Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< A >> Acemi çaylak : Toy, tecrübesiz, beceriksiz kimse Acemilik çekmek : -1 Bir işte bilgisiz ve deneyimsiz olduğu içjn sıkıntı çekmek -2 Bir yerin yabancısı olduğu için bocalamak Acem kılıcı gibi İki tarafı (taraflı) kesmek: Yandaşlarına da, karşıtlarına da zarar vermek, her iki yanı da kırmak Acentadan çıkma : Yeni, gıcır gıcır (araba) Acı çekmek (duymak) : -1 Vücutta herhangi, bir yara, ezik vb nedeniyle aa duymak -2 Yaptığı bir işin kötü sonuçlanmasından ötürü üzülmek Acı gelmek (bir şey, birine) : Bir söz, durum, davranış ona dokunmak, onu üzmek Acından ölmek : -1 Çok acıkmış olmak -2 Açlıktan ötmek Acı kuvvet: Zorlayıcı, ezici güç Acısı çıkmak : Bir güçlüğün daha sonra olumsuz, kötü sonuçlarını görmek, yaşamak Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) : Üzüntü yaratan bir olay belleğinde, gönlünde derin iz bırakmak Acısını almak : -1 Act tadını gidermek -2 Sızısını, üzüntüsünü gidermek Acısını çekmek (bir şeyin) : Yapılan yanlış bir işin üzücü sonuçlarını görmek Acısını çıkarmak (bir şeyin) (bir kimseden) : -1 Uğradığı maddi ve manevi kayıpları gidermek -2 Zamanında gereği gibi yapılamayan bir-şeyi fırsatı düşünce fazlasıyla yapmak; telafi etmek, gidermek -3 Yapılan bir kötülüğe kötülükle karşılık verip öç almak; intikam almak Acı soğuk : Çok üşüten, sert soğuk Acı söylemek: Yanlış yolda olan bir kimseyi çekinmeden uyarmak, sert dille eleştirmek Acı tatlı: Hem hoş hem üzüntü verici olan Aciz bırakmak (birini) : Birini çaresiz, güçsüz duruma getirmek Aciz kalmak : -1 Hiç bir şey yapamayacak duruma gelmek -2 Bütün çabalarına karşın o işi yapamamak ; çaresiz kalmak Acze düşmek : Güçsüz kalmak, beceriksiz olmak Aç açına : Aç olarak, hiçbir şey yemeden Aç bülaç : Perişan, yoksul, bakımsız bir durumda Aç gözlü : Azla yetinmeyen, doymak bilmeyen (kimse) ; haris; gözü aç Aç gözünü, açarlar gözünü : Çok dikkatli ol, yoksa çok şeyler kaybedersin, act olaylarla karşılaşırsın” anlamında Açığa almak (birini) : Onu tam yetki ve sorumlulukla yaptığı, görevden almak Açığa çıkarmak (birini) (bir şeyi): -1 O kimsenin görevine son vermek ; onu kadrodışı bırakmak -2 Bir durumu fark ederek aydınlatmak -3 O şeyi kimyasal bir işlemle başka şeylerden ayırmak Açığa çıkmak: Bir durum başkalarınca anlaşılmak Açığa vurmak (bir şeyi) : -1 Gizli kalması gereken bir şeyi açıklamak, belli etmek -2 Bir davranış her şeyin belirtisi olmalı Açığı çıkmak : Onun sorumluluğundaki mal ya da para tutarında, tuttuğu hesapta, eksiği olduğu anlaşılmak Açığını bulmak (birinin): -1 Bir hesaplamada eksiğini ortaya koymak -2 Birini alt etmek için, bilinmeyen, gizli kalmış bir kusurunu, hatasını öğrenmek Açığını kapatmak (birinin) (bir şeyin) : -1 Birinin eksik bıraktığı işleri tamamlamak -2 Birini hesap açığını ödemek Açığını yakalamak (birinin) : Onun hesap hilesini, yalanını, hatalı bir işini fark etmek, bulmak Açık açık : Hiçbir gizli yön bırakmadan ; içtenlikle Açık ağızlı: Aptal görünüşlü, salak, sersem kimse için söylenir Açık alınla : Şerefle, şerefli bir biçimde, övünçle Açık bono (çek, kart) vermek (birine) : Bir kimseye bir konuda sınırsız yetki vermek, tanımak Açık elli: Cömert kimse için söylenir, eli açık Açık etmek (bir şeyi): Beili etmek (Kars İpucu vermek) Açık fikirli: Yeniliklere İlgi duyan, ayak uydurabilen ya da hoşgörülü bir tavır takınan (kimse) Açıkgöz: -1 Durumları, fırsatları en iyi değerlendirebilen, becerikli, uyanık (kimse) -2 Kurnaz, işini bilen, kendi çıkarını gözeten (kimse) Açık gözlük etmek : -1 Uyanık davranmak -2 Fırsatlardan yararlanmasını bilmek Açık hava : Bir binanın dışındaki yer Açık hava oteli: Geceyi sokakta geçirenler için sokak Açık kalpli: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini olduğu gibi söyleyen, samimi (kimse); açık yürekli Açık kapı bırakmak : Bir konuda kesin yargıya varmamak, o konuyu yeniden ele alabilme olanağını bırakmak Açık kapı bırakmamak : Bir konuda her türlü önlemi almış olmak Açık konuşmak: Gerçeği korkuya, çekinme duygusuna kapılmadan, gizlemeye gerek duymadan söylemek Açıklık getirmek (İzahetme) : Konuyu daha anlatılır kılmak Açık mektup : Herhangi bir kimseye, kuruma hitaben yazılan ve kamuoyunu etkilemek amacıyla basın organlarında yayımlanan mektup Açık olmak: Hiçbir şeyi gizlememek saklamamak; içten, samimi, art Açık oynamak: Hiçbir art düşüncesi, gizli niyeti olmamak Açık saçık : Yasa ve toplum kurallarına göre ayıp ve suç sayılacak ölçüde (giyim, söz; konuşmak) Açık seçik: Çok belirgin (biçimde), açık ve anlaşılır biçimde Açık söylemek : -1 Kolay anlaşılır bir biçimde söylemek -2 Çekinmeden söylemek Açık sözlü : Düşüncelerini açıkça belirten, İçten kimse için söylenir Açık şehir: Bir savaşta, savunmasız olduğu önceden ilan edilen şehir Açıkta bırakmak (birini) : -1 Ona herhangi bir iş ya da görev vermemek -2 Onu evsiz barksız bırakmak -3 Onu çeşitli kişilere sağlanan hizmetten yoksun bırakmak Açıkta kalmak: -1 Herhangi bir işe ya da kuruluşa girememek -2 Evsiz barksız kalmak -3 Çeşitli kişilere sağlanan hizmetten yoksun kalmak yararlanamamak Açıktan açığa: Herkesin gözü önüride, gizleyip saklamadan (Kars Göz göre göre) Açık teşekkür : Basın organları yoluyla, ilgili kimse ya da kuruluşa İletilen teşekkür türü Açık vermek: -1 Hesabı tutturamamak, gelir ile gider arasında denge kuramamak -2 Borçlu duruma düşmek -3 Kendini ele verecek söz söylemek ya da davranışta bulunmak -4 Gizlenmesi gereken bir şeyi farkında olmadan belli edivermek Açık yürekli: İçi dışı bir, dürüst kimse; Açık kalpli Açık yüreklilikle (yürekle): Hiçbir şeyi gizlemeden, samimi olarak Açılıp saçılmak : -1 (Kadın) Oldukça açık saçık giyinmeye başlamak -2 (Kadın) Oldukça serbest ve pervasız davranmaya başlamak Aç karnına : Boş mideyle, henüz bir şeyler yiyip içmeden Aç kurt (kurtlar) gibi: Aşın bir istekle Açlıktan gözü (gözleri) kararmak : Çok Acıkmak Açlıktan İmanı gevremek : Çok acıkmış olmak Açlıktan nefesi kokmak : Yoksul duruma düşmek Açlıktan ölmek: Dayanılamayacak ölçüde acıkmış olmak Açmaza düşmek: İçinden çıkılması zor bir durumla karşılaşmak Açmaza getirmek (düşürmek, sokmak) (birini) : Onu içinden zor çıkılır bir durumla karşı karşıya bırakmak Açtı ağzını, yumdu gözünü : “Kızgınlık, Öfke nedeniyle onur kına sözler söyledi” anlamında kullanılır (Kars Ağzına geleni söylemek) Ad almak : Kendisine ad verilmek Adama dönmek (benzemek) : Giyimi ve tavırlarıyla herkesçe beğenilir duruma gelmek, derlenip toparlanmak Adam almamak (bir yer); Orası çok kalabalık olmak Adam başına : Her bir kimseye Adam etmek (birini) (bir şeyi) : -1 O kimseyi topluma yararlı bir duruma getirmek, yetiştirmek -2 O şeyi onarıp yarayışlı duruma getirmek Adamına düşmek(adamını bulmak): -1 Bir iş gerçek sahibine verilmek; bir işi en iyi, en kolay yapan kimseyi bulmak -2 (Alay yollu) Karakterine güvenilmeyen kimseyle bir arada olmak, iş yapmak, karşılaşmak , Adam içine çıkamaz olmak (çıkamamak): Sıkılganlık, utangaçlık, yoksulluk, yüz kızartıcı bir davranış vb yüzünden İnsanların arasına karışamamak ^ Adam olmak : -1 Bir kimse, kendisini yetiştirip toplama yararlı bir duruma gelmek -2 Bir şey onarılıp işe yarar duruma gelmek Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek İster : “Söz konusu kimsenin yetişip topluma yararlı olması için daha çok uzun zaman çalışması gerekir” anlamında Adam sen de : “Aldırma, önem verme!” anlamında Adam yerine koymak (birini) : Ona hak etmediği değeri vermek A’dan z”ye kadar: Başından sonuna kadar, bütünüyle, baştan aşağı Âdet görmek : Kadının ayda bir dölyatağından kan gelmek; aybaşı olmak Âdet yerini bulsun diye : “Gerekli görüldüğü için değil, herkes öyle yaptığı, alışıldığı İçin” anlamında Adı çıkmak (birinin): Kötü bir adla anılır olmak Adı (bir şeye) çıkmak: Gerçekte öyle olmadığı halde, öyteymiş gibi tanınmak; ismi (bir şeye) çıkmak Adı duyulmak : Ünlenmeye başlamak; ismi duyulmak Adı geçmek: -1 Söz konusu edilmek -2 Adı yazılmak; ismi geçmek Adı kalmak : öldükten sonra da adı anılmak; ismi kalmak Adı karışmak (bir işe, olaya) : Söz konusu iş ya da olayda kendisinin de İlgili olduğunu söylenmek; ismi karışmak Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim : “Senin bulunduğun yere sezdirmeden bir yerleşeyim, bak sana ne oyunlar oynayacağım” anlamında Adım atmak : Bir işe başlamak, girişmek Adım atmamak (bir yere ) : Oraya hiç gitmemek, uğramamak Adım başı(na) : Birbirine yakın yerlerde Adımım denk (tek) almak : Bir işte dikkati davranmak Adını ağzına aptestte almak : Onu saygıyla anmak Adını koymak : Bir malın fiyatını, bir işin paraca karşılığını belirlemek Adı (bite) okunmamak: Ona hiç değer, önem verilmemek; iemi (bile) okunmamak Adını (bir şeye) çıkarmak : Kendini o şey gibi tanıtmak Adını (defterden) silmek : Onunla İlişkisini kesmek Adı sanı belirsiz: Kim olduğu, kimin nesi olduğu bilinmiyen Adı üstünde ; Apaçık belli, adından da anlaşılacağı gibi Adıyla sanıyla : Herkesçe bilinen adı ve ünüyle; ismiyle cismiyle Ad takmak (birine) : Ona niteliklerine uygun bir ad vermek; isim takmak Afakanlar basmak : bk Hafakanlar basmak Afişte kalmak : Bir oyun pekçok kez sahnelenmek, gösterimi sürmek Aforoz etmek (birini) : Kızılan, sevilmeyen bir kimse ya da kuruluşla bütün ilişkileri kesmek, onu dışlamak Afyonu başına vurmak: Öfkesinden ne yaptığını bilmeyecek duruma gelmek Afyonu patlamak : Kendine gelmek Afyonunu patlatmak: -1 Bir kimsenin keyfini bozup sinirlenmesine yol açacak davranışlarda bulunmak -2 Uyku sersemliğini gidermeye çalışmak Ağaç olmak : Birini ayakta uzun süre beklemek Ağına düşmek : Birinin tuzağına düşmek Ağır aksak : Pek yavaş, aralıklı olarak Ağır basmak : -1 Ağırlığı fazla gelmek -2 Bir yön, bir taraf daha üstün gelmek Ağır başlı : Ciddi, tutarlı (kimse) Ağır canlı: Çok yavaş davranan (kimse) Ağırdan almak : Bir işi yapmak konusunda gönülsüz davranmak Ağır duymak (işitmek) : Kulakları iyi duymamak Ağır elli : -1 İşlerini çabuk yapamayan (kimse); Ağır gelmek : -1 Ağırlığı fazla gelmek -2 Yapılması, tahammül edilmesi güç gelmek -3 Gücüne gitmek, kırmak, incitmek Ağır gitmek : Bir iş normal temposundan daha yavaş yürümek Ağır hastalık: Tehlikeli, Ölümle sonuçlanan hastalık Ağırına (ağrına) gitmek: Bir davranış İncinmesine, gücenmesine yol açmak, onurunu kırmak (Kars Gücüne gitmek, zoruna gitmek) Ağır İşitmek : bk Ağır duymak Ağır kanlı: Davranışları yavaş olan tembel, uyuşuk (kimse) Ağırlığım koymak (Bir şeye, bir şeyden yana): Etkisini, gücünü, onu desteklemede kullanmak Ağırlık basmak (çökmek) (birine) : Üzerine bir gevşeklik gelmek, uyuyacak duruma gelmek Ağırlık merkezi: Bir İşin en önemli kısmı Ağırlık vermek (olmak) (birine) (bir şeye) : -1 Bir kimseye sıkıntı vermek (Kars Yük olmak) -2 Bir şeye önem vermek, öncelik tanımak Ağır olmak : Sabırlı, ciddi, soğuk kanlı olmak Ağır söz: Kalp kıran, onuru zedeleyen söz Ağır top : Bir toplulukta sözü gecen, yönlendirme gücü olan kimse Ağır uyku : Derin uyku (Kars Deliksiz uyku) Ağız birliği etmek : Bir konuda aynı şeyler söylemeyi ya da yapmayı kararlaştırmak (Kars Aynı ağzı kullanmak) Ağız dalaşı (dalaşması): Sözle yapılan kavga Ağızdan ağıza : Biri ötekine, ötekisi de başkalarına söyleyerek Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinden çok farklı şeyler anlatmak Ağız dolusu (küfür, laf etmek) : Bol ve ağır (küfür, laf etmek) Ağız eğmek (birine) : Bir şeyi ondan yalvarırcasına istemek Ağız kalabalığına getirmek (birini): Konudışı sözlerle karşısındakini şaşırtıp amacına ulaşmak Ağız kokusu : Bir kimsenin dayanılması güç davranışları, sözleri, istekleri Ağız tadı: Bir toplulukta, dirlik düzenlik Ağız yapmak : Bir kimseyi sözle, davranışlarıyla oyalamaya, aldatmaya çalışmak Ağlama duvarına dönmek : Herkesin derdini döküp sızlandığı biri haline gelmek Ağlamaklı olmak : Ağlayacak gibi olmak Ağrısı tutmak: -1 Gebe kadının doğum şanoları başlamak -2 Herhangi bir ağrı varlığını duyurmaya başlamak Ağza alınmayacak (alınmaz) : Kaba, söylenmesi ayıp sayılan (söz) Ağzı (bir karış) açık kalmak: Bir olay ya da söz karşısında şaşırıp kalmak, donup kalmak Ağzı bozuk : Küfürlü konuşmayı huy edinen, küfürbaz (kimse) Ağzı burnu yerinde :Olduça güzel, yakışıklı (kimse) Ağzı çelik (teneke kaplı): Çok sıcak yiyecek ve içecekleri rahatlıkla yiyip içebilen kimse Ağzı dili kurumak : Bir şeyi bıkacak derecede çok tekrarlamak Ağzı dili varmamak : bk Dili varmamak Ağzı var dili yok: Pek konuşmayan, hakkını aramasını bilmeyen (kimse) Ağzı gevşek: Sır saklamasını beceremeyen, geveze (kimse) Ağzı havada : Neler olup bittiğinden haberi olmayan, şaşkın, alık Ağzı kalabalık : Yerli yersiz çok konuşan (kimse) Ağzı kara: -1 Kötü haberler veren (kimse) -2 Fitneci, çamur atan (kimse) Ağzı kulaklarına varmak : Bir olay, durum karşısında çok sevinmek Ağzı laf yapmak : Etkileyici, inandırıcı biçimde konuşmak Ağzına bir parmak bal çalmak: Bir kimseyi tatlı vaatlerle, önemsiz şeylerle oyalamak, avutmak Ağzına bir şey (çöp) koymamak : Hiçbir şey yememiş olmak Ağzına burnuna bulaştırmak (bir işi): Bir işi becerememek, berbat etmek, bozmak (Kars Yüzüne gözüne bulaştırmak) Ağzına geleni söylemek: Kızgınlık, öfke, vb etkisiyle kına ve kaba sözler söylemek (Kars Açtı ağzını yumdu gözünü) Ağzına kadar: Boş yer kalmamak üzere Ağzına (ağzınıza) sağlık: Yerinde, en uygun zamanında söz söyleyenlere iltifat olarak söylenir Ağzına sakız etmek (bir şeyi) : 0 şeyi devamlı konuşur olmak Ağzına sakız olmak: Bir kimsenin devamlı konuştuğu bir konu durumuna gelmek, dedikodu konusu olmak Ağzına sürmemek (koymamak) (bir şeyden): Söz konusu bir yiyecek, içecekse ondan hiç yememek, içmemek Ağzına tükürmek :Sıkıntı, aa veren bir şeye lanet okumak Ağzına vur, lokmasını al: Çok yumuşak başlı, sessiz, âciz (kimse) Ağzına yakışmamak : Ayıp sayılan ya da hayrete düşüren sözler söylemek Ağzında bakla ıslanmamak : Hiçbir sim saMayamamak, sır tutama-mak Ağzında büyümek : Bir yiyeceği sevmediği, karnı doyduğu, iştahsız olduğu için bir türlü yutamamak Ağzında gevelemek (bir şeyi): Onu açıkça söylememek Ağzından baklayı çıkarmak : Sabrı tükenip bildiklerini, düşündüklerini söyleyi vermek Ağzından bal akmak : Tatlı, etkileyici biçimde konuşmak Ağzından burnundan gelmek : bk Burnundan gelmek Ağzından burnundan getirmek : bk Burnundan getirmek Ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı işitmemek (duymamak) : Kızgınlık, öfke vb yüzünden çok ağır sözler söylediğinin farkında olmamak Ağzından düşürmemek (bir şeyi, birini, adını) : Her yerde, her zaman onun sözünü etmek Ağzından girip burnundan çıkmak : Çeşitli yollar deneyerek kandırmak, bir şeye razı etmek Ağzından kaçırmak : Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söyleyi vermek Ağzından kapmak: Bir kimsenin konuşmasından yarım yamalak bir şeyler öğrenmek Ağzından konuşmak (birinin): Başkası adına ya da başkasını taklit ederek konuşmak Ağzından laf almak (kapmak) : Bir kimseden çeşitli yolları deneyerek gizli tutulan şeylerle İlgili bilgiler edinmek Ağzından laf çalmak (çekmek): Bir kimseden birtakım mantık oyunlarıyla bilgi sızdırmak Ağzından lokmasını almak : Hakkı olan şeyi onun elinden almak Ağzından yel alsın : “Söylediğin kötü olayın gerçekleşmemesini dilerim” anlamında Ağzında yaş kalmamak : Bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemiş olmak (Kars Dilinde tüy bitmek) Ağzını açmak: -1 Konuşmak -2 Kına sözler söylemek, azarlamak, paylamak Ağzını aramak (yoklamak) (birinin) : Bir kimsenin belli bir konuda neler düşündüğünü öğrenmeye çalışmak Ağzını bıçak açmamak : Üzüntüsünden ya da başka bir nedenle konuşacak durumda olmamak Ağzını bozmak : Küfür ve hakaret dolu sözler söylemek, küfretmek Ağzını burnunu dağıtmak : Yumrukla feci şekilde dövmek, adamakıllı hırpalamak Ağzını havaya (poyraza, yele) açmak: Eline geçen fırsatı kaçırdıktan sonra, boş yere bir şeyler beklemek, ummak Ağzını hayra açmak : Hep kötü olasılıklardan söz etmek Ağzını kapamak (kapatmak) (biri) (birinin) : -1 Susmayı tercih etmek -2 Küçük bir çıkar karşılığında bir kimsenin konuşmamasını sağlamak Ağzını mühürlemek: Hiç konuşmamak, hep susmak : Ağzının içine bakmak : -1, Bir kimsenin sözlerini zevkle, dikkatle dinlemek -2 Onun sözlerini yerine getirmeye hazır olmak Ağzının içine girmek : Bir kimseye çok yaklaşmak Ağzının kokusunu çekmek : Bir kimsenin yerli yersiz İstek ve davranışlarına katlanmak Ağzının payını almak:Bir söz ya da davranışından ötürü hak ettiği karşılığı görmek; paylanmak, azarlanmak Ağzının payını vermek (birine): Bir kimseyi bir söz ya da davranışından ötürü paylamak (Kars Haddini bildirmek) Ağzının suyu akmak : Çok beğendiği, imrendiği bir şeyi elde etmek istemek, imrenmek Ağzının tadı bozulmak (kaçmak) : Kurulu düzeni, rahatı bozulmak, huzuru kaçmak Ağzının tadını bilmek : >1 Damak zevki olmak -2 Her şeyin güzelini seçmede usta olmak, Ağzını öpeyim (seveyim) : “Ne güzel anlattın, ne güzel haber verdin, sağ olasın” anlamında |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in AçıklamasıAğzını sıkı (pek) tutmak : Sır vermemek, boşboğazlık etmemek Ağzını sulandırmak: İmrendirmek Ağzını topla : “Konuşmana dikkat et, terbiyeli konuş!” anlamında Ağzını (çenesini) tutmak : İleri geri konuşmamak, sır saklamak Ağzını yoklamak : Ağzını aramak Ağzı pek (sıkı): Sır saklamayı bilen (kimse) Ağzı pis : Sövmeyi, açık saçık konuşmayı huy edinmiş (kimse) Ağzı sulanmak : Bir şeyi yeme, ya da elde etmek isteği duymak, ona imrenmek (Kars Canı çekmek) Ağzı süt kokmak : Çok genç, toy, tecrübesiz olmak Ağzı teneke kaplı: bk Ağzı çelikli Ağzı var dili yok: Sessiz sedasız, uysal, yumuşak huylu (kimse) Ağzı yanmak (bir şeyden): O şeyden (ötürü) zarar görmek, olumsuz yönde etkilenmek Ağzıyla kuş tutsa : “Ne yaparsa yapsın, en güç işleri bile yapsa da…” anlamında Aha gelmek (ah almak, antm almak): Kötülük ettiği bir kimsenin bedduasına uğramak Ahbap çavuşlar : İyi anlaşan, her zaman butikte görülen arkadaşlar (Kars ÇHfte kumrater) Ah çekmek: Üzüntü, özlem vb duygulan bffHrfrnek k>n içten gelen bir sesle “ah” demek Aheste beste : Yavaş, yavaş, nazlı nazlı Ahfeş’in keçisi gibi baş (başm) sanamak : Söylenen her şeyi anlamadan, dinlemeden doğrulamak; onaylamak Ahi çıkmak (ahi yvrde kalmamak) : Zulüm gören kimsenin bedduası etkisini göstermek Ahım şahım : Beğenilecek, olağanüstü bir yönü olmayan Ahini almak : bk Aha gelmek Ahı tutmak (birinin) : Bedduası, kötülük yapan kimseye etki etmek Ahi yerde katmamak : bk Ahi çıkmak Ahkâm çıkarmak : Kendi kuruntularına dayanarak birtakım yersiz yargılara varmak, sonuçlar çıkarmak Ahkâm kesmek : feir konuda yetkili olmadığı halde kesin yargılar ileri sürmek Ahkâm savurmak (yürütmek): Kendine göre sonuçlar çıkarmak, yetkisi dışında hükümler vermek Ahmak ıslatan : İnce ince yağan yağmur Ahireti boylamak: Ölmek Ahiret, suali: Yanıtlaması güç, gereksiz ve bıktırıcı soru; kabir suali Ahirette on parmağı (iki eli) yakasında olmak : Haksızlık yapan kimseden öbür dünyada davacı olmak Akıbetine uğramak (birinin): Aynı kötü duruma düşmek Akıl almak (danışmak, sormak) (birinden) : Ondan herhangi bir konuda bilgi, görüş, öğüt istemek Akılda katmak: Unutulmamak, hatırlanmak Akıldan çıkmak: Unutulmak; Akıl danışmak (birine): bk Akıl almak Akıl ermemek (erdirememek) (bir şeye): Onun ne olduğunu anlayamamak Akıl etmek (bir şeyi) : -1 Akıllıca bir iş yapmak -2 Önlem almak -3 Hatırlamak Akıl hocası: Birine yol gösteren kimse Akıl (âkil) kârı olmamak: Söz konusu iş akıllı bir kimsenin yapacağı türden bîr iş olmamak* Akıl küpü (kutusu, kumkuması) : Çok akıllı kimse, özellikle çocuk için şaka yollu söylenir Akıllara durgunluk vermek : Bir şey İnanılması guç, şaşırtıcı bir nitelikte olmak Akıllı uslu ; Ağır başlı, terbiyeli, dengeli (Kimse) Akıl öğretmek (vermek) (bir kimseye) : Oha ne yapacağını, nasıl davranacağını söylemek Akıl sır ermemek (birşeye): Bir şeyin niteliğini, gizli yönlerini hiç kimse anlayamamak Akıl sormak (birinden): bk Akıl almak Akıl tersletti: Dengesiz, hoppa, delişmen (kimse) Akıl var, yalan (izan) var ; ‘Fazla kafa yormana gerek yok, doğrusu işte meydanda’ anlamında Akıl vermek (birine): bk Akıl öğretmek Akıl yormak: Bir konuda çok düşünmek Akıl yürütmek : Aklını kultanmaK düşünme yeteneğini harekete geçirmek Akıntıya bırakmak (bir şeyi) : Olayların gelişmesini engellemeye çalışmadan sonucu kabullenmek (Kars İşi oluruna bırakmak) Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak bir iş için boşuna çaba harcamak Akla (hayale) gelmemek : Düşünülmemek, tasarlanmamak, hatırlanmamak Akla karayı seçmek: Bir işt başanncaya kadar çok zahmet çekmek Akla yakın : Herkesçe kabul edilebilir nitelikte olan Aklı almamak (bir şeyi): -1 Onu anlayamamak, kavrayamamak -2 Bir şeyin olabileceğine inanmamak, gerçekleşebileceğini düşünememe Aklı başına gelmek : -1 Kendine gelmek, ayılmak -2 Doğruyu yanlış* tan ayırabilecek duruma gelmek; gerçeğin farkına varmak, doğru yolu bulmak, uslanmak, (Kars Ayağı suya ermek) Aklı başında : Akıllıca davranışlarda bulunan (kimse) Aklı başından bir karış yukarı (yukarda) : Aklına esenleri düşünmeden yapan (kimse) Aklı başından gitmek: -1 Bayılmak, kendini kaybetmek -2 Sevinç ya da korkudan ne yapacağını şaşırmak -3 Sağlıklı düşünebilecek durumda olmamak Aklı başka yerde olmak: Bir iş yaparken başka şeyi düşünmek Aklı bîr karış havada : Dikkatsiz, dağınık, dalgın (kimse, genç) Aklı çıkmak: Korkmak, ne yapacağını bilememek Aklı dağılmak : Sağlıklı düşünememek, dikkatini bîr konu üzerine verememek Aklı durmak : Şaşırmak, düşünemeyecek duruma gelmek Aklı ermek (yetmek) (bir şeye): Çevresinde olup bitenleri, doğruyu yanlışı anlamaya başlamak; anlayacak düzeyde, durumda olmak Aklı fikri: Bütün düşüncesi, düşündüğü Aklı gitmek : -1 Çok korkmak -2 Çok beğenmek Aklı kalmak (bir şeyde, birinde) : Sevdiği, beğendiği bir şeyi düşünmekten kendini alamamak Aklı karışmak : Ne yapacağını bilememek, sağlıklı düşüneme mek Aklı kesmek : bk Aklı yatmak Aklına esmek: Hiç düşünmediği halde birdenbire bir şeyi yapmaya karar vermek Aklma gelmek: -1 Kafasında bir düşünce doğmak, tasarlamak -2 Hatırlamak Aklma getirmek : -1 Anımsatmak, hatırlatmak -2 Düşünmek, tasarlamak Aklına koymak (bir şeyi),(bir şeyi birinin): -1 Bir şeyi yapmaya kesin karar vermek -2 Başkasına akıl öğretmek Aklına sığmamak : Olabileceğine (olabildiğine) inanmamak Aklına şaşayım (şaşarım) : “Böyle akılsızca davranması, işler yapması beni şaşırttı” anlamında Aklına takılmak: Bir şey sürekli olarak kafasını meşgul etmek Aklına turp sıkayım : “Böyle düşünmen ya da yapman budalaca bir iş olur” anlamında Aklına uymak : Bir kimsenin düşüncesi doğrultusunda iş yapmak Aklında kalmak : Unutmamak, hatırlamak Aklından çıkmak : Unutmak, hatırlamamak Aklından çıkarmak (bir şeyi, birini) : Unutmamak Aklından geçirmek (bir şeyi, birini) : Onu hatırlamak, bir şeyi düşünmüş olmak Aklından geçmek : Bir kimseyi ya da şeyi düşünmek Aklından zoru olmak: Ancak bir delinin yapacağı türden işler yapmak, davranışlarda bulunmak Aklında tutmak (bir şeyi): -1 Onu unutmamak -2 İyice Öğrenmek, bellemek Aklını (başından) almak (bir şey, bir kimse) : -1 Birinin güzelliği karşısında büyülenmek -2 Birinin, ani bir davranışta bulunarak korkutmak Aklını başına almak (devşirmek, toplamak) : Delice, çılgınca davranışları bir yana bırakıp akıllı uslu olmaya çatışmak Aklını başından almak : bkAklını (başından) almak Aklını bir şeyle bozmak : Bir şey üzerine düşünerek, hep onunla uğraşıp durmak Aklını çelmek: -1 Niyetinden, karanndan caydırmak -2 Ayartmak, kandırmak (Kars Baştan çıkarmak) Aklını kaybetmek (kaçırmak, oynatmak) : -1 Deli gibi olmak -2 Delirmek, çıldırmak Aklının çivisi (tahtası) eksik : Dengesiz, aptal (kimse) Aklının ucundan (köşesinden) bile geçmemek : Onu daha önce hiç düşünmemiş olmak Aklını peynir ekmekle yemek : Delice, aptalca işler yapmak Aklını şaşırmak : Akılsızca işler yapmaya başlamak Aklı sıra : Aklınca, düşündüğüne göre, sözde Aklı sonradan gelmek : Hatasını anlayıp düzeltmeye çalışmak Aklı takılmak (bir şeye, birine) : Hep o şey, kimse üzerinde durup düşünmek Aklı yatmak (kesmek) (bir şeye) : O şeyin olabileceğine, onu yapılabileceğine İnanmak Ak pak : -1 Tertemiz -2 Saçı sakalı ağarmış -3 Beyaz tenli Aksi gibi: Yazık ki, maalesef Aksi gitmek (bir iş ) (bir kimseye) : -1 Bir iş olumlu, istenilen biçimde yürümemek -2 Birisine ters davranmak, onunla uzlaşmaya yanaşmamak Aksi şeytan (hay): İşler yolunda gitmediği, bir engel çıktığı zaman bunu vurgulamak için kullanılır Aksi tesadüf: Şanssızlık, aksilik Akşama sabaha : Kısa bir zaman sonra , pek yakında, yakın zamanda Akşamdan kalmak : Henüz geceki sarhoşluğun etkisinden kurtu I marn amış olmak Akşamdan sonra merhaba (sabahlar hayrolsun) : İş işten geçtikten sonra gösterilen ilgi, çaba hiçbir işe yaramaz’ anlamında Akşam üstü (üzeri): Güneşin batacağı sırada Alaca bulaca : Çok karışık renkli Alaca karanlık : Yan karanlık Alaka beslemek (duymak) (bir kimseye) : Ona ilgi duymak; ilgi beslemek Alaka çekmek (uyandırmak) (bir şey, kimse) : İlgi çekmek, ilgi uyandırmak Alaka görmek : bk İlgi görmek Alaka göstermek (bir şeye, kimseye) : bk İlgi göstermek Alakayı kesmek (bir şeyle, kimseyle): Onunla her türlü ilişkiye son vermek Alan razı, satan razı; “Bu ikisi anlaşmış, hiç kimsenin karışmaması gerekir” anlamında Al aptestin! ver pabucumu : ‘Senden gördüğüm yardım, uğradığım zarara değmedi, yardımdan vazgeçtim, yeterki zarar görmeyeyim” anlamında Alaşağı etmek (birini): -1 Onu hızla yere vurmak -2 Onu bulunduğu yerden (ya da görevden) indirmek, almak; devirmek Alavere dalavere : Hile, düzen, yalan dolan Alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete: Birtakım hilelerle bir işin bütün ağırlığını az bilgili, saf ve arkası olmayanlara yükleme Alaya almak (birini) : Onunla alay etmek, eğlenmek; onu küçümsemek, aşağılamak; makaraya a|mak, sarakaya almak Alay etmek (geçmek) (biriyle) : -1 Bir kimseyle gülünç yönlerini söz konusu edip eğlenmek -2 Şaka etmek -3 Küçümsemek, aşağfla-m ak Al birini vur Öbürüne : ‘Hepsi birbirinden beter” anlamında Aldığı aptest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işten elde edi*** kâr, bu işte uğranılan zararı karşılayamamak Aldırmazlıktan (aldırmamazlıktan) gelmek : Önem vermemek; kayıtsız kalmak Aldı yürüdü : “Kısa zamanda büyük gelişme gösterdi” anlamında Âlemi var mı? : Beğenilmeyen bir durum karşısında “Uygun mu? Yerinde mi?” anlamında söylenir; ne âlemi var? Alet etmek (birini) : Onu bilerek kötü binişte kullanmak; kötü işlerinin görülmesinde onu da ortak etmek Alet olmak (bir şeye): Bilerek ya da bilmeyerek kötü bir şeyde aracılık etmek Alev almak : -1 Tutuşmak, yanmaya başlamak -2 Coşmak, heyecanlanmak -3 Öfkelenmek Alev saçağı sarmak: Olay önlenemeyecek aşamaya gelmek Aleyhinde bulunmak (söylemek) : Onu çekiştirmek, kötülemek Aleyhine dönmek: -1 Bir kişiye karşı olumsuz tavır takınmak -2 Bir durum o kişi İçin tehlikeli olmaya başlamak / Aleyhine olmak (bir şey, bir kimsenin) : Bir iş bir kimsenin zararına yol açmak Al gülüm ver gülüm : Yapılan bir İşin hemen karşılığını bekleme Alı al moru mor: Koşmaktan, heyecandan, telaştan yüzü kıpkırmızı (bir şekilde) Alıcı gözüyle bakmak (bir şeye, birine): Ona çok dikkatli bakmak, onu dikkatlice gözden geçirmek Alın teri: Emek, çalışma Alın teri dökmek : Bir iş için büyük emek harcamak Alıp verememek (biriyle, bir şeyle) : Onunla arasında bir sorun olmak, anlaşamamak, geçinememek Alicengiz oyunu : Kurnazca, haince düzenlenen oyun Aİikıran başkesen : Bir çevrenin en zorba, kötü kişisi Alkış almak : Alkışlanmak, beğenilmek Alkış tutmak (birine) : -1 El çırparak alkışlamak -2 Bir kimseyi hem - alkışlamak hem de “yaşa, var ol” gibi sözlerle ululamak; övmek Alfa ha bir can borcu olmak : Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye borcu olmamak Allah acısını unutturmasın : ‘Allah’a bu acıyı unutturacak daha büyük bir felaket vermesin” anlamında Allah’a ısmarladık: Bir yerden ayrılırken orada kalanlara “Esen kal! Tanrı seni korusun” anlamında söylenen iyi dilek sözü Allah akıl fikir (akıllar) versin (birine): “Yaptıkları akıl ve mantığa sığmıyor, inşallah bundan sonra akıllanır” anlamında Allah Allah : “Ne garip, ne olacak şimdi?” anlamında Allah aratmasın : “Bir şeyin Allah eksikliğini göstermesin” anlamında şükür söızü Allah aşkına : -1 “Doğru mu söylüyorsun?” anlamında -2 “Allahını seversen” anlamında şaşkınlık, usanç, ısrar, rica, yalvarma, bildirir Allah bağışlasın : Tanrı sevdiklerini kötülüklerden korusun’ anlamında Allah bana, ben de sana : “Borcumu ancak elime para geçtiğinde ödeyebilirim” anlamında Allah bilir; -1 “Belli değil” -2 “Bana öyle geliyor ki” anlamında Allah bir yastıkta kocatsın : Yeni evlilere “Evliliğiniz ömür boyu olsun” anlamında söylenen İyi dilek sözü Allah dört gözden ayırmasın : “Allah çocuğu anansız babasız bırakmasın” anlamında Allah düşmanına vermesin : ‘O kadar büyük felaket ki” anlamında Allah ecil sabır versin : “Emeklerin boşa gitmesin” anlamında Allah etmesin : “Böyle bir şey olmamasını dilerim” anlamında Allah geçinden versin : “ölüm geç gelsin” anlamında Allah’ın günü : Her gün; her Allanın günü; Tann’nın günü Allah’ını seven tutmasın: “öyle öfkele/ıdi ki, kimse önüne geçmeye kalkmasfn” anlamında Allah için : Doğrusu, gerçekten Allah kuru iftiradan saklasın : “Allah iftiraya uğratmasın” anlamında Allah manda şifası versin (birine): Çok yiyenlere takılmak, onlan yermek amacıyla söylenir Allah ne verdiyse : -1 “Evde yiyecek olarak ne(ler) varsa” -2 “Elimize ne geçerse” anlamında Allah selamet versin : -1 Yolculuğa çıkanlara “Yolunuz açık olsun’ anlamında -2 Güçlük içinde olanları anarken kullanılır -3 Uzaktaki tanıdıkları ya da pek beğenilip tutulmayan kimseleri anarken kullanılır Allah taksimi: Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma (Kars Kul taksimi) Allah utandırmasın : “İnşallah bu iş de başarıyla bitirilir” anlamında Allah var (Allah’ı var) : ‘Doğrusunu söylemek gerekirse” anlamında Allah vere de : “İnşallah, temenni ederiz ki,” anlamında Allah vergisi: Doğuştan gelen özellik, yetenek Allah versin: -1 Dilenciyle konuşurken ‘Sana sadaka veremeyeceğim” anlamında -2 “İşinin yolunda olmasına ben de seviniyorum”anlamında -3 Kimi vakit durumu iyi olan kimselere şaka ve takılmak için söylenir |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in AçıklamasıAllah yarattı dememek: Acımasızca dövmek, hırpalamak, cezalandırmak Allah “Yürü ya kulum” demiş : “Kısa sürede her giriştiği işten para kazandı” anlamında Allak bullak etmek (bir şeyi) (birini) : -1 Onu karıştırmak, bozmak, darmadağınık etmek -2 Onu sağlıklı düşünemeyecek duruma getirmek (Kars Altüst etmek, karmakarışık etmek) Allak bullak olmak : -1 Düzeni bozulmak -2 Sağlıklı düşünemez duruma gelmek (Kars Altüst olmak, karmakarışık olmak) Allayıp pullamak (bir şeyi, kimseyi) : Onu süslemek, İlgi çeksin diye kötü yönlerini çarpıcı şeylerle donatmak Allem (etmek) kallem etmek : Amacına ulaşmak için her yola başvurmak Allı pullu : Süslü, gösterişli Alnı açık, yüzü ak : Dürüst, namuslu (insan) Alnından öpmek (bir kimseyi) : Onu çok beğenmek, kutlamak, takdir etmek Alnını karışlamak: Zor bir İşi yapacak olanın gücünü küçümsemek (Kars Meydan okumak) Alnının akıyla : Emeğiyle, namusuyla, şerefiyle Alnının damarı çatlamak : Bir İş başarmak için çok çalışmak, çok yorulmak Al takke ver külah : -1 Büyük çekişmelerden sonra -2 Çok samimi, senli benli AK etmek (birini) : Onu yenmek Altı kaval üstü şeşhane : Hiçbir parçası birbiriyle uyumlu olmayan Altında kalmamak (bir şeyin) : Gördüğü iyiliği ya da kötülüğü karşılıksız bırakmamak Altından çapanoğlu çıkmak : Bir işte birtakım pürüzlerle, beklenmedik durumlarla karşılaşmak Altından girip üstünden çıkmak : Parayı ya da malı savurganca harcayıp bitirmek, kısa sürede tüketmek Artından kalkmak : Zor bir işi yapmak, güç bir sorunu çözmek, başarmak Altını çizmek: Bir sözün, yargının, durumun önemini vurgulamak Altını üstüne getirmek: -1 Karmakarışık duruma getirmek -2 Bir şey bulmak için her yanı karıştırmak Altı okka etmek (birini): -1 Bir kimseyi kollarından ve bacaklarından tutup yukarı kaldırmak, aşağt indirmek -2 Ona büyük değer vermek Altlı üstlü : -1 Etek ve ceket gibi iki parça (giysi) -2 Alt ve üst katta olmak üzere Altta kalanın canı çıksın : “Bu güç koşullarla baş edemeyen yok olup gitsin” anlamında Alttan almak : Soğukkanlı ve yumuşak davranmak (Kars Aşağıdan olmak) Alttan atta : Gizlice, kimseye belli etmeden (Kars El artından, gizliden gizliye) Alt tarafı : -1 Geriye kalanı -2 Olup olacağı -3 “Değeri nedir ki” anlamında Alt üst etmek (bir şeyi) (birini) : -1 Onu karmakarışık etmek -2 Aramadık yer bırakmamak -3 Büyük zarar vermek -4 Ruhsal bunalım yaratmak Alt üst olmak : -1 Düzeni bozulmak, karmakarışık olmak -2 Rahatsızlanmak -3 Üzülmek, tedirgin olmak Aman aman bir şey olmamak: Herkesin beğeneceği bir şey olmamak Aman dilemek: Carimin bağışlanmasını dilemek, Aman vermemek (birine, bir şeye) : -1 Onu rahat bırakmamak, -2 Ona acımamak, merhamet etmemek Aman zaman demeye (fırsat) kalmadan : Çok çabuk, ne olduğunu anlamadan Amiyane tabiriyle : Halkın deyişiyle, halk ağzıyla, kaba bir söyleyişle Ana avrat dümdüz gitmek : Çok ağır küfretmek Ana baba günü : Çok kalabalık, karışık, telaşlı durum Anadan doğma : -1 Çınlçtplak -2 Doğuştan, sonradan değil Ana kuzusu (anasının körpe kuzusu) : Sıkıntı ve güçlüklere alışmamış nazlı kimse Anan güzel mi? : Yerine getirilmesi güç istekler karşısında “Nerede o bolluk?” anlamında Ananın ak sütü gibi helal etmek (bir şeyi) : Onu karşılıksız olarak bağışlamak Ananız (analar) taş yesin, yarımşardan (yarım yarım) beş yesin : “Sizin için fedakârlıkta bulunuyor görünüyorum, ama sizden daha kârlı çıkacağım” anlamında Anan yahşi baban yahşi demek : Bir kimseyi pohpohlayarak istediğini yaptırmak ya da elde etmek Anası ağlamak : Çok sıkıntı çekmek, eziyet çekmek Anası (onu) kadîr gecesi doğurmuş : Çok şanslı (kimse); kadir gecesi doğmuş Anasından doğduğuna pişman : -1 Çok tembel -2 Çok bezgin, bitkin Anasından doğduğuna pişman etmek (birini) : Eziyet ederek onu canından bezdirmek Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek : Bir işi yaparken çok sıkıntı ve güçlük çekmek Anasını ağlatmak : -1 Ona çok eziyet etmek, onu sıkıntıya sokmak -2 Bir şeyi hor kullanmak Anasının gözü : Çıkara, düzenbaz, uyanık (kimse) (KarsHin oğlu hin) Anasının körpe kuzusu : bk Ana kuzusu Anasının nikâhını istemek: Satılacak bir şeye değerinin çok üstünde fiyat biçmek, para istemek Anasını satayım : “Her ne olursa olsun, aldırdığım yok” anlamında Anca beraber kanca beraber: Bir işte iki ya da daha çok kimsenin, o iş kötü bile gitse birbirinden ayrılmamaları gerektiğini anlatır Anladımsa Arap olayım : ‘Anlatılanlardan hiçbir şey anlamadım’ anlamında Anlamazlıktan (anlama mazltktan) gelmek (anlamazlığa vurmak) ; Bir şeyi anladığı halde anlamamış, farkına varmamtş gibi davranmak Anlam çıkarmak : Ne anlama geldiğini anlamak; mana çıkarmak Anlam vermek : Yorumlamak, değerlendirmek; mana vermek Anlamına gelmek : Belirtildiği biçimde anlaşılmak; manasına gelmek Anlarsın ya : Herkesin bilmemesi gereken bir konuyu ima etmek için kullanılır Anlayıp dinlemeden : Yeterli bilgi edinmeden, iç yüzünü anlamadan Anlayış göstermek (birine) : -1 Onun yaptıklarını hoşgörüşle karşılamak -2 Ona istenen kolaylığı göstermek Ant içmek (etmek) : Bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya kutsal bir şeyi tanık gösterip söz vermek (Kars Yemin etmek) Ant vermek (birine) : “Allah aşkına”, “Çocuklarının başı İçin” gibi sözlerle birisini bir şey yapmaya ya da yapmamaya mecbur etmek; yemin vermek Apar topar : -1 Aceleyle, çarçabuk -2 Zorla ; yaka parça Aptal kutusu: Televizyon Aptesi gelmek : Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duymak Aptesi kaçmak : Aptest bozmak gereksinimi ortadan kalkmak Aptest almak: Din kurallarına göre yıkanmak Aptest bozmak: Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duymak Aptesti kaçmak : Yeniden aptest alması gerekmek Ara (aralarını) bozmak (açmak) : Kişiler arasındaki dostluğu, iyi ilişkileri bozmak Ara (aralarını) bulmak : Kişiler arasındaki sorunları, uyuşmazlıkları çö-zümleyip tarafları uzlaştırmak Arada bir: Seyrek olarak, nadiren Arada çıkarmak: Öteki işler arasında başka bir işi de yapıp bitiriver-mek Arada dağlar kadar fark olmak : Birbirinden çok farklı olmak Arada kalmak : Uyuşmazlıkları çözümlemek üzere girişimde bulunurken güç durumda kalmak, her iki yanı da hoşnut edememek Arada kaynamak: Karışıklık nedeniyle gereken ilgiyi, önemi görmemek Aradan çıkarmak : Daha büyük işlere ağırlık verebilmek için bir işi öncelikle bitirmek Aradan çıkmak : -1 İlgisini kesmek -2 Başka işler yapılırken o iş de bitirilmek Araları açılmak (bozulmak) : İlişkileri bozulmak Aralarından kara kedi geçmek : İki dostun arasına dargınlık, soğukluk girmek, gücenmek, küsmek Aralarından su sızmamak : İki kişi arasında çok iyi dostluk ilişkileri olmak Aralarını açmak : bk Ara bozmak Aralarını bulmak : bk Ara bulmak Arap saçı: Çözülmesi güç, karışık durum, iş Ara sıra : Seyrek olarak, nadiren, bazen Ara vermek (bir şeye) : Dinlenmek için o şeyi (işi) bir süre bırakmak; duraklamak, kesmek Araya girmek : -1 Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak -2 Bir iş yapılırken başka bir durum ortaya çıkıp o işi geciktirmek Araya koymak (birin) : Bir işin çözümü için sözü geçen birinin aracılık yapmasını sağlamak Araya soğukluk girmek : Dostluk ilişkileri zedelenmek Arayı açmak : -1 Bir şeyle kimseyle arasındaki mesafeyi artırmak -2 Bir kimseyi ziyarette gecikmek Arayıp sormak (birini) : -1 Bir kimse ile ilgili bilgi toplamak, haber sormak -2 Bir kimseyi ziyaret etmek, onunla İlgilendiğini göstermek Arayı soğutmak: -1 Bir olayın üzerinden zaman geçmesini beklemek -2 Eski dostluğu sürdürmemek Arayı uzatmak : Bir kimseyi ziyarette, arayıp sormada gecikmek Arayı yapmak: -1 Dargın olanları barıştırmak -2 İki kişi arasında dostluk ilişkisi kurmak Ar damarı çatlamak : Utanma duygusunu yitirmek, artık utanmaz olmak Ardı arkası kesilmemek: Birbiri ardınca gelmek, hiç ara vermeden sürüp gitmek Ardına düşmek (birinin, bir şeyin): -1 Herhangi bir amaçla onun arkasından gitmek, peşini hiç bırakmamak -2 ,Bir işi sonuçlandırmak için sürekli uğraşmak Ardından atlı kovalamak : bk Arkasından atlı kovalamak Ardı sıra : Arkasından, peşinden Arı kovanı gibi işlemek (bir yer) : Bir yerin gidip geleni, gireni çıkanı çok olmak Arına dokunmak : Bir şeyden alınmak, incinmek, utanmak Arı kovanına (yuvasına) çöp dürtmek (çomak sokmak) : Belayı üzerine çekmek, bela aramak; başına bela getirecek söz söylemek, davranışta bulunmak Arif olan anlasın (anlar) : “Çok açık söylenmiştir, anlayan anlar” anlamında Arka arkaya vermek : Dayanışma içinde olmak, işbirliği yapmak; sırt sırta vermek Arka bulmak (birinden) : Bir iş için onun desteğini sağlamak Arka çevirmek (birine) : Ona eski yakınlığını göstermemek; sırt çevirmek Arka çıkmak (birine) : Bir kimsenin koruyuculuğunu üstlenmek, haklarını savunmak Arkada kalmak : -1 Geriden gelmek, birlikte yürürken geride kalmak -2 Herhangi bir konuda ilerleyememek, ileri gidememek Arkadan arkaya : Gizlice, belli etmeden; sinsice (Karşjçten İçe) Arkadan (arkasından) söylemek (konuşmak) : Birisini o kişi yokken bir başkasına çekiştirmek; onun hakkında dedikodu yapmak; aleyhinde konuşmak Arkadan vurmak (birini) : Güvenilen bir kimse, beklenmedik bir anda kötülük etmek; ihanet etmek Arkadaş canlısı: Arkadaşı, arkadaşlığı çok seven Arka kapıdan çıkmak: Okuldan hiçbir şey öğrenmeden ya da başarısız olduğu için ayrılmak Arka planda : Geride, önemsiz Arkası alınmak : Sona erdirilmek, kesin olarak bitirilmek Arkası gelmek : Sürmek, devam etmek, kesilmemek Arkası kesilmek: Sona ermek, son bulmak Arkasına düşmek: -1 Bir kimsenin arkasından gitmek -2 Bir işi sonuçlandırmak İçin sıkı ve aralıksız bir şekilde çalışmak Arkasından (ardından) atlı kovalamak : Bir işi gereksiz bir çabuklukla ve telaşla yapmak Arkasından söylemek : bk Arkadan söylemek Arkasından teneke çalmak: Yuhalamak, kovmak Arkasında yumurta küfesi yok : Verdiği sözden vazgeçen, sık sık düşünce ve tavır değiştiren, bunda da sakınca görmeyen kimse ve onun durumu için söylenir; sırtında yumurta küfesi yok Arkasını almak (bir işin) : O İşi sona erdirmek, bitirmek Arkasını bırakmak: Vazgeçmek; artık ilgilenmez, uğraşmaz olmak; peşini bırakmak Arkasını çevirmek (birine, bir şeye) : Onunla ilgilenmez olmak, ona önem vermemek Arkasını dayamak (birine, bir şeye) : Güçlü bir kimsenin koruyuculuğunda olmak; sırtını dayamak Arkasını getirmek (getirememek) : Bir işi sürdürüp sonuçlandırmak (sonuçlandıramamak) Arkasını sığvamak (sıvamak, sıvazlamak) : Okşamak, övmek, iltifat etmek Arkasını (birine, bir şeye) vermek : Bir kimsenin koruyuculuğundan güç almak ona dayanmak yaslanmak Arkası pek : Bir kişi ya da şeyin koruyucuğuna güvenen (kimse); sırtı pek Arkası sıra : Arkasından, peşinden, ardından: peşi sera Arkası yere gelmemek : Başarısızlığa uğramamak, durumu sarsılmamak; sırtı yere gelmemek Arkası yufka : -1 ‘Güvendiği kimse pek güçlü değil” -2 Sevilen bir yemeğin ardından başka bir yemeğin’bulunmadığını belirtmek için söylenir -3 Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemiş olma durumu; sırtı yufka Arka üstü : bk Sırt üstü Armudun sapı, üzümün çöpü var demek : Her şeyde bir kusur but-mak, hiçbir şeyi beğenmemek Armut piş ağzıma düş : “Çalışmadan her şey ayağıma gelsin” diyen kişinin bu durumu için alay ve sitem yollu söylenir Ar namus tertemiz : Utanma, namus gibi niteliklerini yitirmiş (kimse) Arpa boyu kadar gitmek (bir işte) : Çok az önemsiz denecek ölçüde ilerlemiş olmak Arpacı (arpağcı) kumrusu gibi düşünmek : Çaresizlikler içinde, umutsuzca derin derin düşünmek (Karş Kara kara düşünmek) Arpalık yapmak (bir yeri) : 0 yeri sürekli çıkar kaynağı yaparak sömürmek Art düşünce (niyet) : Bir davranış ya da düşüncenin arkasına gizlenen kötü düşünce (niyet) Asabı bozulmak (gerilmek) : Sinirlenmek Asabına dokunmak (asabını bozmak) (biri, bir şey) : O kimse, şey sinirlenmesine yol açmak Asık surat: Küskün, üzgün, öfkeli insanın somurtkan yüzü Asıp kesmek : Keyfi ve zorbaca davranmak Askıda bırakmak (bir şeyi): Bir sorunu çözüme kavuşturmamak; tereddütte bırakmak, sonuçlandırmamak Askıda kalmak: -1 Bir iş, birtakım engeller çıkıp bitirilememek -2 Resmi bir belge belli bir süre belli bir yerde ilan edilmek Askıya almak (bir şeyi) : -1 Bir yapıyı birtakım dayanaklarla yıkılmaktan kurtarmak -2 Bir işin, birtakım nedenlerle gerçekleşmesini bir süre ertelemek (Karş Buzdolabına koymak) Askıya çıkarmak: Evlenecek kimselerin durumlarını bildiren belgeyi belli bir süre herkesin İncelemesine sunmak Aslanrpayı: Bir paylaşmada, en büyük pay Aslan sütü : “Rakı” için şaka yollu söylenir Aslan yürekli: Cesur, yiğit (kimse) Aslı astarı (faslı) olmamak: Yatan olmak, asılsız olduğu anlaşılmak Aslı çıkmak : Doğru, gerçek olduğu anlaşılmak Aslına bakmak : Bir şeyin esasını, gerçeğini araştırmak Astarı yüzünden pahalı olmak (gelmek): Bir, işin ikinci derecede önemli kısmına harcanan para ash için ödenen parayı aşmak Astığı astık, kestiği kestik : Zalim, acımasız, zorba (kimse) Aşağıdan almak : Sert çıkış yapmamak,yumuşak davranmak (Karş Alttan almak) Aşağı görmek (saymak) (birini, bir şeyi) : Onu beğenmemek, küçümsemek (Karş Hor görmek) Aşağı kalır yeri yok : “Nitelikleri bakımından başkalarından ya da benzerlerinden farkı yök” anlamında Aşağı kalmamak (birinden): Özellikleri ya da davranışları yönünden benzerlerinden geri kalmamak; aynı nitelikte, durumda olmak (Karş Geri durmamak) Aşağı kurtarmaz: -1 “Daha ucuza satılamaz, çünkü zarar edilir” -2 “Değerce daha aşağısını kendisine layık görmez” anlamlarında Aşağılık duygusu (kompleksi) : Kendisini herkesten küçük görme duygusu Aşağı tabaka : Halkın “avam” denilen, nitelikleri beğenilmeyen, kültür-süz-eğitimsiz sayılan kesimi Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık : İki karşıt güç, durum ya da konuda karar verme zorluğu Aşağı yukarı: Yaklaşık olarak (Kar Hemen hemen) Aşığı cuk (bek, bey, çift) oturmak: Her işi yoluna girmek, herşey istediği gibi gerçekleşmez Aşık atmak (biriyle): Bir kimseyle çeşitli konularda yarışa girmek; ondan aşağt kalmamak Açıklısı olmak (bir çeyln): O şeyin meraklısı, tutkunu, düşkünü olmak Aşırı gitmek (aşırıya kaçmak) : -1 Sının aşmak, ölçüyü kaçırmak -2 Usandırmak, bıktırmak Aşırı uç : Bir görüşün en ateşli, en yıkıcı kanadı Aşırılığa kaçmak: Bir konuda aşırı davranmak, alışılagelenin dışına çıkmak Aşka gelmek : O şeyi yapmak için büyük istek duymak; coşmak Aşk etmek : Hızla (tokat) vurmak Aşna fişna : Gizli dost, flört, oynaş Aşna fişna etmek : Gizli dostluk kurmak, oynaşmak, flört etmek Aş yermek: Gebe kadın kimi yiyeceklere aşın istek duymak, kimi yiyeceklerden tiksinmek; aşermek At başı (gitmek) : Beraber, bir hizada (gitmek) Ateh getirmek esk) Bunamak Ateş açmak (birine, bir şeye) : Ona silahla ateş etmek Ateş almak: -1 Tutuşmak, -2 (Silah İçin) Patlamak -3 Birdenbire öfkelenmek Ateş almaya mı geldin? : “Niye acele ediyorsun; ne acelen var?” anlamında Ateş bacayı (saçağı) sarmak: Bir iş çok tehlikeli, önüne geçilemeyecek bir duruma gelmek (Kars İş işten geçmek)’ Ateş basmak: Bir sıkıntı nedeniyle bunalmak, vücut ateşi artmak Ateşe atmak (kendini, birini): Çok tehlikeli bir işe girişmek yada birini çok tehlikeli bir işe sokmak Ateş etmek (birine, bir şeye) : Ona silahla mermi atmak Ateşe tutmak (bir şeyi) (bir yeri, kimseyi) : -1 Onu biraz ısıtmak -2 Ona ateşli silahla saldırmak Ateşe-vermek (bir yeri) : -1 Bir yeri kundaklamak, ateşle yakıp kül etmek -2 Çok telaşlandırmak Ateşi başına vurmak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek Ateşi düşmek: (Hasta için) Vücut ısısı azalmak Ateş kesmek : Karşılıklı olarak ateş etmeyi bırakmak Ateşle oynamak: Tehlikeli bir işe girişmek Ateş olsa cirmi kadar yer yakar : “Onu o kadar önemseme, ondan gelebilecek tehlikeyi göze aldık” anlamında Ateş pahası (pahasına) : Çok pahalı, fiyatı çok yüksek Ateş parçası: -1 Çok canlı, hareketli (kimse) -2 Yaramaz çocuk, ele avuca sığmayan (çocuk) Ateş püskürmek (saçmak) : Öfkelenip ileri geri konuşmak, ağır sözler söylemek Ateşten gömlek : Sıkıntılı, bunaltıa durum Ateş yağdırmak :Ateşli silahlarla sürekli atış yapmak At gözlüğü ile bakmak : Olayları dar açıdan görüp değerlendirmek Atı alan Üsküdar’ı geçti: “Fırsat elden kaçtı, artık yapılacak bir şey yok” anlamında Atıp tutmak: -1 Biri hakkında ileri geri konuşmak -2 Büyük işler yaptığını söylemek At oynatmak: -1 Üstünlük sağlamak -2 Yarışmak -3 Bildiği ve istediği gibi davramak At pazarında eşek osurtmuyoruz: “Beni dinle, boş şeyler söylemiyorum” anlamında Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu durumdan daha aşağı bir duruma düşmek Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işin sonucu, kazana o iş için harcanan emeği, parayı karşılamamak Attığı tırnak bile olamamak: Söz konusu kimseye göre çok değersiz olmak; tırnağı (bile) olamamak Avara kasnak işlemek : Boş yere çalışmak Avucunun içi gibi bilmek (bir yeri): Bir yeri çok iyi bilmek Avucunun içine almak (birini): Onu kendi etkisi, söz geçerliği altona almak, dilediği gibi yönlendirmek Avucunu yalamak: Umduğunu bulamamak Avuç açmak: Dilenmek, muhtaç duruma düşmek; el açmak Avuç dolusu : Pekçok; çok miktarda Avuç içi kadar (yer): Çok küçük (yer) Ayağa düşmek: Bir işe olur olmaz kimseler de karışır olmak Ayağa fırlamak: Bulunduğu yerden hızlıca kalkmak Ayağa kaldırmak (birini, herkesi): -1 Onlart telaşa, heyecana sürüklemek -2 Onlart kışkırtmak, isyan ettirmek Ayağa kalkmak: -1 (Hasta için) İyileşmek -2 Saygı gereği oturma durumundan ayakta durumuna geçmek Ayağı alışmak (bir yere) : Bir yere gidip gelmeyi, bir yerden alışveriş yapmayı alışkanlık haline getirmek Ayağı (ayakları) (birbirine) dolaşmak: Telaş, utanma, heyecan vb etkisiyle düzgün yürüyememek; ne yapacağını şaşırmak; yanlış bir davranışta bulunmak Ayağı çarıklı: Kurnaz, akıllı (kimse) Ayağı ile gelmek: Kendi isteğiyle çelmek Ayağı kaymak : Kötü yola düşmek Ayağına bağ olmak : İşine engel olmak Ayağına çabuk: Hızlı yürüyen, çabuk gidip gelen Ayağına çağırmak : Yanına gelmesini söylemek Ayağına dolaşmak (dolanmak) : -1 İş yapan birinin çevresinde dolaşıp iş yapmasına engel olmak -2 Yaptığı kötülüklerin karşılığını görmek Ayağına geçirmek (bir şeyi): Pantolon, pijama vb’yi giymek Ayağına gelmek: -1 Yanına gelmek -2 Emeksizce elde etmek Ayağına gitmek (birinin) : Saygı gösterip, alçak gönüllü davranıp yanına gitmek Ayağına (ayaklarına) kara su İnmek: Uzun süre ayakta kalıp yorulmak Ayağına sıcak su mu (şerbet mi) dökelim? : ‘Uzun süredir bize gel-miyordun; nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz” anlamında sitem yollu söylenir Ayağını alamamak: -1 Alıştığı yere gitmekten kendini men edememek -2 Ayağını oynatamayacak duruma gelmek Ayağını çekmek (bîr yerden): Sık gittiği yere artık gitmez olmak Ayağını denk almak : Birtakım tehditlere, tehlikeli durumlara karşı dikkatli, uyanık davranmak Ayağını kaydırmak (ayağının altına karpuz kabuğu koymak) : Bir kimseyi birtakım bahanelerle, uydurma gerekçelerle işinden, görevinden uzaklaştırmak Ayağını kesmek: -1 Devamlı gittiği yere artık gitmez olmak -2 Bir kimsenin bir yere devamlı gidip gelmesinin önüne geçmek Ayağının (ayaklarının) altına almak (birini) : Onu feci şekilde dövmek, hırpalamak Ayağının altında olmak (bir yer birinin) : Bulunduğu yerden geniş bir alanı görür durumda dmak Ayağının attına karpuz kabuğu koymak : bk Ayağını kaydırmak Ayağının pabucu olamamak (biri başkasının) : Değerce ondan aşağı olmak Ayağının tozuyla : Yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden Ayağını sürümek : -1 Ardından başkalarının gelmesine yol açmak -2 Ölmek üzere olmak -3 Bir işi ağırdan almak -4 Bir yerden uzaklaşmayı geciktirmek Ayağını vurmak : Ayakkabı ayağını sıkmak, yara etmek Ayağını yorganına göre uzatmak : Giderini gelirine göre ayarlamak Ayağı (ayaklan) suyu ermek (değmek) : Gerçekler umduğu gibi çıkmadığı için düş kırıklığına uğramak (Kars Aklı başına gelmek) Ayağı uğurlu : Geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kimse) Ayağı (ayakları) yere değmemek : Sevinçten yerinde duramamak Ayak altında dolaşmak : Bir işe yaramadığı halde herkesin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak Ayak bağı: İş yapmaya engel olan şey Ayak basmak (bir yere) : -1 Bir yere inmek, varmak -2 Bir şeye başlamak, girmek Ayak diremek : Kendi görüş ve tutumunda ısrar etmek, onu ısrarla savunmak Ayakkabı vurmak (sıkmak) : Ayakkabı ayağı rahatsız etmek Ayaklar attına almak (bir şeyi) : Önemli, kutsal, değerli şeyleri çiğnemek, hiçe saymak Ayakları dolaşmak : bk Ayağı dolaşmak Ayakları geri geri gitmek : Bir yere isteksizce gitmek, oraya gitmek istememek Ayakları yere basmak : Gerçekçi, sağduyulu olmak Ayaklı canavar : Yaramaz çocuk Ayaklı kütüphane : Genel kültürü zengin olan kimse Ayak takımı: Bilgisiz, görgüsüz kimseler için kullanılan aşağılama sözü Ayakta tutmak (bir şeyi) (birini) : -1 Ortadan kalkmasının, çökmesinin önüne geçmek, sürekliliğini sağlamak -2 Sağlıklı olmasını, iş yapabilmesini sağlamak Ayakta uyumak : Olup bitenlerin farkına varamayacak kadar dalgın ve şaşkın durumda bulunmak Ayak uydurmak (birina, bir şeye): -1 Yürüyüşte adımları başkalarının adımlarına uydurmak -2 Bir başkasının davranışlarına uygun davranmak; bir değişikliğe uyum sağlamak Ayak üstü : Ayakta durarak, ayakta olarak Ayak yapmak : Birisini kandırmaya çalışmak Ayasofya’da dilenip Sultanahmet’te sadaka (zekât) vermek : Geçimini sağlayabilmek için başkalanndan yardım almasına rağmen kendisi elindekini başkalarına vermek Ayaza çekmek : Hava çok soğuk olmak Ayaz paşa kol geziyor (kola çıktı): ‘Hava çok soğuk” anlamında Aybaşı olmak: Âdet kanaması başlamak; âdet görmek Ayda yılda bir : Çok seyrek olarak, nadiren; arada bir Ayda yılda bir namaz, onu da şeytan kömaz : “Çok seyrek olarak iyi bir iş yapmaya kalkar, fakat bir bahane bularak ondan da cayar” anlamında Ay dede : Çocuk dilinde ay Ayıbını yüzüne vurmak : Bir kimsenin hatasının yüzüne* karşı söylemek Ayıkla pirincin taşını: “İşler öyle karmakarışık oldu ki, gel de işin içinden çık!” anlamında Ayıptır söylemesi: -1 “Öğünmek gibi olmasın” -2 “Bunları söylemek ayıptır; ama beni bağışlayın söylemek zorundayım” anlamında Aykırı düşmek : Uygun gelmemek, çelişmek (Kars Ters düşmek) Ayna tutmak (bir şeye) : Onu yansıtmak, göstermek Aynı ağzı kullanmak: Aynı şeyleri söylemek, («arş Ağız birliği etmek) Aynı kapıya çıkmak : Aynı sonuca varmak, sonuç olarak hiç değişmemek; bir kapıya çıkmak Aynı telden çalmak : Hemen hemen aynı şeyleri söylemek Aynı yolun yolcusu : Yazgıları aynı olanlardan her biri Ay parçası: Çok gürel (kız) Ayran gönüllü : Bir şeyden kısa sürede bıkan (kimse) Ayranı kabarmak : -1 Öfkelenmek -2 Aşırı cinsel istek uyanmak Ayrısı gayrisi olmamak: Dost olanlar birbirlerinden hiçbir şeylerini esirgememek, yakın dost olmak Ayrı tutmak : Farklı davranmak Ayvayı yemek : Çok kötü, tehlikeli bir duruma düşmek, zarara uğramak Ayyuka çıkmak : Ses çok yükselmek, fazlalaşmak Aza çoğa bakmamak: Bir şeyin niceliğine değil, eline geçtiğine önem vermek Azar işitmek : Söylediği bir söz ya da yaptığı bir davranıştan ötürü laf işitmek, azarlanmak, paylanmak Az buçuk (az çok} : Biraz, bir parça, şöyle böyle Az buz (bir şey) olmamak : Bir şey azı m sanacak kadar olmamak Az çok ; Bir parça; oldukça Az daha : bk Az kalsın Az değil: “Göründüğü gibi değil” anlamında Az gelmek : Yetmemek, yeterli olmamak Azınlıkta kalmak : -1 Bir oylamada bir görüşe olumlu ya da olumsuz oy verenlerin sayısı az çıkmak -2 Sayıca az oldukları için varlık gösterememek; ekalliyette kalmak Azizlik etmek : -1 Muziplik etmek, şaka yapmak -2 Beklenmedik, şaşırtıcı bir durumla karşı karşıya bırakmak Az kalsın (kaldı) (az daha) : “Bir iş olmak üzereydi, hemen hemen olacaktı” anlamında Azrail’e bir can borcu kalmak (olmak) : -1 Bütün borçlarını ödemek -2 Eninde sonunda Öleceğini kabul etmek Azrail’in elinden kurtulmak: Ölümden kurtulmak, ölüm tehlikesini atlatmak Azrail’le burun buruna gelmek : Ölümle karşı karşıya gelmek Az ye de, (kendine) uşak tut: “Ben senin uşağın mıyım ki ikide bir bana iş buyuruyorsun?” anlamında hafif yollu azarlama sözü |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< B >> Baba adam : Yaşlı, hoşgörülü, yardımsever adam Babaları tutmak (üstünde olmak): Sinir ve öfkeden bağırıp çağırmak, çok öfkelenmek Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur : “Yeteneğim, gücüm ancak bu kadarını yapmama elveriyor” anlamında Babasının hayrına : “Hiçbir çıkar elde etmeden, sadece İyilik olsun diye” anlamında Bacak kadar: Ufak tefek; kısa boylu (kimse) (KarşEI kadar) Badire(yi) atlatmak : Tehlikeli durumu geçiştirmek Bağ bozmak : Mevsim sonunda bağdaki üzümleri toplamak Bağdaş kurmak: Sol ayağını sağ bacağın, sağ ayağını da sol bacağın altına alıp oturmak Bağlandığı yerde otlamak : Yerinde saymak, hiçbir ilerleme göstermemek Bağrına basmak (birini): Sevgi gösterip onu koruyuculuğuna almak Bağrı yanık : Çok dertli, acılı (kimse) Bahar başına vurmak (birinin) : -1 Havalar iyice ısınmadan İnce giyinmek -2 Coşkun, taşkın, aşırı davranışlarda bulunmak Bahis açmak (bir şeyden, kimseden) : Onun hakkında konuşmaya başlamak, ondan söz etmek Bahse girmek (biriyle): Onunla herrjangi bir konuda kendi görüşünün doğru olduğuna ilişkin iddiaya girmek Bahse tutuşmak (biriyle): Karşılıklı bahse girmek; iddialaşmak Bahtı açık: İşleri yolunda giden; talihi açık, şansı açık, kısmeti açık Bahtı bağlı olmak: -1 İşleri İstediği gibi yürümemek -2 Evlenecek çağa gelmiş kıza kısmet çıkmamak; kısmeti bağlı olmak Bahtı kara : Talihi kötü olan Bahtına küsmek : İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar olmak; şansına küsmek, talihine küsmek Bakış açısı: Bir olayı, durumu belirli bir açıdan, yönden inceleme; görüş açısı Bakkal çakkal: Bakkal, kasap, manav gibi esnaf için küçümseme yollu kullanılır Bakkal defteri: Düzensiz, karalanmış, yıpranrmş defter Baklayı ağzından çıkarmak: Gizli tuttuğu şeyleri açıklamak, söyleyemediği şeyleri sabrı tükenince söylemek Baldın çıplak: -1 İşsiz güçsüz (kimse) -2 Serseri Bal gibi: Pekâlâ, adamakıllı, çok iyi, gereği gibi Balık eti, balık etinde : Şişman değil, ama dolgunca (KarşEtine dolgun) Balık istifi: Çok sıkışık , üst üste, kalabalık olarak Balık kavağa (kurbağa ağaca) çıkınca : “Olmayacak şeyler olursa” anlamında kullanılır Balon uçurmak : Asılsızca haber yaymak Batta olmak (birine): Birisinden ısrarla, bıkkınlık verdirecek ölçüde bir şeyler istemek; ona asılmak Baltayı taşa vurmak : Farkında olmadan karşısındakini rahatsız edecek, kızdıracak söz söylemek (Kars Çam devirmek, gaf yapmak, pot kırmak) Bam teline basmak (dokunmak) (birinin) : Bir kimseyi duyarlı olduğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, davranışta bulunmak Bana (sana, ona) göre hava hoş : “Öyle ya da böyle olması benim (senin, onun) için fark etmez” anlamında Bana mısın dememek : Zorlu bir işe, etkene vb’ye dayanmak, bunlardan hiç etkilenmemek Bardağı taşıran son damla : Sonunda insanın sabrını tüketen, olumsuz tepki yaçatan söz, davranış vb Bardaktan boşanırcasına : (Yağmur için) Çok miktarda, şiddetli Barut fıçısı gibi: -1 Her an bir çatışmanın çıkabileceği olasılığı bulunan (yer) -2 Çok kızgın, öfkeli, sert (kimse) Barut kokusu gelmek (burnuna) : Savaş ya da tehlikeli bir şey otaca-ğını sezmek Basamak yapmak (bir şeyi, birini) : Bir kimseden ya da durumdan, daha yüksek bir yere gelebilmek için yararlanmak Basıp geçmek: -1 Önündekini geçmek -2 Ona uğramamak -3 Ona Önem vermemek Basıp gitmek : Bir yerden çabucak ayrılmak, uzaklaşmak Basireti bağlanmak : Olabilecekleri sezdiği halde uygun biçimde dav-ranamamak Baskına uğramak : -1 Düşmanın anı ve beklenmedik saldırısına uğramak -2 Suçüstü yakalanmak -3 Bir doğa afetinden büyük ölçüde etkilenmek Baskın çıkmak (birinden, bir şeyden): Ondan üstün olmak, onu geride bırakmak Baskın yapmak : -1 Bir kimseyi suçüstü yakalamak İçin bulunduğu yere ansızın girmek -2 Düşmana beklemediği bir anda saldırı düzenlemek -3 Haber vermeden konuk gitmek, ziyarete gitmek Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği yere uğursuzluk götürmek; çok şanssız olmak Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını bilememek Baston yutmuş gibi (yürümek): Sallanmadan, dimdik (yürümek) Başa baş : Eşit, denk, aynt Başa çıkarmak (bir işi) (birini) : -1 Bir işi sona erdirmek -2 Onu çok şımartmak Başa çıkmak (biriyle); Ona gücünü kanıtlamak, istediğini yaptırabilmek (Kars Yola getirmek) Başa geçmek: -1 Yönetici mevkiine geçmek, yönetimde en üst yeri almak -2 önem bakımından ilk sıraya geçmek Başa (bir şey) gelmek : Kötü bir durumla karşılaşmak Başa güreşmek: -1 Yağlı güreşte; güreşçiler, başpehlivanlık sanını kazanmak için yarışmak -2 En üstün dereceyi almak için mücadele etmek Baş ağrıtmak : Çok konuşarak dinleyenlere bıkkınlık vermek Baş alamamak : bk Başını alamamak Baş aşağı: -1 Başı yere yönelik biçimde -2 Başından aşağıya (yere) doğru Baş aşağı gelmek : -1 Tepesi üstü düşmek -2 Bütün işleri alt üst olmak Baş aşağı gitmek: Durumu gittikçe kötüleşmek, sürekli kötüye gitmek Baş baş : Küçük çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini başlarına götürmelerini sağlamak için söylenen söz Baş başa : Birlikte, beraberce; kafa kafaya Baş başa vermek : Görüş alışverişinde bulunmak amacıyla bir araya gelmek, bir iş için güçlerini birleştirmek; kafa kafaya vermek Baş belası: Sürekli rahatsız eden ve bir türlü kurtulunamayan (kimse, şey); başının derdi (Kars Tatlı bela) Baş döndürücü : -1 (Hız ve sürat için) Olağanüstü -2 Baygınlık verici -3 Korku verici, korkutucu -4 Sarhoş edici -5 Çok büyük, büyük hayranlık uyandıran Baş edememek (bir şeyle, biriyle) : -1 O işi basaramamak; o işin üstesinden gelememek -2 O kimsenin sö* ve davranışlarını düzelte-memek Baş eğmek (birine) : Güçlü, sözü geçer bir kimsenin buyruğuna uymayı kabul etmek (Kars Boyun eğmek) Baş etmek (bir şeyle) (bir kimseyle) : Onu yenmeye gücü yetmek, o konuda başarı kazanmak Baş göstermek : -1 Ortaya çıkmak, belirmek, gözükmek -2 (Güneş için) Doğmak Baş göz etmek (birini) : Onu evlendimek, evermek Baş göz olmak : Evlenmek, evlendirilmek Başı ağrımak : Bir işi, kararı vb nedeniyle sorumlu olmak; bu konulardaki olumsuzluklardan etkilenmek, üzülmek Başı altından çıkmak (birinin) : Kötü bir durum onun tasarım ve girişimiyle meydana gelmek; kafasının atfından çıkmak Başı belada olmak : Büyük bir felaketle, sıkıntılı bir durumla karşı karşıya olmak Başı belaya girmek : Üzücü, tehlikeli bir durumla karşılaşmak Başı boş bırakmak (birini) (bir şeyi) : Onu de netle meyi p kendi haline bırakmak Başı boş kalmak : Denetim altında bulunmamak, karışanı görüşeni olmamak Başı (baş) çekmek: -1 Bir işte ön ayak olmak, bir işin yapılmasında Öncü olmak -2 Halayın başında bulunup oyunu yönetmek Başı dara düşmek (başı daralmak) : -1 Sıkıntılı bir durum içinde’ olmak -2 Paraca darlığa düşmek Başı darda (kalmak, olmak) : Sıkıntı içinde (olmak) Başı derde girmek (düşmek) : Üzücü, sıkıntı verici bir durumla karşılaşmak Başı dik (dimdik, alnı açık) ; Onurlu; onurlu biçimde Başı dertte (olmak) : Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak) Başı dinç (olmak): Herhangi bir kaygısı/sorunu olmayan (olmamak), huzur içinde yaşayan (yaşamak) Başı dönmek: -1 Dengesini yitirip düşecek gibi olmak -2 Kötü bjr «şey karşısında karşısında bunalmak, sıkılmak -3 Görkemli, ilk kez - görülen bir şey karşısında şaşırıp kalmak -4 Ulaştığı zenginlik ya da mevki nedeniyle şımarıkça davranışlarda bulunmak Başı dumanlı: -1 (Dağ için) Tepesini, doruğunu sis bürümüş -2 İçkiden sarhoş olan ya da sevgi nedeniyle kendinden geçen (kimse); kafası dumanlı -3 Açık seçik düşünebilecek, karar verebilecek, durumda olmayan (kimse) Başı eğik (olmak, kalmak): Söz söyleyemez, direnemez, mahcup durumda (olmak); kafası eğik Başı göğe ermek (değmek) : Beklenmedik bir anda büyük bir mutluluğa kavuşmak; bundan ötürü çok böbürlenmek (Kimi zaman alay’ yolu kullanılır) Başı hoş olmamak (bîr şeyle), (biriyle) : -1 Ondan hoşlanmamak -2 O kimseyle arası bozuk olmak; kafası hoş olmamak Başı için (birinin) : Değer verilen kişinin hayatı sözkonusu edilerek kullanılan ant ya da yalvarma sözü Başı kabak: -1 Saçları dökülmüş -2 Başında şapka, başörtüsü vb olmayan Başı kalabalık olmak: Yanında iş, konuşma vb nedenlerle birçok kimse bulunmak Başı kazan gibi olmak : -1 Gürüjtü, vb’den çok rahatsız olmak -2 Çalışmak vb’den dolayı zihinsel yorgunluk duymak; kafası kazan gibi olmak Başımla beraber : Memnuniyetle, seve seve, hiç rahatsız olmaksızın Başına bela etmek (birini, bir şeyi) : Onu kendisine sıkıntı verecek bir durumu getirmek; o şeyin kendisini tedirgin edecek duruma gelmesine neden olmak Başına bela kesilmek : Bir kimse ya da şey, sıkıntı verecek, dert olacak duruma gelmek Başına bela olmak : Bir şey ya da kimse sıkıntı verir duruma gelmek Başına bela sarmak : Birisine bir şeyi musallat etmek, o şeyin onu rahatsız etmesine yol açmak Başına belayı satın almak : Rahatsız edici, üzücü olduğu sonradan anlaşılan bir işe kendi isteğiyle girişmiş olmak Başına bir şey (bela, bokluk, hal, İş, kaza vb) gelmek : Kötü bir duruma düşmek, istenmeyen bir durumla karşılaşmak Başına bitmek (birinin) : İstemediği halde yanına gelip bir türlü ordan ayrılmamak, ısrarlı isteklerde bulunmak Başına buyruk : -1 Hiç kimseden izin almak gereğini duymadan, İstediği gibi davranan -2 özgür, bağımsız (bir biçimde) Başına çalmak (bir şeyi) : -1 Bir şeyle vurmak -2 Bir şeyi öfkeyle geri vermek ; kafasına çalmak Başına çıkarmak (birinin) : Onu çok şımartmak; tepesine çıkarmak Başına çıkmak: Birinin hoşgörüsünü, yakınlığını fırsat bilip şımarıkça davranmak; tepesine çıkmak Başına çorap örmek : Birini kötü duruma düşürmek için gizli plan hazırlamak; çorap örmek Başına dikilmek : Başucunda durmak, rahatsız etmek; tepesine dikilmek Başına iş açmak : Zor, zorunlu bir işe kendi İsteğiyle girişmek Başına kakmak : Yaptığı iyiliği, iyilik yaptığı kimsenin yüzüne karşı söyleyerek onu incitmek; kafasına kakmak Başına kalmak : Bir işin yapılması, bir kimsenin bakımı, ağırlanması onun görevi olmak Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal, boyun eğen (kimse) (Kars Yumuşak baştı) Başından aşağı kaynar sular dökülmek : bk Başından kaynar su dökülmek Başından atmak (defetmek) (birini) (bir şeyi) : -1 Rahatsızlık veren, artık sıkıa olan bir kimseyle olan ilişkiye son vermek -2 Yapılması güç olan ya da çok zaman alacak olan bir işi bırakmak Başından büyük işlere girişmek (kalkışmak) : Bilgi, beceri ve yetkisini aşan işleri yapmak istemek, bunlara yeltenmek Başından geçmek: Söz konusu olayı (olayları) yaşamış olmak; söz konusu durumla daha önce karşılaşmış olmak Başından (aşağı) kaynar su (sular) dökülmek : Üzücü, utandırıcı bir olay, durum karşısında büyük bir sıkıntı duymak; vücudunu sıcak bir ter basmak; kafasından kaynar su dökülmek Başından savmak (bir şeyi, bir kimseyi) : Onu herhangi bir bahane ile uzaklaştırmak Başında olmak (bir durum birinin) : Aynı sıkıntılı durumu yaşamakta olmak Başında paralansın (parçalansın) : Yapılan bir iyilik çok söylendiğinde ya da pek bir işe yaramadığında, o iyiliğin artık istenmediğini belirten iîenç sözü; kafasında paralansın Başını ağrıtmak : -1 Gereksiz, yersiz sözlerle bunaltmak -2 Tedirgin etmek, uğraştırmak, can sıkmak; kafasını ağırtmak Başını (baş) alamamak (bir şeyden): O şeyden kendisini bir türlü kurtaramam ak Başını alıp gitmek (kaçmak, savuşmak): -1 Hiç kimseye danışmadan, haber de vermeden bulunduğu yerden uzaklaşmak -2 (Fiyat, ücret, faiz vb) Gittikçe artmak, yükselmek Başını (başında) beklemek: Bir kimseyi, şeyi korumak, gözetlemek Başını belaya (derde) sokmak (salmak) : Hiç gereği yokken bir kimseyi sorumlu kılan, başını ağrıtan bir duruma itmek Başını boş bırakmak: Bir şeyi ya da kimseyi kendi haline bırakmak; denetim altına tutmamak Başını dinlemek : Kalabalıktan, gürültüden uzak, sessiz sakin bir yerde dinlenmek; kafasını dinlemek Başını döndürmek : -1 (Korku, içki, tütün vb) Baygınlık vermek, bayılacak duruma getirmek -2 Çok beğenmek, büyük bir ilgi duymak Başını ezmek: Birisini bir daha kötülük yapamayacak duruma getirmek, yok etmek; kafasını ezmek Başını gözünü yarmak : Bir işi istenildiği gibi yapmamak; o işi kusurlu, eksik bir biçimde yapmak; kafasını gözünü yarmak Başını (bir şeyden) kaldırmamak (kaldıramamak) : -1 Bir işi yaparken hiç ara vermemek, o işin gidişini bozacak başka bir iş yapmamak; kafasını kaldırmamak -2 Hasta bir türlü iyileşip ayağa kalka-mamak; kafasını kaldırmamak Başını kaşımaya vakti olmamak (başını kaşıyacak durumda olmamak) : İşleri çok ve sıkışık durumda* olmak; kafasını kaşımaya vakti olmamamak Başının artından çıkmak (bir şey, birinin): Kötü bir şey birinin, kurnazca hazırladığı bir plana göre yapılmak; kafasının altından çıkmak Başının çaresine bakmak: İçinde bulunduğu güç durumdan kendi olanaklarıyla kurtuluş yolu aramak Başının derdi: (özellikle çocuklar için sitem yollu söylenir) Çok rahatsızlık veren, eziyet eden; baş belası Başının etini yemek : Birisinden ısrarla, bıkkınlık verecek ölçüde bir şeyler istemek; kafasının etini yemek Başını şişirmek : Çok konuşmak ya da gürültü vb ederek başının ağrımasına yol açmak; kafasını şişirmek Başını taşa (taştan taşa) vurmak : Bir fırsatı kaçırınca ya da başarısızlığa uğrayınca çok üzülmek, kafasının taştan taşa vurmak Başını yakmak (birinin) : Onu tehlikeli bir duruma sokmak, zarar sokmak Başını yemek (birinin): -1 Bir kimsenin tehlikeli, güç bir duruma düşmesine yol açmak -2 Öldürmek, ölümüne yol açmak -3 bk Başının etini yemek Başın (başınız) sağ olsun: Bir yakını ölmüş kimseye söylenen teseli sözü Başı önünde: -1 Terbiyeli, uslu (kimse) -2 Utangaç, mahcup (kimse) Başı sıkışmak (sıkılmak) : Herhangi bir güçlükle karşılaşmak Başı sonu belli değil: Çok düzensiz, karmakarışık Başı (başı beyni) şişmek: Gürültü, yorgunluk vb’den çok rahatsız olmak; kafası şişmek Başı tutmak: Gürültü, fazla konuşma, üzüntü ya da başka bir nedenle başı ağrımaya başlamak; kafası tutmak Başı yerine gelmek : Kafası dinlenmiş, yorgunluğu gitmiş olmak; kafasın yerine gelmek Başı yukarda : Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş (kimse) (Kars Burnu havada) Baş kaldırmak (bir şeye, birine) : Ayaklanmak, İsyan etmek, karşı gelmek Baş kıç belli değil: “Burada, bu toplulukta tam bir kargaşa, düzensizlik hâkim: Kim yönetici; kimler yönetiliyor belli değil” anlamında Baş koymak (bîr şeye): Bir ülkü, amaç uğruna ölümü bile göze alıp uğraşmak Baş tacı etmek (bîrin): Ona büyük saygı göstermek, değer vermek Başta gelmek: En ön sırada olmak, üstün durumda bulunmak; önde gelmek Başta gitmek : En ileri, en üstün, durumda bulunmak Baştan aşağı (asağa) (Baştan ayağa); Başından sonuna kadar; bütünüyle; tepeden tırnağa Baştan başa : Bütünüyle, her yönüyle, iyice,bir uçtan Öbür uca kadar (Kars Tepeden tırnağa) Baştan çıkarmak (birini) : Onu etkileyerek kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak; ayartmak Baştan çıkmak: Yasadışı, ahlakdışı yollara sapmak;, kotu insan olmak Baştan savma (iş): Özen göstermeden, gelişigüzel bir biçimde yapı*** (iş) Baştan savmak: bk Başından savmak Belasını aramak : Kendisi için tehlikeli bir durum yaratmak (Kars Canına susamak, eceline susamak, kanına susamak) Belasını bulmak : Yaptığı kötülüklerin karşılığını bulmak, cezasını çekmek Belaya çatmak : Tedirgin edici bir durumla ya da kavgacı biriyle karşılaşmak Bel bağlamak (birine, bir şeye): Ona güvenmek, inanmak Bel bel bakmak : Şaşkın şaşkın bakmak Belge almak : İki yıl aynı sınıfta üst üste kalan öğrenci, okuldan uzaklaştırılmak Beli bükülmek : Yaşlılık nedeniyle bir iş yapamaz duruma gelmek Beli gelmek : Cinsel İlişki sırasında boşalmak Belini bükmek (bir şey, bir kimse birinin): O, söz konusu kimsenin çaresizlik içinde kıvranmasına yol açmak Belini doğrultmak: İşlerini düzene koymak (Kars (İşi) yoluna koymak) Belini kırmak: -1 Fena halde dövmek -2 Hırpalamak, bir şey yapamaz duruma getirmek -3 Bir işin en güç kısmını yapıp bitirmek, kolaylaştırmak Belirli belirsiz: Çok az belli olan, zorlukla seçilebilen Belli başlı: -1 En önemli, başlıca -2 Belirli Belli belirsiz: Çok az belli olan, kolayca sezilemeyen Bel vermek: -1 (Duvar için) Ortası kamburlaşmak -2 (Tavan için) Aşağı doğru sarkmak Benden günah gitti (Benden söylemesi) : “Ben görevimi yaptım, gerekeni söyledim; bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem’ anla-, mında Benden sonra tufan : Kendinden sonrakileri, sonra olacakları düşünmeyen kimsenin tutumunun yanlışlığını belirtmek için söylenir Benden uzak olsun da, Mısır’a sultan olsun : “Söz konusu kimse, nerede, hangi mevkide olursa olsun, yeterki benden uzakta bulunsun” anlamında Bende (sende, onda) o göz var mı? : “Bunlara inanacak kadar saf mıyım? (saf mısın?) , (saf mı?)” anlamında Ben derim bayram haftası, o anlar mangal tahtası: “Benim söylediklerimden bambaşka şeyler anlıyor, anlamlar çıkarıyor” anlamında Ben diyorum hadımım, o diyor (soruyor) oğul uşaktan neyin var (çoluk çocuktan ne haber?) : “Ben gücüm olmadığını, bu işi yapamayacağımı söylüyorum; o hâlâ benden yardım istiyor, birtakım işler yapmamı umuyor” anlamında Benim diyen : Kendine çok güvenen (insan) Benim oğlum bina olur, döner döner yine okur: Hiçbir sonuca varmadan aynı şeyleri yineleyip duran kimse için alay yollu söylenir Benzi atmak (uçmak) : Korkudan ya da heyecandan yüzü sararmak; beti benzi atmak Benzi kül gibi olmak : Korkudan yüzünden kan çekilmek, yüzü sapsarı olmak Benzine kan gelmek : İyileşmek, canlanmak Berabere kalmak: Bir oyunda her iki tarafın da aldığı sayılar eşit olmak, yenişememek Bereket versin (bereket ki, bereket versin ki) : -1 “Tanrıya şükür ki” anlamında yaşanılan kötü bir durum için söylenir -2 “Tanrı size bol para versin” anlamında iyi dilek sözü Besledik büyüttük danayı, (şimdi) tanımaz oldu anayı: “0 kimseyi biz yetiştirdik, bu hale getirdik, şimdi yüzümüze bile bakmıyor” anlamında |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in AçıklamasıBeş aşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak; üç aşağı beş yukarı Beş beter: Çok kötü Beşik kertme nişanlı (beşik kertiği) : Daha beşikte iken ailesi tarafından nişanlanmış Beşinci kol: Düşmanla iş birliği yaparak ülkeyi içten çökertmeye çalışan örgüt Beş kardeş (yemek): Tokat (yemek) Beşlik simit gibi kurulmak: Önemli bir kişiymiş gibi kasılarak oturmak Beş para etmez : “Hiçbir değeri yoktur” anlamında Beş paralık etmek (birini) : Ayıplarını söyleyip onu küçük düşürmek Beş paralık olmak: Ayıpları ortaya döküldüğü için küçük düşmek Beş parasız : Yoksul, parasız Bet bet bakmak: Kötü bir şey yapacakmış gibi bakmak Beterin beteri: En kötü sanılandan daha kötü olan şey İçin söylenir Beti benzi kalmamak (atmak, uçmak, kireç kesilmek): Korku, üzüntü vb nedeniyle yüzünden kan çekilmek; benzi atmak Beti bereketi olmamak (kaçmak) : -1 Yiyecek çabuk tükenir olmak -2 Paranın satın alma gücü düşmek Beyaz kömür: Elektrik enerjisi Beyaz oy : Kabul oyu Beyaz perde : Sinema, sinema sanatı Beyaz zehir : Eroin, uyuşturucu madde Bey devesi (danası) gibi yan gelip geviş getirmek : Hiçbir işe el sürmeden keyfince yiyip içmek, yaşamak Bey gibi yaşamak: Bolluk içinde yaşamak Beyhude yere : Boş yere, gereği yokken, boşu boşuna; yok yere Beyin göçü: Özellikle azgelişmiş bir ülkenin yetişmiş, nitelikli bilim adamlarının çalışmak üzere gelişmiş ülkelere gitmesi olgusu Beyin yıkamak : Çeşitli yöntemler uygulayarak birisini belirli bir düşünceyi benimsemeye zorlamak Beyin yormak : Bir konu üzerinde çok düşünmek; kafa yormak Beylik söz: Herkesçe kullanılan, basamakalıp söz Beyni atmak: Çok kızmak; tepesi atmak Beyni bulanmak (uyuşmak): Sersemlemek, sağlıklı düşünemez duruma gelmek Beyninden vurulmuşa dönmek : Kötü bir haber alıp, hiçbir şey düşünmeyecek duruma gelmek Beyni sulanmak : Bunamak, sağlıklı düşünebilme gücünü yitirmek Bezginlik gelmek (birine bir şeyden) : 0 şeyden yorulmak, bıkmak, usanmak Bıçak kemiğe dayanmak : Sıkıntı, 2ahmet, artık dayahılamayacak bir duruma gelmek Bıçak sırtı: -1 Çok az (fark, zaman), -2 Çok yakın (aralık) (Kars Kıl payı) Bıkkınlık gelmek (birine) : Ondan bıkmak, usanmak, bunalmak Bıkkınlık vermek (birşey birine) : Bir şeyi tekrarlaya tekrar I aya karşısındakini usandırmak Bıyığı (bıyıkları) terlemek : Bıyığı yeni çıkmaya başlamak Bıyık altında gülmek : Birinin içinde bulunduğu duruma alay ederek, belli etmeden gülmek Bıyık bırakmak : Bıyıklarını kesmeyip uzatmak Biçilmiş kaftan : Bir işe, kimseye en uygun , en elverişli olan Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir şeyden etkilenmeyip, doğru saydığı davranışını sürdürmek (Kars Gürültüye pabuç bırakmamak) Bildiğini okumak (yapmak): Başkalarının sözüne kulak asmadan istediği gibi davranmak Bile bile : Bilerek, isteyerek; kasıtlı olarak, kasten Bile bile lades : Aldandığını bildiği halele hiç itiraz etmeme, bunu kabul etmiş görünme Bileğine güvenmek : Kendi gücün, bilgisine, yeteneğine güvenmek, Bileğinin hakkıyla : Kendi çalışması ve gücüyle Bilincine varmak (bir şeyin) : O şeyi iyice anlamak, kavramak; gerçekliğini görmek Bilir bilmez: Yarım yamalak bilerek; eksik bilgi ile Bilmezlikten (bitmemezlikten) gelmek: Bilmiyor görünmek Bilmiyorsun (bilmediğin) bu boku, git mektebinde oku : “Mademki bu şeyi bilmiyorsun, niçin uğraşıp duruyorsun? Bari öğren, sonra gel, uğraş” anlamında Binde bir: Çok seyrek olarak; nadiren Bin dereden su getirmek : Birini kandırmak için bir yığın gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk dereden su getirmek Bindiği dalı kesmek: Yarar sağladığı bir şeyi ortadan kaldırmak, kendisi için zararlı duruma getirmek Bini aşmak : Çok fazla olmak Bini bir paraya : Pekçok, bol Binin yarısı beş yüz (o da bizde yok) : “Tasalanmana gerek yok” anlamında avutma sözü Bin kat: Başka şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde çok Bin pişman olmak: Yaptığı şeyden çok pişman olmak Bin tarakta bezi olmak : Çok şeyle uğraşmak Bin yaşa : Çok yaşa anlamında Bir abam var atarım nerede olsa yatarım : “Yalnız yaşayan bir kimseyim, basit bir yaşama tarzım vardır, her yerde kalabilirim” anlamında Bir ağızdan : Hep birlikte, beraberce Bir âlem : Kendine özgü şaşırtıcı nitelikleri olan Bir allahın kulu : Herhangi bir kimse Bir an : Çok kısa bir süre Bir an önce (evvel) : Olabildiğince çabuk Bir anlamda : Anlamlarından birine göre Bir anlık: Pek kısa bir süre içinde olan Bir ara (aralık) : -1 Bir süreç içindeki kısa bir süre; -2 Eskiden, eski bir zamanda Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz Bir araya gelmek : Toplanmak; buluşmak Bir araya getirmek: -1 Derlemek, toplamak -2 Birleştirmek Bir arpa boyu yol gitmek : Önemsiz denecek kadar az ilerleme sağlamak Bir aşağı bir yukarı (dolaşmak, yürümek) : Amaçsızca, bir yerde oradan oraya (dolaşmak, yürümek vb) Bir atımlık (atım) borutu olmak (kalmak) : Bir konuda yapabileceği pekaz şey kalmak; gücü, olanakları tükenmeye başlamak Bir ayağı çukurda (olmak) : Çok yaşlanmış (olmak); ölüme epeyce yakın (olmak) Bir bakıma : Değişik bir görüşe göre, başka bir yönden bakılırsa Bir baltaya sap olmak : Belirli bir iş tutmak, bir meslek sahibi olmak Bir bardak suda fırtına koparmak : Önemsiz denecek kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu yapmak Bir başına : Yalnız olarak, yanında hiç kimse bulunmadan Bir baştan (uçtan) bir başa (uca) : Bir yerin bir sınırından öbür sınırına kadar Bir ben bilirim, bir de Allah : “Çektiğim sıkıntı ve üzüntüleri ben ve Tanrı’dan başka kimse bilmez” anlamında Bir bildiği olmak : Kendine göre bir düşüncesi olmak Bir bir: Teker teker, ayrı ayrı Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkmak Birbirine girmek: -1 Kavga etmek -2 Heyecanla oraya buraya koşuşmak Birbirinin gözünü oymak : Aralarındaki geçimsizlik nedeniyle kavga etmek Birbirini yemek : Sürekli kavga etmek, anlaşmazlık içinde olmak Bir bu eksikti: “Dertler, sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu çıktı” anlamında Bir çırpıda : Çabucak, çok kolay biçimde Bir çift söz : Birkaç söz Bir çuval inciri berbat (murdar) etmek : Yolunda giden bir işi, yanlış bir hareketle ya da sözle bozmak • Bir daha:-1Bir kez daha, ikinci kez-2Artık,ondan sonra, hiçbir zaman Bir dediği bir dediğini tutmamak : Söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak Bir dediğini (söylediğini) iki etmemek (ikiletmemek): Onun her istediğini yerine getirmek Bir dediği iki olmamak (edilmemek): Her isteği yerine getirilmek Bir defa (kere) : -1 Olup biten bir durumu anlatan cümlelerde, artık o şeyin geçmiş olduğunu, geri dönülemeyeceğini anlatır -2 Her şeyden önce, ilkönce, hele -3 Asıl önemlisi, her şeyden önemli olarak Bir dereceye kadar: Makul bir ölçüye kadrar, belli bir noktaya kadar; nispeten Bir deri bir kemik (kalmak) : Vücutça çok zayıf (düşmek), zayıflamış (olmak) Bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğnemek : Faydası az zahmeti çok bir işle uğraşmak Bir dizi: Birçok, bir yığın Bir dokun bin ah işit (dinle) (kase-i fağfurdan ): “İnsanların dertlerini biraz deşmeye gör; hemen her türlü şikâyetlerini dile getirirler” anlamında Bir don bir gömlek (kalmak, bırakmak) : Yarı çıplak, yoksul bir durumda (kalmak, bırakmak) Bir dostluk kaldı: Satıcıların malları azaldığı zaman kullandıkları özendirme sözü Bir düziye : Sürekli olarak, aralıksız; bidüziye, biteviye Bire bir (gelmek): (İlaç için) Kesin ve etkili (olmak) Bir elin beş parmağı gibi: Birbirinden hiç ayrılmayan; aralarında herhangi bir ayırım gözetilmeyen (kimseler) Bir eli yağda bir eli balda (olmak) : Zenginlik, bolluk içinde (olmak) Bire (beş, on, yüz…) vermek : (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) Toprak atılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek Bir günden bir güne : Hiçbir zaman Bir güzel: Çok iyi, iyice, güzel bir biçimde Bir hal olmak : -1 Bir şeyi çok yapmaktan usanmak, bıkmak; fenalık gelmek -2 Davranışlar, huyu değişmek -3 Birkazaya uğramak, ölmek Bir hayli: Oldukça çok, epeyce Bir hiç uğruna : Amaçsızca, boşu boşuna Bir hoş : -1 Tatlı bir hoşluk içinde olan -2 Garip, yadırgatıcı, tuhaf Bir İçim su : Çok güzel (kadın, kız) Bir iğne bir iplik kalmak : Bir üzüntü, hastalık vb nedeniyle çok zayıflamak Bir iki demeden (derken) : Karşısındakine vakit bırakmadan, hiçbir şekilde duraksamadan’ Bir kalemde : Toptan, bir işlemde Bir kapıya çıkmak : Hepsi aynı sonuca varmak, aynı anlama gelmek; aynı kapıya çıkmak Bir kaşık suda boğmak (birini) : Bir kimseye çok kızmak; kin duymak Bir kenara bırakmak (bir şeyi): Orta Önem vermemek, onu dikkate almamak Bir kenara çekilmek : İlgisini kesmek; sorumluluk almamak Bir kere : Aslında, gerçekte Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telaş olmak Bir kol çengi: Espirili söz ve davranışlarıyla çevresine neşe saçan kimseler için söylenir Bir kofluğa iki karpuz sığdırmak : Aynı zaman içinde iki işi birden yapar durumda olmak Bir köroğlu bir ayvaz: Kan kocanın çocuklarının olmadığını, yalnız yaşadıklarını belirtmek için söylenir Bir köşeye ayırmak (atmak, koymak) (bir şeyi): Bir şeyi gerektiğinde kullanmak üzere bîr yere koymak, biriktirmek, saklamak Bir köşeye çekilmek: Etkin görevi bırakmak (Kars İnzivaya çekilmek) Bir kulağından girip öteki (öbür) (bir) kulağından çıkmak : Söylenilenlere önöm vermemek, hiç uymamak, onları dikkate almamak (Kars Kulak asmamak) Bir lokma bir hırka : Azla yetinmeyi, dervişçe yaşamayı anlatan haya) görüşü Bir nalına bir mıhına : bk Hem nalına, hem mıhma Bir paralık etmek (birini): Onu utanılacak bir duruma düşürmek, rezil etmek; beş (on) paralık etmek Bir paralık olmak : Değersiz, onursuz, kötü duruma gelmek; beş (on) paralık olmak Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan kurtulmak için çok büyük bir zararı göze almak Bir punduna getirmek : Bir iş için en uygun durum ve zamanı yoklamak; punduna getirmek Bir saati bir saatine uymamak: Tutum ve davranışları sürekli değişmek, tutarsız olmak; saati saatine uymamak Bir sıkımlık canı olmak : Kısa boylu, cılız ve güçsüz olmak Bir sürü : Çok sayıda, pekçok, birçok Bir şeyciği kalmamak: İyileşmek, iyi olmak Bir şeye benzememek : İşe yarar, beğenilir ve istenir durumda olmamak Bir şeyler (şey) olmak : -1 Huy ve davranışları değişmek -2 Fenalık gelmek, bayılacak gibi olmak -3 Herhangi bir kötü durum başından geçmek Bir tahtası eksik : Pek akıllı olmayan, delice İşler yapan (kimse); tahtası eksik Bir taşla iki kuş vurmak : Bir davranışla, yararlı iki sonuç elde etmek Bîr tek atmak : Bir kadeh içki içmek Bir temiz : Adamakıllı, iyice, güzelce Bir toh : Çok, çok miktarda Bir tuhaf,: Garip, alışılmadık, yadırgatıcı (biçimde) Bir tuhaf olmak : Üzülmek, yadırgamak, ne yapacağını bilememek Bir tuhaflığı olmak: Kendini iyi hissetmemek, rahatsızlığı olduğunu anlamak Bir tutmak (görmek) : Aynı derecede görmek, farksız olduğunu kabul etmek, eşit saymak Bir türlü : -1 Ne yapıp yapıp; hiçbir biçimde -2 (Yinelemeli biçimde) Bir eylemin yapılması ile yapılmamasının aynı derecede tedirginlik verici olduğunu belirtir -3 Bir başka çeşitten Bir vakitler (bir vakit) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda; bir zamanlar (Biri, bir şey) bir yana, dünya bir yana : Bir kimseye ya da şeye aşırı ölçüde değer verildiği zaman kullanılır Bir yastığa baş koymak : (Bir erkek bir kadın) Evlj olmak, hayatını evli olarak sürdürmek Bir yaşına daha girmek : Şaşılacak yepyeni bir durumla karşılaşmak Bir yerde : Belli bir aşamada, belli bir noktada, bir bakıma Bir yığın : Birçok, pekçok, çok miktarda Bir yolunu bulmak : Amaca ulaştıracak çareyi, fırsatı, İmkânı bulmak Bir zamanlar (zaman) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda Bitkin düşmek : Çok yorulmak ; halsiz düşmek Boca etmek (bir şeyi) : Onu birdenbire ters çevirip içindekileri boşaltmak Boğaz boğaza gelmek : Kavga etmek; gırtlak gırtlağa gelmek Boğazı kurumak :Çok konuştuğu için su içmek gereksinmesini duymak; damağı kurumak Boğazına basmak : Birini bir işi yapması için zorlamak; gırtlağına basmak Boğazına dizilmek (boğazından geçmemek) : İştahsızlık vb nedenlerle yemeğin tadına varamamak Boğazına düğümlenmek ; Heyecan, korku, vb yüzünden söyleyeceklerini söylememek Boğazına düşkün : Yemeği ve içmeyi çok seven (kimse); gırtlağına düşkün Boğazına kadar borca girmek: Çok borçlanmak ; gırtlağına kadar borca girmek Boğazına sarılmak : Kavgaya girişmek, peşini bırakmamak; gırtlağına sarılmak Boğazından kesmek: Para arttırmak için yiyeceğinden kısıntı yapmak; gırtlağından kesmek Boğaz kavgası: Geçimini sağlamak için uğraşma Boğaz tokluğuna (çalışmak) : Sadece karnını doyurma karşılığında (çalışmak) Boğuntuya gelmek : Aldatılmak, kandırılmak Boğuntuya getirmek : Şaşırtma yoluyla birisine yüksek fiyatla mal satmak ya da düşünmesine fırsat vermeden bir şeyi kabul ettirmek Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, defetmek, işine son vermek Bol keseden atmak : Yerine getirilmesi güç vaatler bulunmak Bombardıman etmek (birini) : Bir kimseye ağır sözler söylemek Borca batmak: Borcu çok olmak Borca girmek ;* Borçlanmak Borç bilmek (bir şeyi): Bir şeyi yapmayı, kendisi için zorunlu bir görev olarak kabul etmek Borç bini aşmak (borç gırtlağa çıkmak): Borç, ödemesi güç bir duruma gelmek Borç harç : Borçlanarak, borca girerek Borçsuz harçsız : Hiç borca girmeden Boru mu (bu)? (boru değil) : “Küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil” anlamında Borusunu çalmak (birinin): Çıkar sağlanan kimsenin hoşuna gidecek, düşüncelerine uygun düşecek davranışlarda bulunmak Borusu ötmek: Nüfuzu olmak, sözü dinlenmek, sözü geçmek Bostan korkuluğu : Görevini yapmayan, etrafına sözünü geçiremeyen kimse Boşa çıkmak : Gerçekleşememek, sonuç vermemek; boş çıkmak Boşa gitmek: Hiçbir işe yaramadan yok olmak; havaya gitmek Boşa koysam dolmaz, doluya koysam almaz: ‘Hiç bir çözüm yolu bulamıyorum” anlamında Boş atıp dolu tutmak (vurmak): -1 Umutsuz gibi görünen bir işten olumlu sonuç almak -2 Doğruluğuna inanmadan söylenilen söz gerçek çıkmak Boş bulunmak : Dikkatsiz ve dalgın bir durumda bulunmak Boş çıkmak : (Umut edilen şey) Gerçekleşememek; boşa çıkmak Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz dolaşan kimse için kullanılır Boşta kalmak (boşta gezmek); İşsiz güçsüz kalmak Boşu boşuna : Hiç gereği yokken, hiçbir kazanç sağlamadan; boş yere Boş vermek (bir şeye, birine) : Ona önem vermemek, aldırmamak Boş yere : Boşuna, gereksiz yere; boşu boşuna Boyacı küpü değil ki (hemen daldırıp çıkarasın) : “Bu iş o kadar ko-x lay ve çabuk yapılamaz, belli bir emek ve zamana ihtiyaa vardır” anlamında Boy atmak (boya çekmek): (Çocuk, için) Boyu uzamak, boylanmak Boy göstermek : Gösteriş olsun diye ortalıkta görünmek Boy bos (pos) : İnsanın boy açısından görünümü Boylu boslu (poslu): Boyu uzun, gösterişti; yakışıklı (kimse) Boylu boyunca : Bütün boyu ile, boyu uzunluğunca Boynu bükük : -1 Acınacak, zavallı kimse İçin söylenir -2 Acınacak, yardım bekler bir durumda Boynu eğri: Bir kimsenin İstediğini yerine getirmek durumunda olan, bu isteği borç bilen Boynu kopsun (boynu altında kalsın) : “Ölsün, gebersin” anlamında beddua Boynum kıldan ince : “Haksız olduğum anlaşılırsa, verilecek her cezaya boyun eğeceğim” anlamında Boynunu bükmek : Kendisine aandirıa davranışta bulunmak, Boynunun borcu : Bir kişinin yapmak zorunda olduğu iş Boynuz isterken kulaktan olmak : Daha iyi bir şey elde etmek isterken elindekini de yitirmek Boynuz takmak (dikmek) (birine) : Kadın başka bir erkekle ilişki kurarak kocasını aldatmak Boy Ölçüşmek (biriyle) (bir şeyle) : Yeterliğini,, üstünlüğünü göstermek için onunla yarışmak Boy pos : bk Boy bos Boyu boyuna, huyu huyuna uymak : Birbiriyle denk, uyumlu olmak Boyu (boyu boşu) devrilsin : “ölsün” anlamında beddua Boyundan büyük işlere karışmak: Başaramayacağı işlere kalkışmak Boyunduruk aftına girmek: Başkasının (başka bir devletin) baskı ve buyruğu altında yaşamak Boyun eğmek: Güçlü birinin isteğini zorla ya da istemeyerek kabul etmek Boyunun ölçüsünü olmak : Giriştiği bir işte başarısızlığa uğrayıp beceriksizliğini ya da yetersizliğini anlamak Boy vermek: -1 {İnsan İçin) Suyun derinliğini boyu ile ölçmek -2 (Bitki için) Gelişmek, uzamak Bozguna uğramak (bozgun vermek, bozgun yemek) : Bir karşılaşmada, savaşta yenilip perişan bir duruma düşmek Bozuk çalmak: Sinirli, canı sıkkın olduğunu davranışlarıyla göstermek Bozuk para gibi harcamak (birini): Bir kimsenin değerini sıfıra indirmek, onu başkalarının yanında küçük düşürmek Bozum olmak : Utanacak duruma düşmek (Kars Küçük düşmek) Bozuntuya vermemek : Olup bitenleri anlamamış, görmemiş, söylenenleri duymamış gibi davranmak, durumu İdare etmek Böylesine can kurban : “Benzerlerine oranla daha iyi, daha güzel olanlar için her türlü fedakârlığa katlanır” anlamında Bu aptestle çok namaz kılınır: “Küçümsenen bu tutumla, inanışla ya da araçla işler daha çok yürütülür” anlamında Bucak bucak aramak (birini) : Onu her yerde aramak Bucak bucak kaçmak (saklanmak) (birinden, bir şeyden): Onunla karşılaşmaktan sakınmak Bu gidişle : Bu biçimle, bu tempoyla Bu gözle : Bu anlayışla Bugünden tezi yok : Hemen şimdi, ilk fırsatta Bugüne bugün : Bugünkü ölçülere, değerlendirmelere göre Bugünlük yarınlık : Pek yakında olması beklenen şeyler için kullanılır Bugün yarın : Bir iki gün İçinde Bulanık suda balık avlamak: Karışık bir durumdan yararlanıp çıkar sağlamaya bakmak Bulantı vermek (bir şey birine) : O şey onu kusacak duruma getirmek, midesini bulandırmak Buldukça bunamak: Bulduğuna şükretmemek, daha çoğunu İstemek Buldumcuk olmak: Eline geçen bir şeyden ötürü fazlaca sevinmek Bulunmaz Hint (Bursa) kumaşı! mı? : ‘Az bulunur, çok değerli bir şey ya da kimse değil ya!” anlamında alay yollu söylenir Bulup buluşturmak: Ne yapıp yapıp bulmak, büyük bir çaba sonucu sağlamak Bulut gibi: -1 (Sinek vb için) Yoğun -2 Aşın ölçüde (sarhoş) Buluttan nem kapmak : En küçük bir, şeyden bile alınmak, çok alıngan olmak Bundan böyle : Bundan sonra Bundan iyisi can sağlığı: “Bundan daha iyisi olamaz1 anlamında Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu : “Sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor” anlamında Bununla birlikte (beraber): -1 Buna bağlı olarak -2 Şu da var ki, ayrıca Burnu bile kanamamak : Büyük bir kazayı herhangi bir yara bere almadan atlatmak Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; başkalarını beğenmemek Burnu havada (burnu büyük, burnu Kaf dağında): Kibirli, herkese yukarıdan bakan kimse için söylenir Burnuna barut kokusu gelmek : bk Barut kokusu gelmek Burnundan (fitil fitil) gelmek : Elde ettiği güzel bir şey, sonradan olan tatsızlıklar nedeniyle kendisine zehir olmak; ağzından burnundan gelmek Burnundan getirmek: Birini bir şeyi yaptığına yapacağına pişman etmek; ağzından burnundan getirmek Burnundan kıl aldırmamak: Kendisine hiçbir söz söyletmemek, huysuz ve gururlu olmak, eleştiriye tahammülü olmamak Burnundan solumak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek Burnunda tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek, istemek, aramak; gözünde tütmek Burnunu kırmak : Kİrbirii bir kimseyi güç duruma sokup, artık büyükle-nemez duruma getirmek Burnunun dikine (doğrusuna) gitmek : Başkalarının öğütlerine kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak Burnunun direği kırılmak : Pis koku yüzünden rahatsız olmak Burnunun direği sızlamak: Çok üzülmek Burnunun ucunu görmemek : Sarhoşluk, dalgınlık nedeniyle basacağı yeri görememek Burnunu sokmak (bir şeye) : Kendisini ilgilendirmeyen işe karışmak Burnu sürtülmek : Zorunlu, yorucu olaylar yaşamak, zorunluklan öğrenmek bunlardan ders almak Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli kimse için söylenir Burun buruna gelmek (biriyle, bir şeyle) : Onunla beklenmedik bir anda karşılaşmak (Kars Yüz yüze gelmek) Burun kıvırmak (bir şeye): Onu beğenmemek, küçümsemek Bu yakınlarda : Oldukça yakın bir zamanda, bir yerde Buyur etmek (birini) : Konuğu “buyurun” diyerek içeri almak ya da sofraya çağırmak Buyurun cenaze namazına : “Bir terslik oldu, artık yapılacak bir şey yok” anlımanda Buzdolabına koymak (bir şeyi): Bir sorunun çözümünü ileri ki bir tarihe bırakmak (Kars Askıya almak) Buz kesilmek : Üzücü bir olay karşısında donup kalmak Buz kesmek: -1 Çok üşümek -2 Hava çok soğumak Buz üstüne yazı yazmak : Süresi ve etkisi pek az olan bir iş yapmak, sözleri etkisiz kalmak Bülbül gibi konuşmak (okumak) : Kolaylıkla konuşmak (okumak) Bülbül gibi söylemek (bir şeyi): Hiçbir şeyi saklamadan, herşeyi soy lemek Bütün bütüne : Büsbütün, tamamıyla, tamamen Büyük apdest : İnsan dışkısı, kaka Büyük aptesi gelmek : Kaka (dışkı) yapmak gereksinmesi duymak Büyük görmek (birini, kendini) : Birini ya da kendini yüceltmek, olduğundan üstün tutmak Büyük oynamak : -1 Büyük para ile kumar oynamak -2 Bir işe risklerini, zararlarını göze alarak girişmek Büyük (laf, söz) söylemek : Yapıp yapamıyacağı belli olmayan bir iş konusunda kesin konuşarak övünmek Büyümüş de küçülmüş : Konuşmaları, davranışları büyüklere benzeyen çocuk için söylenir |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< C >> Cadı kazanı: Alabildiğine dedikodu yapılan, fesat kurulan yer, ortam Caka satmak : Gösteriş yapmak, büyüktük taslamak ; çalım satmak Cami yıkılmış ama mihrabı yerinde : Yaşlanmış ama eski güzelliğini pek yıtirmemiş kadın İçin söylenir Can acısı: Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı, ağrı Can afacak (can alıcı) (yer, nokta) : Bir konunun ya da şeyin en önemli noktası (yeri) Can almak : Ölüme yol açmak, öldürmek Can atmak (bir şeye, bir şey yapmaya) : Onu elde etmeyi, herhangi bir duruma kavuşmayı çok istemek Cana can katmak : İnsanın dinçliğini, neşesini artırmak, yaşamayı daha çekici duruma getirmek Cana kastetmek : bk Canına kastetmek Cana yakın : -1 Sevimli, içten, sokulgan kimse -2 Şirin, gönül okşayıcı şeyler için kullanılır Can benim, çıksın elin canı: “Ben sağlığıma, sahip olduğum şeylere düşkünüm, bunun için ben üzülmeyeyim de, başkalarına ne olursa olsun” anlamında Can beslemek : Hiç kaygı duymadan, yalnızca yiyip içip rahatına bakmak Can borcu : İnsana yaşama olanağı veren Tanrı’ya ya da kendisini ölüm tehlikesinden kurtaran bir kimseye olan manevi borç Can borcunu ödemek : Ölmek, vefat etmek Canciğer kuzu sarması: Birbirlerinden hiç ayrılmayan, birbirini çok seven, içli dışlı, candan {iki dost) (Kars Ahbap çavuşlar, İki ahbap çavuş) Can çekişmek : -1 (Canlı için) Ölmek üzere bulunmak, son nefesini vermek üzere olmak -2 Sona ermek, yıkılmak üzere olmak -3 (Güneş) Batmak üzere olmak Can damarı: -1 Bir İnsanın kendisi için en gerekli saydığı şey -2 Bir şeyin en önemli, en duyarlı yönü Can damarına basmak : -1 Bir kimsenin en önemli, en duygulu yönünü açığa vurmak -2 Bir İşin en Önemli noktası üzerinde durmak Candan (canından) geçmek : Bir şey uğrunda canını bile verebilecek ölçüde bir özveri içinde olmak; o şey için ölümü göze almak Can dayanmamak (bir şeye): -1 Kötü, aa bir durum karşısında dayanıklılığını yitirmek -2 Sevinçli bir durumdan hoşnut olmak Can derdine düşmek: Kendi canını korumak, kurtarmak için çaba göstermek, kendini kurtarmaya bakmak Can dostu : Pek içten dost, çok sevilen dost Can düşmanı: Aşırı düşmanlık gösteren kimse, şey Can evi: -1 Kalp, yürek, gönül -2 Bir şeyin en duyarlı noktası Can evinden (evine) vurmak (yıkmak) (birini) : En duyarlı yerinden saldırmak, en hayati noktasından yaralamak Can feda (kurban) : Uğrunda ölüm bile göze alınabilecek kadar güzel, iyi olan kimse, şey için söylenir Can (canı) gelmek : Güç kazanmak, canlanmak Can havli ile : Canını kurtarmaktan, ölüm korkusundan kaynaklanan güçtü tepkiyle Can havline düşmek : Canını kurtarmak kaygısı içinde olmak Canı acımak: Vücudun herhangi bir yerinde acı duymak ; canı yanmak Canı (yüreği) ağzına gelmek : -1 Çok heyecanlanmak -2 Çok korkmak Canı burnuna gelmek : Bir şey yapılırken çok zorluk çekmek; bunalmak Canı burnunda : Yorgun, bezgin; olup bitenlere kazanamayacak durumda olan Canı cehenneme : Sevilmeyen bir kimse ya da şey İçin duyulan nefreti, öfkeyi ya da umursamazlığı anlatmak için söylenir Canı çekilmek : Vücudun bir organı için, gücünü canlılığını yitirmek Canı çekmek (bir şeyi) : Onu istemek, arzulamak, ona imrenmek (Kars Ağzı sulanmak, gönlü çekmek) Cam çıkmak: -1 Zor bir İş görüp pek bitkin bir duruma düşmek -2 Çok örselenip yıpranmak -3 Ölmek Canı geçmek : Uyumak, dalmak Canı gelmek: bk Can gelmek Canı gitmek (bir şeye) : Özen gösterilen, üzerine titrenen bir şeye zarar gelecek diye çok kaygılanmak Canı gönülden (yürekten) : İçtenlikte, samimi olarak, İsteyerek Canı ile oynamak : Tehlikeli işlerle uğraşmak Canı ile uğraşmak : Eski sağlıklı durumuna kavuşmaya çalışmak, ötmemek için çaba harcamak Canı istemek (bir şeyi): -1 Bir şeyi yapmaya ilgi, heves duymak -2 Bir şeye karşı içinde istek uyanmak Canı isterse : Olumsuz bir yanıt karşısında, “Kabul etmezse etmesin” anlamında umursamazlık bildirir Canımın içi: Canım kadar çok sevdiğim kimse Canımı sokakta bulmadım : ‘Bu sıkıntıya katlanmaya, bu tehlikeye atılmaya hiç niyetim yok” anlamında Canım yanmaz: Üzülmeye konu olan şey ile yol açtığı kötü durum arasında denklik olmadığı durumlarda kullanılan yazıklanma sözü Canına acımamak: Kendini tehlikelerden korumayı düşünmemek,, kendini yıpratmak, sağlığını düşünmemek Canına değmek : Hoşlandığı bir şey olduğu, bir şeyi yaptığı için keyiflenmek Canına değsin : “Yapılan iyilikler o ölmüş kimseye ulaşsın, onun ruhu’ şad olsun” anlamında Canına düşkün : Kendine iyi bakan, her şeyine Özen gösteren, rahatına düşkün (kimse) Canına (cana) kastetmek : öldürmeye niyet etmek Canına (cana) kıymak: -1 Bir kimseyi, canlıyı öldürmek, katletmek -2 Kendini öldürmek, intihar etmek -3 Gücünü aşan işleri yaparak kendine eziyet etmek Canına minnet: Herhangi bir durumu, başka durumlarla karşılaştırdığında daha iyi bulan kimse için söylenir Canına okumak : -1 Bir kimseye, hayvana, şeye büyük zarar vermek -2 İyi bir şeyi, yolunda giden bir işi berbat etmek Canına susamak :Belayı üzerine çekecek, kendisinin ölümüne yol açacak davranışlarda bulunmak (Kars Belasını aramak, eceline susamak) Canına tak demek (etmek): Bir sıkıntı, olumsuzluk, artık katlanılmaz duruma gelmek (Kars Bıçak kemiğe dayanmak) Canına yandığım (yandığımın) : Öfke, hayranlık, sevgi gibi duyguları belli ezgilemelerle anlatır Canına yetmek: -1 Artık dayanamayacak duruma gelmek, bezmek, bıkmak -2 Bıktırmak, bezdirmek Canından bezmek (bıkmak, usanmak) : Yaşama isteği yok olacak kadar sıkıntı içinde olmak Canından geçmek : bk Candan geçmek Canından etmek (birini) : Onun ölümüne yol açmak, onu öldürmek Canından olmak: ölmek Canını acıtmak : Bir yerinin acımasına yol açmak Canını almak: -1 Öldürmek -2 Çok sevindirmek, canını verdirecek kadar memnun etmek Canını bağışlamak: Öldürmekten vazgeçmek Canını cehenneme göndermek : öldürmek Canını çıkarmak : -1 Öldürmek -2 Çok yormak, hırpalamak -3 Bozmak, yıpratmak, eskitmek Canını dar atmak (bir yere): Tehlikeli durumdan güçlükle kurtularak bir yere sığınmak Canını dişine takmak (almak) : Bir işe her türlü tehlikeyi göze alarak, bütün gücüyle girişmek Canının derdine düşmek : Tehlikeli bir durumda kendinden başkasını düşünmemek Canını sıkmak: Neşesini kaçırmak, keyfini bozmak, üzmek Canını sokakta (pazarda) bulmamak : Bedeni olur olmaz şeylerle yıpratmamak, sağlığın değerini bilmek Canını vermek : Değerli bir şey uğruna her türlü fedakârlığı yapmak, hatta ölümü bile göze almak Canını yakmak : -1 Bir yerini acıtmak, act vermek -2 Sıkıntı ve zarara uğratmak Canı pahasına : Ölümü göze alarak, hayatını tehlikeye atarak Canı sağ olsun: Çeşitli kayıplar karşısında “Kendisi sağ ya, önemli olan bu” anlamında teselli sözü Canı sıkılmak: -1 Yapacak bir işi, oyalanacak bir şey olmadığı için bir sıkıntı duymak -2 Bir olaydan, durumdan büyük üzüntü duymak; neşesi kaçmak -3 Bir kimse için yan üzülmek, yan öfkelenmek Canı tatlı: Zorluklara katlanmayı göze almayan (kimse) Canı tez: Bir işin çabucak yapılmasını isteyen, sabırsız (kimse) (Kars İçi tez) Canı yanmak : -1 Vücudun herhangi bir yerinde aa duymak; canı acımak -2 Aa bir deneme geçirmek, bir İşte büyük zarara uğramak Canı yok mu? : -1 “O, bu sıkıntıya nasıl dayanıyorsa sen de dayanmalısın” -2 “Ona bu kadar zor bir işi yaptırmak insafsızlıktır” -3 “O da o şeyden istiyor” anlamlannda Can kalmamak : Gücü tükenmek, bitkin duruma gelmek Can kaybı: Tehlikeli bir durumda meydana gelen ölüm; ölüCan kaygısı (korkusu) : -2 Öleceğini sanmaktan doğan korku -3 Bu korkuyla ölmemek İçin çabalama Can kaygısına düşmek : Hayatını’ kurtarmaktan başka bir şey düşünmemek Can kulağı ile dinlemek (birini, bir şeyi): Anlatılanları iyice kavramaya çalışarak, dikkatlice dinlemek Can kuşu: Ruh Canla başla : Her türlü fedakârlığı göstererek, var gücüyle Canlı cenaze : Çok zayıf, çelimsiz (kimse) Can sağlığı: -1 İhsanın sağ ve sağlıklı olması -2 İçinde bulunulan iyi durumla yetinmek, daha iyisini beklememek gerektiğini belirtmek için söylenir Can sıkıcı: Üzüntü ve tedirginlik veren, üzücü, sıkıntılı Can sıkıntısı: Yapacak bir iş ya da oyalanacak bir şey bulamayan kimsenin duyduğu ruhsal tedirginlik, bunalım Can sıkmak: Usanç vermek, bıktırmak Can vermek : -1 Ölmek -2 Kutsal sayılan şeyler için hayatını feda etmek -3 Diriltmek, canlandırmak Can yakmak: -1 Acıtmak, eziyet etmek, zulmetmek -2 Bîr kimseyi büyük zarara uğratmak Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse, hayvan, şey Cartayı çekmek : -1 Ölmek -2 Yellenmek, osurmak Cart curt etmek : “Şöyle yaparım, böyle yaparım” diye yüksekten konuşmak, korkutmaya çalışmak Cart kaba kâğıt: “Senin yüksekten atmana, korkutmana hiç kimse aldırmıyor” anlamında Cavlağı çekmek: Ölüp gitmek Cebi delik: Parasız, züğürt (kimse) Cebinde akrep olmak: Cimri olmak, para harcama konusunda çok isteksiz davranmak (Kars Elî cebine varmamak) Cebinden çıkarmak (birini) : Zekâ, bilgi, beceri vb bakımlardan söz konusu kimseden üstün olmak Cebine indirmek (atmak) (bir şeyi) : Hakkı olmayan bir şeyi kendine mal etmek Cebini doldurmak: Fırsatlardan yararlanıp bol para kazanmak Cebi para görmek: Artık para kazanmaya başlamak; eli para görmek Cehennem azabı: Dayanılmaz, çok büyük üzüntü, eziyet Cehenneme kadar yolu var: “Hiç buralarda görünmesin, defolup gitsin, cehenneme gitsin” anlamında kızgınlık sözü Cehennem gibi: Çok aşırı ölçüde sıcak Cehennemin dibi (bucağı) : Çok uzak, varılması pek güç yer Cehennemin dibine gitmek, cehennem olmak : Defolup gitmek Cemaziyelevvelîni bilmek (birinin): Onun herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir durumunu bilmek Cephe almak (birine) : Ona karşı düşmanca tavır takınmak; bir düşünceye karşı olmak, direnmek Cepheden hücuma geçmek : Doğrudan, açıkça karşı çıkmak Cesaret almak (bulmak) : Bir kimseye, şeye güvenerek gücü artmak Cesaret etmek (bir şeye): Tehlikeli bir işe korkmadan girişmek, güç- füğü ya da tehlikeyi göze almak Cesaret gelmek : Yılgınlığı gitmek, yüreklenmek Cesaret göstermek : Yürekli davranmak Cesaretini kırmak : Cesaretini yok etmek, yürekliliğini sarsmak, umutsuzluğa düşürmek Cesaret vermek (birine) : Birinin yılgınlığını gidermek, birini yüreklendirmek; ona moral vermek Cevabı yapıştırmak (dayamak): Karşısındakine hiç de beklemediği ters ve kesin bir yanıt vermek Cevahir (cevher) yumurtlamak : Saçma sapan konuşmak Cevap vermek (bir şeye) : Bir gereksinimini karşılamak Cevher yumurtlamak : bk Cevahir yumurtlamak Ceza almak: -1 (Öğrenci için) Cezalandırmak -2 (Suçlu İçin) Para ödeme zorunda bırakılmak Ceza çekmek: İşlediği suçtan ötürü hapiste yatmak; cezasını çekmek Ceza kesmek (bîrine) : Bir görevli, yasadışı bir davranışı nedeniyle suçluya para cezası yazmak Cezasını çekmek: -1 bk Ceza çekmek -2 Yaptığı yanlış bir işin, davranışın zararını görmek Cezaya çarptırmak (birini) : Onu cezalandırmak Ceza yemek : Cezalandırılmak (Kars Hüküm giymek) Cıcığı çıkmak : Çok hırpalanmak Cici bici: Güzel, İyi, yeni, sevimli, renkli ve süslü eşyalar için söylenir Cicim ayı: Evliliğin ilk zamanları, balayı Ciğeri beş para etmez: Çok değersiz, aşağılık, İşe yaramaz kimse için söyfenir Ciğerini okumak : Bir kimsenin ne düşündüğünü pek iyi bilir durumda olmak Ciğeri sızlamak (parçalanmak) : Çok acı duymak, üzülmek (Kars İçi burkulmak, sızlamak, parçalanmak) Cim karnında bir nokta : Hiçbir şey bilmeyen, kara cahil kimse için söylenir Cin çarpmak: Boş inançlara göre cinlerin saldırısına uğrayıp hastalanmak, sakatlanmak, aklını yitirmek Cin çarpmışa dönmek : Neye uğradığını anlayamayacağı kötü bir duruma düşmek Cin fikirli: Çok akıllı, çok zeki, çok kurnaz (kimse) Cin gibi: Pek anlayışlı ve çok zeki (kimse) Cin ifrit olmak (kesilmek) : Son derece kızmak, aşırı öfkelenmek Cinler cirit (top) oynamak : Bir yerde hiç kimse bulunmamak; bir yer tenha ve ıssız olmak Cirit atmak (bir hayvan, bir kimse) : Zararlı yaratıklar yada insanlar meydanı boş bulup istediği gibi davranmak Cuk oturmak: -1 bk Aşığı cuk oturmak -2 Uygun olmak, uygun düşmek Cümbür cemaat: Topluca, hep birlikte |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< Ç >> Çakılıp kalmak: Bulunduğu yerde uzun süre kımıldamadan kalmak, hareketsiz durmak Çalımına getirmek: Tasarlanan bir İş için uygun zamanı ya da durumu bulmak Çalımından geçilmemek : Kurumundan, büyülenmesinden yanına yaklaşılmaz olmak Çalım satmak: Yapay davranışlarla büyüklük taslamak (Kars Hava atmak) Çalıp çırpmak : Az çok demeden, eline ne geçerse çalmak Çalmadan oynamak : Çok neşeli, keyifli bir dyrumda olmak Çam devirmek : -1 Karşısındakini gücendirecek söz söylemek -2 Bilgisizliğini ele verecek sözler söylemek (Kars Pot kırmak, gaf yapmak) Çamur atmak (sıçratmak) (birine) : Birini kötü bir işe bulaşmış gösterip lekelemeye çalışmak, İftira etmek (Kars Kara çalmak, leke sürmek) Çamura yatmak: Borcunu ödememek, verdiği sözü yerine getirmemek Çam yarması gibi: İhyan, iri gövdeli kimse için kullanılır Çanak tutmak (açmak) (bir şeye) : Davranışlarıyla ya da sözleriyle kendisine kötü bir söz söylenmesine, kötü davranışlarda bulunulmasına yol açmak ‘ Çanak yalamak : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak Çanak yalayıcı: Yaltaklanan kimse, dalkavuk Çan çan etmek (Ötmek) : Durmadan yüksek sesle gevezelik etmek Çanına ot tıkamak : Birini sesini çıkaramayacak, zarar veremeyecek bîr duruma getirmek Çantada (torbada) keklik : Elde edilmiş sayılan, elde edileceğine kesin gözüyle bakılan (şey) Çapraza getirmek (birini) : Onu tuzağa düşürmek Çapraza sarmak : İçinden çıkılması güç duruma gelmek (Kars Çarşafa dolanmak) Çaptan düşmek : -1 Çalışma düzenini bozmuş olmak -2 Değerinden bir şeyler yitirmek Çarçur etmek (bir şeyi) : Elindeki parayı vb’yi gereksiz yerlere harcayıp tüketmek Çarçur olmak : Yararsız yere harcanıp ziyan olmak Çaresine bakmak : Bir işin, sorunun çözüm yolunu bulmak Çarığı ters giydirmek (birine) : bk Pabucu ters giydirmek Çarıklı erkânıharp : Okuması yazması olmadığı halde kurnaz ya da uyanık davranan kimseler için şaka yollu kullandır Çark etmek: Verdiği sözden ya da yapacağı İşten dönmek (Kars Yüz geri etmek) Çarpık çurpuk : Çok çarpık; eğri büğrü (Kars Eciş bücüş) Çarşafa dolanmak : İçinden çıkılmaz duruma gelmek (Kars Çapraza sarmak) Çarşambadır çarşamba (demek): Bir konuda gereksiz yere inat (etmek) Çatal kazık : -1 Bir konuda değişik tutumları yüzünden işin yürümesini engelleyen yetkili kimseler -2 Çok karışık durum Çatık yüz (çehre, surat) : Öfkeli yüz Çatır çatır çatlamak : Çok kıskanmak Çat kapı: Beklenmedik bir anda Çatlak ses : Uyumu bozan, istenmeyen söz ya da davranış Çatlasa da patlasa da ; “Her türlü çareye başvursa da, ne kadar karşı çıkarsa çıksın” anlamında Çat pat: -1 Her yerde hazır ve nazır bulunan -2 Biraz, yarım yamalak Çaydan (denizden) geçip darede boğulmak : Bir işin yapılması sırasında büyük engelleri aşıp tam sonuca ulaşılacağı anda önemsiz bir-neden yüzünden başarısız olmak Çayı görmeden paçaları sıvamak : bk Dereyi görmeden paçaları sıvamak Çek arabanı: ‘Yıkıl, git, defol” anlamında hakaret sözü Çekeceği olmak (birinden, bir şeyden) : Karşılaşacağı kötü durumlar olmak Çekidüzen vermek (üstüne başına, bir yere) : Dağınık bir yeri, üstünü başını düzgün duruma getirmek, düzeltmek Çekip çevirmek (bir yeri) (birini) : -1 Bir yeri, kuruluşu düzene koymak, iyi biçimde yönetmek -2 Birini tutumlu, düzgün yaşayabilir duruma getirmek Çekip gitmek : Uzaklaşmak, sıvışmak, kaybolmak Çekirdekten yetişme : Bir meslekte küçük yaştan itibaren görgü ve deneyimini arttırarak ustalaşan kimse için kullanılır Çek (çekiver) kuyruğunu: “Artık ondan hiçbir şey bekleme!” Çelişkiye düşmek : Sözleri ya da davranışları; sözleri ile davranışları birbirini tutmamak, birbiriyle çelişmek; tenakuza düşmek Çelme atmak (takmak) (birine) (bir işe) : -1 Çelme ile onu düşürmeye çalışmak -2 İşin başarı ile sonuçlanmasını engellemek Çene çalmak : Oradan buradan konuşmak, gevezelik etmek Çenen tutulsun : “Konuşamaz ot” anlamına İlenme sözü Çenesi açılmak : Durmaksızın konuşmak, gevezelik etmek Çenesi durmamak (düşmek) : Durmadan konuşmak, gevezelik etmek Çenesi düşük : Sürekti ve dayanılmayacak kadar çok konuşan, geveze kimse için söylenir Çenesi kuvvetli: Kolay ve etkili konuşan kimse için kullanılır Çenesini açtırmak: Konuşması için uygun ortam hazırlamak, fırsat vermek Çenesini (bıçak) açmamak : Herhangi bir nedenle, hiç konuşmamak Çenesini kapamak (kesmek) : -1 Artık konuşturmamak -2 Susmak Çenesini tutmak : Konuşmamak, sır saklamak; ağzını tutmak* Çene yarıştırmak : Gevezelik etmek Çeneye tutmak (birini) : Aralıksız konuşarak ve konuşturarak onu oyalamak Çene yormak : Boşuna konuşmak Çetin ceviz: -1 Yola getirilmesi, kendisine bir durum ya da düşüncenin benimsetilmesi zor olan kimse için söylenir -’2 Başarılması oldukça güç olan iş için söylenir Çevir kazı yanmasın : Kırdığı potun farkına varınca sözünü çevirmeye kalkışanlara alay ya da şaka yollu söylenir Çevre yapmak : Girişkeniigiyle pekçpk dost edinmek; muhit yapmak Çıban başı: -1 Kurcalanırsa sonucu kötüye varma olasılığı bulunan sorun -2 Varlığı, düşünceleri, eylemleri sûrun yaratan kimse Çığır açmak : Bir alanda eski görüş, anlayış, biçim ya da yöntem yerine yenisini getirmek, başlatmak Çığırından çıkmak: -1 Doğru yoldan ayrılmak -2 Düzeltilmesi güç bir duruma girmek Çığlık atmak (koparmak) (çığlığı basmak) : Kulakları tırmalayacak korkunç sesler çıkararak acı acı bağırmak Çığlık çığlığa : Çığılık ata ata, bağırıp çağırarak Çıkar yol: İnsanı güç durumlardan kurtaran davranış, başarıya ulaştıran seçenek, çare; çözüm yolu Çıkış yapmak: Bir tartışmada, karşıt görüşte olanları susturmak amacıyla sert davranışta bulunmak Çıkmaza girmek: Bir iş içinden çıkılamayacak bir duruma gelmek, (Kars Batağa saplanmak) Çıkmaz ayın son çarşambası: “Bilinmeyen ve bilinmeyecek olan bir zamanda, hiçbir zaman’ anlamında şaka yollu söylenir Çıldırmak işten (bile) değil: “Söz konusu ters, aykırı bir durum karşısında insan delirebilir” anlamında söylenir Çıngar çıkarmak : Gürültü ve kavgaya yol açmak Çırasını yakmak: Olumsuz ilişkisi ya da kötü davranışı yüzünden biri’ ni büyük bir zarar uğratmak Çıt çıkarmamak: En küçük bir ses bile çıkarmamak Çıt çıkmamak : En hafif bir ses bile çıkmamak Çıtı çıkmamak : Sessiz durmak, uslu oturmak, yaramazlık etmemek Çiçeği burnunda (çiçeği burnunda, çamuru karnında) : -1 Taze, henüz çıkmış şey için söylenir -2 Yeni oluşmuş, yeni yapılmış, şey için söylenir -3 Bir konuda yeni olan kimse için söylenir Çiçek gibi olmak: Temizlenip paklanmak, göze hoş görünen duruma gelmek Çift çubuk : Tarım yapabilmek için gerekli üretim araç ve gereçleri Çift dikiş : Aynı sınıfta iki yıl okuyan öğrenci Çifte kumrular: Birbirlerinden hiç ayrılmayan, birbirlerini çok seven kimseler (Kars Ahbap çavuşlar, iki ahbap çavuşlar) Çiğ çiğ yemek(birinî): Öldürecek derecede Öfkelenmek Çiğlik etmek : Uygunsuz, yersiz davranışta bulunmak Çiğneyip geçmek : Gereken ilgi ve saygıyı göstermemek Çiğ yemedim ki karnım ağrısın : “Suç işlemedim, neden korkayım?” anlamında Çile çekmek : Sıkıntı içinde bulunmak, sıkıntı çekmek Çileden çıkarmak (birini): Birini densiz söz ve davranışlarıyla çok kızdırmak (Kars İfrit etmek) Çileden çıkmak: Sabır ve dayanma gücünü yitirip taşkınlık göstermek; kendini kaybetmek (Kars İfrit olmak) Çile doldurmak (çıkarmak): Sürekli sıkıntı ve eziyet içinde bulunmanın sona ermesini beklemek Çilingir sofrası: Hafif mezelerle donatılmış içki sofrası Çil yavrusu gibi dağılmak: Kotu bir durum karşısında, perişanca her biri bir yana dağılmak; kaçışmak Çimdik atmak (basmak) (birine): Onu çimdiMemek Çirkefe bulaşmak: Kötü sonuçlar doğurabilecek bir işe ya da şirret birine sataşmak Çirkefe taş atmak (çirkefi üzerine sıçratmak); Kötülüğü dokunabilecek birinin saldırısına yol açacak bir davranışta bulunmak, söz söylemek Çivi gibi: -1 Sağlam yapılı, çevik (insan) -2 (Su için) Çok soğuk Çivi kesmek : Çok üşümek Çizmeden yukarı çıkmak : Olanaklarının elvermeyeceği bir işe karışmak, aşın gitmek Çocuk işi: Kolay ya da önemsiz iş Çocuk oyuncağı :-1 Pek Önemli sayılmayan -2 Kolay yapılabilecek iş için kullanılır Çoğu gitti azı kaldı (keli gitti, dazı kaldı): “Ele alınmış olan işin büyük bölümü, en zor, en önemli yanı tamamlandı, geriye önemsiz bir bölümü kaldı” anlamında Çok bilmiş: -1 Zeki, akıllı (kimse) -2 Sinsi, kurnaz, çıkarını gözeten (kimse) Çok gelmek: -1 Gereğinden fazla olmak -2 Katlanılmaz, çekilmez olmak Çok görmek (bir şeyi birine): -1 Bir şeyi bir kimseden esirgemek, o şeyi ona değer bulmamak -2 Birinin bir davranışını yadırgamak Çok olmak : Davranışları sınmnı aşarak dayanılmaz, çekilmez duruma gelmek, usandırmak Çoluk çocuk: -1 Bir kimsenin çocukları -2 Bir kimsenin ailesi; eşi ve çocuklan -3 Yaşça küçük ve deneyimsiz kimseler için alay yolu söylenir Çorap örmek: bk Başına çorap örmek Çorap söküğü gibi gitmek (gelmek): Bir kez başlayınca arkası çok kolay, kendiliğinden gelmek Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan işte ya da bir hizmette küçük de olsa bir katkısı katkısı olmak, ona emeği geçmek Çöp atlamamak: Çok titiz ve dikkatli olmak, gözünden hiçbir şey kaçmamak Çöpe dönmek : Çok zayıflamak; çok güçsüz olmak Çöp gibi (çöpten çelebi}: Çok zayıf, güçsüz (kimse) Çöpsüz üzüm : -1 Sorun çıkaracak pürüzleri olmayan, kârlı İş -2 Bakmak zorunda olduğu çok yakın akrabası olmayan eş Çubuğunu tüttürmek: Sorunsuz ve sıkıntısız bir hayat sürmek Çukurunu kazmak: Birinin felaketine yol açacak girişimlerde bulunmak (Kars Tuzak kurmak) Çulu düzeltmek (düzmek): -1 Giyimini yenilemek -2 Paraca iyi duruma gelmek Çürük tahtaya basmak: İncelemeden, önlem almadan tehlikeli bir işe girişmek; aldatılmak |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< D >> Dağa çıkmak : Hükümete başkaldırıp dağda, kırsal yörelerde eşkıyalık yapmak Dağa kaldırmak (birini) : İstediğini elde etmek için birini dağa kaçırmak Dağ başı: -1 Kent dışı, ıssız yer -2 Yasaların geçmediği, herkesin dilediğini yapabileceği yer Dağdan gelip bağdakini kovmak : Sonradan geldiği halde oraya kendinden önce gelip yerleşmiş olanların hakkını çiğnemek, onları beğenmez olmak Dağ (doğ ura doğ ura bir) fare doğurmuş (doğurdu) : “Büyük sonuç vermesi beklenen şey küçük bir verim sağladı” anlamında Dağ (dağlar) gibi: -1 Pek iri, çok güçlü (kimse) -2 Göz korkutacak ölçüde çok olan (şey) Dağlar dayanmaz : “Bu aa felaketin üzüntüsü dayanılacak gibi değil anlamında Dağ taş : Her yan, her taraf Daha iyisi can sağlığı: Elde edilen bir şeyle ya da karşılaştırılan bir durumla yetinilmesi gerektiğinde söylenir Daha (daha da) neler: -1 “Öyle şey olur mu?” -2 “Amma yaptın ha!” anlamında Dalavere çevirmek (döndürmek) : Gizli bir iş çevirmek, yasadışı yollardan iş becermek Dalavere dönmek : Gizliden gizliye bir aldatmaca hazırlanmak Dal budak salmak: -1 Bir konudaki haber ya da söylenti, her yana yayılıp genişlemek -2 Gelişip büyümeye başlamak Daldan dala konmak (atlamak) : Sık sık iş, konu ya da düşünce değiştirmek Dalgacı Mahmut: Yapılması gereken bir işi benimsemeyen, kaytana kimse için şaka ya da alay yollu söylenir Dalga geçmek : -1 Yapması gereken işle uğraşmayıp zihni başka yerde olmak (Kars Tünel geçmek) -2 Biriyle alay etmek, belli etmeden eğlenmek; matrak geçmek (Kars Maytaba atmak) -3 Biriyle geçici gönül ilişkisi kurmak Dal gibi: Çok ince, çok zayıf (kimse) Dalına basmak (birinin) : Hoşlanmadığı bir davranışta bulunup onu kızdırmak Dalına binmek (birinin) : Onu tedirgin edici, kızdırıcı davranışta bulunmak Dallanıp budaklanmak: Bir iş ya da bir sorun genişleyerek karmaşık bir durum almak, çözümü güç bir duruma gelmek Dallı budaklı: Çok ayrıntılı, karmaşık, çapraşık, anlatılması ya da çözümü güç olan Dama çıkmak : Cinsel dürtüsü azmak, bunu dışa vurmak Damağı kurumak : Çok susamak; boğazı kurumak Damak zevki: Yiyeceklerden tat alma, yemekten haz duyma Damarına basmak; Duyarlı olduğu bir konuya değinerek onu kızdırmak Damarı tutmak : Huysuzluğu üzerinde olmak, aksiliği tutmak Dama taş; gibi oynatmak (birini) : Bir kimsenin yerini keyfi olarak sık sık değiştirmek; onu bir yerden bir yere göndermek ya da atamak Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak söz söylemeyi, ya da söylenen sözü anlatmak için kullanılır Damgasını taşımak (bir şey, bîr şeyin) : Bir şey söz konusu şeyin özelliğini taşımak Damgasını vurmak (birine, bir şey): O kimse için kötü bir yargıya varmak; onu kötü bir adla adlandırmak Damgasına vurmak (biri, bir şeye kendi): O şeye kendisiyle ilgisi olduğunu ya da kendi yapıtı olduğunu belli edecek nitelikler vermek Damga vurmak (birine) : Onun hakkında kötü bir yargı vermek Damga yemek ; Hakkında kötü bir yargı yerilmiş olmak Damoktesira (Demoktes’in) kılıcı (gibi): Oiumsuz durumlarda gerçekleşme olasılığı bulunduğunu hissettiren tehdit Dam üstünü saksağan, vur beline kazmaytı : Hiç ilgisi yokken ve birdenbire söylenen söz ya da söz söyleme için alay yollu kullanılır Dananın kuyruğu kopmak : Beklenen ya da korkutan durum gerçekleşmek Danışıklı dövüş : Başkalarını aldatmak ya da atlatmak amacıyla Önceden yapılmış gizli bir anlaşmaya dayanan tutum, davranış Dara düşmek : Para sıkıntısı çekmek Dara gelmek: -1 Aceleye gelmek -2 Zorunda kalmak, mecbur olmak Dara getirmek (bir şeyi, birini): Onu aceleye getirmek, onun sıkışık durumundan yararlanmak Dar boğaz : Sıkıntılı, bunalımlı durum, dönem Darda kalmak : -1 Paraca sıkıntıya düşmek -2 Zor duruma düşmek Dar gelirli: Geliri, gereksinmelerini tam olarak karşılayamayan (kimse) (Kars Orta direk) Darısı (dostlar) başına : “İyi, mutlu bir olayın benzerlerini dostların da görmesini dilerim” anlamında Dar kaçmak (bir yerden, bîr şeyden): Kendisi için tehlikeli olabilecek bir yerden, bir şeyden güçlükle kurtulmak Dar kafalı: -1 Anlama yeteneği sınırlı olan, anlayışsız (kimse) -2 Tutucu (kimse) Davulu biz çaldık, parsayı başkası (el) topladı: “İşi biz yaptık, karşılığını başkası aldı” anlamında Dayak arsızı: Dayak yemeğe alışmış (kimse, özellikle çocuk) Dayak atmak (birine): Onu dövmek; kötek atmak Dayak düşkünü (düşmanı) : Dövülmesine yol açacak hareketlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmiş (kimse) Dayak kaçkını: Dayak hak etmiş (kimse) Dayak yemek: Dövülmek; kötek yemek Dediği dedik (çaldığı düdük): Kendi bildiğinden dönmeyen, sözünde ısrar eden (kimse) Dediğine gelmek : Birinin önceden kabul etmediği düşüncesini sonradan uygun bulmak Defibela kabilinden : (esk) Başından savmak için istemeye istemeye: Defihacet etmek :fesk) Büyük aptesini yapmak (Kars Aptest bozmak) Defterden silmek (birini) : Onun adını anmaz olmak, onunla ilişkiyi kesmek, yakınlığa son vermek Defteri dürülmek : Öldürülmek -2 İşten uzaklaştırılmak Defteri kabarmak : Borcu çoğaldıkça çoğalmak Defteri kapamak: Sözü edilen işi artık yapmaz olmak, o işten bundan böyle hiç söz etmemek Defterini dürmek (birinin) : -1 Onu öldürmek ortadan kaldırmak -2 Onu perişan edecek bir düzen kurmak Değer biçmek (bir şeye) : O şeyin paraca _ karşılığını saptamak, fiyatını belirlemek, kıymet biçmek Değer vermek : Özel İlgi ve saygı göstermek; kyms-t w#nm-k Değil mi ki: Madem, mademki Değirmenin suyu nereden geliyor? : “Söz konusu İşin yapılmasını karşılayacak para nasıl sağlanıyor?” anlamında Değiştokuş etmek : Değerce eşit olan şeyleri karşılıklı alıp vermek, takas etmek Değme keyfine : “O durumdan çok hoşnut, memnun” anlamında Deli çıkmak : Aklım kaç r m ak Deli divane olmak: Bir şeye, kimseye aşırı derecede tutkun olmak; onu çıldırasıya sevmek Deli dolu : Kabına sığmayan, taşkın ruhlu (kimse) Delik deşik etmek (bir şeyi, birini*): -1 Bir şeyin her yanında delikler açmak -2 Yaralayıcı bir aletle bir canlının vücudunda birçok yara aç m ak Deliksiz uyku : Hiç ara vermeden uyunulan ve uzun süren uyku (Kars Ağır uyku) Deli olmak (bîr şeye) : -1 Ona kendinden geçercesine bağlanmak onu çok sevmek -2 O şeyden ötürü çok sinirlenmek Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok parçalı ve iç sı ki a bir işle uğraşır tarzda Deli saçması: Çok saçma ve anlamsız söz Deme gitsin (değme gitsin): “Anlatılması çok güç” anlamında Demeye getirmek: Düşüncesini dolaylı yoldan söylemek; dediği gibi olmasını, yapılmasını ima etmek Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak Demir gibi: -1 Pek sağlam, katı, sert (şey) -2 Çok kuvvetli (kimse) Demir leblebi: -1 Başarılması çok zor olan iş -2 Alt edilmesi güç, ödün vermeyen, inatçı (kimse) Dem vurmak (bir şeyden) : Bir konudan söz etmek Demokles’in kılıcı (gibi): bk Damokles’in kılıcı (gibi) Deneme tahtası: Üzerinde bilgisizce tedavi, onarım gibi iş yapılan kimse ya da nesne Dengi dengine : Herkes, eşit olduğu, kendine uygun olan kimseyle Denizden geçip derede boğulmak : bk Çaydan geçip derede boğulmak Denk gelmek: -1 (Biçim yönünden) Uygun düşmek uygun gelmek -2 (Zaman yönünden) İyi rastlamak, uygun gelmek Derdi günü : -1 Baş düşüncesi -2 Asıl uğraşısı Derdine düşmek (bir şeyin) : -1 Yersiz bir hevese kapılmak -2 Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak Derdini dökmek : Derdini, sıkıntılarını ayrıntılarıyla anlatmak Derdini Marko Paşa’ya anlat : “Derdini giderecek, seni dinleyecek kimse yok” anlamında Dereden tepeden (konuşmak) : Şundan bundan, bir konudan diğerine geçerek (konuşmak) Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken hazırlanmaya başlamak Derinden derine : -1 İyice uzaklardan, anlaşılmayan yerlerden -2 Oldukça gizli, hiç kimseye duyurmadan Derin derin düşmek : -1 Üzüntülü düşüncelere dalmak -2 Uzun süre düşünceye dalmak Derisini yüzmek : -1 Birinin varını yoğunu zorla elinden afmak -2 İşkence ederek öldürmek Derli toplu : Düzeni seven, tertipli (kimse) -2 Düzgün, düzenli (şey) Derme çatma : -1 Gelişigüzel nesnelerden yapılan (ev vb) -2 Oradan buradan devşirilen (düşünce vb) Ders almak (bir şeyden) : Genellikle kötü bir olaydan yararlı sonuç çıkarmak; ibret almak Ders olmak (bir şey, birine): O şey bir kimse için öğretici bir örnek oluşturmak; ibret olmak Ders (dersini) vermek (birine) : -1 Sert bir karşılıkla onu yola getirmek, sert davranmak, azarlamak -2 Oyunda yenmek Dert ortağa: İnsanın kötü günlerinde dertlerini dinleyen, çözümlemeye Çalışan dostu, arkadaşı Dertsiz başını derde sokmak : Hiç gerekmediği halde, kendisi için tehlikeli ya da can sıkıcı olacak bir işe girişmek Dert yanmak (bir şeyden, birinden) : O şeyler, kimseyle ilgili şikâyette bulunmak Desteksiz atmak : Bir şeyden abartarak söz etmek, bir temele dayanmadan konuşmak Dev adımlarıyla ilerlemek : Kısa sürede pek büyük bir gelişme göstermek Devede kulak : Karşılaştırılan şeye göre daha önemsiz, küçük1 olan (şey) Deve gibi: Uzun boylu ve hantal (kimse) Deve kini: Unutulmayan, kolay kolay geçmeyen kin Devekuşu gibi başını kuma gömmek, (sokmak) : -1 Bir tehlike anında hiç yaran olmayacağı halde kendisini korumaya çalışmak -2 Başkalarını aldattığını sanıp aslında kendisini aldatmak Deveyi havutuyla (hamutuyla) yutmak: Haksız çıkar sağlamak, hırsızlık etmek Devlet kapısı: Devlet dairesi, devlet işlerinin görüldüğü resmi daire Devlet kuşu : İyi talih Devlet sırrı (gibi): Son elerce gizli tutulan şey Devreye girmek: Çözüm getirmek amacıyla ilgilenmek, kanşmak, araya girmek Dırıltı çıkarmak : Kavga, tatsızlık çıkmasına neden olmak Dışarı uğramak: Kendini bir anda dışarı atı vermek Dışa vurmak (bir şeyi): -1 Onu belli etmek, tutum ve davranışlarından, bir şeyin etkisinde olduğu belli olmak -2 Duygularını saklamayı p belli etmek Dışı eli yakar, içi beni: Başkalarına iyi ve elverişli görünen, asıl ilgili kişiye gerçekte kötülük getiren şey, durum ya da kimse için kullanılır Dibi kırmızı balmumuyla çağırmak (birini): Onu özel bir önem vererek çağırmak Dibine darı ekmek (bir şeyin): Ona şeyi tümüyle tüketmek, hiçbir şey bırakmamak Dibi tutmak: Kaynamakta olan bir tencerenin içindeki yemeğin dipte kalanı tencereye yapışmak Didik didik etmek (bir şeyi, yeri) : Onu, orayı en küçük ayrıntısına kadar incelemek, aramak Dik âlâsı (bir şeyin): Hoş olmayan bir durum ya da hoş karşılanmayan bir davranışın son kertesi Dik başlı (kafalı): Boyun eğmez, asi karakterli, inatçı (kimse) Dik dik bakmak (birine, yüzüne) : O kimseye sert, kızgın, öfkeli bir ifadeyle bakmak Diken üstünde gibi (olmak) : Tedirgin, rahatsız (ot m ak) Diken üstünde oturmak (durmak) : -1 Eğreti bir biçimde oturmak -2 Tedirgin bir durumda olmak -3 Bulunduğu yerden her art gidecek, aynlacakmış gibi olduğunu düşünmek Dikili ağacı olmamak : Hiç malı mülkü olmamak Dikine gitmek (birinin): O kimsenin sözünü dinlemeyip kendi bildiğini yapmak Dikiş tuturamamak : Çeşitli nedenlerle bir iş yerinde tutunamamak Dikiz etmek (birini, bir yeri, şeyi): Onu gözetlemek, ona gizlice bakmak Dik kafalı: bk Dik başlı Dikte etmek (bir şeyi, birine): İsteklerini ona zorla kabul ettirmek Dikkate almak (bir şeyi): Onu da gözönünde bulundurmak (Kars Göz önüne almak, hesaba katmak, kaale almak Dil çıkarmak (birine): Onunla alay etmek, eğlenmek Dilden dile dolaşmak: Bir haber, herkesin ağzında söylenir olmak, herkesçe konuşulmak Dil (diller) dökmek (birine): Kandırmak, inandırmak ya da yaranmak İçin onun hoşuna gidecek sözler söylemek, yalvarmak yakarmak Dile (dillere) düşmek : Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmak; dile gelmek Dile gelmek: -1 bk Dile düşmek -2 Konuşma yeteneği yokken ya da herhangi bir nedenle bu yeteneğini kaybetmişken konuşmaya başlamak Dile getirmek (bir şeyi, birini) : -1 Onu açıklamak, anlatmak -2 Onu konuşturmak Dile kolay : “Anlatması kolay gibi görünür ama öyfe zor, öyle güç ki!” anlamında Dili açılmak (çözülmek): Herhangi bir nedenle konuşmazken konuşmaya başlamak Dili ağırlaşmak : Hastalığı yüzünden güçlükle konuşmak Dili bir karış : Büyüklerine karşı konuşurken saygısızlık eden kimse için söylenir Dili bir karış dışarı çıkmak : Çok yürümekten ya da konuşmaktan dolayı aşırı yorulmak Dili çalmak : Konuşması, söyleyişi bir başka dili andırmak Dili çözülmek : bk Dili açılmak Dili damağı kurumak : Çok konuşmaktan, heyecandan, susuzluktan ağzı kurumak, çok susamak; boğazı, damağı kurumak Dili damağına yapışmak : Uzun süre su içmediğinden ağzı kurumak Dili dolaşmak: Korkudan, hastalıktan ya da sarhoşluktan söyleyeceği şeyi bir türlü anlatamamak Dili döndüğü kadar: Anlatım gücü elverdiği ölçüde Dili dönmemek : Anlatmak istediğini tam söyleyememek Dilimin ucunda : Bir adın, sözün, çok iyi bilindiği halde bir türlü anım-sanamaması durumunda söylenir Dilinden anlamak (birinin, bir şeyin) : -1 Onun ne demek istediğini kavramak -2 Söz konusu şeyin özelliğini, o şey üzerinde ne yapılması ^gerektiğini bilmek |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in AçıklamasıDilinden düşürmemek (bir şeyi, birini) : Hep aynı kişiyi ya da şeyi anlatmak, hep ondan söz etmek Dilinden kurt ula mamak : Eleştirilerinden, siteminden, iğnelemelerinden, sataşmalarından kurtulamamak Dilinde tüy bitmek: Nasihat etmekten, yol göstermekten bıkıp usanmak Diline dolamak (bir şeyi, birini) : -1 Aynı şeyi sık sık her yerde söylemek -2 Bir kimseyi her yerde kötüleyip durmak Dilini eşek arası soksun : “Bundan böyle hoşa gitmeyecek söz söyleyemez ol (olsun)” anlamında ilenç sözü Dilinin altında bir şey olmak : Söz ve davranışlarından bir şeyler sakladığı belli olmak Dilinin ucuna gelmek (bîr şey) : O şeyi, söyleyecek durumdayken herhangi bir düşünceyle söylemekten vazgeçmek Dilinin ucunda olmak : Çok iyi bildiği bir şeyi o anda hatırlayanıamak Dilini tutmak: Sonunu düşünerek rastgele söz söylemekten sakınmak Dili tutulmak : Korku, heyecan yüzünden konuşamaz duruma gelmek Dili uzamak : Haddini bilmeden konuşmaya başlamak Dili varmamak (bir şeye, söylemeye) : Kötü bir şey söylemeye niyetlenmişken söylememek, kendini tutmak; ağzı dili varmamak Dillere destan olmak : Herkes tarafından uzun uzun kendisinden söz edilir olmak Dil uzatmak (bir şeye, birine): Saygı duyulan bir kimse ya da kutsal bir yer, şey hakkında yakışık almayacak, aşağılayıcı sözler söytemek Dil yarası: Acı sözün yarattığı gönül kırgınlığı Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyi şeyler elde etmeye çalışırken elindekini de yitirmek Dinden imandan çıkmak : Çok öfkelenmek Dini bütün : Dinine çok bağlı, inana sağlam olan, dindar (kimse) Dini imanı para : Paraya tapar gibi düşkün olan, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen (kimse) Dip bucak : -1 Göze çarpmayan yer -2 Kıyı köşe Dirlik düzenlik : Birlikte yaşayan, çalışan kimseler arasındaki iyi geçinme duruma Dirlik yüzü görmemek : Yaşamı boyunca huzur ve rahata kavuşmamak Dirsek çevirmek (birine) : Daha önce işbirliği yaptığı kişiye, çıkar ilişkisi son bulunca olumsuz tavır takınmak (Kars Yüz çevirmek) Dirsek çürütmek: Bilgisini arttırmak İçin uzun süre masa başı çalışması (öğrenim) yapmış olmak Diskur geçmek (çekmek) (birine): Onunla yaptıktan, yapması gerekenler konusunda uzun bir konuşma yapmak; nutuk çekmek Diş bilemek (birine): Kızdığı birine kötülük yapmak için fırsat kollamak Dişe dokunur : İşe yarar, belirtilmeye değer, önemli Diş geçirememek (birine): O kimseye istediğini yaptırmaya gücü yetmemek Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek para biriktirmek Dişinin kovuğuna (oyuğuna) bile gitmemek: Yediği yiyecek ya da elde ettiği, payına düşen şey kendisine pek az gelmek Dişini sıkmak : Güçlük ve sıkıntılara katlanmak, dayanmak Dişini tırnağına takmak: Çok büyük güçlüklere, sıkıntılara, katlanmak; bütün gücünü kullanmak Diyeceği olmamak: Bir itirazı, söyleyecek herhangi bir sözü bulunmamak Dize gelmek: -1 Baş eğmek, boyun eğmek -2 Yenilip teslim olmak Dize getirmek (birini) : -1: Kendisine direneni alt ederek buyruğuna uyacak duruma getirmek -2 Yenip teslim almak Dizini dövmek : Çok pişman olmak Dizinin dibi: Yanı başı Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman, güç kalmamak Dizlerinin bağı çözülmek : Korku, aşırı yorulma gibiTar nedenle ayakta duramayacak duruma gelmek Dobra dobra (söylemek, konuşmak): Hiç çekinmeden, sakınmadan, gerçeği, düşündüklerini olduğu gibi (söylemek) Doğru bulmak (bir şeyi) : Onu uygun görmek, onaylamak Doğru çıkmak : Gerçek olduğu gibi anlaşılmak Doğrudan doğruya: Hiçbir aracı kullanmadan, araya başka bir şey girmeden Doğru doğru dosdoğru : “En doğrusu şu ki” anlamında Doğru durmak : Usludurmak, yaramazlık yapmamak Doğru dürüst: -1 Kusuru, yanlışı, eksiği olmayan kimse ya da şey için söylenir -2, Kusursuz, yanlışsız, eksiksiz biçimde, tam olarak Doğru oturmak : Uslu durmak Doksan kapının ipini çekmek: Her yere uğramak; kırk kapının ipini çekmek Dokuz canlı: Ölümle sonuçlanabilecek birçok tehlikeyi atlatıp sağ kalabilen (kimse ya da canlı) Dokuz doğurmak : Merakla, heyecanla, korkuyla beklemek Dokuz yorgan eskitmek (parçalamak): Çok uzun yaşamak Dolap beygiri gibi dönüp durmak : Dar bir çevrede aynı işi sürekli olarak yapıp durmak Dolap çevirmek (döndürmek) : Hile ile, yalan dolan ile iş görmek, düzen kurmak Dolu dizgin gitmek : -1 Son hızla koşmak -2 Önüne geçilemeyecek biçimde olmak Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: “Hangi yolu denedi yse m olmadı, çözüm yolu bulamadım” anlamında Domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): Sevilmeyen ya da eli sıkı olan birinden az da olsa bir şey elde etmek ‘ Dona, çekmek (hava): Hava sulan donduracak ölçüde soğumak Don çözülmek : Hava ısınmaya başlayarak buzlar çözülmek Don gömlek : Üzerinde sadece iç çamaşırı olmak üzere Don tutmak : Donmak, buz tutmak Dost düşman : Herkes Dosta düşmana karşı: Dosttan üzmemek, düşmanları sevindirmemek için Dostlar alışverişte görsün (diye) : “Sın” gösteriş olsun, iş görüyor densin (diye)” anlamında Dostlar başından (dostlardan) ırak: “Dostlar böyle kötü durumlarla karşılaşmasınlar” anlamında Doyum olmamak (bir şeye): O şeyden hiçbir şekilde bıkmamak, tadına doyulmamak Dozunu ayarlamak : Ölçülü olmak; ölçülü davranmak Dozunu kaçırmak : Aşırı gitmek, ölçüyü aşmak Dönüm noktası: Bir olayın ulaştığı yeni bir aşama Dört ayak üstüne düşmek: Ummadığı bir şeyi, fazla emek harcamadan edinivermek-2Tehlikeli bir durumu kazasız belasız atlatmak Dört başı mamur (bayındır): Her bakımdan istenildiği gibi olan, kusursuz, mükemmel, yetkin Dört bir tarat: Her yer, her taraf Dört dönmek : Bir iş için telaşla oraya buraya koşmak, koşuşturup durmak Dört dörtlük : Her yönüyle tam, kusursuz, mükemmel olan Dört duvar arasında (kalmak) : Evde, kapalı bir yerde (kalmak), Dört elle sarılmak (yapışmak) (bir şeye) (birine) : -1 O şeyi İyice benimseyerek ve özenle yapmak için ele almak -2 Destek ya da yardım umulan kimseyle sıkı bağlar kurmak Dört gözle bakmak : Dikkatlice bakmak Dört gözle beklemek : Çok isteyerek, özlemle,-sabırsızlıkla beklemek Dört köşe olmak; Çok keyiflenmek, büyük zevk duymak, çok sevinmek Dört yanı deniz kesilmek : Her yönden çaresizlik, umutsuzluk içinde kalmak Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini belirten davranışta bulunmak, umursamamak Dudak ısırmak : -1 Biçimsiz, ayıp bir duruma şaşmak -2 Hayran kalmak Dudakları titremek : Ağlayacak duruma gelmek Dudak sarkıtmak : Hoşnutsuzluğunu, üzüntüsünü yüz ifadesiyle belli etmek; surat asmak, somurtmak Dudak tiryakisi: Sigarayı dumanını içine çekmeden dışarı üfleyerek içen tiryaki Duman almak (bir yeri) (bir şeyden) : -1 Orayı sis bürümek, sis kaplamak -2 Sigaradan ya da sigara gibi sarılmış uyuşturucudan içine çekmek Duman altı olmak: Esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek Duman attırmak : Birini üstünlüğünü göstererek korkutmak, sindirmek Duman etmek (birini, bir şeyi): -1 Onu yok etmek, dağıtıp bozmak -2 Başarı göstermek, yenmek Dumanı üstünde : Çok yeni, çok taze olan Duman olmak : İşi, durumu bozulup, çok kötü duruma düşmek Dumura uğramak : Körelmek, canlılığını yitirmek, işlevini yapamaz olmak Dur dinlen yok (dur otur yok, dur durak yok) : Durup dinlenme bilmeden, hiç ara vermeden sürekli çalışmayı anlatır Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim : “Bana neler ne-ler yaptığını biliyorum, hele bir buraya yerleşeyim, sonra gör, sana neler yapacağım” anlamında tehdit sözü Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu : “Bıkmadı, sabretti, ama sonunda olumlu bjr sonuç, güzel bir şey ya da büyük bir kazanç elde etti” anlamında gıpta sözü Durduğu (durduk) yerde : -1 Hiçbir emek harcamadan -2 Gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken; durup dururken -3 Hatası ya da suçu olmadığı halde Durmuş oturmuş : -1 Davranışları ve düşünceleri tutarlı olan, olgun (kimse) -2 Büyük sorunları kalmamış, uzun süredir rahat bir yaşama biçimine girmiş (yer) Durumu bozulmak: -1 Parasal gücü azalmak, giderleri karşılayamaz olmak -2 Eriştiği güzel durum kötüye gitmek Durumu düzelmek: -1 Parasal gücü iyileşmek -2 önceki iyi durumuna kavuşmak Durup dinlenmeden : Aralıksız, arka arkaya, sürekli olarak * Durup dururken : -1 Birdenbire, ansızın, -2 Hiçbir neden yokken, hiç gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken, durduğu yerde Dut gibi olmak: -1 Çok içip sarhoş almak -2 Utanmak, bozum olmak, mahcup olmak Dut yemiş bülbüle dönmek : Önceleri neşeli ve konuşkan iken» hiç sesi çıkmaz olmak Duymazlıktan (duymamazlıktan) gelmek : Duymamış gibi davranmak Düdük gibi: (Pantolon için) Kısalmış, dar, sıkı Düdük makarnası: Anlayışsız, sersem (kimse) Düğüm noktası: Bir işin sonuçlandın İm ası için öncelikle çözüme kavuşturulması gereken en zor yanı Düğümü çözmek : Anlaşılması güç bir şeyi açıklığa kavuşturmak Düğüm üstüne düğüm atmak : Hiç para harcamayıp birikim yapmak Düğün bayram etmek : Çok sevinmek Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü : “Ortada bir neden yokken, niçin bu kadar yakınlık gösteriyor” anlamında Dümdüz etmek (bir şeyi, yeri) : Onu yıkmak, kırıp dökmek, ezmek, yerle bir etmek Dümdüz olmak : Ezilmek, yıkılmak, kırılıp dökülmek, yerie bir olmak Dümen çevirmek : Hileye başvurarak iş görmek Dümen suyunda gitmek (birinin) : Bir kimseye her yönden bağımli olmak, onun izinden yürümek Dümen yapmak : Dalavereyle, hüeyie başkasını aldatmaya çalışmak Dümenine bakmak : Çıkarından başka işle uğraşmamak, yasadışi yol-iarla da olsa çıkarına çalışmak Dün bir bugün iki: “Daha çok fazla zaman geçmiş değil” anlamında bir şeyin erken olduğunu anlatır Dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi Dünden bugüne : Çabucak, az zamanda Dünden razı (hazır): “Bir öneriyi hemen seve seve kabul eden kimse için söylenir Dünkü çocuk : Genç, acemi, deneyimsiz (kimse) Dünya ahret kardeşim olsun : “Karşı cinsten bir kimseye kardeşlik duygusundan başka bir duygu beslemem, kardeşim gözüyle bakarım, ona kötü gözle bakmam” anlamında Dünya âlem : Herkes, tüm insanlar Dünya başına yıkılmak : Dayanamayacağı kadar büyük bir yıkıma uğrayıp tüm umutlarını yitirmek, dirliği ve düzeni karmakarışık olmak Dünya bir araya gelse : “Tüm insanlar birlikte davranarak karşı olsa, engel olmaya çalışanlar çıksa bile, vız gelir” anlamında Dünyadan elini eteğini çekmek : Çevresiyle, çevresinde olan bitenlerle ilgisini kesmek, dünya işleriyle ilgilenmez olmak (Kars Bir köşeye çekilmek, inzivaya çekilmek) Dünyadan geçmek (el çekmek, vazgeçmek) : Bir köşeye çekilip, toplum yaşamından uzak durmak, kendi halinde yaşamak Dünyadan haberi olmamak : Çevresinde neler olup bittiğinin farkında olmamak Dünyada olmaz (gelmez vb): Kesinlikle olmayacak yapılmayacak bir şey için söylenir; hayatta olmaz Dünya durdukça : Sonsuzluğa dek, ebediyen Dünya evine girmek : Evlenmek, yuva kurmak Dünya (gözüne, ona) zindan olmak (kesilmek) : Umutlarını yitirmek, karamsarlığa düşmek Dünya gözüyle (görmek}: Sağ iken, ölmeden Önce, sağlrğında (görmek) Dünya kadar : İstemediğin kadar, çok bol Dünya kazan ben kepçe : “Çok arandı, aranmadık yer bırakılmadı, her yer gezildi” anlamında Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek Dünyalığı(m) doğrultmak : Yaşadığı sürece yetecek kadar para kazanmak ya da gelir sağlamak Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu anlamak: Yaşamın zorluğunu, insanın çetin engellerle karşılaşabileceğini öğrenmek; Hanyayı Konya’yı öğrenmek Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu göstermek (birine) : Onu yaptığına pişman etmek, ona hak ettiği cezayı vermek Dünyanın öbür (bir) ucu : Çok uzak yer Dünyası yıkılmak : Yaşama umudu yıkılmak, güzel hayalleri son bulmak Dünya varmış : “Oh! bunaltıcı, üzücü, sıkıntılı bu durumdan kurtuldum” anlamında Dünyaya gelmek: Doğmak Dünyaya getirmek: Doğurmak Dünyaya gözlerini kapamak (yummak): Ömrü bitip Ölmek Dünyaya kazık kakmak : Çok yaşamak, uzun ömürlü olmak Dünyayı gözü görmemek: Sıkıntı, üzüntü, öfke, karamsarlık, hınç ya da çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünmemek Dünyayı haram etmek (birine) ; Ona hayatı yaşanılmaz duruma getirmek Dünyayı toz pembe görmek : En kötü, en acıklı durumlarda bile iyimser olabilmek, durumun iyi yönleri bile olduğunu düşünmek Dünyayı tutmak : Her yerde duyulmak, ünü yayılmak Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorum M uk duygusu gelişmemiş, hiçbir şeyle ilgilenmez, kaygısız, tasasız, gamsız kimse için söylenir Dünyayı zindan etmek (birine) : Onu çok sıkıntılı bir duruma sokmak Dünya zindan olmak (birine) : Umutlarını yitirmek, İyice karamsar olmak Dürbünün tersiyle bakmak (bîr şeye) : Söz konusu şeyi çok küçümsemek, olduğundan daha az değerli, önemli görmek Düş görmek : Uyurken zihinde olay ve düşünceler belirmek; rüya görmek Düş gücü : Bir şeyi zihinde canlandırma, yaratma, düşünme yeteneği; hayal gücü Düş kırıklığı: Çok istenilen, beklenilen ya da umulan bir şeyin gerçekleşmemesi halinde beliren duygusal durum; hayal kırıklığı Düş kurmak : Olmamış bir şeyi, olması olanaksız ya da gelecekte olabilecek bir şayi hayalinde canlandırmak; hayal kurmak Düşe kalka : Güçlüklerle karşılaşarak, zor bela; iyi kötü Düşüncesini açmak (birine) : Herhangi bir konudaki görüşünü, endişesini bildirmek Düşüncesini almak : Herhangi bir konuda görüşünü öğrenmek Düşüncesini okumak : Birinin ne düşündüğünü anlamak Düşünceye dalmak : Dalgın bir durumda derin derin düşünmek Düşünceye varmak: Bir kanıya ulaşmak, çözümü bulmak Düşün düşün, boktur işin : Durumu kötü olan, hiçbir çıkar yol bulamayan kimsenin kendi kendine söylediği söz Düşünüp taşınmak : Bir konuyu her yönüyle iyice düşünmek, buna göre karar vermek Düşüp kalkmak (biriyle): -1 Biriyle yasa ve törelerin uygun görmediği biçimde, birlikte yaşamak -2 O kimseyle yakın ilişki içinde bulunmak, yakın arkadaşlık etmek Düttürü Leyla: Çok dar ve kısa giyinmiş kadın için söylenir Düzene koymak (sokmak) (bir şeyi): -1 Yolunda gitmesini sağlamak, uygun biçimde çalışır duruma getirmek -2 Dağınıklıktan kurtarıp derli toplu duruma getirmek Düzen kurmak: -1 Gerekli araç ve gereçleri kullanıma sokarak, onlara işlerlik kazandırmak -2 Hileye başvurmak, dolap çevirmek Düzlüğe çıkmak : Engelleri aşmak, işini,yoluna koymak |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< E >> Eceli gelmek : -1 İnsanın yaşamı doğal olarak sona ermek, eceli ile ölmek -2 Doğal olmayan bir nedenle ölmek ya da öldürülmek Eceline susamak : Ölümüyle sonuçlanabilecek tehlikeli davranışlarda bulunmak (Kars Belasını aramak, ölümüne susamak) Ecel şerbeti içmek : Ölmek Ecel teri dökmek : Tehlikeli bir durum karşısında büyük korku ve kaygı duymak; kendini ölecekmiş gibi hissetmek Eciş bücüş : Çirkin görünüşlü (Kars Çarpık çurpuk, eğri büğrü) Edebiyat yapmak: Bir konuda süslü, yapmacıklı boş sözler söylemek Efkâr dağıtmak : Kaygıyı, üzüntüyü, tasayı neşelenerek, eğlenerek gidermeye çalışmak Efradını cami, ağyarını mani: (esk) “Gerekli her tür şeyi içeren, gereksizleri konu dışı bırakan” tanım için söylenir Eğri büğrü : Eğilmiş, bükülmüş; çarpık çurpuk (Kars Eciş bücüş) Ekalliyette kalmak : bk Azınlıkta kalmak Ekin iti: Başını yukarı kaldırıp herkese yüksekten bakan kimse için kullanılır Ekmeğinden etmek (birini) : Onu işinden çıkarmak, atmak Ekmeğinden olmak (biri) : Geçimini sağlayan işinden zorunlu olarak ayrılmak Ekmeğine yağ sürmek (bir şey, birinin) : İstemeden, düşüncesizce yaptığı bir iş, karşı tarafın işine yaramak Ekmeğini çıkarmak : Geçimine yetecek kadar kazanç sağlamak Ekmeğini eline almak: Geçimini kendi sağlayacak duruma gelmek, (Kars İş tutmak) Ekmeğini taştan çıkarmak : Geçimini sağlama konusunda pek becerikli, yetenekli olmak Ekmeğini yemek (birinin): -1 Birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak -2 Geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak Ekmeğiyle oynamak (birinin) : Bir kimse kendisinin ya da başkasının işini kaybetmesine neden olmak Ekmek aslanın ağzında : “Geçimini sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak çok zor’ anlamında Ekmek elden su gölden : Çalışmayıp başkasının kesesinden bol bol yiyip içme Ekmek kapısı : Bir kimsenin geçimini sağladığı yer ya da iş; geçim kapısı Ekmek kavgası: Geçimini sağlama çabası Eksik çıkmak : Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak Eksik etek: Kadın, eş için aşağılama sözü Eksik etmemek (bir şeyi) : -1 O şeyi her zaman bulundurmak -2 Ona devam etmek, onu sürekli yapmak Eksik gedik : Gerekli olan ufak tefek şeyler Eksik gelmek : Gerekli olandan daha az olmak, yetmemek Eksikliğini duymak (bir şeyin, birinin): O şeyin eksik, yarım, noksan olduğunun bilincine ermek; o kimseyi arar olmak Eksik olma : “Sağ ol, var ol” antamında teşekkür sözü Eksik olmasın : “Sağ olsun, var olsun” anlamında iyi dilek sözü Eksik olsun : -1 “İstemem, gereği yok” anlamında öfkeyle söylenir -2 Kızılan bir kimse için “ölsün!” anlamında kullanılır El açmak : Dilenmek, başkasından para ve yardım ister duruma düşmek; avuç açmak El alışkanlığı (yatkınlığı) : Bir işin birçok kez yapılması sonucu kazanı*** beceri, ustalık El atmak (birinden) : -1 Tarikatlarda bir mürit, mürşidinden başkalarına yol gösterme iznini almak -2 Bir sanat öğrenen çırak, ustasından kendi başına iş yapabilme iznini almak -3 İskambil oyunlarında karşı taraftan daha kuvvetli kâğıdı oynayarak üstünlük sağlamak El altından : İstenildiği zaman kolayca alınabilecek, bulunabilecek yerde, hazırda El altında : Gizlice, kimsenin haberi olmadan (Kars Alttan alta, gizliden gizliye) El atmak (bir şeye) : -1 Yeni bir işe başlamak -2 Birisinin işine karışmak; müdahale etmek -3 Birine sarkıntılık etmek El ayak çekilmek : Ortalıkta kimse kalmamak, ortalık sessizleşip ıssızlaşmak El basmak (bir şeye) : Ekmek ya da kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak ant içmek, yemin etmek El bebek, gül bebek :Çok sevilen ve nazlı büyütülen, şımarık çocuk İçin söylenir El beğenmezse yel (yer) beğensin : “İnsanı beğenecek kişiler olmazsa, şerefsiz yaşayacağına ölmesi daha iyidir’ anlamında El çabukluğu: -1 Bir işi çabuk biçimde yapma ustalığı -2 Bir şeyi sezdirmeden yapma El çabukluğuna getirmek (bîr şeyi) : Bir işi, hilesini sezdirmeden çabucak yapmak El çekmek (bir şeyden) : O şeyden vazgeçmek, artık onu yapmamak El çektirmek (birisine, işten): Onu görevinden, İşinden uzaklaştırmak Elde avuçta bir şey bırakmamak: Para, mal mülk, vb’yi savurganca harcayıp tüketmek Elde avuçta bir şey kalmamak: Para, mat, mülk vb harcanarak bitmek, tükenmek Elde avuçta ne varsa : Elindeki bütün mal, mülk , para Elde etmek (bir şey) (birini) : -1 Bir şeye sahip olmak, onu edinmek -2 Bir şey meydana getirmek, üretmek -3 Bir kimseyi kendi yanına çekmek -4 Bir kimseyi kendi hizmetine almak El değiştirmek: Bir şeyin sahipliği ya da kullanımı birinden bir başkasına geçmek El değmemiş : -1 Hiç kullanılmamış, hiç dokunulmamış -2 Saflığı bozulmamış Elde (elinde) kalmak: -1 Bir mal satılamadığı için olduğu gibi sahibinde durmak -2 Harcamanın sonunda artmış olarak durmak Elden ayaktan düşmek (kesilmek) : Hastalık ya da yaşlılık sonucu yürüyemez, iş yapamaz duruma gelmek Elden çıkarmak (bir şeyi) : O şeyi satmak, başkasına devretmek Elden çıkmak (bir şey): O şey satılmak, başkasına devredilmek Elden düşme : Az kullanılmış ya da sahibinden ucuza alınmış (mal) Elden (elinden) düşürmemek (bir şeyi) : O şeyle uzun süre yakından ilgilenmek Elden ele : Bir kişiden ötekine Elden ele dolaşmak : -1 Birçok kimsece alınıp bakılmak -2 Birçok sahip değiştirmek Elden geçirmek (bir şeyi) : -1 Onu incelemek, kontrol etmek -2 Onu onarmak, düzeltmek Elden gel: -1 “Seni kutlarım” -2 “Parayı hemen ver” anlamında Elden gelmemek : Bir şey yapamamak, dayanamamak Elden (elinden) geldiği kadar: Yapabildiği, mümkün olduğu kadar Elden gitmek (bir şey, biri) : Onu yitirmek, ondan mahrum kalmak Elden ne gelir: “Ne yapılabilir?” anlamında çaresizlik bildirir Elden (elinden) kaçırmak (bir şeyi) : Onu elde etmek fırsatını yitirmek Elde (elinde) tutmak (bir şeyi): Bir duruma ya da işe hâkim olmak Ele almak (bir şeyi) : -1 Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak -2 Bir şeyi inceleyip araştırmak, eleştirmek Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, şımarık ve taşkın davranışlarda bulunmak Ele geçirmek (birini, bir şeyi) : -1 Onu yakalamak -2 Onu elde etmek, edinmek, ona sahip olmak Ele geçmek: -1 Yakalanmak -2 Elde edilmek Ele gelmek : -1 Bir şey ele tutulabilir duruma gelmek -2 Bebek kucağa alınacak kadar büyümek Ele güne karşı: Herkese karşt, herkesin Önünde El elde baş başta : “Hiçbir şey kalmadı, her şey tükendi” anlamında Et ele vermek (biriyle) : Onunla işbirliği yapmak, güçlerini birleştir-rnek El emeği: -1 Elde yapılan iş, ürün -2 Elle yapılan çalışmanın karşılığı, ücreti El etek çekmek (bir şeyden) : -1 Artık o şeyle uğraşmaz olmak -2 Kendini bütünüyle ibadete vermek El etek öpmek : -1 İşini yaptırmak için çok yalvarmak -2 Yaltaklanmak, hoş görünmeye çalışmak, dalkavukluk etmek El etmek (birine) : Ona “gel” anlamında el sallamak Ele verir talkını, kendi yutar salkımı : (ele verir öğüdü, kendi keser söğüdü) : “Başkasına verdiği öğüdü kendisi tutmaz, dahası tersini yapar” anlamında Ele vermek (birini) : -1 Suçlu bir kişiyi güvenlik kuvvetlerine haber verip yakalatmak -2 Aynı suçu işlemiş bir kişinin suç arkadaşlarını, kendisi yakalanınca baskı ya da çözülme sonucu güvenlik kuvvetlerine yakalatmak El gün : Herkes, el âlem Eli açık : Cömert, para harcamaktan çekinmeyen (kimse) Eli ağır: -1 Yavaş iş yapan (kimse) -2 Eliyle vurduğunda acıtan kimse; ağır elli Eli ağzında kalmak : Çok şaşırmak, şaşırıp kalmak Eli alışmak (bir şeye) : -1 Bir işte ustalık kazanmak -2 Herhangi bir davranışı alışkanlık haline getirmek Eli altında otmak : Aradığı, istediği zaman bulabileceği yerde olmak Eli armut mu devrişiyor? (eli armut devşirmiyor ya?) : “Bir kimse bir iş yapıyorsa, öteki de boş durmaz, aynı işi yapabilir” anlamında Eli ayağı (kolu) bağlı kalmak : -1 Bir şey yapamayacak durumda olmak -2 Yardıma olması, çözüm bulması gereken bir konuda, hiçbir şey yapamamak Eli ayağı buz kesilmek: Aldığı üzücü bir haber yüzünden İş yapamaz duruma gelmek Eli ayağı düzgün olmak : Bedence, görünüşçe kusursuz olmak, iyi görünmek Eli ayağı(na) dolaşmak: Telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşırmak, saçma sapan işler yapmak Eli ayağı titremek :” Korkur sinir, vb yüzünden heyecanlanmak Eli ayağı tutmak : İş yapabilecek durumda olmak Eli bol: -1 İş yapabilecek parası olan (kimse) -2 İş için gerekli araçları esirgemeyen (kimse) Eli bollaşmak : Para yönünden rahatlamak Eli boş : O sırada yaptığı bir işi olmayan (kimse) Eli boş dönmek (bir yerden): İstediğini elde edemeden dönmek Eli (elleri) boş gelmek (gitmek) (bir yere) : O yere armağansız gelmek (gitmek) Eli böğründe (koynunda) kalmak : Başarısızlığa uğramak, bir iş yapamaz duruma düşmek; umutsuz, çaresiz duruma düşmek Eli cebine varmamak (gitmemek) :* Para harcama konusunda cimri davranmak, para harcamaya yanaşmamak (Kars Cebinde akrep olmak) Eli (eline ) çabuk : Çabuk iş yapan (kimse) Eli darda : Para sıkıntısı içinde Eli değmek (değmemek) ermek (ermemek) (bir şeye) : Söz konusu işi yapacak vakit ve fırsatı bulmak (bulamamak) Eli ekmek tutmak: Geçimini sağlayacak duruma gelmek (Kars Ekmeğini eline almak) Eli ermek (ermemek) (bir şeye, bir şeyi yapmaya) : Onu yapmaya vakti olmak (olmamak) Elifi görse mertek (direk) sanır : Bilgisizliğine rağmen bilgiçlik taslayan, okuması yazması olmayan bir kimse için alay yollu söylenir Eli geniş : Para sıkıntısı çekmeyen; cömert (kimse) Eli genişlemek : Eli bol para geçmek, harcama olanağı olmak Eli gitmek (bîr şeye) : Onu tutmak, yakalamak istemek Eli hafif : Acıtmadan iş gören (dişçi, iğneci) Eli İşe yatmak : Bir işi yapabilecek el becerisi olmak Eli işte (aşta), gözü oynaşta : İş yapar görünen, fakat aklı başka şeylerde olan, (kimse) Eli kalem tutmak: -1 Yazı yazmayı bilmek -2 Bir konu hakkında başarılı bir biçimde yazı yazma yeteneğine sahip olmak Eli kırılmak : Eli bir işe yatkın duruma gelmek Eli kolu bağlı olmak (durmak, kalmak) : Üzerine düşen ya da üzerine aldığı bir görevi çeşitli nedenlerle yapamayacak durumda olmak Eli kulağında : Olması ya da gerçekleşmesi çok yakın Eli kurusun : “Elin tutmaz, bir iş görmez olsun” anlamında ilenç Eli mahkûm : “Bu işi yapmak zorunda” anlamında Eli maşalı: Şirret, edepsiz, kavgacı (kadın) Elinden almak (bir şeyi, birisi) : Birini sahip olduğu bir şeyden, bir kimseden yoksun kılmak Elinden bir İş gelmemek: Hiçbir iş yapamamak Elinden bir kaza (sakattık) çıkmak : İstemeyerek birisini yaralamak ya da Öldürmek Elinden bir şey gelmemek : Olanaksızlık, çaresizlik ya da beceriksizlik yüzünden yardıma olamamak Elinden çekmek: -1 Bir kimse yüzünden sıkıntıya düşmek -2 Bir kimseyi öç almak için sıkıntıya sokmak Elinden düşürmemek (bir şeyi) : Sürekli onunla İlgilenmek Elinden geleni ardına koymamak : Elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak Elinden geleni yapmak: Bir işi bilgisinin ve gücünün yettiği kadarıyla yapmak Elinden gelmek : Söz konusu şeyi yapma becerisi olmak Elinden hiçbir şey kurtulmamak : Her şeyi becerebilecek yetenekte olmak Elinden İş çıkmamak: Elindeki İşi zamanımda bitirememek; elindeki işi sürüncemede bırakmak Elinden tutmak (birinin): -1 Ona yardım etmek -2 İlerlemesine yardıma olmak, kayırmak Elinde olmak {bir şey) : O şeyi yapabilecek durumda olmak, o şey onun yetkisi, becerisi içinde olmak Eline ağır: Elinden çabuk iş çıkmayan (kimse) Eline ayağına düşmek (kapanmak, sarılmak) : Bir isteğini yaptırabilmek için bir kimsenin ayaklarına kapanıp yalvarmak Eline ayağına üşenmemek : İşini severek yapmak Eline bakmak (birinin) : Bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda otmak Eline düşmek (bir şey birinin) (biri birinin) : -1 O şey (yer vb) onun egemenliği, buyruğu altına girmek -2 Ona yakalanmak -3 Kendisine hıncı bulunan bir kimseye muhtaç duruma gelmek - Eline, eteğine sarılmak: Birine bir iş için çok yalvarmak Eline geçmek (bir şey) (birisi) : -1 Kazanmak, elde etmek -2 Bulmak -3 Yakalamak Eline kalmak (birinin): Kendisine yardım edecek ya da bakacak ondan başka kimsesi kait ak Eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık: “Yaptığın iş iyi olmuş, teşekkür ederim” anlamında Eline su dökemez : “Bu kimse, adı geçen kimsenin çırağı bile olamaz, onunla aynı değerde değildir” anlamında Eline vur, ekmeğini (ağzından) al: Sessiz, pısırık (kimse) Elini ayağını çekmek (biri, bir yerden) : Oraya uğramaz olmak, artık oraya gitmemek Elini ayağını kesmek (birinin, bir yerden) : Onun oraya uğramasını engellemek Elini ayağını öpeyim : “Çok yalvarıyorum” anlamında bir şeyin yapılmasını isterken söylenir Elini cebine atmak : Cebinden pars çıkarmak için davranmak Elini çabuk tutmak : Bir işi çabuk yapmaya çalışmak Elini eteğini çekmek (bir şeyden) : O şeyle ilgisini tümüyle kesmek Elini kana bulamak : Bir kimseyi yaralamak ya da öldürmek Elini kolunu bağlamak (bir şey, birinin) : O şey onu hiçbir iş yapamayacak duruma getirmek Elini kolunu sallaya sallaya dolaşmak (gezmek) : Pervasızca, serbestçe, çekinmeden dolaşmak Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir yere eli boş olarak, hiçbir armağan almadan gitmek Elinin altında : Her zaman kolayca yararlanabileceği yerde ve yakınlıkta Elinin körü: “Sorduğun sorular yeter artık, kötü sözler söyleyeceğim şimdi!” anlamında paylama sözü Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir işe el sürmemek, çok nazlı olmak Elini sürmek (bir şeye, birine) : -1 bk elini sürmemek -2 Birine herhangi bir kötülük yapmak; dövmek, tecavüz etmek Elini sürmemek (bir şeye) : -1, O şeyi eline almamak, o işi yapmamak -2 Tenezzül etmemek Elini uzatmak (birine) : Ona yardım etmek, destek olmak Elini veren kolunu alamaz: ‘Çıkara bir kimsedir Senin cömert, yardımsever biri olduğunu anlarsa, elinden zor kurtulursun” anlamında Elini vicdanına (kalbine) koyarak (söylemek) : Doğru, hakça (söylemek); gerçekleri, doğruları gizlemeden (söylemek) Eli olmak (bir şeyde) : -1 Bir işe herhangi bir biçimde katkıda bulunmak -2 Bir işle gizli bir ilişkisi olmak Eli para görmek : Para kazanmak, cebi para görmek Eli sıkı: Cimri, kolay para harcamayan (kimse) Eli silah tutmak: Silah kullanıp savaşabilecek durumda olmak Eli sopalı: Zorba, sert, baskıcı (kimse, yönetim) Eli şakağında : Düşünceli, tasalı, kaygılı Eli uzun : Fırsatını bulunca eline geçirdiklerini aşıran, hırsız Eli varmamak (gitmemek) (bir şeye): Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak; o işi yapmak için içinde bir istek duymamak Eli yatkın (bir işe) : O işe alışkın, becerikli (kimse) Eli yatmak (bir işe): Bir işi yapabilecek el becerisi edinmiş olmak Eliyle koymuş gibi (bulmak) (bir şeyi, birini): Aradığını hemen, kolayca (bulmak) Eli yüzü düzgün : Yüzüne bakılabilir olan, güzelce (kimse) El kadar: Çok küçük (Kars Bacak kadar) El kaldırmak : -1 Söz istemek ya da oy verdiğini belirtmek için elini havaya kaldırmak -2 Kendisinden büyüğe vuracakmış gibi davra-mak El kapısı: -1 Yabancıların evi, yurdu -2 Bir kızın gelin gittiği ev -3 Kişinin geçimini sağladığı işyeri El kiri: Hiçbir değeri olmayan, geçici (özellikle para için söylenir) El koymak (bir şeye) : -1 Bir şeyi, kendi buyruğu altına almak; bir yerin yönetimini kendi yetki sınırlan içine almak -2 Bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak için incelemesine girişmek Ellerin dert görmesin : “Allah razı olsun” anlamında iyi dilek sözü Eller yukarı: “Ellerini yukarı kaldır ve teslim ol!” anlamında uyarı sözü Elle tutulacak tarafı kalmamak : -1 Sağlam tarafı kalmamak -2 Kendisine güvenilmemek Elle tutulacak tarafı olmamak : Değerli, güvenilir bir yönü bulunmamak Elle tutulur gözle görülür : Çok belirgin, çok açık olan El sıkışmak : İki arkadaş karşılaştıklarında sevgi ve saygı gereği birbirlerinin ellerini tutup, hafifçe sıkmak El sıkmak: Selamlaşmak için iki kişi birbirlerinin ellerini tutmak El sürmemek (bir şeye, birine) : -1 Onu ellememek, ona bir zararı dokunmamak -2 Bir işi yapmaya başlamamak -3 İlgilenip eline almamak El tutmak : Bir iş vakit almak, uzun sürmek El uzatmak (birine) (bir şeye) : -1 O kimseye yardım etmek -2 Başkasınıın İşine, çıkarına dokunmak, kendisine ait olmayan bir şey üzerinde Ihak iddia etmek El uzluğu : El alışkanlığı, ustalık, maharet El üstünde tutmak (birini) : Ona çok değer vermek, aşırı saygı ve sevgi göstermek El vermek (birine) : -1 Ona yardım etmek -2 Mürit mürşide başkalarına yol gösterme izni vermek -3 Birine bir konuda yetki vermek -4 İskambil oyunlarında karşı tarafa oyun üstünlüğü tanımak El yatkınlığı: -1 İşe alışmış olma durumu -2 El işlerini yapmakta yetkin olma El yordımıyla : Görmeden, elle yoklayarak |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in AçıklamasıEmeği geçmek: Bir işin yapılmasında özenle, çok çalışmış olmak Emek çekmek: Bir işin yapılmasında çok çalışmak Emek vermek (bir şeye) (birine) : -1 Bir şeyin meydana gelmesi için özen göstererek Çok çalışmak -2 Bir kimsenin yetişmesi için büyük çaba harcamak Emir büyük yerden : İtiraz edilemeyecek buyruklar İçin söylenir Emniyet etmek (birine) : Ona güvenmek, emanet etmek Emniyet vermek (birine) : Ona güven duygusu vermek Endazeye vurmak (bir şeyi) : Onu hesaplamak, ölçmek Endişe duymak (bir şeyden) : O şey için kaygılanmak, tasalanmak Engel çıkarmak (birine) ; Bir işin yapılmasını zorlaştırmak Eninde sonunda (önünde sonunda): Ne zaman olsa, en sonunda, kaçınılmaz olarak Enine boyuna : -1 Her yönüyle, eksiksizce -2 İriyarı, gösterişli (kimse) Eni konu : Eksiksizce, her yönüyle (Kars İyiden iyiye) Ensesi kalın : Maddi durumu yerinde olan (kimse) Ensesinde boza pişirmek : Bir işi yapması, bitirmesi İçin sürekli uyarmak, tedirgin etmek Ensesine binmek : Baskı altında tutmak, bir işi yapmaya zorlamak Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak (Kars Yakasına yapışmak) Ense yapmak: Hiçbir işle uğraşmadan, keyfinoe yaşamak Entrika çevirmek : Hile düzenlemek Er geç : Ne vakit olsa, erken ya da geç Eriyip bitmek: -1 Çok zayıflamak, incelmek -2 Çok aa çekmiş olmak Eriyip gitmek : Yok olmak Erkek Fatma (Ayşe) : Erkekler gibi davranan kızlar için kullanılır Esamisi okunmamak: Hiç önem ve değer verilmemek, adı geçmemek Es geçmek (bir şeyi, birini) : Üzerinde durmamak, aldırış etmemek, boş vermek, önemsememek Eski çamlar bardak oldu : “Zaman değişti, eski durumların önemi ve değeri kalmadı” anlamında Eski defterleri karıştırmak : Geçmişteki olayları bir yarar umarak ya da başka bir amaçla yeniden ele almak, anımsatmak Eski göz ağrısı: Birinin çok eskiden sevgilisi durumunda olan kimse (özellikle kız, kadın); İlk göz ağrısı Eski kafalı: Geçerliğini az ya da çok yitirmiş düşünceleri savunan, eski yaşam biçimine bağlı (kimse) (Kars Geri kafalı) Eski köye yeni âdet: Geleneklerine, eski yaşam biçimine bağlı bir topluluğa yadırganan bir yenilik getirmek Eski kurt : Mesleğin inceliklerini bilen, aldatılması olanaksız kimse Eski tas eski hamam : “Değişen hiçbir şey yok, eski durum devam ediyor” anlamında Eski toprak : Yaşlandığı halde dinç kalmış (kimse) Eski tüfek: Herhangi bir alanda en kıdemli olan, bilgi, deneyim yönünden en zengin olan (kimse) Esrar kumkuması (kutusu, küpü) : Neyin nesi olduğu, ne ile uğraştığı bilinmeyen kimse için söylenir Esrar perdesi: Bir olayın gerçek yüzünün anlaşılmasını güçleştiren özelliklerin tümü Eş dost: Tanıdıklar, bildikler, ahbaplar Eşek başı mısın? : “Yetkini kullanmayıp neden gevşek davranıyorsun?” anlamında Eşek cenneti: Öbür dünya Eşek kadar olmak : Büyüdüğü halde akıllanmamak Eşek sudan gelinceye kadar dövmek (birini): Onu uzun bir süre İyice dövmek Eşek şakası: Ağır el şakası Eşref saati gelmek : Uygun, elverişli zamanı gelmek Etekleri tutuşmak : Çok telaşlanmak, kaygıya düşmek Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek Etek öpmek : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; el etek öpmek Eti budu yerinde, (etine buduna dolgun) : Semiz, tombul (özellikle kadın, kız) Eti ne, budu ne? : Bir kimsenin küçük, cılız veya olanaklarının sınırlı, parasını az olduğunu anlatmak için söylenir Etine dolgun : Tombul (kimse) (Kars Balık etinde) Eti senin kemiği benim : Eskiden velilerin çocuklarını eğitimciye, ustaya teslim ederken söyledikleri söz Et kafalı: Anlayışsız, kalın kafalı (kimse) Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı dostlar için söylenir Etliye sütlüye karışmamak: -1 Kendini ilgilendirmeyen işlere karışmamak -2 Kendi halinde yaşamak Etmediğini bırakmamak (komamak): Elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak Etrafında dört dönmek : İstediğini elde etmek ya da korumak için birinin yanından ayrılmamak Ettiği (yaptığı) hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek : Bir İşte verdiği zarar yaptığı iyilikten büyük olmak Ettiğini bulmak : Yaptığı kötülüğün karşılığını bulmak Ettiğini yanına bırakmamak: Yaptığı kötülüğe kötülükte karşılık vermek, ondan öcünü almak Ettiği yanına (kâr) kalmak : Yaptığı kötülük karşılıksız kalmak, yaptığı kötülüğün cezasını görmemek, Ettiğiyle kalmak: Düşündüğü kötülüğü yapamadığı için üzüntü ve utanç içinde kalmak Ev açmak : Ayrı bir eve yerleşmek, evlenmek Ev bark : -1 Ev -2 Çoluk çocuk, ev halkı Evde kalmak ; Kız, yaşı ilerlemesine karşın evlenememiş olmak Evdeki hesap çarşıya uymamak : Tasarlanan bir şey başka biçimde gerçekleşmek, sonuçlanmak Evin direği: -1 Kadın için koca, eş -2Evİn geçimini sağlayan kimse Evirmek çevirmek (bir şeyi),: O şeyin her >a>ını iyice gözden geçirmek Evlerden uzak (ırak) : ‘Kimsenin başına bu tür felaketlerin gelmemesini dilerim” anlamında Evvel Allah : “Allah’ın yardımıyla” anlamında pekiştirme sözü Evvel âr idi, şimdi kâr oldu : “Önce ayıp sayılırken şimdi beğenilen bir davranış oldu” anlamında Ev yıkmak : -1 Karı ile koca arasına fitne sokup, ayrılmalarına yol açmak -2 Bir ailenin geçim yollarını ortadan kaldırıp perişan olmalarına yol açmak Eyvallah demek (bir şeye) (birine) : -LRazı olmak, kabul etmek -2 Aliaha ısmarladık demek Eyvallah etmemek (birine) : Birinin minneti altına girmemek, birine boyun eğmemek Eyvallahı olmamak (birine, hiç kimseye) : Ona, onlara minneti, gö- nül borcu olmamak Ezbere iş görmek : İncelemeden, gelişigüzel iş görmek Ezbere konuşmak : Aslını arayıp sormadan, bilmeden konuşmak Ezilip büzülmek : -1 Konuşurken sıkılmak, çekinmek, güç duruma düşmek -2 Utangaç ya da kibarca davranışlarda bulunmak |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< F >> Faka basmak: Tuzağa düşmek, aldatılmak; tongaya basmak Fal açmak (fala bakmak) : Suya bakarak, kitap, iskambil kâğıdı açarak gelecekten haber vermek Falakaya çekmek (yatırmak) (birini): Ayaklarını falakaya bağlayarak tabanlarını kalın bir sopa ile dövmek Fareler cirit atmak (oynamak) (bir yerde) : O yerde hiç kimse bulunmamak, o yer bomboş, ıpıssız olmak Fark atmak: -1 Fazla sayı yapmak -2 Benzerlerinden çok farklı ot-mak, onları geçmek Fark etmez: -1 “Hiçbir önemi, etkisi yoktur” -2 “Hiçbir değişiklik yapmaz” anlamında Fark gözetmek : Ayrım yapmak, birini Ötekinden ayrı, üstün tutmak Farkına varmak : -1 Bir şeyin var olduğunu anlamak, sezmek -2 Aralarında fark bulunduğunu anlamak Farkında olmamak (olmak): Ne olup bittiğini anlamamak (anlamak) Fark yapmak : Oyunlarda yenmek Fasit daire : bk Kısır döngü Fasulye gibi kendini nimetten saymak : Kendine aşırı bir değer vermek Fatiha okumak (bir şeye, ruhuna) : O şeyden umudunu kesmek Fazla gelmek : Gereğinden, alışılmıştan fazla olmak Fazia kaçırmak : -1 Her zamankinden fazla yemek, İçmek -2 Bir şeyi normalinden fazla yapmak Fazia olmak : Başkalarını rahatsız edecek davranışlarda bulunmak Felce uğramak : İşlemez, yürümez, çalışmaz duruma gelmek Feleğin çemberinden geçmiş : Başından pekçok iyi kötü olay geçmiş olan (kimse) (Kars Görmüş geçirmiş) Feleğini şaşırmak: Ne yapacağını bilemez duruma gelmek Feleğin sillesini yemek: Büyük bir yıkıma uğramak Felekten bir gün çalmak: Neşeli, eğlenceli bir gün geçirmek Fellik fellik (fellek fellek) aramak (birini, bir şeyi): Onu her yerde telaşla, heyecanla aramak Felsefe yapmak: Bir olayın nedenleri ve sonuçları hakkında değişik görüşler ileri sürmek Fena olmak : -1 Bozulmak -2 Çok üzülmek -3 Hasta gibi olmak Fenasına gitmek : Üzülmek, sinirlenmek, üzerinde kötü bir etki bırakmak Fenaya çekmek (bir şeyi) : O şeye kötü bir anlam vermek Fena yapmak (birini) : Onu kötü bir duruma düşürmek Fener alayı: -1 Şenlik gecelerinde bir topluluğun ellerinde fenerler ya da meşalelerle kenti dolaşarak yaptıkları gösteri -2 Bu gösteriyi yapan topluluk Feneri nerede söndürdün? : “Nerede kaldın? Çok geciktin” anlamında şaka yollu söylenir Ferah tutmak (gönlünü, içini, kalbini) : Sevinçli olmak, tasalanmamak, sıkılmamak Ferman çıkmak : Yetkili bir kimse tarafından bir işin yapılması konusunda buyruk verilmek Ferman dinlememek : Hiçbir kural, yasa, buyruk tanımamak Feryadı basmak : Tehlikeli, korku verici bir durumla karşılaşınca bağırıp çağırmaya başlamak Fesat karıştırmak (çıkarmak, kaynatmak) : İnsanların arasını bozacak işler yapmak Fırsat düşmek (çıkmak) ; Uygun bir ortam ortaya çıkmak Fırsatı ganimet bilmek: Önüne çıkan fırsatlardan hemen yararlanmak Fırsatı kaçırmak: Yarar sağlayacağı uygun durum ve zamanı değer- lendirememek Fırsatını düşürmek : Uygun, kolay bir yol bulmak Fırsat kollamak : Bir iş için elverişli zaman ve durumu kollamak Ftrsat vermek (tanımak) (bir şeye, birine) : Bir işi gerçekleştirmek İçin uygun durum hazırlamak; zaman vermek Fısıltı gazetesi: Toplumu ilgilendiren bir olayın dedikodu biçiminde kulaktan kulağa yayılması Frtık etmek (birini) : Onu çok kızdırmak ; sinirlendirmek Fıtık olmak (birine) : Ona çok kızmak, sinir olmak Fikir almak (birinden, bir şeyden): -1 Bir konuda yetkili bir kimseden bilgi almak, o kişinin düşüncesini sormak -2 O konuda bilgi sahibi olmak Fikir vermek (birine) (bir şey) : -IBir konuda yol gösterici nitelikteki düşüncesini bildirmek -2 İnsanı bir düşünceye, inanca ulaştırmak Fikir yürütmek : Herhangi bir konuda kendi düşüncesini söylemek Filan feşmekan (filan falan) : Adının belirtilmesine gerek olmayan kimse ya da şeylerin yerine kullanılır Filinta gibi: Genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı (kimse) Fincancı katırlarını ürkütmek: Zarar verebilecek bir kimseyi kızdıracak bir davranışta bulunmak Fink atmak : Keyfince, gönlünce gezip dolaşmak Fire vermek : -1 Miktarı azalmak -2 Kötü durumu görülmek Fi tarihinde : Çok eski bir zamanda Fitil etmek (birini) : Onu çok kızdırmak Fitil gibi olmak : Çok sarhoş olmak Fitili almak : Birdenbire öfkelenmek Fitil olmak (birine) : Ona çok kızmak; öfkelenmek Fitil vermek (Birine): Onu kızdırmak, kışkırtmak Fitne fücur: Çok fitneci, kışkırtıcı, arabozucu (kimse) Fitne sokmak: Asılsız söz ve haberlerle, insanların arasında geçimsizlik yaratmak Fit olmak : -1 Birinin bir davranışına denk düşen bir davranışta bulunarak ödeşmek -2 Razı olmak, uygun bulmak Fit sokmak (vermek) : Birini bir başkasına karşı kışkırtmak, aralarını açmak Fiyaka satmak : Gösteriş yapmak; çalım satmak Fiyat biçmek: Fiyatını belirlemek; değer biçmek Fiyatı (fiyatları) dondurmak : Bir malın, hizmetin fiyatının yükselmesini önleyici önlemler almak Fiyat kırmak : Rekabet vb amaçlarla bir malın fiyatını indirmek Fiyat vermek : Bir malın, hizmetin para olarak karşılığını bildirmek Fol yok yumurta yok : “Ortada konuyla ilgili belli bir neden yok” anlamında Fos çıkmak: -1 (Birinin) Bir işe yaramadığı anlaşılmak -2 Bir iş, beklenen sonucu vermemek Foyası meydana çıkmak: Bir kimsenin kötü bir yönü bir vesileyle bir süre sonra anlaşılmak |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< G >> Gafil avlamak (birini): Onu habersiz ve hazırlıksız olduğu bir sırada bastırmak, güç duruma düşürmek Gaf yapmak: Farkında olmadan yersiz bir davranışta bulunmak ya da bir kimseyi incitecek söz söylemek (Kars Baltayı taşa vurmak, çam devirmek, pot kırmak) Gaipten haber vermek : Gelecekte neler olacağını söylemek, bilinmeyen âlemden haber vermek Galebe çalmak: Üstünlük sağlamak, yenmek Galeyana gelmek : Bir şeyden çok etkilenmek, heyecanlanıp coşmak Galeyana getirmek (birini, bir topluluğu) ; Onu, o topluluğu etkileyip coşturmak Galip gelmek (çıkmak): Yenmek; üstün gelmek Garaz bağlamak (birine) :Ona karşı düşmanca duygular beslemek; kin beslemek (bağlamak) Gargaraya getirmek : Gürültüye getirerek bir sözün, bir eylemin önemini, etkisini hafifletmek, dikkatten kaçırmak Garibine gitmek: Garip bulmak, yadırgamak; acayibine gitmek, tuhafına gitmek Garip gelmek: Garipsemek, yadırgamak; acayip gelmek, tuhaf gelmek Gâvur etmek (bir şeyi): Onu işe yaramayacak duruma getirmek, ziyan etmek Gâvur eziyeti: Acımasız, zalimce davranış, güç; zahmetli iş Gâvur inadı: Önüne geçilemeyen inat; keçi inadı Gâvurluğu tutmak (gâvurluk etmek) : -1 İnsafsızca davranmaya başlamak -2 İnatlaşmak, inat etmek Gâvur olmak :Boş yere harcanmak, heder olmak Gâvur ölüsü gibi: Çok ağır ve hantal olan (şey) Gayret dayıya düştü : “Söz konusu iş onu başarabilecek olana kaldı” anlamında Gayya kuyusu : İşlerin karmakarışık, içinden çıkılmaz olduğu durum, ortam Gaza basmak: -1 Taşıtın hızını artırmak için gaz pedalına basmak -2 Savuşmak, kaçmak; defolmak Gazaba gelmek : Çok öfkelenmek Gazaba uğramak: Bir kimsenin öfkesini üzerine çekmek Gebe bırakmak (birini): Onu borçlu duruma getirmek Gebe kalmak (birine) : Ona borçlu durumda olmak Gece gündüz : Her zaman, hiç ara vermeden, sürekli olarak Gece gündüz dememek : Vaktin uygun olup olmadığına bakmadan sürekli çalışmak Gece kuşu : Gece vakti gezmesini, iş görmesini seven, geceleri uyumayan (kimse) Geceli gündüzlü : Gece gündüz, hiç ara vermeden, sürekli olarak Gece silahlı gündüz külahlı: Kendini iyi insan gibi gösteren, fakat sezdirmeden kötü işler yapan (kimse) Geceyi gündüze katmak : Gece gündüz durmaksızın çalışmak Geçer akçe : Herkesçe beğenilen şey için kullanılır Geçer not almak : Uygun bulunmak, beğenilmek Geçim dünyası: -1 Herkesle iyi geçinmek gerektiğini anlatmak için kullanılır -2 “Herkes için en önemli konu geçimini sağlayacak yolu bulmasıdır” anlamında kullanılır Geçim kapısı: Kazanan sağlandığı işyeri; ekmek kapısı Geçim yolu : Yaşamak İçin kazanç bulma yolları, çareleri Geçinip gitmek : -1 Yaşamını iyi kötü sağlayabilecek bir geliri olmak -2 Başkalarıyla ilişkileri önemli sorun yaratmayacak düzeyde olmak Geçmiş ola : -1 “Geçmiş olsun” -2 “Bu fırsatı bir daha ele geçiremezsin Yazık olur (oldu)” anlamında Geçmiş olsun : “Hastalığınız, geçirdiğiniz kaza ya da felaketin geçmiş olmasını, bir daha böyle üzüntülerle karşılaşmamanızı dilerim” anlamında Geçti Bor’un pazarı (sür eşeğini Niğde’ye): ‘Bu fırsatı kaçırdın, yeni bir fırsat aramaya koyul” anlamında Geleceği varsa göreceği de var: “Yiğittik taslayıp kötülük yapmak için gelmeye niyeti varsa, buyursun gelsin, ona haddini bildiririz” anlamında tehdit yollu söylenir Gelen ağam, giden paşam : “Başa kim gelirse gelsin benim İçin fark etmez, ben kendi işime bakarım” anlamında Gel gelelim : “Ne çare ki” anlamında Gel keyfim gel: -1 “Genel olarak durumumdan oldukça memnunum” anlamında -2 Durumu iyi olanlara gıpta yollu da söylenir Gel zaman git zaman : Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Gemi aslanı: Gösterişli olan, fakat hiçbir İşe yaramayan (kimse) Gemi azıya almak : Hiçbir şekilde söz dinlemez olmak, kural tanımamak Gem vurmak (birine) (duygularına) : -1 Onun taşkın, aşırı davranışlarını önlemek, önleyecek girişimde bulunmak -2 Duygularına hakim olmak Geri çevirmek (bir şeyi, birini): -1 Onu kabul etmemek -2 Onu geldiği yere göndermek Geriden geriye : -1 Uzaktan -2 Gizlice Geri durmamak (bir şeyden) : O şeyi yapmaktan kaçınmamak (Kars Aşağı kalmamak) Geri hizmet: Kolay, yorucu olmayan görev Geri kafalı : Tutucu, gerici; yenilikler karşı çıkan, düşünce ve davranışlarıyla eskiye bağlı olan (kimse) (Kars Eski kafalı) , Geri kalmak : -1 Nitelik ve zaman yönünden geride bulunmak -2 Benzerliklerinden daha az gelişmiş olmak Geri tepmek : Yapılan bir davranış benzer bir davranışla karşılanmak, ters etki göstermek Geyik muhabbeti: Yararsız anlamsız uzun konuşma, gevezelik Gezip tozmak : Gönlünün İsteğince gezmek Gıcık almak (kapmak) (bir şeyden, birinden) : Onun söz ve davranışlarından, kimi özelliklerinden hoşlanmamak; dahası sinirlenmek Gıcık olmak (birine, bir şeye) : Bir davranışa ya da bir kimseye sürekli olarak sinirlenmek Gıcık tutmak : Boğazı gıcıklanmak Gıcık vermek : Birini kıskandıracak davranışlarda bulunmak Gıkı (bile) çıkmamak (gıkını bile çıkarmamak) : -1 Çok sessiz uslu durmak -2 Baskı karşısında tek söz söylememek Gına gelmek (getirmek) (birine, bir şeyden): O şeyden bıkmak, usanmak Gırgır geçmek (biriyle) : -1 Onunla alay etmek -2 Gevezelik etmek Gırgırında olmak (İşin) : O şeye gereken önemi vermemek, onu dikkate almamak; eğlenmek, dalga geçmek Gırla gitmek : -1 Uzun sürmek -2 Bol bol harcamak Gırtlağına basmak : Bir kimseye bir işi yaptırmak için baskı yapmak; boğazına basmak Gırtlağına kadar borcu olmak : Çok miktarda borcu olmak; boğazına kadar borca girmek Gırtlağına sarılmak : Kavga etmek, peşini bırakmamak; boğazına sarılmak Gırtlağından kesmek: Para biriktirmek için yiyeceğinden kısıntı yapmak; boğazından kesmek Gırtlak derdi: Geçim kavgası Gırtlak gırtlağa gelmek (biriyle) : Onunla kavgaya tutuşmak; boğaz boğaza gelmek Gibi gelmek (gibisine gelmek) : Sanısını uyandırmak, sanmak, (…) gibi görünmek Gidiş o gidiş : “Sözü edilen kimse gitti ve bir daha geri dönmedi” anlamında Girdisi çıktısı: -1 Birinin yakın ilgisi -2 Bir şeyin ayrıntıları -3 Gelir ve gideri Gitti gider: “Artık ele geçmemek üzere gitti” anlamında Gizliden gizliye: Gizli olarak, çaktırmadan (Kars Alttan atta, el altından, arkadan arkaya, içten içe) Gizli din taşımak: Din, inanç, görüş yönünden göründüğü gibi olmamak Gizli kapaklı: Başkalarından saklanan, kimseye haber verilmeden ya-pttan (iş, konuşma) Gizlisi kapaklısı olmamak : Başkalarından gizlenecek herhangi bir şeyi olmamak Gizli tutmak (bir şeyi): Bir olayı, bir haberi hiç kimseye duyurmamak, açıklamamak Göbeği beraber kesilmiş ; “Her’zaman onunla birliktedir, ondan hiç ayrılmaz” anlamında Göbeği çatlamak: Bir işi başarmak için çok zorlanmak, uğraşmak Göbek adı : Çocuğun göbeğini keserken ebenin koyması âdet dan ad Göbek atmak : -1 Oynarken karnını yukarı doğru hareket ettirmek -2 Çok sevinmek Göbek bağlamak (salmak) : Göbeği sarkacak ölçüde şişmanlamak,göbeklenrnek Göğsü kabarmak (bir şeyden) : Ondan büyük övünç duymak, kıvanmak Göğsünü gere gere : Övünerek, kendine güvenerek, kıvanç duyarak Göğüs geçirmek: Üzüntü nedeniyle derin derin nefes alıp vermek (Kars İçini çekmek} Göğüs germek (bir şeye) : Her türlü güçlüğe dayanmak, bilinçlice karşı koymak, direnmek Gök gözlü: -1 Göz rengi maviye çalan (kimse) -2 Gözleri bu renk olanların hainliğini belirtmek için kullanılır Göklere çıkarmak (birini) : Onun yaptıklarını, niteliklerini abartarak övmek, onu yüceltmek (Kars Övgüler düzmek) Gökte ararken yerde bulmak (bir şeyi, birini) : Ele geçirilmesi güç sanılan bir şeyi, birini kolayca bulmak Gökten zembille mi indi? : “O kimsenin ne ayrıcalığı var ki başkalarına tanınmayan haklar ona tanınıyor?” anlamında Gölgede bırakmak (bir şey, bir şeyi) (biri, birini) : -1 Bir şey nitelik yönünden daha üstünolmak -2 Bir kimseden daha başarılı olup değerce ondan üst düzeyde olmak Gölge düşürmek (bir şeye) : Bir şeyin bilerek ya da bilmeyerek değerini azaltmak Gölge etmek : Rahatsız etmek, engel olmak Gölgesinden korkmak : Kuruntulu olmak, tehlikesiz işlere girişmekten bile korkmak Gönlü bol: Cömert, eli açık (kimse) Gönlü çekmek (bir şeyi) : Ona imrenmek, onu canı istemek (Kars Ağzı sulanmak, canı çekmek, içi çekmek) Gönlü gani (gönlü gözü gani): Cömert, eli açık, gözü tok (kimse) Gönlünden geçirmek (birini, bir şeyi) : Onu şöyle bir düşünmek, istemek; içinden geçirmek Gönlünden kopmak: Bir kimseye, o an içinden geçtiği kadar iyilikte bulunmak Gönlüne doğmak: Bir şeyin olacağını önceden sezgi yoluyla bilmek; içine doğmak Gönlünü almak: Kırgın, küskün birini güzel sözlerle ya da bir armağanla sevindirmek, memnun etmek ( Kars Hatırını hoş etmek) Gönlünü çelmek : -1 Bir kimsenin sevgisini kazanmak -2 Birisini kendine âşık etmek Gönlünü etmek (yapmak) : Onu razı etmek, hoşnut etmek Gönlünü hoş etmek: Bir kimseyi istediğini yerine getirerek sevindirmek Gönlünü kaptırmak (birine) : Ona âşık olmak Gönlünü kırmak : Bir kimseyi kaba söz ve davranışlarla üzmek, küstürmek; kalbini kırmak Gönlü olmak : Razı olmak, hoşnut olmak Gönlü tok : Yetinmesini bilen kimse; gözü gönlü tok Gönül almak: Bir kimseyi uygun bir davranışla ya da armağanla sevindirmek Gönül bağı: Duygusal ilişki, sevgi-bağı Gönül borcu: Yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetme; minnet, şükran Gönül hoşluğuyla (rızasıyla) : İsteyerek, severek Gönül kırmak : Birini incitmek, gücendirmek; kalp kırmak Gönül vermek (birine) (bir şeye): -1 Ona âşık olmak -2 Ona sevT giyle bağlanmak Göreyim seni: -1 “Senden başarılı olmanı bekliyorum” -2 “Dediğimi yap, karşılığını görürsün” anlamında Görmezlikten (görmemeztikten) gelmek : Görmemiş gibi davranmak Görmüş geçirmiş : Yaşam deneyimi zengin olan, tecrübeli (kimse) (Kars Feleğin çemberinden geçmiş, kaçın kurası) Görülecek hesabı olmak (biriyle) : Onunla aralarında çözümlenecek bir sorunu olmak Görünüşü kurtarmak : Küçük düşürücü herhangi bir olayı geçiştirmek, örtbas etmek Görüp göreceği rahmet bu : “Göreceği tek yardım, tek iyilik budur” anlamında Görüş açısı: Bir şeyi değerlendirme biçimi; bakış açısı Görüşeni karışanı olmamak : Hiç kimse o kişinin işine karışmamak Gösteriş yapmak : İlgi çekmek, kıskandırmak gibi amaçlarla göze çarpan davranışlarda bulunmak Gözaltına almak (gözattı etmek) (birini) : Onu belli bir yerde oturmak zorunda bırakıp hareketlerini denetlemek, onu gözetim altında tutmak Göz açamamak: İşlerin çokluğu yüzünden başka hiçbir şeyle ilgilenememek Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok kısa bir süre içinde Göz açtırmamak (birine) : Ona herhangi bir şey yapma fırsatı vermemek Göz alabildiğine : Gözün görebildiği en uzak yerlere kadar Göz alıcı: Güzelliği ilgi çeken Göz ardı etmek (bir şeyi) : Onu görmezlikten gelmek, ona gereken ilgiyi, önemi göstermek Göz atmak (bir şeye, yere) : Ona, üzerinde pek durmadan şöyle bir bakmak Göz aydına gitmek: Birinin sevindirici bir durumunu kutlamaya gitmek Göz banyosu : -1 Göz hastalıklarının iyileştirilmesi İçin yapılan banyo -2 Kadınlara hoşlanarak bakma Göz boyamak : Kötü bir şeyi iyi olarak gösterip aldatmak Gözdağı vermek (birine) : Onu tehdit etmek, istediğini yaptırmak, kabul ettirmek için baskı yapmak (Kars Kafa tutmak, posta koymak) Göz değmek (birine, bir şeye) : Uğursuzluk ya da kötülük getirdiğine inanılan kıskanç ya da hayran’ bakışlar nedeniyle kötü bir duruma düşmek; göze gelmek Gözden çıkarmak (bir şeyi) : Bir şeyin elden gitmesine isteyerek ya da istemeyerek razı olmak, onu feda etmeye karar vermek Gözden düşmek : Başkalarının sevgi, saygı ve güvenini söylediği sözler ya da yaptığı davranışlar nedeniyle yitirmek Gözden geçirmek (bir şeyi) : -1 Ne olduğunu anlamak için ona iyice bakmak, incelemek -2 Onu okumak Gözden kaçmak : Farkına varılmamak, görülmemek Gözden kaybolmak: Görülmez olmak, yok olmak Gözden uzaklaşmak: Ayrılıp görülmeyecek yere gitmek Göz dikmek (bir şeye, birine) : Onu ne pahasına olursa olsun ele geçirmek istemek Göz doldurmak: -1 Bir şey görünüşüyle umulan etkiyi yapmak -2 Bir kimse bir becerisi, başarısı vb’den ötürü beğenilmek Göze almak (bir şeyi): Bir işi gerçekleştirmek için ortaya çıkabilecek bütün engelleri, tehlikeleri kabullenmek Göze batmak: -1 Durumu, davranışları çevredekileri tedirgin etmek -2 Görünüşüyle dikkati çekmek: -3 Başkalarını kıskandıran bir mevki-ye yükselmek Göze çarpmak: -1 Görünüşüyle dikkatleri üzerinde toplamak -2 Görülmek, fark edilmek Göze gelmek: -1, bk Göz değmek -2 Görünüşüyle başkalarının dikkatini çekmek Göze girmek : Yaptıktarıyla çevresindekilerin sevgi ve güvenini kazanmak Göze görünmek: -1 Belli, açık olmak -2 Var olmadığı halde varmış gibi görünmek Göze görünmemek: Ortalıkta dolaşmamak, saklanmak Göze göz, dişe diş : Kötülüğe kötülükle karşılık verme yöntemi (Kars Kısasa kısas) Göz etmek (birine): Ona göz ve kaşını oynatarak ne demek istediğini anlatmak; kaş göz etmek Göz gezdirmek (bir şeye): Ona üstünkörü bakmak, şöyle bir bakmak, onu yüzeysel olarak okumak, incelemek |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in AçıklamasıGöz göre göre : -1 Herkesin gözü önünde -2 Çok açık olduğu halde Göz göze gelmek : Bakışları karşılaşmak Göz gözü görmemek: Sis, toz, duman gibi engeller yüzünden hiçbir şey görülmez olmak Göz hakkı : İmrenilecek bir şeyden görenlere verilen pay Göz kamaştırmak : -1 Görmeyi bulanıklaştırmak -2 Güzel bir şey büyük hayranlık uyandırmak Göz kırpmak (birine) : -1 Gözkapağını bilinçli ya da bilinçsizce açıp kapamak -2 Bir kimsenin halini hatırını gözünü açıp kapayarak sormak -3 Söylediği sözün doğru olup olmadığını yanındakine işaretle anlatmak için gözünü açıp kapamak -4 Bir erkok bir kadınla dostluk kurmak için gözünü açıp kapayarak işaret etmek Göz koymak (bîr şeye, birine) : Onu elde etmeyi amaçlamak Göz kulak olmak (bir şeye, birine) : -1 Onu korumak amacıyla gözetlemek -2 Ne olup bittiği hakkında görerek, duyarak bilgi toplayarak Gözleri açılmak : -1 Uyanmak ~2 Bilinçlenmek; gerçeklerin, olup bitenlerin farkına varmak Gözleri bayılmak : Uyku, istek gibi bir durum gözlerinden anlaşılmak Gözleri dolmak (dolu dolu olmak) : Sevinçten ya da üzüntüden ağlayacak kadar duygulanmak Gözleri (gözü) dönmek: -1 Hastalık nedeniyle gözlerin renkli bölümü görünmez olmak -2 Aşırı istek ya da öfkeden ötürü saldıracak duruma gelmek Gözleri fattaşı gibi açılmak : Hayretten, şaşkınlıktan dolayı gözleri normalden çok açılmak Gözleri fıldır fıldır (oynamak): Zekice, meraklıca, çapkınca (bakmak) Gözleri kamaşmak: -1 Çok ışık nedeniyle çevreye bakamaycak duruma gelmek -2 Hayran olmak, büyülenmek Gözleri kan çanağına dönmek : Uykusuzluktan ya da çok ağlamaktan ötürü gözleri çok kızarmak Gözleri (gözü) kapanmak : -1 Ölmek -2 İyice uykusu gelmek Gözlerinden okumak (bir şeyi): Düşünce ve niyetlerinin ne olduğunu bakışlarından anlamak Gözlerine inanamamak : Gördükleri karşısında şaşkına dönmek, gördüklerine inanamamak Gözlerini açmak (biri) (birinin) : -1 Uyanmak -2 Birisinin bilinçlenmesine çalışmak Gözlerini alamamak (bir şeyden, birinden): Duyduğu hayranlık nedeniyle bakışlarını onun üzerinden ayıramamak Gözlerini faKaşı gibi açmak : Şaşkınlıkla, hayretle bakmak Gözlerinin içi gülmek: Sevinci gözlerinin parıldamasından belli olmak, yüzünden olduğu anlaşılmak Gözleri sulanmak: Hastalık, güneşe bakma ya da sevinçten ötürü gözlerinden yaş gelmek; gözleri yaşarmak Gözleri velfecri okumak : Gözlerinden zeki, fakat oynak, kurnaz, hileci olduğu anlaşılmak Gözleri yaşarmak: -1 bk Gözleri sulanmak -2 Duygulandırın bir durum ya da olay karşısında ağlayacak gibi olmak Gözleri (gözü) yollarda (yolda) kalmak : Sevilen bir kimseyi özlemle beklemek Göz nuru dökmek: İyi bir yapıt ortaya koymak İçin dikkatli ve yorucu bir çalışma yapmak Göz önünde tutmak (bulundurmak) (bir şeyi) : Bir şeyin nasıl sonuçlanacağını, gerçekleşmesinin hangi koşullara bağlı olduğunu düşünmek (Kars Dikkate almak, hesaba katmak) Göz önüne getirmek (bir şeyi) : Onun nasıl olacağını düşünmek, onu gözünde canlandırmak, tasarlamak Göz süzmek : Göz kapaklarını hafifçe birbirine yaklaştırarak nazlı nazlı bakmak Göz ucuyla bakmak (bir şeye): Başını çevirmeden gözleriyle yandan, sezdirmeden bakmak Gözü aç : Paraya, mal mülke doymak bilmeyen (kimse); aç gözlü Gözü açık gitmek : Yapmak istediklerini gerçekleşti re meden ya da yapılmasını istediklerini görmeden ölmek Gözü açılmak : Ne olup bittiğini anlayacak düzeye gelmek, bilinçlenmek, gerçekleri görmeye başlamak - Gözü alışmak (bir şeye) : İyi seçemediği bir şeyi bir süre sonra net olarak görmeye başlamak Gözü arkada kalmak : Ayrıldığı kişinin ya da işin ne olduğunun merakı içinde olmak Gözü dalmak : Gözünü bir noktaya dikip dalgın dalgın bakmak Gözü dışarda : -1 Evli olduğu halde başka kadınlarla ilişki kuran (kimse) -2 Oturduğu ya da çalıştığı yeri bırakıp başka yere gitmek isteyen (kimse) Gözü doymak : İstediğini elde ettikten sonra fazlasını istemez olmak Gözü dönmek: Aşırı istek, Öfke gibi duyguların etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek Gözü dünyayı görmemek: Hiç kimseye ya da şeye önem vermemek; sadece önem verdiği kimseyle ya da şeyle ilgilenmek Gözü gönlü açılmak: Neşelenmek, keyiflenmek Gözü gönlü tok: Bulduklarıma yetinen, fazlasını istemeyen (kimse); gönlü tok Gözü hiçbir şey görmemek : -1 bendini bütünüyle işine verip hiçbir başka şeyle ilgilenmez olmak -2 Öfkesinden ötürü sonucunun ne olacağını bilmediği kötü işler yapacak duruma gelmek Gözü ısırmak (birini): Onu bir yerden tanıyacak gibj olmak; biri ona tanıdık gibi gelmek Gözü ilişmek (bir şeye): Onu farkında olmadan görmek Gözü kalmak : Beğenip de elde edemediği bir şeyi istemekte devam etmek Gözü kapalı: -1 Düşünmeden, güvenle, hiç duraksamadan -2 Çevresinde olup bitenlerden habersiz Gözü kara : Korkusuz, cesur (kimse) Gözü kararmak : -1 Başı dönüp bayılacak gibi olmak -2 Ne yaptığını bilmez duruma gelmek Gözü keskin: -1 Uzakları iyi görebilen (kimse) -2 İncelikleri fark eden (kimse) Gözü kesmek (bir şeyi) (birini) : Bir işi kendisinin ya da adı geçen kişinin yapabileceğine inanmak Gözü korkmak : Tehlikeli bir işe girişmekten kaçınmak Gözü kör olsun : -1 “İstemiyorum, vazgeçtim” anlamında -2 Gereksinme duyulan şeyin yokluğu karşısında da söylenir Gözüm çıksın : “Doğru söyle miyprsan» gözlerim kör olsun” anlamında Gözüm görmesin (birini, bir şeyi) : “Artık onu görmek istemiyorum” anlamında Gözün aydın : “Seni sevindiren olay kutlu olsun” anlamında Gözünde büyümek (bir şey) : Bir şey olduğundan daha büyük ve güç görünmek Gözünde büyütmek (bir şeyi) (birini) : Onu abartmak, olduğundan büyük ve önemli görmek Gözünden kaçmak : Görememek, farkına varamamak Gözünden uyku akmak : Çok uykusu gelmek Gözünde tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek; burnunda tütmek Gözüne batmak :‘ Tedirgin etmek, çok gelmek Gözüne dizine dursun : ‘Yaptığım iyilikleri hiçe sayıyorsun, Tanrı bunun için cezanı versin” anlamında beddua sözü Gözüne girmek: Çalışkanlığı ve tutarlı davranışlarıyla bir kimsenin sevgi ve güvenini kazanmak Gözüne ilişmek : Onu dikkatlice aramadığı halde görmek Gözüne kestirmek (birini) (bir şeyi) : -1 Onun bir işi başarabileceğine inanmak -2 Bir şeyi beğenmek, ele geçirebilmeyi tasarlamak Gözüne uyku girmemek: Hiç uyumamak, uykusuz kalmak Gözünü açmak: -1 Uyanık, dikkatli olmak -2 Bîr kimseyi bilgili kılarak gerçekleri görmesine yardıma olmak -3 Bir olay nedeniyle gerçeği görmek -4 Bir kimseyi cinsel konularda bilgili ve deneyimli kılmak Gözünü ayırmamak (alamamak) (bir şeyden, birinden): Ona sürekli olarak bakmak, bakışlarını ondan, oradan ayıramamak Gözünü daldan budaktan esirgememek (sakınmamak): Olur olmaz işlere girişmekten kaçınmamak, tehlikeleri önemsememek Gözünü doyurmak: Bir şeyden bol miktarda vererek tatmin etmek Gözünü dört açmak: Çok dikkatli olmak, aldatılmamak için uyanık bulunmak • Gözünü (gözlerini) kapamak: -1 Ölmek -2 Gormemezlikten gelmek Gözünü (gözlerini) kan bürümek : Öfkesinden dolayı adam öldürmeye kalkışmak Gözünü kırpmadan : Çekinmeden, korkusuzca Gözünü kırpmamak: Hiç uyumamak Gözünü korkutmak : Çeşitli tehditlerle o işi yapmaktan alıkoymak Gözünün içine baka baka : Cesaret ve soğukkanlılıkla, çekinmeden, cüret ederek Gözünün içine bakmak : -1 Bir kimsenin üstüne titremek -2 Her isteğini yerine getirmeye hazır olmak Gözünün önünden gitmemek : Onu bir türlü unutamamak, anısı zihinde canlı olarak durmak Gözünün önüne gelmek : Geçmişteki bir olayı, ilişki kurulan bir kimseyi zihinde canlandırmak, tasarlamak, anımsamak Gözünün yaşına bakmamak : Ağlayıp sızlanmasına aldırış etmemek, acımamak Gözü olmak (bir şeyde, birinde) : Onu elde etmeyi çok istemek Gözü tok : Fazla malda, mülkte gözü olmayan (kimse); gönlü tok, gözü gönlü tok Gözü tutmak (birini, bir şeyi) : Onu beğenmek, ona güvenmek Gözü uyku tutmamak : Bir türlü uyuyamamak Gözü üstünde olmak : -1 Herkesin kıskandığı şey olmak -2 Herkesin dikkatini çekmek Gözü üzerinde olmak : -1 Bir kfmsenin istenmeyen davranışlar yapmasına olanak vermemek için sürekli olarak gözetlemek -2 Başına bir şey gelmesin diye sürekli izlemek Gözü yememek (bir şeyi) : Onu yapmaya bir türlü karar verememek; göze alamamak Gözü yılmak (bir şeyden) : Daha önce denenen ve başarısız olunan birjşi yapmaya girişmekten çekinmek Gözü yolda (yollarda) kalmak : Birinin gelmesini büyük bir merak ve istekle beklemek Gözü yüksekte (yükseklerde) olmak : Zenginliğe, yüksek mevki ye ulaşmayı amaçlamak Göz yummak: -1 Hataları, kusurları hoşgörüyle karşılamak -2 Görmezlikten gelmek, görmemek Gurbete (gurbet etlere) düşmek : Çeşitli nedenlerle aile ocağından uzakta yaşamak Gurur duymak (biriyle, bir şeyden) : Onunla övünmek, gururlanmak Gururunu okşamak ; Bir kimsenin yüzüne karşi beğenilen /önlerini belirterek gurur duymasını sağlamak Gücü gücü yetene : “Kimin gücü kimin gücüne yetiyorsa” anlamında Gücüne gitmek: Bir söz ya da davranış bir kimsenin gücenmesine yol açmak; ağırına gitmek, zoruna gitmek Güçlük çıkarmak (birine): Bir iş yapılırken engeller, zorluklar yaratmak; müşkilat çıkarmak, zorluk çıkarmak Güler misin ağlar mısın? : Hem gülünecek, hem de üzülecek bir olay karşısında söylenir Güler yüz (göstermek) (birine): Ona yumuşak, sevecen bir tavır(takınmak) Güler yüzlü : Yumuşak, sevecen kimse İçin söylenir Gülüp geçmek : Bir söz ya da davranışın üzerinde durmamak, bunları önemsememek Güme gitmek : -1 Hiç yere yok olmak -2 Boşu boşuna ölmek -3 Bir söz, bir düşünce başkalarının söz ve davranışları arasında kaynayıp gitmek Gümrükten mal kaçırır gibi: Herkesten gizlemeye çalışarak, telaşla; yangından mal kaçırır gibi Gün almak (birinden) (bir yıldan): -1 Randevu almak, bir kimse ya da kuruluştan belli bir iş için uygun bir istemde bulunmak -2 Bir yaşı birkaç gün geçmek Günah (birinden) gitmek: Söz dinlemeyen bir kimseye son olarak uyanda bulunup rahatlamak, sorumluluğu o kişiye bırakmak Günaha girmek: Günah işlemek, din yönünden suç sayılan bir iş yapmış olmak Günaha sokmak (birini) : Bir kimseye din yönünden suç sayılacak bir iş yaptırmak Günahı (vebali) boyuna : ‘Ben senin için bir iş yapıyorum, ama yaptığım iş bir suç ise sorumlusu sensin” anlamında Günahına girmek (günahını almak) : Bir kimseye yapmadığı bir işin, söylemediği bir sözün sorumluluğunu yüklemek, onun hakkında kötü düşünmek Günahını çekmek : Yaptığı kötülüklerin cezasını çekmek Günahını vermez: Günahını, en değersiz, kötü şeylerini dahi vermeyecek ölçüde cimri olan (kimse) Günden güne : Gün geçtikçe, her gün biraz daha Güneş çarpmak (birine) : Güneş altında fazla kalıp hastalanmak Güneş olsa kimsenin üstüne doğmamak: Durumu iyi olduğu halde hiç kimseye iyilik etmemek Gün görmek : Mutluluk içinde yaşamış olmak Gün görmüş : Başından pekçok olay geçmiş, yaşam deneyimi olan (kimse) Gün günden : Gün geçtikçe Gün ışığına çıkmak : Aydınlanmak, gerçekler ortaya çıkmak Günleri sayılı olmak : -1 Bir yerde ancak birkaç gün daha kalabilmek -2 Ölümü yakın olmak Günlük güneşlik : Aydınlık, güneşli, açık, iç açıcı yer ya da hava İçin kullanılır Günü birliğine : Aynı gün içinde Günü gününe : Tam vaktinde, gününü geçirmeden Gününü görmek : -1 Çocuklarının, emek verdiği insanların mürüvvetini görmek -2 Yaptığı kötü bir işin davranışın karşılığını görmek, cezasını bulmak Gününü gün etmek: Hiçbir sorunla ilgilenmeyip günlerini rahatça, hoşça geçirmeye bakmak Gürültü çıkarmak (koparmak) : -1 Gürültü etmek -2 Tepkisini sert biçimde göstermek Gürültüye gelmek: Bir düşünce çeşitli nedenlerle önem kazanmamak, onun üzerinde durulmamak Gürültüye getirmek (gürültüye boğmak) : -1 Bir düşünceyi ,bir işi, başka konuların araya girmesiyle görüşme dışı bırakmak -2 Karışıklıktan yararlanarak istediğini gerçekleştirmek Gürültüye gitmek : Bir düşünce, bir iş, araya başka konuların girmesiyle ilgi görmeyip unutulmak Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak : Korkutmalara aldırmadan işini yürütmek (Kars Bildiğinden şaşmamak) Güven beslemek (duymak) (birine) : Ona güvenmek; itimat beslemek Güvendiği dağlara kar yağmak : Güvendiği kimseden yardım gelmemek, güvendiği şey işe yaramamak Güven vermek : Güvenilir bir şey ya da kişi olduğu izlenimini vermek, böyle bir duygu uyandırmak; itimat telkin etmek |
Deyimler'in Açıklaması |
10-10-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler'in Açıklaması<< H >> Ha babam (ha): -1 Durmadan, sürekli olarak -2 “Hadi göreyim seni” anlamında yüreklendirme sözü Habbeyi kubbe yapmak: Pek önemi olmayan bir şeyi abartmak, önemliymiş gibi göstermek (Kars Pireyi deve yapmak) Haber almak (birinden) : Birinden bir haber, bilgi öğrenmek, kendisine haber iletilmek Haber atlamak: Bir haberi zamanında alıp yayımlayamamak Haber çıkmamak : Beklenen haber gelmemek, hakkında bilgi verilmemek Haberi olmak (bir şeyden): Onun hakkında bilgisi olmak Haber salmak (birine, bir yere) : Ona, oraya haber göndermek Haber vermek (birine): -1 Oha söz konusu şeyi bildirmek -2 Bir durumun belirtilerini yansıtmak Ha bire : Hiç ara vermeden, sürekli olarak Hacet kalmamak (bir şeye): Gereği olmamak, gereği kalmamak Hacı ağa : Gelişigüzel yere para harcayan, kültürsüz (zengin) Haciz konmak (koymak) (bir yere): Borçlunun malına mahkeme yoluyla et konmak (koymak) Haddi hesabı yok : “Sınırsız, ölçüsüz’ anlamında Haddi mi? (haddine mi düşmüş?): “Onda bunu yapacak güç, yetenek, cesaret yoktur” anlamında tehdit, küçümseme yollu söylenir Haddini bildirmek (birine) : Ona, her işe burnunu soktuğu, küstahlık ettiği için sert bir karşılık vermek Haddini bilmek : -1 Gücünü, yetkisini, yeteneğini bilmek -2 Her işe burnunu sokmamak, küstahlık etmemek Ha deyince : Hemen, istenilen zamanda Hadise çıkarmak: Tatsız bir olaya yol açmak; kavga çıkarmak, otay çıkarmak Hafakanlar (afakanlar) basmak (boğmak) -(birini) : Çok sıkılmak, bunalmak Hafif atlatmak (bir şeyi) : Bir kazayı, tehlikeyi, ölüm olmaksızın, ciddi bir yara almaksızın geçirmek Hafife almak (birini, bir şeyi) : Onu küçümsemek; ona önem vermemek Hafiflik etmek: Hoş olmayan, ahlak kurallarıyla pek bağdaşmayan bir söz söylemek, davranışta bulunmak Hafif tertip : Biraz, fazla aşırıya kaçmadan, şöyle böyle Hafta sekiz gün on dokuz: Hemen her gün, bıktıracak ölçüde sık Hah şöyle : “İyi yaptın, aferin” anlamında Hak etmek (bir şeyi) : -1 Hakkı olan bir şeyi, emeğinin karşılığını almak -2 Kötü davranışı nedeniyle layık olduğu karşılığı görmek Hak getire : “Ne arar, yoktur” anlamında Hakkı geçmek (birine, bir şeye) :-1 Bir kimsede, şeyde emeği, hizmeti bulunmak -2 Hakkından bir parçası başkasına verilmiş olmak Hakkından gelmek (bir şeyin, birinin): -1 Yapılması güç bir işi başarmak -2 Bir kimseye hak ettiği cezayı vermek Hakkını vermek (birinin, bir şeyin) : -1 Çalışmasının karşılığını tam olarak ödemek -2 Bir işe gerektiği ölçüde emek vermek Hakkını yemek : Bir kimseye hakkı olan şeyi vermemek, onun hakkını zorla olmak Hakkın rahmetine kavuşmak : ölmek Hakkı olmak :1 Bir şeyde alacağı bulunmak; ona emeği geçmiş olmak -2 Sözünde, savında haklı olmak Haklı bulmak (birini) : Haklı olduğunu kabul etmek; onu uygun, yerinde görmek Haklı çıkmak : -1 Haklı olduğu anlaşılmak -2 Bir şey bir kimsenin ya-nılmadığını göstermek Haksız çıkmak : Haksız olduğu anlaşılmak Haksız yere : Haksız olarak, hak etmediği halde Hak vermek (birine) : Onun haklı olduğunu kabul etmek, ona yanıl-madığını söylemek Halden anlamak : Bir kimsenin durumunu göz önüne alarak anlayışlı davranmak Halep ordaysa, arşın burada : “Yaptığını söylediğin şey, inandırıcı olsun İstiyorsan, haydi burada da yap, görelim” anlamında Hale yola koymak (bir şeyi) : Onu düzenlemek, iyileştirmek, düzeltmek Hal hatır sormak (birine) : Bir kimseye “nasılsınız” diye sormak Hali duman olmak : Kötü bir duruma düşmek, perişan olmak Hali harap : Birinin, bir şeyin durumunun “kötü, bitkin, perişan” olduğunu anlatmak için söylenir Hali kalmamak (bir şeye) : Çok yorulmak, gücünü yitirmek; başka şey yapacak gücü kalmamak Halim selim : Sakin, kendi halinde, yumuşak huylu (kimse) Hali vakti yerinde : Oldukça varhkU, geçim sıkıntısı çekmeyen (kimse) Hallaç pamuğu gibi atmak (bir şeyi, bir yeri): Onu, orayı dağıtmak, her birini ayrı yere atmak Halsiz düşmek : Güçsüz kalmak; bitkin düşmek Halt etmek (karıştırmak) : Uygunsuz İşler yapmak, sözler söylemek, davranışta bulunmak Halt yemek : Yakışıksız ya da kötü bir iş yapmış olmak Halvet olmak (birileriyle, biriyle) (bir yer) : -1 Birkaç kişi gizli görüşmek İçin bir odaya kapanmak -2 Bir yer dayanılmaz derecede sıcak olmak Hamamın namusunu kurtarmak : Kötü bilinen bjr yerin işin durumunu kurtarmak için sözde çarelere başvurmak Hamhum şaralop : -1 Boş ve anlamsız söz -2 El çabukluğu ya da hile ile yapılan akıl ermez iş Hancı sarhoş, yolcu sarhoş : “Kimin ne yaptığı, ne söylediği belli değil” anlamında Hangi akla hizmet ediyor? : “Neden böyle akılsızca işler yapılıyor?” anlamında; ne akla hizmet ediyor? Hangi dağda kurt öldü? : “Ne (ler) oldu da, böyle beklenmedik ve hoşa giden bir iş yaptı, davranışta* butundu?” anlamında Hangi rüzgâr attı? : “Uzun zamandır geliniyordunuz, nasıl oldu da ge-lebildiniz?” anlamında sitem, alay yollu söylenir Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: -1 “Her işe karışıyor” anlamında -2 “Her işten anlar” anlamında Hanım evladı: Nazlı büyütülmüş kimse -2 *** Hanım hanımcık: İyi bir hanıma yakışır davranışları, giyimi olan (kadın, kız) Hanya’yı Konya’yı Öğrenmek (anlamak) : Çeşitli olaylarla karşılaşarak yaşamda insanın basma neler gelebileceğini öğrenmek; dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak Hapı yutmak: Kötü bir durumla karşı karşıya kalmak Hapis giymek (yemek) : Hapis cezasına çarptırılmak Hapis yatmak : Cezası süresince tutukevinde kalmak Hapse atmak (tıkmak) : Tutuklayıp cezaevine göndermek; içeri atmak Hapse girmek (hapsi boylamak): Suçlu bulunup cezaevine konmak Haraca bağlamak (kesmek) (birini, bir yeri) : Ona belli zamanlarda belli miktarlarda haraç vermesini zorbalıkla kabul ettirmek Haraç mezat satmak: Açık artırma ile satmak Haraç yemek: Zorbalıkla başkalarından para toplamak Harama uçkur çözmek: Evlilikdışı cinsel ilişkide bulunmak Haram etmek (bir şeyi, birine) : Bir kimseye verilen bir şeyin yararlı olmamasını İstemek Haram olmak (bir şey, birine) : O şeyden yararlanamamak; o şey ona hiçbir yarar getirmemek Haram yemek: Haksız yollardan kazanç sağlamak Hararet basmak (birini): -1 Çok susamak -2 Vücut ateşi yükselmek Hararet kesmek (söndürmek): Bir içecek susuzluğunu gidermek Hararet vermek (bir şey, birine): Susatmak, susamasına yol açmak Harbi keriz (marşandiz): İşin doğrusu, gerçeği Harbi konuşmak: Yalansız, gerçekleri gizlemeden konuşmak Harcı olmak (bir şey, birinin): -1 Birinin yapabileceği bir iş olmak -2 Ancak o kimseye özgü bir iş olmak Harekette geçmek : Bir İşi yapmaya başlamak Harekete getirmek (birini, bir şeyi); Onu kımıldatmak, canlandırmak Hareket noktası: Yapılacak bir işin, geliştirilecek bir düşüncenin başlangıç noktası Haremlik selamlık olmak: Bir yerele kadınlar ve erkekler ayrı gruplar halinde oturmak Harfi harfine : Tastamam, uygun, tıpatıp Har gür: Karışıklık, kargaşa Hariçten gazel okumak (atmak) : -1 Bir konuda bilgisi olmadığı halde görüş bildirmek -2 Öncesini bilmediği bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak, müdahele etmek Haritadan silmek (silinmek) : Herhangi bir nedenle ortadan kaldırmak (kaldırılmak) Har vurup harman savurmak: Elindekileri hesapsızca harcayıp tüketmek Hasır attı etmek (bîr şeyi) : Onu örtbas etmek, unutturmaya çalışmak, işleme koymamak; minder altı etmek Hasret çekmek :Ayn kalınan bir şeyi, kimseyi özlemek, onu görmek istemek, Özlem duymak; Özlem çekmek Hasret gidermek: Uzun süre görülmeyen, ayrı kalınan bir kimseyle görüşüp konuşmak; Özlem gidermek Hasret gitmek (bir yere, kimseye): Özlemini çektiği bir yeti ya da kimseyi göremeden ölmek Hasret kalmak (birine, bir şeye) : Onu çok özlemek, ona özlem duymak Hastalık hastası: Hiçbir hastalığı olmadığı halde, kendinde sürekli olarak birtakım hastalıklar olduğunu sanan kimse için alay yollu söylenir Hastalık kapmak, (hastalığa tutulmak): Bulaşıcı bir hastalığa yakalanmak Haşa huzurdan : ‘Bağışlayın, konuyla ilgili yakışıksız bir söz söyleyeceğim, alınmayın” anlamında Haşa sümme haşa : “öyle olmasına olanak yok” anlamında Haşatı çıkmak: -1 İşe yaramaz bir duruma gelmek -2 Çok yorulmak Haşir neşir olmak (biriyle) (bir şeyle) : -1 Onunla, onlarla kaynaşmak, sıkı fıkı olmak -2 Onunia uğraşmak Ha şöyle : “Aferin, bravo, tamam” anlamında Ha şunu bileydin : “Bunu daha önceden anlamam, bilmen gerekirdi” anlamında Hata etmek (işlemek) : Yanlışlık yapmak, yanılgıya düşmek Hataya düşmek: Yanılmak, farkında olmadan bir yanlışlık yapmak Hatır belası: Sevilip sayılan bir bir kimsenin ricası üzerine yapılan iş, katlanılan sıkıntı Hatır gönül bilmemek (tanımamak) : Doğru”bildiği yoldan kimsenin hatırı için şaşmamak, doğruluğuna inandığı işi yapmak Hatırı kalmak: Gücenmek, darılmak, kırılmak Hatırına bir şey gelmesin : ‘Sözüm, davranışım sana karşı değil, sen alınma” anlamında Hatırına gelmek: Anımsamak, hatırlamak Hatırında kalmak: Unutmamak Hatırından çıkamamak (birinin) : Sevilip sayılan bir kimsenin isteğini yapmazlık edememek Hatırından çıkarmamak (bîr şeyi, birini) : Onu unutmamak Hatırından çıkmamak: Unutmamak Hatırından hayalinden geçmemek: Akla hiç gelmemek, hiç düşünmemek Hatırında tutmak: Unutmamak Hatırını hoş etmek: Birini sevindirmek, memnun etmek (Kars Gönlünü almak) |
|