Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
gerçeği, tevhid, yokeden, şüpheleri

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




ŞÜPHELERİ YOKEDEN TEVHİD GERÇEĞİ


İbn ‘Useymîn
Çeviren
M Beşir Eryarsoy



Besmele’nin Şerhi


Bismillahirrahmanirrahiym
[size="3"]Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
Müellif Allah ona rahmet etsin besmele ile başlayan yüce Allah’ın kitabına uyarak ve Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın izinden giderek eserine besmele ile başlamıştır Çünkü Peygamber Efendimiz de gönderdiği mektub ve mesajlarının başına besmeleyi yazardı
Burada “besmele”nin: Rahman ve Rahim Allah’ın adı ile yazmaya başlarım, takdirinde olması uygundur Şu iki sebebten dolayı da takdir edilen bu fiilin sonradan zikredilmesi uygundur:
1- Yüce Allah’ın adı ile başlayarak, O’nun adının bereketinden faydalanmak
2- Münhasıran Allah’ın adıyla başlandığını anlatmak, çünkü taalluk eden lafzın burada” bismi: adıyla” öne alınması hasr ifade eder Uygun bir fiil olarak takdir edişimizin sebebi ise maksada daha açık bir delil teşkil etmesinden dolayıdır Mesela bizler bir kitab okumak isterken “Allah’ın adı ile başlarız” diyecek olursak, neye başladığımız bilinmez, lakin “Allah’ın adı ile okuruz” denilecek olursa, bu “başlarım” demekten daha çok açık bir şekilde maksadımızı ifade eder
Allah” lafza-i celâli şanı yüce ve mübarek yaratıcımızın özel adıdır Bütün isimlerin kendisinden sonra geldiği en yüce ismidir Öyle ki yüce Allah’ın şu buyruğunda da böyledir:
”Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan nura; yegane galib, hamde layık olan, göklerde ve yerde bulunan herşey kendisinin olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitabtır (İbrahim, 14/1-2)
Bizler “Allah” lafza-i celâlinin bir sıfat olduğu görüşüne katılmıyoruz Aksine burada lafza-i celâlin, sıfatın mevsufa tabi oluşu gibi tabi olduğunu kabul etmemek için bir atf-ı beyan olduğu görüşündeyiz Bundan dolayı ilim adamları; marife (belirli) isimlerin en belirtilisi “Allah” lafzıdır Çünkü bu lafız yüce Allah’tan başka hiçbir kimseye delâlet etmez, demişlerdir
Rahmân: Yüce Allah’a has ve ondan başkası hakkında kullanılmayan isimlerden birisidir Geniş rahmette bulunmak sıfatına sahib kimse demektir
Rahîm: Yüce Allah hakkında da, başkası hakkında da kullanılabilen bir isimdir Rahmete ulaşanlara, rahmetini ulaştıran, rahmet sahibi demektir Buna göre rahmân geniş rahmet sahibi, rahîm ise rahmeti (başkasına) ulaşan demektir Her ikisi bir arada kullanıldığı takdirde rahîm ile rahmetini kullarından dilediği kimseye ulaştıran anlamı kastedilir Yüce Allah’ın: “Dilediğine azab eder, dilediğine de rahmet eder ve yalnız O’na çevirileceksiniz (el-Ankebût, 29/21) buyruğunda olduğu gibi Rahmân ile de rahmeti geniş olan kastedilir
Bil ki -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- tevhid; yalnızca yüce Allah’a ibadet etmek demektir

İlim ve İdrak


Bilmek (ilim), bir şeyi bulunduğu hal üzere kesin bir şekilde idrâk etmek demektir İdrâkin altı mertebesi vardır:
1- İlim -tarifi az önce geçti-
2- Basit cahillik: Bütünüyle idrak edememek demektir
3- Mürekkeb cehalet: Bu da bir şeyi üzerinde bulunduğu halin dışında, ondan farklı bir şekilde idrâk etmektir Bunun “mürekkeb” diye nitelendirilmesi iki türlü cehâlet oluşundan dolayıdır: İnsanın gerçeği bilememesi ve gerçekte bilmediği halde bildiğini zannedecek şekilde kendi durumunu bilememesi
4- Vehim: Böyle olmadığını tercih etmeye sebep teşkil edecek şekilde bir ihtimal bulunmakla birlikte, bir şeyi (belirli bir şekilde) idrâk etmektir
5- Şek (şüphe): Eşit derecede zıt bir ihtimalin varlığı ile birlikte bir şeyin idrâk edilmesidir
6- Zan: Daha az tercih edilecek bir ihtimalin varlığı ile bir şeyi idrak etmektir
İlim zaruri (zorunlu, kesin) ve nazarî olmak üzere iki kısma ayrılır Zaruri ilim bilinenin idrakinin herhangi bir düşünme ya da istidlâle gerek olmaksızın zorunlu bir şekilde idrâk edilmesidir Ateşin sıcak olduğunun bilinmesi gibi
Nazarî ilim ise abdeste niyetin vacib oluşunu bilmek halinde olduğu gibi, aklen düşünmeyi ve istidlâli gerektiren bilgidir

Rahmet ve Mağfiret


Allah’ın rahmeti üzerine olsun” ifadesi istediğini kendisi ile elde edebileceğin ve çekindiğinden de sakınabileceğin Allah rahmetini senin üzerine bol bol indirsin demektir Bu da yüce Allah geçmiş günahlarını sana bağışlasın ve gelecekte de bunlardan seni koruyup, sana başarı ihsan etsin anlamına gelir
Bu anlamı “rahmet”i tek başına zikretmek halindedir Eğer bununla birlikte “mağfiret” de söz konusu edilecek olursa, o vakit mağfiret geçmiş günahlar hakkında, rahmet de gelecekte hayır işleme ve günahlardan kurtulabilme başarısı için bir dua olur


[size="3"] Dar alana blok edilerek iri harflerle yazılan bölümler, İmam Muhammed b Süleyman et-Temimî’ye ait olan metin kısmını; diğer bölümler de, Muhammed b Sâlih el-‘Useymîn’e ait şerhi teşkil etmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Tevhid’in Çeşitleri


Tevhid: Sözlük anlamı itibariyle bir şeyi bir kılmak, bir bilmek demektir Bu ise ancak nefy ve isbat (olumsuz ve olumlu ifade) ile gerçekleşir Yani tevhid olunanın dışında kalanlar hakkında hükmün sözkonusu olmadığını belirtmek ile aynı hükmü tevhid olunan hakkında sabit kabul etmekten ibarettir Çünkü tek başına nefy ta’tildir, tek başına isbat ise bu hususta başkasının ortak olamayacağı anlamını ifade etmez Mesela insan “Allah’tan başka ilah olmadığına” şahidlik ederek yüce Allah’ın dışındaki bütün varlıklardan uluhiyeti nefyedip, yalnızca yüce Allah hakkında sabit kabul etmedikçe tevhidi tamam olamaz
Terim olarak da -müellif- tevhidi “tevhid yalnızca yüce Allah’a ibadet etmektir” diye tanımlamış bulunmaktadır Yani O’na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın Allah’a bir ve tek olarak ibadet etmektir Severek, tazim ederek, mükâfatını umarak, cezasından korkarak yalnızca O’na ibadet etmek demektir
Müellifin -Allah ona rahmet etsin- kastettiği tevhid, gerçekleştirmek için peygamberlerin gönderildiği tevhiddir Çünkü peygamberlerle ümmetleri arasında görüş ayrılığının çıktığı ve anlamı farklı yerlere çekilen tevhid odur
Diğer taraftan tevhidin daha genel bir tanımı da vardır O da şudur: “Yüce Allah’ı O’na has olan özelliklerde bir ve tek olarak bilmek ve tanımaktır” Bunun da üç türü vardır:
1- Rubûbiyetin tevhidi: Yaratmak, malik olmak ve tedbir ve idare bakımlarından yüce Allah’ı bir ve tek kabul etmektir Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Allah herşeyin yaratıcısıdır (ez-Zümer, 39/62)
“Gökten ve yerden size Allah’tan başka rızık veren herhangi bir yaratıcı var mıdır? O’ndan başka hiçbir ilah yoktur (Fatır, 35/3)
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Bütün mülk elinde bulunanın şanı ne yücedir! O, herşeye kadirdir (Mülk, 67/1)
”İyi bilin ki yaratmak da, emretmek de yalnız O’nundur Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir!” (el-Araf, 7/54)
2- Ulûhiyetin tevhidi: Bu da yalnızca yüce Allah’a ibadet etmesi demektir Kişinin Allah ile birlikte kendisine ibadet edeceği yahut Allah’a yakınlaştığı gibi kendisine yakınlaşmak arzu edeceği herhangi bir varlık edinmemesi demektir
3- İsim ve sıfatların tevhidi: Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünnetinde vârid olmuş isim ve sıfatları ile Allah’ı birlemek demektir Bu da hakkında sabit görülen isim ve sıfatları kabul etmek, nefyedilenleri de nefyetmekle olur Herhangi bir şekilde tahrife, ta’tile gitmeksizin, keyfiyetlendirmeye ya da temsile kalkışmaksızın bunların yapılması gerekir

Dinin Maksadı


O, Allah’ın rasûllerini kullarına kendisi ile gönderdiği dinidir
Müellifin maksadı burada ulûhiyetin tevhididir Ulûhiyetin tevhidi rasûllerin dinidir Hepsi yüce Allah’ın şu buyruğunda belirttiği gibi tevhidin kendisi olan bu esas ile gönderilmişlerdir:
“Andolsun ki biz her ümmet arasında: Allah’a ibadet edin ve tağuttan uzak durun diye bir peygamber göndermişizdir (en-Nahl, 16/36)
“Senden önce gönderdiğimiz her bir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilâh yoktur O halde yalnız bana ibadet edin (el-Enbiyâ, 21/25)
İşte Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in kendileriyle savaştığı, kanlarını, mallarını, topraklarını, yurtlarını, kadın ve çocuklarının esir alınmasını mübah kıldığı müşriklerin sapıklığa düştüğü tevhid çeşidi budur
Bu tevhidi ihlâl eden bir kimse müşrik bir kâfirdir İsterse rubûbiyetin, isim ve sıfatların tevhidini kabul etsin
O halde yüce Allah’ın ibadette tevhidi, kullarına -müellifin de belirttiği gibi- rasûllerini kendisi ile göndermiş olduğu rasûllerin dinidir İşte rasûllerin ilki Nuh aleyhisselam’ın yüce Allah’ın bize naklettiği üzere söyledikleri:
”Andolsun biz Nuh’u kavmine göndermiştik: Şüphesiz ki ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım Allah’tan başkasına ibadet etmeyin (Hud, 11/25-26)
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Âd kavmine kardeşleri Hûd’u (gönderdik) O: Ey kavmim! Allah’a ibadet ediniz O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur dedi (el-A’raf, 7/65)
”Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i gönderdik Onlara: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur dedi (el-A’raf, 7/73)
“Medyene de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur (el-A’raf, 7/85)


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




İlk Rasul


O rasûllerin ilki Nuh aleyhisselam’dır Yüce Allah onu kavminin ved, suvâ’, yeğûs, yeûk ve nesr gibi salih kimseler hakkında aşırıya gitmeleri üzerine peygamber olarak göndermiştir
Nuh’un rasûllerin ilki olduğu bir gerçektir Çünkü Nuh aleyhisselam’dan önce yüce Allah herhangi bir rasûl göndermiş değildir Böylelikle bizler İdris aleyhisselam’ın Nuh aleyhisselam’dan önce gönderildiğini söyleyen tarihçilerin hatalı olduklarını anlıyoruz Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi muhakkak biz sana da vahyettik (en-Nisâ, 4/163)
(Kıyamet arasat’ındaki) şefaat olayını anlatan sahih hadiste de şöyle denilmektedir:
[size="4"]“İnsanlar Nuh aleyhisselam’a varırlar ve ona şöyle derler: Sen Allah’ın yeryüzünde rasûl olarak gönderdiği ilk rasûlsün
O halde ilim adamlarının icmaı ile Nuh’tan sonra rasûl yoktur
Buna göre kitab, sünnet ve icma ile ilk rasûl Nuh aleyhisselam’dır
Nuh aleyhisselam ulu’l-azm (azim sahibi) olan beş rasûlden birisidir Bunlar da Muhammed, İbrahîm, Musa, Nuh ve İsa (hepsine salât ve selam olsun) peygamberlerdir Yüce Allah onları kitab-ı keriminde biri el-Ahzab suresinde, diğeri eş-Şûrâ suresinde olmak üzere iki yerde sözkonusu etmiştir

Dinde Aşırılık


Kavminin bu salih kimseler hakkında aşırıya gitmiş olduklarına gelince: Yüce Allah Nuh aleyhisselam’ı kavmine salihler hakkında aşırıya gitmeleri üzerine peygamber olarak göndermiştir Müellif “Kitabu’t-Tevhid” adlı eserinde bu mesele ile ilgili olarak şöyle bir başlık kullanmıştır: “Ademoğullarının küfre yönelmeleri ve dinlerini terketmelerinin sebebi, salih zatlar hakkındaki aşırıya kaçışlarıdır
Aşırıya kaçmak (el-ğuluv): ibadet etmekte, amelde, övgüde yermek yahut övmekte haddi aşmak demektir Aşırıya kaçmak dört kısma ayrılır:
1- Akidede aşırılık: Kelâmcıların Allah’ın sıfatları hususunda aşırıya kaçmalarında olduğu gibi akidede aşırılık Öyle ki onlar bu hususta ya temsil ya da ta’tile kadar gitmişlerdir
Orta yol ise Allah’ın kendi zatı için ya da rasûlünün onun hakkında sabit olduğunu belirttiği isim ve sıfatları herhangi bir tahrif ve ta’tile, keyfiyetlendirme ve temsile gitmeksizin kabul etmektir
2- İbadetlerde aşırıya kaçmak: Büyük günah işleyen kimsenin kâfir olduğunu kabul eden hariciler ile büyük günah işleyen bir kimse iki konum arasında bir yerdedir (el-menziletu beyne’l-menzileteyn) diyen mutezilenin aşırıya kaçmaları gibi Böyle bir aşırılığa kaçmanın karşılığında da mürcienin işi kolaylaştırması yer almaktadır Onlar da: İman olduktan sonra hiçbir günahın zararı yoktur, demişlerdir
Orta yol ise ehl-i sünnet ve’l-cemaatin benimsediği: masiyet işleyen bir kimsenin masiyeti oranında imanında bir eksilme sözkonusudur, şeklindeki görüşleridir
3- Muamelâtta aşırıya kaçış: Bu da herbir şeyi haram kılmak hususunda işi sıkı tutmaktır Bu sıkı tutmanın karşısında ise, malı ve iktisadı arttırıp geliştiren her şey -faiz, aldatmak ve daha başka şeyler bile- helal olduğunu söyleyen görüş yer almaktadır
Bunun ortası, adalet ilkesine dayalı muamelâtın helâl olduğunu söylemektir Bu da kitab ve sünnet naslarının ortaya koyduğu hususlara uyan muamelâttır
4- Geleneklerde (âdetlerde) aşırılık: Bu da eski geleneklere sarılmakta işi sıkı tutup, onlardan daha hayırlı olanlara geçmemektir
Eğer gelenekler maslahatlar itibariyle birbirine eşit ise insanın bulunduğu halini sürdürmesi sonradan gelen gelenekleri kabullenmesinden iyidir

Salih Zat


Salih zat; hem yüce Allah’ın hem de Allah’ın kullarının haklarını gereği gibi yerine getiren kimse demektir
Ved, suvâ’, yağûs, yeûk ve nesr ise Nuh aleyhisselam’ın kavmi arasında vaktiyle salih kimseler olan birtakım kimselerin putları idi Sahih-i Buhari’de İbn Abbas radıyallahu anh’dan şöyle dediği zikredilmektedir: “Bunlar Nuh kavminden salih birtakım kişilerin isimleridir Bunlar öldükten sonra şeytan kavimlerine, bunların oturdukları yerlere, onların heykellerini dikiniz ve bunlara o şahısların isimlerini veriniz diye telkinde bulundu Onlar da bu denileni yaptılar O ilk nesil helak olup, buna dair bilgi unutuluncaya kadar bu putlara ibadet olunmadı”[2]
Bu yorumun açıklanmaya ihtiyacı vardır Çünkü İbn Abbas radıyallahu anh: “Bunlar Nuh kavmine mensub salih birtakım kimselerin isimleridir” demektedir Kur’ân-ı Kerim’in ifadelerinin zahirinden anlaşılan ise bunların Nuh aleyhisselam’dan önce oldukları şeklindedir Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Nuh dedi ki: Rabbim gerçek şu ki bunlar bana isyan ettiler Malı ve evladı zararından başkasını arttırmayacak kimselere uydular ve onlar büyük büyük hileler yaptılar, tuzaklar kurdular ve: Tanrılarınızı bırakmayın Sakın ved, suvâ’, yeğûs, yeûk ve nesri terketmeyin dediler (Nuh, 71/21-23)
O halde âyetin zahiri Nuh kavminin bu putlara ibadet ettiklerini, onun da bu işten uzak durmalarını kendilerine telkin ettiğini göstermektedir Ayetin siyakı İbn Abbas’ın sözünü ettiği hususa delâlet etmekte ise de; bu ifadelerin zahiri sözü edilen salih kimselerin Nuh aleyhisselam’dan önce yaşadıkları doğrultusundadır Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır


[size="4"] Buharî, Tevhid, Babu Kelâmillahi Maa’l Enbiya; Müslim, Kitabu’l-İman, Bab-u Edna Ehli’l-Cenneti Menzilen

[size="4"] Buhari, Tefsir, Suretu Nuh, Hadis no: 4636

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Son Rasul ve İsa


Rasûllerin sonuncusu da Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’dir
Bunun delili yüce Allah’ın:”Muhammed sizin adamlarınızdan kimsenin babası değildir Fakat o Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur (el-Ahzab, 33/40) buyruğudur
O halde Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir
Meryem oğlu İsa, âhir zamanda inecektir ve o bir rasûldur, denilecek olursa, cevabımız şudur:
Bu doğrudur, ancak o önceki şeriatleri yenileyen bir rasûl olarak inmeyecektir O, peygamber Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’in şeriati ile hükmeden birisi olarak inecektir Çünkü gerek İsa’ya, gerekse diğer peygamberlere düşen Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’e iman etmek, ona uymak ve ona yardımcı olmaktır Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Hani Allah peygamberlerden; size verdiğim kitab ve hikmetten sonra size beraberinizdekini doğrulayıcı bir peygamber gelince, ona mutlaka iman edecek ve yardım edeceksiniz diye söz aldığı zaman: Kabul ettiniz mi ve bu ağır yükünü alıp yüklendiniz mi, demişti Onlar da: Kabul ettik demişlerdi Öyleyse şahid olun ben de sizinle beraber şehadet edenlerdenim, diye buyurmuştu(Âl-i İmran, 3/81)
İşte peygamberle birlikte olanları tasdik eden rasûl Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’dir Nitekim bu husus büyük sahabi İbn Abbas radıyallahu anh’dan ve başkalarından sahih olarak rivayet edilmiştir
Ve o, (put edinilen) bu salihlerin suretlerini kırmıştır Allah onu ibadete yönelen, hacceden, tasadduk eden, Allah’ı çokça anan fakat birtakım yaratıkları kendileri ile Allah arasında aracılar kılan bir kavme göndermişti ve onlar: ‘Biz bunlardan bizi yüce Allah’a yaklaştırmalarını ve O’nun yanında onların bize şefaat etmelerini istiyoruz diyorlardı’ (aracı edindikleri) Bu yaratıklar melekler, İsa, Meryem ve onların dışında kalan benzeri salih kimseler idi
[size="4"]Yani Peygamber sallallahü aleyhi vesellem putları kırdı Bu da, Mekke’nin fethedildiği günü Kabe’ye girip, etrafında 360 tane put olduğunu görünce olmuştu O elindeki harbeyi onlara saplıyor ve bu arada yüce Allah’ın:”Hak geldi, batıl can çekişip yok oldu Şüphesiz ki batıl can çekişe çekişe yok olucudur (el-İsra, 17/81) buyruğunu okuyordu

Rasûlullah’ın Kendilerine Gönderildiği Kafirler


Allah, Rasûlü Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’i kendilerini ibadete veren bir kavme peygamber olarak gönderdi Fakat bu ibadetleri Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği batıl bir ibadet idi Bu kavim sadakalar veriyor ve çeşitli pekçok hayırlar işliyorlardı Ancak bu hayırların onlara bir faydası olmuyordu, çünkü onlar kâfir idiler Yüce Allah’a yakınlaşmanın bir şartı, yüce Allah’a yakınlaşmaya çalışan kimsenin müslüman olmasıdır Bunlar ise müslüman değillerdi
Onlar ancak bu putlara kendilerini yüce Allah’a daha bir yakınlaştırsınlar diye ibadet ediyorlardı Onlar bunların Allah’tan başka varlıklar olduğunu, kendilerine bir fayda sağlayamayacak, bir zarar veremeyecek durumda olduklarını bilmekle birlikte, Allah nezdinde kendilerine şefaatçi olacaklarını kabul ediyorlardı Ancak onların bu şefaat ümitleri batıl bir ümitti Bunun sahiblerine bir faydası sözkonusu olamaz, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermeyecektir (el-Muddessir, 74/48)
Buna sebeb ise yüce Allah’ın bu müşriklerin şirk koşmalarına razı olmayışı ve onlara (bu halleriyle) şefaat edilmesine izin vermesinin imkansız oluşudur Zira yüce Allah’ın razı olduğu kimseler dışındakilere şefaat yoktur Allah da kullarının kâfir olmalarına razı olmaz, fesadı sevmez Dolayısıyla müşriklerin tapındıkları ilâhlarına yapışıp;”Bunlar Allah’ın nezdinde bizim şefaatçilerimizdir (Yunus, 10/18) demeleri batıl ve faydasız bir sarılıştır Aksine bu, onların Allah’tan uzaklaşmalarından başka bir şeylerini arttırmaz Üstelik müşrikler batıl bir yolla putlarının şefaat edeceklerini ümit etmektedirler Bu ise bu gibi putlara tapınmalarıdır Allah’tan uzaklıktan başka bir şeylerini arttırmayan bu varlıklara ibadet ile Allah’a yakınlaşmaya çalışmak, müşriklerin cahilliklerinden ve beyinsizliklerinden kaynaklanan bir husustur
Yüce Allah Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’i ataları İbrahîm aleyhisselam’ın dinini onlar için yenilemek ve onlara böyle bir yakınlaşma çabası ile böyle bir inanışın katıksız olarak yüce Allah’ın hakkı olduğunu -
başkaları şöyle dursun- mukarreb bir melek yahut mürsel bir nebi dahi olsa, Allah’tan başkasına bunun bir bölümünü dahi ayırmanın doğru olmadığını haber vermek üzere göndermiştir
Müellif yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun şöyle demektedir: Onlar bu küfürleri üzere devam edip gittiler Yani kendi iddialarına göre yüce Allah’a kendilerini yakınlaştırsın diye bu putlara ibadete devam ettiler Nihayet Allah onlara rasûlü ve peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’i gönderdi Allah onu katıksız tevhid ile gönderdi İnsanları bir ve tek olarak Allah’a ibadet etmeye çağırıyor, şirkten sakındırıyordu
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Şüphesiz ki kim Allah’a ortak koşarsa, elbette Allah ona cenneti haram kılmıştır Onun varacağı yer cehennemdir Zulmedenlerin hiçbir yardımcıları yoktur (el-Mâide, 5/72)
İbadetin ancak bir ve tek olarak Allah’ın hakkı olduğunu, ibadetin bir bölümünü dahi -başkaları şöyle dursun- mukarreb bir melek ya da mürsel bir peygambere yönelik kılmanın caiz olmadığını onlara açıkladı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Ey Adem oğulları! Şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır ve bana ibadet edin, diye size emrimi açıklamadım mı? İşte dosdoğru yol budur (Yâsîn, 36/60-61)
Müellif: “Kendilerine ataları İbrahîm’in dinini yenilemek üzere” ifadesi ile yüce Allah’ın:”Sonra biz sana: Hanif olarak İbrahîm’in dinine uy, o müşriklerden olmadı diye vahyettik (en-Nahl, 16/123)buyruğuna işaret eder gibidir
Katıksız Allah’ın hakkıdır” ifadesi de yalnızca halis olarak Allah’ın hakkıdır, demektir
Yoksa bu müşrikler de Allah’ın bir ve tek olarak ve hiçbir ortağı bulunmaksızın yaratıcı olduğuna, O’ndan başka kimsenin rızık vermediğine, O’ndan başka hayat veren ve öldüren bulunmadığına, kâinatın işlerini yalnızca O’nun çekip çevirdiğine, göklerdekilerin ve oralarda bulunanların hepsinin, yedi arzın ve içinde bulunanların tamamının Allah’ın olup, O’nun tasarruf ve kahr-u galebesi altında bulunduğuna şahidlik ediyorlardı
Müellif Allah ona ranmet etsin şunu söylemektedir: Yüce Allah’ın rasûlünün sallallahu aleyhi vesellem aralarında peygamber olarak gönderdiği bu müşrikler yüce Allah’ın tek başına yaratıcı olduğunu, gökleri ve yeri O’nun yarattığını, bütün işleri çekip çevirenin O olduğunu itiraf ve kabul ediyorlardı Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyet-i kerimesinde onların bu hallerini sözkonusu etmektedir (Mesela) yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Andolsun ki onlara: Göklerle yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette: Onları hüküm ve emrinde galip, herşeyi en iyi bilen (Allah) yarattı derler (ez-Zuhruf, 43/9)
”Andolsun ki sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, elbette: Allah diyeceklerdir (ez-Zuhruf, 43/87)
Bu anlamdaki âyet-i kerimeler pek çoktur Ancak onların bu kanaatte olmalarının kendilerine bir faydası yoktur Çünkü bu sadece rubûbiyetin kabul edilmesidir Beraberinde ulûhiyet kabul edilip, bir ve tek olarak yalnızca Allah’a ibadette bulunmadıkça rubûbiyetin kabul edilmesinin faydası yoktur
Şunu bilelim ki rubûbiyeti kabul etmek, ulûhiyeti de kabul etmeyi gerektirir Ulûhiyeti kabul etmek de aynı zamanda rubûbiyeti kabulü de ihtiva eder
1- Birincisi (yani rubûbiyetin kabul edilmesi) bağlayıcı bir kabuldür Şöyle ki rubûbiyetin kabul edilmesi rab diye kabul ettiği kimsenin ulûhiyyetini de kabul etmesi için bağlayıcı bir delil mahiyetindedir Zira tek başına yaratıcı, bütün işlerin çekip çeviricisi, herşeyin mutlak egemenliğini elinde bulunduran yalnızca yüce Allah ise, o halde ibadetin de yalnızca ona olması gerekir, başkasına değil
2- İkincisi (ulûhiyetin kabulü) birincisini de ihtiva eder Yani uluhiyetin tevhid edilmesi, rubûbiyetin tevhidini de ihtiva eder Zira bir ve tek olarak yaratıcı ve bütün işlerin çekip çeviricisi olduğuna inanılan o yüce Rabbin dışında hiçbir kimse ilâh olarak kabul edilemez


[size="4"] Buhari, Tefsir, Suretu’l-İsrâ

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Müşrikler Rububiyyeti Kabul Ediyorlardı


Şâyet Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendileriyle savaştığı bu kimselerin Allah’ın rubûbiyetine tanıklık ettiklerine dair delil istiyorsan, yüce Allah’ın şu buyruklarını oku:
“De ki: Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Yahut o gözlere ve kulaklara malik olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşleri yerli yerince kim yönetiyor? Hemen: Allah diyeceklerdir De ki: O halde korkmaz mısınız?” (Yunus, 10/31)
“De ki Yer ve oradakiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin) Onlar Allah’ındır, diyecekler Sen de ki: O halde siz iyice düşünüp ibret almaz mısınız? De ki: Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? Allah’ındır, diyeceklerdir De ki: O halde korkmaz mısınız? De ki: Herşeyin hakimiyeti elinde bulunan, himaye eden fakat kendisine karşı kimsenin himaye altına alınmasına imkân tanımayan kimdir? Eğer biliyorsanız (söyleyin) Onlar, Allah’ındır diyeceklerdir De ki öyleyse nasıl olur da aldanıyorsunuz?” (el-Mu’minûn, 23/84-89)
Müellif Allah ona ranmet etsin burada daha önce belirttiği “bunlar rububiyetin tevhidini kabul ediyorlardı” şeklindeki sözlerinin delilini zikretmektedir Ancak o bu açıklamayı istidlâli daha tam, daha sağlam ve daha iyi bir yer etsin diye, soru ve cevap şeklinde vermeyi tercih etmiş ve: “Eğer delil istersen, yüce Allah’ın:”De ki size gökten ve yerden rızık veren kimdir? (Yunus, 10/31) buyruğunu oku” demektedir
O halde korkmaz mısınız?” buyruğu şu demektir: Sizler bunları kabul ettiğinize göre eksiksiz mülk ve egemenin, eksiksiz şekilde kâinatın işlerini çekip ve çevirenin O olduğuna, biricik yaratıcının, rızık verenin, kulaklara ve gözlere mutlak malik olanın O olduğuna, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartanın, bütün işleri yönetenin O olduğuna dair itirafta bulunduğunuz Allah’tan sakınmaz mısınız?
Böyle bir soru azar ve söylediklerinin bağlayıcılığını onlara hatırlatmak içindir Yani sizler böyle bir inanca sahib olduğunuza göre Allah’tan sakınmanız, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın, bir ve tek olarak yalnızca O’na ibadet etmeniz de gerekmektedir
Müellif Allah ona ranmet etsin bizden “De ki yer ve ordakiler kimindir” âyetlerini de okumamızı istemektedir Bu âyetler de Peygamber Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’in aralarında gönderilmiş olduğu müşriklerin rububiyetin tevhidini kabul ettiklerinin delilleri arasındadır Onlar yerin ve orada olanların hepsinin ortaksız olarak yalnızca Allah’a ait olduğunu kabul ettikleri gibi, gökleri ve yeri Allah’ın yarattığını, büyük Arşın Rabbinin O olduğunu da kabul ediyorlar, herşeyin melekûtunun (mutlak egemenlik ve tasarrufunun) yalnızca O’nun elinde olduğunu, kendisi başkasını himaye etmekle birlikte ona rağmen kimsenin himaye altına alamayacağını da kabul ediyorlardı Bütün bunları kabul etmeleri bir ve tek olarak Allah’a ibadet edip, ibadetlerini yalnızca O’na tahsis etmelerini de gerektirmektedir Bundan dolayı bu üç âyetin herbirisinin sonunda da soru kipi ile onların azarlandıkları görülmektedir
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in aralarından gönderildiği müşriklerin rubûbiyetin tevhidini ikrar ettiklerini belirten âyet-i kerimeler de pek çoktur
[size="4"]Onların bu hususları (yani rubûbiyetin tevhidini) kabul ettiklerini ve bununla birlikte Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın onları kendisine davet ettiği tevhidin kapsamına almadığını kesinlikle anlayıp, onların inkâr ettikleri tevhidin günümüzdeki müşriklerin “itikad” diye adını verdikleri ibadet tevhidi olduğunu bildiğine göre
Yani Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendi aralarında gönderilmiş olduğu müşrikler rubûbiyet tevhidini kabul ediyorlardı Bu ise bir ve tek olarak yüce Allah’ın yaratıcı olduğuna, mutlak malik ve bütün işleri çekip çevirenin O olduğuna inancı ihtiva eder Onların Allah’ın yaratıcı, malik ve bütün işleri çekip çeviren olduğuna iman etmeleri, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendilerini kabul etmeye davet ettiği, kanlarının ve mallarının dokunulmazlığını da sağlayan ibadetin tevhidi kapsamına onları sokmuyordu
İşte onların inkâr ettikleri tevhidin -müellifin belirttiği gibi- çağımızın müşrikleri tarafından “itikad” diye adlandırılan ibadetin tevhidi olduğunu öğrenmiş olduğuna göre onların kabul ettikleri bu (rububiyet tevhidi)nın tevhidde yeterli olmadığını, hatta İslamın çerçevesi içerisinde de yeterli olmadığını açıkça görmüş oluyorsun Çünkü ibadet tevhidini kabul etmeyen bir kimse müslüman değildir, isterse rububiyet tevhidini kabul etsin Bundan dolayıdır ki Peygamber sallallahü aleyhi vesellem -önceden de geçtiği gibi- rububiyetin tevhidini kabul etmiş olmalarına rağmen müşriklerle savaşmış bulunmaktadır


[size="4"] Açıklamadan da anlaşılacağı üzere; cümle; “tek başına bu tevhidin yeterli olmadığını da anlamış bulunuyorsun” diye ya da benzeri bir mana ile tamamlanır (Çeviren)

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Müşriklerin Meleklere, Salihlere ve İsa’ya İbadeti


Nitekim o müşrikler gece gündüz yüce Allah’a dua ediyorlardı Diğer taraftan onlar arasından salih varlıklar olduklarını ve yüce Allah’a yakınlıkları sebebiyle kendilerine şefaatçi olsunlar diye meleklere dua ediyor, yahut Lat gibi salih bir zata ya da İsa gibi bir peygambere dua (çağırı) da bulunuyorlardı
Yani bu müşrikler Allah’a ibadet hususunda çaresiz kaldıklarında yüce Allah’a dua ederlerdi Aralarından yüce Allah’a yakınlıkları dolayısıyla meleklere dua edenler de vardı Bunlar yüce Allah’a yakın olan kimse ibadete layıktır, kanaatinde idiler Bu ise onların bilgisizliklerinden kaynaklanan bir kanaatti Çünkü ibadet hiç şüphesiz bir ve tek olarak yüce Allah’ın hakkı olup, hiç kimse ibadette O’na ortak değildir
Aralarından Lat’a dua edenler de vardı Bu kelime aslı itibariyle hacılar için sevik diye bilinen bir çeşit bulamacı yapan kişinin adıdır Yani bu kimse onu yağda kavuruyor ve bunu hacılara ikram ediyordu Bu kişi ölünce, önceleri kabri başında beklediler, sonra da ona tapındılar
Aralarından kimisi Allah’ın delil ve belgelerinden bir mucize olduğundan ötürü İsa Mesih’e de ibadet ediyordu Kimileri de yüce Allah’a yakınlıkları sebebiyle evliyaya tapınıyordu Bütün bunların ve dosdoğru yoldan sapıtmalarının sebebi ise amellerinin şeytan tarafından kendilerine süslü ve güzel gösterilmesidir Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki: Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber verelim mi? Onlar o kimselerdir ki dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir Üstelik kendilerinin muhakkak iyi yaptıklarını zannederler Onlar Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edip, amelleri boşa çıkmış olanlardır Biz kıyamet günü onlar için ölçü tutmayacağız (el-Kehf, 18/103-105)
Şunu da bil ki; Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem bu şirkten ötürü onlarla savaşmış, onları bir ve tek olarak Allah’a ibadeti halis kılmaya çağırmıştır Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onun için Allah ile birlikte başka hiç bir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin (el-Cin, 72/18)
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Hak olan davet (dua ve ibadet) yalnız O’nadır Onu bırakıp, çağırdıkları ise kendilerine hiçbir şekilde cevab veremezler (er-Râd, 13/14)
Yani Allah ile birlikte Allah’tan başkasına ibadet ettiklerinden, ibadette O’na şirk koştuklarını bilmiş oluyorsun Burada maksat onların rubûbiyette Allah’a ortak koştukları değildir Çünkü müşrikler arasında Peygamber sallallahü aleyhi vesellem gönderildiğinde onlar yüce Allah’ın ortaksız rab olduğuna, darda kalanların duasını kabul edenin, sıkıntıları giderenin O olduğuna -ve buna benzer yüce Allah’ın rubûbiyetini kabul ettiklerini ortaya koyan sözünü ettiği diğer hususları söylediklerini- ve böylelikle bir ve tek olarak O’nun rububiyetini kabul etmiş olduklarına inanıyorlardı
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ibadet hususunda Allah’ı tevhidi kabul etmeyen bu müşriklerle savaşmıştır Hatta tek başına Allah’ın yaratıcı olduğunu kabul etmekle birlikte onların kanlarının ve mallarının helal olduğunu belirtmiştir Çünkü onlar yüce Allah’a ibadet etmiyorlar, ibadeti ihlâsla yalnız O’na tahsis etmiyorlardı


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




İhlâs


İhlâs “kişinin ibadetinde yalnızca yüce Allah’a yakınlaşma ve O’nun lutuf ve ihsan yurduna kavuşma kastını gütmesi demektir
Onların Allah’ı bırakıp, dua edip tapındıkları putlar hiçbir şekilde onların dualarını kabul etmiyorlardı Nitekim yüce Allah (bir başka yerde) şöyle buyurmaktadır:
”Allah’tan başka kendisine kıyamete kadar (dua etse dahi) cevab veremeyecek olan ve kendilerine yaptıkları duadan habersiz olan kimselere dua (ve ibadet) eden kişiden daha sapık kim olabilir? İnsanlar bir araya toplatıldıklarında onlar kendilerine düşman kesilir ve onların ibadetlerini inkâr edenler olurlar (el-Ahkaf, 46/5-6)


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Dua ve Türleri


Duanın (ve ibadetin) tümüyle yalnızca Allah’ın, hayvan kesmenin tümüyle yalnızca Allah’ın, adakta bulunmanın tümüyle yalnızca Allah için yapılması ve başkasından değil yalnızcıa O’ndan yardım ve imdat dilemeleri için onlarla savaştıklarını da kesin olarak anlamış olursun Bütün ibadet çeşitleri de yalnızca Allah’ındır
Dua iki türlüdür:
1- Sevabı ümit edilerek, cezasından korkularak kendisine dua edilene ibadette bulunmak suretiyle yapılan “ibâdet duası” Bunun Allah’tan başkasına yapılması doğru değildir, Allah’tan başkasına yapılması dinden çıkartan büyük bir şirktir Yüce Allah’ın; “Şüphesiz bana ibadeti büyüklüklerine yediremeyenler yakında hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir (el-Mu’min, 40/60) buyruğundaki tehdit bu tür dua (ve ibadet) hakkındadır
2- İstekte bulunmak duası: Bu da istek için ya da ihtiyaçların karşılanması için yapılan duadır Bunun üç kısmı vardır:
a- Şanı yüce Allah’a ancak kendisinin güç yetirebileceği hususları bildirerek dua etmek Bu yüce Allah’a bir ibadettir, çünkü bunun kapsamı içerisinde yüce Allah’a ihtiyacın arzedilmesi ve O’na sığınmak, O’nun kadir, cömert, lütuf ve rahmeti geniş olduğuna inanç da vardır Allah’tan başka hiçbir kimsenin yerine getirmeğe güç yetiremediği herhangi bir hususu Allah’tan başkasından dua ederek isteyen bir kimse, kendisine dua ettiği varlık ister canlı, ister ölü olsun müşrik ve kâfir olur
b- Hayatta olan bir kimseye güç yetirebileceği şeyleri söyleyerek dua etmek: Ey filan bana su ver, demek gibi Bunda hiçbir sakınca yoktur
c- Ölü ya da huzurda bulunmayan bir kimseye bu gibi istekleri sunmak: Bu da bir şirktir, çünkü ölü ya da huzurda bulunmayan bir kimsenin bu gibi işleri yerine getirmesine imkân yoktur Bu istekte bulunan kimsenin böylesine bir kimseye dua etmesi, o varlığın kâinatta bir tasarruf sahibi olduğuna inandığını göstermektedir Bundan dolayı o kimse müşrik olur

Kurban Keserek İbadet


Hayvan kesmek (zebh) özel bir şekilde kanın akıtılması suretiyle canın çıkmasını sağlamaktır Bu da bir kaç türlü gerçekleşir:
1- Kendisi için hayvanın kesildiği şahsı tazim etmek, onun önünde zilletini arzetmek ve ona yakınlaşmak maksadını güderek yapılan kesim Bu bir ibadettir ve ancak yüce Allah’ın meşru kıldığı bir şekilde yüce Allah’a yapılır Her kim bunu Allah’tan başkası için yaparsa, bu büyük şirktir Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim (kurban kesmem), hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbı olan Allah içindir(el-En’âm, 6/162)
2- Misafire ikram yahut bir düğün ziyafeti ve buna benzer maksatlarla hayvan kesmek: Bu kimi zaman vacib, kimi zaman müstehab olmak üzere emrolunmuş bir şeydir Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
[size="4"]“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir kimse misafirine ikramda bulunsun
Yine Abdu’r-Rahman b Avf’a evlendiğinde şöyle demiştir:
[size="4"]“Bir koyun ile dahi olsa düğün ziyafeti ver
3- Yemek suretiyle yahut ticaret yapmak ve buna benzer faydalanmak kastı ile kesmek: Bu da mübah bir kesimdir Bunda aslolan mübahlıktır, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Görmezler mi ki biz onların faydasına kendi ellerimizle var ettiğimiz davarlar yarattık İşte kendileri bunlara sahibtirler Onları kendilerine boyun eğdirdik, hem binekleri bunlardandır, hem onlardan yerler (Yâsîn, 36/71-72)
Bu, vesile olduğu şeye göre bazan istenen bir kesim olur, bazan da yasaklanan bir kesme işlemi olur

Adak


Adak (nezir) genel olarak farz kılınmış, bütün ibadetler hakkında kullanıldığı gibi özel anlamıyla adak (nezir) hakkında da kullanılır Bu anlamıyla nezir insanın Allah için kendisini belirli bir şeyi yapmakla yükümlü kılmasıdır Burada kastedilen ise birinci anlamdır Bütün ibadetler yüce Allah’a aittir, çünkü yüce Allah:”Rabbin şunları hükmetti: Kendisinden başkasına ibadet etmeyin (el-İsra, 17/23) diye buyurmaktadır


[size="4"] Buhari, Edeb, Babu men kâne yu’minu billahi ve’l-yevmi’l-âhir; Müslim, İman, Babu’l-hassi alâ ikrami’l-câri ve’d-dayf

[size="4"] Buhari, Buyû’

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




İstiğase (Yardım Dileği)


İstiğâse (yardım dileği) ise zorluktan ve ölümden kurtulmak ve yardım istemektir Bunun da bir kaç kısmı vardır:
1- Yüce Allah’tan yardım isteme (istiğâse): Bu, amellerin en faziletlilerinden, en mükemmellerindendir Rasûllerin ve onlara tabi olanların yapageldikleri hep bu olmuştur Buna delil de yüce Allah’ın şu buyruğudur:
”Hani siz Rabbinizden imdat istiyordunuz da: Muhakkak ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediyorum, diye duanıza karşılık vermişti (el-Enfal, 8/9)
2- Ölülerle ya da huzurda bulunmayan (uzaktaki) ve yardıma gücü yetmeyen canlılardan yardım istemek (istiğâse): Bu da bir şirktir, çünkü bunu ancak böylelerinin kâinatta gizli bir tasarruf sahibi olduğuna inanan kimseler yapar Bunun sonucunda onlara rububiyetten bir pay verir Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Yoksa bunalmış olana kendisine dua ettiğinde duasını kabul edip, o kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah ile birlikte ilâh mı vardır? Ne kadar az düşünüyorsunuz (en-Neml, 27/62)
3- İmdada yetişmeye gücü yeten, bilen, canlılardan yardım dilemek (istiğâse): Bu onlardan yardım istemek gibi caizdir Nitekim yüce Allah Musa aleyhisselam kıssasında şöyle buyurmaktadır:
”Taraftarlarından olan, düşmanından olana karşı kendisinden yardım istedi (istiğâse) (el-Kasas, 28/15)
4- Gizli bir gücü bulunduğuna inanmaksızın gücü yetmeyen canlı birisinden yardım ve imdat istemek (isteğâsede bulunmak): Mesela kendisine hücum eden bir düşmanı savmak maksadıyla felçli birisinden yardım istemek gibi Böyle bir şey kendisinden yardım istenen kimse ile bir alaydır ve boş bir davranıştır Bu sebeb dolayısıyla da yasaktır Yasak oluşunun bir diğer sebebi de şu olabilir: Belki onun bu davranışına başkası aldanır ve kendisinden yardıma koşması istenen o kimsenin -âciz olmakla birlikte- zorlu ve sıkıntılı zamanlarda kendisi ile başkalarını kurtarabildiği gizli bir gücünün bulunduğu vehmine kapılabilir


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Rububiyyeti Kabul Yetmez


Bütün ibadet çeşitleri de yalnızca Allah’ındır Şunu da bilmiş oldun ki; onların rubûbiyetin tevhidini kabul etmeleri İslâma girmeleri için yeterli değildir Onların meleklere, peygamberlere yahut velilere yönelerek şefaatlerini istemeleri, bu yolla Allah’a yakınlaşmaya kalkışmaları onların kanlarının ve mallarının helâl kılınmasının asıl sebebidir Bütün bunları bildiğimiz takdirde rasûllerin kendisine davet edip, müşriklerin de kabul etmekten kaçındıkları tevhidin ne tür bir tevhid olduğunu öğrenmiş oluruz
Müellif Allah’ın rahmeti üzerine olsun rasûllerin Allah’tan alıp getirdikleri tevhidin ulûhiyyetin tevhidi olduğunu ortaya koymaktadır Çünkü Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın aralarında gönderilmiş olduğu bu müşrikler rubûbiyetin tevhidini zaten kabul ediyorlardı Bununla birlikte Peygamber sallallahü aleyhi vesellem kanlarının ve mallarının mübah olduğunu belirtmiştir Halbuki onlar meleklere ve onların dışında velilere, salih kimselere ibadet ederken bunların kendilerini Allah’a yakınlaştırmalarını istiyorlardı Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Ondan başka veliler edinenler: ‘Biz bunlara ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler (ez-Zümer, 39/3)
O halde onlar yüce Allah’ın asıl maksad olduğunu kabul ediyorlar, ancak meleklerin ve başkalarının kendilerini yüce Allah’a yakınlaştırmasını maksad olarak gözetiyorlardı Bununla birlikte Peygamber onları tevhidin kapsamı içerisinde kabul etmemişti


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Tevhid “Lâ İlâhe İllallah” Sözünün Anlamıdır


İşte bu tevhid, “lâ ilâhe illallah” sözünün anlamını ifade eder
İşte bu tevhid, la ilâhe illallah sözünün anlamını ifade eder” ifadeleri şu demektir: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in kendisine davet ettiği tevhid “la ilâhe illallah” lafzının anlamının ihtiva ettiği tevhiddir Yani Allah’tan başka, ibadet olunmayı gerçekte hak eden, hiçbir ilah (ibadet edilen) yoktur Onlar bunun yüce Allah’tan başka hak mabud olmadığı anlamına geldiğini, bunun Allah’tan başka yaratıcı, rızık verici, tedbir edici yahut Allah’tan başka yoktan var etmeye güç yetiren -çoğu kelamcıların dediği gibi- anlamında olmadığını biliyorlardı Çünkü bu anlamını zaten müşrikler de inkâr ve reddetmiyorlardı Onlar “lâ ilâhe illallah”ın manasını reddediyorlardı Yani Allah’tan başka, ibadet olunmayı gerçekte hak eden, hiçbir ilah (ibadet edilen) yoktur, gerçeğini kabul etmiyorlardı Nitekim yüce Allah onlardan şöylece söz etmektedir:
”Acaba o bunca ilâhlar tek bir ilâh mı yaptı? Muhakkak bu çok şaşılacak br şeydir Onlardan ele başları: Yürüyün ve ilâhlarınıza (ibadette) direnin Şüphesiz ki bu istenen bir şeydir, diyerek kalkıp gittiler Biz bunu öbür dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır (Sad, 38/5-6)
Çünkü onlara göre ilâh ister kral, ister peygamber, ister veli, ister bir ağaç, ister bir kabir ya da bir cin olsun, bu maksatlar için kendisine yönelinilen kimsedir Onlar “ilah” ile Allah’ın yaratıcı, rızık veren ve müdebbir (işleri çekip çeviren) olduğunu kastetmiyorlardı Onlar -önceden de açıkladığımız gibi- bunların yalnızca Allah tarafından gerçekleştirildiğini biliyorlardı Onlar ilâh ile günümüzdeki müşriklerin “seyyid: efendi” lafzı ile kastettiklerini kastediyorlardı Peygamber sallallahü aleyhi vesellem onlara gelip, tevhid kelimesi olan “lâ ilâhe illallah”a davet etti
Müellif müşriklerin “la ilâhe illallah” sözleri ile Allah’tan başka bir yaratıcı ve işleri çekip çeviren yoktur, demek istenmediğini bildiklerini söylemektedir Çünkü onlar bunun bir gerçek olduğunu biliyorlardı Onlar bu sözün ancak “Allah’tan başka, ibadet olunmayı gerçekte hak eden, hiçbir ilah (İbadet edilen) yoktur” anlamını kabul etmiyorlardı İşte müellifin döne dolaşa anlattığı budur Onun bunu tekrar tekrar dile getirmesi bu gerçeği pekiştirmek ve “bizler meleklere yahutta onlardan başkalarına ancak bizleri Allah’a yakınlaştırsınlar diye ibadet ediyoruz Yoksa bizler onların yarattıklarına ya da rızık verdiklerine inanıyor değiliz” diyenlerin kanaatlerini reddetmek için tekrarlamaktadır

Aslolan Şehadet Kelimesinin Anlamıdır


Burada bu sözden kasıt onun manasıdır Mücerred onun lafzı değildir Cahil kâfirler ise Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in bu sözden maksadının yalnızca yüce Allah’a bağlanmak olduğunu, Allah’tan başka kendisine ibadet olunan bütün varlıkların inkâr edilerek onlardan uzak kalmayı ifade ettiğini biliyorlardı O kendilerine “lâ ilâhe illallah” deyiniz deyince, onlar da:”Acaba o bunca ilâhı bir tek ilâh mı yaptı? Muhakkak bu çok şaşılacak bir şeydir (Sad, 38/5) diye cevab vermişlerdir
Müellifin “bu söz” ile kastettiği “lâ ilâhe illallah” sözüdür O bu ifadelerinde de, önceki ifadelerinde olduğu gibi lâ ilâhe illallah’ın Allah’tan başka hak mabud olmadığı anlamına geldiğini, müşriklerin bu lafızdan bunu anladıklarını ve bunu söylemekten maksadın soyut olarak bunu telaffuz etmekten ibaret olmadığını, asıl maksadın Allah’tan başka hak mabud olmadığının kastedildiğini anlamışlardır İşte bundan dolayı onlar biricik yaratıcı ve rızık vericinin Allah olduğunu inkâr etmemekle birlikte bu anlamını inkâr etmişlerdi

Kafirlerin En Cahilleri Bile “Lâ İlâhe İllallah”ın Manasını Kavrıyorlardı


Kâfirlerin, cahillerinin bu hususu bildiklerini gördüğümüze göre, müslüman olduğunu ileri sürmekle birlikte kâfirlerin, cahillerinin bildiği anlamı ile bu sözün açıklamasını bilmeyen kimseye gerçekten hayret edilir Hatta bu kişi, kalben, bu sözün herhangi bir anlamı ile itikadı sözkonusu olmaksızın sadece harfleriyle bunu telaffuz etmekle işin bittiğini dahi zanneder Onlar arasından bilgili kimse ise anlamının “Allah’tan başka yaratan, rızık veren, işleri çekip çeviren yoktur”dan ibaret olduğunu zanneder Lâ ilâhe illallah’ın anlamını kâfirlerin cahilinin kendisinden daha iyi bilebildiği bir kişide hayır yoktur
Kâfirler, Allah’tan başka ilâh yoktur Yani “lâ ilâhe illallah” ibaresinin, Allah’tan başka hak mabud yoktur demek olduğunu biliyorlardı Müellif burada şunu açıklamak istemektedir! Kimi insanlar müslüman olduğunu iddia etmekle birlikte “lâ ilâhe illallah” sözünün anlamını bilmemektedirler Çünkü onlar bunu söylemekten maksadın anlamını bilip, ona itikad etmeksizin sadece harflerini telaffuz etmekten ibaret olduğunu sanırlar
Kimileri de bundan maksadın rubûbiyetin tevhidi olduğunu yani Allah’tan başka yaratıcı, Allah’tan başka rızık verici olmadığına inanmak olduğunu zannederler
Kimi insanlar da bunu bu kelimeden kasıt şudur diye şöylece açıklarlar: Eşyanın zatına dair kesin yakîni çıkartıp, Allah’ın zatı hakkında doğru ve kesin yakîni yerleştirmektir Ancak böyle bir açıklama batıldır, selef-i salih böyle bir açıklamayı bilmez Bu açıklamadan maksat da yüce Allah’a kesin olarak inanıp, onun dışındaki varlıklar hakkındaki yakîni çıkarmak olamaz Çünkü böyle bir şeye imkân yoktur Zira Allah’ın dışındaki varlıklar hakkında da yakîn (kesin inanç) sabit olmalıdır:”Andolsun siz cahimi göreceksinizdir Yine andolsun onu ayne’l-yakîn (kesin ve tereddütsüz olarak) göreceksinizdir (et-Tekâsür, 102/6-7)Ayrıca maddi olarak var olan ve varlığı bilinen eşyanın varlığına yakîn ile (kesinlikle) inanmak da tevhide aykırı değildir Kimileri de “lâ ilâhe illallah”ı Allah’tan başka mabud yoktur, diye açıklamaktadır Bu tanım zahiri esas alınarak doğru kabul edilemez, çünkü Allah’tan başka kendilerine ibadet olunmuş başka şeyler de vardır Buna göre böyleleri, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın aralarında peygamber olarak gönderildiği cahillerden daha cahildirler Çünkü onların bu kelimenin anlamına dair bildiklerini günümüz cahilleri bilmemektedirler


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Allah Şirk’i Bağışlamaz


Benim sözünü ettiğim bu hususları kalbinle bilip anladığın takdirde, yüce Allah’ın hakkında “Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını mağfiret etmez Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder (en-Nisâ, 4/116) diye buyurduğu şirkin ne olduğunu da öğrenirsin, Allah’ın ta ilk rasûlden, sonuncularına kadar bütün rasûlleriyle gönderdiği ve onun dışında kimseden başkasını kabul etmediği dininin hangisi olduğunu da bilmiş olursun Aynı şekilde insanların çoğunun bu hususta ne kadar cehalet içerisinde olduklarını da öğrenmiş olursun
Yani sen “lâ ilâhe illallah”ın gerçek anlamını ve bu gerçek anlamının “Allah’tan başka, ibadet olunmayı gerçekte hak eden hiçbir ilah (ibadet edilen) yoktur” şeklinde olduğunu bilmiş olursun, demek istemektedir
Müellifin Allah ona ranmet etsin kaydettiği âyet-i kerimenin, her türlü şirki mi kapsadığı, yoksa sadece en büyük şirke mi mahsus olduğu? hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır
Kimisi, isterse bu Allah’tan başkası adına yemin etmek gibi küçük şirk dahi olsun, bütün şirk çeşitlerini kapsar Şüphesiz ki Allah onu bağışlamayacaktır
Kimisi de bu büyük şirke hastır, Allah’ın asla bağışlamayacağı şirk budur, demiştir
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye Allah’ın rahmeti üzerine olsun ’nin bu husustaki ifadeleri farklıdır Kimi zaman birinci görüşü tercih etmiş, kimi zaman da ikinci görüşü tercih etmiştir
Durum her ne olursa olsun, kesinlikle şirkten sakınmak icap eder Çünkü ifadenin genel olması dolayısıyla bu genelin kapsamına küçük şirkin girme ihtimalini de ortaya koymaktadır Çünkü yüce Allah’ın: “Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını mağfiret etmez” diye buyurması nefy (olumsuz) bir cümle olup, umum ifade eder
Yüce Allah’ın hiç kimseden başkasını kabul etmeyeceği din ise şu buyruklarda dile getirdiği gibi yalnızca Allah’a ibadet etmekten ibarettir:
”Senden önce gönderdiğimiz herbir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilâh yoktur O halde yalnız bana ibadet edin (el-Enbiya, 21/25)
İşte yüce Allah’ın hakkında:”Kim İslam’dan başka din ararsa, ondan asla kabul olunmaz (Al-i İmran, 3/85) diye buyurduğu İslam dini de budur
İşte bu kelimenin daha önce sözü geçen şekilde anlaşılmaması gereği ile -müellifin az önce söylediği- “bu sözün ne anlama geldiğini bilmediği halde müslüman olduğunu iddia eden kimseye hayret edilir” şeklindeki sözlerin mahiyeti de böylelikle anlaşılmış olmaktadır
(Bunları bilecek olursan) bunun sana iki faydası olur: Birincisi, yüce Allah’ın lutuf ve rahmeti ile sevinmek Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki: Allah’ın lutfu ile ve rahmeti ile ve yalnız bunlar ile sevinsinler Bu onların topladıklarından daha hayırlıdır (Yunus, 10/58)
Aynı şekilde bununla ileri derecede (Allah’tan) korkmak faydasını da elde edersin
Bu iki fayda iki şekilde elde edilir: Birincisi yüce Allah sana bu büyük söz olan “la ilâhe illallah” sözünün doğru anlamını bilme lutfunu ihsan etmiş olmaktadır Elbetteki bu büyük bir lutuftur ve büyük bir rahmettir Böyle bir şey dolayısıyla sevilmek de Allah’ın emrettiği bir sevinmedir Bunun delili de müellifin de zikrettiği ”De ki Allah’ın lutfu ve rahmeti ile ve yalnız bunlar ile sevinsinler Bu onların topladıklarından daha hayırlıdır (Yunus, 10/58) buyruğudur Allah’ın kendisine ihsan etmiş olduğu ilim ve ibadet gibi övülmeye değer şeyler sebebi ile kul sevilir Nitekim hadiste şöyle buyurulmaktadır:
[size="4"]“Oruç tutanın iki sevinci vardır Birisi (bayramda) orucunu açtığı vakit, diğeri ise Rabbine kavuştuğu vakit duyduğu sevinçtir
Kişinin sağladığı diğer fayda ise büyük korkudur Yani sözü edilen o cahillerin anlamını bilmemek ve bu konudaki büyük tehlikeye düşmek korkusudur
Şüphesiz ki sen insanın dilinden çıkacak bir söz ile kâfir olabileceğini görmüş bulunuyorsun Kişi bu sözü bazan bilgisizce söyleyebilir ve bilgisizliği kendisi için mazaret olmayabilir
Müellifin Allah ona ranmet etsin bu cümlesi ile ilgili açıklamalarımız:


[size="4"] Buhari, Savm, Babu hel yekulu inni saimun iza şeteme; Müslim, Sıyam, Babu fadli’s-sıyam

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Mazeret Olmayan Cehalet


Evvela ben müellifin bilgisizliğin mazeret olmayacağı görüşünde olduğunu sanmıyorum Ancak bu bilgisizlik kişinin hakkı işitmekle birlikte ona hiç iltifat göstermemesi ve öğrenmemeye kalkışmaması gibi öğrenmeyi terketmek suretiyle bizzat kişinin kendisinin kusuru ile olması hali -elbetteki- müstesnadır Böyle bir kimse bilgisizliği dolayısıyla mazur kabul edilemez
Benim müellif hakkında onun bu kanaatta olmadığını zannedişimin sebebi de şudur: Onun bilgisizliği mazeret kabul ettiğine delalet eden başka sözleri bulunmaktadır Müellife kişi ile niçin savaşılır ve kişi ne ile kâfir olur diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir:
İslamın esasları (rükünleri) beştir Bunların ilki de iki şehadet kelimesidir, sonra diğer dört esas gelir Bu diğer dört esası kabul etmekle birlikte gevşeklik göstererek terkedecek olursa, biz böyle birisi ile bu esasları yerine getirsin diye savaşsak dahi bunları terkettiğinden ötürü tekfir etmeyiz İlim adamları ise inkar sözkonusu olmaksızın tembellik ederek bunları terkeden kimsenin kâfir olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahibtirler Bizler bütün ilim adamlarının icma ile kabul ettiği husus dışındakilerde kimseyi tekfir etmeyiz Bu husus ise iki şehadet kelimesidir
Aynı şekilde biz böyle bir kimseyi gerekli tarifi yaptıktan sonra tekfir ederiz O bilip inkar edecek olursa, o vakit biz de düşmanlarımız bize karşı birkaç türlüdür diyoruz
Birinci tür: Tevhidin Allah’ın ve Rasûlünün bizim insanlara açıkladığımız dini olduğunu bilip, aynı şekilde insanların çoğunun benimsediği taşlar, ağaçlar ve beşer hakkındaki bu batıl inanışların Allah’a şirk olduğunu, Allah’ın Rasûlünü bunu yasaklamak, bu itikadları benimseyenlerle savaşmak üzere gönderdiğini ve dinin tümüyle yalnızca Allah’ın olmasını sağlamak üzere gönderdiğini kabul etmekle birlikte tevhide hiç iltifat etmeyip, tevhidi öğrenmez, tevhide girmez, şirki terkmetmezse böyle bir kimse kâfirdir Küfrü sebebiyle onunla savaşırız, çünkü o rasûlün dinini bilmekle birlikte ona tabi olmamış, şirki bilmekle birlikte onu terketmemiştir Bununla birlikte o ne rasûlün dinine, ne de bu dine girene buğzetmemekte, şirki övmemekte ve bunu insanlara süslü göstermemektedir (Böyle olsa dahi durumu değişmez)
İkinci tür: Bunu bilmekle birlikte rasûlün dini gereğince amel etmekte olduğunu iddia etmekle beraber onun dinine sövmekle temayüz etmiş, Yusuf’a ibadet edenleri el-Eşkar’a, Ebu Ali’ye, Kuveyt ahalisinden el-Hadır’a ibadet edenleri övmekle tanınır olmuş, bunların Allah’ı tevhid edip, şirki terkedenlerden üstün gören kimseler birincisinden daha beterdir Yüce Allah’ın:”İşte o tanıdıkları kendilerine gelince, onu inkar ettiler Artık Allah’ın laneti kâfirler üzerinedir (el-Bakara, 2/89) buyruğu böyleleri hakkındadır Yine bu gibi kimseler yüce Allah’ın haklarında:”Eğer ahidlerinden sonra tekrar yeminlerini bozarlar da dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderlerini hemen öldürün Çünkü onların yeminleri yoktur, olur ki vazgeçerler (et-Tevbe, 9/12) diye buyurduğu kimselerin kapsamı içerisindedir
Üçüncü tür: Tevhidi bilmek, onu sevmek, ona uymak, şirki bilip tanımak ve terketmekle birlikte tevhide giren kimselerden hoşlanmayıp, şirk üzere kalanları seven kimseler Böyleleri de kâfirdir Yüce Allah’ın: “Bu böyledir, çünkü onlar Allah’ın indirdiğini hoş görmediler Bundan dolayı amellerini boşa çıkartmıştır (Muhammed, 47/9) buyruğu böyleleri hakkındadır
Dördüncü tür: Bütün bunlardan uzak kalmakla birlikte yaşadığı ülkenin insanları açıktan açığa tevhid ehline düşmanlık etmekte, şirke uymaktadırlar Tevhid ehli ile savaşmaya gayret gösterirler Ancak bu kimse kendi vatanını terkedememekte, bunun için zorluklarla karşılaşmaktadır Bunun sonucunda kendi ülke ahalisiyle birlikte tevhid ehline karşı savaşır, malıyla canıyla mücadele eder Bu da kâfirdir, çünkü bunlar kendisine ramazan orucunu terketmeyi emredecek olurlarsa, o da ancak onlardan ayrılmak halinde ramazan orucunu tutabilecekse (ayrılmaz) ve dediklerini yapar Eğer ona babasının hanımı ile evlenmeyi emredip, onlardan ayrılmadıkça, bu işi yapmamaya imkan bulamayacaksa (ayrılmayıp) yapar Canıyla, malıyla onların yanında yer alıp, savaşmak hususunda onlara uyması -bununla Allah’ın ve Rasûlünün dininin sonunu getirmek istemelerine rağmen- öbüründen çok, pek çok daha büyük bir iştir O bakımdan böylesi de kâfirdir ve bu kişi de yüce Allah’ın haklarında:”Hem sizden emin olmak, hem kendi kavimlerinden emin olmak isteyen başka insanlar olduğunu da göreceksiniz İşte böylelerine karşı size apaçık bir yetki verdik (en-Nisa, 4/91) diye buyurduğu kimseler arasında yer alır İşte bizim söylediğimiz budur
(Bize) yapılan iftiralara ve hakkımızda uydurulan yalanlara gelince, böylelerinin (hakkımızda) söyledikleri sözler olan: Biz genel olarak herkesi tekfir ederiz ve dinini açığa vurabilen kimselerin bizlere hicret etmelerini farz kabul ederiz, kâfir olmayanı ve bizimle savaşmayanı tekfir ederiz gibi iddialara gelince, bu ve benzeri daha pek çok iddialar vardır ki bunların hepsi söylenen yalan ve yapılan iftiralardır Bunlarla insanları Allah’ın ve Rasûlünün dininden alıkoymaya çalışırlar
Bizler Abdu’l-Kadir Geylâni’nin üzerindeki puta ibadet edenleri, Ahmed el-Bedevi’nin kabri üzerindeki puta ve benzerlerine ibadet edenleri dahi cahillikleri ve onların dikkatlerini çekecek ve uyaracak kimse bulunmadığından dolayı tekfir etmediğimize göre Allah’a şirk koşmayıp, bize hicret etmeyen yahutta kâfir de olmayan, müslümanlara karşı da savaşmayan kimseleri nasıl tekfir ederiz
”Seni tenzih ederiz Bu büyük bir iftiradır (en-Nur, 24/16)
Bizler Allah’a ve Rasûlüne karşı sınır mücadelesine girdikleri için bu dört tür kimseleri tekfir ediyoruz Durumuna bakan ve yanında cennet ve cehennem bulunan Allah’ın huzuruna çıkacağına inanan bir kimseye Allah rahmetini ihsan etsin Allah Muhammed’e, onun aile halkına, ashabına salat ve selam eylesin


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Mazeret Olan Cehalet


Cahilliğin mazaret teşkil etmesi meselesindeki görüş ayrılığı fıkhi ve içtihadi diğer ihtilaflar gibidir Belki bu hükmün belirli bir şahsa uygulanması noktasında bazı hallerde sadece lafzi bir ihtilaf dahi olabilir Yani hepsi bu sözün yahut bu fiilin ya da şu işi terketmenin küfür olduğunu görüş birliği ile kabul etmekle birlikte acaba bu hüküm şu muayyen kişi hakkında uygulanabilir mi? Uygulanamaz mı? Böyle bir ayrılığa sebeb ise o kimsenin hakkında o hükmü vermeyi gerektiren hususun bulunması ile o hükmü vermemeyi engelleyen bir hususun bulunmaması yahutta bazı gerektirici vasıfların bulunmaması ya da bazı engellerin varlığı dolayısıyla verilememesidir Bunun da sebebi küfre götüren hususu bilmemek (bu husustaki cahillik)in iki tür olmasıdır:
1- Bu cehalet İslamdan başka bir dine mensub yahutta hiçbir dine mensub olmayan bir kişinin hatırına izlemekte olduğu yola muhalif bir dinin bulunduğunun gelmemesi halidir Böyle bir kimseye dünyada zahirine göre ahkam uygulanır Ahirette ise işi yüce Allah’a kalmıştır Tercih edilen görüşe göre de böyle bir kimse ahirette yüce Allah’ın dilediği bir şekilde imtihan edileceğidir Esasen yüce Allah kimlerin ne tür amel edecek durumda olduklarını en iyi bilendir Şu kadar var ki bizler şunu kesinlikle bilmekteyiz ki cehenneme ancak bir günah dolayısı ile girilir Buna gerekçe de yüce Allah’ın:”Rabbin hiçbir kimseye zulmetmez (el-Kehf, 18/49) buyruğudur
Böyle birisine dünyada zahir olan ahkam uygulanır Bunlar da zaten küfür ahkamıdır ki, bunu dememizin sebebi bu kişinin İslam dinini kabul eden bir kimse olmamasından dolayıdır Böylesine İslam dinini kabul edenin hükmü verilemez Tercih edilen görüşe göre böyle birisi ahirette imtihan edilecektir dememizin sebebi ise bu hususta pekçok rivayetin gelmiş olmasıdır Bu rivayetleri İbnu’l-Kayyum rahimehullah “Tariku’l-Hicreteyn” adlı eserinde müşriklerin çocuklarının durumuna dair sekizinci görüşü açıklarken bunların ondördüncü tabakası ile ilgili yaptığı açıklamalarda kaydetmiş bulunmaktadır
2- Bu bilgisizlik İslam dinini kabul eden bir kimse tarafından olmakla ve o küfre götüren bu hal üzere yaşamakla birlikte bunun İslama muhalif olduğu hatırına gelmez, hiçbir kimse de bu hususta onun dikkatini çekmemiş ise böyle birisine zahiren İslam ahkamı uygalanır Ahirette ise işi yüce Allah’a kalmıştır Kitab, sünnet ve ilim ehlinin görüşleri de buna delil teşkil etmektedir
Buna dair kitabın delillerinden bazıları:
”Biz bir rasûl göndermedikçe, azab ediciler değiliz (el-İsra, 17/15)
”Rabbin ana şehirlerine kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe ülkeleri helak edici değildir ve biz ahalisi zalimler olmadıkça ülkeler helak edenler değiliz (el-Kasas, 28/59)
“Müjdeleyici ve korkutucu peygamberler olarak (gönderdik) ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı ileri sürecekleri bir delilleri olmasın (en-Nisa, 4/165)
”Biz gönderdiğimiz herbir peygamberi kendilerine apaçık anlatsın diye ancak kendi kavminin diliyle gönderdik Artık Allah kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola iletir (İbrahîm, 14/4)
”Allah bir kavme hidayet verdikten sonra sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe onları saptırmaz (et-Tevbe, 9/115)
”İşte bu indirdiğimiz mübarek bir kitabtır Öyleyse ona uyun ve (ona aykırılıktan) sakının ki merhamet olunasınız Bizden önce kitab yalnız iki topluluğa indirildi ve biz onların okuduklarından habersiz kimselerden idik demeyesiniz diye (size Kur’ân’ı indirdik) Yahut: Bize de bir kitab indirilseydi, elbette onlardan daha çok hidayet üzere olurduk demeyesiniz diye İşte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir (el-En’am, 6/165-167) ve buna benzer gerekli ilim gelip, gerekli açıklama da yapılmadıkça karşı delilin ortaya konulmuş olmayacağına delalet eden daha başka âyetler de vardır
Sünnetten delile gelince, Sahih-i Müslim’de (I, 134) Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan gelen rivayete göre Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Muhammed’in canı elinde bulunana yemin olsun ki bu ümmetten -davet ümmetini kastediyor- yahudi olsun, hristiyan olsun beni (peygamberliğimi) işitir de kendisi ile gönderildiğim şeye iman etmeksizin ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur
İlim ehlinin bu husustaki ifadelerine gelince: el-Muğni (VIII, 131)’de şöyle demektedir: “Eğer bu kişi İslama yeni girmiş yahut dar-ı İslam’dan başka bir yerde yetişen ya da şehirlerden ve ilim ehlinden uzak çölde yaşayan bir kimse gibi farziyeti bilmeyen birisi ise onun küfrüne hükmedilmez
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye fetvalarında (III, 229, İbnu’l-Kasım’ın derlediği fetvalarında) şöyle demektedir: “Her zaman için ben -benimle oturup kalkan, benim bu durumumu bilir- insanlar arasında muayyen bir kimsenin küfre, fasıklığa veya masiyete nisbet edilmesini en çok yasaklayanlardan birisiyim Ancak eğer o kimseye karşı muhalefet edenin kimi zaman kâfir, kimi zaman fasık, kimi zaman da isyankar olarak anıldığına dair peygamber risaletinden olan bir delil ikame edilmiş olması hali müstesna Çünkü yüce Allah bu ümmetin hatasını bağışlamıştır Bu kavli ve haberi meselelerdeki hatayı da, ilmi meselelerdeki hatayı da kapsar Selef ise bu gibi meselelerin birçoğu hakkında tartışıp, durmuştur Buna karşılık onlardan hiçbir kimse diğerinin kâfir olduğuna, fasık olduğuna ya da masiyet işlediğine tanıklık etmemiştir -İbn Teymiyye devamla nihayet şunları da söyler:- Ben seleften ve imamlardan nakledilen kim bunu söylerse, kâfir olur diyen ifadelerin de aynı şekilde hak olduğunu da açıklıyordum Fakat burada mutlak ifade kullanmak ile belirli kimselerin tayini arasında ayırım gözetmek gerekmektedir -Devamla şunları söyler:- Tekfir tehdit kapsamı içerisindedir Her ne kadar (küfrü gerektiren) sözü söylemek Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın söylediğini yalanlamak ise de bu (sözü söyleyen) kişi yeni İslama girmiş yahut (ilimden) uzak bir çölde yaşamış bir kimse olabilir Böyle bir kimse ise -ona karşı delil ortaya konulmadıkça- bir şeyi inkar sebebiyle kâfir olmaz Çünkü bu adam o nasları işitmemiş yahut işitmişde kendisince sabit olmamış yahutta -hatalı olsa dahi- o nassın tevil edilmesini gerektiren, o nassa karşıt gibi gördüğü bir başka nass sebebiyle o kanaati benimsememiş olabilir
Şeyhu’l-İslam Muhammed b Abdülvahhab ed-Dureru’s-Seniyye adlı eserinde (I, 56) şunları demektedir: “Tekfire gelince, ben Allah Rasûlünün dinini bilip tanıdıktan sonra, ona söven, insanları ondan alıkoyan ve onun gereğini yerine getirenlere düşmanlık eden kimseleri tekfir ediyorum, benim tekfir ettiğim şahıs budur” 56 sahifede de şunları söylemektedir: “Yalan ve iftiralara gelince, onlar bizim genel olarak tekfir ettiğimizi ve dinini açığa vurabilen kimseler için dahi hicreti vacib gördüğümüzü söylerler Bütün bunlar onların (bu iftiracıların) insanları Allah’ın ve Rasûlünün dininden kendisiyle alıkoymak istedikleri yalan ve iftiralar arasındadır Bizler cahillikleri ve kendilerini uyaracak kimse bulunmadığı için Abdulkadir’in üzerindeki puta, Ahmed el-Bedevi’nin üzerindeki puta ve benzerlerine ibadet edenleri dahi tekfir etmediğimize göre Allah’a şirk koşmayıp, bize hicret etmeyen kimseyi ya da küfre sapmayıp (müslümanlara karşı) savaşmayan kimseyi nasıl tekfir edebiliriz?”
Kitabın ve sünnetin naslarının ilim ehlinin sözlerinin gereği bu olduğuna göre Allah’ın hikmetinin lutuf ve merhametinin gereği de Allah’ın ileri sürecek bir mazareti kalmadıkça kimseyi asla azab etmeyeceğidir Akıllar bağımsız olarak Allah’ın lehine gerekli hakları (yani Allah’a karşı vazifeleri) bilemezler Eğer akıllar bağımsız olarak bunu bilebilecek durumda olsalardı, delilin ortaya konulması rasûllerin gönderilmesine bağlı olmazdı


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Aksine Delil Olmadıkça Kişinin Müslümanlığı Devam Eder


O halde İslama intisab eden kimsede aslolan şer’î delil gereği bunun ortadan kalktığı tahakkuk etmedikçe müslümanlığının devam etmesidir Böyle bir kimsenin tekfirinde işi gevşek tutmak caiz değildir Bunun iki büyük sakıncası vardır:
1- Gerek hüküm vermekte, gerekse hakkında hüküm verilen kimse hakkında -kendisini tenzih ettiğimiz niteliği hususunda- yalan ve iftirada bulunmak
Bunun Allah’a yalan ve iftira olduğu açıktır Çünkü Allah’ın kâfir kılmadığı bir kimsenin kâfir olduğuna hükmetmek tıpkı Allah’ın helal kıldığını, haram kılmaya benzer Zira bir kimsenin kâfir olup olmadığına dair hüküm vermek tıpkı bir şeyin haram olup olmadığına dair hüküm vermekte olduğu gibi yalnızca Allah’ın hakkıdır
2- İkinci sakıncaya gelince, bu müslüman bir kimseyi zıt bir vasıf ile nitelendirmektir Böyle bir kimse bu vasıftan uzak olduğu halde onun hakkında kâfirdir denilir Bu şekilde başkasını niteleyen kimseye bu küfür niteliğinin dönüp onu bulması daha uygundur Çünkü Müslim’in, Sahih’inde yer alan rivayete göre Abdullah b Ömer -Allah ikisinden de razı olsun- Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu zikretmektedir: “Kişi kardeşini tekfir edecek olursa, o ikisinden birisini gelip bulur Bir rivayette de şöyle denilmektedir: “Eğer dediği gibi ise mesele yok Aksi takdirde ona döner Yine Müslim’de Ebu Zerr radıyallahu anh’dan gelen rivayete göre Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse birisini kâfir diye çağırır yahut ona Allah’ın düşmanı diyecek olur da böyle olmazsa mutlaka o sözü gelip onu bulur Yani o söz ona döner
İbn Ömer’in rivayet ettiği hadisteki “eğer dediği gibi ise” ifadesi yüce Allah’ın hükmünde böyle ise demektir Yine Ebu Zerr’in rivayet ettiği hadiste “böyle değilse” yüce Allah’ın hükmünde böyle değilse demektir
Bu ikinci sakınca yani eğer hakkında kâfir dediği şahıs bundan uzak ise küfür vasfının diyene geri dönmesi gerçekten büyük bir mahzurdur ve kişiyi böyle bir tehlikeye düşmekle karşı karşıya bırakır Çünkü çoğunlukla görülen şudur: Bir müslümanı kâfirlikle nitelendirmekte elini çabuk tutan bir kimse amelini beğenen başkasını küçümseyen bir kimsedir Bunun sonucunda bu şahıs amelinin boşa çıkması sonucunu verebilecek şekilde amelini beğenmek ve yüce Allah’ın cehennem ateşinden azab görmeyi gerektiren kibri bir arada kendisinde toplamış bir kimsedir Nitekim Ahmed ve Ebu Davud’un zikrettikleri bir hadiste belirtildiğine göre Ebu Hureyre radıyallahu anh Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu zikretmektedir:
[size="4"]“Yüce Allah buyurdu ki kibriya (büyüklük ve azamet) benim ridamdır, azamet izarımdır Bunların herhangi birisinde kim benimle çekişirse, ben de onu cehennem ateşine atarım


[size="4"] İmam Ahmed, el-Müsned, II, 376; Ebu Davud, Libas, Bab-u ma cae fi’l-kibr, İbn Mace, Zühd, Babu’l-beraeti mine’l-kibr

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.