Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
atatürk, cumhuriyeti, türkiye

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #31
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



Eğitim



Atatürk, zaferden sonra, yeni Türkiye'nin kurulmasının eğitime dayandığı, en önemli ve en onurlu görevin eğitim işleri olduğu ve milli eğitim işlerinde kesinlikle başarıya ulaşılması gerektiği inancını taşıyordu
Her gittiği yerde, katıldığı toplantıda, eğitimin temel ilke ve hedeflerini ortaya koymuş, cehaletin eğitim yoluyla ortadan kaldırılabileceğini belirtmiş, öğretmenleri yüceltmiştir Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında, Sakarya Savaşı'nın hazırlıkları sırasında Atatürk 16 Temmuz 1921'de bir Maarif Kongresi topladı

Bu kongrede Türkiye Milli Eğitim işlerinin bir programını hazırlamak amacıyla, milli kültürün önemini belirtmiş ve milli eğitim sisteminin gereğinden söz etmiştir "Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerini milletimizin tarihi tedenniyatında (gerilemesinde) en mühim bir amil olduğu kanaatindeyim Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsaf-ı fıtriyemizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden uzak, seciye-i milliye ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyorum Çünkü deha-yı millimizin inkişaf-ı tammı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir"


TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU


Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim birliği bir sistem olarak benimsenmiş bulunmaktadır Yeni Türkiye'nin kültür hayatında çok önemli bir aşamayı başarıya ulaştıran Tevhid-i Tedrisat Kanunu, aslında büyük bir kültür hamlesidir Eğitimin birleştirilmesi ile, özellikle 19 yüzyıl sonlarından beri Türkiye eğitiminde görülen medrese ve okul (mektep) diye devam eden ikililiğe son verilmiştir "Tevhid-i Tedrisat Kanunu" ile öğretim ve eğitim birliği sağlanarak milli kültür birliğine yönelmek istenmiştir Öğretim ve eğitime milli ve laik bir karakter veren Tevhid-i Tedrisat Kanunu, milli gelişme tarihinde daima büyük yer tutacak bir inkılabın da adı olmuştur

3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, öğretim ve eğitimin birliğini sağlamakla beraber medreselerin de kaldırılmasını sağlamıştır Keza 3 Mart 1924 tarihli, Şer'iye ve Evkaf Vekaletlerinin kaldırılmasına dair kanunla da, vakıfların bağlı bulunduğu vekalet (bakanlık) kaldırıldığından ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun üçüncü maddesi ile de Şer'iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde mektepler (okullar) ve medreseler için ayrılan ödenek Maarif Vekaletine (Milli Eğitim Bakanlığına) devredildiğinden, medreselerin kaderini tayin Maarif Vekaletine bırakılmıştır

2 Mart 1926'da kabul edilen, "Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun" Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunun ilkelerinin ışığı altında eğitim hizmetlerini düzenlemiştir Devletin izni olmadan hiç bir okulun açılmayacağını öngören Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun aynı zamanda çağdışı bütün derslerin okul müfredat programlarından kaldırılmasını da sağlamıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #32
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



YENİ HARFLERİN KABULÜ




1 Kasım 1928'de Latin esasından alınan harfler, (Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek) "Türk harfleri" adıyla 1353 Sayılı Kanunla kabul edilmiştir Yazı dilinde kullanılan Arap harflerinin yerine Türk harflerinin alınmasını ifade eden Harf Devrimi yapılmıştır Arap harflerinin Türkler tarafından kullanılması, İslamiyet'in kabulünden sonra başlamış ancak bu harfler, Türk diline hiç bir zaman uyamamıştır Harf İnkılabının hedefi, okuyup yazmayı kolaylaştırmak ve yaymak, modern öğretim ve eğitimin gerçekleşmesini sağlamaktı Türkçe, Arap harfleri ile kolay yazılıp okunamıyordu

Harf İnkılabının ilk adımı, 20 Mayıs 1928'de 1288 sayılı kanunla, Arap rakamlarının kullanılmasına son verilerek, uluslararası rakamların kabulü ile başlamıştı
Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul'da Sarayburnu Parkı'nda düzenlenmiş bir şenlik sırasında, Harf Devrimini halka duyurmuştur; "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız (dilimiz) yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir

Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki, Milletimizin yazısıyla kafasıyla bütün medeniyet aleminin yanında olduğunu gösterecektir Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz" demiştir Harf Devrimi, büyük bir tarihi olaydır Çünkü, sosyal, kültürel ve siyasi alanda geniş yankıları olmuştur

1 Kasım 1928'de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928'de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir Atatürk bu çalışmalara "Millet Mektepleri Başöğretmeni" sıfatıyla katılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #33
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



REFORMLAR VE ATILIMLAR

Kültür





"Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir
Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" K Atatürk Atatürk, milletimizi ve dünyayı eski bir tarih anlayışından, yeni bir tarih görüşüne götürmek ve bu yolda araştırmalar yapmak için, 12 Nisan 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ni (Türk Tarih Kurumu) kurmuştur Türk Tarih Tezi diye bir tez ortaya atılmıştır Kültür alanında yeni bir tarih görüşünün ifadesi olan bu teze göre; Türk milletinin tarihi şimdiye kadar yazıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir Türk'ün tarihi çok daha eskidir ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetleri üzerine etki etmiştir

Osmanlı Devletinin ümmet tarihi anlayışından, Türk milletinin kendi tarihine kavuşması, millet tarihi anlayışını kabul etmesi zorunlu idi
Millet tarihi anlayışını gerekli kılan özel sebepler de vardı

Bunlar :

1- Türklerin sarı ırktan olduğuna dair dünyada yazılmış olan yanlış bilgiler
2- Türklerin sarı ırktan gösterilmesinin bir sonucu olarak medeni kabiliyet ve istidattan yoksun olduğu yolundaki hatalı görüş ve iddialar
3- Türk toprakları üzerinde yabancıların tarihi iddiaları
Aleyhimizde kullanılan silah, hep gerçeğe aykırı şekilde yazılan, değiştirilen tarih idi Tarihimizi gerçek yapısı ile ortaya koymak, Türklük ve ata yurdu hakkında gerçek tarihi bilgileri dünya kamuoyuna duyurmak, Türk Tarihi araştırmalarının amacı idi

DİL DEVRİMİ



Dil, milli yapıyı oluşturan, sağlamlaştıran ortak bağdır Atatürk, Türk Dilini kendi milli asil benliğine kavuşturmayı ve kendi benliği içinde zenginleştirerek büyük bir kültür dili haline getirmeyi, 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni (Türk Dil Kurumu) kurarak gerçekleştirmeye çalışmıştır Tarih anlayışında olduğu gibi, milli kültürümüzün temeli olan dilde de millileşmek bir zorunluluktu Atatürk, dildeki bağımsızlığı siyasi bağımsızlığın bir parçası sayıyordu Dil devrimi, Türk Devrimi'nin temel prensiplerine de uygun olarak dilde millileştirme ve bu akıma güç kazandırma devrimidir Atatürk, Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurduğu 1932 yılında TBMM'ni açış konuşmasında; "Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti'nin temel dileği olarak temin edeceğiz Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, alakalı olmasını isteriz", sözü ile, dildeki gelişme ve sadeleşmeyi sadece toplumda bir akım olarak değil, yasama ve yürütme organına da, düşen bir görev olarak göstermiştir

Atatürk'ün 1932 yılında başlattığı dil devrimi çalışmalarına, milli kültür politikasının gerekli kıldığı bir anlayışla eğilmiştir Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet felsefesinin temelinde, Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesinin ön safına çıkarma amacı yer aldığına göre, dilimizin de uzun vadede böyle bir medeniyet seviyesinin gerekli kıldığı bütün kelime, kavram ve terimleri karşılayabilecek bir kültür dili durumuna getirilmesi gerekiyordu Atatürk'ün çabaları ile, Türkçe'nin bütün sorunları bir bütün olarak düşünülmüş, sistemli bir şekilde başarılı çözümlere ulaştırılmaya çalışılmıştır


GÜZEL SANATLAR


Atatürk'e göre; "Sanat güzelliğin ifadesidir Bu ifade sözle olursa şiir, nağme ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur" Millet hayatında sanatın değerini takdir eden Atatürk; "Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz" "Bir millet sanata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur" diyerek sanatın önemini, millet hayatındaki rolünü açıklamıştır

Atatürk, millet hayatında sanatın yerini ve değerini belirtmekle beraber, onun korunmasını ve gelişmesini de sağlamıştır Atatürk, her şeyden önce, sanatçılara sanatçı ruhuyla elini uzatmıştır: "Sanatkar, toplumda uzun uğraş ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır"

Güzel sanatlar alanında Cumhuriyet döneminin ilk 15 yılında devrim sayılabilecek çalışmalar yapılmıştır "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür" diyen Atatürk, güzel sanatlar alanındaki çalışmaları bizzat yönlendirmiş, başarılı sanatçıları ödüllendirmiştir
Çok sesli Batı müziğinin ülkemizde yaygınlaştırılması temel ilke olarak benimsenirken, geleneksel Türk Müziği türlerinin derleme, araştırma ve geliştirilmesine önem verildi 1924 yılı Eylülünde Ankara'da Musiki Muallim Mektebi (Müzik Öğretmen Okulu) açıldı 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuarı'nın açılmasıyla bu okul Gazi Eğitim Enstitüsü müzik bölümüne dönüştürüldü Ankara Devlet Konservatuarı, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu müzik, tiyatro, opera, bale sanatçılarını yetiştirmeye başladı "Türk Beşleri" olarak tanınan sanatçılar ilk sonat, senfoni, konçerto ve operalarını yazdılar 1934 yılında ilk Türk operası olan Ahmet Adnan Saygun'un Öz Soy ve Taşbebek operaları, Ankara Halkevi'nde temsil edildi Darülelhan'ın (İstanbul Belediye Konservatuarı) öğretim programı yeniden düzenlendi Türk müziği derslerinin yanında Batı müziği derslerine de yer verildi

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın temeli olan İstanbul'daki Muzıka-i Hümayun Mart 1924'te Ankara'ya getirildi Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adını aldı 1933'te bando bölümü orkestradan ayrıldı Orkestranın şefliğini 1935 yılına kadar Zeki Üngör ve Ahmet Adnan Saygun yaptı 1935'te Alman Ernst Praetorius şefliğe getirildi Bu şefin yönetiminde orkestra büyük gelişme gösterdi

Cumhuriyet ilan edildiğinde İstanbul'da Dar üln Bedayi ve bazı özel tiyatrolar faaliyet halindeydi Dar ül Bedayi, 1931'de İstanbul Belediyesi'ne bağlandı 1934'te ise adı "İstanbul Şehir Tiyatroları" oldu Tiyatro ve operetleriyle büyük ilgi çekiyordu Tiyatro sanatının yurda yayılmasında Halkevlerinin büyük hizmetleri görüldü Ankara Halkevi sahnesinde Akın (1932), Çoban (1932), Mavi Yıldırım (1932) oyunlarının ilk temsillerinde Atatürk de hazır bulundu Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi'nde gerçek anlamda ilk oyunların temsilinden sonra Ankara'da Devlet Tiyatrolarının kuruluşuna giden yol açıldı

Atatürk dönemi Türkiye'sinde plastik sanatlarda da büyük gelişme gözlendi 1924'ten itibaren Sanayi-i Nefise Mektebi Ali'si mezunları Avrupa'ya gönderildi Cevat Dereli, Mahmut Cuda, Refik Epikman, Muhittin Sebati, Şeref Akdik ve Ali Karsan ilk gönderilen sanatçılardandı Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi 1928'de Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı 1932-1933 öğretim yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü açıldı Atatürk, anıt ve heykel yapımına önem vererek, Cumhuriyetin heykeltıraş kuşağının yetiştirilmesini destekledi

1924 yılından itibaren resim ve heykel sergileri açılmaya başladı Halkevleri Resim ve Heykel Sergileri (1936-1938), Ankara Halkevleri Birleşik Resim Heykel Sergileri (1937-1938) önemli sergilerdir Atatürk tarafından 20 Eylül 1937'de açılan Resim ve Heykel Müzesi bu alandaki çalışmalara verilen önemin son halkasıdır
Sinema da Cumhuriyet döneminde büyük gelişme göstermiştir Muhsin Ertuğrul tiyatroda olduğu gibi sinema sanatının gelişmesinde de görev almıştır Sinema salonlarının sayısı artmış, uzun metrajlı ve konulu filmler çekilmiştir


HALKEVLERİ

Cumhuriyet Halk Fırkası'nın (CHP)'nın 10-18-Mayıs-1931 tarihleri arasında toplanan 3 Kurultayında, Türk Ocakları'nın işlevini tamamladığı için kapatılarak yerine, Halkevlerinin açılması kararlaştırıldı Halkevlerinin başlıca amaçları; Türk milletini yeni ülküler etrafında toplamak, halk arasında kültür ve düşünce birliğini sağlamak, Atatürk devrimlerinin benimsenmesini gerçekleştirmek, Cumhuriyetin kültür atılımını yapmak, kır-kent ve köylü-aydın ikiliğini ortadan kaldırmak olarak özetlenebilir 19 Şubat 1932'de ilk Halkevi Ankara'da açıldı 1931-1952 yılları arasında 478 Halkevi (biri Londra'da) 4322 Halkodası açıldı CHP'nin desteğinde örgütlenen Halkevlerinin çalışmaları, dokuz şube halinde düzenlendi: Dil-Edebiyat, güzel sanatlar, temsil, spor, sosyal yardım, halk dershaneleri ve kursları, kütüphane ve yayın, köycülük, tarih ve müze Halkevleri 1952'de kapatılıp, 1960'ta tekrar açıldı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #34
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



Hukuk

ANAYASALAR

20 Ocak 1921 Anayasası (Teşkilatı Esasiye Kanunu)



20 Ocak 1921'de, TBMM tarafından kabul edilen ilk Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu), TBMM'nin dokuz aylık çalışmasından ve uzun görüşmelerden sonra kabul edilmiştir Bu Anayasa, dağılan ve yok olan Osmanlı İmparatorluğu yerine yeni bir devletin kuruluşunu hukuki yönden belirten ve varlığını sağlayan bir eserdir Yeni Anayasa aynı zamanda milli egemenliği hakim kılan ve vatanın kaderine milli egemenliğin temsilcisi Büyük Millet Meclisi'nin el koymasını mümkün kılan ve onun meşruluğunu da tanıtan, hukuki ve siyasi değeri olan bir belgedir

20 Ocak 1921'de kabul edilen Anayasa, 23 asıl, bir de ayrı madde halinde iki kısım olarak düzenlenmiştir Genel esasları kapsamaktadır Anayasanın kısa oluşu, o devrin özelliğinden ileri gelmekteydi Sadece olağanüstü şartları ve acil ihtiyaçları karşılamak için, kısa ve özel bir anayasa hazırlanmıştı 20 Ocak 1921 Anayasası bir geçiş dönemi anayasası olarak, Milli Mücadelenin çok dinamik olağanüstü şartlarına uymakta ve demokratik niteliğinin yanı sıra ihtilalci karakterini de korumaktaydı Anayasanın ruhunda ve mantığında kuvvetler birliği sistemi hakimdi Milli iradeyi millet namına temsil eden tek yetkili organın, Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu belirtmektedir Başkansız bir Cumhuriyet kuran bu Anayasa ile milli irade Meclis tarafından tescil edilmekte ve yürütülmekte, böylece kuvvetler birliği esası, kuvvetlerin şuurlu bir merkezde toplanmasını ve tek bir iradeye bağlanmasını da şart kılınmaktadır

20 NİSAN 1924 Anayasası

20 Ocak 1921 tarihli Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu) olağanüstü devrin, olağanüstü şartları içinde çıkarılmış dinamik bir dönemin anayasası idi Daha sonra, şartlar değişmiş, Cumhuriyet ilan olunmuş, Türk devrimi aksiyon evresinden yeniden düzenleme, reformlar evresine yönelmişti Yeni Türkiye'nin yeni bir Anayasaya ihtiyacı vardı TBMM'nde çalışmalar ve müzakereler sonunda, 20 Nisan 1924'te 105 maddeden oluşan yeni Anayasa kabul edildi

20 Nisan 1924'te kabul edilen yeni devletin ikinci Anayasası, Milli Mücadelenin kazanılmasından ve Cumhuriyetin ilanından sonra, demokrasi ilkesine değer veren bir anayasa olarak düzenlendi

1924 Anayasası, dayandığı ilkeler bakımından, 1789 Fransız İhtilali'nden itibaren gelişen ferdiyetçi ve hürriyetçi hukuki ve siyasi ideolojiyi temsil etmekte ve aynı zamanda siyasi fikir akımlarının tarihi gelişmesinden de faydalanmaktadır Bu Anayasa hazırlanırken, 1921 tarihli Anayasanın dayandığı temel esaslardan esinlenilmiştir Milli egemenlik, tek meclis ve kuvvetler birliği ve meclisin üstünlüğü prensipleri, 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu'ndan alınmış ve geliştirilmiştir

1924 Anayasası, egemenliğin yalnızca millete ait olduğu ve ancak TBMM tarafından kullanılacağı esasına uygun olarak hazırlanmıştır Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması, ona bir diğer ilahi veya beşeri otorite ve makamın ortak olamayacağını kabul etmek demektir Bu ilkeyle egemenliğin milli niteliği 1924 Anayasasında daha belirli bir şekilde ortaya çıkmıştır Kayıtsız ve şartsız millet egemenliği düşüncesinden hareket eden Anayasanın siyasal sistemi, böylece devlet içinde Büyük Millet Meclisi tarafından temsil olunan; tek kuvvet, tek meclis ilkesine dayanmaktadır 1924 Anayasası meclis hükümeti ile parlamenter hükümet sistemi arasında bir köprü görevi görmüştür 1924 Anayasası, 1921 Anayasasından daha yumuşak bir kuvvetler ayrımına yer vermiştir Milli egemenlik ve meclisin üstünlüğü sistemini geliştirmiş, Anayasa alanını daha geniş ve yaygın bir şekilde düzenlemiş, kamu özgürlüklerine geniş yer vermiştir


ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ


1924 tarihli Anayasanın bazı maddeleri, 1924 yılından itibaren gelişen devrim hareketlerine paralel olarak değiştirilmiştir Bu değişiklikler siyasal rejimin özellikleri ile çok yakından ilgilidir Yapılan önemli değişiklikler; 1928, 1931, 1934 ve 1937 tarihlerinde olmuştur Bu değişiklikler "Devletin dini İslam dinidir" maddesinin kaldırılmasını, Cumhurbaşkanı - Milletvekili yeminindeki dini ifadelerin çıkarılmasını, dini kararların TBMM'nce uygulanacağı maddesinin iptalini, seçme yaşının 18'den 22'ye çıkarılmasını, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasını ve Cumhuriyet Halk Partisi programındaki altı ilkenin Anayasa İlkeleri olarak kabul edilmesini, çiftçiyi topraklandırma ve ormanların devletleştirilmesini içeren hükümler kapsamaktaydı

Önemli Maddeler

Kanun No :
85 20/1/1337(1921)
Madde 1 Hakimiyet bila kayd ü şart milletindir İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir
Madde 2 İcra Kudreti ve teşri selahiyeti milletin yegane ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi'nde tecelli ve temerküz eder
Madde 3 Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti "Büyük Millet Meclisi Hükümeti" ünvanını taşır
Madde 4 Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca müntehap azadan mürekkeptir

Önemli Maddeler
Kanun No : 491 2041340(1924)
Madde 1 Türkiye Devleti Bir Cumhuriyet'tir
Madde 2 Resmi dili Türkçe'dir Başkent Ankara'dır
Madde 3 Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir
Madde 4 Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır
Madde 5 Yasama yetkisi ve yürütme erki Büyük Millet Meclisi'nde belirir ve onda toplanır
Madde 6 Meclis, yasama yetkisini kendi kullanır
Madde 7 Meclis, yürütme yetkisini kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu eliyle kullanır Meclis Hükümeti her vakit denetleyebilir ve düşürebilir
Madde 8 Yargı hakkı, millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #35
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



KABUL EDİLEN KANUNLAR

3 Mart 1924'de yapılan kanuni düzenleme ile Hilafetle birlikte Şer'iye ve Evkaf Bakanlıkları da kaldırılmıştır Ayrıca yine aynı gün Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile (Öğretimin Birleştirilmesi) dini eğitime son verilmişti Böylece milli eğitim dönemi başlamıştır Bu gelişmeler, hukukta laikliğe yönelmenin öncüleri olmuştur 8 Nisan 1924 tarihinde şer'i hukukun uygulayıcıları olan Şer'iye Mahkemeleri kaldırılmıştır

17 Şubat 1926'da kabul edilen Türk Medeni Kanunu ve 22 Nisan 1926'da kabul edilen Borçlar Kanunu İsviçre'den, 1 Mart 1926'da kabul edilen Ceza Kanunu ise 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu'ndan alınarak yürürlüğü girmiştir Bu kanunları 1927'de yürürlüğe giren İsviçre'nin Neuchatel Kantonundan alınan Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu takip etmiş, 1929'da ise yürürlüğe giren 4 Nisan 1929 tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu da Almanya'dan alınmıştır


9 Haziran 1932 tarihli İcra ve İflas Kanunu'nun da büyük bir kısmı İsviçre'den alınmıştır Ticaret Kanunu ise muhtelif ülkelerin mevzuatından geniş ölçüde iktibas edilerek hazırlanmış, Kara Ticareti diye adlandırdığımız birinci kitap 1926'da Deniz ticareti diye anılan ikinci kitap da 1929'da yürürlüğe girmiştir İdare Hukuk sahasında da Fransa örnek alınarak çeşitli kanunlar az çok değişikliklerle alınmıştır

17 Şubat- 1926'da kabul edilen Medeni Kanun, Türkiye'de laik bir özel hukuk sisteminin başlangıcını teşkil etmiştir Bu kanun ile toplumsal alanda kadın erkek eşitliği sağlanmış, kadınlara istediği mesleği seçme hakkı verilmiş, resmi nikah mecburi hale getirilmiş, tek eşle evlilik sistemi benimsenmiş, kadınlara miras konusunda eşitlik ilkesi getirilmiş, boşanmalarda kadın güvence altına alınmıştır Ayrıca Medeni kanunla Patrikhanelerin din işleri dışındaki azınlık haklarını kontrol yetkisi kaldırılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #36
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



Ekonomi

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ



23 Nisan 1920 de Ankara'da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 Mayıs 1920'de 11 bakandan oluşacak hükümetin kurulması ile ilgili 3 numaralı kanunu kabul etmişti Bu hükümette bir de İktisat Bakanlığı bulunmaktaydı Hükümetin programında mali ve ekonomik meseleler üzerinde önemle durulacağı da belirtilmişti Ancak 1920-1922 yıllarında Türkiye, Kurtuluş Savaşı içinde bulunduğundan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin bu dönemdeki başlıca amacı yurdu istiladan kurtarmaktı Savaşın gerektirdiği nedenlerle de, hükümet o sıralarda üretim ve endüstriye yatırım yapacak durumda değildi Ancak yönetici kadro zaferden sonra prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştü

Lozan Konferansına ara verildiği sırada, İzmir İktisat Kongresi 1135 delege ile 17 Şubat - 4 Mart 1923'de toplandı İzmir İktisat Kongresinde, Yeni Türkiye'nin ekonomik sorunları tartışıldı Ayrıca, Lozan'da devamı istenen kapitülasyonlar ve diğer imtiyazların kabul edilmeyeceği ifade ediliyordu Bu kritik devrede, ekonomik sorunları düzenlemek için kararlar alan İzmir İktisat Kongresinde savaşlardan yorgun çıkan halka, ekonomik yön vermek ve harap olan yurdu kalkındırmak için yapılması gerekenleri tespit etmek amaçlanıyordu İzmir İktisat Kongresi sonunda; kongreye katılanlar oybirliği ile Misak-ı İktisadı kabul ederek, modern ve müreffeh Türkiye için canla başla çalışmaya and içti
Kongerede ;

  • Hammaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulmasına,
  • Özel Girişimcilerin Desteklenmesine,
  • Yatırmcılara kredi sağlayacak bankaların kurulmasına,
  • Günlük tüketim mallarına öncelik verilmesine,
  • Önemli kuruluşların millileştirilmesine,
  • Sanayii teşvik edici yasaların çıkarılması, özellikle gümrük tarifelerinin milli sanayiin kalkınma ihtiyaçlarına göre değiştirilmesi,
  • Yerli malların karada ve denizde ucuz tarife ile taşınması,
  • Sanayi banka
TARIM

Büyük zaferin kazanılmasından önce, Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart 1922 tarihinde TBMM'yi açış konuşmasında köylü ve tarım sorunlarına eğilmiştir "Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve layık olan köylüdür" Atatürk, İzmir İktisat Kongresi'nde yaptığı konuşmada tarımın önemi üzerinde durmuş; "Kılıç kullanan kol yorulur, fakat saban kullanan kol, her gün kuvvetlenir" değerlendirmesini yapmıştır Köylünün en büyük sıkıntısı, aşar veya öşür denilen mahsulünün onda birini vergi olarak ödemesiydi Büyük bir mali fedakarlığı göze alan hükümet, 1925 Şubatında Aşar Vergisini kaldırdı Böylece köylü ağır ve sıkıntılı bir vergi sisteminden kurtulmuş oldu

1925'te çıkarılan başka bir kanunla Hükümet, köylüyü topraklandırmak amacı ile bedelini yirmi yılda ödemek üzere toprak dağıttı Ziraat Bankası, küçük çiftçilere kredi kolaylıkları tanımakla ve faiz haddini düşürmekle yararlı hizmetler yaptı Kooperatifçiliğe önem verildi Tarım Kredi Kooperatifleri, Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı

Köylüye yararlı olmak ve yardım sağlamak amacı ile tohum ıslah istasyonları, numune çiftlikleri açıldı Traktör kullanımı teşvik edilerek, ucuz alet ve makina dağıtımı yapıldı Atatürk çiftlikler kurarak ve modern yöntemler uygulayarak çiftçilere örnek oldu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #37
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



SANAYİ

Milli Mücadelenin sonucunda, İstanbul, İzmir ve Adana'da hurda bir durum arz eden birkaç dokuma fabrikası ile İstanbul'da harap bir askeri fabrika, ülkenin sanayi gücünü oluşturuyordu Kalkınmak için sanayileşmek bir zorunluluktu Sanayi kuruluşlarını teşvik ve koruma amacıyla, 1927 yılında çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu, sanayinin tanımını yapmakta ve sınıflara ayırmaktaydı Her grup, kanunun getirdiği muafiyetlerden taşıdığı önem derecesinde faydalanmaktadır

Teşvik-i Sanayi Kanunundan faydalanılarak memlekette bazı sanayi kuruluşları kurulmuştur Ayrıca, 1929 yılından itibaren, yüksek gümrük tarifeleri uygulama imkanı, memleket sanayiini dışarının rekabetinden koruyarak geliştirilmiştir
Bu dönemde devlet, temel tüketim ve ara malları alanında ithal ikamesi sağlamak amacıyla üç beyaz ve üç siyah projesine öncelik vermiştir Un, şeker, pamuklu üç beyazı: kömür, demir ve akaryakıt da üç siyahı temsil ediyordu Bu temel malların yurt içinde üretilmesi ile hem döviz tasarrufu sağlanacak, hem de dışa karşı bu maddeler için bağımlılık kalmayacaktı

Devlet bu dönemde, doğrudan sanayi yatırımlarına hemen hemen hiç iltifat etmemiş, faaliyetini daha çok insan yetişmesine, eğitime ve altyapı yatırımlarına yöneltmiş, sanayinin özel teşebbüs tarafından yaratılabileceğini varsaymıştır Bunun için de özel sermaye yatırımlarını teşvik edici tedbirlere başvurmuştur

1931 yılında iktidar partisi CHP, özel sektör girişimlerinin ülke kalkınmasında yetersiz kalması sonucu, programına devletçiliği almış, hazırlık ve çalışma devresinden sonra, 1 Beş Yıllık Sanayi Planı'nı 1934 yılından itibaren uygulamaya koymuştur

Ancak, 1 Beş Yıllık Sanayi Planı'nın uygulanmasından önce, çok önemli düzenlemeler yapmış ve yeni birtakım müesseseler kurulmuştur 1933 yılında, Devlet Sanayi Ofisi ile Türkiye Sanayi Kredi Bankası kaldırılarak bunların yerine Sümerbank kurulmuştur Sümerbank'ın faaliyetlerinin ana amacı, özel sektör sanayiinin kredi ihtiyaçlarını karşılamak olmakla beraber, esas görevini sanayi planının uygulanması teşkil etmiştir Sümerbank, aynı zamanda daha sonra kurulan diğer devlet kuruluşlarına da örnek olmuştur
1935 yılında yeraltı kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA), elektrik enerji kaynaklarının değerlendirilmesi için Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE), maden ve elektrik işletmelerini kurmak ve işletmek amacıyla Etibank kurulmuştur

1 Beş Yıllık Sanayi Planı'nda tekstil sanayii, kendir-kesen sanayii, demir-çelik sanayii, sömikok fabrikası, porselen-çini sanayii, sudkostik, klor, suni ipek, selüloz ve kağıt tesisleri, şeker sanayii, süngercilik ve gül sanayileri yer almıştır Planın uygulanmasına 1934 yılında başlanmış, planda öngörülen tesisler beş yıl içinde tamamlanarak işletmeye açılmıştır Yine bu devrede planda yer almayan askeri fabrikaların modernizasyon ve genişletilmesine de devam edilmiştir 1933-1938 yılları, Türk sanayiinin ilk ve planlı kuruluş safhasıdır Planlı kalkınma, teknik alanda iş gücü yaratmış ve toplum yaşantısına büyük ölçüde etki yapmıştır Özellikle toprağın verimini artıracak olan tekniğin tarıma uygulanmasının, bütün bir endüstri hayatının gelişmesi ile mümkün olabileceğini de ortaya koymuştur


ULAŞTIRMA


Bir ülkenin ekonomik kaynaklarının iyi bir şekilde işletilmesi, verimlendirilmesi, dış ticaretinin geliştirilmesi ancak, düzenli bir ulaştırma şebekesi ile mümkündür Ulaştırma, bir ülkenin siyasi, sosyal, kültürel hayatına etki yaptığı gibi, o ülkenin milli birlik ve bütünlüğünün sağlanmasında da başlıca rol oynar Yeni devletin kuruluşundan 1938 yılı sonuna kadar, ekonomik kalkınmayı sağlamada altyapıya önem verilmiş, bu amaçla demiryolu, karayolu ve denizyolları öncelikle ele alınmıştır

DEMİRYOLLARI

Yabancı şirketlerin elinde bulunan demiryollarını satın almak, devletleştirmek, demiryolları politikasının ilk adımını teşkil etmiştir İkinci adım ise, yeni demiryolları yapmak olmuştur Yurdu demiryolu ağlarıyla örmek, bir hükümet politikası olarak, ısrarla ve başarı ile uygulanmıştır

1927 yılında, Münakalat (Ulaştırma) Bakanlığına bağlı olarak Devlet Demiryolları ve Limanları Umum (Genel) Müdürlüğü'nün kurulması ile devlet fiilen demiryolu ve deniz yolu işletmeciliğine başlamıştır 1929 yılında 5144 km uzunluğunda olan demiryollarının 2766 kmsi devlete, 2378 kmsi de yabancı şirketlere ait bulunmakta idi Yeni kurulan Genel Müdürlük, bir taraftan yeni demiryolu yaparken, diğer taraftan da yabancı şirketlerin elinde bulunan hatların devletleştirilmesini yüklenmiştir Cumhuriyetin ilanından 1938 yılı sonuna kadar, oldukça kıt kaynaklarla, her yıl ortalama 200 km toplan 3360 km demiryolu yeniden yapılmıştır Herhangi bir dış yardım sağlanmadan dar ve kıt imkanlarla demiryollarının yapılması gerçekten başarılı bir olaydır

KARAYOLLARI

Cumhuriyet Türkiye'sine Osmanlı İmparatorluğu'ndan intikal eden karayolu uzunluğu 18335 km'ye varmakta idi Bu yolların 13885 km'lik kısmı harap ve tamire muhtaçtı Toprak düzeltilmesi sonucu geçişe müsait yolların uzunluğu ise 4450 km'ye yaklaşıyordu Üzerinden yaz ve kış motorlu nakil vasıtalarının geçişini sağlayan kasaba ve şehir yollarının yapımı, Cumhuriyet döneminde mümkün olmuştur

DENİZ YOLLARI

Denizyollarında gelişme çok yönlü olmuştur Lozan Barış Antlaşması ile Türk karasularında gemi işletme hakkı (Kabotaj hakkı) Türklere bırakılmış, böylece yabancı uyruklu gemilerin yerine Türk yük ve yolcu gemileri almıştır 1 Temmuz 1926'da Türk Kabotaj Kanunu yürürlüğe girmiştir 1911'de Türk limanları arasında ulaşımın ancak % 10'unu sağlayan ve 1909'da kurulan Osmanlı Seyrisefain İdaresi Türkiye Cumhuriyeti'ne devredildikten sonra, Türkiye Seyrisefain idaresi adı altında bir devlet hizmeti görmeye başlamıştır Sahillerimizde yük ve yolcu taşınması devlet ve özel teşebbüs eliyle yürütülürken, devletin bu alanı bir kamu hizmeti sayarak müdahalesi ile, yolcu taşıma işi devlet tekeline bırakılmış, yük taşımada devlet ve özel teşebbüs bir arada faaliyette bulunabilme imkanına kavuşmuştur Önce Deniz Bank (1938), daha sonra Devlet Deniz Yolları Genel Müdürlüğü (1939) ve daha sonra Denizcilik Bankası (1952) adı ile anılan kuruluşlar deniz ulaştırmasının gelişmesinde büyük rol oynamışlardır

HAVAYOLLARI

1936 yılında Ankara-İstanbul arasında düzenli uçak seferleriyle Devlet Hava Yollarının çalışmaları başlamıştır Sonraları Türk Hava Yolları adını alacak Devlet Hava Yolları, kısa sürede yurt dışı seferlerine de başlayarak büyük gelişme göstermiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #38
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



SAĞLIK

23 Nisan 1920'de yeni devletin kuruluşundan itibaren, sağlık hizmetleri, ilk kurulan hükümette bağımsız bir bakanlık tarafından yönetilmiştir Böylece, Milli Mücadelenin başlangıcında Ankara'da kurulan ilk hükümetin içinde, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı da yer almıştır Bakanlık, 1925 yılında hazırlamış olduğu bir programla, sağlık sorunları üzerine dikkatle eğilmenin gereğini duymuştur

1930 yılında çıkarılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve 1936 yılında çıkarılan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Teşkilatı ve Memurin Kanunu ve bu kanunlara ek olarak çıkarılan kanunlarla, sağlık hizmetleri ve Bakanlığın merkez ve taşra örgütü düzenlenmiş bulunmaktadır Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruluşundan itibaren çok önemli hizmetler görmüştür Bulaşıcı hastalıklara karşı alınan köklü tedbirlerle verem, tarhom, frengi, sıtma kontrol altına alınmış, çiçek, tifüs, veba, kolera gibi hastalıklar da ülkede pek görünmez olmuştur
Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi, memlekete hüküm süren hastalıklar ve bunların sebepleri, mücadelede güdülecek yollar ve yöntemler hakkında incelemelerde bulunmak, aşılar ve serumlar hazırlamak amacı ile yüksek bir bilim kuruluşu olarak 1931 yılında hizmete açılmıştır

Sağlık memurları, hemşire ve ebelerin yetiştirilmesi amacıyla Cumhuriyetin ilanından sonra çeşitli okular açılmıştır


Atatürk her yıl TBMM'yi açış konuşmalarında, sağlık sorunlarına önemle ve ciddiyetle eğilerek, hükümete, konu ile ilgili yol gösterici direktifler vermiştir Atatürk 1 Kasım 1937'de TBMM'ni açarken Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nın çalışma ve faaliyetleri hakkında dikkat çekici açıklamalar yapmakta ve Bakanlığın çalışmalarından duyduğu memnuniyeti de dile getirmektedir "Kendine inkılabın ve inkılapçılığın çeşitli ve hayati vazifeler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle durulacak milli meselemizdir"

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #39
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



Diğer
TEKKE VE ZAVİYELER

Osmanlı toplum ve eğitim hayatında önemli bir yere sahip olan tekke ve zaviyeler zamanla yozlaşmış ve toplumsal alanda bölünme ve gruplaşmalara sebep olmuştu Uygar ve ileri bir millet olma amacını güden toplumumuz için tekke, zaviye, türbe ve tarikat gibi engeller kaldırılması zorunlu kurumlardı Atatürk, Kastamonu'da 30 Ağustos 1925'te söylediği bir nutukta türbelerin, tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasının ve tarikatların kaldırılmasının işaretini vermiştir; "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir)


Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır"
30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kabul edilmiş ve birtakım unvanların kullanılması yasaklanmıştır Kanun, bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır



KILIK KIYAFET



Atatürk, 23 Ağustos 1925'te Kastamonu ve İnebolu'ya yaptığı seyahatlerde şapkayı halka göstererek giysi devriminin ilk işaretini verdi "Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz" diyen Büyük Atatürk, 27 Ağustos 1925'te de İnebolu'da "Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir" diyerek, medeni yaşayışa uyan kıyafetin kabulü gerekliliğini belirtmiştir Atatürk'ün uyarması üzerine daha 25 Kasım 1925 tarih ve 671 Sayılı Şapka Kanunu çıkmadan önce vatandaşlar şapkayı giymiş ve bu yenilik, medeni kıyafet değişimi olarak halk arasında iyi karşılanmıştı Bundan sonra, cüppe ve sarık giymek yasaklanmış, bu kıyafetleri giyme hakkı yalnız din adamlarına tanınmıştı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #40
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



SOYADI KANUNU

Kişinin soyadının bulunmaması toplum hayatında karışıklara neden oluyordu Ayrıca bu durum toplumsal ilişkiler bakımından da bir eksiklikti Soyadı yerine kullanılan baba adı, doğduğu memleketin adı ve kullanılan lakaplar, soyadının toplumsal ilişkilerdeki rolünü oynayamıyordu 21 Haziran 1934'te çıkarılan 2525 sayılı Soyadı Kanunu ile her vatandaşın öz adından başka bir de, soyadı taşıması zorunlu kılındı Soyadları Türkçe olacaktı Rütbe, memurluk, yabancı ırk ve millet adları ile ahlaka aykırı ve gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılmayacaktı

Soyadı kanununun kabulünden sonra 24 Kasım 1934 yılında 2258 Sayılı Kanunla, TBMM Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak, Gazi Mustafa Kemal Paşaya Atatürk soyadını vermiştir

1934 yılında çıkarılan diğer bir kanunla da; "Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Paşa" gibi, eski toplum zümrelerini belirten unvanlar kaldırılmıştır Aynı kanunla yurt savunmasında, Milli Mücadelede gösterilen başarılar karşılığı verilen madalyalar dışında, eski Osmanlı idarecilerinin verdiği tüm nişan ve rütbeleri taşımak da yasaklanmıştır

ÖLÇÜLER VE TAKVİM


Ölçülerde Değişiklikler 1 Nisan 1931 tarihinde çıkarılan 1782 Sayılı Kanunla, eski ağırlık ve uzunluk ölçüleri değiştirilmiş; arşın, endaze, okka, çeki gibi hem belirli olmayan hem de bölgelere göre değişen eski ölçüler kaldırılmıştır Medeni ölçü sayılan onlu yönteme uygun, metre ve kilogram gibi uzunluk ve ağırlık ölçüleri kabul edilmiştir Uzunluk ve ağırlık ölçülerinde yapılan bu değişiklikler, ülkede ağırlık ve uzunluk ölçülerinde tek bir sistemin uygulanmasını sağladığı gibi uluslararası ticari ilişkilerde de yararlı olmuştur

Takvimde Değişiklik

Ayın hareketlerine göre ayları gösteren, saat, rakam ve tatil günleri, gerek memleketin iç hayatında, gerekse dünya ile olan ilişkilerimizde büyük güçlük çıkartıyor, çalışma hayatımızda karışıklıklara neden oluyordu 26 Aralık 1925 tarihinde kabul edilen kanunlarla Hicri ve Rumi takvim kaldırılarak yerine Miladi takvim, alaturka saat yerine de uluslararası saat kabul edildi 20 Mayıs 1928'de de uluslararası rakamlar yasallaştı
Hafta tatili olarak kabul edilen cuma yerine, pazar gününün resmi hafta tatili günü olması ise, 1935'te çıkarılan bir kanunla sağlanmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #41
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



ATATÜRK İLKELERİ

CUMHURİYETÇİLİK


Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir (1924) Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir(1933)
Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir Cumhuriyet fazilettir(1925)

Bugünkü hükümetimizin, devlet teşkilatımızın doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki onun adı Cumhuriyettir Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır Hükümet millet ve millet hükümettir (1925)


MİLLİYETÇİLİK

Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak (1936) Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır(1930)
Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz, bununla beraber, hiç bir piyasa da başıboş değildir(1937)

İNKILAPÇILIK

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır(1925) Biz büyük bir inkılap yaptık Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük,(1925)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #42
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



MİLLİ SAVUNMA ve EMNİYET

KARA KUVVETLERİ



1 Dünya Savaşı yenilgisi, Osmanlı İmparatorluğuna pahalıya mal olmuştu Ordu mevcudu 50000'e indirilmiş, silahları da elinden alınmıştı 1920 yılında, Türk Kara Kuvvetleri'nin mevcudu, sekiz kolordu halinde yirmi piyade tümeninden ibaretti Ayrıca bir süvari tümeni ile iki süvari grubu ve bir süvari tugayı mevcuttu Bu kuvvetler, o günkü durum gereği, üç cepheye ve bu cephe komutanlıkları dışında bazı bağımsız kolordulara ayrılmıştı 1 Ağustos 1922'de, Büyük Taarruz'dan önce, Batı Cephesi Kuvvetleri iki ordu halinde kuruldu Bunun dışında Doğuda 15 Kolordu ile Güneydoğuda askeri birlikler mevcuttu Büyük Zaferin kazanılmasından ve Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasından sonra, Türk Kara Kuvvetleri yeniden düzenlenmiştir İlk kuruluş, ikişer tümenli dokuz kolordu ile üç süvari tümeninden ve bir çok müstahkem mevkiden oluşan kuvvetlerle, üç ordu halinde idi
Milli Mücadeleden sonra en önemli sorun, Kara Kuvvetlerimizi teknik bakımdan güçlendirmek, eğitim, harekat ve istihbarat konularında hizmet görecek, nitelikli kuruluşlar haline getirmekti 1927'de Renault tanklarının alınması ile kurulan motorize birlikler, daha sonraki yıllarda da çağın ihtiyacına cevap verecek duruma getirilmiştir

HAVA KUVVETLERİ


Cumhuriyet döneminde havacılık, Atatürk'ün "İstikbal göklerdedir" vecizesinin ışığı altında hızla geliştirildi Milli Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Hava Harp Okulu geliştirildi ve eğitim amacıyla yurtdışına öğrenci gönderildi 1928'de Hava Müsteşarlığı ile birlikte, üç hava taburu kuruldu Bu taburlar 1932'de alay, 1939'da tugay, 1943'de de tümen haline getirildi 1939'a kadar Hava Kuvvetlerine ait birlikler, alay ve bağımsız tabur halinde ayrı ayrı, hareket ve eğitim yönünden Genelkurmay Başkanlığına, lojistik destek ve personel ikmali yönünden de, Milli Savunma Bakanlığına bağlı idi 22 Mayıs 1939'da Hava Kuvvetlerinin taktik sevk ve idaresini kolaylaştırmak amacıyla teşkilat değişikliği yapılarak bölge esasına göre düzenlemeye gidildi

DENİZ KUVVETLERİ


1 Dünya Savaşında, Osmanlı donanması çok sınırlı imkanlarla, başarılı sonuçlar elde etmiş, Çanakkale muhaberelerinde kara ordusunun işbirliği ile düşman kuvvetlerinin Boğaz'dan geçmesini engellemiştir Milli Kurtuluş Savaşında, denizcilerimiz Anadolu'ya kaçırabildikleri küçük teknelerle (Aydın Reis ve Preveze gambotları), Karadeniz sahillerini ve limanlarını tecavüzden korudukları gibi, özellikle İstanbul'dan Anadolu'ya 250000 ton silah, araç, gereç ve cephaneyi taşıyarak Milli Mücadele davasına hizmet etmişler ve katkıda bulunmuşlardır Yeni Türk Devletinin kuruluşu ile, donanmamızın, çağın teknik gelişmesine önem verilerek, yurdun korunması ve savunulması amacıyla güçlü bir duruma getirilmesi için çaba harcanmıştır Üç tarafı denizle çevrili olan yurdumuzun savunmasını üstlenecek, teknolojik güçte büyük bir donanma kurmak devlet politikamızın en önemli unsuru olmuştur Cumhuriyet döneminde kurulan Gölcük Tersanesi, modern tekniğin gereklerine cevap veren savaş gemileri yapma başarısını göstermiştir


EMNİYET TEŞKİLATI

10 Nisan 1845 tarihinde yayınlanan Polis Nizamnamesi ile ilk defa POLİS adı verilen bir zabıta teşkilatı kuruldu Zabıta kuruluşlarının birleştirilmesi amacıyla vazifelendirilen Zaptiye Müşiriyeti'nin çalışmalarıyla, İstanbul ve taşranın güvenlik görevlileri Zaptiye Alayı şeklinde teşkilatlandırılmışlardır Zaptiye askerlerinin görevleri 1869 yılında çıkarılan bir talimatla belirlenmiştir Ancak Zaptiye Müşirliğinin kurulmasıyla Askeri niteliğinden ayrılan Zabıta görevi Mülki Makamların emrinde 30 seneyi aşkın bir süre görev yaptıktan sonra, 1879 yılında yeniden Seraskerliğe bağlanmış ve Sadrazam Said Paşa'nın yayınladığı bir genelge ile, Asakir-i Zaptiyenin Jandarma usulüne göre düzenlenmesi emredilmiştir Zaptiye Nezareti başlangıçta sadece İstanbul'un güvenlik işlerine bakarken 1885 yılından itibaren taşraya da yaygınlaştırıldı Bu nezaret, kaldırıldığı 1909 yılına kadar bugünkü Emniyet Genel Müdürlüğünün görevlerini ifa etmekte idi

1881 yılında İstanbul'daki Asakir-i Zaptiye Teşkilatı lağvedilerek İstanbul'un çeşitli yerlerinde Bölük düzeninde Polis kuruluşuna geçildi Ayrıca, İstanbul'da 1898 yılında Sivil Polis, Polis Müfettişliği, Süvari Polisi, 1899 yılında da Deniz Polisi hizmetleri başlamıştır
Polis görevlerini düzenleyen ilk hukuki metin 1896 tarihinde yayınlanan "Asayiş Vazifesiyle Mükellef olanların Nizamiye ve Jandarma Asakiri Şahanesiyle, Polis Memurlarının süreti hareketine dair talimat" dır 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Zaptiye Nezaretinin etkinliği sona erdi ve 1909 yılında kaldırıldı Kaldırılan Zaptiye Nezareti yerine 22 Temmuz 1909 tarihinde "İstanbul Vilayeti ve Emniyeti Umumiye Müdüriyeti Teşkilatına dair Kanun" ile Dahiliye Nezaretine bağlı Emniyet Umumiye Müdürlüğü kurulmuştur

TBMM'nin kuruluşundan iki ay sonra bugünkü Emniyet Genel Müdürlüğünün kuruluş temelleri atılmıştır İki yıl müddetle birisi İstanbul Hükümetine bağlı İstanbul'daki Emniyeti Umumiye Müdürlüğü, ikincisi Ankara'daki Milli Hükümete bağlı Emniyeti Umumiye Müdürlüğü görev yapmıştır

İstanbul'daki Emniyet Genel Müdürlüğünün 1922 yılında kaldırılmasından sonra, 24 Şubat 1923'de İstanbul Polis Müdüriyeti Umumiyesi de kaldırılarak yerine Ankara'daki Emniyet Umumiye Müdürlüğüne bağlı ve İl Teşkilatları düzeyinde İstanbul Polis Müdürlüğü ihdas edilmiştir Teşkilat 1930 yılına kadar devamlı bir gelişim göstermiş Emniyet Umumiyeti Umum Müdürlüğü ismini, Emniyet İşleri Umum Müdürlüğüne bırakmıştır
1934 yıllarında 2559 sayılı Polis Vazife Selahiyet Kanunu neşredilmiştir 1937 yılında da, Cumhuriyetin gelişimine ayak uyduramayan Polis Teşkilatı Kanunu lağvedilerek yerine Emniyet Teşkilatı Kanunu çıkarılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #43
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



DIŞ POLITIKA

İNGİLTERE ile MUSUL SORUNU

Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra, Türkiye'yi en çok meşgul eden ve bir ara barış için de tehlikeli olan sorun İngiltere ile Musul Antlaşmazlığı olmuştur Lozan Konferansı'nda Türk-Irak sınırının çizilmesi hususu müzakere konusu olduğundan, Türkiye halen Irak sınırları içinde kalan Musul ve Süleymaniye bölgeleri halkının büyük çoğunluğunun Türk olması dolayısıyla, bu bölgelerin Türkiye'nin sınırları içinde bulunması gerektiğini savunmuştur İngiltere ise buna itiraz ederek, bu bölgelerin Irak sınırları içinde olduğunu iddia etmiştir Böylece Irak sınırımız Lozan'da kesin bir sonuca bağlanamamış, Antlaşmazlığın giderilmesi için iki taraf karşılıklı görüşmelerle soruna bir çözüm bulacaklarını, şayet anlaşamazlarsa, Milletler Cemiyeti Konseyi'ne gidileceği hususunda mutabakat sağlamışlardı

Uyuşmazlığı gidermek için 1924'te İstanbul'da toplanan konferansta, İngilizler Musul Vilayetinden başka Hakkari vilayetinin de Irak sınırlarına katılması talebini ileri sürmüştür Başarılı olmayan ikili görüşmeler sonunda, Lozan Barış Antlaşması hükümleri uyarınca mesele Milletler Cemiyeti Konseyi'ne getirildi Konseyin teşkil ettiği bir Komisyonun verdiği rapora uyularak, Milletler Cemiyeti de Musul'u Irak'a bırakmanın uygun olacağını belirtti Türkiye, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin bu tavsiye kararı üzerine, Antlaşma yolunu tercih ederek İngiltere ile 5 Haziran 1926 tarihinde bir antlaşma imzalamıştır Bu antlaşma ile Türk -İngiliz siyasi uyuşmazlığı bir çözüm şekline bağlanmış, Musul bunalımı sona ermiş ve Türk - Irak sınırı da çizilmiştir
Musul bunalımı, Türkiye ile Sovyet Rusya'yı birbirine yaklaştırmış, 17 Aralık 1925'de Paris'te "Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı"nın imzalanmasına neden olmuştur

TÜRKİYE - FRANSA İLİŞKİLERİ

Lozan'dan intikal eden Osmanlı borçları, Türkiye-Suriye sınırının tespiti, misyoner okulları ve Adana-Mersin demiryollarının satın alınması sorunları, Türkiye ile Fransa arasında önemli uyuşmazlık konuları idi 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşmasına göre, Türkiye-Suriye sınırını kesin olarak çizecek komisyon çalışmalarından sonuç alınamaması Türkiye ile Fransa'nın diplomatik temaslarla sorunu halleden Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi'nin 18 Şubat 1926'da parafe edilmesine rağmen söz konusu sözleşme, Musul Antlaşmazlığının halli sonunda ancak 30 Mayıs 1926'da imzalanmıştır

Asıl önemli konu borçlar sorunuydu Bu sorun 13 Haziran 1928'de Paris'te Türk Hükümeti adına Paris Büyükelçisi ile Osmanlı Düyunu Umumiyesi adına ilgililer arasında bir Antlaşmaya varılarak sonuçlandırılmıştır Ancak, 1929 yılında başlayan dünya ekonomik bunalımı borçların ödenmesini güçleştirmiş, Türkiye de Hoover Moratoryumu'ndan -borçların ertelenmesi- faydalanmak istemiştir Paris'te yapılan görüşmeler sonunda ilk antlaşmadan çok daha uygun şartlarla yeni bir antlaşma 22 Nisan 1933'te imzalanarak borçlar sorunu da çözüme kavuşturulmuştur

Yabancı okullarda tarih ve coğrafya derslerinin Türkçe ve Türk öğretmenler tarafından okutulması için hazırlanan yönetmelik, Fransa ile derin Antlaşmazlıklara neden olmuştur Kapitülasyon sisteminin kalıntılarını temizlemek amacıyla, bir Fransız şirketi tarafından işletilen Adana-Mersin demiryolunun bir kanunla satın alınmak istenişi, Fransa ile aramızda yeni bir uyuşmazlık ortaya çıkarmıştır Ancak, bu uyuşmazlık da 1929 yılında yapılan bir Antlaşma ile noktalanmıştır



TÜRKİYE - YUNAN İLİŞKİLERİ



Lozan Barış Antlaşması'ndan önce, 30 Ocak 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşmasına ek bir sözleşme ve protokolle Türkiyeli Rumlarla, Yunanistan'daki Müslüman Türklerin değiştirilmesi öngörülmüştü Ancak, bundan Batı Trakya Türkleri ile İstanbul'da oturan (sakin-etabli) Rumlar istisna edilmişlerdi Yunanlıların İstanbul'da daha çok Rum alıkoymak istemeleri, Antlaşmada mevcut sakin (etabli) deyiminin yorumunda uyuşmazlığa sebebiyet vermiştir Ağır bunalımlara neden olan bu uyuşmazlık, 6-7 yıl devam ettikten sonra, 1930 yılında çözülmüştür Böylece, iki taraf arasında uzun süre devam eden huzursuzluk ortadan kaldırıldığı gibi, Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesine ve ilerde Balkan Paktı'nın kurulmasına ön ayak olmuştur

TÜRKİYE - İTALYA İLİŞKİLERİ

İngiltere ile Musul sorununun ağır bunalımlar geçirdiği bir devrede ve Yunanlılarla "etablis" Antlaşmazlığının verdiği huzursuzluğun devam ettiği sırada, Türkiye toprakları üzerinde, 1 Dünya Savaşı'ndan intikal elden emelleri olan İtalya, Türkiye üzerinde siyasi ve psikolojik baskı yaparak resmi taleplerde bulunuyordu Türkiye'nin Musul sorununu halletmesi, Fransa ile uyuşmazlığını bir çözüm tarzına bağlaması, Türkiye'nin sınırlarını kesin olarak ortaya koymuştu Lozan'dan itibaren, her geçen gün güç kazanan Türkiye, sömürgeci politikaya şiddetle karşı koyacağını göstermek için gereken tedbirleri de almıştı İtalya'nın Arnavutluk'u nüfuzu altına alması, Yugoslavya'da korku uyandırdı ve Fransa'yı Yugoslavya'ya yanaştırdı İtalya artık Anadolu üzerinde hayale dayanan sömürgecilik politikasından vazgeçti Türkiye'ye yakınlaşmaya başladı ve böylece Türkiye İtalya arasında, 30 Mayıs 1928'de Tarafsızlık ve Uzlaşma Antlaşması'nın imzalanması mümkün oldu

İtalya'nın Habeşistan'a saldırması ve Milletler Cemiyeti'nin bu saldırıya karşı, 16 maddesinde öngörülen ekonomik zorlama tedbirlerini uygulaması ve Türkiye'nin de bu zorlayıcı tedbirlere katılması, bir taraftan uluslararası işbirliğinin tezahürü olmakla beraber, diğer taraftan da Türkiye'nin İngilizlerle yakın ilişkiler kurmasına neden olmuştur Zorlayıcı tedbirlerin uygulanmasında, İngiltere'nin Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya'ya teminat vermesi bu devletlerde rahatlık ve güvenlik uyandırdığı gibi, karşılıklı yardım taahhüdü de Akdeniz Paktı adı ile anılan paktın doğumuna neden olmuştur

Türk-İtalyan ilişkileri, İtalyan-Habeş Savaşından sonra geçici olarak düzelmişse de Akdeniz'de yapılmakta olan denizaltı korsanlığını önlemek amacıyla toplanan Eylül 1937 Nyon Konferansı sonunda aktedilen Nyon Antlaşması ile yeniden bozulmuştur Türkiye bu konferansta İngiltere'yi desteklemiş ve milliyeti belirsiz denizaltılara karşı ortak uygulamayı kabul etmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #44
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



TÜRKİYE - SOVYET RUSYA İLİŞKİLERİ

Türkiye-Afganistan Yeni Türkiye, kuruluşundan itibaren, doğuda Afganistan'la iyi ilişkiler kurmuş, 1 Mart 1921 tarihli Moskova'da imzalanan dostluk antlaşması ile yalnız hükümetler arası değil, halklar arası da dostluk ve yakınlık tesisine çalışmıştır Afgan Kralı Amanullah Türkiye'yi ziyaretinde, 25 Mayıs 1928'de Ankara'da Türk-Afgan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır Gerek Afganistan'da gerekse Türkiye'de iktidar değişikliği bu dostlukları zedelememiştir

Türkiye-İran

Türkiye ile İran arasında, sınır bölgesinde aşiretlerin yarattıkları sınır uyuşmazlıkları gidermek için 22 Nisan 1926'da Güvenlik ve Dostluk Antlaşması ve bu antlaşmayı daha etkili bir hale getiren ve ona ek 15 Haziran 1928 tarihli protokol imzalanmıştır

1930-1938 Devresi

1930 yılına girerken Türkiye, büyük devletlerin hepsi ile normal ilişkiler kurmuştur Sovyet Rusya ile geleneksel dostluk bağları devam etmekle beraber, Rusya dayanılan tek büyük devlet olmaktan çıkmış bulunuyordu 1930 yılından itibaren Türkiye, aktif bir politika takip ederek, kendi bölgesinde barışın ve güvenliğin korunması yolunda gerekli teşebbüslere girişmiştir Türkiye için bu devrenin en önemli olaylarını; Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi, Balkanlarda işbirliği sonucu doğan Balkan Antantı, Türk-İngiliz yakınlaşması, emperyalist İtalya karşısında Türkiye'nin durumu, Türk-Sovyet ilişkileri, Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Türk-Fransız ilişkileri ve Sancak Antlaşmazlığı ile Sadabad Paktı oluşturur

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti

Eski 04-22-2009   #45
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atatürk Ve Türkiye Cumhuriyeti



TÜRKİYE'NİN MİLLETLER CEMİYETİNE KATILMASI

Türkiye, İngiltere'nin geniş nüfuzu altında bulunan Milletler Cemiyeti'ne güvenle bakamadığından bu teşkilata üye olma hususunda bir istek göstermemişti 1930'dan sonra uluslararası işbirliğinin önemi daha çok duyulduğundan, Milletler Cemiyeti'ne ilgi de artmıştır Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 20 Nisan 1932 Cenevre Silahsızlanma Konferansında, Milletler Cemiyeti'ne katılmamızı istemiş ve bu istek, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin 6 Haziran 1932 tarihli toplantısında, Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne davet edilmesiyle gerçekleşmiştir Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi dış politikasında yeni bir aşama olmuş ve girdikten iki yıl sonra da Konsey Üyeliğine seçilmiştir

BALKAN ANTANTI

İtalya'nın Akdeniz'deki emperyalist özlemleri, Yunanistan'la Türkiye arasındaki düşmanlığı sona erdirmiş ve tohumları, 1929'da Yunanistan ve Yugoslavya'nın imzaladıkları Balkan Paktı ile meyvesini vermiştir Balkanlarda siyasi işbirliğini öngören Balkan Antantı, 9 Şubat 1934 tarihinde imzalanmıştır Antlaşmanın imzalanması, Balkan devletleri arasında özellikle 1930'dan itibaren gelişme kaydeden Balkan Konferanslarıyla gerçekleştirilen genel anlamıyla yakınlaşma ve işbirliğinin bir sonucudur Almanya'da Nazi Partisi'nin iktidara geçişi, Balkan devletlerini birbirine yaklaştırmıştır

Balkan Antantı ile taraflar sınırlarını karşılıklı olarak garanti ettikleri gibi, birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle bir siyasi antlaşma veya siyasi bir harekette bulunmamayı taahhüt ediyorlardı 1939'dan itibaren Balkanlarda ve dünya politikasında cereyan eden olaylar Balkan Antantı'na da fiilen son verememiştir 1940 yılında son toplantısını yapan Balkan Antantı, savaşın Balkanları da içine almasından ötürü bir daha toplanamamıştır Balkan Antantı'nın barışın korunması üzerindeki önemli rolü; Balkanları barış ve güvenliğe kavuşturması, asgari ölçüde de olsa Balkanlı Devletler arasında bir uyuşmazlığa ve silahlı çatışmaya yer vermemesidir

MONTREUX (MONTRÖ) BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı, genel olarak "Türk Boğazları" diye anılır Boğazlar, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlaması bakımından tarihi ve siyasi önemi olan bir su geçididir Avrupa ile Asya'yı ayıran deniz sınırı olmakla beraber, aynı zamanda iki kıtayı birbirine yaklaştırması bakımından coğrafi ve stratejik değer de taşırlar 18 yüzyılda Doğu Meselesinin büyük önemle kendisini hissettirmesiyle, Boğazlar üzerinde daha çok durulmuş ve o zamandan itibaren hukuki ve siyasi bir sorun olarak inceleme konusu olmuştur

Karadeniz'i Akdeniz'e ve dolayısıyla Karadeniz'i diğer açık denizlere bağlayan Boğazların, tek deniz geçidi olmaları nedeniyle, hukuki statüsü düzenlenirken Türkiye'nin hayati haklarını ve savunmasını göz önünde bulundurmak mutlak bir zorunluluktur Çünkü Boğazlar, Türkiye'nin hayat damarıdır Kalbidir ve varlığı ile yakından ilgilidir
Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması'ndan farklı hükümler taşıyan ve hakimiyeti daha az sınırlayan Lozan Barış Antlaşması'na ek Boğazlar Sözleşmesi üç ilkeye dayanıyordu Önce Boğazlar askersiz hale getiriliyordu Ayrıca, Boğazlarda geçişi kontrol etmek ve Milletler Cemiyeti'ne geçişle ilgili bilgiler vermekle yetkili bir Boğazlar Komisyonu kuruluyordu Bunun dışında, askeri bakımdan Türkiye için tehlike teşkil edecek bir duruma engel olmak üzere Milletler Cemiyeti'nin, özellikle Büyük Britanya, Fransa, İtalya ve Japonya'nın garantisi sağlanıyordu

Boğazlar konusunda Lozan'ın arz ettiği en büyük sakınca, Türkiye'nin boğazlar üzerinde tam denetiminin sağlanamamış olması idi

Türkiye uluslararası barış ve güvenliğin korunması yolundaki güçlüğü belirterek, 23 Mayıs 1933 Londra Silahsızlanma Konferansı'ndan itibaren, barışçı yollarla ilgili devletlere başvurarak Boğaz Sözleşmesini imzalandığı zaman siyasi ve askeri durumun farklı olması, Türkiye'de Milletler Cemiyeti'nin verdiği garantinin işleyememesi sebeplerinden ötürü, ilgili devletlerce uygun görülerek Boğazların statüsünü yeniden düzenlenmesini istedi Bu istek üzerine 22 Haziran 1936'da Montreux'de bir konferans toplandı

20 Temmuz 1936'da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin yerini almıştır Montreux ile Boğazlar Komisyonu, askersiz bölge üzerindeki sınırlamalar kaldırılarak bu bölgelerin de askerli hale getirilmesi kabul edilmiştir Milletler Cemiyeti'nin yetersiz garantisi yerine, Türkiye kendi gücüne dayanabilmek ve Boğazlar üzerinde de savunmasını yapabilmek imkanına kavuşmuştur Ayrıca, Boğazlardan geçiş ve ulaşım, hem Türkiye'nin hem de Karadeniz devletlerinin Karadeniz'deki güvenliğini koruyacak biçimde düzenlenmiştir Türkiye'nin, Boğazlar Sorununu, barışçı çözüm yollarıyla sonuçlandırması, büyük takdir uyandırmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.