üzere birbirlerini çağırdılar ve İslam ümmeti selin üzerindeki çörçöpe dönüştü
Bu asıl ilke ilim, Allah’ın dinine hamasetle bağlılık iddiasında bulunan çok kimse tarafından bilinmez oldu Müslüman fertlerden herbirisi kendisini bir emir yahut emir ile mücadele eden bir emir konumunda gördü O halde yöneten ya da yönetilenler olarak hepimizin görevi yüce Allah’ın bize farz kıldığı karşılıklı olarak sevmek ve iyilik ve takva üzere yardımlaşmak, kurtulanlardan olalım diye maslahatlarımız etrafında birleşmektir Hak üzere birleşmeli, onun üzerinde yardımlaşmalıyız, bütün amellerimizi ihlasla yapmalı, tek bir hedefe koşmalıyız Bu da bu ümmeti dini ve dünyevi olarak mümkün olduğu kadarıyla ıslaha götürmektir Bunun gerçekleşmesi ise sözbirliğini sağlayıp, aramızdaki anlaşmazlıkları terketmedikçe mümkün değildir Hiçbir hedef gerçekleştirmeyen karşı çıkışları terketmedikçe bu hedef gerçekleşemez Hatta bunlar yapılmadıkça maksat da ortadan kalkar ve varlık olarak varsa bile yok olur
Sözbirliği dağılacak olup, yönetilenler dik başlılık ettikleri takdirde hevalar ve kinler devreye girer, herkes kendi sözünün gerçekleşmesi için çalışır İsterse hak ve adaletin başka yerde olduğu açıkça ortaya çıkmış olsun Böylelikle bizler yüce Allah’ın şu buyruklarındaki direktiflerininde dışına çıkmış oluyoruz:
”Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak gerekirse, öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölün Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp, ayrılmayın Allah’ın üzerinizdeki nimetini de hatırlayın: Hani siz düşmanlar idiniz de o kalblerinizi birleştirmiş, siz de onun nimetiyle kardeş olmuştunuz ve yine siz ateşten bir çukurun kenarında iken oradan da sizi o kurtardı İşte Allah hidayet bulasınız diye size âyetlerini böylece apaçık bildiriyor (Al-i İmran, 3/102-103)
Her birimiz hak ve görevlerini bilip, hikmete uygun bir şekilde gereklerini yerine getirecek olursa, şüphesiz ki genel ve özel işler de en güzel ve mükemmel bir düzen üzere yürümeye devam eder


[size="4"] Buhari, Fiten, Bab-u kavli’n-nebiyyi: Seteravne ba’di umuren türkiruneha; Müslim, İmare, Bab-u vucubi taati’l-umerai fi gayri ma’siyetin

[size="4"] Buhari, Fiten, Bab-u kavli’n-nebiyyi (sa): “Seteravne ba’di”; Müslim, İmare, Bab-u vucubi mülazemeti cemaati’l-müslimin

[size="4"] Müslim, İmare, Bab-u vucubi mülazemeti cemaati’l-müslimin

[size="4"] Buhari, Ahkam, Babu’s-Sem’i ve’t-taati li’l-imam

[size="4"] Buhari, Ahkam, Babu’s-Sem’i ve’t-taati li’l-imami ma lem tekun masiye; Müslim, İmare, Bab-u vucubi taati’l-umerai fi gayri ma’siyetin

[size="4"] Müslim, İmare, Bab-u vucubi’l-vefa-i li bey’ati’l-hulefai el evveli fe’l-evveli

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #38
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Dördüncü Esas: İlim ve Alimler, Fıkıh ve Fakihler


Dördüncü olarak ilim, alimler, fıkıh ve fakihler ile onlardan olmadığı halde bunlara benzemeye çalışan kimselere dair açıklamaları ihtiva eder Yüce Allah bu esası Bakara suresinin baş taraflarında: ”Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın ve ahdimi yerine getirin Ben de ahdinizi yerine getireyim (el-Bakara, 2/40) buyruğundan itibaren; “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi ve sizi alemler üzerine gerçekten üstün kıldığımı hatırlayın (el-Bakara, 2/47) buyruğuna kadar olan âyet-i kerimelerde bu esası açıklamış bulunmaktadır Avamdan anlayışı kıt olan kimseler için dahi çok açık ve seçik bir şekilde sünnet-i seniyede yer alan apaçık bir çok ifadeler de bu hususa daha bir açıklık getirmektedir Ancak daha sonraları bu en garib (en az bilinen) şey olmuştur Artık ilim ve fıkıh diye bid’at ve delaletlerin kendisi bilinir olmuştur Bunların elinde bulunan en hayırlı şeyler ise hakkı batıla karıştırmaktır Yüce Allah’ın insanlara farz kıldığı ve övdüğü ilim ise ancak zındıkların yahut delilerin ağzını açıp söyledikleri şey halini almıştır Onu inkar eden, ona düşmanlık eden, ondan sakındırmaya ve alıkoymaya dair eser yazan kimseler ise bizzat alim ve fakih kimseler olmuştur
Burada ilimden kasıt şer’î ilimdir Şer’î ilim de yüce Allah’ın Rasûlüne indirmiş olduğu apaçık deliller ve hidayettir Övgü ve övücü ifadelerin hakkında sözkonusu edildiği ilim ise şeriat ilmi olan Allah’ın Rasûlüne indirmiş olduğu kitab ve hikmetin bilgisi demek olan ilimdir Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki hiç bilenlerle, bilmeyenler bir olur mu? Ancak özlü akıl sahibleri öğüt alır (ez-Zümer, 39/9)
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur:
[size="4"]“Allah kimin hakkında hayır dilerse, onu dinde derin bir bilgi sahibi kılar
Yine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Peygamberler ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır Onlar ancak ilmi miras bırakmışlardır Kim onu alırsa, o pek büyük bir pay almış olur[2]
Bilindiği gibi peygamberlerin miras bıraktığı şey ancak şeriat ilmidir Bununla birlikte bizler diğer ilimlerin bir faydasının olacağını inkar ediyor değiliz Şu kadar var ki bu fayda iki tarafı da keskin bir bıçak gibidir Eğer yüce Allah’a, Allah’ın dininin zafere ulaşmasına yardımcı olur, Allah’ın kulları da bunlardan istifade ederse, elbetteki bu bir hayır ve bir maslahat olur Bazı ilim ehli birtakım sanayilerin öğrenilmesinin farz-ı kifaye olduğunu belirtmişlerdir Ancak bu üzerinde düşünülecek ve tartışılacak bir konudur
Durum her ne olursa olsun hakkında ve onu öğrenmek isteyenler için övgünün sözkonusu olduğu ilim Allah’ın kitabının ve Rasûlünün sünnetinin fıkhedilmesi ilmidir Bunun dışındaki bilgiler ise eğer hayra bir araç olursa hayırdır, şâyet şerre araç olursa şerdir Ne buna, ne ötekine araç değilse o takdirde bu bir zaman kaybetmek ve boş bir iştir

İlmin Faziletleri


İlmin pekçok faziletleri vardır Bunların bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
1- Allah ilim ehlini ahirette de, dünyada da yükseltir Ahirette yüce Allah ilim ehlini yüce Allah’ın yoluna yaptıkları davet ve bildikleri gereğince amel etmeleri oranında derecelerle yükseltir Dünyada da onları yerine getirdikleri ve gerçekleştirdikleri işlere göre kulları arasında yükseltir Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Allah sizden iman edenleri ve (özellikle) kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltir (el-Mücadele, 58/11)
2- İlim, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şu buyruğunda olduğu gibi bıraktığı mirastır:
“Peygamberler ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır Onlar ancak ilmi miras bırakmışlardır Her kim onu alırsa pek büyük bir pay almış olur[3]
3- Ölümünden sonra insanın faydasına geriye kalacak olan şeylerdendir Hadis-i şerifte Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu sabittir:
[size="4"]“Kul öldü mü artık ameli şu üç şey müstesna kesilir: Cari bir sadaka yahut kendisiyle yararlanılan bir ilim yahutta kendisine dua edecek salih bir evlat
4- Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem iki nimet dışında hiç bir kimseye sahib olduğu nimetler dolayısı ile gıbta etmesini teşvik etmiş değildir Söz konusu bu iki nimet:
a- İlim taleb etmek ve gereğince amel etmek
b- Malını İslama hizmet yolunda kullanan zengin
Abdullah b Mesud radıyallahu anh’dan rivayete göre Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
[size="4"]“İki şey dışında kıskançlık (gıbta) olmaz (Bunlardan birisi) yüce Allah’ın kendisine mal verdiği ve o malını hak yolunda tüketmeye musallat kıldığı kimse ile yüce Allah’ın kendisine hikmet (ilim) öğrettiği ve gereğince hüküm verip, onu öğreten kimse
5- İlim kulun kendisi ile önünü aydınlattığı bir nurdur Onunla Rabbine nasıl ibadet edeceğini, başkalarına nasıl davranacağını öğrenir Böylelikle o bu hususlarda ilim ve basiret üzere yol almış olur
6- Alim insanların kendisi vasıtası ile din ve dünya işlerinde doğru yolu buldukları bir nurdur İsrailoğullarından 99 kişi öldürüp te abid bir kimseye tevbesi kabul olur mu diye soru sorması ile ilgili kıssa çoğu kimsenin bildiği bir husustur Abid kişi bu işi büyük bir hadise olarak görmüş olduğundan olmalı ki: “Hayır” demişti Bunun üzerine soru soran kişi onu öldürmüş ve böylelikle öldürdüğü şahısları yüze tamamlamıştı Daha sonra bir ilim adamına gitmiş, ona durumu sormuş, bu ilim adamı ise kendisine tevbe etmesinin mümkün olduğunu, tevbe ettiği takdirde tevbesinin kabulünü hiçbir şeyin engellemeyeceğini bildirmişti Daha sonra ona ahalisi salih olan bir beldeyi söyleyerek oraya gitmesini söylemişti O şehire gitmek üzere ayrılıp, gidince yolda ölmüştü Bu kıssa bilinen bir kıssadır[6] Şimdi alim ile cahil arasındaki farkı açıkça görebiliriz
Bu hususlar açıklık kazandığına göre o halde insanları Rablerinin şeriati üzere terbiye eden rabbani ve gerçek ilim adamlarının kim olduklarının bilinmesi de kaçınılmaz bir şeydir ta ki bu rabbani ilim adamları ile onlardan olmadıkları halde onlara benzemeye çalışanlar birbirlerinden ayırdedilebilsinler Çünkü bu gibi kimseler görünüş ve dış halleriyle, söz ve fiilleriyle onlara benzemeye çalışırlar Gerçekte ise insanlara karşı samimi öğüt vermek ve hakkı istemek bakımından onlardan değildirler Bu gibi kimselerin elindeki en iyi sermaye hakkı batıla karıştırması ve susuzun su zannettiği fakat yanına geldiği vakit hiçbir şey olmadığını anladığı süslü püslü ibareler ile bunu insanlara sunarlar Hatta bunların insanlara sundukları bazı kimselerin ilim ve fıkıh diye zannettikleri bunun dışındaki ifadeleri ise ancak zındık yahutta deli kimselerin sözkonusu edebilecekleri birtakım bid’atler ve sapıklıkları dile getirirler
İşte müellifin sözlerinin anlamı budur: Sanki o bu sözleriyle ehl-i sünnete insanları ehl-i sünnet alimlerinden bilgi edinmelerini engellemek maksadıyla hiç de kendileriyle ilişkisi bulunmayan ifadelerle dil uzatıp, onları ayıplayan saptırıcı bid’at ehlinin ileri gelenlerine işaret ediyor gibidir Bunların dile getirdikleri ise kendilerinden önce azgınlık edip, haddi aşan kimselerin, peygamberleri yalanlayanların mirasıdır Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Onlardan öncekilere gelen peygamberlerin herbirine de mutlaka böylece sihirbaz veya deli derlerdi Acaba bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Hayır onlar azmış bir kavim idiler (ez-Zariyat, 51/52-53)


[size="4"] Buhari, İlm, Bab-u men yuridillahu bihi hayran; Müslim, Zekat, Babu’n-nehyi ani’l-mes’ele

[size="4"] Ahmed, Müsned, V, 196; Ebu Davud, İlm, Babu’l-Hassi ala talebi’l-ilm; Tirmizi, İlm, Bab-u ma cae fi fadli’l-fıkhi ale’l-ibade; İbn Mace, Mukaddime, Bab-u fadli’l-ulemai; Darımî, Mukaddime, Bab-u fadli’l-ilmi ve’l-alim; Beğavi, Şerhu’s-Sünne, I, 275, no: 129; İbn Hibban, Sahih, no: 88; el-Heysemi, Mevaridu’z-zam’an, I, 177, no: 80; Buhari, et-Tarihu’l-Kebir, VIII, 337; Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari, I, 160’da: “Bu hadisin kendileriyle kuvvet kazandığı başka tanıkları da vardır” demektedir

[size="4"] Bir önceki nota bakınız

[size="4"] Müslim, Vasiyye, Bab-u ma yelhaku’l-insane mine’s-sevabi ba’de vefatihi

[size="4"] Buhari, İlm, Babu’l-iğtibati fi’l-ilmi ve’l-hikmeti; Müslim, Salatu’l-Musafiriyn, Bab-u men yekumu bi’l-Kur’ân-i ve yuallimuhu

[size="4"] Olay ile ilgili rivayet şöyledir: Ebu Said Sad b Malik b Sinan el-Hudri radiyallahu anh’dan rivayete göre Rasûlullah sallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
“Sizden öncekiler arasında doksandokuz kişi öldürmüş birisi vardı Yeryüzünün en alimi kimdir? diye sordu Ona bir rahib gösterildi Onun yanına gidip dedi ki: Ben doksandokuz kişi öldürdüm Tevbe etmem mümkün mü? Rahib: Hayır, dedi Bu sefer onu öldürdü ve böylelikle öldürdüklerinin sayısını yüze tamamladı Sonra yine yeryüzünün en bilgili kişisi kimdir? diye sordu Ona alim bir kişi gösterildi ve (gidip) ona dedi ki: Ben yüz kişi öldürdüm, tevbe etmem mümkün olur mu? Alim: Tabi, dedi Seninle tevben arasına kim girebilir Sen şu şu nitelikteki yere git, orada yüce Allah’a ibadet eden insanlar var sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et Eski topraklarına da bir daha geri dönme, çünkü orası kötü bir diyardır Bunun üzerine yola koyuldu Yolun yarısına vardığında eceli geldi Rahmet melekleri ile azab melekleri onun hakkında tartışmaya koyuldular Rahmet melekleri: Bu kişi kalbinden tevbe ile yüce Allah’a yönelerek geldi Azab melekleri ise: Bu kişi hiçbir hayır işlemedi dediler Bu sefer bir insan suretinde onlara melek geldi Onu kendi aralarında hakem tayin ettiler O da kendilerine: Her iki yerin arasını ölçünüz Hangisine daha yakın olursa, o zaman o kimseyi o kişiler alsın dedi Yerleri ölçtüler, gitmek istediği yere daha yakın olduğu görüldü Bunun üzerine rahmet melekleri onu aldılar
Buhari’nin sahih’inde yer alan rivayette de şöyle denilmektedir:
“Allah’a yemin olsun ki salih insanların yaşadığı kasabaya bir karış daha yakın idi O bakımdan oranın ahalisinden sayıldı
Yine bir diğer sahih rivayette şöyle denilmektedir:
“Yüce Allah buraya sen uzaklaş, öbür yere de sen de yakınlaş diye vahyetti Bunun üzerine hakem dedi ki: Her ikisi arasındaki mesafeyi ölçünüz Böylelikle onun öbürüne (gideceği yere) bir karış daha yakın olduğunu gördüler Yüce Allah da ona mağfiret buyurdu
Bir rivayette de:
“Göğsüyle o (gideceği) yere doğru yaklaşmaya çalışmıştı
Bu hadisi: Buhari, Enbiya, Bab-u ma zukire an beni İsrail; Müslim, Tevbe, Bab-u Kabili Tevbeti’l-Katil, 46, 47, 48 nolu hadisler; Daha geniş bilgi elde etmek için bk değerli hocamızın bu hadise dair “Şerhu Riyazi’s-Salihin” I, 21 nolu hadise dair açıklamaları

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #39
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Beşinci Esas: Yüce Allah’ın Gerçek Dostları ve Onlara Benzemeye Çalışan Allah Düşmanları


Yüce Allah gerçek dostlarının kim olduklarını açıkladığı gibi kendileri ile onlara benzemeye çalışan münafık ve günahkâr olan Allah düşmanlarını da birbirinden ayırdetmiştir Bu hususta şu âyet-i kerimeler yeterli açıklamaları ortaya koymaktadır:
“De ki Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin (Âl-i İmran, 3/31)
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir topluluk getirir (el-Mâide, 5/54)
“Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur Onlar kederlenecek de değillerdir Onlar iman edip, takvalı davrananlardır (Yunus, 10/62-63)
Bundan sonra ise ilim sahibi olduğunu, insanları hidayete ileten ve şeriati koruyanlardan olduğunu iddia eden kişilerin büyük çoğunluğu evliya olan kimselerin rasûllere uymayı terketmelerinin kaçınılmaz olduğunu, rasûllere uyan kimselerin ise evliyadan olamayacağını, cihadı terketmenin kaçınılmaz olduğunu, kim cihad ederse onlardan olamayacağını, imanı ve takvayı terketmenin kaçınılmaz olduğunu, kim iman ve takvayı sürekli gözönünde bulunduracak olursa onlardan olamayacağını ileri sürecek hale geldiler
Rabbimiz biz senden affını ve esenliğini dileriz Şüphesiz ki sen duaları işitensin
Yüce Allah’ın velileri (gerçek dostları) ona iman eden, ondan sakınan, dini üzere dosdoğru yürüyen kimselerdir Onlar yüce Allah’ın: “Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur Onlar kederlenecek de değillerdir Onlar iman edip, takvalı davrananlardır (Yunus, 10/62-63) buyruğu ile nitelendirdiği kimselerdir
Dolayısıyla Allah’ın velisi (dostu) olduğunu ileri süren herkes veli demek değildir Aksi takdirde Allah’ın veliliğini herkes iddia edebilirdi Fakat velilik iddiasında bulunan herkes ameli ile bu iddiası ölçülür Eğer onun yaptığı ameller iman ve takva esasına dayanıyor ise o kimse bir velidir Aksi takdirde veli değildir Böyle bir kimsenin velilik iddiasında bulunması kendisini temize çıkarması demektir Bu da yüce Allah’a karşı takvalı olmaya (O’ndan korkup, sakınmaya) aykırıdır, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Artık kendinizi temize çıkarmayın O kimin takvalı davrandığını en iyi bilendir (en-Necm, 53/32)
Bir kimse kendisinin Allah’ın velilerinden olduğu iddiasında bulunacak olursa, kendisini temize çıkarmaya çalışmış demek olur O vakitte bu kişi Allah’a isyana ve Allah’ın kendisine yasakladığı şeyin içine düşmüş olur, bu da takvaya aykırıdır Allah’ın gerçek dostları, velileri böyle bir tanıklıkta bulunarak kendilerini temize çıkarmaya çalışmazlar Onlar Allah’a iman ederler, O’ndan korkarlar, sakınırlar O’na en mükemmel şekliyle itaatin gereklerini yerine getirirler İnsanları Allah’ın yolundan saptırsınlar diye böyle bir iddia ile kandırmazlar, aldatmazlar Kimi zamanlar kendilerinin seyyid, kimi zaman evliya olduğunu iddia eden bu gibi kimselerin insan gerçek hallerini dikkatle inceleyecek olursa, velilikten, seyyidlikten en uzak bir yerde olduklarını göreceklerdir O bakımdan müslüman kardeşlerime öğüdüm şu ki: Velilik iddiasında bulunan kimselerin hallerini yüce Allah’ın dostlarının niteliklerine dair naslarda varid olmuş buyruklar ile kıyaslamadıkça o kimselere aldanmasınlar
Müellif Allah’ı sevmek ve Allah’ın veliliğinin alametlerine kaydettiği âyet-i kerimelerle işaret etmiş bulunmaktadır:
Kaydettiği ilk âyet-i kerime Al-i İmran Suresinde yer alan: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin (Al-i İmran, 3/31) âyetidir Bu âyet-i kerime mihnet yani imtihan âyeti diye adlandırılır Çünkü bazıları yüce Allah’ı sevdiklerini iddia etmişlerdi Bunun üzerine yüce Allah da bu âyet-i kerimeyi indirmişti Kim Allah’ı sevdiğini ileri sürecek olursa, biz de onun ameline bakarız Eğer o Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’a uyan bir kimse ise doğru sözlü bir kimsedir, aksi takdirde o kişi bir yalancıdır
İkinci âyet-i kerime ise yüce Allah’ın el-Maide Suresinde yer alan şu buyruğudur:
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, Allah kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir topluluk getirir (el-Maide, 5/54)
Bu iki âyet-i kerime ile yüce Allah gerçek dostlarını birtakım nitelikler ile sözkonusu etmektedir ki bunlar da Allah’ı sevmenin belirtileri ve sonuçlarıdır:
1- Bu gibi kimseler müminlere karşı alçak gönüllüdürler, onlarla savaşmazlar Karşılarında durmazlar ve hiçbir şekilde onlarla çatışmazlar
2- Kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler Yani onlara karşı güçlüdürler, onları yenik düşürürler
3- Allah yolunda cihad ederler yani Allah’ın adı en yüksek olsun diye Allah düşmanları ile savaşmak uğrunda bütün gayretlerini, imkanlarını ortaya koyarlar
4- Allah yolunda kınayan kimsenin kınamasından çekinmezler Yani Allah dininin gereklerini yerine getirdiklerinden ötürü herhangi bir kimse onları kınayacak olursa, onun bu kınamasından korkmazlar Bu da onların Allah’ın dininin gereklerini yerine getirmelerine engel olmaz
Üçüncü âyet-i kerime Yunus suresinde yer alan şu âyet-i kerimedir:
”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur Onlar kederlenecek de değillerdir Onlar iman edip, takvalı davrananlardır (Yunus, 10/62-63)
Yüce Allah, Allah dostlarının bu iki niteliğe sahib kimseler olduklarını açıklamaktadır: İman ve takva İman kalbtedir, takva ise bedenin azaları ile ortaya çıkar Bu iki niteliğe sahib olmadığı halde Allah dostu (velisi, evliyası) olduğunu ileri süren bir kimse yalancıdır
Daha sonra müellif artık işin ilim sahibi olduğunu, insanları hidayete ileten şeriatı muhafaza eden kimselerden olduğunu ileri sürenlerin çoğunun nezdinde işin tam aksi bir hal aldığını açıklamaktadır Böyle bir kimseye göre veli peygamberlere uymayan, Allah yolunda cihad etmeyen, O’na iman etmeyen, O’ndan sakınmayan kimsedir
[size="4"]Burada Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’nin “el-Farku Beyne Evliyai’r-Rahman ve Evliyai’ş-Şeytan” adlı risalesinde yazdıklarını aktarmak ve mümkün olan bölümlerini burada iktibas etmek yerinde olacaktır Müellif şunları söylemektedir:
“Şanı yüce Allah kitabında ve Rasûlü de sünnetinde Allah’ın insanlar arasından birtakım velilerinin (dostlarının) şeytanın da birtakım dostlarının bulunduğunu açıklamış bulunmaktadır Rahmanın dostları ile şeytanın dostları arasında fark olduğunu belirterek yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur Onlar kederlenecek de değillerdir Onlar iman edip, takvalı davrananlardır Onlar için dünya hayatında da, ahirette de müjde vardır Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz İşte bu en büyük kurtuluşun ta kendisidir (Yunus, 10/62-64)
Yine yüce Allah şeytan dostlarını da sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:
“Kur’ân’ı okuyacağın zaman o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın Doğrusu iman edip, yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur Onun hakimiyeti ancak kendisini dost edinip de onu Allah’a ortak koşanlar üzerinedir (en-Nahl, 16/98-100)
O halde Allah ve Rasûlü nasıl her ikisi arasında fark gözetmiş ise bu iki kesimin arasında da gerekli farkın gözetilmesi gerekir Allah’ın dostları mümin ve takva sahibi olan kimselerdir Onlar, O’na iman eden, O’nu dost bilen, O’nun sevdiğini seven, nefret ettiği şeylere nefret eden, O’nun razı olduğu şeylerden hoşnut olan, O’nun gazablandığı şeylere gazablanan, O’nun emrettiğini emreden, yasakladığını yasak bilen ve yasaklayan, verilmesini sevdiği hususları veren, engellenmesini alıkonulmasını sevdiği şeyleri de engelleyip, alıkoyan kimselerdir O halde ona (peygambere) ve onun getirdiklerine iman eden, zahiren ve batınen O’na uyan kimselerin dışında hiçbir kimse Allah’ın velisi olamaz Allah’ın sevdiğini, Allah’ın velisi olduğunu iddia etmekle birlikte, ona yani Rasûle tabi olmayan bir kimse Allah’ın dostlarından değildir Aksine kim ona muhalefet ederse, o Allah düşmanlarından, şeytanın dostlarından olur Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin (Al-i İmran, 3/31)
İnsanlar iman ve takva bakımından üstünlüklerine göre Allah’ın velisi olmak bakımından da birbirlerinden üstündürler Aynı şekilde küfür ve nifaktaki ileriliklerine göre de Allah’ın düşmanlıkları bakımından biri diğerinden ileridirler
Allah’ın dostları iki tabakadır: Sabikun (ileri geçenler) ve mukarrebun (yakınlaştırılmış olanlar) ashab-ı yemin ise orta halli olanlarıdır Yüce Allah onları kitab-ı azizinin birkaç yerinde sözkonusu etmiştir el-Vâkıa suresinin başında ve sonunda, el-İnsan suresinde, el-Mutaffifîn ve Fâtır surelerinde Cennette biri diğerinden çok büyük çapta üstün dereceler halindedir Allah’ın mümin ve takva sahibi dostları ise bu derecelerde iman ve takvalarına göre yer alacaklardır
Yüce Allah’a yakınlaşmayan, iyilikleri işleyip, kötülükleri terketmeyen bir kimse hiçbir zaman Allah’ın dostlarından olamaz Bilhassa bu husustaki delili kendisinden işitilen bir mükaşefe yahutta bir tür tasarruftan ibaret olan kimselerin kendilerinin Allah’ın velisi olduklarına inanmaları hiç kimse için caiz olamaz Bir kimsenin Allah’ın velisi olduğuna dair sadece bunları delil diye sürmesi caiz değildir İsterse o kimsenin Allah’ın velisi olduğunu çürütecek herhangi bir hali bilinmemiş olsun Hele onun Allah’ın velisi olmakla çelişecek bir hali bulunursa, durum ne olur? Mesela böyle bir kimsenin zahiren ve batınen peygambere tabi olmanın farziyetine iman etmiyorsa, aksine kendisinin batıni hakikat bir tarafa, zahiri şeriata uyduğuna inanıyorsa yahutta Allah’ın veli kulları için peygamberlerin getirdiği yolun dışında özel bir yollarının olduğuna inanıyor ise Buna göre her kim veli olduğunu ortaya koymakla birlikte farzları eda etmiyor, haramlardan uzak durmuyorsa, aksine bazan bunlarla çelişecek işler yapıyor ise hiçbir kimsenin böyle birisi hakkında bu Allah’ın velisidir demek hakkı yoktur Allah’ın veli kullarının mübah işlerden zahir olanlarında insanlardan kendilerini ayırdedebilecek hiçbir özellikleri yoktur Allah’ın velisinin hata yapmayan, yanlışlık yapmayan masum bir kişi olması şartı da yoktur Aksine bu kimsenin şeriatın bazı bilgilerini bilememesi mümkün olabildiği gibi, dinin bazı hususlarının içinden çıkamaması da mümkündür İşte bundan dolayı Allah’ın veli kulunun yanlışlık yapması mümkün olabildiğine göre, insanların Allah’ın velisinin söylediği bütün sözlere inanması gerekmez ki bir peygamber olarak görülmesin Bunun yerine onun bütün hallerini Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’ın getirdiklerine arzedilmesi, sunulması gerekir Onlara uygun düşeni kabul eder, onlara aykırı olanı kabul etmez Şâyet uygun mudur, değil midir bilemeyecek olursak o takdirde bu durum hakkında da hüküm vermez
İnsanlar bu hususta üç gruba ayrılmışlardır İki uç nokta ile orta yol Bunlardan kimisi bir kişinin Allah’ın velisi olduğuna inanacak olursa, kalbinin kendisine Rabbindendir diye sezdirdiği herbir hususta o kimseye büsbütün muvafakat eder ve bütün yaptıklarının doğru olduğunu kabul eder Kimileri de şeriate uygun olmayan herhangi bir iş yaptığını ya da bir söz söylediğini görecek olursa, tamamıyla Allah’ın velisi olmanın sınırının dışına çıkartır İsterse bu kimse hata eden bir müçtehid olsun
Ancak işlerin en hayırlıları onların orta yollu olanlarıdır Bu da böyle bir kimseye masum (asla günah işlemez, hata etmez) nazarıyla da bakmayacak, hata eden bir müçtehid olduğu takdirde de günahkar görmeyecek, bütün söylediklerinde ona uymayacak, içtihad ile bir iş yaptığı takdirde onun kâfir ya da fasık olduğuna hüküm vermeyecek Çünkü insanlar hakkında vacib olan da Allah’ın Rasûlü ile gönderdiği şeylere uymaktır
Ümmetin selefi ve imamları Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem dışında herkesin sözlerinin bazısının anılacağını, bazısının da terkedilebileceğini ittifakla kabul etmişlerdir İşte bu peygamberler ile diğerleri arasındaki farklardandır Peygamberlere yüce Allah’tan aldıklarını haber verdikleri bütün hususlarda iman etmek gerektiği gibi, verdikleri bütün emirlerde de onlara itaat etmek gerekir Evliyalar ise böyle değildir Onlara verdikleri bütün emirlerde itaat vacib olmadığı gibi, haber verdikleri herşeye iman etmek de icab etmez Aksine onların durumları ve haberleri kitab ve sünnete sunulur Kitaba ve sünnete uygun düşenin kabul edilmesi gerekir Kitab ve sünnete uymayan ise red olunur Eğer bu söz ve halin sahibi Allah’ın evliyasından olmakla birlikte müçtehid birisi ise söylediklerinde mazur olur, içtihadı dolayısıyla da ecri vardır, fakat kitab ve sünnete muhalefet etmiş ise hata etmiş olur ve bu eğer elinden geldiği kadarıyla Allah’tan sakınmış ise bu hatası da bağışlanır
Allah’ın velilerinin kitab ve sünnete sımsıkı sarılmaları gerekir Onlar arasında kitab ve sünnet gözönünde bulundurulmaksızın kalbine doğan herşeye uymayı gerektirecek şekilde günahtan korunmuş (masum) bir kimsenin varlığı ne onlar arasında sözkonusu olabilir, ne de başkaları arasında Bu da yüce Allah’ın gerçek dostlarının ittifak ile kabul ettikleri bir husustur Bu hususta muhalefet eden kimse ise Allah’ın kendilerine uymayı emretmiş olduğu Allah dostlarından olamaz Aksine böyle bir kimse ya kâfir birisidir, yahutta cahillikte aşırı giden birisidir Çoğu insanlar bu hususta yanlışlık yapmakta, bir şahsın Allah’ın velisi olduğunu ve Allah’ın velisinin söylediği herşeyin kabul edilmesi gerektiğini zanneder, söylediği herşeyini kabul eder, yaptığı herşeyi kabul eder Şâyet kitaba ve sünnete aykırı hareket ederse, onun bu halini de uygun görür Allah’ın Rasûlü ile gönderdiklerine de muhalefet eder Oysa Allah bütün insanlara Rasûlünün haber verdiği hususlarda tasdik edilmesini, verdiği emirlerde ona itaat edilmesini emretmiştir Onu gerçek dostları ile düşmanlarının ayırıcı çizgisi cennet ehliyle cehennemliklerin, bahtiyar kimselerle bedbahtların arasındaki ayırıcı çizgi kılmıştır Kim ona uyarsa, Allah’ın takva sahibi velilerinden, onun kurtuluşa eren askerlerinden ve salih kullarından olur Kim de ona uymazsa Allah’ın hüsrana uğrayan ve günahkar düşmanlarındandır Allah Rasûlüne muhalefet etmek ile böyle bir şahsa muvafakat etmek herşeyden önce kişiyi bid’ate ve sapıklığa sonunda da küfre ve münafıklığa kadar sürükler Bu gibi kimselerin çoğunun böyle birisinin Allah’ın velisi olduğuna dair inanışlarındaki dayanak noktalarının ondan bazı hallerde birtakım keşiflerin sadır olmasını yahutta olağan üstü birtakım tasarruflarının varlığını gösterdiklerini görürsünüz Halbuki bütün bu hususlar arasında bu işleri yapanın Allah’ın velisi olduğuna delalet eden hiçbir şey bulunmaz Çünkü Allah’ın velileri ittifakla şunu kabul etmişlerdir ki bir kimse eğer havada dahi uçsa yahut suyun üzerinde yürüyecek olsa, Allah Rasûlüne tabi oluşuna, onun emir ve yasaklarına uygun hareket edilmesine bakılmadıkça bunlara aldanmamak gerekir Allah dostlarının kerametleri bu hususlardan daha büyüktür Bu olağanüstü hususları gösteren şahıs eğer Allah’ın velisi ise mesele yok, fakat bunları gösteren bir kimse bir Allah düşmanı da olabilir Çünkü bu gibi olağanüstü haller birçok kâfir, müşrik, kitab ehli ve münafıklar tarafından da gösterilebilir Bid’at ehli olan kimseler de, şeytanlar da böyle şeyleri gösterebilirler Dolayısı ile bu hususlardan herhangi birisini ortaya koyan bir kimsenin Allah’ın velisi olduğu asla zannedilmemelidir Aksine Allah’ın velileri kitab ve sünnetin delalet ettiği nitelikleriyle, fiilleriyle ve halleriyle bilinirler Onlar iman ve Kur’ân nuru ile imanın gizli hakikatleri ile İslam şeriatının açık hakikatleri ile bilinirler Ümmetin selefi, imamları ve sair Allah’ın veli kulları ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Peygamberler kesinlikle peygamber olmayan velilerden daha üstündürler Yüce Allah kendilerine nimet ihsan olunmuş bahtiyar kullarını dört mertebe olduklarını belirtmektedir Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddıyklar, şehidler ve salihlerle birliktedirler Onlar ne iyi arkadaştırlar (en-Nisa, 4/69)
Bu gerçek velilerin Allah’ın takva sahibi velilerini kendileriyle taltif ettiği birtakım kerametleri vardır Allah’ın velilerinin en hayırlılarının kerametleri ise ya dine dair bir delil ortaya koymak içindir, yahutta müslümanların ihtiyacı dolayısı ile olur Tıpkı onların peygamberlerinin mucizelerinin bu maksatla ortaya çıkması gibi Allah’ın velilerinin kerametleri de esasen Allah’ın Rasûlüne tabi olmanın bereketi ile ortaya çıkar Dolayısıyla bu kerametler gerçekte Allah Rasûlünün mucizeleri kapsamı içerisindedir Bilinmesi gereken hususlardan birisi de şudur: Kerametler bazan kişinin ihtiyacına göre ortaya çıkabilir Eğer imanı zayıflığı dolayısıyla keramete ihtiyaç duyarsa yahutta buna ihtiyaç duyan bulunursa, imanını pekiştirecek ve ihtiyacını karşılayacak şekilde kerametler ona ihsan edilir Bununla birlikte Allah’a velayet mertebesi ondan daha mükemmel derecede olan bir diğerinin ise buna ihtiyacı bulunmayabilir, bundan dolayı mertebesinin yüksekliği ve ona ihtiyacı olmadığından dolayı -yoksa velilik mertebesi eksik olduğundan ötürü değil- benzeri bir hali de olmayabilir İşte bundan dolayı tabîin arasında bu gibi hususlar ashaba nisbetle daha fazla görülmüştür İnsanları hidayete iletmek ve onları ihtiyaçları dolayısı ile olağanüstü birtakım haller gösteren insanların durumundan farklı idiler İşte onlar derece itibariyle daha büyüktür Olağanüstü haller hususunda insanlar üç kısımdır:
Kimileri peygamberlerin dışındaki şahısların bu gibi halleri göstermelerini yalanlarlar Bazan icmali olarak bunları tasdik etmekle birlikte kendisince Allah’ın veli kullarından olmadığı için insanların çoğu hakkında kendisine anlatılanları yalanlayabilmektedirler
Kimisi de birtür olağanüstü bir hale sahib olan herkesi Allah’ın velisi olduğunu zanneder Halbuki her iki yaklaşım tarzı da yanlıştır Bundan dolayı bu gibi kimselerin müşriklerin de, kitab ehlinin de müslümanlara karşı savaşlarında kendilerine yardımcı olan yardımcılar olduğunu ve bunların Allah’ın veli kullarından olduklarını söylediklerini görebiliriz Bunlar bu gibi kimselerle birlikte olağanüstü hali bulunan kimselerin olacağını kabul etmezler
Doğru olan ise üçüncü görüştür O da şudur: “Onlarla birlikte Allah’ın dostlarından değil de kendi cinslerinden kendilerine yardım edecek kimseler bulunur
Yaptığımız bu kadar nakil Allah’ın izniyle yeterlidir Daha geniş bilgi sahibi edinmek isteyen asıl kaynağa başvurabilir Başarı Allah’tandır


[size="4"] Mecmuu’l-Fetava, I, 156

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #40
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Altıncı Esas: Kur’ân ve Sünnetin Terkedilip, Değişik Hevâ ve Görüşlere Uymaya Dair Şüphe


Bu esas şeytanın ortaya koymuş olduğu Kur’ân ve sünnetin terkedilip, farklı ve değişik görüş ve hevalara tabi olmayı öngören şüphenin reddedilmesi ile alakalıdır Sözkonusu şüphe şöyle ifade edilir: Kur’ân ve sünneti ancak mutlak müçtehid bilebilir Mutlak müçtehid ise şu şu birtakım niteliklere sahib olan kimsedir Belki bu niteliklerin tamamı Ebu Bekir’de de, Ömer’de de bulunmayabilir Bir kimse bu halde olamayacağına göre o halde kesin ve kaçınılmaz bir fark olarak onlardan yüz çevirmek gerekir Bunda da herhangi bir şüphe ve bir tereddüt sözkonusu olamaz Buna göre Kur’ân ve sünnetten hidayeti bulmak isteyen bir kimse ya zındık birisidir, yahutta delidir Çünkü bunları anlamak çok zordur
Fesubhanallah! Allah’a hamdolsun ki yüce Allah hem şer’î olarak, hem kaberi olarak, hem filkatiyle, hem de emriyle bu lanetli şüpheyi o kadar değişik yönleriyle reddedip, çürütmüştür ki (bu şüphenin çürütülmüşlüğü) adeta genel ve kesin bilgiler seviyesine ulaşmıştır Ancak insanların çoğu bilmezler
“Andolsun ki onların çoğunun üzerine o söz (azab) hak olmuştur Artık onlar imana gelmezler Şüphe yok ki biz onların boyunlarına, çenelerine varan demir halkalar koyduk O bakımdan başlarını kaldırmış haldedirler Hem biz onların önlerinden bir set ve ardlarından da bir set çektik, gözlerini de perdeledik artık onlar görmezler Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, artık onlar inanmazlar Sen ancak zikre (öğüt dolu Kur’ân’a) uyan ve gayb ile (kimsenin görmediği hallerde) Rahmandan kalbinden saygı duyarak korkan kimseleri uyarırsın, işte böylesini bir mağfiret ve kerim bir ecirle müjdele(Yasin, 36/7-11)
Sözlerimizin sonu alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun, efendimiz Muhammed’e onun aile halkına ve ashabına kıyamet gününe kadar pek çok salat ve selam olsun demek olsun
İçtihad sözlükte zor bir işi gerçekleştirmek için olanca gayreti ortaya koymak demektir
Terim olarak: Şer’î bir hükmü öğrenebilmek için olanca gayreti harcamaktır
İçtihadın birtakım şartları vardır Bazıları şunlardır:
1- İçtihadında kendisine gerek duyacağı ahkam âyetleri ve ahkam hadisleri gibi şer’î delilleri bilmesi
2- İsnadı, isnaddaki ravileri ve buna benzer hususlar gibi hadisin sıhhati ve zayıflığı ile ilgili hususları bilmesi
3- Mensuh olan delil ile hüküm vermemek yahutta icmaa muhalefet etmemek için Nasihi ve mensuhu ve icma yapılmış hususları bilmesi
4- Bu hususlarda muhalif hüküm vermemek için hükmün farklı olmasını gerektiren delillerdeki tahsis, takyid ya da buna benzer hususları bilmesi
5- Amm, has, mutlak, mukayyed, mücmel, mübeyyen ve buna benzer delaletler gereğince hüküm verebilmesi için delaletler ile ilgili dil ve fıkıh usulü bilgilerine sahib olması
6- Hükümleri, delillerinden çıkartabilecek imkanı kendisine veren bir güç ve kudrete sahib olmak
İçtihad kısımlara bölünebilir İlim bahislerinin herhangi birisinde yahutta herhangi bir meselede içtihad bulunabilir Önemli olan müçtehidin hakkı bilmek yolunda bütün gücünü ortaya koymakla yükümlü olmasıdır Sonra da kendisince kuvvetli gördüğüne göre hüküm verir Şâyet isabet ederse iki ecri vardır: İçtihad ettiği için bir ecir, hakka isabeti dolayısıyla bir ecir Çünkü hakka isabet etmesi hakkı güçlendirmesi ve hak gereğince amel etmesi sözkonusudur Şâyet hata ederse bir ecri vardır Hatası da bağışlanır, çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Hakim içtihad edip, hüküm verir de sonra hakka isabet ederse onun iki ecri vardır Eğer içtihad edip, hüküm verdikten sonra hata ederse onun için bir ecir vardır
Eğer hükmün hangisi olduğu onun için açığa çıkmayacak olursa, bu durumda hüküm vermekten kaçınması icab eder ve o vakit zaruret dolayısıyla ve yüce Allah’ın:”Eğer bilmiyor iseniz, zikir ehline sorunuz buyruğu dolayısıyla taklid etmesi caiz olur Bundan dolayı Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Taklid leş eti yemek gibidir Eğer bizatihi kişi kendisi delili ortaya koyabilecekse onun için taklid helal olmaz” Merhum İbnu’l-Kayyum da en-Nuniye diye bilinen kasidesinde şöyle demektedir: “İlim hidayeti delil ile bilmektir Elbetteki bu ve taklid eşit olamazlar
Taklid iki yerde sözkonusu olur:
1- Mukallid eğer bizatihi hükmü bilemeyen avamdan birisi olursa, onun için taklid farz olur Bunun gerekçesi de yüce Allah’ın:”Eğer bilmiyor iseniz, zikir ehline sorunuz buyruğudur Bu durumda olan bir kimse alim ve takvalı bulduğu en faziletli kimseyi taklid eder Eğer ona göre iki kişi birbirine eşit ise ikisi arasından birisini tercih eder
2- Müçtehid bir olay ile karşı karşıya kalır ve derhal onun hakkında hüküm vermesi gerekmekle birlikte meseleyi tetkik etmek imkanını bulamayacak olursa, o vakit onun için taklid etmek caizdir
Taklid de genel ve özel olmak üzere iki türlüdür:
Genel taklid bir kimsenin muayyen bir mezhebe bağlı kalarak dini ile ilgili bütün hususlarda o mezhebin ruhsatlarını ve azimetlerini alıp amel etmesidir Bu hususta ilim adamlarının farklı görüşleri vardır
Kimisi müteahhirler arasında içtihadın imkansızlığı sebebiyle vacib olduğunu nakletmiştir
Kimisi de Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den başkaları hakkında mutlak bir bağlılık ihtiva ettiğinden dolayı haram olduğunu nakletmiştir Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye de şöyle demektedir: “Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın dışındakiler hakkında vermiş olduğu bütün emir ve yasaklarında itaat etme gereğini söylemek elbetteki icmaa aykırıdır Bunun caiz olduğunu söylemek ise pek o kadar mümkün bir şey değildir
Özel taklid ise belirli bir meselede, belirli bir kimsenin görüşünü alıp, kabul etmektir Bir kimse eğer içtihad ile hakkı bilmekten yana aciz kalacak olursa caizdir Onun bu acizliğinin gerçek bir acizlik olması ile pek büyük meşakkat ile birlikte bu işe güç yetirebilmesi anlamındaki bir acizlik olması arasında bir fark yoktur
Burada altı esas risalesi sona ermektedir Yüce Allah’tan müellifine en güzel şekilde mükafat vermesini, bizi de onunla birlikte lutuf ve ihsan yurdunda biraraya getirmesini dileriz Şüphesiz ki O pek cömert, lutuf ve keremi pek bol olandır

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun, Peygamberimiz Muhammed’e salat ve selam olsun


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.