Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
açıklaması, deyimlerin

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< A >>

Acemi çaylak : Toy, tecrübesiz, beceriksiz kimse
Acemilik çekmek : -1 Bir işte bilgisiz ve deneyimsiz olduğu içjn sıkıntı çekmek -2 Bir yerin yabancısı olduğu için bocalamak
Acem kılıcı gibi İki tarafı (taraflı) kesmek: Yandaşlarına da, karşıtları­na da zarar vermek, her iki yanı da kırmak
Acentadan çıkma : Yeni, gıcır gıcır (araba)
Acı çekmek (duymak) : -1 Vücutta herhangi, bir yara, ezik vb nede­niyle aa duymak -2 Yaptığı bir işin kötü sonuçlanmasından ötürü üzülmek
Acı gelmek (bir şey, birine) : Bir söz, durum, davranış ona dokun­mak, onu üzmek
Acından ölmek : -1 Çok acıkmış olmak -2 Açlıktan ötmek
Acı kuvvet: Zorlayıcı, ezici güç
Acısı çıkmak : Bir güçlüğün daha sonra olumsuz, kötü sonuçlarını gör­mek, yaşamak
Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) : Üzüntü yaratan bir olay belleğinde, gönlünde derin iz bırakmak
Acısını almak : -1 Act tadını gidermek -2 Sızısını, üzüntüsünü gider­mek
Acısını çekmek (bir şeyin) : Yapılan yanlış bir işin üzücü sonuçlarını görmek
Acısını çıkarmak (bir şeyin) (bir kimseden) : -1 Uğradığı maddi ve manevi kayıpları gidermek -2 Zamanında gereği gibi yapılamayan
bir-şeyi fırsatı düşünce fazlasıyla yapmak; telafi etmek, gidermek -3
Yapılan bir kötülüğe kötülükle karşılık verip öç almak; intikam almak
Acı soğuk : Çok üşüten, sert soğuk
Acı söylemek: Yanlış yolda olan bir kimseyi çekinmeden uyarmak, sert dille eleştirmek
Acı tatlı: Hem hoş hem üzüntü verici olan
Aciz bırakmak (birini) : Birini çaresiz, güçsüz duruma getirmek
Aciz kalmak : -1 Hiç bir şey yapamayacak duruma gelmek -2 Bütün çabalarına karşın o işi yapamamak ; çaresiz kalmak
Acze düşmek : Güçsüz kalmak, beceriksiz olmak
Aç açına : Aç olarak, hiçbir şey yemeden
Aç bülaç : Perişan, yoksul, bakımsız bir durumda
Aç gözlü : Azla yetinmeyen, doymak bilmeyen (kimse) ; haris; gözü aç
Aç gözünü, açarlar gözünü : Çok dikkatli ol, yoksa çok şeyler kaybe­dersin, act olaylarla karşılaşırsın” anlamında
Açığa almak (birini) : Onu tam yetki ve sorumlulukla yaptığı, görevden
almak
Açığa çıkarmak (birini) (bir şeyi): -1 O kimsenin görevine son ver­mek ; onu kadrodışı bırakmak -2 Bir durumu fark ederek aydınlatmak -3 O şeyi kimyasal bir işlemle başka şeylerden ayırmak
Açığa çıkmak: Bir durum başkalarınca anlaşılmak
Açığa vurmak (bir şeyi) : -1 Gizli kalması gereken bir şeyi açıkla­mak, belli etmek -2 Bir davranış her şeyin belirtisi olmalı
Açığı çıkmak : Onun sorumluluğundaki mal ya da para tutarında, tuttu­ğu hesapta, eksiği olduğu anlaşılmak
Açığını bulmak (birinin): -1 Bir hesaplamada eksiğini ortaya koy­mak -2 Birini alt etmek için, bilinmeyen, gizli kalmış bir kusurunu, hatasını öğrenmek
Açığını kapatmak (birinin) (bir şeyin) : -1 Birinin eksik bıraktığı işleri tamamlamak -2 Birini hesap açığını ödemek
Açığını yakalamak (birinin) : Onun hesap hilesini, yalanını, hatalı bir işini fark etmek, bulmak
Açık açık : Hiçbir gizli yön bırakmadan ; içtenlikle
Açık ağızlı: Aptal görünüşlü, salak, sersem kimse için söylenir
Açık alınla : Şerefle, şerefli bir biçimde, övünçle
Açık bono (çek, kart) vermek (birine) : Bir kimseye bir konuda sınır­sız yetki vermek, tanımak
Açık elli: Cömert kimse için söylenir, eli açık
Açık etmek (bir şeyi): Beili etmek (Kars İpucu vermek)
Açık fikirli: Yeniliklere İlgi duyan, ayak uydurabilen ya da hoşgörülü bir tavır takınan (kimse)
Açıkgöz: -1 Durumları, fırsatları en iyi değerlendirebilen, becerikli, uyanık (kimse) -2 Kurnaz, işini bilen, kendi çıkarını gözeten (kimse)
Açık gözlük etmek : -1 Uyanık davranmak -2 Fırsatlardan yararlan­masını bilmek
Açık hava : Bir binanın dışındaki yer
Açık hava oteli: Geceyi sokakta geçirenler için sokak
Açık kalpli: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini olduğu gibi söyle­yen, samimi (kimse); açık yürekli
Açık kapı bırakmak : Bir konuda kesin yargıya varmamak, o konuyu yeniden ele alabilme olanağını bırakmak
Açık kapı bırakmamak : Bir konuda her türlü önlemi almış olmak
Açık konuşmak: Gerçeği korkuya, çekinme duygusuna kapılmadan, gizlemeye gerek duymadan söylemek
Açıklık getirmek (İzahetme) : Konuyu daha anlatılır kılmak
Açık mektup : Herhangi bir kimseye, kuruma hitaben yazılan ve kamu­oyunu etkilemek amacıyla basın organlarında yayımlanan mektup
Açık olmak: Hiçbir şeyi gizlememek saklamamak; içten, samimi, art
Açık oynamak: Hiçbir art düşüncesi, gizli niyeti olmamak
Açık saçık : Yasa ve toplum kurallarına göre ayıp ve suç sayılacak öl­çüde (giyim, söz; konuşmak)
Açık seçik: Çok belirgin (biçimde), açık ve anlaşılır biçimde
Açık söylemek : -1 Kolay anlaşılır bir biçimde söylemek -2 Çekinme­den söylemek
Açık sözlü : Düşüncelerini açıkça belirten, İçten kimse için söylenir
Açık şehir: Bir savaşta, savunmasız olduğu önceden ilan edilen şehir
Açıkta bırakmak (birini) : -1 Ona herhangi bir iş ya da görev verme­mek -2 Onu evsiz barksız bırakmak -3 Onu çeşitli kişilere sağla­nan hizmetten yoksun bırakmak
Açıkta kalmak: -1 Herhangi bir işe ya da kuruluşa girememek -2 Ev­siz barksız kalmak -3 Çeşitli kişilere sağlanan hizmetten yoksun kal­mak yararlanamamak
Açıktan açığa: Herkesin gözü önüride, gizleyip saklamadan (Kars
Göz göre göre)
Açık teşekkür : Basın organları yoluyla, ilgili kimse ya da kuruluşa İle­tilen teşekkür türü
Açık vermek: -1 Hesabı tutturamamak, gelir ile gider arasında denge kuramamak -2 Borçlu duruma düşmek -3 Kendini ele verecek söz söylemek ya da davranışta bulunmak -4 Gizlenmesi gereken bir şe­yi farkında olmadan belli edivermek Açık yürekli: İçi dışı bir, dürüst kimse; Açık kalpli Açık yüreklilikle (yürekle): Hiçbir şeyi gizlemeden, samimi olarak
Açılıp saçılmak : -1 (Kadın) Oldukça açık saçık giyinmeye başlamak
-2 (Kadın) Oldukça serbest ve pervasız davranmaya başlamak
Aç karnına : Boş mideyle, henüz bir şeyler yiyip içmeden
Aç kurt (kurtlar) gibi: Aşın bir istekle
Açlıktan gözü (gözleri) kararmak : Çok Acıkmak
Açlıktan İmanı gevremek : Çok acıkmış olmak
Açlıktan nefesi kokmak : Yoksul duruma düşmek
Açlıktan ölmek: Dayanılamayacak ölçüde acıkmış olmak
Açmaza düşmek: İçinden çıkılması zor bir durumla karşılaşmak
Açmaza getirmek (düşürmek, sokmak) (birini) : Onu içinden zor çı­kılır bir durumla karşı karşıya bırakmak
Açtı ağzını, yumdu gözünü : “Kızgınlık, Öfke nedeniyle onur kına söz­ler söyledi” anlamında kullanılır (Kars Ağzına geleni söylemek)
Ad almak : Kendisine ad verilmek
Adama dönmek (benzemek) : Giyimi ve tavırlarıyla herkesçe beğeni­lir duruma gelmek, derlenip toparlanmak
Adam almamak (bir yer); Orası çok kalabalık olmak
Adam başına : Her bir kimseye
Adam etmek (birini) (bir şeyi) : -1 O kimseyi topluma yararlı bir du­ruma getirmek, yetiştirmek -2 O şeyi onarıp yarayışlı duruma getirmek
Adamına düşmek(adamını bulmak): -1 Bir iş gerçek sahibine veril­mek; bir işi en iyi, en kolay yapan kimseyi bulmak -2 (Alay yollu) Karakterine güvenilmeyen kimseyle bir arada olmak, iş yapmak, kar­şılaşmak ,
Adam içine çıkamaz olmak (çıkamamak): Sıkılganlık, utangaçlık, yoksulluk, yüz kızartıcı bir davranış vb yüzünden İnsanların arasına karışamamak ^
Adam olmak : -1 Bir kimse, kendisini yetiştirip toplama yararlı bir du­ruma gelmek -2 Bir şey onarılıp işe yarar duruma gelmek
Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek İster : “Söz konusu kimse­nin yetişip topluma yararlı olması için daha çok uzun zaman çalışması gerekir” anlamında
Adam sen de : “Aldırma, önem verme!” anlamında
Adam yerine koymak (birini) : Ona hak etmediği değeri vermek
A’dan z”ye kadar: Başından sonuna kadar, bütünüyle, baştan aşağı
Âdet görmek : Kadının ayda bir dölyatağından kan gelmek; aybaşı ol­mak
Âdet yerini bulsun diye : “Gerekli görüldüğü için değil, herkes öyle yaptığı, alışıldığı İçin” anlamında
Adı çıkmak (birinin): Kötü bir adla anılır olmak
Adı (bir şeye) çıkmak: Gerçekte öyle olmadığı halde, öyteymiş gibi tanınmak; ismi (bir şeye) çıkmak
Adı duyulmak : Ünlenmeye başlamak; ismi duyulmak
Adı geçmek: -1 Söz konusu edilmek -2 Adı yazılmak; ismi geçmek
Adı kalmak : öldükten sonra da adı anılmak; ismi kalmak
Adı karışmak (bir işe, olaya) : Söz konusu iş ya da olayda kendisinin de İlgili olduğunu söylenmek; ismi karışmak
Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim : “Senin bulunduğun yere sezdirmeden bir yerleşeyim, bak sana ne oyunlar oynayacağım” anlamında
Adım atmak : Bir işe başlamak, girişmek
Adım atmamak (bir yere ) : Oraya hiç gitmemek, uğramamak
Adım başı(na) : Birbirine yakın yerlerde
Adımım denk (tek) almak : Bir işte dikkati davranmak
Adını ağzına aptestte almak : Onu saygıyla anmak
Adını koymak : Bir malın fiyatını, bir işin paraca karşılığını belirlemek
Adı (bite) okunmamak: Ona hiç değer, önem verilmemek; iemi (bi­le) okunmamak
Adını (bir şeye) çıkarmak : Kendini o şey gibi tanıtmak
Adını (defterden) silmek : Onunla İlişkisini kesmek
Adı sanı belirsiz: Kim olduğu, kimin nesi olduğu bilinmiyen
Adı üstünde ; Apaçık belli, adından da anlaşılacağı gibi
Adıyla sanıyla : Herkesçe bilinen adı ve ünüyle; ismiyle cismiyle
Ad takmak (birine) : Ona niteliklerine uygun bir ad vermek; isim tak­mak
Afakanlar basmak : bk Hafakanlar basmak
Afişte kalmak : Bir oyun pekçok kez sahnelenmek, gösterimi sürmek
Aforoz etmek (birini) : Kızılan, sevilmeyen bir kimse ya da kuruluşla bütün ilişkileri kesmek, onu dışlamak
Afyonu başına vurmak: Öfkesinden ne yaptığını bilmeyecek duruma gelmek
Afyonu patlamak : Kendine gelmek
Afyonunu patlatmak: -1 Bir kimsenin keyfini bozup sinirlenmesine yol açacak davranışlarda bulunmak -2 Uyku sersemliğini gidermeye çalışmak
Ağaç olmak : Birini ayakta uzun süre beklemek
Ağına düşmek : Birinin tuzağına düşmek Ağır aksak : Pek yavaş, aralıklı olarak
Ağır basmak : -1 Ağırlığı fazla gelmek -2 Bir yön, bir taraf daha üs­tün gelmek
Ağır başlı : Ciddi, tutarlı (kimse)
Ağır canlı: Çok yavaş davranan (kimse)
Ağırdan almak : Bir işi yapmak konusunda gönülsüz davranmak
Ağır duymak (işitmek) : Kulakları iyi duymamak
Ağır elli : -1 İşlerini çabuk yapamayan (kimse);
Ağır gelmek : -1 Ağırlığı fazla gelmek -2 Yapılması, tahammül edil­mesi güç gelmek -3 Gücüne gitmek, kırmak, incitmek
Ağır gitmek : Bir iş normal temposundan daha yavaş yürümek
Ağır hastalık: Tehlikeli, Ölümle sonuçlanan hastalık
Ağırına (ağrına) gitmek: Bir davranış İncinmesine, gücenmesine yol açmak, onurunu kırmak (Kars Gücüne gitmek, zoruna gitmek)
Ağır İşitmek : bk Ağır duymak
Ağır kanlı: Davranışları yavaş olan tembel, uyuşuk (kimse)
Ağırlığım koymak (Bir şeye, bir şeyden yana): Etkisini, gücünü, onu desteklemede kullanmak
Ağırlık basmak (çökmek) (birine) : Üzerine bir gevşeklik gelmek, uyuyacak duruma gelmek
Ağırlık merkezi: Bir İşin en önemli kısmı
Ağırlık vermek (olmak) (birine) (bir şeye) : -1 Bir kimseye sıkıntı vermek (Kars Yük olmak) -2 Bir şeye önem vermek, öncelik tanımak
Ağır olmak : Sabırlı, ciddi, soğuk kanlı olmak
Ağır söz: Kalp kıran, onuru zedeleyen söz
Ağır top : Bir toplulukta sözü gecen, yönlendirme gücü olan kimse
Ağır uyku : Derin uyku (Kars Deliksiz uyku)
Ağız birliği etmek : Bir konuda aynı şeyler söylemeyi ya da yapmayı kararlaştırmak (Kars Aynı ağzı kullanmak)
Ağız dalaşı (dalaşması): Sözle yapılan kavga
Ağızdan ağıza : Biri ötekine, ötekisi de başkalarına söyleyerek
Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinden çok farklı şeyler anlat­mak
Ağız dolusu (küfür, laf etmek) : Bol ve ağır (küfür, laf etmek)
Ağız eğmek (birine) : Bir şeyi ondan yalvarırcasına istemek
Ağız kalabalığına getirmek (birini): Konudışı sözlerle karşısındakini şaşırtıp amacına ulaşmak
Ağız kokusu : Bir kimsenin dayanılması güç davranışları, sözleri, istek­leri
Ağız tadı: Bir toplulukta, dirlik düzenlik
Ağız yapmak : Bir kimseyi sözle, davranışlarıyla oyalamaya, aldatma­ya çalışmak
Ağlama duvarına dönmek : Herkesin derdini döküp sızlandığı biri hali­ne gelmek
Ağlamaklı olmak : Ağlayacak gibi olmak
Ağrısı tutmak: -1 Gebe kadının doğum şanoları başlamak -2 Her­hangi bir ağrı varlığını duyurmaya başlamak
Ağza alınmayacak (alınmaz) : Kaba, söylenmesi ayıp sayılan (söz)
Ağzı (bir karış) açık kalmak: Bir olay ya da söz karşısında şaşırıp kalmak, donup kalmak
Ağzı bozuk : Küfürlü konuşmayı huy edinen, küfürbaz (kimse)
Ağzı burnu yerinde :Olduça güzel, yakışıklı (kimse)
Ağzı çelik (teneke kaplı): Çok sıcak yiyecek ve içecekleri rahatlıkla yiyip içebilen kimse
Ağzı dili kurumak : Bir şeyi bıkacak derecede çok tekrarlamak
Ağzı dili varmamak : bk Dili varmamak
Ağzı var dili yok: Pek konuşmayan, hakkını aramasını bilmeyen (kimse)
Ağzı gevşek: Sır saklamasını beceremeyen, geveze (kimse)
Ağzı havada : Neler olup bittiğinden haberi olmayan, şaşkın, alık
Ağzı kalabalık : Yerli yersiz çok konuşan (kimse)
Ağzı kara: -1 Kötü haberler veren (kimse) -2 Fitneci, çamur atan (kimse)
Ağzı kulaklarına varmak : Bir olay, durum karşısında çok sevinmek
Ağzı laf yapmak : Etkileyici, inandırıcı biçimde konuşmak
Ağzına bir parmak bal çalmak: Bir kimseyi tatlı vaatlerle, önemsiz şeylerle oyalamak, avutmak
Ağzına bir şey (çöp) koymamak : Hiçbir şey yememiş olmak
Ağzına burnuna bulaştırmak (bir işi): Bir işi becerememek, berbat etmek, bozmak (Kars Yüzüne gözüne bulaştırmak)
Ağzına geleni söylemek: Kızgınlık, öfke, vb etkisiyle kına ve kaba sözler söylemek (Kars Açtı ağzını yumdu gözünü)
Ağzına kadar: Boş yer kalmamak üzere
Ağzına (ağzınıza) sağlık: Yerinde, en uygun zamanında söz söyle­yenlere iltifat olarak söylenir
Ağzına sakız etmek (bir şeyi) : 0 şeyi devamlı konuşur olmak
Ağzına sakız olmak: Bir kimsenin devamlı konuştuğu bir konu duru­muna gelmek, dedikodu konusu olmak
Ağzına sürmemek (koymamak) (bir şeyden): Söz konusu bir yiye­cek, içecekse ondan hiç yememek, içmemek
Ağzına tükürmek :Sıkıntı, aa veren bir şeye lanet okumak
Ağzına vur, lokmasını al: Çok yumuşak başlı, sessiz, âciz (kimse)
Ağzına yakışmamak : Ayıp sayılan ya da hayrete düşüren sözler söy­lemek
Ağzında bakla ıslanmamak : Hiçbir sim saMayamamak, sır tutama-mak
Ağzında büyümek : Bir yiyeceği sevmediği, karnı doyduğu, iştahsız ol­duğu için bir türlü yutamamak
Ağzında gevelemek (bir şeyi): Onu açıkça söylememek
Ağzından baklayı çıkarmak : Sabrı tükenip bildiklerini, düşündüklerini söyleyi vermek
Ağzından bal akmak : Tatlı, etkileyici biçimde konuşmak
Ağzından burnundan gelmek : bk Burnundan gelmek
Ağzından burnundan getirmek : bk Burnundan getirmek
Ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı işitmemek (duymamak) : Kız­gınlık, öfke vb yüzünden çok ağır sözler söylediğinin farkında olmamak
Ağzından düşürmemek (bir şeyi, birini, adını) : Her yerde, her za­man onun sözünü etmek
Ağzından girip burnundan çıkmak : Çeşitli yollar deneyerek kandır­mak, bir şeye razı etmek
Ağzından kaçırmak : Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söyle­yi vermek
Ağzından kapmak: Bir kimsenin konuşmasından yarım yamalak bir şeyler öğrenmek
Ağzından konuşmak (birinin): Başkası adına ya da başkasını taklit ederek konuşmak
Ağzından laf almak (kapmak) : Bir kimseden çeşitli yolları deneyerek gizli tutulan şeylerle İlgili bilgiler edinmek
Ağzından laf çalmak (çekmek): Bir kimseden birtakım mantık oyunla­rıyla bilgi sızdırmak
Ağzından lokmasını almak : Hakkı olan şeyi onun elinden almak
Ağzından yel alsın : “Söylediğin kötü olayın gerçekleşmemesini dile­rim” anlamında
Ağzında yaş kalmamak : Bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söy­lemiş olmak (Kars Dilinde tüy bitmek)
Ağzını açmak: -1 Konuşmak -2 Kına sözler söylemek, azarlamak, paylamak
Ağzını aramak (yoklamak) (birinin) : Bir kimsenin belli bir konuda ne­ler düşündüğünü öğrenmeye çalışmak
Ağzını bıçak açmamak : Üzüntüsünden ya da başka bir nedenle ko­nuşacak durumda olmamak
Ağzını bozmak : Küfür ve hakaret dolu sözler söylemek, küfretmek
Ağzını burnunu dağıtmak : Yumrukla feci şekilde dövmek, adamakıllı hırpalamak
Ağzını havaya (poyraza, yele) açmak: Eline geçen fırsatı kaçırdıktan sonra, boş yere bir şeyler beklemek, ummak
Ağzını hayra açmak : Hep kötü olasılıklardan söz etmek
Ağzını kapamak (kapatmak) (biri) (birinin) : -1 Susmayı tercih et­mek -2 Küçük bir çıkar karşılığında bir kimsenin konuşmamasını sağlamak
Ağzını mühürlemek: Hiç konuşmamak, hep susmak :
Ağzının içine bakmak : -1, Bir kimsenin sözlerini zevkle, dikkatle dinle­mek -2 Onun sözlerini yerine getirmeye hazır olmak
Ağzının içine girmek : Bir kimseye çok yaklaşmak
Ağzının kokusunu çekmek : Bir kimsenin yerli yersiz İstek ve davranış­larına katlanmak
Ağzının payını almak:Bir söz ya da davranışından ötürü hak ettiği karşılığı görmek; paylanmak, azarlanmak
Ağzının payını vermek (birine): Bir kimseyi bir söz ya da davranışın­dan ötürü paylamak (Kars Haddini bildirmek)
Ağzının suyu akmak : Çok beğendiği, imrendiği bir şeyi elde etmek is­temek, imrenmek
Ağzının tadı bozulmak (kaçmak) : Kurulu düzeni, rahatı bozulmak, huzuru kaçmak
Ağzının tadını bilmek : >1 Damak zevki olmak -2 Her şeyin güzelini seçmede usta olmak,
Ağzını öpeyim (seveyim) : “Ne güzel anlattın, ne güzel haber verdin,
sağ olasın” anlamında

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



Ağzını sıkı (pek) tutmak : Sır vermemek, boşboğazlık etmemek
Ağzını sulandırmak: İmrendirmek
Ağzını topla : “Konuşmana dikkat et, terbiyeli konuş!” anlamında
Ağzını (çenesini) tutmak : İleri geri konuşmamak, sır saklamak
Ağzını yoklamak : Ağzını aramak
Ağzı pek (sıkı): Sır saklamayı bilen (kimse)
Ağzı pis : Sövmeyi, açık saçık konuşmayı huy edinmiş (kimse)
Ağzı sulanmak : Bir şeyi yeme, ya da elde etmek isteği duymak, ona imrenmek (Kars Canı çekmek)
Ağzı süt kokmak : Çok genç, toy, tecrübesiz olmak
Ağzı teneke kaplı: bk Ağzı çelikli
Ağzı var dili yok: Sessiz sedasız, uysal, yumuşak huylu (kimse)
Ağzı yanmak (bir şeyden): O şeyden (ötürü) zarar görmek, olumsuz yönde etkilenmek
Ağzıyla kuş tutsa : “Ne yaparsa yapsın, en güç işleri bile yapsa da…” anlamında
Aha gelmek (ah almak, antm almak): Kötülük ettiği bir kimsenin bed­duasına uğramak
Ahbap çavuşlar : İyi anlaşan, her zaman butikte görülen arkadaşlar (Kars ÇHfte kumrater)
Ah çekmek: Üzüntü, özlem vb duygulan bffHrfrnek k>n içten gelen bir sesle “ah” demek
Aheste beste : Yavaş, yavaş, nazlı nazlı
Ahfeş’in keçisi gibi baş (başm) sanamak : Söylenen her şeyi anla­madan, dinlemeden doğrulamak; onaylamak
Ahi çıkmak (ahi yvrde kalmamak) : Zulüm gören kimsenin bedduası etkisini göstermek
Ahım şahım : Beğenilecek, olağanüstü bir yönü olmayan
Ahini almak : bk Aha gelmek
Ahı tutmak (birinin) : Bedduası, kötülük yapan kimseye etki etmek
Ahi yerde katmamak : bk Ahi çıkmak
Ahkâm çıkarmak : Kendi kuruntularına dayanarak birtakım yersiz yar­gılara varmak, sonuçlar çıkarmak
Ahkâm kesmek : feir konuda yetkili olmadığı halde kesin yargılar ileri sürmek
Ahkâm savurmak (yürütmek): Kendine göre sonuçlar çıkarmak, yet­kisi dışında hükümler vermek
Ahmak ıslatan : İnce ince yağan yağmur
Ahireti boylamak: Ölmek
Ahiret, suali: Yanıtlaması güç, gereksiz ve bıktırıcı soru; kabir suali
Ahirette on parmağı (iki eli) yakasında olmak : Haksızlık yapan kim­seden öbür dünyada davacı olmak
Akıbetine uğramak (birinin): Aynı kötü duruma düşmek
Akıl almak (danışmak, sormak) (birinden) : Ondan herhangi bir ko­nuda bilgi, görüş, öğüt istemek
Akılda katmak: Unutulmamak, hatırlanmak
Akıldan çıkmak: Unutulmak;
Akıl danışmak (birine): bk Akıl almak
Akıl ermemek (erdirememek) (bir şeye): Onun ne olduğunu anlaya­mamak
Akıl etmek (bir şeyi) : -1 Akıllıca bir iş yapmak -2 Önlem almak -3 Hatırlamak
Akıl hocası: Birine yol gösteren kimse
Akıl (âkil) kârı olmamak: Söz konusu iş akıllı bir kimsenin yapacağı türden bîr iş olmamak*
Akıl küpü (kutusu, kumkuması) : Çok akıllı kimse, özellikle çocuk için şaka yollu söylenir
Akıllara durgunluk vermek : Bir şey İnanılması guç, şaşırtıcı bir nitelik­te olmak
Akıllı uslu ; Ağır başlı, terbiyeli, dengeli (Kimse)
Akıl öğretmek (vermek) (bir kimseye) : Oha ne yapacağını, nasıl
davranacağını söylemek
Akıl sır ermemek (birşeye): Bir şeyin niteliğini, gizli yönlerini hiç kimse anlayamamak
Akıl sormak (birinden): bk Akıl almak
Akıl tersletti: Dengesiz, hoppa, delişmen (kimse)
Akıl var, yalan (izan) var ; ‘Fazla kafa yormana gerek yok, doğrusu iş­te meydanda’ anlamında
Akıl vermek (birine): bk Akıl öğretmek
Akıl yormak: Bir konuda çok düşünmek
Akıl yürütmek : Aklını kultanmaK düşünme yeteneğini harekete geçir­mek
Akıntıya bırakmak (bir şeyi) : Olayların gelişmesini engellemeye ça­lışmadan sonucu kabullenmek (Kars İşi oluruna bırakmak)
Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak bir iş için boşuna çaba harca­mak
Akla (hayale) gelmemek : Düşünülmemek, tasarlanmamak, hatırlan­mamak
Akla karayı seçmek: Bir işt başanncaya kadar çok zahmet çekmek
Akla yakın : Herkesçe kabul edilebilir nitelikte olan
Aklı almamak (bir şeyi): -1 Onu anlayamamak, kavrayamamak -2 Bir şeyin olabileceğine inanmamak, gerçekleşebileceğini düşüneme­me
Aklı başına gelmek : -1 Kendine gelmek, ayılmak -2 Doğruyu yanlış* tan ayırabilecek duruma gelmek; gerçeğin farkına varmak, doğru yo­lu bulmak, uslanmak, (Kars Ayağı suya ermek)
Aklı başında : Akıllıca davranışlarda bulunan (kimse)
Aklı başından bir karış yukarı (yukarda) : Aklına esenleri düşünme­den yapan (kimse)
Aklı başından gitmek: -1 Bayılmak, kendini kaybetmek -2 Sevinç ya da korkudan ne yapacağını şaşırmak -3 Sağlıklı düşünebilecek durumda olmamak
Aklı başka yerde olmak: Bir iş yaparken başka şeyi düşünmek
Aklı bîr karış havada : Dikkatsiz, dağınık, dalgın (kimse, genç)
Aklı çıkmak: Korkmak, ne yapacağını bilememek
Aklı dağılmak : Sağlıklı düşünememek, dikkatini bîr konu üzerine vere­memek
Aklı durmak : Şaşırmak, düşünemeyecek duruma gelmek
Aklı ermek (yetmek) (bir şeye): Çevresinde olup bitenleri, doğruyu yanlışı anlamaya başlamak; anlayacak düzeyde, durumda olmak
Aklı fikri: Bütün düşüncesi, düşündüğü
Aklı gitmek : -1 Çok korkmak -2 Çok beğenmek
Aklı kalmak (bir şeyde, birinde) : Sevdiği, beğendiği bir şeyi düşün­mekten kendini alamamak
Aklı karışmak : Ne yapacağını bilememek, sağlıklı düşüneme mek
Aklı kesmek : bk Aklı yatmak
Aklına esmek: Hiç düşünmediği halde birdenbire bir şeyi yapmaya karar vermek
Aklma gelmek: -1 Kafasında bir düşünce doğmak, tasarlamak -2 Hatırlamak
Aklma getirmek : -1 Anımsatmak, hatırlatmak -2 Düşünmek, tasarla­mak
Aklına koymak (bir şeyi),(bir şeyi birinin): -1 Bir şeyi yapmaya ke­sin karar vermek -2 Başkasına akıl öğretmek
Aklına sığmamak : Olabileceğine (olabildiğine) inanmamak
Aklına şaşayım (şaşarım) : “Böyle akılsızca davranması, işler yapma­sı beni şaşırttı” anlamında
Aklına takılmak: Bir şey sürekli olarak kafasını meşgul etmek
Aklına turp sıkayım : “Böyle düşünmen ya da yapman budalaca bir iş olur” anlamında
Aklına uymak : Bir kimsenin düşüncesi doğrultusunda iş yapmak
Aklında kalmak : Unutmamak, hatırlamak
Aklından çıkmak : Unutmak, hatırlamamak
Aklından çıkarmak (bir şeyi, birini) : Unutmamak
Aklından geçirmek (bir şeyi, birini) : Onu hatırlamak, bir şeyi düşün­müş olmak
Aklından geçmek : Bir kimseyi ya da şeyi düşünmek
Aklından zoru olmak: Ancak bir delinin yapacağı türden işler yap­mak, davranışlarda bulunmak
Aklında tutmak (bir şeyi): -1 Onu unutmamak -2 İyice Öğrenmek, bellemek
Aklını (başından) almak (bir şey, bir kimse) : -1 Birinin güzelliği kar­şısında büyülenmek -2 Birinin, ani bir davranışta bulunarak korkut­mak
Aklını başına almak (devşirmek, toplamak) : Delice, çılgınca davra­nışları bir yana bırakıp akıllı uslu olmaya çatışmak
Aklını başından almak : bkAklını (başından) almak
Aklını bir şeyle bozmak : Bir şey üzerine düşünerek, hep onunla uğra­şıp durmak
Aklını çelmek: -1 Niyetinden, karanndan caydırmak -2 Ayartmak, kandırmak (Kars Baştan çıkarmak)
Aklını kaybetmek (kaçırmak, oynatmak) : -1 Deli gibi olmak -2 De­lirmek, çıldırmak
Aklının çivisi (tahtası) eksik : Dengesiz, aptal (kimse)
Aklının ucundan (köşesinden) bile geçmemek : Onu daha önce hiç düşünmemiş olmak
Aklını peynir ekmekle yemek : Delice, aptalca işler yapmak
Aklını şaşırmak : Akılsızca işler yapmaya başlamak
Aklı sıra : Aklınca, düşündüğüne göre, sözde
Aklı sonradan gelmek : Hatasını anlayıp düzeltmeye çalışmak
Aklı takılmak (bir şeye, birine) : Hep o şey, kimse üzerinde durup dü­şünmek
Aklı yatmak (kesmek) (bir şeye) : O şeyin olabileceğine, onu yapıla­bileceğine İnanmak
Ak pak : -1 Tertemiz -2 Saçı sakalı ağarmış -3 Beyaz tenli
Aksi gibi: Yazık ki, maalesef
Aksi gitmek (bir iş ) (bir kimseye) : -1 Bir iş olumlu, istenilen biçim­de yürümemek -2 Birisine ters davranmak, onunla uzlaşmaya ya­naşmamak
Aksi şeytan (hay): İşler yolunda gitmediği, bir engel çıktığı zaman bu­nu vurgulamak için kullanılır
Aksi tesadüf: Şanssızlık, aksilik
Akşama sabaha : Kısa bir zaman sonra , pek yakında, yakın zaman­da
Akşamdan kalmak : Henüz geceki sarhoşluğun etkisinden kurtu I ma­rn amış olmak
Akşamdan sonra merhaba (sabahlar hayrolsun) : İş işten geçtikten sonra gösterilen ilgi, çaba hiçbir işe yaramaz’ anlamında
Akşam üstü (üzeri): Güneşin batacağı sırada
Alaca bulaca : Çok karışık renkli
Alaca karanlık : Yan karanlık
Alaka beslemek (duymak) (bir kimseye) : Ona ilgi duymak; ilgi bes­lemek
Alaka çekmek (uyandırmak) (bir şey, kimse) : İlgi çekmek, ilgi uyan­dırmak
Alaka görmek : bk İlgi görmek
Alaka göstermek (bir şeye, kimseye) : bk İlgi göstermek
Alakayı kesmek (bir şeyle, kimseyle): Onunla her türlü ilişkiye son vermek
Alan razı, satan razı; “Bu ikisi anlaşmış, hiç kimsenin karışmaması gerekir” anlamında
Al aptestin! ver pabucumu : ‘Senden gördüğüm yardım, uğradığım zarara değmedi, yardımdan vazgeçtim, yeterki zarar görmeyeyim” anlamında
Alaşağı etmek (birini): -1 Onu hızla yere vurmak -2 Onu bulundu­ğu yerden (ya da görevden) indirmek, almak; devirmek
Alavere dalavere : Hile, düzen, yalan dolan
Alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete: Birtakım hilelerle bir işin bü­tün ağırlığını az bilgili, saf ve arkası olmayanlara yükleme
Alaya almak (birini) : Onunla alay etmek, eğlenmek; onu küçümse­mek, aşağılamak; makaraya a|mak, sarakaya almak
Alay etmek (geçmek) (biriyle) : -1 Bir kimseyle gülünç yönlerini söz konusu edip eğlenmek -2 Şaka etmek -3 Küçümsemek, aşağfla-m ak
Al birini vur Öbürüne : ‘Hepsi birbirinden beter” anlamında
Aldığı aptest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işten elde edi­*** kâr, bu işte uğranılan zararı karşılayamamak
Aldırmazlıktan (aldırmamazlıktan) gelmek : Önem vermemek; kayıt­sız kalmak
Aldı yürüdü : “Kısa zamanda büyük gelişme gösterdi” anlamında
Âlemi var mı? : Beğenilmeyen bir durum karşısında “Uygun mu? Ye­rinde mi?” anlamında söylenir; ne âlemi var?
Alet etmek (birini) : Onu bilerek kötü binişte kullanmak; kötü işlerinin görülmesinde onu da ortak etmek
Alet olmak (bir şeye): Bilerek ya da bilmeyerek kötü bir şeyde aracı­lık etmek
Alev almak : -1 Tutuşmak, yanmaya başlamak -2 Coşmak, heyecan­lanmak -3 Öfkelenmek
Alev saçağı sarmak: Olay önlenemeyecek aşamaya gelmek
Aleyhinde bulunmak (söylemek) : Onu çekiştirmek, kötülemek
Aleyhine dönmek: -1 Bir kişiye karşı olumsuz tavır takınmak -2 Bir durum o kişi İçin tehlikeli olmaya başlamak /
Aleyhine olmak (bir şey, bir kimsenin) : Bir iş bir kimsenin zararına yol açmak
Al gülüm ver gülüm : Yapılan bir İşin hemen karşılığını bekleme
Alı al moru mor: Koşmaktan, heyecandan, telaştan yüzü kıpkırmızı (bir şekilde)
Alıcı gözüyle bakmak (bir şeye, birine): Ona çok dikkatli bakmak, onu dikkatlice gözden geçirmek
Alın teri: Emek, çalışma
Alın teri dökmek : Bir iş için büyük emek harcamak
Alıp verememek (biriyle, bir şeyle) : Onunla arasında bir sorun ol­mak, anlaşamamak, geçinememek
Alicengiz oyunu : Kurnazca, haince düzenlenen oyun
Aİikıran başkesen : Bir çevrenin en zorba, kötü kişisi
Alkış almak : Alkışlanmak, beğenilmek
Alkış tutmak (birine) : -1 El çırparak alkışlamak -2 Bir kimseyi hem
- alkışlamak hem de “yaşa, var ol” gibi sözlerle ululamak; övmek
Alfa ha bir can borcu olmak : Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye borcu olmamak
Allah acısını unutturmasın : ‘Allah’a bu acıyı unutturacak daha büyük bir felaket vermesin” anlamında
Allah’a ısmarladık: Bir yerden ayrılırken orada kalanlara “Esen kal! Tanrı seni korusun” anlamında söylenen iyi dilek sözü
Allah akıl fikir (akıllar) versin (birine): “Yaptıkları akıl ve mantığa sığ­mıyor, inşallah bundan sonra akıllanır” anlamında
Allah Allah : “Ne garip, ne olacak şimdi?” anlamında
Allah aratmasın : “Bir şeyin Allah eksikliğini göstermesin” anlamında şükür söızü
Allah aşkına : -1 “Doğru mu söylüyorsun?” anlamında -2 “Allahını se­versen” anlamında şaşkınlık, usanç, ısrar, rica, yalvarma, bildirir
Allah bağışlasın : Tanrı sevdiklerini kötülüklerden korusun’ anlamın­da
Allah bana, ben de sana : “Borcumu ancak elime para geçtiğinde ödeyebilirim” anlamında
Allah bilir; -1 “Belli değil” -2 “Bana öyle geliyor ki” anlamında
Allah bir yastıkta kocatsın : Yeni evlilere “Evliliğiniz ömür boyu ol­sun” anlamında söylenen İyi dilek sözü
Allah dört gözden ayırmasın : “Allah çocuğu anansız babasız bırak­masın” anlamında
Allah düşmanına vermesin : ‘O kadar büyük felaket ki” anlamında
Allah ecil sabır versin : “Emeklerin boşa gitmesin” anlamında
Allah etmesin : “Böyle bir şey olmamasını dilerim” anlamında
Allah geçinden versin : “ölüm geç gelsin” anlamında
Allah’ın günü : Her gün; her Allanın günü; Tann’nın günü
Allah’ını seven tutmasın: “öyle öfkele/ıdi ki, kimse önüne geçmeye kalkmasfn” anlamında
Allah için : Doğrusu, gerçekten
Allah kuru iftiradan saklasın : “Allah iftiraya uğratmasın” anlamında
Allah manda şifası versin (birine): Çok yiyenlere takılmak, onlan yer­mek amacıyla söylenir
Allah ne verdiyse : -1 “Evde yiyecek olarak ne(ler) varsa” -2 “Elimi­ze ne geçerse” anlamında
Allah selamet versin : -1 Yolculuğa çıkanlara “Yolunuz açık olsun’ an­lamında -2 Güçlük içinde olanları anarken kullanılır -3 Uzaktaki ta­nıdıkları ya da pek beğenilip tutulmayan kimseleri anarken kullanılır
Allah taksimi: Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma (Kars Kul tak­simi)
Allah utandırmasın : “İnşallah bu iş de başarıyla bitirilir” anlamında
Allah var (Allah’ı var) : ‘Doğrusunu söylemek gerekirse” anlamında
Allah vere de : “İnşallah, temenni ederiz ki,” anlamında
Allah vergisi: Doğuştan gelen özellik, yetenek
Allah versin: -1 Dilenciyle konuşurken ‘Sana sadaka veremeyece­ğim” anlamında -2 “İşinin yolunda olmasına ben de seviniyorum”an­lamında -3 Kimi vakit durumu iyi olan kimselere şaka ve takılmak için söylenir

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



Allah yarattı dememek: Acımasızca dövmek, hırpalamak, cezalandır­mak
Allah “Yürü ya kulum” demiş : “Kısa sürede her giriştiği işten para ka­zandı” anlamında
Allak bullak etmek (bir şeyi) (birini) : -1 Onu karıştırmak, bozmak, darmadağınık etmek -2 Onu sağlıklı düşünemeyecek duruma getir­mek (Kars Altüst etmek, karmakarışık etmek)
Allak bullak olmak : -1 Düzeni bozulmak -2 Sağlıklı düşünemez du­ruma gelmek (Kars Altüst olmak, karmakarışık olmak)
Allayıp pullamak (bir şeyi, kimseyi) : Onu süslemek, İlgi çeksin diye kötü yönlerini çarpıcı şeylerle donatmak
Allem (etmek) kallem etmek : Amacına ulaşmak için her yola başvur­mak
Allı pullu : Süslü, gösterişli
Alnı açık, yüzü ak : Dürüst, namuslu (insan)
Alnından öpmek (bir kimseyi) : Onu çok beğenmek, kutlamak, takdir etmek
Alnını karışlamak: Zor bir İşi yapacak olanın gücünü küçümsemek (Kars Meydan okumak)
Alnının akıyla : Emeğiyle, namusuyla, şerefiyle
Alnının damarı çatlamak : Bir İş başarmak için çok çalışmak, çok yo­rulmak
Al takke ver külah : -1 Büyük çekişmelerden sonra -2 Çok samimi, senli benli
AK etmek (birini) : Onu yenmek
Altı kaval üstü şeşhane : Hiçbir parçası birbiriyle uyumlu olmayan
Altında kalmamak (bir şeyin) : Gördüğü iyiliği ya da kötülüğü karşılık­sız bırakmamak
Altından çapanoğlu çıkmak : Bir işte birtakım pürüzlerle, beklenmedik durumlarla karşılaşmak
Altından girip üstünden çıkmak : Parayı ya da malı savurganca har­cayıp bitirmek, kısa sürede tüketmek
Artından kalkmak : Zor bir işi yapmak, güç bir sorunu çözmek, başar­mak
Altını çizmek: Bir sözün, yargının, durumun önemini vurgulamak
Altını üstüne getirmek: -1 Karmakarışık duruma getirmek -2 Bir şey bulmak için her yanı karıştırmak
Altı okka etmek (birini): -1 Bir kimseyi kollarından ve bacaklarından tutup yukarı kaldırmak, aşağt indirmek -2 Ona büyük değer vermek
Altlı üstlü : -1 Etek ve ceket gibi iki parça (giysi) -2 Alt ve üst katta ol­mak üzere
Altta kalanın canı çıksın : “Bu güç koşullarla baş edemeyen yok olup gitsin” anlamında
Alttan almak : Soğukkanlı ve yumuşak davranmak (Kars Aşağıdan ol­mak)
Alttan atta : Gizlice, kimseye belli etmeden (Kars El artından, gizliden gizliye)
Alt tarafı : -1 Geriye kalanı -2 Olup olacağı -3 “Değeri nedir ki” an­lamında
Alt üst etmek (bir şeyi) (birini) : -1 Onu karmakarışık etmek -2 Ara­madık yer bırakmamak -3 Büyük zarar vermek -4 Ruhsal bunalım yaratmak
Alt üst olmak : -1 Düzeni bozulmak, karmakarışık olmak -2 Rahatsız­lanmak -3 Üzülmek, tedirgin olmak
Aman aman bir şey olmamak: Herkesin beğeneceği bir şey olmamak
Aman dilemek: Carimin bağışlanmasını dilemek,
Aman vermemek (birine, bir şeye) : -1 Onu rahat bırakmamak, -2 Ona acımamak, merhamet etmemek
Aman zaman demeye (fırsat) kalmadan : Çok çabuk, ne olduğunu anlamadan
Amiyane tabiriyle : Halkın deyişiyle, halk ağzıyla, kaba bir söyleyişle
Ana avrat dümdüz gitmek : Çok ağır küfretmek
Ana baba günü : Çok kalabalık, karışık, telaşlı durum
Anadan doğma : -1 Çınlçtplak -2 Doğuştan, sonradan değil
Ana kuzusu (anasının körpe kuzusu) : Sıkıntı ve güçlüklere alışma­mış nazlı kimse
Anan güzel mi? : Yerine getirilmesi güç istekler karşısında “Nerede o
bolluk?” anlamında
Ananın ak sütü gibi helal etmek (bir şeyi) : Onu karşılıksız olarak ba­ğışlamak
Ananız (analar) taş yesin, yarımşardan (yarım yarım) beş yesin : “Sizin için fedakârlıkta bulunuyor görünüyorum, ama sizden daha kâr­lı çıkacağım” anlamında
Anan yahşi baban yahşi demek : Bir kimseyi pohpohlayarak istediği­ni yaptırmak ya da elde etmek
Anası ağlamak : Çok sıkıntı çekmek, eziyet çekmek
Anası (onu) kadîr gecesi doğurmuş : Çok şanslı (kimse); kadir ge­cesi doğmuş
Anasından doğduğuna pişman : -1 Çok tembel -2 Çok bezgin, bit­kin
Anasından doğduğuna pişman etmek (birini) : Eziyet ederek onu ca­nından bezdirmek
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek : Bir işi yaparken çok sıkıntı ve güçlük çekmek
Anasını ağlatmak : -1 Ona çok eziyet etmek, onu sıkıntıya sokmak -2 Bir şeyi hor kullanmak
Anasının gözü : Çıkara, düzenbaz, uyanık (kimse) (KarsHin oğlu hin)
Anasının körpe kuzusu : bk Ana kuzusu
Anasının nikâhını istemek: Satılacak bir şeye değerinin çok üstünde fiyat biçmek, para istemek
Anasını satayım : “Her ne olursa olsun, aldırdığım yok” anlamında
Anca beraber kanca beraber: Bir işte iki ya da daha çok kimsenin, o iş kötü bile gitse birbirinden ayrılmamaları gerektiğini anlatır
Anladımsa Arap olayım : ‘Anlatılanlardan hiçbir şey anlamadım’ anla­mında
Anlamazlıktan (anlama mazltktan) gelmek (anlamazlığa vurmak) ; Bir şeyi anladığı halde anlamamış, farkına varmamtş gibi davran­mak
Anlam çıkarmak : Ne anlama geldiğini anlamak; mana çıkarmak
Anlam vermek : Yorumlamak, değerlendirmek; mana vermek
Anlamına gelmek : Belirtildiği biçimde anlaşılmak; manasına gelmek
Anlarsın ya : Herkesin bilmemesi gereken bir konuyu ima etmek için kullanılır
Anlayıp dinlemeden : Yeterli bilgi edinmeden, iç yüzünü anlamadan
Anlayış göstermek (birine) : -1 Onun yaptıklarını hoşgörüşle karşıla­mak -2 Ona istenen kolaylığı göstermek
Ant içmek (etmek) : Bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya kutsal bir şeyi tanık gösterip söz vermek (Kars Yemin etmek)
Ant vermek (birine) : “Allah aşkına”, “Çocuklarının başı İçin” gibi söz­lerle birisini bir şey yapmaya ya da yapmamaya mecbur etmek; ye­min vermek
Apar topar : -1 Aceleyle, çarçabuk -2 Zorla ; yaka parça
Aptal kutusu: Televizyon
Aptesi gelmek : Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duymak
Aptesi kaçmak : Aptest bozmak gereksinimi ortadan kalkmak
Aptest almak: Din kurallarına göre yıkanmak
Aptest bozmak: Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duy­mak
Aptesti kaçmak : Yeniden aptest alması gerekmek
Ara (aralarını) bozmak (açmak) : Kişiler arasındaki dostluğu, iyi ilişki­leri bozmak
Ara (aralarını) bulmak : Kişiler arasındaki sorunları, uyuşmazlıkları çö-zümleyip tarafları uzlaştırmak
Arada bir: Seyrek olarak, nadiren
Arada çıkarmak: Öteki işler arasında başka bir işi de yapıp bitiriver-mek
Arada dağlar kadar fark olmak : Birbirinden çok farklı olmak
Arada kalmak : Uyuşmazlıkları çözümlemek üzere girişimde bulunur­ken güç durumda kalmak, her iki yanı da hoşnut edememek
Arada kaynamak: Karışıklık nedeniyle gereken ilgiyi, önemi görme­mek
Aradan çıkarmak : Daha büyük işlere ağırlık verebilmek için bir işi ön­celikle bitirmek
Aradan çıkmak : -1 İlgisini kesmek -2 Başka işler yapılırken o iş de bitirilmek
Araları açılmak (bozulmak) : İlişkileri bozulmak
Aralarından kara kedi geçmek : İki dostun arasına dargınlık, soğuk­luk girmek, gücenmek, küsmek
Aralarından su sızmamak : İki kişi arasında çok iyi dostluk ilişkileri ol­mak
Aralarını açmak : bk Ara bozmak
Aralarını bulmak : bk Ara bulmak
Arap saçı: Çözülmesi güç, karışık durum, iş
Ara sıra : Seyrek olarak, nadiren, bazen
Ara vermek (bir şeye) : Dinlenmek için o şeyi (işi) bir süre bırakmak; duraklamak, kesmek
Araya girmek : -1 Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak -2 Bir iş yapılırken başka bir durum ortaya çıkıp o işi geciktirmek
Araya koymak (birin) : Bir işin çözümü için sözü geçen birinin aracı­lık yapmasını sağlamak
Araya soğukluk girmek : Dostluk ilişkileri zedelenmek
Arayı açmak : -1 Bir şeyle kimseyle arasındaki mesafeyi artırmak -2 Bir kimseyi ziyarette gecikmek
Arayıp sormak (birini) : -1 Bir kimse ile ilgili bilgi toplamak, haber sormak -2 Bir kimseyi ziyaret etmek, onunla İlgilendiğini göstermek
Arayı soğutmak: -1 Bir olayın üzerinden zaman geçmesini bekle­mek -2 Eski dostluğu sürdürmemek
Arayı uzatmak : Bir kimseyi ziyarette, arayıp sormada gecikmek
Arayı yapmak: -1 Dargın olanları barıştırmak -2 İki kişi arasında dostluk ilişkisi kurmak
Ar damarı çatlamak : Utanma duygusunu yitirmek, artık utanmaz ol­mak
Ardı arkası kesilmemek: Birbiri ardınca gelmek, hiç ara vermeden sürüp gitmek
Ardına düşmek (birinin, bir şeyin): -1 Herhangi bir amaçla onun ar­kasından gitmek, peşini hiç bırakmamak -2 ,Bir işi sonuçlandırmak için sürekli uğraşmak
Ardından atlı kovalamak : bk Arkasından atlı kovalamak
Ardı sıra : Arkasından, peşinden
Arı kovanı gibi işlemek (bir yer) : Bir yerin gidip geleni, gireni çıkanı çok olmak
Arına dokunmak : Bir şeyden alınmak, incinmek, utanmak
Arı kovanına (yuvasına) çöp dürtmek (çomak sokmak) : Belayı üze­rine çekmek, bela aramak; başına bela getirecek söz söylemek, dav­ranışta bulunmak
Arif olan anlasın (anlar) : “Çok açık söylenmiştir, anlayan anlar” anla­mında
Arka arkaya vermek : Dayanışma içinde olmak, işbirliği yapmak; sırt
sırta vermek
Arka bulmak (birinden) : Bir iş için onun desteğini sağlamak
Arka çevirmek (birine) : Ona eski yakınlığını göstermemek; sırt çevir­mek
Arka çıkmak (birine) : Bir kimsenin koruyuculuğunu üstlenmek, hakla­rını savunmak
Arkada kalmak : -1 Geriden gelmek, birlikte yürürken geride kalmak -2 Herhangi bir konuda ilerleyememek, ileri gidememek
Arkadan arkaya : Gizlice, belli etmeden; sinsice (Karşjçten İçe)
Arkadan (arkasından) söylemek (konuşmak) : Birisini o kişi yokken bir başkasına çekiştirmek; onun hakkında dedikodu yapmak; aleyhin­de konuşmak
Arkadan vurmak (birini) : Güvenilen bir kimse, beklenmedik bir anda kötülük etmek; ihanet etmek
Arkadaş canlısı: Arkadaşı, arkadaşlığı çok seven
Arka kapıdan çıkmak: Okuldan hiçbir şey öğrenmeden ya da başarı­sız olduğu için ayrılmak
Arka planda : Geride, önemsiz
Arkası alınmak : Sona erdirilmek, kesin olarak bitirilmek
Arkası gelmek : Sürmek, devam etmek, kesilmemek
Arkası kesilmek: Sona ermek, son bulmak
Arkasına düşmek: -1 Bir kimsenin arkasından gitmek -2 Bir işi so­nuçlandırmak İçin sıkı ve aralıksız bir şekilde çalışmak
Arkasından (ardından) atlı kovalamak : Bir işi gereksiz bir çabukluk­la ve telaşla yapmak
Arkasından söylemek : bk Arkadan söylemek
Arkasından teneke çalmak: Yuhalamak, kovmak
Arkasında yumurta küfesi yok : Verdiği sözden vazgeçen, sık sık dü­şünce ve tavır değiştiren, bunda da sakınca görmeyen kimse ve onun durumu için söylenir; sırtında yumurta küfesi yok
Arkasını almak (bir işin) : O İşi sona erdirmek, bitirmek
Arkasını bırakmak: Vazgeçmek; artık ilgilenmez, uğraşmaz olmak; peşini bırakmak
Arkasını çevirmek (birine, bir şeye) : Onunla ilgilenmez olmak, ona önem vermemek
Arkasını dayamak (birine, bir şeye) : Güçlü bir kimsenin koruyuculu­ğunda olmak; sırtını dayamak
Arkasını getirmek (getirememek) : Bir işi sürdürüp sonuçlandırmak (sonuçlandıramamak)
Arkasını sığvamak (sıvamak, sıvazlamak) : Okşamak, övmek, iltifat et­mek
Arkasını (birine, bir şeye) vermek : Bir kimsenin koruyuculuğundan güç almak ona dayanmak yaslanmak
Arkası pek : Bir kişi ya da şeyin koruyucuğuna güvenen (kimse); sırtı pek
Arkası sıra : Arkasından, peşinden, ardından: peşi sera
Arkası yere gelmemek : Başarısızlığa uğramamak, durumu sarsılma­mak; sırtı yere gelmemek
Arkası yufka : -1 ‘Güvendiği kimse pek güçlü değil” -2 Sevilen bir yemeğin ardından başka bir yemeğin’bulunmadığını belirtmek için söylenir -3 Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemiş olma durumu; sırtı yufka
Arka üstü : bk Sırt üstü
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek : Her şeyde bir kusur but-mak, hiçbir şeyi beğenmemek
Armut piş ağzıma düş : “Çalışmadan her şey ayağıma gelsin” diyen kişinin bu durumu için alay ve sitem yollu söylenir
Ar namus tertemiz : Utanma, namus gibi niteliklerini yitirmiş (kimse)
Arpa boyu kadar gitmek (bir işte) : Çok az önemsiz denecek ölçüde ilerlemiş olmak
Arpacı (arpağcı) kumrusu gibi düşünmek : Çaresizlikler içinde, umutsuzca derin derin düşünmek (Karş Kara kara düşünmek)
Arpalık yapmak (bir yeri) : 0 yeri sürekli çıkar kaynağı yaparak sö­mürmek
Art düşünce (niyet) : Bir davranış ya da düşüncenin arkasına gizle­nen kötü düşünce (niyet)
Asabı bozulmak (gerilmek) : Sinirlenmek
Asabına dokunmak (asabını bozmak) (biri, bir şey) : O kimse, şey sinirlenmesine yol açmak
Asık surat: Küskün, üzgün, öfkeli insanın somurtkan yüzü
Asıp kesmek : Keyfi ve zorbaca davranmak
Askıda bırakmak (bir şeyi): Bir sorunu çözüme kavuşturmamak; te­reddütte bırakmak, sonuçlandırmamak
Askıda kalmak: -1 Bir iş, birtakım engeller çıkıp bitirilememek -2
Resmi bir belge belli bir süre belli bir yerde ilan edilmek
Askıya almak (bir şeyi) : -1 Bir yapıyı birtakım dayanaklarla yıkılmak­tan kurtarmak -2 Bir işin, birtakım nedenlerle gerçekleşmesini bir sü­re ertelemek (Karş Buzdolabına koymak)
Askıya çıkarmak: Evlenecek kimselerin durumlarını bildiren belgeyi belli bir süre herkesin İncelemesine sunmak
Aslanrpayı: Bir paylaşmada, en büyük pay
Aslan sütü : “Rakı” için şaka yollu söylenir
Aslan yürekli: Cesur, yiğit (kimse)
Aslı astarı (faslı) olmamak: Yatan olmak, asılsız olduğu anlaşılmak
Aslı çıkmak : Doğru, gerçek olduğu anlaşılmak
Aslına bakmak : Bir şeyin esasını, gerçeğini araştırmak
Astarı yüzünden pahalı olmak (gelmek): Bir, işin ikinci derecede önemli kısmına harcanan para ash için ödenen parayı aşmak
Astığı astık, kestiği kestik : Zalim, acımasız, zorba (kimse)
Aşağıdan almak : Sert çıkış yapmamak,yumuşak davranmak (Karş
Alttan almak)
Aşağı görmek (saymak) (birini, bir şeyi) : Onu beğenmemek, kü­çümsemek (Karş Hor görmek)
Aşağı kalır yeri yok : “Nitelikleri bakımından başkalarından ya da ben­zerlerinden farkı yök” anlamında
Aşağı kalmamak (birinden): Özellikleri ya da davranışları yönünden benzerlerinden geri kalmamak; aynı nitelikte, durumda olmak (Karş Geri durmamak)
Aşağı kurtarmaz: -1 “Daha ucuza satılamaz, çünkü zarar edilir” -2 “Değerce daha aşağısını kendisine layık görmez” anlamlarında
Aşağılık duygusu (kompleksi) : Kendisini herkesten küçük görme duygusu
Aşağı tabaka : Halkın “avam” denilen, nitelikleri beğenilmeyen, kültür-süz-eğitimsiz sayılan kesimi
Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık : İki karşıt güç, durum ya da konuda karar verme zorluğu
Aşağı yukarı: Yaklaşık olarak (Kar Hemen hemen)
Aşığı cuk (bek, bey, çift) oturmak: Her işi yoluna girmek, herşey is­tediği gibi gerçekleşmez
Aşık atmak (biriyle): Bir kimseyle çeşitli konularda yarışa girmek; on­dan aşağt kalmamak
Açıklısı olmak (bir çeyln): O şeyin meraklısı, tutkunu, düşkünü ol­mak
Aşırı gitmek (aşırıya kaçmak) : -1 Sının aşmak, ölçüyü kaçırmak -2 Usandırmak, bıktırmak
Aşırı uç : Bir görüşün en ateşli, en yıkıcı kanadı
Aşırılığa kaçmak: Bir konuda aşırı davranmak, alışılagelenin dışına çıkmak
Aşka gelmek : O şeyi yapmak için büyük istek duymak; coşmak
Aşk etmek : Hızla (tokat) vurmak
Aşna fişna : Gizli dost, flört, oynaş
Aşna fişna etmek : Gizli dostluk kurmak, oynaşmak, flört etmek
Aş yermek: Gebe kadın kimi yiyeceklere aşın istek duymak, kimi yiye­ceklerden tiksinmek; aşermek
At başı (gitmek) : Beraber, bir hizada (gitmek)
Ateh getirmek esk) Bunamak
Ateş açmak (birine, bir şeye) : Ona silahla ateş etmek
Ateş almak: -1 Tutuşmak, -2 (Silah İçin) Patlamak -3 Birdenbire öf­kelenmek
Ateş almaya mı geldin? : “Niye acele ediyorsun; ne acelen var?” anla­mında
Ateş bacayı (saçağı) sarmak: Bir iş çok tehlikeli, önüne geçilemeye­cek bir duruma gelmek (Kars İş işten geçmek)’
Ateş basmak: Bir sıkıntı nedeniyle bunalmak, vücut ateşi artmak
Ateşe atmak (kendini, birini): Çok tehlikeli bir işe girişmek yada biri­ni çok tehlikeli bir işe sokmak
Ateş etmek (birine, bir şeye) : Ona silahla mermi atmak
Ateşe tutmak (bir şeyi) (bir yeri, kimseyi) : -1 Onu biraz ısıtmak -2 Ona ateşli silahla saldırmak
Ateşe-vermek (bir yeri) : -1 Bir yeri kundaklamak, ateşle yakıp kül et­mek -2 Çok telaşlandırmak
Ateşi başına vurmak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek
Ateşi düşmek: (Hasta için) Vücut ısısı azalmak
Ateş kesmek : Karşılıklı olarak ateş etmeyi bırakmak
Ateşle oynamak: Tehlikeli bir işe girişmek
Ateş olsa cirmi kadar yer yakar : “Onu o kadar önemseme, ondan gelebilecek tehlikeyi göze aldık” anlamında
Ateş pahası (pahasına) : Çok pahalı, fiyatı çok yüksek
Ateş parçası: -1 Çok canlı, hareketli (kimse) -2 Yaramaz çocuk, ele avuca sığmayan (çocuk)
Ateş püskürmek (saçmak) : Öfkelenip ileri geri konuşmak, ağır söz­ler söylemek
Ateşten gömlek : Sıkıntılı, bunaltıa durum
Ateş yağdırmak :Ateşli silahlarla sürekli atış yapmak
At gözlüğü ile bakmak : Olayları dar açıdan görüp değerlendirmek
Atı alan Üsküdar’ı geçti: “Fırsat elden kaçtı, artık yapılacak bir şey yok” anlamında
Atıp tutmak: -1 Biri hakkında ileri geri konuşmak -2 Büyük işler yap­tığını söylemek
At oynatmak: -1 Üstünlük sağlamak -2 Yarışmak -3 Bildiği ve iste­diği gibi davramak
At pazarında eşek osurtmuyoruz: “Beni dinle, boş şeyler söylemiyo­rum” anlamında
Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu durumdan daha aşağı bir duru­ma düşmek
Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işin sonucu, kazana o iş için harcanan emeği, parayı karşılamamak
Attığı tırnak bile olamamak: Söz konusu kimseye göre çok değersiz olmak; tırnağı (bile) olamamak
Avara kasnak işlemek : Boş yere çalışmak
Avucunun içi gibi bilmek (bir yeri): Bir yeri çok iyi bilmek
Avucunun içine almak (birini): Onu kendi etkisi, söz geçerliği altona almak, dilediği gibi yönlendirmek
Avucunu yalamak: Umduğunu bulamamak
Avuç açmak: Dilenmek, muhtaç duruma düşmek; el açmak
Avuç dolusu : Pekçok; çok miktarda
Avuç içi kadar (yer): Çok küçük (yer)
Ayağa düşmek: Bir işe olur olmaz kimseler de karışır olmak
Ayağa fırlamak: Bulunduğu yerden hızlıca kalkmak
Ayağa kaldırmak (birini, herkesi): -1 Onlart telaşa, heyecana sürük­lemek -2 Onlart kışkırtmak, isyan ettirmek
Ayağa kalkmak: -1 (Hasta için) İyileşmek -2 Saygı gereği oturma durumundan ayakta durumuna geçmek
Ayağı alışmak (bir yere) : Bir yere gidip gelmeyi, bir yerden alışveriş yapmayı alışkanlık haline getirmek
Ayağı (ayakları) (birbirine) dolaşmak: Telaş, utanma, heyecan vb etkisiyle düzgün yürüyememek; ne yapacağını şaşırmak; yanlış bir davranışta bulunmak
Ayağı çarıklı: Kurnaz, akıllı (kimse)
Ayağı ile gelmek: Kendi isteğiyle çelmek
Ayağı kaymak : Kötü yola düşmek
Ayağına bağ olmak : İşine engel olmak
Ayağına çabuk: Hızlı yürüyen, çabuk gidip gelen
Ayağına çağırmak : Yanına gelmesini söylemek
Ayağına dolaşmak (dolanmak) : -1 İş yapan birinin çevresinde dola­şıp iş yapmasına engel olmak -2 Yaptığı kötülüklerin karşılığını gör­mek
Ayağına geçirmek (bir şeyi): Pantolon, pijama vb’yi giymek
Ayağına gelmek: -1 Yanına gelmek -2 Emeksizce elde etmek
Ayağına gitmek (birinin) : Saygı gösterip, alçak gönüllü davranıp yanı­na gitmek
Ayağına (ayaklarına) kara su İnmek: Uzun süre ayakta kalıp yorul­mak
Ayağına sıcak su mu (şerbet mi) dökelim? : ‘Uzun süredir bize gel-miyordun; nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz” anlamında sitem yollu söylenir
Ayağını alamamak: -1 Alıştığı yere gitmekten kendini men edeme­mek -2 Ayağını oynatamayacak duruma gelmek
Ayağını çekmek (bîr yerden): Sık gittiği yere artık gitmez olmak
Ayağını denk almak : Birtakım tehditlere, tehlikeli durumlara karşı dik­katli, uyanık davranmak
Ayağını kaydırmak (ayağının altına karpuz kabuğu koymak) : Bir kimseyi birtakım bahanelerle, uydurma gerekçelerle işinden, görevin­den uzaklaştırmak
Ayağını kesmek: -1 Devamlı gittiği yere artık gitmez olmak -2 Bir kimsenin bir yere devamlı gidip gelmesinin önüne geçmek
Ayağının (ayaklarının) altına almak (birini) : Onu feci şekilde döv­mek, hırpalamak
Ayağının altında olmak (bir yer birinin) : Bulunduğu yerden geniş bir alanı görür durumda dmak
Ayağının attına karpuz kabuğu koymak : bk Ayağını kaydırmak
Ayağının pabucu olamamak (biri başkasının) : Değerce ondan aşa­ğı olmak
Ayağının tozuyla : Yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden
Ayağını sürümek : -1 Ardından başkalarının gelmesine yol açmak -2 Ölmek üzere olmak -3 Bir işi ağırdan almak -4 Bir yerden uzaklaş­mayı geciktirmek
Ayağını vurmak : Ayakkabı ayağını sıkmak, yara etmek
Ayağını yorganına göre uzatmak : Giderini gelirine göre ayarlamak
Ayağı (ayaklan) suyu ermek (değmek) : Gerçekler umduğu gibi çık­madığı için düş kırıklığına uğramak (Kars Aklı başına gelmek)
Ayağı uğurlu : Geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kimse)
Ayağı (ayakları) yere değmemek : Sevinçten yerinde duramamak
Ayak altında dolaşmak : Bir işe yaramadığı halde herkesin işine en­gel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak
Ayak bağı: İş yapmaya engel olan şey
Ayak basmak (bir yere) : -1 Bir yere inmek, varmak -2 Bir şeye baş­lamak, girmek
Ayak diremek : Kendi görüş ve tutumunda ısrar etmek, onu ısrarla sa­vunmak
Ayakkabı vurmak (sıkmak) : Ayakkabı ayağı rahatsız etmek
Ayaklar attına almak (bir şeyi) : Önemli, kutsal, değerli şeyleri çiğne­mek, hiçe saymak
Ayakları dolaşmak : bk Ayağı dolaşmak
Ayakları geri geri gitmek : Bir yere isteksizce gitmek, oraya gitmek is­tememek
Ayakları yere basmak : Gerçekçi, sağduyulu olmak
Ayaklı canavar : Yaramaz çocuk
Ayaklı kütüphane : Genel kültürü zengin olan kimse
Ayak takımı: Bilgisiz, görgüsüz kimseler için kullanılan aşağılama sö­zü
Ayakta tutmak (bir şeyi) (birini) : -1 Ortadan kalkmasının, çökmesi­nin önüne geçmek, sürekliliğini sağlamak -2 Sağlıklı olmasını, iş ya­pabilmesini sağlamak
Ayakta uyumak : Olup bitenlerin farkına varamayacak kadar dalgın ve şaşkın durumda bulunmak
Ayak uydurmak (birina, bir şeye): -1 Yürüyüşte adımları başkaları­nın adımlarına uydurmak -2 Bir başkasının davranışlarına uygun davranmak; bir değişikliğe uyum sağlamak
Ayak üstü : Ayakta durarak, ayakta olarak
Ayak yapmak : Birisini kandırmaya çalışmak
Ayasofya’da dilenip Sultanahmet’te sadaka (zekât) vermek : Geçi­mini sağlayabilmek için başkalanndan yardım almasına rağmen ken­disi elindekini başkalarına vermek
Ayaza çekmek : Hava çok soğuk olmak
Ayaz paşa kol geziyor (kola çıktı): ‘Hava çok soğuk” anlamında
Aybaşı olmak: Âdet kanaması başlamak; âdet görmek
Ayda yılda bir : Çok seyrek olarak, nadiren; arada bir
Ayda yılda bir namaz, onu da şeytan kömaz : “Çok seyrek olarak iyi bir iş yapmaya kalkar, fakat bir bahane bularak ondan da cayar” an­lamında
Ay dede : Çocuk dilinde ay
Ayıbını yüzüne vurmak : Bir kimsenin hatasının yüzüne* karşı söyle­mek
Ayıkla pirincin taşını: “İşler öyle karmakarışık oldu ki, gel de işin için­den çık!” anlamında
Ayıptır söylemesi: -1 “Öğünmek gibi olmasın” -2 “Bunları söylemek ayıptır; ama beni bağışlayın söylemek zorundayım” anlamında
Aykırı düşmek : Uygun gelmemek, çelişmek (Kars Ters düşmek)
Ayna tutmak (bir şeye) : Onu yansıtmak, göstermek
Aynı ağzı kullanmak: Aynı şeyleri söylemek, («arş Ağız birliği et­mek)
Aynı kapıya çıkmak : Aynı sonuca varmak, sonuç olarak hiç değişme­mek; bir kapıya çıkmak
Aynı telden çalmak : Hemen hemen aynı şeyleri söylemek
Aynı yolun yolcusu : Yazgıları aynı olanlardan her biri
Ay parçası: Çok gürel (kız)
Ayran gönüllü : Bir şeyden kısa sürede bıkan (kimse)
Ayranı kabarmak : -1 Öfkelenmek -2 Aşırı cinsel istek uyanmak
Ayrısı gayrisi olmamak: Dost olanlar birbirlerinden hiçbir şeylerini esirgememek, yakın dost olmak
Ayrı tutmak : Farklı davranmak
Ayvayı yemek : Çok kötü, tehlikeli bir duruma düşmek, zarara uğra­mak
Ayyuka çıkmak : Ses çok yükselmek, fazlalaşmak
Aza çoğa bakmamak: Bir şeyin niceliğine değil, eline geçtiğine önem vermek
Azar işitmek : Söylediği bir söz ya da yaptığı bir davranıştan ötürü laf işitmek, azarlanmak, paylanmak
Az buçuk (az çok} : Biraz, bir parça, şöyle böyle
Az buz (bir şey) olmamak : Bir şey azı m sanacak kadar olmamak
Az çok ; Bir parça; oldukça
Az daha : bk Az kalsın
Az değil: “Göründüğü gibi değil” anlamında
Az gelmek : Yetmemek, yeterli olmamak
Azınlıkta kalmak : -1 Bir oylamada bir görüşe olumlu ya da olumsuz oy verenlerin sayısı az çıkmak -2 Sayıca az oldukları için varlık gös­terememek; ekalliyette kalmak
Azizlik etmek : -1 Muziplik etmek, şaka yapmak -2 Beklenmedik, şa­şırtıcı bir durumla karşı karşıya bırakmak
Az kalsın (kaldı) (az daha) : “Bir iş olmak üzereydi, hemen hemen olacaktı” anlamında
Azrail’e bir can borcu kalmak (olmak) : -1 Bütün borçlarını ödemek -2 Eninde sonunda Öleceğini kabul etmek
Azrail’in elinden kurtulmak: Ölümden kurtulmak, ölüm tehlikesini at­latmak
Azrail’le burun buruna gelmek : Ölümle karşı karşıya gelmek
Az ye de, (kendine) uşak tut: “Ben senin uşağın mıyım ki ikide bir bana iş buyuruyorsun?” anlamında hafif yollu azarlama sözü

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< B >>

Baba adam : Yaşlı, hoşgörülü, yardımsever adam
Babaları tutmak (üstünde olmak): Sinir ve öfkeden bağırıp çağır­mak, çok öfkelenmek
Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur : “Yeteneğim, gücüm ancak bu kadarını yapmama elveriyor” anlamında
Babasının hayrına : “Hiçbir çıkar elde etmeden, sadece İyilik olsun di­ye” anlamında
Bacak kadar: Ufak tefek; kısa boylu (kimse) (KarşEI kadar)
Badire(yi) atlatmak : Tehlikeli durumu geçiştirmek
Bağ bozmak : Mevsim sonunda bağdaki üzümleri toplamak
Bağdaş kurmak: Sol ayağını sağ bacağın, sağ ayağını da sol baca­ğın altına alıp oturmak
Bağlandığı yerde otlamak : Yerinde saymak, hiçbir ilerleme göster­memek
Bağrına basmak (birini): Sevgi gösterip onu koruyuculuğuna almak
Bağrı yanık : Çok dertli, acılı (kimse)
Bahar başına vurmak (birinin) : -1 Havalar iyice ısınmadan İnce gi­yinmek -2 Coşkun, taşkın, aşırı davranışlarda bulunmak
Bahis açmak (bir şeyden, kimseden) : Onun hakkında konuşmaya başlamak, ondan söz etmek
Bahse girmek (biriyle): Onunla herrjangi bir konuda kendi görüşü­nün doğru olduğuna ilişkin iddiaya girmek
Bahse tutuşmak (biriyle): Karşılıklı bahse girmek; iddialaşmak
Bahtı açık: İşleri yolunda giden; talihi açık, şansı açık, kısmeti açık
Bahtı bağlı olmak: -1 İşleri İstediği gibi yürümemek -2 Evlenecek çağa gelmiş kıza kısmet çıkmamak; kısmeti bağlı olmak
Bahtı kara : Talihi kötü olan
Bahtına küsmek : İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar olmak; şan­sına küsmek, talihine küsmek
Bakış açısı: Bir olayı, durumu belirli bir açıdan, yönden inceleme; gö­rüş açısı
Bakkal çakkal: Bakkal, kasap, manav gibi esnaf için küçümseme yol­lu kullanılır
Bakkal defteri: Düzensiz, karalanmış, yıpranrmş defter
Baklayı ağzından çıkarmak: Gizli tuttuğu şeyleri açıklamak, söyleye­mediği şeyleri sabrı tükenince söylemek
Baldın çıplak: -1 İşsiz güçsüz (kimse) -2 Serseri
Bal gibi: Pekâlâ, adamakıllı, çok iyi, gereği gibi
Balık eti, balık etinde : Şişman değil, ama dolgunca (KarşEtine dol­gun)
Balık istifi: Çok sıkışık , üst üste, kalabalık olarak
Balık kavağa (kurbağa ağaca) çıkınca : “Olmayacak şeyler olursa” anlamında kullanılır
Balon uçurmak : Asılsızca haber yaymak
Batta olmak (birine): Birisinden ısrarla, bıkkınlık verdirecek ölçüde bir şeyler istemek; ona asılmak
Baltayı taşa vurmak : Farkında olmadan karşısındakini rahatsız ede­cek, kızdıracak söz söylemek (Kars Çam devirmek, gaf yapmak, pot kırmak)
Bam teline basmak (dokunmak) (birinin) : Bir kimseyi duyarlı oldu­ğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, davranışta bulunmak
Bana (sana, ona) göre hava hoş : “Öyle ya da böyle olması benim (senin, onun) için fark etmez” anlamında
Bana mısın dememek : Zorlu bir işe, etkene vb’ye dayanmak, bunlar­dan hiç etkilenmemek
Bardağı taşıran son damla : Sonunda insanın sabrını tüketen, olum­suz tepki yaçatan söz, davranış vb
Bardaktan boşanırcasına : (Yağmur için) Çok miktarda, şiddetli
Barut fıçısı gibi: -1 Her an bir çatışmanın çıkabileceği olasılığı bulu­nan (yer) -2 Çok kızgın, öfkeli, sert (kimse)
Barut kokusu gelmek (burnuna) : Savaş ya da tehlikeli bir şey otaca-ğını sezmek
Basamak yapmak (bir şeyi, birini) : Bir kimseden ya da durumdan, daha yüksek bir yere gelebilmek için yararlanmak
Basıp geçmek: -1 Önündekini geçmek -2 Ona uğramamak -3 Ona Önem vermemek
Basıp gitmek : Bir yerden çabucak ayrılmak, uzaklaşmak
Basireti bağlanmak : Olabilecekleri sezdiği halde uygun biçimde dav-ranamamak
Baskına uğramak : -1 Düşmanın anı ve beklenmedik saldırısına uğra­mak -2 Suçüstü yakalanmak -3 Bir doğa afetinden büyük ölçüde et­kilenmek
Baskın çıkmak (birinden, bir şeyden): Ondan üstün olmak, onu geri­de bırakmak
Baskın yapmak : -1 Bir kimseyi suçüstü yakalamak İçin bulunduğu yere ansızın girmek -2 Düşmana beklemediği bir anda saldırı dü­zenlemek -3 Haber vermeden konuk gitmek, ziyarete gitmek
Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği yere uğursuzluk götürmek; çok şanssız olmak
Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını bilememek
Baston yutmuş gibi (yürümek): Sallanmadan, dimdik (yürümek)
Başa baş : Eşit, denk, aynt
Başa çıkarmak (bir işi) (birini) : -1 Bir işi sona erdirmek -2 Onu çok şımartmak
Başa çıkmak (biriyle); Ona gücünü kanıtlamak, istediğini yaptırabil­mek (Kars Yola getirmek)
Başa geçmek: -1 Yönetici mevkiine geçmek, yönetimde en üst yeri almak -2 önem bakımından ilk sıraya geçmek
Başa (bir şey) gelmek : Kötü bir durumla karşılaşmak
Başa güreşmek: -1 Yağlı güreşte; güreşçiler, başpehlivanlık sanını kazanmak için yarışmak -2 En üstün dereceyi almak için mücadele etmek
Baş ağrıtmak : Çok konuşarak dinleyenlere bıkkınlık vermek
Baş alamamak : bk Başını alamamak
Baş aşağı: -1 Başı yere yönelik biçimde -2 Başından aşağıya (yere) doğru
Baş aşağı gelmek : -1 Tepesi üstü düşmek -2 Bütün işleri alt üst ol­mak
Baş aşağı gitmek: Durumu gittikçe kötüleşmek, sürekli kötüye git­mek
Baş baş : Küçük çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini baş­larına götürmelerini sağlamak için söylenen söz
Baş başa : Birlikte, beraberce; kafa kafaya
Baş başa vermek : Görüş alışverişinde bulunmak amacıyla bir araya gelmek, bir iş için güçlerini birleştirmek; kafa kafaya vermek
Baş belası: Sürekli rahatsız eden ve bir türlü kurtulunamayan (kimse,
şey); başının derdi (Kars Tatlı bela)
Baş döndürücü : -1 (Hız ve sürat için) Olağanüstü -2 Baygınlık veri­ci -3 Korku verici, korkutucu -4 Sarhoş edici -5 Çok büyük, büyük hayranlık uyandıran
Baş edememek (bir şeyle, biriyle) : -1 O işi basaramamak; o işin üstesinden gelememek -2 O kimsenin sö* ve davranışlarını düzelte-memek
Baş eğmek (birine) : Güçlü, sözü geçer bir kimsenin buyruğuna uy­mayı kabul etmek (Kars Boyun eğmek)
Baş etmek (bir şeyle) (bir kimseyle) : Onu yenmeye gücü yetmek, o konuda başarı kazanmak
Baş göstermek : -1 Ortaya çıkmak, belirmek, gözükmek -2 (Güneş için) Doğmak
Baş göz etmek (birini) : Onu evlendimek, evermek
Baş göz olmak : Evlenmek, evlendirilmek
Başı ağrımak : Bir işi, kararı vb nedeniyle sorumlu olmak; bu konular­daki olumsuzluklardan etkilenmek, üzülmek
Başı altından çıkmak (birinin) : Kötü bir durum onun tasarım ve girişi­miyle meydana gelmek; kafasının atfından çıkmak
Başı belada olmak : Büyük bir felaketle, sıkıntılı bir durumla karşı kar­şıya olmak
Başı belaya girmek : Üzücü, tehlikeli bir durumla karşılaşmak Başı boş bırakmak (birini) (bir şeyi) : Onu de netle meyi p kendi hali­ne bırakmak
Başı boş kalmak : Denetim altında bulunmamak, karışanı görüşeni ol­mamak
Başı (baş) çekmek: -1 Bir işte ön ayak olmak, bir işin yapılmasında Öncü olmak -2 Halayın başında bulunup oyunu yönetmek
Başı dara düşmek (başı daralmak) : -1 Sıkıntılı bir durum içinde’ ol­mak -2 Paraca darlığa düşmek
Başı darda (kalmak, olmak) : Sıkıntı içinde (olmak)
Başı derde girmek (düşmek) : Üzücü, sıkıntı verici bir durumla karşı­laşmak
Başı dik (dimdik, alnı açık) ; Onurlu; onurlu biçimde
Başı dertte (olmak) : Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak)
Başı dinç (olmak): Herhangi bir kaygısı/sorunu olmayan (olmamak),
huzur içinde yaşayan (yaşamak)
Başı dönmek: -1 Dengesini yitirip düşecek gibi olmak -2 Kötü bjr «şey karşısında karşısında bunalmak, sıkılmak -3 Görkemli, ilk kez -
görülen bir şey karşısında şaşırıp kalmak -4 Ulaştığı zenginlik ya da
mevki nedeniyle şımarıkça davranışlarda bulunmak
Başı dumanlı: -1 (Dağ için) Tepesini, doruğunu sis bürümüş -2 İçki­den sarhoş olan ya da sevgi nedeniyle kendinden geçen (kimse); ka­fası dumanlı -3 Açık seçik düşünebilecek, karar verebilecek, durum­da olmayan (kimse)
Başı eğik (olmak, kalmak): Söz söyleyemez, direnemez, mahcup du­rumda (olmak); kafası eğik
Başı göğe ermek (değmek) : Beklenmedik bir anda büyük bir mutlu­luğa kavuşmak; bundan ötürü çok böbürlenmek (Kimi zaman alay’ yolu kullanılır)
Başı hoş olmamak (bîr şeyle), (biriyle) : -1 Ondan hoşlanmamak -2 O kimseyle arası bozuk olmak; kafası hoş olmamak
Başı için (birinin) : Değer verilen kişinin hayatı sözkonusu edilerek kullanılan ant ya da yalvarma sözü
Başı kabak: -1 Saçları dökülmüş -2 Başında şapka, başörtüsü vb olmayan
Başı kalabalık olmak: Yanında iş, konuşma vb nedenlerle birçok kimse bulunmak
Başı kazan gibi olmak : -1 Gürüjtü, vb’den çok rahatsız olmak -2 Ça­lışmak vb’den dolayı zihinsel yorgunluk duymak; kafası kazan gibi olmak
Başımla beraber : Memnuniyetle, seve seve, hiç rahatsız olmaksızın
Başına bela etmek (birini, bir şeyi) : Onu kendisine sıkıntı verecek bir durumu getirmek; o şeyin kendisini tedirgin edecek duruma gel­mesine neden olmak
Başına bela kesilmek : Bir kimse ya da şey, sıkıntı verecek, dert ola­cak duruma gelmek
Başına bela olmak : Bir şey ya da kimse sıkıntı verir duruma gelmek
Başına bela sarmak : Birisine bir şeyi musallat etmek, o şeyin onu ra­hatsız etmesine yol açmak
Başına belayı satın almak : Rahatsız edici, üzücü olduğu sonradan anlaşılan bir işe kendi isteğiyle girişmiş olmak
Başına bir şey (bela, bokluk, hal, İş, kaza vb) gelmek : Kötü bir du­ruma düşmek, istenmeyen bir durumla karşılaşmak
Başına bitmek (birinin) : İstemediği halde yanına gelip bir türlü ordan ayrılmamak, ısrarlı isteklerde bulunmak
Başına buyruk : -1 Hiç kimseden izin almak gereğini duymadan, İste­diği gibi davranan -2 özgür, bağımsız (bir biçimde)
Başına çalmak (bir şeyi) : -1 Bir şeyle vurmak -2 Bir şeyi öfkeyle geri vermek ; kafasına çalmak
Başına çıkarmak (birinin) : Onu çok şımartmak; tepesine çıkarmak
Başına çıkmak: Birinin hoşgörüsünü, yakınlığını fırsat bilip şımarıkça davranmak; tepesine çıkmak
Başına çorap örmek : Birini kötü duruma düşürmek için gizli plan ha­zırlamak; çorap örmek
Başına dikilmek : Başucunda durmak, rahatsız etmek; tepesine dikil­mek
Başına iş açmak : Zor, zorunlu bir işe kendi İsteğiyle girişmek Başına kakmak : Yaptığı iyiliği, iyilik yaptığı kimsenin yüzüne karşı
söyleyerek onu incitmek; kafasına kakmak Başına kalmak : Bir işin yapılması, bir kimsenin bakımı, ağırlanması
onun görevi olmak
Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal, boyun eğen (kimse) (Kars Yumuşak baştı)
Başından aşağı kaynar sular dökülmek : bk Başından kaynar su dökülmek
Başından atmak (defetmek) (birini) (bir şeyi) : -1 Rahatsızlık veren, artık sıkıa olan bir kimseyle olan ilişkiye son vermek -2 Yapılması güç olan ya da çok zaman alacak olan bir işi bırakmak
Başından büyük işlere girişmek (kalkışmak) : Bilgi, beceri ve yetkisi­ni aşan işleri yapmak istemek, bunlara yeltenmek
Başından geçmek: Söz konusu olayı (olayları) yaşamış olmak; söz konusu durumla daha önce karşılaşmış olmak
Başından (aşağı) kaynar su (sular) dökülmek : Üzücü, utandırıcı bir olay, durum karşısında büyük bir sıkıntı duymak; vücudunu sıcak bir ter basmak; kafasından kaynar su dökülmek
Başından savmak (bir şeyi, bir kimseyi) : Onu herhangi bir bahane ile uzaklaştırmak
Başında olmak (bir durum birinin) : Aynı sıkıntılı durumu yaşamakta olmak
Başında paralansın (parçalansın) : Yapılan bir iyilik çok söylendiğin­de ya da pek bir işe yaramadığında, o iyiliğin artık istenmediğini be­lirten iîenç sözü; kafasında paralansın
Başını ağrıtmak : -1 Gereksiz, yersiz sözlerle bunaltmak -2 Tedirgin etmek, uğraştırmak, can sıkmak; kafasını ağırtmak
Başını (baş) alamamak (bir şeyden): O şeyden kendisini bir türlü kurtaramam ak
Başını alıp gitmek (kaçmak, savuşmak): -1 Hiç kimseye danışma­dan, haber de vermeden bulunduğu yerden uzaklaşmak -2 (Fiyat, ücret, faiz vb) Gittikçe artmak, yükselmek
Başını (başında) beklemek: Bir kimseyi, şeyi korumak, gözetlemek
Başını belaya (derde) sokmak (salmak) : Hiç gereği yokken bir kim­seyi sorumlu kılan, başını ağrıtan bir duruma itmek
Başını boş bırakmak: Bir şeyi ya da kimseyi kendi haline bırakmak; denetim altına tutmamak
Başını dinlemek : Kalabalıktan, gürültüden uzak, sessiz sakin bir yer­de dinlenmek; kafasını dinlemek
Başını döndürmek : -1 (Korku, içki, tütün vb) Baygınlık vermek, bayıla­cak duruma getirmek -2 Çok beğenmek, büyük bir ilgi duymak
Başını ezmek: Birisini bir daha kötülük yapamayacak duruma getir­mek, yok etmek; kafasını ezmek
Başını gözünü yarmak : Bir işi istenildiği gibi yapmamak; o işi kusur­lu, eksik bir biçimde yapmak; kafasını gözünü yarmak
Başını (bir şeyden) kaldırmamak (kaldıramamak) : -1 Bir işi yapar­ken hiç ara vermemek, o işin gidişini bozacak başka bir iş yapma­mak; kafasını kaldırmamak -2 Hasta bir türlü iyileşip ayağa kalka-mamak; kafasını kaldırmamak
Başını kaşımaya vakti olmamak (başını kaşıyacak durumda olma­mak) : İşleri çok ve sıkışık durumda* olmak; kafasını kaşımaya vakti olmamamak
Başının artından çıkmak (bir şey, birinin): Kötü bir şey birinin, kur­nazca hazırladığı bir plana göre yapılmak; kafasının altından çık­mak
Başının çaresine bakmak: İçinde bulunduğu güç durumdan kendi olanaklarıyla kurtuluş yolu aramak
Başının derdi: (özellikle çocuklar için sitem yollu söylenir) Çok rahat­sızlık veren, eziyet eden; baş belası
Başının etini yemek : Birisinden ısrarla, bıkkınlık verecek ölçüde bir şeyler istemek; kafasının etini yemek
Başını şişirmek : Çok konuşmak ya da gürültü vb ederek başının ağrı­masına yol açmak; kafasını şişirmek
Başını taşa (taştan taşa) vurmak : Bir fırsatı kaçırınca ya da başarısız­lığa uğrayınca çok üzülmek, kafasının taştan taşa vurmak
Başını yakmak (birinin) : Onu tehlikeli bir duruma sokmak, zarar sokmak
Başını yemek (birinin): -1 Bir kimsenin tehlikeli, güç bir duruma düş­mesine yol açmak -2 Öldürmek, ölümüne yol açmak -3 bk Başı­nın etini yemek
Başın (başınız) sağ olsun: Bir yakını ölmüş kimseye söylenen teseli sözü
Başı önünde: -1 Terbiyeli, uslu (kimse) -2 Utangaç, mahcup (kim­se)
Başı sıkışmak (sıkılmak) : Herhangi bir güçlükle karşılaşmak Başı sonu belli değil: Çok düzensiz, karmakarışık Başı (başı beyni) şişmek: Gürültü, yorgunluk vb’den çok rahatsız ol­mak; kafası şişmek
Başı tutmak: Gürültü, fazla konuşma, üzüntü ya da başka bir nedenle başı ağrımaya başlamak; kafası tutmak
Başı yerine gelmek : Kafası dinlenmiş, yorgunluğu gitmiş olmak; ka­fasın yerine gelmek
Başı yukarda : Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş (kimse) (Kars Burnu havada)
Baş kaldırmak (bir şeye, birine) : Ayaklanmak, İsyan etmek, karşı gelmek
Baş kıç belli değil: “Burada, bu toplulukta tam bir kargaşa, düzensiz­lik hâkim: Kim yönetici; kimler yönetiliyor belli değil” anlamında
Baş koymak (bîr şeye): Bir ülkü, amaç uğruna ölümü bile göze alıp uğraşmak
Baş tacı etmek (bîrin): Ona büyük saygı göstermek, değer vermek Başta gelmek: En ön sırada olmak, üstün durumda bulunmak; önde gelmek
Başta gitmek : En ileri, en üstün, durumda bulunmak
Baştan aşağı (asağa) (Baştan ayağa); Başından sonuna kadar; bü­tünüyle; tepeden tırnağa
Baştan başa : Bütünüyle, her yönüyle, iyice,bir uçtan Öbür uca kadar (Kars Tepeden tırnağa)
Baştan çıkarmak (birini) : Onu etkileyerek kötü yola sürüklemek, doğ­ru yoldan saptırmak; ayartmak
Baştan çıkmak: Yasadışı, ahlakdışı yollara sapmak;, kotu insan ol­mak
Baştan savma (iş): Özen göstermeden, gelişigüzel bir biçimde yapı­*** (iş)
Baştan savmak: bk Başından savmak
Belasını aramak : Kendisi için tehlikeli bir durum yaratmak (Kars Ca­nına susamak, eceline susamak, kanına susamak)
Belasını bulmak : Yaptığı kötülüklerin karşılığını bulmak, cezasını çek­mek
Belaya çatmak : Tedirgin edici bir durumla ya da kavgacı biriyle karşı­laşmak
Bel bağlamak (birine, bir şeye): Ona güvenmek, inanmak
Bel bel bakmak : Şaşkın şaşkın bakmak
Belge almak : İki yıl aynı sınıfta üst üste kalan öğrenci, okuldan uzak­laştırılmak
Beli bükülmek : Yaşlılık nedeniyle bir iş yapamaz duruma gelmek
Beli gelmek : Cinsel İlişki sırasında boşalmak Belini bükmek (bir şey, bir kimse birinin): O, söz konusu kimsenin
çaresizlik içinde kıvranmasına yol açmak
Belini doğrultmak: İşlerini düzene koymak (Kars (İşi) yoluna koy­mak)
Belini kırmak: -1 Fena halde dövmek -2 Hırpalamak, bir şey yapa­maz duruma getirmek -3 Bir işin en güç kısmını yapıp bitirmek, ko­laylaştırmak
Belirli belirsiz: Çok az belli olan, zorlukla seçilebilen Belli başlı: -1 En önemli, başlıca -2 Belirli Belli belirsiz: Çok az belli olan, kolayca sezilemeyen
Bel vermek: -1 (Duvar için) Ortası kamburlaşmak -2 (Tavan için)
Aşağı doğru sarkmak
Benden günah gitti (Benden söylemesi) : “Ben görevimi yaptım, ge­rekeni söyledim; bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem’ anla-, mında
Benden sonra tufan : Kendinden sonrakileri, sonra olacakları düşün­meyen kimsenin tutumunun yanlışlığını belirtmek için söylenir Benden uzak olsun da, Mısır’a sultan olsun : “Söz konusu kimse, ne­rede, hangi mevkide olursa olsun, yeterki benden uzakta bulunsun” anlamında
Bende (sende, onda) o göz var mı? : “Bunlara inanacak kadar saf
mıyım? (saf mısın?) , (saf mı?)” anlamında
Ben derim bayram haftası, o anlar mangal tahtası: “Benim söyledik­lerimden bambaşka şeyler anlıyor, anlamlar çıkarıyor” anlamında Ben diyorum hadımım, o diyor (soruyor) oğul uşaktan neyin var (çoluk çocuktan ne haber?) : “Ben gücüm olmadığını, bu işi yapama­yacağımı söylüyorum; o hâlâ benden yardım istiyor, birtakım işler yapmamı umuyor” anlamında
Benim diyen : Kendine çok güvenen (insan)
Benim oğlum bina olur, döner döner yine okur: Hiçbir sonuca var­madan aynı şeyleri yineleyip duran kimse için alay yollu söylenir
Benzi atmak (uçmak) : Korkudan ya da heyecandan yüzü sararmak; beti benzi atmak
Benzi kül gibi olmak : Korkudan yüzünden kan çekilmek, yüzü sapsa­rı olmak
Benzine kan gelmek : İyileşmek, canlanmak
Berabere kalmak: Bir oyunda her iki tarafın da aldığı sayılar eşit ol­mak, yenişememek
Bereket versin (bereket ki, bereket versin ki) : -1 “Tanrıya şükür ki” anlamında yaşanılan kötü bir durum için söylenir -2 “Tanrı size bol para versin” anlamında iyi dilek sözü
Besledik büyüttük danayı, (şimdi) tanımaz oldu anayı: “0 kimseyi biz yetiştirdik, bu hale getirdik, şimdi yüzümüze bile bakmıyor” anla­mında

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



Beş aşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak; üç aşağı beş yukarı
Beş beter: Çok kötü
Beşik kertme nişanlı (beşik kertiği) : Daha beşikte iken ailesi tarafın­dan nişanlanmış
Beşinci kol: Düşmanla iş birliği yaparak ülkeyi içten çökertmeye çalı­şan örgüt
Beş kardeş (yemek): Tokat (yemek)
Beşlik simit gibi kurulmak: Önemli bir kişiymiş gibi kasılarak otur­mak
Beş para etmez : “Hiçbir değeri yoktur” anlamında
Beş paralık etmek (birini) : Ayıplarını söyleyip onu küçük düşürmek
Beş paralık olmak: Ayıpları ortaya döküldüğü için küçük düşmek
Beş parasız : Yoksul, parasız
Bet bet bakmak: Kötü bir şey yapacakmış gibi bakmak
Beterin beteri: En kötü sanılandan daha kötü olan şey İçin söylenir
Beti benzi kalmamak (atmak, uçmak, kireç kesilmek): Korku, üzün­tü vb nedeniyle yüzünden kan çekilmek; benzi atmak
Beti bereketi olmamak (kaçmak) : -1 Yiyecek çabuk tükenir olmak -2 Paranın satın alma gücü düşmek
Beyaz kömür: Elektrik enerjisi
Beyaz oy : Kabul oyu
Beyaz perde : Sinema, sinema sanatı
Beyaz zehir : Eroin, uyuşturucu madde
Bey devesi (danası) gibi yan gelip geviş getirmek : Hiçbir işe el sürmeden keyfince yiyip içmek, yaşamak
Bey gibi yaşamak: Bolluk içinde yaşamak
Beyhude yere : Boş yere, gereği yokken, boşu boşuna; yok yere
Beyin göçü: Özellikle azgelişmiş bir ülkenin yetişmiş, nitelikli bilim adamlarının çalışmak üzere gelişmiş ülkelere gitmesi olgusu
Beyin yıkamak : Çeşitli yöntemler uygulayarak birisini belirli bir düşün­ceyi benimsemeye zorlamak
Beyin yormak : Bir konu üzerinde çok düşünmek; kafa yormak
Beylik söz: Herkesçe kullanılan, basamakalıp söz
Beyni atmak: Çok kızmak; tepesi atmak
Beyni bulanmak (uyuşmak): Sersemlemek, sağlıklı düşünemez duru­ma gelmek
Beyninden vurulmuşa dönmek : Kötü bir haber alıp, hiçbir şey düşün­meyecek duruma gelmek
Beyni sulanmak : Bunamak, sağlıklı düşünebilme gücünü yitirmek
Bezginlik gelmek (birine bir şeyden) : 0 şeyden yorulmak, bıkmak, usanmak
Bıçak kemiğe dayanmak : Sıkıntı, 2ahmet, artık dayahılamayacak bir duruma gelmek
Bıçak sırtı: -1 Çok az (fark, zaman), -2 Çok yakın (aralık) (Kars Kıl payı)
Bıkkınlık gelmek (birine) : Ondan bıkmak, usanmak, bunalmak
Bıkkınlık vermek (birşey birine) : Bir şeyi tekrarlaya tekrar I aya karşı­sındakini usandırmak
Bıyığı (bıyıkları) terlemek : Bıyığı yeni çıkmaya başlamak
Bıyık altında gülmek : Birinin içinde bulunduğu duruma alay ederek, belli etmeden gülmek
Bıyık bırakmak : Bıyıklarını kesmeyip uzatmak
Biçilmiş kaftan : Bir işe, kimseye en uygun , en elverişli olan
Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir şeyden etkilenmeyip, doğru saydığı davranışını sürdürmek (Kars Gürültüye pabuç bırakmamak)
Bildiğini okumak (yapmak): Başkalarının sözüne kulak asmadan is­tediği gibi davranmak
Bile bile : Bilerek, isteyerek; kasıtlı olarak, kasten
Bile bile lades : Aldandığını bildiği halele hiç itiraz etmeme, bunu ka­bul etmiş görünme
Bileğine güvenmek : Kendi gücün, bilgisine, yeteneğine güvenmek,
Bileğinin hakkıyla : Kendi çalışması ve gücüyle
Bilincine varmak (bir şeyin) : O şeyi iyice anlamak, kavramak; ger­çekliğini görmek
Bilir bilmez: Yarım yamalak bilerek; eksik bilgi ile
Bilmezlikten (bitmemezlikten) gelmek: Bilmiyor görünmek
Bilmiyorsun (bilmediğin) bu boku, git mektebinde oku : “Mademki bu şeyi bilmiyorsun, niçin uğraşıp duruyorsun? Bari öğren, sonra gel, uğraş” anlamında
Binde bir: Çok seyrek olarak; nadiren
Bin dereden su getirmek : Birini kandırmak için bir yığın gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk dereden su getirmek
Bindiği dalı kesmek: Yarar sağladığı bir şeyi ortadan kaldırmak, ken­disi için zararlı duruma getirmek
Bini aşmak : Çok fazla olmak
Bini bir paraya : Pekçok, bol
Binin yarısı beş yüz (o da bizde yok) : “Tasalanmana gerek yok” an­lamında avutma sözü
Bin kat: Başka şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde çok
Bin pişman olmak: Yaptığı şeyden çok pişman olmak
Bin tarakta bezi olmak : Çok şeyle uğraşmak
Bin yaşa : Çok yaşa anlamında
Bir abam var atarım nerede olsa yatarım : “Yalnız yaşayan bir kim­seyim, basit bir yaşama tarzım vardır, her yerde kalabilirim” anlamın­da
Bir ağızdan : Hep birlikte, beraberce
Bir âlem : Kendine özgü şaşırtıcı nitelikleri olan
Bir allahın kulu : Herhangi bir kimse
Bir an : Çok kısa bir süre
Bir an önce (evvel) : Olabildiğince çabuk
Bir anlamda : Anlamlarından birine göre
Bir anlık: Pek kısa bir süre içinde olan
Bir ara (aralık) : -1 Bir süreç içindeki kısa bir süre; -2 Eskiden, eski bir zamanda
Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz
Bir araya gelmek : Toplanmak; buluşmak
Bir araya getirmek: -1 Derlemek, toplamak -2 Birleştirmek
Bir arpa boyu yol gitmek : Önemsiz denecek kadar az ilerleme sağ­lamak
Bir aşağı bir yukarı (dolaşmak, yürümek) : Amaçsızca, bir yerde ora­dan oraya (dolaşmak, yürümek vb)
Bir atımlık (atım) borutu olmak (kalmak) : Bir konuda yapabileceği pekaz şey kalmak; gücü, olanakları tükenmeye başlamak
Bir ayağı çukurda (olmak) : Çok yaşlanmış (olmak); ölüme epeyce yakın (olmak)
Bir bakıma : Değişik bir görüşe göre, başka bir yönden bakılırsa
Bir baltaya sap olmak : Belirli bir iş tutmak, bir meslek sahibi olmak
Bir bardak suda fırtına koparmak : Önemsiz denecek kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu yapmak
Bir başına : Yalnız olarak, yanında hiç kimse bulunmadan
Bir baştan (uçtan) bir başa (uca) : Bir yerin bir sınırından öbür sınırı­na kadar
Bir ben bilirim, bir de Allah : “Çektiğim sıkıntı ve üzüntüleri ben ve Tanrı’dan başka kimse bilmez” anlamında
Bir bildiği olmak : Kendine göre bir düşüncesi olmak
Bir bir: Teker teker, ayrı ayrı
Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkmak
Birbirine girmek: -1 Kavga etmek -2 Heyecanla oraya buraya koşuş­mak
Birbirinin gözünü oymak : Aralarındaki geçimsizlik nedeniyle kavga etmek
Birbirini yemek : Sürekli kavga etmek, anlaşmazlık içinde olmak
Bir bu eksikti: “Dertler, sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu çık­tı” anlamında
Bir çırpıda : Çabucak, çok kolay biçimde
Bir çift söz : Birkaç söz
Bir çuval inciri berbat (murdar) etmek : Yolunda giden bir işi, yanlış bir hareketle ya da sözle bozmak
Bir daha:-1Bir kez daha, ikinci kez-2Artık,ondan sonra, hiçbir zaman
Bir dediği bir dediğini tutmamak : Söyledikleri birbirine uymamak, tu­tarsız konuşmak
Bir dediğini (söylediğini) iki etmemek (ikiletmemek): Onun her iste­diğini yerine getirmek
Bir dediği iki olmamak (edilmemek): Her isteği yerine getirilmek
Bir defa (kere) : -1 Olup biten bir durumu anlatan cümlelerde, artık o şeyin geçmiş olduğunu, geri dönülemeyeceğini anlatır -2 Her şey­den önce, ilkönce, hele -3 Asıl önemlisi, her şeyden önemli olarak
Bir dereceye kadar: Makul bir ölçüye kadrar, belli bir noktaya kadar; nispeten
Bir deri bir kemik (kalmak) : Vücutça çok zayıf (düşmek), zayıflamış (olmak)
Bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğnemek : Faydası az zahmeti çok bir işle uğraşmak
Bir dizi: Birçok, bir yığın
Bir dokun bin ah işit (dinle) (kase-i fağfurdan ): “İnsanların dertlerini biraz deşmeye gör; hemen her türlü şikâyetlerini dile getirirler” anla­mında
Bir don bir gömlek (kalmak, bırakmak) : Yarı çıplak, yoksul bir du­rumda (kalmak, bırakmak)
Bir dostluk kaldı: Satıcıların malları azaldığı zaman kullandıkları özendirme sözü
Bir düziye : Sürekli olarak, aralıksız; bidüziye, biteviye
Bire bir (gelmek): (İlaç için) Kesin ve etkili (olmak)
Bir elin beş parmağı gibi: Birbirinden hiç ayrılmayan; aralarında her­hangi bir ayırım gözetilmeyen (kimseler)
Bir eli yağda bir eli balda (olmak) : Zenginlik, bolluk içinde (olmak)
Bire (beş, on, yüz…) vermek : (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürün­ler için) Toprak atılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek
Bir günden bir güne : Hiçbir zaman
Bir güzel: Çok iyi, iyice, güzel bir biçimde
Bir hal olmak : -1 Bir şeyi çok yapmaktan usanmak, bıkmak; fenalık gelmek -2 Davranışlar, huyu değişmek -3 Birkazaya uğramak, öl­mek
Bir hayli: Oldukça çok, epeyce
Bir hiç uğruna : Amaçsızca, boşu boşuna
Bir hoş : -1 Tatlı bir hoşluk içinde olan -2 Garip, yadırgatıcı, tuhaf
Bir İçim su : Çok güzel (kadın, kız)
Bir iğne bir iplik kalmak : Bir üzüntü, hastalık vb nedeniyle çok zayıf­lamak
Bir iki demeden (derken) : Karşısındakine vakit bırakmadan, hiçbir şekilde duraksamadan
Bir kalemde : Toptan, bir işlemde
Bir kapıya çıkmak : Hepsi aynı sonuca varmak, aynı anlama gelmek; aynı kapıya çıkmak
Bir kaşık suda boğmak (birini) : Bir kimseye çok kızmak; kin duy­mak
Bir kenara bırakmak (bir şeyi): Orta Önem vermemek, onu dikkate almamak
Bir kenara çekilmek : İlgisini kesmek; sorumluluk almamak
Bir kere : Aslında, gerçekte
Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telaş ol­mak
Bir kol çengi: Espirili söz ve davranışlarıyla çevresine neşe saçan kimseler için söylenir
Bir kofluğa iki karpuz sığdırmak : Aynı zaman içinde iki işi birden ya­par durumda olmak
Bir köroğlu bir ayvaz: Kan kocanın çocuklarının olmadığını, yalnız ya­şadıklarını belirtmek için söylenir
Bir köşeye ayırmak (atmak, koymak) (bir şeyi): Bir şeyi gerektiğin­de kullanmak üzere bîr yere koymak, biriktirmek, saklamak
Bir köşeye çekilmek: Etkin görevi bırakmak (Kars İnzivaya çekil­mek)
Bir kulağından girip öteki (öbür) (bir) kulağından çıkmak : Söyleni­lenlere önöm vermemek, hiç uymamak, onları dikkate almamak (Kars Kulak asmamak)
Bir lokma bir hırka : Azla yetinmeyi, dervişçe yaşamayı anlatan haya) görüşü
Bir nalına bir mıhına : bk Hem nalına, hem mıhma
Bir paralık etmek (birini): Onu utanılacak bir duruma düşürmek, re­zil etmek; beş (on) paralık etmek
Bir paralık olmak : Değersiz, onursuz, kötü duruma gelmek; beş (on) paralık olmak
Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan kurtulmak için çok büyük bir zararı göze almak
Bir punduna getirmek : Bir iş için en uygun durum ve zamanı yokla­mak; punduna getirmek
Bir saati bir saatine uymamak: Tutum ve davranışları sürekli değiş­mek, tutarsız olmak; saati saatine uymamak
Bir sıkımlık canı olmak : Kısa boylu, cılız ve güçsüz olmak
Bir sürü : Çok sayıda, pekçok, birçok
Bir şeyciği kalmamak: İyileşmek, iyi olmak
Bir şeye benzememek : İşe yarar, beğenilir ve istenir durumda olma­mak
Bir şeyler (şey) olmak : -1 Huy ve davranışları değişmek -2 Fenalık gelmek, bayılacak gibi olmak -3 Herhangi bir kötü durum başından geçmek
Bir tahtası eksik : Pek akıllı olmayan, delice İşler yapan (kimse); tah­tası eksik
Bir taşla iki kuş vurmak : Bir davranışla, yararlı iki sonuç elde etmek
Bîr tek atmak : Bir kadeh içki içmek
Bir temiz : Adamakıllı, iyice, güzelce
Bir toh : Çok, çok miktarda
Bir tuhaf,: Garip, alışılmadık, yadırgatıcı (biçimde)
Bir tuhaf olmak : Üzülmek, yadırgamak, ne yapacağını bilememek
Bir tuhaflığı olmak: Kendini iyi hissetmemek, rahatsızlığı olduğunu anlamak
Bir tutmak (görmek) : Aynı derecede görmek, farksız olduğunu kabul etmek, eşit saymak
Bir türlü : -1 Ne yapıp yapıp; hiçbir biçimde -2 (Yinelemeli biçimde) Bir eylemin yapılması ile yapılmamasının aynı derecede tedirginlik verici olduğunu belirtir -3 Bir başka çeşitten
Bir vakitler (bir vakit) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda; bir za­manlar
(Biri, bir şey) bir yana, dünya bir yana : Bir kimseye ya da şeye aşı­rı ölçüde değer verildiği zaman kullanılır
Bir yastığa baş koymak : (Bir erkek bir kadın) Evlj olmak, hayatını ev­li olarak sürdürmek
Bir yaşına daha girmek : Şaşılacak yepyeni bir durumla karşılaşmak
Bir yerde : Belli bir aşamada, belli bir noktada, bir bakıma
Bir yığın : Birçok, pekçok, çok miktarda
Bir yolunu bulmak : Amaca ulaştıracak çareyi, fırsatı, İmkânı bulmak
Bir zamanlar (zaman) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda
Bitkin düşmek : Çok yorulmak ; halsiz düşmek
Boca etmek (bir şeyi) : Onu birdenbire ters çevirip içindekileri boşalt­mak
Boğaz boğaza gelmek : Kavga etmek; gırtlak gırtlağa gelmek
Boğazı kurumak :Çok konuştuğu için su içmek gereksinmesini duy­mak; damağı kurumak
Boğazına basmak : Birini bir işi yapması için zorlamak; gırtlağına basmak
Boğazına dizilmek (boğazından geçmemek) : İştahsızlık vb neden­lerle yemeğin tadına varamamak
Boğazına düğümlenmek ; Heyecan, korku, vb yüzünden söyleyecek­lerini söylememek
Boğazına düşkün : Yemeği ve içmeyi çok seven (kimse); gırtlağına düşkün
Boğazına kadar borca girmek: Çok borçlanmak ; gırtlağına kadar borca girmek
Boğazına sarılmak : Kavgaya girişmek, peşini bırakmamak; gırtlağı­na sarılmak
Boğazından kesmek: Para arttırmak için yiyeceğinden kısıntı yap­mak; gırtlağından kesmek
Boğaz kavgası: Geçimini sağlamak için uğraşma
Boğaz tokluğuna (çalışmak) : Sadece karnını doyurma karşılığında (çalışmak)
Boğuntuya gelmek : Aldatılmak, kandırılmak
Boğuntuya getirmek : Şaşırtma yoluyla birisine yüksek fiyatla mal sat­mak ya da düşünmesine fırsat vermeden bir şeyi kabul ettirmek
Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, defetmek, işine son vermek
Bol keseden atmak : Yerine getirilmesi güç vaatler bulunmak
Bombardıman etmek (birini) : Bir kimseye ağır sözler söylemek Borca batmak: Borcu çok olmak Borca girmek ;* Borçlanmak
Borç bilmek (bir şeyi): Bir şeyi yapmayı, kendisi için zorunlu bir gö­rev olarak kabul etmek
Borç bini aşmak (borç gırtlağa çıkmak): Borç, ödemesi güç bir du­ruma gelmek
Borç harç : Borçlanarak, borca girerek
Borçsuz harçsız : Hiç borca girmeden
Boru mu (bu)? (boru değil) : “Küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil” anlamında
Borusunu çalmak (birinin): Çıkar sağlanan kimsenin hoşuna gide­cek, düşüncelerine uygun düşecek davranışlarda bulunmak
Borusu ötmek: Nüfuzu olmak, sözü dinlenmek, sözü geçmek
Bostan korkuluğu : Görevini yapmayan, etrafına sözünü geçiremeyen kimse
Boşa çıkmak : Gerçekleşememek, sonuç vermemek; boş çıkmak
Boşa gitmek: Hiçbir işe yaramadan yok olmak; havaya gitmek
Boşa koysam dolmaz, doluya koysam almaz: ‘Hiç bir çözüm yolu bulamıyorum” anlamında
Boş atıp dolu tutmak (vurmak): -1 Umutsuz gibi görünen bir işten olumlu sonuç almak -2 Doğruluğuna inanmadan söylenilen söz ger­çek çıkmak
Boş bulunmak : Dikkatsiz ve dalgın bir durumda bulunmak
Boş çıkmak : (Umut edilen şey) Gerçekleşememek; boşa çıkmak
Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz dolaşan kimse için kullanılır
Boşta kalmak (boşta gezmek); İşsiz güçsüz kalmak
Boşu boşuna : Hiç gereği yokken, hiçbir kazanç sağlamadan; boş ye­re
Boş vermek (bir şeye, birine) : Ona önem vermemek, aldırmamak
Boş yere : Boşuna, gereksiz yere; boşu boşuna
Boyacı küpü değil ki (hemen daldırıp çıkarasın) : “Bu iş o kadar ko-x lay ve çabuk yapılamaz, belli bir emek ve zamana ihtiyaa vardır” an­lamında
Boy atmak (boya çekmek): (Çocuk, için) Boyu uzamak, boylanmak
Boy göstermek : Gösteriş olsun diye ortalıkta görünmek
Boy bos (pos) : İnsanın boy açısından görünümü
Boylu boslu (poslu): Boyu uzun, gösterişti; yakışıklı (kimse)
Boylu boyunca : Bütün boyu ile, boyu uzunluğunca
Boynu bükük : -1 Acınacak, zavallı kimse İçin söylenir -2 Acınacak, yardım bekler bir durumda
Boynu eğri: Bir kimsenin İstediğini yerine getirmek durumunda olan, bu isteği borç bilen
Boynu kopsun (boynu altında kalsın) : “Ölsün, gebersin” anlamında beddua
Boynum kıldan ince : “Haksız olduğum anlaşılırsa, verilecek her ceza­ya boyun eğeceğim” anlamında
Boynunu bükmek : Kendisine aandirıa davranışta bulunmak,
Boynunun borcu : Bir kişinin yapmak zorunda olduğu iş
Boynuz isterken kulaktan olmak : Daha iyi bir şey elde etmek ister­ken elindekini de yitirmek
Boynuz takmak (dikmek) (birine) : Kadın başka bir erkekle ilişki kura­rak kocasını aldatmak
Boy Ölçüşmek (biriyle) (bir şeyle) : Yeterliğini,, üstünlüğünü göster­mek için onunla yarışmak
Boy pos : bk Boy bos
Boyu boyuna, huyu huyuna uymak : Birbiriyle denk, uyumlu olmak
Boyu (boyu boşu) devrilsin : “ölsün” anlamında beddua
Boyundan büyük işlere karışmak: Başaramayacağı işlere kalkışmak
Boyunduruk aftına girmek: Başkasının (başka bir devletin) baskı ve buyruğu altında yaşamak
Boyun eğmek: Güçlü birinin isteğini zorla ya da istemeyerek kabul et­mek
Boyunun ölçüsünü olmak : Giriştiği bir işte başarısızlığa uğrayıp bece­riksizliğini ya da yetersizliğini anlamak
Boy vermek: -1 {İnsan İçin) Suyun derinliğini boyu ile ölçmek -2 (Bitki için) Gelişmek, uzamak
Bozguna uğramak (bozgun vermek, bozgun yemek) : Bir karşılaş­mada, savaşta yenilip perişan bir duruma düşmek
Bozuk çalmak: Sinirli, canı sıkkın olduğunu davranışlarıyla göstermek
Bozuk para gibi harcamak (birini): Bir kimsenin değerini sıfıra indir­mek, onu başkalarının yanında küçük düşürmek
Bozum olmak : Utanacak duruma düşmek (Kars Küçük düşmek)
Bozuntuya vermemek : Olup bitenleri anlamamış, görmemiş, söyle­nenleri duymamış gibi davranmak, durumu İdare etmek
Böylesine can kurban : “Benzerlerine oranla daha iyi, daha güzel olanlar için her türlü fedakârlığa katlanır” anlamında
Bu aptestle çok namaz kılınır: “Küçümsenen bu tutumla, inanışla ya da araçla işler daha çok yürütülür” anlamında
Bucak bucak aramak (birini) : Onu her yerde aramak
Bucak bucak kaçmak (saklanmak) (birinden, bir şeyden): Onunla
karşılaşmaktan sakınmak
Bu gidişle : Bu biçimle, bu tempoyla
Bu gözle : Bu anlayışla
Bugünden tezi yok : Hemen şimdi, ilk fırsatta
Bugüne bugün : Bugünkü ölçülere, değerlendirmelere göre
Bugünlük yarınlık : Pek yakında olması beklenen şeyler için kullanılır
Bugün yarın : Bir iki gün İçinde
Bulanık suda balık avlamak: Karışık bir durumdan yararlanıp çıkar sağlamaya bakmak
Bulantı vermek (bir şey birine) : O şey onu kusacak duruma getir­mek, midesini bulandırmak
Buldukça bunamak: Bulduğuna şükretmemek, daha çoğunu İste­mek
Buldumcuk olmak: Eline geçen bir şeyden ötürü fazlaca sevinmek
Bulunmaz Hint (Bursa) kumaşı! mı? : ‘Az bulunur, çok değerli bir şey ya da kimse değil ya!” anlamında alay yollu söylenir
Bulup buluşturmak: Ne yapıp yapıp bulmak, büyük bir çaba sonucu sağlamak
Bulut gibi: -1 (Sinek vb için) Yoğun -2 Aşın ölçüde (sarhoş)
Buluttan nem kapmak : En küçük bir, şeyden bile alınmak, çok alın­gan olmak
Bundan böyle : Bundan sonra
Bundan iyisi can sağlığı: “Bundan daha iyisi olamaz1 anlamında
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu : “Sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor” anlamında
Bununla birlikte (beraber): -1 Buna bağlı olarak -2 Şu da var ki, ay­rıca
Burnu bile kanamamak : Büyük bir kazayı herhangi bir yara bere al­madan atlatmak
Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; baş­kalarını beğenmemek
Burnu havada (burnu büyük, burnu Kaf dağında): Kibirli, herkese yukarıdan bakan kimse için söylenir
Burnuna barut kokusu gelmek : bk Barut kokusu gelmek
Burnundan (fitil fitil) gelmek : Elde ettiği güzel bir şey, sonradan olan tatsızlıklar nedeniyle kendisine zehir olmak; ağzından burnundan gelmek
Burnundan getirmek: Birini bir şeyi yaptığına yapacağına pişman et­mek; ağzından burnundan getirmek
Burnundan kıl aldırmamak: Kendisine hiçbir söz söyletmemek, huy­suz ve gururlu olmak, eleştiriye tahammülü olmamak
Burnundan solumak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek
Burnunda tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek, istemek, aramak; gözünde tütmek
Burnunu kırmak : Kİrbirii bir kimseyi güç duruma sokup, artık büyükle-nemez duruma getirmek
Burnunun dikine (doğrusuna) gitmek : Başkalarının öğütlerine kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak
Burnunun direği kırılmak : Pis koku yüzünden rahatsız olmak
Burnunun direği sızlamak: Çok üzülmek
Burnunun ucunu görmemek : Sarhoşluk, dalgınlık nedeniyle basaca­ğı yeri görememek
Burnunu sokmak (bir şeye) : Kendisini ilgilendirmeyen işe karışmak
Burnu sürtülmek : Zorunlu, yorucu olaylar yaşamak, zorunluklan öğ­renmek bunlardan ders almak
Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli kimse için söyle­nir
Burun buruna gelmek (biriyle, bir şeyle) : Onunla beklenmedik bir anda karşılaşmak (Kars Yüz yüze gelmek)
Burun kıvırmak (bir şeye): Onu beğenmemek, küçümsemek
Bu yakınlarda : Oldukça yakın bir zamanda, bir yerde
Buyur etmek (birini) : Konuğu “buyurun” diyerek içeri almak ya da sofraya çağırmak
Buyurun cenaze namazına : “Bir terslik oldu, artık yapılacak bir şey yok” anlımanda
Buzdolabına koymak (bir şeyi): Bir sorunun çözümünü ileri ki bir tari­he bırakmak (Kars Askıya almak)
Buz kesilmek : Üzücü bir olay karşısında donup kalmak
Buz kesmek: -1 Çok üşümek -2 Hava çok soğumak
Buz üstüne yazı yazmak : Süresi ve etkisi pek az olan bir iş yapmak, sözleri etkisiz kalmak
Bülbül gibi konuşmak (okumak) : Kolaylıkla konuşmak (okumak)
Bülbül gibi söylemek (bir şeyi): Hiçbir şeyi saklamadan, herşeyi soy lemek
Bütün bütüne : Büsbütün, tamamıyla, tamamen
Büyük apdest : İnsan dışkısı, kaka
Büyük aptesi gelmek : Kaka (dışkı) yapmak gereksinmesi duymak
Büyük görmek (birini, kendini) : Birini ya da kendini yüceltmek, oldu­ğundan üstün tutmak
Büyük oynamak : -1 Büyük para ile kumar oynamak -2 Bir işe riskle­rini, zararlarını göze alarak girişmek
Büyük (laf, söz) söylemek : Yapıp yapamıyacağı belli olmayan bir iş konusunda kesin konuşarak övünmek
Büyümüş de küçülmüş : Konuşmaları, davranışları büyüklere benze­yen çocuk için söylenir

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< C >>

Cadı kazanı: Alabildiğine dedikodu yapılan, fesat kurulan yer, ortam Caka satmak : Gösteriş yapmak, büyüktük taslamak ; çalım satmak
Cami yıkılmış ama mihrabı yerinde : Yaşlanmış ama eski güzelliğini
pek yıtirmemiş kadın İçin söylenir
Can acısı: Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı, ağrı
Can afacak (can alıcı) (yer, nokta) : Bir konunun ya da şeyin en
önemli noktası (yeri)
Can almak : Ölüme yol açmak, öldürmek
Can atmak (bir şeye, bir şey yapmaya) : Onu elde etmeyi, herhangi
bir duruma kavuşmayı çok istemek
Cana can katmak : İnsanın dinçliğini, neşesini artırmak, yaşamayı da­ha çekici duruma getirmek Cana kastetmek : bk Canına kastetmek
Cana yakın : -1 Sevimli, içten, sokulgan kimse -2 Şirin, gönül okşayı­cı şeyler için kullanılır
Can benim, çıksın elin canı: “Ben sağlığıma, sahip olduğum şeylere düşkünüm, bunun için ben üzülmeyeyim de, başkalarına ne olursa olsun” anlamında
Can beslemek : Hiç kaygı duymadan, yalnızca yiyip içip rahatına bak­mak
Can borcu : İnsana yaşama olanağı veren Tanrı’ya ya da kendisini ölüm tehlikesinden kurtaran bir kimseye olan manevi borç
Can borcunu ödemek : Ölmek, vefat etmek
Canciğer kuzu sarması: Birbirlerinden hiç ayrılmayan, birbirini çok seven, içli dışlı, candan {iki dost) (Kars Ahbap çavuşlar, İki ahbap çavuş)
Can çekişmek : -1 (Canlı için) Ölmek üzere bulunmak, son nefesini vermek üzere olmak -2 Sona ermek, yıkılmak üzere olmak -3 (Gü­neş) Batmak üzere olmak
Can damarı: -1 Bir İnsanın kendisi için en gerekli saydığı şey -2 Bir şeyin en önemli, en duyarlı yönü
Can damarına basmak : -1 Bir kimsenin en önemli, en duygulu yönü­nü açığa vurmak -2 Bir İşin en Önemli noktası üzerinde durmak
Candan (canından) geçmek : Bir şey uğrunda canını bile verebilecek ölçüde bir özveri içinde olmak; o şey için ölümü göze almak
Can dayanmamak (bir şeye): -1 Kötü, aa bir durum karşısında da­yanıklılığını yitirmek -2 Sevinçli bir durumdan hoşnut olmak
Can derdine düşmek: Kendi canını korumak, kurtarmak için çaba göstermek, kendini kurtarmaya bakmak
Can dostu : Pek içten dost, çok sevilen dost
Can düşmanı: Aşırı düşmanlık gösteren kimse, şey
Can evi: -1 Kalp, yürek, gönül -2 Bir şeyin en duyarlı noktası
Can evinden (evine) vurmak (yıkmak) (birini) : En duyarlı yerinden saldırmak, en hayati noktasından yaralamak
Can feda (kurban) : Uğrunda ölüm bile göze alınabilecek kadar gü­zel, iyi olan kimse, şey için söylenir
Can (canı) gelmek : Güç kazanmak, canlanmak
Can havli ile : Canını kurtarmaktan, ölüm korkusundan kaynaklanan güçtü tepkiyle
Can havline düşmek : Canını kurtarmak kaygısı içinde olmak
Canı acımak: Vücudun herhangi bir yerinde acı duymak ; canı yan­mak
Canı (yüreği) ağzına gelmek : -1 Çok heyecanlanmak -2 Çok kork­mak
Canı burnuna gelmek : Bir şey yapılırken çok zorluk çekmek; bunal­mak
Canı burnunda : Yorgun, bezgin; olup bitenlere kazanamayacak du­rumda olan
Canı cehenneme : Sevilmeyen bir kimse ya da şey İçin duyulan nefre­ti, öfkeyi ya da umursamazlığı anlatmak için söylenir
Canı çekilmek : Vücudun bir organı için, gücünü canlılığını yitirmek
Canı çekmek (bir şeyi) : Onu istemek, arzulamak, ona imrenmek (Kars Ağzı sulanmak, gönlü çekmek)
Cam çıkmak: -1 Zor bir İş görüp pek bitkin bir duruma düşmek -2 Çok örselenip yıpranmak -3 Ölmek
Canı geçmek : Uyumak, dalmak
Canı gelmek: bk Can gelmek
Canı gitmek (bir şeye) : Özen gösterilen, üzerine titrenen bir şeye za­rar gelecek diye çok kaygılanmak
Canı gönülden (yürekten) : İçtenlikte, samimi olarak, İsteyerek
Canı ile oynamak : Tehlikeli işlerle uğraşmak
Canı ile uğraşmak : Eski sağlıklı durumuna kavuşmaya çalışmak, öt­memek için çaba harcamak
Canı istemek (bir şeyi): -1 Bir şeyi yapmaya ilgi, heves duymak -2 Bir şeye karşı içinde istek uyanmak
Canı isterse : Olumsuz bir yanıt karşısında, “Kabul etmezse etmesin” anlamında umursamazlık bildirir
Canımın içi: Canım kadar çok sevdiğim kimse
Canımı sokakta bulmadım : ‘Bu sıkıntıya katlanmaya, bu tehlikeye atıl­maya hiç niyetim yok” anlamında
Canım yanmaz: Üzülmeye konu olan şey ile yol açtığı kötü durum arasında denklik olmadığı durumlarda kullanılan yazıklanma sözü
Canına acımamak: Kendini tehlikelerden korumayı düşünmemek,, kendini yıpratmak, sağlığını düşünmemek
Canına değmek : Hoşlandığı bir şey olduğu, bir şeyi yaptığı için keyif­lenmek
Canına değsin : “Yapılan iyilikler o ölmüş kimseye ulaşsın, onun ruhu’ şad olsun” anlamında
Canına düşkün : Kendine iyi bakan, her şeyine Özen gösteren, rahatı­na düşkün (kimse)
Canına (cana) kastetmek : öldürmeye niyet etmek
Canına (cana) kıymak: -1 Bir kimseyi, canlıyı öldürmek, katletmek -2 Kendini öldürmek, intihar etmek -3 Gücünü aşan işleri yaparak kendine eziyet etmek
Canına minnet: Herhangi bir durumu, başka durumlarla karşılaştırdı­ğında daha iyi bulan kimse için söylenir
Canına okumak : -1 Bir kimseye, hayvana, şeye büyük zarar vermek -2 İyi bir şeyi, yolunda giden bir işi berbat etmek
Canına susamak :Belayı üzerine çekecek, kendisinin ölümüne yol aça­cak davranışlarda bulunmak (Kars Belasını aramak, eceline susa­mak)
Canına tak demek (etmek): Bir sıkıntı, olumsuzluk, artık katlanılmaz duruma gelmek (Kars Bıçak kemiğe dayanmak)
Canına yandığım (yandığımın) : Öfke, hayranlık, sevgi gibi duyguları belli ezgilemelerle anlatır
Canına yetmek: -1 Artık dayanamayacak duruma gelmek, bezmek, bıkmak -2 Bıktırmak, bezdirmek
Canından bezmek (bıkmak, usanmak) : Yaşama isteği yok olacak ka­dar sıkıntı içinde olmak
Canından geçmek : bk Candan geçmek
Canından etmek (birini) : Onun ölümüne yol açmak, onu öldürmek
Canından olmak: ölmek
Canını acıtmak : Bir yerinin acımasına yol açmak
Canını almak: -1 Öldürmek -2 Çok sevindirmek, canını verdirecek kadar memnun etmek
Canını bağışlamak: Öldürmekten vazgeçmek
Canını cehenneme göndermek : öldürmek
Canını çıkarmak : -1 Öldürmek -2 Çok yormak, hırpalamak -3 Boz­mak, yıpratmak, eskitmek
Canını dar atmak (bir yere): Tehlikeli durumdan güçlükle kurtularak bir yere sığınmak
Canını dişine takmak (almak) : Bir işe her türlü tehlikeyi göze alarak, bütün gücüyle girişmek
Canının derdine düşmek : Tehlikeli bir durumda kendinden başkasını düşünmemek
Canını sıkmak: Neşesini kaçırmak, keyfini bozmak, üzmek
Canını sokakta (pazarda) bulmamak : Bedeni olur olmaz şeylerle yıpratmamak, sağlığın değerini bilmek
Canını vermek : Değerli bir şey uğruna her türlü fedakârlığı yapmak, hatta ölümü bile göze almak
Canını yakmak : -1 Bir yerini acıtmak, act vermek -2 Sıkıntı ve zara­ra uğratmak
Canı pahasına : Ölümü göze alarak, hayatını tehlikeye atarak
Canı sağ olsun: Çeşitli kayıplar karşısında “Kendisi sağ ya, önemli olan bu” anlamında teselli sözü
Canı sıkılmak: -1 Yapacak bir işi, oyalanacak bir şey olmadığı için bir sıkıntı duymak -2 Bir olaydan, durumdan büyük üzüntü duymak; neşesi kaçmak -3 Bir kimse için yan üzülmek, yan öfkelenmek
Canı tatlı: Zorluklara katlanmayı göze almayan (kimse)
Canı tez: Bir işin çabucak yapılmasını isteyen, sabırsız (kimse) (Kars İçi tez)
Canı yanmak : -1 Vücudun herhangi bir yerinde aa duymak; canı acı­mak -2 Aa bir deneme geçirmek, bir İşte büyük zarara uğramak
Canı yok mu? : -1 “O, bu sıkıntıya nasıl dayanıyorsa sen de dayanma­lısın” -2 “Ona bu kadar zor bir işi yaptırmak insafsızlıktır” -3 “O da o şeyden istiyor” anlamlannda
Can kalmamak : Gücü tükenmek, bitkin duruma gelmek
Can kaybı: Tehlikeli bir durumda meydana gelen ölüm; ölüCan kaygısı (korkusu) : -2 Öleceğini sanmaktan doğan korku -3 Bu korkuyla ölmemek İçin çabalama
Can kaygısına düşmek : Hayatını’ kurtarmaktan başka bir şey düşün­memek
Can kulağı ile dinlemek (birini, bir şeyi): Anlatılanları iyice kavrama­ya çalışarak, dikkatlice dinlemek
Can kuşu: Ruh
Canla başla : Her türlü fedakârlığı göstererek, var gücüyle
Canlı cenaze : Çok zayıf, çelimsiz (kimse)
Can sağlığı: -1 İhsanın sağ ve sağlıklı olması -2 İçinde bulunulan iyi durumla yetinmek, daha iyisini beklememek gerektiğini belirtmek için söylenir
Can sıkıcı: Üzüntü ve tedirginlik veren, üzücü, sıkıntılı
Can sıkıntısı: Yapacak bir iş ya da oyalanacak bir şey bulamayan kimsenin duyduğu ruhsal tedirginlik, bunalım
Can sıkmak: Usanç vermek, bıktırmak
Can vermek : -1 Ölmek -2 Kutsal sayılan şeyler için hayatını feda et­mek -3 Diriltmek, canlandırmak
Can yakmak: -1 Acıtmak, eziyet etmek, zulmetmek -2 Bîr kimseyi büyük zarara uğratmak
Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse, hay­van, şey
Cartayı çekmek : -1 Ölmek -2 Yellenmek, osurmak
Cart curt etmek : “Şöyle yaparım, böyle yaparım” diye yüksekten ko­nuşmak, korkutmaya çalışmak
Cart kaba kâğıt: “Senin yüksekten atmana, korkutmana hiç kimse al­dırmıyor” anlamında
Cavlağı çekmek: Ölüp gitmek
Cebi delik: Parasız, züğürt (kimse)
Cebinde akrep olmak: Cimri olmak, para harcama konusunda çok is­teksiz davranmak (Kars Elî cebine varmamak)
Cebinden çıkarmak (birini) : Zekâ, bilgi, beceri vb bakımlardan söz konusu kimseden üstün olmak
Cebine indirmek (atmak) (bir şeyi) : Hakkı olmayan bir şeyi kendine mal etmek
Cebini doldurmak: Fırsatlardan yararlanıp bol para kazanmak
Cebi para görmek: Artık para kazanmaya başlamak; eli para gör­mek
Cehennem azabı: Dayanılmaz, çok büyük üzüntü, eziyet
Cehenneme kadar yolu var: “Hiç buralarda görünmesin, defolup git­sin, cehenneme gitsin” anlamında kızgınlık sözü
Cehennem gibi: Çok aşırı ölçüde sıcak
Cehennemin dibi (bucağı) : Çok uzak, varılması pek güç yer
Cehennemin dibine gitmek, cehennem olmak : Defolup gitmek
Cemaziyelevvelîni bilmek (birinin): Onun herkesçe bilinmeyen, geç­mişteki kötü bir durumunu bilmek
Cephe almak (birine) : Ona karşı düşmanca tavır takınmak; bir düşün­ceye karşı olmak, direnmek
Cepheden hücuma geçmek : Doğrudan, açıkça karşı çıkmak
Cesaret almak (bulmak) : Bir kimseye, şeye güvenerek gücü artmak
Cesaret etmek (bir şeye): Tehlikeli bir işe korkmadan girişmek, güç-
füğü ya da tehlikeyi göze almak
Cesaret gelmek : Yılgınlığı gitmek, yüreklenmek
Cesaret göstermek : Yürekli davranmak
Cesaretini kırmak : Cesaretini yok etmek, yürekliliğini sarsmak, umut­suzluğa düşürmek
Cesaret vermek (birine) : Birinin yılgınlığını gidermek, birini yüreklen­dirmek; ona moral vermek
Cevabı yapıştırmak (dayamak): Karşısındakine hiç de beklemediği ters ve kesin bir yanıt vermek
Cevahir (cevher) yumurtlamak : Saçma sapan konuşmak
Cevap vermek (bir şeye) : Bir gereksinimini karşılamak
Cevher yumurtlamak : bk Cevahir yumurtlamak
Ceza almak: -1 (Öğrenci için) Cezalandırmak -2 (Suçlu İçin) Para ödeme zorunda bırakılmak
Ceza çekmek: İşlediği suçtan ötürü hapiste yatmak; cezasını çek­mek
Ceza kesmek (bîrine) : Bir görevli, yasadışı bir davranışı nedeniyle suçluya para cezası yazmak
Cezasını çekmek: -1 bk Ceza çekmek -2 Yaptığı yanlış bir işin, davranışın zararını görmek
Cezaya çarptırmak (birini) : Onu cezalandırmak
Ceza yemek : Cezalandırılmak (Kars Hüküm giymek)
Cıcığı çıkmak : Çok hırpalanmak
Cici bici: Güzel, İyi, yeni, sevimli, renkli ve süslü eşyalar için söylenir
Cicim ayı: Evliliğin ilk zamanları, balayı
Ciğeri beş para etmez: Çok değersiz, aşağılık, İşe yaramaz kimse için söyfenir
Ciğerini okumak : Bir kimsenin ne düşündüğünü pek iyi bilir durumda olmak
Ciğeri sızlamak (parçalanmak) : Çok acı duymak, üzülmek (Kars İçi burkulmak, sızlamak, parçalanmak)
Cim karnında bir nokta : Hiçbir şey bilmeyen, kara cahil kimse için söylenir
Cin çarpmak: Boş inançlara göre cinlerin saldırısına uğrayıp hastalan­mak, sakatlanmak, aklını yitirmek
Cin çarpmışa dönmek : Neye uğradığını anlayamayacağı kötü bir du­ruma düşmek
Cin fikirli: Çok akıllı, çok zeki, çok kurnaz (kimse)
Cin gibi: Pek anlayışlı ve çok zeki (kimse)
Cin ifrit olmak (kesilmek) : Son derece kızmak, aşırı öfkelenmek
Cinler cirit (top) oynamak : Bir yerde hiç kimse bulunmamak; bir yer tenha ve ıssız olmak
Cirit atmak (bir hayvan, bir kimse) : Zararlı yaratıklar yada insanlar meydanı boş bulup istediği gibi davranmak
Cuk oturmak: -1 bk Aşığı cuk oturmak -2 Uygun olmak, uygun düşmek
Cümbür cemaat: Topluca, hep birlikte

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< Ç >>

Çakılıp kalmak: Bulunduğu yerde uzun süre kımıldamadan kalmak, hareketsiz durmak
Çalımına getirmek: Tasarlanan bir İş için uygun zamanı ya da duru­mu bulmak
Çalımından geçilmemek : Kurumundan, büyülenmesinden yanına yaklaşılmaz olmak
Çalım satmak: Yapay davranışlarla büyüklük taslamak (Kars Hava atmak)
Çalıp çırpmak : Az çok demeden, eline ne geçerse çalmak
Çalmadan oynamak : Çok neşeli, keyifli bir dyrumda olmak
Çam devirmek : -1 Karşısındakini gücendirecek söz söylemek -2 Bil­gisizliğini ele verecek sözler söylemek (Kars Pot kırmak, gaf yap­mak)
Çamur atmak (sıçratmak) (birine) : Birini kötü bir işe bulaşmış göste­rip lekelemeye çalışmak, İftira etmek (Kars Kara çalmak, leke sür­mek)
Çamura yatmak: Borcunu ödememek, verdiği sözü yerine getirme­mek
Çam yarması gibi: İhyan, iri gövdeli kimse için kullanılır
Çanak tutmak (açmak) (bir şeye) : Davranışlarıyla ya da sözleriyle kendisine kötü bir söz söylenmesine, kötü davranışlarda bulunulması­na yol açmak
Çanak yalamak : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak
Çanak yalayıcı: Yaltaklanan kimse, dalkavuk
Çan çan etmek (Ötmek) : Durmadan yüksek sesle gevezelik etmek
Çanına ot tıkamak : Birini sesini çıkaramayacak, zarar veremeyecek bîr duruma getirmek
Çantada (torbada) keklik : Elde edilmiş sayılan, elde edileceğine ke­sin gözüyle bakılan (şey)
Çapraza getirmek (birini) : Onu tuzağa düşürmek
Çapraza sarmak : İçinden çıkılması güç duruma gelmek (Kars Çar­şafa dolanmak)
Çaptan düşmek : -1 Çalışma düzenini bozmuş olmak -2 Değerin­den bir şeyler yitirmek
Çarçur etmek (bir şeyi) : Elindeki parayı vb’yi gereksiz yerlere harca­yıp tüketmek
Çarçur olmak : Yararsız yere harcanıp ziyan olmak
Çaresine bakmak : Bir işin, sorunun çözüm yolunu bulmak
Çarığı ters giydirmek (birine) : bk Pabucu ters giydirmek
Çarıklı erkânıharp : Okuması yazması olmadığı halde kurnaz ya da uyanık davranan kimseler için şaka yollu kullandır
Çark etmek: Verdiği sözden ya da yapacağı İşten dönmek (Kars Yüz geri etmek)
Çarpık çurpuk : Çok çarpık; eğri büğrü (Kars Eciş bücüş)
Çarşafa dolanmak : İçinden çıkılmaz duruma gelmek (Kars Çapraza sarmak)
Çarşambadır çarşamba (demek): Bir konuda gereksiz yere inat (et­mek)
Çatal kazık : -1 Bir konuda değişik tutumları yüzünden işin yürümesi­ni engelleyen yetkili kimseler -2 Çok karışık durum
Çatık yüz (çehre, surat) : Öfkeli yüz
Çatır çatır çatlamak : Çok kıskanmak
Çat kapı: Beklenmedik bir anda
Çatlak ses : Uyumu bozan, istenmeyen söz ya da davranış
Çatlasa da patlasa da ; “Her türlü çareye başvursa da, ne kadar karşı çıkarsa çıksın” anlamında
Çat pat: -1 Her yerde hazır ve nazır bulunan -2 Biraz, yarım yama­lak
Çaydan (denizden) geçip darede boğulmak : Bir işin yapılması sıra­sında büyük engelleri aşıp tam sonuca ulaşılacağı anda önemsiz bir-neden yüzünden başarısız olmak
Çayı görmeden paçaları sıvamak : bk Dereyi görmeden paçaları sı­vamak
Çek arabanı: ‘Yıkıl, git, defol” anlamında hakaret sözü
Çekeceği olmak (birinden, bir şeyden) : Karşılaşacağı kötü durumlar olmak
Çekidüzen vermek (üstüne başına, bir yere) : Dağınık bir yeri, üstü­nü başını düzgün duruma getirmek, düzeltmek
Çekip çevirmek (bir yeri) (birini) : -1 Bir yeri, kuruluşu düzene koy­mak, iyi biçimde yönetmek -2 Birini tutumlu, düzgün yaşayabilir du­ruma getirmek
Çekip gitmek : Uzaklaşmak, sıvışmak, kaybolmak
Çekirdekten yetişme : Bir meslekte küçük yaştan itibaren görgü ve deneyimini arttırarak ustalaşan kimse için kullanılır
Çek (çekiver) kuyruğunu: “Artık ondan hiçbir şey bekleme!”
Çelişkiye düşmek : Sözleri ya da davranışları; sözleri ile davranışları birbirini tutmamak, birbiriyle çelişmek; tenakuza düşmek
Çelme atmak (takmak) (birine) (bir işe) : -1 Çelme ile onu düşür­meye çalışmak -2 İşin başarı ile sonuçlanmasını engellemek
Çene çalmak : Oradan buradan konuşmak, gevezelik etmek
Çenen tutulsun : “Konuşamaz ot” anlamına İlenme sözü
Çenesi açılmak : Durmaksızın konuşmak, gevezelik etmek
Çenesi durmamak (düşmek) : Durmadan konuşmak, gevezelik et­mek
Çenesi düşük : Sürekti ve dayanılmayacak kadar çok konuşan, geve­ze kimse için söylenir
Çenesi kuvvetli: Kolay ve etkili konuşan kimse için kullanılır
Çenesini açtırmak: Konuşması için uygun ortam hazırlamak, fırsat vermek
Çenesini (bıçak) açmamak : Herhangi bir nedenle, hiç konuşmamak
Çenesini kapamak (kesmek) : -1 Artık konuşturmamak -2 Susmak
Çenesini tutmak : Konuşmamak, sır saklamak; ağzını tutmak*
Çene yarıştırmak : Gevezelik etmek
Çeneye tutmak (birini) : Aralıksız konuşarak ve konuşturarak onu oyalamak
Çene yormak : Boşuna konuşmak
Çetin ceviz: -1 Yola getirilmesi, kendisine bir durum ya da düşünce­nin benimsetilmesi zor olan kimse için söylenir -’2 Başarılması ol­dukça güç olan iş için söylenir
Çevir kazı yanmasın : Kırdığı potun farkına varınca sözünü çevirmeye kalkışanlara alay ya da şaka yollu söylenir
Çevre yapmak : Girişkeniigiyle pekçpk dost edinmek; muhit yapmak
Çıban başı: -1 Kurcalanırsa sonucu kötüye varma olasılığı bulunan sorun -2 Varlığı, düşünceleri, eylemleri sûrun yaratan kimse
Çığır açmak : Bir alanda eski görüş, anlayış, biçim ya da yöntem yeri­ne yenisini getirmek, başlatmak
Çığırından çıkmak: -1 Doğru yoldan ayrılmak -2 Düzeltilmesi güç bir duruma girmek
Çığlık atmak (koparmak) (çığlığı basmak) : Kulakları tırmalayacak korkunç sesler çıkararak acı acı bağırmak
Çığlık çığlığa : Çığılık ata ata, bağırıp çağırarak
Çıkar yol: İnsanı güç durumlardan kurtaran davranış, başarıya ulaştı­ran seçenek, çare; çözüm yolu
Çıkış yapmak: Bir tartışmada, karşıt görüşte olanları susturmak ama­cıyla sert davranışta bulunmak
Çıkmaza girmek: Bir iş içinden çıkılamayacak bir duruma gelmek, (Kars Batağa saplanmak)
Çıkmaz ayın son çarşambası: “Bilinmeyen ve bilinmeyecek olan bir zamanda, hiçbir zaman’ anlamında şaka yollu söylenir
Çıldırmak işten (bile) değil: “Söz konusu ters, aykırı bir durum karşı­sında insan delirebilir” anlamında söylenir
Çıngar çıkarmak : Gürültü ve kavgaya yol açmak
Çırasını yakmak: Olumsuz ilişkisi ya da kötü davranışı yüzünden biri’ ni büyük bir zarar uğratmak
Çıt çıkarmamak: En küçük bir ses bile çıkarmamak
Çıt çıkmamak : En hafif bir ses bile çıkmamak
Çıtı çıkmamak : Sessiz durmak, uslu oturmak, yaramazlık etmemek
Çiçeği burnunda (çiçeği burnunda, çamuru karnında) : -1 Taze, he­nüz çıkmış şey için söylenir -2 Yeni oluşmuş, yeni yapılmış, şey için söylenir -3 Bir konuda yeni olan kimse için söylenir
Çiçek gibi olmak: Temizlenip paklanmak, göze hoş görünen duruma gelmek
Çift çubuk : Tarım yapabilmek için gerekli üretim araç ve gereçleri
Çift dikiş : Aynı sınıfta iki yıl okuyan öğrenci
Çifte kumrular: Birbirlerinden hiç ayrılmayan, birbirlerini çok seven kimseler (Kars Ahbap çavuşlar, iki ahbap çavuşlar)
Çiğ çiğ yemek(birinî): Öldürecek derecede Öfkelenmek
Çiğlik etmek : Uygunsuz, yersiz davranışta bulunmak
Çiğneyip geçmek : Gereken ilgi ve saygıyı göstermemek
Çiğ yemedim ki karnım ağrısın : “Suç işlemedim, neden korkayım?” anlamında
Çile çekmek : Sıkıntı içinde bulunmak, sıkıntı çekmek
Çileden çıkarmak (birini): Birini densiz söz ve davranışlarıyla çok kız­dırmak (Kars İfrit etmek)
Çileden çıkmak: Sabır ve dayanma gücünü yitirip taşkınlık göster­mek; kendini kaybetmek (Kars İfrit olmak)
Çile doldurmak (çıkarmak): Sürekli sıkıntı ve eziyet içinde bulunma­nın sona ermesini beklemek
Çilingir sofrası: Hafif mezelerle donatılmış içki sofrası
Çil yavrusu gibi dağılmak: Kotu bir durum karşısında, perişanca her biri bir yana dağılmak; kaçışmak
Çimdik atmak (basmak) (birine): Onu çimdiMemek
Çirkefe bulaşmak: Kötü sonuçlar doğurabilecek bir işe ya da şirret bi­rine sataşmak
Çirkefe taş atmak (çirkefi üzerine sıçratmak); Kötülüğü dokunabile­cek birinin saldırısına yol açacak bir davranışta bulunmak, söz söyle­mek
Çivi gibi: -1 Sağlam yapılı, çevik (insan) -2 (Su için) Çok soğuk
Çivi kesmek : Çok üşümek
Çizmeden yukarı çıkmak : Olanaklarının elvermeyeceği bir işe karış­mak, aşın gitmek
Çocuk işi: Kolay ya da önemsiz iş
Çocuk oyuncağı :-1 Pek Önemli sayılmayan -2 Kolay yapılabilecek iş için kullanılır
Çoğu gitti azı kaldı (keli gitti, dazı kaldı): “Ele alınmış olan işin bü­yük bölümü, en zor, en önemli yanı tamamlandı, geriye önemsiz bir bölümü kaldı” anlamında
Çok bilmiş: -1 Zeki, akıllı (kimse) -2 Sinsi, kurnaz, çıkarını gözeten (kimse)
Çok gelmek: -1 Gereğinden fazla olmak -2 Katlanılmaz, çekilmez ol­mak
Çok görmek (bir şeyi birine): -1 Bir şeyi bir kimseden esirgemek, o şeyi ona değer bulmamak -2 Birinin bir davranışını yadırgamak
Çok olmak : Davranışları sınmnı aşarak dayanılmaz, çekilmez duruma gelmek, usandırmak
Çoluk çocuk: -1 Bir kimsenin çocukları -2 Bir kimsenin ailesi; eşi ve çocuklan -3 Yaşça küçük ve deneyimsiz kimseler için alay yolu söy­lenir
Çorap örmek: bk Başına çorap örmek
Çorap söküğü gibi gitmek (gelmek): Bir kez başlayınca arkası çok kolay, kendiliğinden gelmek
Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan işte ya da bir hizmette küçük de ol­sa bir katkısı katkısı olmak, ona emeği geçmek
Çöp atlamamak: Çok titiz ve dikkatli olmak, gözünden hiçbir şey kaç­mamak
Çöpe dönmek : Çok zayıflamak; çok güçsüz olmak
Çöp gibi (çöpten çelebi}: Çok zayıf, güçsüz (kimse)
Çöpsüz üzüm : -1 Sorun çıkaracak pürüzleri olmayan, kârlı İş -2 Bak­mak zorunda olduğu çok yakın akrabası olmayan eş
Çubuğunu tüttürmek: Sorunsuz ve sıkıntısız bir hayat sürmek
Çukurunu kazmak: Birinin felaketine yol açacak girişimlerde bulun­mak (Kars Tuzak kurmak)
Çulu düzeltmek (düzmek): -1 Giyimini yenilemek -2 Paraca iyi du­ruma gelmek
Çürük tahtaya basmak: İncelemeden, önlem almadan tehlikeli bir işe girişmek; aldatılmak

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< D >>

Dağa çıkmak : Hükümete başkaldırıp dağda, kırsal yörelerde eşkıyalık yapmak
Dağa kaldırmak (birini) : İstediğini elde etmek için birini dağa kaçır­mak
Dağ başı: -1 Kent dışı, ıssız yer -2 Yasaların geçmediği, herkesin dilediğini yapabileceği yer
Dağdan gelip bağdakini kovmak : Sonradan geldiği halde oraya ken­dinden önce gelip yerleşmiş olanların hakkını çiğnemek, onları be­ğenmez olmak
Dağ (doğ ura doğ ura bir) fare doğurmuş (doğurdu) : “Büyük sonuç vermesi beklenen şey küçük bir verim sağladı” anlamında
Dağ (dağlar) gibi: -1 Pek iri, çok güçlü (kimse) -2 Göz korkutacak ölçüde çok olan (şey)
Dağlar dayanmaz : “Bu aa felaketin üzüntüsü dayanılacak gibi değil anlamında
Dağ taş : Her yan, her taraf
Daha iyisi can sağlığı: Elde edilen bir şeyle ya da karşılaştırılan bir durumla yetinilmesi gerektiğinde söylenir
Daha (daha da) neler: -1 “Öyle şey olur mu?” -2 “Amma yaptın ha!” anlamında
Dalavere çevirmek (döndürmek) : Gizli bir iş çevirmek, yasadışı yol­lardan iş becermek
Dalavere dönmek : Gizliden gizliye bir aldatmaca hazırlanmak
Dal budak salmak: -1 Bir konudaki haber ya da söylenti, her yana yayılıp genişlemek -2 Gelişip büyümeye başlamak
Daldan dala konmak (atlamak) : Sık sık iş, konu ya da düşünce değiştirmek
Dalgacı Mahmut: Yapılması gereken bir işi benimsemeyen, kaytana kimse için şaka ya da alay yollu söylenir
Dalga geçmek : -1 Yapması gereken işle uğraşmayıp zihni başka yer­de olmak (Kars Tünel geçmek) -2 Biriyle alay etmek, belli etme­den eğlenmek; matrak geçmek (Kars Maytaba atmak) -3 Biriyle geçici gönül ilişkisi kurmak
Dal gibi: Çok ince, çok zayıf (kimse)
Dalına basmak (birinin) : Hoşlanmadığı bir davranışta bulunup onu kızdırmak
Dalına binmek (birinin) : Onu tedirgin edici, kızdırıcı davranışta bulun­mak
Dallanıp budaklanmak: Bir iş ya da bir sorun genişleyerek karmaşık bir durum almak, çözümü güç bir duruma gelmek
Dallı budaklı: Çok ayrıntılı, karmaşık, çapraşık, anlatılması ya da çözü­mü güç olan
Dama çıkmak : Cinsel dürtüsü azmak, bunu dışa vurmak
Damağı kurumak : Çok susamak; boğazı kurumak
Damak zevki: Yiyeceklerden tat alma, yemekten haz duyma
Damarına basmak; Duyarlı olduğu bir konuya değinerek onu kızdır­mak
Damarı tutmak : Huysuzluğu üzerinde olmak, aksiliği tutmak
Dama taş; gibi oynatmak (birini) : Bir kimsenin yerini keyfi olarak sık sık değiştirmek; onu bir yerden bir yere göndermek ya da atamak
Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak söz söylemeyi, ya da söylenen sözü anlatmak için kullanılır
Damgasını taşımak (bir şey, bîr şeyin) : Bir şey söz konusu şeyin özelliğini taşımak
Damgasını vurmak (birine, bir şey): O kimse için kötü bir yargıya varmak; onu kötü bir adla adlandırmak
Damgasına vurmak (biri, bir şeye kendi): O şeye kendisiyle ilgisi olduğunu ya da kendi yapıtı olduğunu belli edecek nitelikler vermek
Damga vurmak (birine) : Onun hakkında kötü bir yargı vermek
Damga yemek ; Hakkında kötü bir yargı yerilmiş olmak
Damoktesira (Demoktes’in) kılıcı (gibi): Oiumsuz durumlarda gerçek­leşme olasılığı bulunduğunu hissettiren tehdit
Dam üstünü saksağan, vur beline kazmaytı : Hiç ilgisi yokken ve birdenbire söylenen söz ya da söz söyleme için alay yollu kullanılır
Dananın kuyruğu kopmak : Beklenen ya da korkutan durum gerçek­leşmek
Danışıklı dövüş : Başkalarını aldatmak ya da atlatmak amacıyla Önceden yapılmış gizli bir anlaşmaya dayanan tutum, davranış
Dara düşmek : Para sıkıntısı çekmek
Dara gelmek: -1 Aceleye gelmek -2 Zorunda kalmak, mecbur olmak
Dara getirmek (bir şeyi, birini): Onu aceleye getirmek, onun sıkışık durumundan yararlanmak
Dar boğaz : Sıkıntılı, bunalımlı durum, dönem
Darda kalmak : -1 Paraca sıkıntıya düşmek -2 Zor duruma düşmek
Dar gelirli: Geliri, gereksinmelerini tam olarak karşılayamayan (kim­se) (Kars Orta direk)
Darısı (dostlar) başına : “İyi, mutlu bir olayın benzerlerini dostların da görmesini dilerim” anlamında
Dar kaçmak (bir yerden, bîr şeyden): Kendisi için tehlikeli olabile­cek bir yerden, bir şeyden güçlükle kurtulmak
Dar kafalı: -1 Anlama yeteneği sınırlı olan, anlayışsız (kimse) -2 Tu­tucu (kimse)
Davulu biz çaldık, parsayı başkası (el) topladı: “İşi biz yaptık, karşılı­ğını başkası aldı” anlamında
Dayak arsızı: Dayak yemeğe alışmış (kimse, özellikle çocuk)
Dayak atmak (birine): Onu dövmek; kötek atmak
Dayak düşkünü (düşmanı) : Dövülmesine yol açacak hareketlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmiş (kimse)
Dayak kaçkını: Dayak hak etmiş (kimse)
Dayak yemek: Dövülmek; kötek yemek
Dediği dedik (çaldığı düdük): Kendi bildiğinden dönmeyen, sözün­de ısrar eden (kimse)
Dediğine gelmek : Birinin önceden kabul etmediği düşüncesini sonra­dan uygun bulmak
Defibela kabilinden : (esk) Başından savmak için istemeye istemeye:
Defihacet etmek :fesk) Büyük aptesini yapmak (Kars Aptest boz­mak)
Defterden silmek (birini) : Onun adını anmaz olmak, onunla ilişkiyi kesmek, yakınlığa son vermek
Defteri dürülmek : Öldürülmek -2 İşten uzaklaştırılmak
Defteri kabarmak : Borcu çoğaldıkça çoğalmak
Defteri kapamak: Sözü edilen işi artık yapmaz olmak, o işten bun­dan böyle hiç söz etmemek
Defterini dürmek (birinin) : -1 Onu öldürmek ortadan kaldırmak -2 Onu perişan edecek bir düzen kurmak
Değer biçmek (bir şeye) : O şeyin paraca _ karşılığını saptamak, fiyatı­nı belirlemek, kıymet biçmek
Değer vermek : Özel İlgi ve saygı göstermek; kyms-t w#nm-k
Değil mi ki: Madem, mademki
Değirmenin suyu nereden geliyor? : “Söz konusu İşin yapılmasını karşılayacak para nasıl sağlanıyor?” anlamında
Değiştokuş etmek : Değerce eşit olan şeyleri karşılıklı alıp vermek, ta­kas etmek
Değme keyfine : “O durumdan çok hoşnut, memnun” anlamında
Deli çıkmak : Aklım kaç r m ak
Deli divane olmak: Bir şeye, kimseye aşırı derecede tutkun olmak; onu çıldırasıya sevmek
Deli dolu : Kabına sığmayan, taşkın ruhlu (kimse)
Delik deşik etmek (bir şeyi, birini*): -1 Bir şeyin her yanında delikler açmak -2 Yaralayıcı bir aletle bir canlının vücudunda birçok yara aç m ak
Deliksiz uyku : Hiç ara vermeden uyunulan ve uzun süren uyku
(Kars Ağır uyku)
Deli olmak (bîr şeye) : -1 Ona kendinden geçercesine bağlanmak onu çok sevmek -2 O şeyden ötürü çok sinirlenmek
Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok parçalı ve iç sı ki a bir işle uğ­raşır tarzda
Deli saçması: Çok saçma ve anlamsız söz
Deme gitsin (değme gitsin): “Anlatılması çok güç” anlamında
Demeye getirmek: Düşüncesini dolaylı yoldan söylemek; dediği gibi olmasını, yapılmasını ima etmek
Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak
Demir gibi: -1 Pek sağlam, katı, sert (şey) -2 Çok kuvvetli (kimse)
Demir leblebi: -1 Başarılması çok zor olan iş -2 Alt edilmesi güç, ödün vermeyen, inatçı (kimse)
Dem vurmak (bir şeyden) : Bir konudan söz etmek
Demokles’in kılıcı (gibi): bk Damokles’in kılıcı (gibi)
Deneme tahtası: Üzerinde bilgisizce tedavi, onarım gibi iş yapılan kimse ya da nesne
Dengi dengine : Herkes, eşit olduğu, kendine uygun olan kimseyle
Denizden geçip derede boğulmak : bk Çaydan geçip derede bo­ğulmak
Denk gelmek: -1 (Biçim yönünden) Uygun düşmek uygun gelmek -2 (Zaman yönünden) İyi rastlamak, uygun gelmek
Derdi günü : -1 Baş düşüncesi -2 Asıl uğraşısı
Derdine düşmek (bir şeyin) : -1 Yersiz bir hevese kapılmak -2 Ya­pılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak
Derdini dökmek : Derdini, sıkıntılarını ayrıntılarıyla anlatmak
Derdini Marko Paşa’ya anlat : “Derdini giderecek, seni dinleyecek
kimse yok” anlamında
Dereden tepeden (konuşmak) : Şundan bundan, bir konudan diğeri­ne geçerek (konuşmak)
Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken ha­zırlanmaya başlamak
Derinden derine : -1 İyice uzaklardan, anlaşılmayan yerlerden -2 Ol­dukça gizli, hiç kimseye duyurmadan
Derin derin düşmek : -1 Üzüntülü düşüncelere dalmak -2 Uzun sü­re düşünceye dalmak
Derisini yüzmek : -1 Birinin varını yoğunu zorla elinden afmak -2 İş­kence ederek öldürmek
Derli toplu : Düzeni seven, tertipli (kimse) -2 Düzgün, düzenli (şey)
Derme çatma : -1 Gelişigüzel nesnelerden yapılan (ev vb) -2 Ora­dan buradan devşirilen (düşünce vb)
Ders almak (bir şeyden) : Genellikle kötü bir olaydan yararlı sonuç çı­karmak; ibret almak
Ders olmak (bir şey, birine): O şey bir kimse için öğretici bir örnek oluşturmak; ibret olmak
Ders (dersini) vermek (birine) : -1 Sert bir karşılıkla onu yola getir­mek, sert davranmak, azarlamak -2 Oyunda yenmek
Dert ortağa: İnsanın kötü günlerinde dertlerini dinleyen, çözümlemeye Çalışan dostu, arkadaşı
Dertsiz başını derde sokmak : Hiç gerekmediği halde, kendisi için tehlikeli ya da can sıkıcı olacak bir işe girişmek
Dert yanmak (bir şeyden, birinden) : O şeyler, kimseyle ilgili şikâyet­te bulunmak
Desteksiz atmak : Bir şeyden abartarak söz etmek, bir temele dayan­madan konuşmak
Dev adımlarıyla ilerlemek : Kısa sürede pek büyük bir gelişme göster­mek
Devede kulak : Karşılaştırılan şeye göre daha önemsiz, küçük1 olan (şey)
Deve gibi: Uzun boylu ve hantal (kimse)
Deve kini: Unutulmayan, kolay kolay geçmeyen kin
Devekuşu gibi başını kuma gömmek, (sokmak) : -1 Bir tehlike anın­da hiç yaran olmayacağı halde kendisini korumaya çalışmak -2 Baş­kalarını aldattığını sanıp aslında kendisini aldatmak
Deveyi havutuyla (hamutuyla) yutmak: Haksız çıkar sağlamak, hır­sızlık etmek
Devlet kapısı: Devlet dairesi, devlet işlerinin görüldüğü resmi daire
Devlet kuşu : İyi talih
Devlet sırrı (gibi): Son elerce gizli tutulan şey
Devreye girmek: Çözüm getirmek amacıyla ilgilenmek, kanşmak, araya girmek
Dırıltı çıkarmak : Kavga, tatsızlık çıkmasına neden olmak
Dışarı uğramak: Kendini bir anda dışarı atı vermek
Dışa vurmak (bir şeyi): -1 Onu belli etmek, tutum ve davranışların­dan, bir şeyin etkisinde olduğu belli olmak -2 Duygularını saklama­yı p belli etmek
Dışı eli yakar, içi beni: Başkalarına iyi ve elverişli görünen, asıl ilgili kişiye gerçekte kötülük getiren şey, durum ya da kimse için kullanılır
Dibi kırmızı balmumuyla çağırmak (birini): Onu özel bir önem vere­rek çağırmak
Dibine darı ekmek (bir şeyin): Ona şeyi tümüyle tüketmek, hiçbir şey bırakmamak
Dibi tutmak: Kaynamakta olan bir tencerenin içindeki yemeğin dipte kalanı tencereye yapışmak
Didik didik etmek (bir şeyi, yeri) : Onu, orayı en küçük ayrıntısına ka­dar incelemek, aramak
Dik âlâsı (bir şeyin): Hoş olmayan bir durum ya da hoş karşılanma­yan bir davranışın son kertesi
Dik başlı (kafalı): Boyun eğmez, asi karakterli, inatçı (kimse)
Dik dik bakmak (birine, yüzüne) : O kimseye sert, kızgın, öfkeli bir ifa­deyle bakmak
Diken üstünde gibi (olmak) : Tedirgin, rahatsız (ot m ak)
Diken üstünde oturmak (durmak) : -1 Eğreti bir biçimde oturmak -2 Tedirgin bir durumda olmak -3 Bulunduğu yerden her art gidecek, aynlacakmış gibi olduğunu düşünmek
Dikili ağacı olmamak : Hiç malı mülkü olmamak
Dikine gitmek (birinin): O kimsenin sözünü dinlemeyip kendi bildiği­ni yapmak
Dikiş tuturamamak : Çeşitli nedenlerle bir iş yerinde tutunamamak
Dikiz etmek (birini, bir yeri, şeyi): Onu gözetlemek, ona gizlice bak­mak
Dik kafalı: bk Dik başlı
Dikte etmek (bir şeyi, birine): İsteklerini ona zorla kabul ettirmek
Dikkate almak (bir şeyi): Onu da gözönünde bulundurmak (Kars Göz önüne almak, hesaba katmak, kaale almak
Dil çıkarmak (birine): Onunla alay etmek, eğlenmek
Dilden dile dolaşmak: Bir haber, herkesin ağzında söylenir olmak, herkesçe konuşulmak
Dil (diller) dökmek (birine): Kandırmak, inandırmak ya da yaranmak İçin onun hoşuna gidecek sözler söylemek, yalvarmak yakarmak
Dile (dillere) düşmek : Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmak; dile gel­mek
Dile gelmek: -1 bk Dile düşmek -2 Konuşma yeteneği yokken ya da herhangi bir nedenle bu yeteneğini kaybetmişken konuşmaya başlamak
Dile getirmek (bir şeyi, birini) : -1 Onu açıklamak, anlatmak -2 Onu konuşturmak
Dile kolay : “Anlatması kolay gibi görünür ama öyfe zor, öyle güç ki!” anlamında
Dili açılmak (çözülmek): Herhangi bir nedenle konuşmazken konuş­maya başlamak
Dili ağırlaşmak : Hastalığı yüzünden güçlükle konuşmak
Dili bir karış : Büyüklerine karşı konuşurken saygısızlık eden kimse için söylenir
Dili bir karış dışarı çıkmak : Çok yürümekten ya da konuşmaktan do­layı aşırı yorulmak
Dili çalmak : Konuşması, söyleyişi bir başka dili andırmak
Dili çözülmek : bk Dili açılmak
Dili damağı kurumak : Çok konuşmaktan, heyecandan, susuzluktan ağzı kurumak, çok susamak; boğazı, damağı kurumak
Dili damağına yapışmak : Uzun süre su içmediğinden ağzı kurumak
Dili dolaşmak: Korkudan, hastalıktan ya da sarhoşluktan söyleyeceği şeyi bir türlü anlatamamak
Dili döndüğü kadar: Anlatım gücü elverdiği ölçüde
Dili dönmemek : Anlatmak istediğini tam söyleyememek
Dilimin ucunda : Bir adın, sözün, çok iyi bilindiği halde bir türlü anım-sanamaması durumunda söylenir
Dilinden anlamak (birinin, bir şeyin) : -1 Onun ne demek istediğini kavramak -2 Söz konusu şeyin özelliğini, o şey üzerinde ne yapıl­ması ^gerektiğini bilmek

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



Dilinden düşürmemek (bir şeyi, birini) : Hep aynı kişiyi ya da şeyi anlatmak, hep ondan söz etmek
Dilinden kurt ula mamak : Eleştirilerinden, siteminden, iğnelemelerin­den, sataşmalarından kurtulamamak
Dilinde tüy bitmek: Nasihat etmekten, yol göstermekten bıkıp usan­mak
Diline dolamak (bir şeyi, birini) : -1 Aynı şeyi sık sık her yerde söyle­mek -2 Bir kimseyi her yerde kötüleyip durmak
Dilini eşek arası soksun : “Bundan böyle hoşa gitmeyecek söz söyle­yemez ol (olsun)” anlamında ilenç sözü
Dilinin altında bir şey olmak : Söz ve davranışlarından bir şeyler sak­ladığı belli olmak
Dilinin ucuna gelmek (bîr şey) : O şeyi, söyleyecek durumdayken herhangi bir düşünceyle söylemekten vazgeçmek
Dilinin ucunda olmak : Çok iyi bildiği bir şeyi o anda hatırlayanıamak
Dilini tutmak: Sonunu düşünerek rastgele söz söylemekten sakın­mak
Dili tutulmak : Korku, heyecan yüzünden konuşamaz duruma gelmek
Dili uzamak : Haddini bilmeden konuşmaya başlamak
Dili varmamak (bir şeye, söylemeye) : Kötü bir şey söylemeye niyet­lenmişken söylememek, kendini tutmak; ağzı dili varmamak
Dillere destan olmak : Herkes tarafından uzun uzun kendisinden söz edilir olmak
Dil uzatmak (bir şeye, birine): Saygı duyulan bir kimse ya da kutsal bir yer, şey hakkında yakışık almayacak, aşağılayıcı sözler söytemek
Dil yarası: Acı sözün yarattığı gönül kırgınlığı
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyi şeyler elde etmeye çalışırken elindekini de yitirmek
Dinden imandan çıkmak : Çok öfkelenmek
Dini bütün : Dinine çok bağlı, inana sağlam olan, dindar (kimse)
Dini imanı para : Paraya tapar gibi düşkün olan, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen (kimse)
Dip bucak : -1 Göze çarpmayan yer -2 Kıyı köşe
Dirlik düzenlik : Birlikte yaşayan, çalışan kimseler arasındaki iyi geçin­me duruma
Dirlik yüzü görmemek : Yaşamı boyunca huzur ve rahata kavuşma­mak
Dirsek çevirmek (birine) : Daha önce işbirliği yaptığı kişiye, çıkar iliş­kisi son bulunca olumsuz tavır takınmak (Kars Yüz çevirmek)
Dirsek çürütmek: Bilgisini arttırmak İçin uzun süre masa başı çalış­ması (öğrenim) yapmış olmak
Diskur geçmek (çekmek) (birine): Onunla yaptıktan, yapması gere­kenler konusunda uzun bir konuşma yapmak; nutuk çekmek
Diş bilemek (birine): Kızdığı birine kötülük yapmak için fırsat kolla­mak
Dişe dokunur : İşe yarar, belirtilmeye değer, önemli
Diş geçirememek (birine): O kimseye istediğini yaptırmaya gücü yet­memek
Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek para biriktirmek
Dişinin kovuğuna (oyuğuna) bile gitmemek: Yediği yiyecek ya da el­de ettiği, payına düşen şey kendisine pek az gelmek
Dişini sıkmak : Güçlük ve sıkıntılara katlanmak, dayanmak
Dişini tırnağına takmak: Çok büyük güçlüklere, sıkıntılara, katlanmak; bütün gücünü kullanmak
Diyeceği olmamak: Bir itirazı, söyleyecek herhangi bir sözü bulunma­mak
Dize gelmek: -1 Baş eğmek, boyun eğmek -2 Yenilip teslim olmak
Dize getirmek (birini) : -1: Kendisine direneni alt ederek buyruğuna uyacak duruma getirmek -2 Yenip teslim almak
Dizini dövmek : Çok pişman olmak
Dizinin dibi: Yanı başı
Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman, güç kalmamak
Dizlerinin bağı çözülmek : Korku, aşırı yorulma gibiTar nedenle ayak­ta duramayacak duruma gelmek
Dobra dobra (söylemek, konuşmak): Hiç çekinmeden, sakınmadan, gerçeği, düşündüklerini olduğu gibi (söylemek)
Doğru bulmak (bir şeyi) : Onu uygun görmek, onaylamak
Doğru çıkmak : Gerçek olduğu gibi anlaşılmak
Doğrudan doğruya: Hiçbir aracı kullanmadan, araya başka bir şey girmeden
Doğru doğru dosdoğru : “En doğrusu şu ki” anlamında
Doğru durmak : Usludurmak, yaramazlık yapmamak
Doğru dürüst: -1 Kusuru, yanlışı, eksiği olmayan kimse ya da şey için söylenir -2, Kusursuz, yanlışsız, eksiksiz biçimde, tam olarak
Doğru oturmak : Uslu durmak
Doksan kapının ipini çekmek: Her yere uğramak; kırk kapının ipini çekmek
Dokuz canlı: Ölümle sonuçlanabilecek birçok tehlikeyi atlatıp sağ ka­labilen (kimse ya da canlı)
Dokuz doğurmak : Merakla, heyecanla, korkuyla beklemek
Dokuz yorgan eskitmek (parçalamak): Çok uzun yaşamak
Dolap beygiri gibi dönüp durmak : Dar bir çevrede aynı işi sürekli olarak yapıp durmak
Dolap çevirmek (döndürmek) : Hile ile, yalan dolan ile iş görmek, dü­zen kurmak
Dolu dizgin gitmek : -1 Son hızla koşmak -2 Önüne geçilemeyecek biçimde olmak
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: “Hangi yolu dene­di yse m olmadı, çözüm yolu bulamadım” anlamında
Domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): Sevilmeyen ya da eli sıkı olan birinden az da olsa bir şey elde etmek
Dona, çekmek (hava): Hava sulan donduracak ölçüde soğumak
Don çözülmek : Hava ısınmaya başlayarak buzlar çözülmek
Don gömlek : Üzerinde sadece iç çamaşırı olmak üzere
Don tutmak : Donmak, buz tutmak
Dost düşman : Herkes
Dosta düşmana karşı: Dosttan üzmemek, düşmanları sevindirmemek için
Dostlar alışverişte görsün (diye) : “Sın” gösteriş olsun, iş görüyor den­sin (diye)” anlamında
Dostlar başından (dostlardan) ırak: “Dostlar böyle kötü durumlarla karşılaşmasınlar” anlamında
Doyum olmamak (bir şeye): O şeyden hiçbir şekilde bıkmamak, tadı­na doyulmamak
Dozunu ayarlamak : Ölçülü olmak; ölçülü davranmak
Dozunu kaçırmak : Aşırı gitmek, ölçüyü aşmak
Dönüm noktası: Bir olayın ulaştığı yeni bir aşama
Dört ayak üstüne düşmek: Ummadığı bir şeyi, fazla emek harca­madan edinivermek-2Tehlikeli bir durumu kazasız belasız atlatmak
Dört başı mamur (bayındır): Her bakımdan istenildiği gibi olan, ku­sursuz, mükemmel, yetkin
Dört bir tarat: Her yer, her taraf
Dört dönmek : Bir iş için telaşla oraya buraya koşmak, koşuşturup dur­mak
Dört dörtlük : Her yönüyle tam, kusursuz, mükemmel olan
Dört duvar arasında (kalmak) : Evde, kapalı bir yerde (kalmak),
Dört elle sarılmak (yapışmak) (bir şeye) (birine) : -1 O şeyi İyice benimseyerek ve özenle yapmak için ele almak -2 Destek ya da yardım umulan kimseyle sıkı bağlar kurmak
Dört gözle bakmak : Dikkatlice bakmak
Dört gözle beklemek : Çok isteyerek, özlemle,-sabırsızlıkla beklemek
Dört köşe olmak; Çok keyiflenmek, büyük zevk duymak, çok sevin­mek
Dört yanı deniz kesilmek : Her yönden çaresizlik, umutsuzluk içinde kalmak
Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini belirten davranışta bulun­mak, umursamamak
Dudak ısırmak : -1 Biçimsiz, ayıp bir duruma şaşmak -2 Hayran kal­mak
Dudakları titremek : Ağlayacak duruma gelmek
Dudak sarkıtmak : Hoşnutsuzluğunu, üzüntüsünü yüz ifadesiyle belli etmek; surat asmak, somurtmak
Dudak tiryakisi: Sigarayı dumanını içine çekmeden dışarı üfleyerek içen tiryaki
Duman almak (bir yeri) (bir şeyden) : -1 Orayı sis bürümek, sis kap­lamak -2 Sigaradan ya da sigara gibi sarılmış uyuşturucudan içine çekmek
Duman altı olmak: Esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek
Duman attırmak : Birini üstünlüğünü göstererek korkutmak, sindirmek
Duman etmek (birini, bir şeyi): -1 Onu yok etmek, dağıtıp bozmak -2 Başarı göstermek, yenmek
Dumanı üstünde : Çok yeni, çok taze olan
Duman olmak : İşi, durumu bozulup, çok kötü duruma düşmek
Dumura uğramak : Körelmek, canlılığını yitirmek, işlevini yapamaz ol­mak
Dur dinlen yok (dur otur yok, dur durak yok) : Durup dinlenme bil­meden, hiç ara vermeden sürekli çalışmayı anlatır
Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim : “Bana neler ne-ler yaptığını biliyorum, hele bir buraya yerleşeyim, sonra gör, sana neler yapacağım” anlamında tehdit sözü
Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu : “Bıkmadı, sabretti, ama so­nunda olumlu bjr sonuç, güzel bir şey ya da büyük bir kazanç elde etti” anlamında gıpta sözü
Durduğu (durduk) yerde : -1 Hiçbir emek harcamadan -2 Gereği ol­madığı halde, hiç gereği yokken; durup dururken -3 Hatası ya da suçu olmadığı halde
Durmuş oturmuş : -1 Davranışları ve düşünceleri tutarlı olan, olgun (kimse) -2 Büyük sorunları kalmamış, uzun süredir rahat bir yaşa­ma biçimine girmiş (yer)
Durumu bozulmak: -1 Parasal gücü azalmak, giderleri karşılayamaz olmak -2 Eriştiği güzel durum kötüye gitmek
Durumu düzelmek: -1 Parasal gücü iyileşmek -2 önceki iyi durumu­na kavuşmak
Durup dinlenmeden : Aralıksız, arka arkaya, sürekli olarak *
Durup dururken : -1 Birdenbire, ansızın, -2 Hiçbir neden yokken, hiç gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken, durduğu yerde
Dut gibi olmak: -1 Çok içip sarhoş almak -2 Utanmak, bozum ol­mak, mahcup olmak
Dut yemiş bülbüle dönmek : Önceleri neşeli ve konuşkan iken» hiç sesi çıkmaz olmak
Duymazlıktan (duymamazlıktan) gelmek : Duymamış gibi davran­mak
Düdük gibi: (Pantolon için) Kısalmış, dar, sıkı
Düdük makarnası: Anlayışsız, sersem (kimse)
Düğüm noktası: Bir işin sonuçlandın İm ası için öncelikle çözüme ka­vuşturulması gereken en zor yanı
Düğümü çözmek : Anlaşılması güç bir şeyi açıklığa kavuşturmak
Düğüm üstüne düğüm atmak : Hiç para harcamayıp birikim yapmak
Düğün bayram etmek : Çok sevinmek
Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü : “Ortada bir ne­den yokken, niçin bu kadar yakınlık gösteriyor” anlamında
Dümdüz etmek (bir şeyi, yeri) : Onu yıkmak, kırıp dökmek, ezmek, yerle bir etmek
Dümdüz olmak : Ezilmek, yıkılmak, kırılıp dökülmek, yerie bir olmak
Dümen çevirmek : Hileye başvurarak iş görmek
Dümen suyunda gitmek (birinin) : Bir kimseye her yönden bağımli ol­mak, onun izinden yürümek
Dümen yapmak : Dalavereyle, hüeyie başkasını aldatmaya çalışmak
Dümenine bakmak : Çıkarından başka işle uğraşmamak, yasadışi yol-iarla da olsa çıkarına çalışmak
Dün bir bugün iki: “Daha çok fazla zaman geçmiş değil” anlamında bir şeyin erken olduğunu anlatır
Dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi
Dünden bugüne : Çabucak, az zamanda
Dünden razı (hazır): “Bir öneriyi hemen seve seve kabul eden kimse için söylenir
Dünkü çocuk : Genç, acemi, deneyimsiz (kimse)
Dünya ahret kardeşim olsun : “Karşı cinsten bir kimseye kardeşlik duygusundan başka bir duygu beslemem, kardeşim gözüyle baka­rım, ona kötü gözle bakmam” anlamında
Dünya âlem : Herkes, tüm insanlar
Dünya başına yıkılmak : Dayanamayacağı kadar büyük bir yıkıma uğ­rayıp tüm umutlarını yitirmek, dirliği ve düzeni karmakarışık olmak
Dünya bir araya gelse : “Tüm insanlar birlikte davranarak karşı olsa, engel olmaya çalışanlar çıksa bile, vız gelir” anlamında
Dünyadan elini eteğini çekmek : Çevresiyle, çevresinde olan bitenler­le ilgisini kesmek, dünya işleriyle ilgilenmez olmak (Kars Bir köşe­ye çekilmek, inzivaya çekilmek)
Dünyadan geçmek (el çekmek, vazgeçmek) : Bir köşeye çekilip, top­lum yaşamından uzak durmak, kendi halinde yaşamak
Dünyadan haberi olmamak : Çevresinde neler olup bittiğinin farkında olmamak
Dünyada olmaz (gelmez vb): Kesinlikle olmayacak yapılmayacak bir şey için söylenir; hayatta olmaz
Dünya durdukça : Sonsuzluğa dek, ebediyen
Dünya evine girmek : Evlenmek, yuva kurmak
Dünya (gözüne, ona) zindan olmak (kesilmek) : Umutlarını yitirmek, karamsarlığa düşmek
Dünya gözüyle (görmek}: Sağ iken, ölmeden Önce, sağlrğında (gör­mek)
Dünya kadar : İstemediğin kadar, çok bol
Dünya kazan ben kepçe : “Çok arandı, aranmadık yer bırakılmadı, her yer gezildi” anlamında
Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek
Dünyalığı(m) doğrultmak : Yaşadığı sürece yetecek kadar para kazan­mak ya da gelir sağlamak
Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu anlamak: Yaşamın zorluğu­nu, insanın çetin engellerle karşılaşabileceğini öğrenmek; Hanyayı Konya’yı öğrenmek
Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu göstermek (birine) : Onu yap­tığına pişman etmek, ona hak ettiği cezayı vermek
Dünyanın öbür (bir) ucu : Çok uzak yer
Dünyası yıkılmak : Yaşama umudu yıkılmak, güzel hayalleri son bul­mak
Dünya varmış : “Oh! bunaltıcı, üzücü, sıkıntılı bu durumdan kurtul­dum” anlamında
Dünyaya gelmek: Doğmak
Dünyaya getirmek: Doğurmak
Dünyaya gözlerini kapamak (yummak): Ömrü bitip Ölmek
Dünyaya kazık kakmak : Çok yaşamak, uzun ömürlü olmak
Dünyayı gözü görmemek: Sıkıntı, üzüntü, öfke, karamsarlık, hınç ya da çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünmemek
Dünyayı haram etmek (birine) ; Ona hayatı yaşanılmaz duruma getir­mek
Dünyayı toz pembe görmek : En kötü, en acıklı durumlarda bile iyim­ser olabilmek, durumun iyi yönleri bile olduğunu düşünmek
Dünyayı tutmak : Her yerde duyulmak, ünü yayılmak
Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorum M uk duygusu gelişmemiş, hiç­bir şeyle ilgilenmez, kaygısız, tasasız, gamsız kimse için söylenir
Dünyayı zindan etmek (birine) : Onu çok sıkıntılı bir duruma sokmak
Dünya zindan olmak (birine) : Umutlarını yitirmek, İyice karamsar ol­mak
Dürbünün tersiyle bakmak (bîr şeye) : Söz konusu şeyi çok küçüm­semek, olduğundan daha az değerli, önemli görmek
Düş görmek : Uyurken zihinde olay ve düşünceler belirmek; rüya gör­mek
Düş gücü : Bir şeyi zihinde canlandırma, yaratma, düşünme yeteneği; hayal gücü
Düş kırıklığı: Çok istenilen, beklenilen ya da umulan bir şeyin gerçek­leşmemesi halinde beliren duygusal durum; hayal kırıklığı
Düş kurmak : Olmamış bir şeyi, olması olanaksız ya da gelecekte ola­bilecek bir şayi hayalinde canlandırmak; hayal kurmak
Düşe kalka : Güçlüklerle karşılaşarak, zor bela; iyi kötü
Düşüncesini açmak (birine) : Herhangi bir konudaki görüşünü, endi­şesini bildirmek
Düşüncesini almak : Herhangi bir konuda görüşünü öğrenmek
Düşüncesini okumak : Birinin ne düşündüğünü anlamak
Düşünceye dalmak : Dalgın bir durumda derin derin düşünmek
Düşünceye varmak: Bir kanıya ulaşmak, çözümü bulmak
Düşün düşün, boktur işin : Durumu kötü olan, hiçbir çıkar yol bulama­yan kimsenin kendi kendine söylediği söz
Düşünüp taşınmak : Bir konuyu her yönüyle iyice düşünmek, buna gö­re karar vermek
Düşüp kalkmak (biriyle): -1 Biriyle yasa ve törelerin uygun görmedi­ği biçimde, birlikte yaşamak -2 O kimseyle yakın ilişki içinde bulun­mak, yakın arkadaşlık etmek
Düttürü Leyla: Çok dar ve kısa giyinmiş kadın için söylenir
Düzene koymak (sokmak) (bir şeyi): -1 Yolunda gitmesini sağla­mak, uygun biçimde çalışır duruma getirmek -2 Dağınıklıktan kurta­rıp derli toplu duruma getirmek
Düzen kurmak: -1 Gerekli araç ve gereçleri kullanıma sokarak, onla­ra işlerlik kazandırmak -2 Hileye başvurmak, dolap çevirmek
Düzlüğe çıkmak : Engelleri aşmak, işini,yoluna koymak

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< E >>

Eceli gelmek : -1 İnsanın yaşamı doğal olarak sona ermek, eceli ile ölmek -2 Doğal olmayan bir nedenle ölmek ya da öldürülmek
Eceline susamak : Ölümüyle sonuçlanabilecek tehlikeli davranışlarda bulunmak (Kars Belasını aramak, ölümüne susamak)
Ecel şerbeti içmek : Ölmek
Ecel teri dökmek : Tehlikeli bir durum karşısında büyük korku ve kay­gı duymak; kendini ölecekmiş gibi hissetmek
Eciş bücüş : Çirkin görünüşlü (Kars Çarpık çurpuk, eğri büğrü)
Edebiyat yapmak: Bir konuda süslü, yapmacıklı boş sözler söyle­mek
Efkâr dağıtmak : Kaygıyı, üzüntüyü, tasayı neşelenerek, eğlenerek gi­dermeye çalışmak
Efradını cami, ağyarını mani: (esk) “Gerekli her tür şeyi içeren, ge­reksizleri konu dışı bırakan” tanım için söylenir
Eğri büğrü : Eğilmiş, bükülmüş; çarpık çurpuk (Kars Eciş bücüş)
Ekalliyette kalmak : bk Azınlıkta kalmak
Ekin iti: Başını yukarı kaldırıp herkese yüksekten bakan kimse için kul­lanılır
Ekmeğinden etmek (birini) : Onu işinden çıkarmak, atmak
Ekmeğinden olmak (biri) : Geçimini sağlayan işinden zorunlu olarak ayrılmak
Ekmeğine yağ sürmek (bir şey, birinin) : İstemeden, düşüncesizce yaptığı bir iş, karşı tarafın işine yaramak
Ekmeğini çıkarmak : Geçimine yetecek kadar kazanç sağlamak
Ekmeğini eline almak: Geçimini kendi sağlayacak duruma gelmek, (Kars İş tutmak)
Ekmeğini taştan çıkarmak : Geçimini sağlama konusunda pek bece­rikli, yetenekli olmak
Ekmeğini yemek (birinin): -1 Birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak -2 Geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak
Ekmeğiyle oynamak (birinin) : Bir kimse kendisinin ya da başkasının işini kaybetmesine neden olmak
Ekmek aslanın ağzında : “Geçimini sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak çok zor’ anlamında
Ekmek elden su gölden : Çalışmayıp başkasının kesesinden bol bol yiyip içme
Ekmek kapısı : Bir kimsenin geçimini sağladığı yer ya da iş; geçim kapısı
Ekmek kavgası: Geçimini sağlama çabası
Eksik çıkmak : Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak
Eksik etek: Kadın, eş için aşağılama sözü
Eksik etmemek (bir şeyi) : -1 O şeyi her zaman bulundurmak -2 Ona devam etmek, onu sürekli yapmak
Eksik gedik : Gerekli olan ufak tefek şeyler
Eksik gelmek : Gerekli olandan daha az olmak, yetmemek
Eksikliğini duymak (bir şeyin, birinin): O şeyin eksik, yarım, noksan olduğunun bilincine ermek; o kimseyi arar olmak
Eksik olma : “Sağ ol, var ol” antamında teşekkür sözü
Eksik olmasın : “Sağ olsun, var olsun” anlamında iyi dilek sözü
Eksik olsun : -1 “İstemem, gereği yok” anlamında öfkeyle söylenir -2 Kızılan bir kimse için “ölsün!” anlamında kullanılır
El açmak : Dilenmek, başkasından para ve yardım ister duruma düş­mek; avuç açmak
El alışkanlığı (yatkınlığı) : Bir işin birçok kez yapılması sonucu kazanı­*** beceri, ustalık
El atmak (birinden) : -1 Tarikatlarda bir mürit, mürşidinden başkaları­na yol gösterme iznini almak -2 Bir sanat öğrenen çırak, ustasından kendi başına iş yapabilme iznini almak -3 İskambil oyunlarında kar­şı taraftan daha kuvvetli kâğıdı oynayarak üstünlük sağlamak
El altından : İstenildiği zaman kolayca alınabilecek, bulunabilecek yer­de, hazırda
El altında : Gizlice, kimsenin haberi olmadan (Kars Alttan alta, gizli­den gizliye)
El atmak (bir şeye) : -1 Yeni bir işe başlamak -2 Birisinin işine karış­mak; müdahale etmek -3 Birine sarkıntılık etmek
El ayak çekilmek : Ortalıkta kimse kalmamak, ortalık sessizleşip ıssız­laşmak
El basmak (bir şeye) : Ekmek ya da kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak ant içmek, yemin etmek
El bebek, gül bebek :Çok sevilen ve nazlı büyütülen, şımarık çocuk İçin söylenir
El beğenmezse yel (yer) beğensin : “İnsanı beğenecek kişiler olmaz­sa, şerefsiz yaşayacağına ölmesi daha iyidir’ anlamında
El çabukluğu: -1 Bir işi çabuk biçimde yapma ustalığı -2 Bir şeyi sezdirmeden yapma
El çabukluğuna getirmek (bîr şeyi) : Bir işi, hilesini sezdirmeden çabucak yapmak
El çekmek (bir şeyden) : O şeyden vazgeçmek, artık onu yapma­mak
El çektirmek (birisine, işten): Onu görevinden, İşinden uzaklaştırmak
Elde avuçta bir şey bırakmamak: Para, mal mülk, vb’yi savurganca harcayıp tüketmek
Elde avuçta bir şey kalmamak: Para, mat, mülk vb harcanarak bit­mek, tükenmek
Elde avuçta ne varsa : Elindeki bütün mal, mülk , para
Elde etmek (bir şey) (birini) : -1 Bir şeye sahip olmak, onu edin­mek -2 Bir şey meydana getirmek, üretmek -3 Bir kimseyi kendi yanına çekmek -4 Bir kimseyi kendi hizmetine almak
El değiştirmek: Bir şeyin sahipliği ya da kullanımı birinden bir başka­sına geçmek
El değmemiş : -1 Hiç kullanılmamış, hiç dokunulmamış -2 Saflığı bo­zulmamış
Elde (elinde) kalmak: -1 Bir mal satılamadığı için olduğu gibi sahi­binde durmak -2 Harcamanın sonunda artmış olarak durmak
Elden ayaktan düşmek (kesilmek) : Hastalık ya da yaşlılık sonucu yü­rüyemez, iş yapamaz duruma gelmek
Elden çıkarmak (bir şeyi) : O şeyi satmak, başkasına devretmek
Elden çıkmak (bir şey): O şey satılmak, başkasına devredilmek
Elden düşme : Az kullanılmış ya da sahibinden ucuza alınmış (mal)
Elden (elinden) düşürmemek (bir şeyi) : O şeyle uzun süre yakın­dan ilgilenmek
Elden ele : Bir kişiden ötekine
Elden ele dolaşmak : -1 Birçok kimsece alınıp bakılmak -2 Birçok sa­hip değiştirmek
Elden geçirmek (bir şeyi) : -1 Onu incelemek, kontrol etmek -2 Onu onarmak, düzeltmek
Elden gel: -1 “Seni kutlarım” -2 “Parayı hemen ver” anlamında
Elden gelmemek : Bir şey yapamamak, dayanamamak
Elden (elinden) geldiği kadar: Yapabildiği, mümkün olduğu kadar
Elden gitmek (bir şey, biri) : Onu yitirmek, ondan mahrum kalmak
Elden ne gelir: “Ne yapılabilir?” anlamında çaresizlik bildirir
Elden (elinden) kaçırmak (bir şeyi) : Onu elde etmek fırsatını yitir­mek
Elde (elinde) tutmak (bir şeyi): Bir duruma ya da işe hâkim olmak
Ele almak (bir şeyi) : -1 Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak -2 Bir şeyi inceleyip araştırmak, eleştirmek
Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, şımarık ve taşkın davranışlar­da bulunmak
Ele geçirmek (birini, bir şeyi) : -1 Onu yakalamak -2 Onu elde et­mek, edinmek, ona sahip olmak
Ele geçmek: -1 Yakalanmak -2 Elde edilmek
Ele gelmek : -1 Bir şey ele tutulabilir duruma gelmek -2 Bebek kuca­ğa alınacak kadar büyümek
Ele güne karşı: Herkese karşt, herkesin Önünde
El elde baş başta : “Hiçbir şey kalmadı, her şey tükendi” anlamında
Et ele vermek (biriyle) : Onunla işbirliği yapmak, güçlerini birleştir-rnek
El emeği: -1 Elde yapılan iş, ürün -2 Elle yapılan çalışmanın karşılı­ğı, ücreti
El etek çekmek (bir şeyden) : -1 Artık o şeyle uğraşmaz olmak -2 Kendini bütünüyle ibadete vermek
El etek öpmek : -1 İşini yaptırmak için çok yalvarmak -2 Yaltaklan­mak, hoş görünmeye çalışmak, dalkavukluk etmek
El etmek (birine) : Ona “gel” anlamında el sallamak
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı : (ele verir öğüdü, kendi keser
söğüdü) : “Başkasına verdiği öğüdü kendisi tutmaz, dahası tersini ya­par” anlamında
Ele vermek (birini) : -1 Suçlu bir kişiyi güvenlik kuvvetlerine haber ve­rip yakalatmak -2 Aynı suçu işlemiş bir kişinin suç arkadaşlarını, kendisi yakalanınca baskı ya da çözülme sonucu güvenlik kuvvetleri­ne yakalatmak
El gün : Herkes, el âlem
Eli açık : Cömert, para harcamaktan çekinmeyen (kimse)
Eli ağır: -1 Yavaş iş yapan (kimse) -2 Eliyle vurduğunda acıtan kim­se; ağır elli
Eli ağzında kalmak : Çok şaşırmak, şaşırıp kalmak
Eli alışmak (bir şeye) : -1 Bir işte ustalık kazanmak -2 Herhangi bir davranışı alışkanlık haline getirmek
Eli altında otmak : Aradığı, istediği zaman bulabileceği yerde olmak
Eli armut mu devrişiyor? (eli armut devşirmiyor ya?) : “Bir kimse bir iş yapıyorsa, öteki de boş durmaz, aynı işi yapabilir” anlamında
Eli ayağı (kolu) bağlı kalmak : -1 Bir şey yapamayacak durumda ol­mak -2 Yardıma olması, çözüm bulması gereken bir konuda, hiçbir şey yapamamak
Eli ayağı buz kesilmek: Aldığı üzücü bir haber yüzünden İş yapamaz
duruma gelmek
Eli ayağı düzgün olmak : Bedence, görünüşçe kusursuz olmak, iyi gö­rünmek
Eli ayağı(na) dolaşmak: Telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşır­mak, saçma sapan işler yapmak
Eli ayağı titremek :” Korkur sinir, vb yüzünden heyecanlanmak Eli ayağı tutmak : İş yapabilecek durumda olmak
Eli bol: -1 İş yapabilecek parası olan (kimse) -2 İş için gerekli araçla­rı esirgemeyen (kimse)
Eli bollaşmak : Para yönünden rahatlamak
Eli boş : O sırada yaptığı bir işi olmayan (kimse)
Eli boş dönmek (bir yerden): İstediğini elde edemeden dönmek
Eli (elleri) boş gelmek (gitmek) (bir yere) : O yere armağansız gel­mek (gitmek)
Eli böğründe (koynunda) kalmak : Başarısızlığa uğramak, bir iş yapa­maz duruma düşmek; umutsuz, çaresiz duruma düşmek
Eli cebine varmamak (gitmemek) :* Para harcama konusunda cimri davranmak, para harcamaya yanaşmamak (Kars Cebinde akrep ol­mak)
Eli (eline ) çabuk : Çabuk iş yapan (kimse)
Eli darda : Para sıkıntısı içinde
Eli değmek (değmemek) ermek (ermemek) (bir şeye) : Söz konu­su işi yapacak vakit ve fırsatı bulmak (bulamamak)
Eli ekmek tutmak: Geçimini sağlayacak duruma gelmek (Kars Ek­meğini eline almak)
Eli ermek (ermemek) (bir şeye, bir şeyi yapmaya) : Onu yapmaya
vakti olmak (olmamak)
Elifi görse mertek (direk) sanır : Bilgisizliğine rağmen bilgiçlik tasla­yan, okuması yazması olmayan bir kimse için alay yollu söylenir
Eli geniş : Para sıkıntısı çekmeyen; cömert (kimse)
Eli genişlemek : Eli bol para geçmek, harcama olanağı olmak
Eli gitmek (bîr şeye) : Onu tutmak, yakalamak istemek
Eli hafif : Acıtmadan iş gören (dişçi, iğneci)
Eli İşe yatmak : Bir işi yapabilecek el becerisi olmak
Eli işte (aşta), gözü oynaşta : İş yapar görünen, fakat aklı başka şey­lerde olan, (kimse)
Eli kalem tutmak: -1 Yazı yazmayı bilmek -2 Bir konu hakkında ba­şarılı bir biçimde yazı yazma yeteneğine sahip olmak
Eli kırılmak : Eli bir işe yatkın duruma gelmek
Eli kolu bağlı olmak (durmak, kalmak) : Üzerine düşen ya da üzeri­ne aldığı bir görevi çeşitli nedenlerle yapamayacak durumda olmak
Eli kulağında : Olması ya da gerçekleşmesi çok yakın
Eli kurusun : “Elin tutmaz, bir iş görmez olsun” anlamında ilenç
Eli mahkûm : “Bu işi yapmak zorunda” anlamında
Eli maşalı: Şirret, edepsiz, kavgacı (kadın)
Elinden almak (bir şeyi, birisi) : Birini sahip olduğu bir şeyden, bir kimseden yoksun kılmak
Elinden bir İş gelmemek: Hiçbir iş yapamamak
Elinden bir kaza (sakattık) çıkmak : İstemeyerek birisini yaralamak ya da Öldürmek
Elinden bir şey gelmemek : Olanaksızlık, çaresizlik ya da beceriksiz­lik yüzünden yardıma olamamak
Elinden çekmek: -1 Bir kimse yüzünden sıkıntıya düşmek -2 Bir kim­seyi öç almak için sıkıntıya sokmak
Elinden düşürmemek (bir şeyi) : Sürekli onunla İlgilenmek
Elinden geleni ardına koymamak : Elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak
Elinden geleni yapmak: Bir işi bilgisinin ve gücünün yettiği kadarıyla yapmak
Elinden gelmek : Söz konusu şeyi yapma becerisi olmak
Elinden hiçbir şey kurtulmamak : Her şeyi becerebilecek yetenekte olmak
Elinden İş çıkmamak: Elindeki İşi zamanımda bitirememek; elindeki işi sürüncemede bırakmak
Elinden tutmak (birinin): -1 Ona yardım etmek -2 İlerlemesine yar­dıma olmak, kayırmak
Elinde olmak {bir şey) : O şeyi yapabilecek durumda olmak, o şey onun yetkisi, becerisi içinde olmak
Eline ağır: Elinden çabuk iş çıkmayan (kimse)
Eline ayağına düşmek (kapanmak, sarılmak) : Bir isteğini yaptırabil­mek için bir kimsenin ayaklarına kapanıp yalvarmak
Eline ayağına üşenmemek : İşini severek yapmak
Eline bakmak (birinin) : Bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda otmak
Eline düşmek (bir şey birinin) (biri birinin) : -1 O şey (yer vb) onun egemenliği, buyruğu altına girmek -2 Ona yakalanmak -3 Kendisi­ne hıncı bulunan bir kimseye muhtaç duruma gelmek -
Eline, eteğine sarılmak: Birine bir iş için çok yalvarmak
Eline geçmek (bir şey) (birisi) : -1 Kazanmak, elde etmek -2 Bul­mak -3 Yakalamak
Eline kalmak (birinin): Kendisine yardım edecek ya da bakacak on­dan başka kimsesi kait ak
Eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık: “Yaptığın iş iyi olmuş, teşek­kür ederim” anlamında
Eline su dökemez : “Bu kimse, adı geçen kimsenin çırağı bile olamaz, onunla aynı değerde değildir” anlamında
Eline vur, ekmeğini (ağzından) al: Sessiz, pısırık (kimse)
Elini ayağını çekmek (biri, bir yerden) : Oraya uğramaz olmak, artık oraya gitmemek
Elini ayağını kesmek (birinin, bir yerden) : Onun oraya uğramasını engellemek
Elini ayağını öpeyim : “Çok yalvarıyorum” anlamında bir şeyin yapıl­masını isterken söylenir
Elini cebine atmak : Cebinden pars çıkarmak için davranmak
Elini çabuk tutmak : Bir işi çabuk yapmaya çalışmak
Elini eteğini çekmek (bir şeyden) : O şeyle ilgisini tümüyle kesmek
Elini kana bulamak : Bir kimseyi yaralamak ya da öldürmek
Elini kolunu bağlamak (bir şey, birinin) : O şey onu hiçbir iş yapama­yacak duruma getirmek
Elini kolunu sallaya sallaya dolaşmak (gezmek) : Pervasızca, ser­bestçe, çekinmeden dolaşmak
Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir yere eli boş olarak, hiçbir ar­mağan almadan gitmek
Elinin altında : Her zaman kolayca yararlanabileceği yerde ve yakınlık­ta
Elinin körü: “Sorduğun sorular yeter artık, kötü sözler söyleyeceğim şimdi!” anlamında paylama sözü
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir işe el sürme­mek, çok nazlı olmak
Elini sürmek (bir şeye, birine) : -1 bk elini sürmemek -2 Birine her­hangi bir kötülük yapmak; dövmek, tecavüz etmek
Elini sürmemek (bir şeye) : -1, O şeyi eline almamak, o işi yapma­mak -2 Tenezzül etmemek
Elini uzatmak (birine) : Ona yardım etmek, destek olmak
Elini veren kolunu alamaz: ‘Çıkara bir kimsedir Senin cömert, yar­dımsever biri olduğunu anlarsa, elinden zor kurtulursun” anlamında
Elini vicdanına (kalbine) koyarak (söylemek) : Doğru, hakça (söyle­mek); gerçekleri, doğruları gizlemeden (söylemek)
Eli olmak (bir şeyde) : -1 Bir işe herhangi bir biçimde katkıda bulun­mak -2 Bir işle gizli bir ilişkisi olmak
Eli para görmek : Para kazanmak, cebi para görmek
Eli sıkı: Cimri, kolay para harcamayan (kimse)
Eli silah tutmak: Silah kullanıp savaşabilecek durumda olmak
Eli sopalı: Zorba, sert, baskıcı (kimse, yönetim)
Eli şakağında : Düşünceli, tasalı, kaygılı
Eli uzun : Fırsatını bulunca eline geçirdiklerini aşıran, hırsız
Eli varmamak (gitmemek) (bir şeye): Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak; o işi yapmak için içinde bir istek duymamak
Eli yatkın (bir işe) : O işe alışkın, becerikli (kimse)
Eli yatmak (bir işe): Bir işi yapabilecek el becerisi edinmiş olmak
Eliyle koymuş gibi (bulmak) (bir şeyi, birini): Aradığını hemen, kolayca (bulmak)
Eli yüzü düzgün : Yüzüne bakılabilir olan, güzelce (kimse)
El kadar: Çok küçük (Kars Bacak kadar)
El kaldırmak : -1 Söz istemek ya da oy verdiğini belirtmek için elini havaya kaldırmak -2 Kendisinden büyüğe vuracakmış gibi davra-mak
El kapısı: -1 Yabancıların evi, yurdu -2 Bir kızın gelin gittiği ev -3 Ki­şinin geçimini sağladığı işyeri
El kiri: Hiçbir değeri olmayan, geçici (özellikle para için söylenir)
El koymak (bir şeye) : -1 Bir şeyi, kendi buyruğu altına almak; bir ye­rin yönetimini kendi yetki sınırlan içine almak -2 Bir yolsuzluğu orta­ya çıkarmak için incelemesine girişmek
Ellerin dert görmesin : “Allah razı olsun” anlamında iyi dilek sözü
Eller yukarı: “Ellerini yukarı kaldır ve teslim ol!” anlamında uyarı sözü
Elle tutulacak tarafı kalmamak : -1 Sağlam tarafı kalmamak -2 Kendisine güvenilmemek
Elle tutulacak tarafı olmamak : Değerli, güvenilir bir yönü bulunma­mak
Elle tutulur gözle görülür : Çok belirgin, çok açık olan
El sıkışmak : İki arkadaş karşılaştıklarında sevgi ve saygı gereği birbirlerinin ellerini tutup, hafifçe sıkmak
El sıkmak: Selamlaşmak için iki kişi birbirlerinin ellerini tutmak
El sürmemek (bir şeye, birine) : -1 Onu ellememek, ona bir zararı dokunmamak -2 Bir işi yapmaya başlamamak -3 İlgilenip eline al­mamak
El tutmak : Bir iş vakit almak, uzun sürmek
El uzatmak (birine) (bir şeye) : -1 O kimseye yardım etmek -2 Başkasınıın İşine, çıkarına dokunmak, kendisine ait olmayan bir şey üze­rinde Ihak iddia etmek
El uzluğu : El alışkanlığı, ustalık, maharet
El üstünde tutmak (birini) : Ona çok değer vermek, aşırı saygı ve sev­gi göstermek
El vermek (birine) : -1 Ona yardım etmek -2 Mürit mürşide başkalarına yol gösterme izni vermek -3 Birine bir konuda yetki vermek -4 İskambil oyunlarında karşı tarafa oyun üstünlüğü tanımak
El yatkınlığı: -1 İşe alışmış olma durumu -2 El işlerini yapmakta yet­kin olma
El yordımıyla : Görmeden, elle yoklayarak

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



Emeği geçmek: Bir işin yapılmasında özenle, çok çalışmış olmak
Emek çekmek: Bir işin yapılmasında çok çalışmak
Emek vermek (bir şeye) (birine) : -1 Bir şeyin meydana gelmesi için özen göstererek Çok çalışmak -2 Bir kimsenin yetişmesi için büyük çaba harcamak
Emir büyük yerden : İtiraz edilemeyecek buyruklar İçin söylenir
Emniyet etmek (birine) : Ona güvenmek, emanet etmek
Emniyet vermek (birine) : Ona güven duygusu vermek
Endazeye vurmak (bir şeyi) : Onu hesaplamak, ölçmek
Endişe duymak (bir şeyden) : O şey için kaygılanmak, tasalanmak
Engel çıkarmak (birine) ; Bir işin yapılmasını zorlaştırmak
Eninde sonunda (önünde sonunda): Ne zaman olsa, en sonunda, kaçınılmaz olarak
Enine boyuna : -1 Her yönüyle, eksiksizce -2 İriyarı, gösterişli (kim­se)
Eni konu : Eksiksizce, her yönüyle (Kars İyiden iyiye)
Ensesi kalın : Maddi durumu yerinde olan (kimse)
Ensesinde boza pişirmek : Bir işi yapması, bitirmesi İçin sürekli uyar­mak, tedirgin etmek
Ensesine binmek : Baskı altında tutmak, bir işi yapmaya zorlamak
Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak (Kars Yakasına yapış­mak)
Ense yapmak: Hiçbir işle uğraşmadan, keyfinoe yaşamak
Entrika çevirmek : Hile düzenlemek
Er geç : Ne vakit olsa, erken ya da geç
Eriyip bitmek: -1 Çok zayıflamak, incelmek -2 Çok aa çekmiş ol­mak
Eriyip gitmek : Yok olmak
Erkek Fatma (Ayşe) : Erkekler gibi davranan kızlar için kullanılır
Esamisi okunmamak: Hiç önem ve değer verilmemek, adı geçme­mek
Es geçmek (bir şeyi, birini) : Üzerinde durmamak, aldırış etmemek, boş vermek, önemsememek
Eski çamlar bardak oldu : “Zaman değişti, eski durumların önemi ve değeri kalmadı” anlamında
Eski defterleri karıştırmak : Geçmişteki olayları bir yarar umarak ya da başka bir amaçla yeniden ele almak, anımsatmak
Eski göz ağrısı: Birinin çok eskiden sevgilisi durumunda olan kimse (özellikle kız, kadın); İlk göz ağrısı
Eski kafalı: Geçerliğini az ya da çok yitirmiş düşünceleri savunan, es­ki yaşam biçimine bağlı (kimse) (Kars Geri kafalı)
Eski köye yeni âdet: Geleneklerine, eski yaşam biçimine bağlı bir topluluğa yadırganan bir yenilik getirmek
Eski kurt : Mesleğin inceliklerini bilen, aldatılması olanaksız kimse
Eski tas eski hamam : “Değişen hiçbir şey yok, eski durum devam ediyor” anlamında
Eski toprak : Yaşlandığı halde dinç kalmış (kimse)
Eski tüfek: Herhangi bir alanda en kıdemli olan, bilgi, deneyim yö­nünden en zengin olan (kimse)
Esrar kumkuması (kutusu, küpü) : Neyin nesi olduğu, ne ile uğraştı­ğı bilinmeyen kimse için söylenir
Esrar perdesi: Bir olayın gerçek yüzünün anlaşılmasını güçleştiren özelliklerin tümü
Eş dost: Tanıdıklar, bildikler, ahbaplar
Eşek başı mısın? : “Yetkini kullanmayıp neden gevşek davranıyor­sun?” anlamında
Eşek cenneti: Öbür dünya
Eşek kadar olmak : Büyüdüğü halde akıllanmamak
Eşek sudan gelinceye kadar dövmek (birini): Onu uzun bir süre İyi­ce dövmek
Eşek şakası: Ağır el şakası
Eşref saati gelmek : Uygun, elverişli zamanı gelmek
Etekleri tutuşmak : Çok telaşlanmak, kaygıya düşmek
Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek
Etek öpmek : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; el etek öpmek
Eti budu yerinde, (etine buduna dolgun) : Semiz, tombul (özellikle kadın, kız)
Eti ne, budu ne? : Bir kimsenin küçük, cılız veya olanaklarının sınırlı, parasını az olduğunu anlatmak için söylenir
Etine dolgun : Tombul (kimse) (Kars Balık etinde)
Eti senin kemiği benim : Eskiden velilerin çocuklarını eğitimciye, usta­ya teslim ederken söyledikleri söz
Et kafalı: Anlayışsız, kalın kafalı (kimse)
Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı dostlar için söylenir
Etliye sütlüye karışmamak: -1 Kendini ilgilendirmeyen işlere karış­mamak -2 Kendi halinde yaşamak
Etmediğini bırakmamak (komamak): Elinden gelen her türlü kötülü­ğü yapmak
Etrafında dört dönmek : İstediğini elde etmek ya da korumak için biri­nin yanından ayrılmamak
Ettiği (yaptığı) hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek : Bir İşte ver­diği zarar yaptığı iyilikten büyük olmak
Ettiğini bulmak : Yaptığı kötülüğün karşılığını bulmak
Ettiğini yanına bırakmamak: Yaptığı kötülüğe kötülükte karşılık ver­mek, ondan öcünü almak
Ettiği yanına (kâr) kalmak : Yaptığı kötülük karşılıksız kalmak, yaptığı kötülüğün cezasını görmemek,
Ettiğiyle kalmak: Düşündüğü kötülüğü yapamadığı için üzüntü ve utanç içinde kalmak
Ev açmak : Ayrı bir eve yerleşmek, evlenmek
Ev bark : -1 Ev -2 Çoluk çocuk, ev halkı
Evde kalmak ; Kız, yaşı ilerlemesine karşın evlenememiş olmak
Evdeki hesap çarşıya uymamak : Tasarlanan bir şey başka biçimde gerçekleşmek, sonuçlanmak
Evin direği: -1 Kadın için koca, eş -2Evİn geçimini sağlayan kimse
Evirmek çevirmek (bir şeyi),: O şeyin her >a>ını iyice gözden geçir­mek
Evlerden uzak (ırak) : ‘Kimsenin başına bu tür felaketlerin gelmeme­sini dilerim” anlamında
Evvel Allah : “Allah’ın yardımıyla” anlamında pekiştirme sözü
Evvel âr idi, şimdi kâr oldu : “Önce ayıp sayılırken şimdi beğenilen bir davranış oldu” anlamında
Ev yıkmak : -1 Karı ile koca arasına fitne sokup, ayrılmalarına yol aç­mak -2 Bir ailenin geçim yollarını ortadan kaldırıp perişan olmaları­na yol açmak
Eyvallah demek (bir şeye) (birine) : -LRazı olmak, kabul etmek -2 Aliaha ısmarladık demek
Eyvallah etmemek (birine) : Birinin minneti altına girmemek, birine boyun eğmemek
Eyvallahı olmamak (birine, hiç kimseye) : Ona, onlara minneti, gö- nül borcu olmamak
Ezbere iş görmek : İncelemeden, gelişigüzel iş görmek
Ezbere konuşmak : Aslını arayıp sormadan, bilmeden konuşmak
Ezilip büzülmek : -1 Konuşurken sıkılmak, çekinmek, güç duruma düşmek -2 Utangaç ya da kibarca davranışlarda bulunmak

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< F >>

Faka basmak: Tuzağa düşmek, aldatılmak; tongaya basmak
Fal açmak (fala bakmak) : Suya bakarak, kitap, iskambil kâğıdı aça­rak gelecekten haber vermek
Falakaya çekmek (yatırmak) (birini): Ayaklarını falakaya bağlayarak tabanlarını kalın bir sopa ile dövmek
Fareler cirit atmak (oynamak) (bir yerde) : O yerde hiç kimse bulun­mamak, o yer bomboş, ıpıssız olmak
Fark atmak: -1 Fazla sayı yapmak -2 Benzerlerinden çok farklı ot-mak, onları geçmek
Fark etmez: -1 “Hiçbir önemi, etkisi yoktur” -2 “Hiçbir değişiklik yap­maz” anlamında
Fark gözetmek : Ayrım yapmak, birini Ötekinden ayrı, üstün tutmak
Farkına varmak : -1 Bir şeyin var olduğunu anlamak, sezmek -2 Ara­larında fark bulunduğunu anlamak
Farkında olmamak (olmak): Ne olup bittiğini anlamamak (anlamak)
Fark yapmak : Oyunlarda yenmek
Fasit daire : bk Kısır döngü
Fasulye gibi kendini nimetten saymak : Kendine aşırı bir değer ver­mek
Fatiha okumak (bir şeye, ruhuna) : O şeyden umudunu kesmek
Fazla gelmek : Gereğinden, alışılmıştan fazla olmak
Fazia kaçırmak : -1 Her zamankinden fazla yemek, İçmek -2 Bir şe­yi normalinden fazla yapmak
Fazia olmak : Başkalarını rahatsız edecek davranışlarda bulunmak
Felce uğramak : İşlemez, yürümez, çalışmaz duruma gelmek
Feleğin çemberinden geçmiş : Başından pekçok iyi kötü olay geçmiş olan (kimse) (Kars Görmüş geçirmiş)
Feleğini şaşırmak: Ne yapacağını bilemez duruma gelmek
Feleğin sillesini yemek: Büyük bir yıkıma uğramak
Felekten bir gün çalmak: Neşeli, eğlenceli bir gün geçirmek
Fellik fellik (fellek fellek) aramak (birini, bir şeyi): Onu her yerde te­laşla, heyecanla aramak
Felsefe yapmak: Bir olayın nedenleri ve sonuçları hakkında değişik görüşler ileri sürmek
Fena olmak : -1 Bozulmak -2 Çok üzülmek -3 Hasta gibi olmak
Fenasına gitmek : Üzülmek, sinirlenmek, üzerinde kötü bir etki bırak­mak
Fenaya çekmek (bir şeyi) : O şeye kötü bir anlam vermek
Fena yapmak (birini) : Onu kötü bir duruma düşürmek
Fener alayı: -1 Şenlik gecelerinde bir topluluğun ellerinde fenerler ya da meşalelerle kenti dolaşarak yaptıkları gösteri -2 Bu gösteriyi ya­pan topluluk
Feneri nerede söndürdün? : “Nerede kaldın? Çok geciktin” anlamın­da şaka yollu söylenir
Ferah tutmak (gönlünü, içini, kalbini) : Sevinçli olmak, tasalanma­mak, sıkılmamak
Ferman çıkmak : Yetkili bir kimse tarafından bir işin yapılması konu­sunda buyruk verilmek
Ferman dinlememek : Hiçbir kural, yasa, buyruk tanımamak
Feryadı basmak : Tehlikeli, korku verici bir durumla karşılaşınca bağı­rıp çağırmaya başlamak
Fesat karıştırmak (çıkarmak, kaynatmak) : İnsanların arasını boza­cak işler yapmak
Fırsat düşmek (çıkmak) ; Uygun bir ortam ortaya çıkmak
Fırsatı ganimet bilmek: Önüne çıkan fırsatlardan hemen yararlan­mak
Fırsatı kaçırmak: Yarar sağlayacağı uygun durum ve zamanı değer- lendirememek
Fırsatını düşürmek : Uygun, kolay bir yol bulmak
Fırsat kollamak : Bir iş için elverişli zaman ve durumu kollamak
Ftrsat vermek (tanımak) (bir şeye, birine) : Bir işi gerçekleştirmek İçin uygun durum hazırlamak; zaman vermek
Fısıltı gazetesi: Toplumu ilgilendiren bir olayın dedikodu biçiminde kulaktan kulağa yayılması
Frtık etmek (birini) : Onu çok kızdırmak ; sinirlendirmek
Fıtık olmak (birine) : Ona çok kızmak, sinir olmak
Fikir almak (birinden, bir şeyden): -1 Bir konuda yetkili bir kimse­den bilgi almak, o kişinin düşüncesini sormak -2 O konuda bilgi sa­hibi olmak
Fikir vermek (birine) (bir şey) : -IBir konuda yol gösterici nitelikteki düşüncesini bildirmek -2 İnsanı bir düşünceye, inanca ulaştırmak
Fikir yürütmek : Herhangi bir konuda kendi düşüncesini söylemek
Filan feşmekan (filan falan) : Adının belirtilmesine gerek olmayan kimse ya da şeylerin yerine kullanılır
Filinta gibi: Genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı (kimse)
Fincancı katırlarını ürkütmek: Zarar verebilecek bir kimseyi kızdıracak bir davranışta bulunmak
Fink atmak : Keyfince, gönlünce gezip dolaşmak
Fire vermek : -1 Miktarı azalmak -2 Kötü durumu görülmek
Fi tarihinde : Çok eski bir zamanda
Fitil etmek (birini) : Onu çok kızdırmak
Fitil gibi olmak : Çok sarhoş olmak
Fitili almak : Birdenbire öfkelenmek
Fitil olmak (birine) : Ona çok kızmak; öfkelenmek
Fitil vermek (Birine): Onu kızdırmak, kışkırtmak
Fitne fücur: Çok fitneci, kışkırtıcı, arabozucu (kimse)
Fitne sokmak: Asılsız söz ve haberlerle, insanların arasında geçimsiz­lik yaratmak
Fit olmak : -1 Birinin bir davranışına denk düşen bir davranışta bulu­narak ödeşmek -2 Razı olmak, uygun bulmak
Fit sokmak (vermek) : Birini bir başkasına karşı kışkırtmak, aralarını açmak
Fiyaka satmak : Gösteriş yapmak; çalım satmak
Fiyat biçmek: Fiyatını belirlemek; değer biçmek
Fiyatı (fiyatları) dondurmak : Bir malın, hizmetin fiyatının yükselmesi­ni önleyici önlemler almak
Fiyat kırmak : Rekabet vb amaçlarla bir malın fiyatını indirmek
Fiyat vermek : Bir malın, hizmetin para olarak karşılığını bildirmek
Fol yok yumurta yok : “Ortada konuyla ilgili belli bir neden yok” anla­mında
Fos çıkmak: -1 (Birinin) Bir işe yaramadığı anlaşılmak -2 Bir iş, bek­lenen sonucu vermemek
Foyası meydana çıkmak: Bir kimsenin kötü bir yönü bir vesileyle bir süre sonra anlaşılmak

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< G >>

Gafil avlamak (birini): Onu habersiz ve hazırlıksız olduğu bir sırada bastırmak, güç duruma düşürmek
Gaf yapmak: Farkında olmadan yersiz bir davranışta bulunmak ya da bir kimseyi incitecek söz söylemek (Kars Baltayı taşa vurmak, çam devirmek, pot kırmak)
Gaipten haber vermek : Gelecekte neler olacağını söylemek, bilinme­yen âlemden haber vermek
Galebe çalmak: Üstünlük sağlamak, yenmek
Galeyana gelmek : Bir şeyden çok etkilenmek, heyecanlanıp coşmak
Galeyana getirmek (birini, bir topluluğu) ; Onu, o topluluğu etkileyip coşturmak
Galip gelmek (çıkmak): Yenmek; üstün gelmek
Garaz bağlamak (birine) :Ona karşı düşmanca duygular beslemek; kin beslemek (bağlamak)
Gargaraya getirmek : Gürültüye getirerek bir sözün, bir eylemin öne­mini, etkisini hafifletmek, dikkatten kaçırmak
Garibine gitmek: Garip bulmak, yadırgamak; acayibine gitmek, tuha­fına gitmek
Garip gelmek: Garipsemek, yadırgamak; acayip gelmek, tuhaf gel­mek
Gâvur etmek (bir şeyi): Onu işe yaramayacak duruma getirmek, zi­yan etmek
Gâvur eziyeti: Acımasız, zalimce davranış, güç; zahmetli iş
Gâvur inadı: Önüne geçilemeyen inat; keçi inadı
Gâvurluğu tutmak (gâvurluk etmek) : -1 İnsafsızca davranmaya baş­lamak -2 İnatlaşmak, inat etmek
Gâvur olmak :Boş yere harcanmak, heder olmak
Gâvur ölüsü gibi: Çok ağır ve hantal olan (şey)
Gayret dayıya düştü : “Söz konusu iş onu başarabilecek olana kaldı” anlamında
Gayya kuyusu : İşlerin karmakarışık, içinden çıkılmaz olduğu durum, ortam
Gaza basmak: -1 Taşıtın hızını artırmak için gaz pedalına basmak -2 Savuşmak, kaçmak; defolmak
Gazaba gelmek : Çok öfkelenmek
Gazaba uğramak: Bir kimsenin öfkesini üzerine çekmek
Gebe bırakmak (birini): Onu borçlu duruma getirmek
Gebe kalmak (birine) : Ona borçlu durumda olmak
Gece gündüz : Her zaman, hiç ara vermeden, sürekli olarak
Gece gündüz dememek : Vaktin uygun olup olmadığına bakmadan sürekli çalışmak
Gece kuşu : Gece vakti gezmesini, iş görmesini seven, geceleri uyu­mayan (kimse)
Geceli gündüzlü : Gece gündüz, hiç ara vermeden, sürekli olarak
Gece silahlı gündüz külahlı: Kendini iyi insan gibi gösteren, fakat sez­dirmeden kötü işler yapan (kimse)
Geceyi gündüze katmak : Gece gündüz durmaksızın çalışmak
Geçer akçe : Herkesçe beğenilen şey için kullanılır
Geçer not almak : Uygun bulunmak, beğenilmek
Geçim dünyası: -1 Herkesle iyi geçinmek gerektiğini anlatmak için kullanılır -2 “Herkes için en önemli konu geçimini sağlayacak yolu bulmasıdır” anlamında kullanılır
Geçim kapısı: Kazanan sağlandığı işyeri; ekmek kapısı
Geçim yolu : Yaşamak İçin kazanç bulma yolları, çareleri
Geçinip gitmek : -1 Yaşamını iyi kötü sağlayabilecek bir geliri olmak -2 Başkalarıyla ilişkileri önemli sorun yaratmayacak düzeyde olmak
Geçmiş ola : -1 “Geçmiş olsun” -2 “Bu fırsatı bir daha ele geçiremez­sin Yazık olur (oldu)” anlamında
Geçmiş olsun : “Hastalığınız, geçirdiğiniz kaza ya da felaketin geçmiş olmasını, bir daha böyle üzüntülerle karşılaşmamanızı dilerim” anla­mında
Geçti Bor’un pazarı (sür eşeğini Niğde’ye): ‘Bu fırsatı kaçırdın, yeni bir fırsat aramaya koyul” anlamında
Geleceği varsa göreceği de var: “Yiğittik taslayıp kötülük yapmak için gelmeye niyeti varsa, buyursun gelsin, ona haddini bildiririz” an­lamında tehdit yollu söylenir
Gelen ağam, giden paşam : “Başa kim gelirse gelsin benim İçin fark etmez, ben kendi işime bakarım” anlamında
Gel gelelim : “Ne çare ki” anlamında
Gel keyfim gel: -1 “Genel olarak durumumdan oldukça memnu­num” anlamında -2 Durumu iyi olanlara gıpta yollu da söylenir
Gel zaman git zaman : Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra
Gemi aslanı: Gösterişli olan, fakat hiçbir İşe yaramayan (kimse)
Gemi azıya almak : Hiçbir şekilde söz dinlemez olmak, kural tanımamak
Gem vurmak (birine) (duygularına) : -1 Onun taşkın, aşırı davranış­larını önlemek, önleyecek girişimde bulunmak -2 Duygularına ha­kim olmak
Geri çevirmek (bir şeyi, birini): -1 Onu kabul etmemek -2 Onu gel­diği yere göndermek
Geriden geriye : -1 Uzaktan -2 Gizlice
Geri durmamak (bir şeyden) : O şeyi yapmaktan kaçınmamak (Kars Aşağı kalmamak)
Geri hizmet: Kolay, yorucu olmayan görev
Geri kafalı : Tutucu, gerici; yenilikler karşı çıkan, düşünce ve davranış­larıyla eskiye bağlı olan (kimse) (Kars Eski kafalı) ,
Geri kalmak : -1 Nitelik ve zaman yönünden geride bulunmak -2 Benzerliklerinden daha az gelişmiş olmak
Geri tepmek : Yapılan bir davranış benzer bir davranışla karşılanmak, ters etki göstermek
Geyik muhabbeti: Yararsız anlamsız uzun konuşma, gevezelik
Gezip tozmak : Gönlünün İsteğince gezmek
Gıcık almak (kapmak) (bir şeyden, birinden) : Onun söz ve davra­nışlarından, kimi özelliklerinden hoşlanmamak; dahası sinirlenmek
Gıcık olmak (birine, bir şeye) : Bir davranışa ya da bir kimseye sürek­li olarak sinirlenmek
Gıcık tutmak : Boğazı gıcıklanmak
Gıcık vermek : Birini kıskandıracak davranışlarda bulunmak
Gıkı (bile) çıkmamak (gıkını bile çıkarmamak) : -1 Çok sessiz uslu durmak -2 Baskı karşısında tek söz söylememek
Gına gelmek (getirmek) (birine, bir şeyden): O şeyden bıkmak, usanmak
Gırgır geçmek (biriyle) : -1 Onunla alay etmek -2 Gevezelik etmek
Gırgırında olmak (İşin) : O şeye gereken önemi vermemek, onu dik­kate almamak; eğlenmek, dalga geçmek
Gırla gitmek : -1 Uzun sürmek -2 Bol bol harcamak
Gırtlağına basmak : Bir kimseye bir işi yaptırmak için baskı yapmak; boğazına basmak
Gırtlağına kadar borcu olmak : Çok miktarda borcu olmak; boğazına kadar borca girmek
Gırtlağına sarılmak : Kavga etmek, peşini bırakmamak; boğazına sarılmak
Gırtlağından kesmek: Para biriktirmek için yiyeceğinden kısıntı yapmak; boğazından kesmek
Gırtlak derdi: Geçim kavgası
Gırtlak gırtlağa gelmek (biriyle) : Onunla kavgaya tutuşmak; boğaz boğaza gelmek
Gibi gelmek (gibisine gelmek) : Sanısını uyandırmak, sanmak, (…) gi­bi görünmek
Gidiş o gidiş : “Sözü edilen kimse gitti ve bir daha geri dönmedi” an­lamında
Girdisi çıktısı: -1 Birinin yakın ilgisi -2 Bir şeyin ayrıntıları -3 Gelir ve gideri
Gitti gider: “Artık ele geçmemek üzere gitti” anlamında
Gizliden gizliye: Gizli olarak, çaktırmadan (Kars Alttan atta, el altın­dan, arkadan arkaya, içten içe)
Gizli din taşımak: Din, inanç, görüş yönünden göründüğü gibi olma­mak
Gizli kapaklı: Başkalarından saklanan, kimseye haber verilmeden ya-pttan (iş, konuşma)
Gizlisi kapaklısı olmamak : Başkalarından gizlenecek herhangi bir şe­yi olmamak
Gizli tutmak (bir şeyi): Bir olayı, bir haberi hiç kimseye duyurma­mak, açıklamamak
Göbeği beraber kesilmiş ; “Her’zaman onunla birliktedir, ondan hiç ayrılmaz” anlamında
Göbeği çatlamak: Bir işi başarmak için çok zorlanmak, uğraşmak
Göbek adı : Çocuğun göbeğini keserken ebenin koyması âdet dan ad
Göbek atmak : -1 Oynarken karnını yukarı doğru hareket ettirmek -2
Çok sevinmek
Göbek bağlamak (salmak) : Göbeği sarkacak ölçüde şişmanlamak,göbeklenrnek
Göğsü kabarmak (bir şeyden) : Ondan büyük övünç duymak, kıvan­mak
Göğsünü gere gere : Övünerek, kendine güvenerek, kıvanç duyarak
Göğüs geçirmek: Üzüntü nedeniyle derin derin nefes alıp vermek (Kars İçini çekmek}
Göğüs germek (bir şeye) : Her türlü güçlüğe dayanmak, bilinçlice karşı koymak, direnmek
Gök gözlü: -1 Göz rengi maviye çalan (kimse) -2 Gözleri bu renk olanların hainliğini belirtmek için kullanılır
Göklere çıkarmak (birini) : Onun yaptıklarını, niteliklerini abartarak öv­mek, onu yüceltmek (Kars Övgüler düzmek)
Gökte ararken yerde bulmak (bir şeyi, birini) : Ele geçirilmesi güç
sanılan bir şeyi, birini kolayca bulmak
Gökten zembille mi indi? : “O kimsenin ne ayrıcalığı var ki başkaları­na tanınmayan haklar ona tanınıyor?” anlamında
Gölgede bırakmak (bir şey, bir şeyi) (biri, birini) : -1 Bir şey nitelik yönünden daha üstünolmak -2 Bir kimseden daha başarılı olup de­ğerce ondan üst düzeyde olmak
Gölge düşürmek (bir şeye) : Bir şeyin bilerek ya da bilmeyerek değe­rini azaltmak
Gölge etmek : Rahatsız etmek, engel olmak Gölgesinden korkmak : Kuruntulu olmak, tehlikesiz işlere girişmekten bile korkmak
Gönlü bol: Cömert, eli açık (kimse)
Gönlü çekmek (bir şeyi) : Ona imrenmek, onu canı istemek (Kars
Ağzı sulanmak, canı çekmek, içi çekmek)
Gönlü gani (gönlü gözü gani): Cömert, eli açık, gözü tok (kimse)
Gönlünden geçirmek (birini, bir şeyi) : Onu şöyle bir düşünmek, iste­mek; içinden geçirmek
Gönlünden kopmak: Bir kimseye, o an içinden geçtiği kadar iyilikte
bulunmak
Gönlüne doğmak: Bir şeyin olacağını önceden sezgi yoluyla bilmek;
içine doğmak
Gönlünü almak: Kırgın, küskün birini güzel sözlerle ya da bir arma­ğanla sevindirmek, memnun etmek ( Kars Hatırını hoş etmek)
Gönlünü çelmek : -1 Bir kimsenin sevgisini kazanmak -2 Birisini ken­dine âşık etmek
Gönlünü etmek (yapmak) : Onu razı etmek, hoşnut etmek
Gönlünü hoş etmek: Bir kimseyi istediğini yerine getirerek sevindir­mek
Gönlünü kaptırmak (birine) : Ona âşık olmak
Gönlünü kırmak : Bir kimseyi kaba söz ve davranışlarla üzmek, küstür­mek; kalbini kırmak
Gönlü olmak : Razı olmak, hoşnut olmak
Gönlü tok : Yetinmesini bilen kimse; gözü gönlü tok Gönül almak: Bir kimseyi uygun bir davranışla ya da armağanla se­vindirmek
Gönül bağı: Duygusal ilişki, sevgi-bağı
Gönül borcu: Yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetme; min­net, şükran
Gönül hoşluğuyla (rızasıyla) : İsteyerek, severek
Gönül kırmak : Birini incitmek, gücendirmek; kalp kırmak
Gönül vermek (birine) (bir şeye): -1 Ona âşık olmak -2 Ona sevT giyle bağlanmak
Göreyim seni: -1 “Senden başarılı olmanı bekliyorum” -2 “Dediğimi yap, karşılığını görürsün” anlamında
Görmezlikten (görmemeztikten) gelmek : Görmemiş gibi davran­mak
Görmüş geçirmiş : Yaşam deneyimi zengin olan, tecrübeli (kimse) (Kars Feleğin çemberinden geçmiş, kaçın kurası)
Görülecek hesabı olmak (biriyle) : Onunla aralarında çözümlenecek bir sorunu olmak
Görünüşü kurtarmak : Küçük düşürücü herhangi bir olayı geçiştirmek, örtbas etmek
Görüp göreceği rahmet bu : “Göreceği tek yardım, tek iyilik budur” anlamında
Görüş açısı: Bir şeyi değerlendirme biçimi; bakış açısı
Görüşeni karışanı olmamak : Hiç kimse o kişinin işine karışmamak
Gösteriş yapmak : İlgi çekmek, kıskandırmak gibi amaçlarla göze çarpan davranışlarda bulunmak
Gözaltına almak (gözattı etmek) (birini) : Onu belli bir yerde oturmak zorunda bırakıp hareketlerini denetlemek, onu gözetim altında tut­mak
Göz açamamak: İşlerin çokluğu yüzünden başka hiçbir şeyle ilgilenememek
Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok kısa bir süre içinde
Göz açtırmamak (birine) : Ona herhangi bir şey yapma fırsatı vermemek
Göz alabildiğine : Gözün görebildiği en uzak yerlere kadar
Göz alıcı: Güzelliği ilgi çeken
Göz ardı etmek (bir şeyi) : Onu görmezlikten gelmek, ona gereken il­giyi, önemi göstermek
Göz atmak (bir şeye, yere) : Ona, üzerinde pek durmadan şöyle bir bakmak
Göz aydına gitmek: Birinin sevindirici bir durumunu kutlamaya git­mek
Göz banyosu : -1 Göz hastalıklarının iyileştirilmesi İçin yapılan banyo -2 Kadınlara hoşlanarak bakma
Göz boyamak : Kötü bir şeyi iyi olarak gösterip aldatmak
Gözdağı vermek (birine) : Onu tehdit etmek, istediğini yaptırmak, ka­bul ettirmek için baskı yapmak (Kars Kafa tutmak, posta koymak)
Göz değmek (birine, bir şeye) : Uğursuzluk ya da kötülük getirdiğine inanılan kıskanç ya da hayran’ bakışlar nedeniyle kötü bir duruma düşmek; göze gelmek
Gözden çıkarmak (bir şeyi) : Bir şeyin elden gitmesine isteyerek ya da istemeyerek razı olmak, onu feda etmeye karar vermek
Gözden düşmek : Başkalarının sevgi, saygı ve güvenini söylediği söz­ler ya da yaptığı davranışlar nedeniyle yitirmek
Gözden geçirmek (bir şeyi) : -1 Ne olduğunu anlamak için ona iyice bakmak, incelemek -2 Onu okumak
Gözden kaçmak : Farkına varılmamak, görülmemek
Gözden kaybolmak: Görülmez olmak, yok olmak
Gözden uzaklaşmak: Ayrılıp görülmeyecek yere gitmek
Göz dikmek (bir şeye, birine) : Onu ne pahasına olursa olsun ele ge­çirmek istemek
Göz doldurmak: -1 Bir şey görünüşüyle umulan etkiyi yapmak -2 Bir kimse bir becerisi, başarısı vb’den ötürü beğenilmek
Göze almak (bir şeyi): Bir işi gerçekleştirmek için ortaya çıkabilecek bütün engelleri, tehlikeleri kabullenmek
Göze batmak: -1 Durumu, davranışları çevredekileri tedirgin etmek -2 Görünüşüyle dikkati çekmek: -3 Başkalarını kıskandıran bir mevki-ye yükselmek
Göze çarpmak: -1 Görünüşüyle dikkatleri üzerinde toplamak -2 Gö­rülmek, fark edilmek
Göze gelmek: -1, bk Göz değmek -2 Görünüşüyle başkalarının dik­katini çekmek
Göze girmek : Yaptıktarıyla çevresindekilerin sevgi ve güvenini kazan­mak
Göze görünmek: -1 Belli, açık olmak -2 Var olmadığı halde varmış gibi görünmek
Göze görünmemek: Ortalıkta dolaşmamak, saklanmak
Göze göz, dişe diş : Kötülüğe kötülükle karşılık verme yöntemi (Kars Kısasa kısas)
Göz etmek (birine): Ona göz ve kaşını oynatarak ne demek istediği­ni anlatmak; kaş göz etmek
Göz gezdirmek (bir şeye): Ona üstünkörü bakmak, şöyle bir bak­mak, onu yüzeysel olarak okumak, incelemek

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



Göz göre göre : -1 Herkesin gözü önünde -2 Çok açık olduğu hal­de
Göz göze gelmek : Bakışları karşılaşmak
Göz gözü görmemek: Sis, toz, duman gibi engeller yüzünden hiçbir şey görülmez olmak
Göz hakkı : İmrenilecek bir şeyden görenlere verilen pay
Göz kamaştırmak : -1 Görmeyi bulanıklaştırmak -2 Güzel bir şey bü­yük hayranlık uyandırmak
Göz kırpmak (birine) : -1 Gözkapağını bilinçli ya da bilinçsizce açıp kapamak -2 Bir kimsenin halini hatırını gözünü açıp kapayarak sor­mak -3 Söylediği sözün doğru olup olmadığını yanındakine işaretle anlatmak için gözünü açıp kapamak -4 Bir erkok bir kadınla dostluk kurmak için gözünü açıp kapayarak işaret etmek
Göz koymak (bîr şeye, birine) : Onu elde etmeyi amaçlamak
Göz kulak olmak (bir şeye, birine) : -1 Onu korumak amacıyla gözet­lemek -2 Ne olup bittiği hakkında görerek, duyarak bilgi toplayarak
Gözleri açılmak : -1 Uyanmak ~2 Bilinçlenmek; gerçeklerin, olup bi­tenlerin farkına varmak
Gözleri bayılmak : Uyku, istek gibi bir durum gözlerinden anlaşılmak
Gözleri dolmak (dolu dolu olmak) : Sevinçten ya da üzüntüden ağla­yacak kadar duygulanmak
Gözleri (gözü) dönmek: -1 Hastalık nedeniyle gözlerin renkli bölü­mü görünmez olmak -2 Aşırı istek ya da öfkeden ötürü saldıracak duruma gelmek
Gözleri fattaşı gibi açılmak : Hayretten, şaşkınlıktan dolayı gözleri nor­malden çok açılmak
Gözleri fıldır fıldır (oynamak): Zekice, meraklıca, çapkınca (bakmak)
Gözleri kamaşmak: -1 Çok ışık nedeniyle çevreye bakamaycak duru­ma gelmek -2 Hayran olmak, büyülenmek
Gözleri kan çanağına dönmek : Uykusuzluktan ya da çok ağlamaktan ötürü gözleri çok kızarmak
Gözleri (gözü) kapanmak : -1 Ölmek -2 İyice uykusu gelmek
Gözlerinden okumak (bir şeyi): Düşünce ve niyetlerinin ne olduğu­nu bakışlarından anlamak
Gözlerine inanamamak : Gördükleri karşısında şaşkına dönmek, gör­düklerine inanamamak
Gözlerini açmak (biri) (birinin) : -1 Uyanmak -2 Birisinin bilinçlen­mesine çalışmak
Gözlerini alamamak (bir şeyden, birinden): Duyduğu hayranlık ne­deniyle bakışlarını onun üzerinden ayıramamak
Gözlerini faKaşı gibi açmak : Şaşkınlıkla, hayretle bakmak
Gözlerinin içi gülmek: Sevinci gözlerinin parıldamasından belli ol­mak, yüzünden olduğu anlaşılmak
Gözleri sulanmak: Hastalık, güneşe bakma ya da sevinçten ötürü gözlerinden yaş gelmek; gözleri yaşarmak
Gözleri velfecri okumak : Gözlerinden zeki, fakat oynak, kurnaz, hileci olduğu anlaşılmak
Gözleri yaşarmak: -1 bk Gözleri sulanmak -2 Duygulandırın bir durum ya da olay karşısında ağlayacak gibi olmak
Gözleri (gözü) yollarda (yolda) kalmak : Sevilen bir kimseyi özlemle beklemek
Göz nuru dökmek: İyi bir yapıt ortaya koymak İçin dikkatli ve yorucu bir çalışma yapmak
Göz önünde tutmak (bulundurmak) (bir şeyi) : Bir şeyin nasıl sonuç­lanacağını, gerçekleşmesinin hangi koşullara bağlı olduğunu düşün­mek (Kars Dikkate almak, hesaba katmak)
Göz önüne getirmek (bir şeyi) : Onun nasıl olacağını düşünmek, onu gözünde canlandırmak, tasarlamak
Göz süzmek : Göz kapaklarını hafifçe birbirine yaklaştırarak nazlı nazlı bakmak
Göz ucuyla bakmak (bir şeye): Başını çevirmeden gözleriyle yan­dan, sezdirmeden bakmak
Gözü aç : Paraya, mal mülke doymak bilmeyen (kimse); aç gözlü
Gözü açık gitmek : Yapmak istediklerini gerçekleşti re meden ya da ya­pılmasını istediklerini görmeden ölmek
Gözü açılmak : Ne olup bittiğini anlayacak düzeye gelmek, bilinçlen­mek, gerçekleri görmeye başlamak -
Gözü alışmak (bir şeye) : İyi seçemediği bir şeyi bir süre sonra net olarak görmeye başlamak
Gözü arkada kalmak : Ayrıldığı kişinin ya da işin ne olduğunun mera­kı içinde olmak
Gözü dalmak : Gözünü bir noktaya dikip dalgın dalgın bakmak
Gözü dışarda : -1 Evli olduğu halde başka kadınlarla ilişki kuran (kim­se) -2 Oturduğu ya da çalıştığı yeri bırakıp başka yere gitmek iste­yen (kimse)
Gözü doymak : İstediğini elde ettikten sonra fazlasını istemez olmak
Gözü dönmek: Aşırı istek, Öfke gibi duyguların etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek
Gözü dünyayı görmemek: Hiç kimseye ya da şeye önem verme­mek; sadece önem verdiği kimseyle ya da şeyle ilgilenmek
Gözü gönlü açılmak: Neşelenmek, keyiflenmek
Gözü gönlü tok: Bulduklarıma yetinen, fazlasını istemeyen (kimse); gönlü tok
Gözü hiçbir şey görmemek : -1 bendini bütünüyle işine verip hiçbir başka şeyle ilgilenmez olmak -2 Öfkesinden ötürü sonucunun ne olacağını bilmediği kötü işler yapacak duruma gelmek
Gözü ısırmak (birini): Onu bir yerden tanıyacak gibj olmak; biri ona tanıdık gibi gelmek
Gözü ilişmek (bir şeye): Onu farkında olmadan görmek
Gözü kalmak : Beğenip de elde edemediği bir şeyi istemekte devam etmek
Gözü kapalı: -1 Düşünmeden, güvenle, hiç duraksamadan -2 Çevre­sinde olup bitenlerden habersiz
Gözü kara : Korkusuz, cesur (kimse)
Gözü kararmak : -1 Başı dönüp bayılacak gibi olmak -2 Ne yaptığını
bilmez duruma gelmek Gözü keskin: -1 Uzakları iyi görebilen (kimse) -2 İncelikleri fark
eden (kimse)
Gözü kesmek (bir şeyi) (birini) : Bir işi kendisinin ya da adı geçen ki­şinin yapabileceğine inanmak
Gözü korkmak : Tehlikeli bir işe girişmekten kaçınmak Gözü kör olsun : -1 “İstemiyorum, vazgeçtim” anlamında -2 Gerek­sinme duyulan şeyin yokluğu karşısında da söylenir
Gözüm çıksın : “Doğru söyle miyprsan» gözlerim kör olsun” anlamın­da
Gözüm görmesin (birini, bir şeyi) : “Artık onu görmek istemiyorum” anlamında
Gözün aydın : “Seni sevindiren olay kutlu olsun” anlamında
Gözünde büyümek (bir şey) : Bir şey olduğundan daha büyük ve güç görünmek
Gözünde büyütmek (bir şeyi) (birini) : Onu abartmak, olduğundan büyük ve önemli görmek
Gözünden kaçmak : Görememek, farkına varamamak
Gözünden uyku akmak : Çok uykusu gelmek
Gözünde tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek; burnunda tütmek
Gözüne batmak :‘ Tedirgin etmek, çok gelmek
Gözüne dizine dursun : ‘Yaptığım iyilikleri hiçe sayıyorsun, Tanrı bu­nun için cezanı versin” anlamında beddua sözü
Gözüne girmek: Çalışkanlığı ve tutarlı davranışlarıyla bir kimsenin sevgi ve güvenini kazanmak
Gözüne ilişmek : Onu dikkatlice aramadığı halde görmek
Gözüne kestirmek (birini) (bir şeyi) : -1 Onun bir işi başarabileceği­ne inanmak -2 Bir şeyi beğenmek, ele geçirebilmeyi tasarlamak
Gözüne uyku girmemek: Hiç uyumamak, uykusuz kalmak
Gözünü açmak: -1 Uyanık, dikkatli olmak -2 Bîr kimseyi bilgili kıla­rak gerçekleri görmesine yardıma olmak -3 Bir olay nedeniyle ger­çeği görmek -4 Bir kimseyi cinsel konularda bilgili ve deneyimli kıl­mak
Gözünü ayırmamak (alamamak) (bir şeyden, birinden): Ona sürek­li olarak bakmak, bakışlarını ondan, oradan ayıramamak
Gözünü daldan budaktan esirgememek (sakınmamak): Olur olmaz işlere girişmekten kaçınmamak, tehlikeleri önemsememek
Gözünü doyurmak: Bir şeyden bol miktarda vererek tatmin etmek
Gözünü dört açmak: Çok dikkatli olmak, aldatılmamak için uyanık bu­lunmak
Gözünü (gözlerini) kapamak: -1 Ölmek -2 Gormemezlikten gelmek
Gözünü (gözlerini) kan bürümek : Öfkesinden dolayı adam öldürme­ye kalkışmak
Gözünü kırpmadan : Çekinmeden, korkusuzca
Gözünü kırpmamak: Hiç uyumamak
Gözünü korkutmak : Çeşitli tehditlerle o işi yapmaktan alıkoymak
Gözünün içine baka baka : Cesaret ve soğukkanlılıkla, çekinmeden, cüret ederek
Gözünün içine bakmak : -1 Bir kimsenin üstüne titremek -2 Her iste­ğini yerine getirmeye hazır olmak
Gözünün önünden gitmemek : Onu bir türlü unutamamak, anısı zihin­de canlı olarak durmak
Gözünün önüne gelmek : Geçmişteki bir olayı, ilişki kurulan bir kimse­yi zihinde canlandırmak, tasarlamak, anımsamak
Gözünün yaşına bakmamak : Ağlayıp sızlanmasına aldırış etmemek, acımamak
Gözü olmak (bir şeyde, birinde) : Onu elde etmeyi çok istemek
Gözü tok : Fazla malda, mülkte gözü olmayan (kimse); gönlü tok, gö­zü gönlü tok
Gözü tutmak (birini, bir şeyi) : Onu beğenmek, ona güvenmek
Gözü uyku tutmamak : Bir türlü uyuyamamak
Gözü üstünde olmak : -1 Herkesin kıskandığı şey olmak -2 Herkesin dikkatini çekmek
Gözü üzerinde olmak : -1 Bir kfmsenin istenmeyen davranışlar yap­masına olanak vermemek için sürekli olarak gözetlemek -2 Başına bir şey gelmesin diye sürekli izlemek
Gözü yememek (bir şeyi) : Onu yapmaya bir türlü karar verememek; göze alamamak
Gözü yılmak (bir şeyden) : Daha önce denenen ve başarısız olunan birjşi yapmaya girişmekten çekinmek
Gözü yolda (yollarda) kalmak : Birinin gelmesini büyük bir merak ve istekle beklemek
Gözü yüksekte (yükseklerde) olmak : Zenginliğe, yüksek mevki ye ulaşmayı amaçlamak
Göz yummak: -1 Hataları, kusurları hoşgörüyle karşılamak -2 Gör­mezlikten gelmek, görmemek
Gurbete (gurbet etlere) düşmek : Çeşitli nedenlerle aile ocağından uzakta yaşamak
Gurur duymak (biriyle, bir şeyden) : Onunla övünmek, gururlanmak
Gururunu okşamak ; Bir kimsenin yüzüne karşi beğenilen /önlerini belirterek gurur duymasını sağlamak
Gücü gücü yetene : “Kimin gücü kimin gücüne yetiyorsa” anlamında
Gücüne gitmek: Bir söz ya da davranış bir kimsenin gücenmesine yol açmak; ağırına gitmek, zoruna gitmek
Güçlük çıkarmak (birine): Bir iş yapılırken engeller, zorluklar yarat­mak; müşkilat çıkarmak, zorluk çıkarmak
Güler misin ağlar mısın? : Hem gülünecek, hem de üzülecek bir olay
karşısında söylenir
Güler yüz (göstermek) (birine): Ona yumuşak, sevecen bir tavır(takınmak)
Güler yüzlü : Yumuşak, sevecen kimse İçin söylenir
Gülüp geçmek : Bir söz ya da davranışın üzerinde durmamak, bunları önemsememek
Güme gitmek : -1 Hiç yere yok olmak -2 Boşu boşuna ölmek -3 Bir söz, bir düşünce başkalarının söz ve davranışları arasında kaynayıp
gitmek Gümrükten mal kaçırır gibi: Herkesten gizlemeye çalışarak, telaşla;
yangından mal kaçırır gibi
Gün almak (birinden) (bir yıldan): -1 Randevu almak, bir kimse ya da kuruluştan belli bir iş için uygun bir istemde bulunmak -2 Bir ya­şı birkaç gün geçmek
Günah (birinden) gitmek: Söz dinlemeyen bir kimseye son olarak uyanda bulunup rahatlamak, sorumluluğu o kişiye bırakmak
Günaha girmek: Günah işlemek, din yönünden suç sayılan bir iş yap­mış olmak
Günaha sokmak (birini) : Bir kimseye din yönünden suç sayılacak bir
iş yaptırmak
Günahı (vebali) boyuna : ‘Ben senin için bir iş yapıyorum, ama yaptı­ğım iş bir suç ise sorumlusu sensin” anlamında
Günahına girmek (günahını almak) : Bir kimseye yapmadığı bir işin, söylemediği bir sözün sorumluluğunu yüklemek, onun hakkında kötü düşünmek
Günahını çekmek : Yaptığı kötülüklerin cezasını çekmek
Günahını vermez: Günahını, en değersiz, kötü şeylerini dahi vermeye­cek ölçüde cimri olan (kimse)
Günden güne : Gün geçtikçe, her gün biraz daha
Güneş çarpmak (birine) : Güneş altında fazla kalıp hastalanmak
Güneş olsa kimsenin üstüne doğmamak: Durumu iyi olduğu halde hiç kimseye iyilik etmemek
Gün görmek : Mutluluk içinde yaşamış olmak
Gün görmüş : Başından pekçok olay geçmiş, yaşam deneyimi olan (kimse)
Gün günden : Gün geçtikçe
Gün ışığına çıkmak : Aydınlanmak, gerçekler ortaya çıkmak
Günleri sayılı olmak : -1 Bir yerde ancak birkaç gün daha kalabilmek -2 Ölümü yakın olmak
Günlük güneşlik : Aydınlık, güneşli, açık, iç açıcı yer ya da hava İçin kullanılır
Günü birliğine : Aynı gün içinde
Günü gününe : Tam vaktinde, gününü geçirmeden
Gününü görmek : -1 Çocuklarının, emek verdiği insanların mürüvveti­ni görmek -2 Yaptığı kötü bir işin davranışın karşılığını görmek, ceza­sını bulmak
Gününü gün etmek: Hiçbir sorunla ilgilenmeyip günlerini rahatça, hoşça geçirmeye bakmak
Gürültü çıkarmak (koparmak) : -1 Gürültü etmek -2 Tepkisini sert biçimde göstermek
Gürültüye gelmek: Bir düşünce çeşitli nedenlerle önem kazanma­mak, onun üzerinde durulmamak
Gürültüye getirmek (gürültüye boğmak) : -1 Bir düşünceyi ,bir işi, başka konuların araya girmesiyle görüşme dışı bırakmak -2 Karışık­lıktan yararlanarak istediğini gerçekleştirmek
Gürültüye gitmek : Bir düşünce, bir iş, araya başka konuların girme­siyle ilgi görmeyip unutulmak
Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak : Korkutmalara aldırmadan işini yürütmek (Kars Bildiğinden şaşmamak)
Güven beslemek (duymak) (birine) : Ona güvenmek; itimat besle­mek
Güvendiği dağlara kar yağmak : Güvendiği kimseden yardım gelme­mek, güvendiği şey işe yaramamak
Güven vermek : Güvenilir bir şey ya da kişi olduğu izlenimini vermek, böyle bir duygu uyandırmak; itimat telkin etmek

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler'in Açıklaması

Eski 10-10-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler'in Açıklaması



<< H >>

Ha babam (ha): -1 Durmadan, sürekli olarak -2 “Hadi göreyim se­ni” anlamında yüreklendirme sözü
Habbeyi kubbe yapmak: Pek önemi olmayan bir şeyi abartmak, önemliymiş gibi göstermek (Kars Pireyi deve yapmak)
Haber almak (birinden) : Birinden bir haber, bilgi öğrenmek, kendisi­ne haber iletilmek
Haber atlamak: Bir haberi zamanında alıp yayımlayamamak
Haber çıkmamak : Beklenen haber gelmemek, hakkında bilgi verilme­mek
Haberi olmak (bir şeyden): Onun hakkında bilgisi olmak
Haber salmak (birine, bir yere) : Ona, oraya haber göndermek
Haber vermek (birine): -1 Oha söz konusu şeyi bildirmek -2 Bir du­rumun belirtilerini yansıtmak
Ha bire : Hiç ara vermeden, sürekli olarak
Hacet kalmamak (bir şeye): Gereği olmamak, gereği kalmamak
Hacı ağa : Gelişigüzel yere para harcayan, kültürsüz (zengin)
Haciz konmak (koymak) (bir yere): Borçlunun malına mahkeme yo­luyla et konmak (koymak)
Haddi hesabı yok : “Sınırsız, ölçüsüz’ anlamında
Haddi mi? (haddine mi düşmüş?): “Onda bunu yapacak güç, yete­nek, cesaret yoktur” anlamında tehdit, küçümseme yollu söylenir
Haddini bildirmek (birine) : Ona, her işe burnunu soktuğu, küstahlık ettiği için sert bir karşılık vermek
Haddini bilmek : -1 Gücünü, yetkisini, yeteneğini bilmek -2 Her işe burnunu sokmamak, küstahlık etmemek
Ha deyince : Hemen, istenilen zamanda
Hadise çıkarmak: Tatsız bir olaya yol açmak; kavga çıkarmak, otay çıkarmak
Hafakanlar (afakanlar) basmak (boğmak) -(birini) : Çok sıkılmak, bu­nalmak
Hafif atlatmak (bir şeyi) : Bir kazayı, tehlikeyi, ölüm olmaksızın, ciddi bir yara almaksızın geçirmek
Hafife almak (birini, bir şeyi) : Onu küçümsemek; ona önem verme­mek
Hafiflik etmek: Hoş olmayan, ahlak kurallarıyla pek bağdaşmayan bir söz söylemek, davranışta bulunmak
Hafif tertip : Biraz, fazla aşırıya kaçmadan, şöyle böyle
Hafta sekiz gün on dokuz: Hemen her gün, bıktıracak ölçüde sık
Hah şöyle : “İyi yaptın, aferin” anlamında
Hak etmek (bir şeyi) : -1 Hakkı olan bir şeyi, emeğinin karşılığını al­mak -2 Kötü davranışı nedeniyle layık olduğu karşılığı görmek
Hak getire : “Ne arar, yoktur” anlamında
Hakkı geçmek (birine, bir şeye) :-1 Bir kimsede, şeyde emeği, hiz­meti bulunmak -2 Hakkından bir parçası başkasına verilmiş olmak
Hakkından gelmek (bir şeyin, birinin): -1 Yapılması güç bir işi ba­şarmak -2 Bir kimseye hak ettiği cezayı vermek
Hakkını vermek (birinin, bir şeyin) : -1 Çalışmasının karşılığını tam olarak ödemek -2 Bir işe gerektiği ölçüde emek vermek
Hakkını yemek : Bir kimseye hakkı olan şeyi vermemek, onun hakkını zorla olmak
Hakkın rahmetine kavuşmak : ölmek
Hakkı olmak :1 Bir şeyde alacağı bulunmak; ona emeği geçmiş ol­mak -2 Sözünde, savında haklı olmak
Haklı bulmak (birini) : Haklı olduğunu kabul etmek; onu uygun, yerin­de görmek
Haklı çıkmak : -1 Haklı olduğu anlaşılmak -2 Bir şey bir kimsenin ya-nılmadığını göstermek
Haksız çıkmak : Haksız olduğu anlaşılmak
Haksız yere : Haksız olarak, hak etmediği halde
Hak vermek (birine) : Onun haklı olduğunu kabul etmek, ona yanıl-madığını söylemek
Halden anlamak : Bir kimsenin durumunu göz önüne alarak anlayışlı davranmak
Halep ordaysa, arşın burada : “Yaptığını söylediğin şey, inandırıcı ol­sun İstiyorsan, haydi burada da yap, görelim” anlamında
Hale yola koymak (bir şeyi) : Onu düzenlemek, iyileştirmek, düzelt­mek
Hal hatır sormak (birine) : Bir kimseye “nasılsınız” diye sormak
Hali duman olmak : Kötü bir duruma düşmek, perişan olmak
Hali harap : Birinin, bir şeyin durumunun “kötü, bitkin, perişan” olduğu­nu anlatmak için söylenir
Hali kalmamak (bir şeye) : Çok yorulmak, gücünü yitirmek; başka şey yapacak gücü kalmamak
Halim selim : Sakin, kendi halinde, yumuşak huylu (kimse)
Hali vakti yerinde : Oldukça varhkU, geçim sıkıntısı çekmeyen (kimse)
Hallaç pamuğu gibi atmak (bir şeyi, bir yeri): Onu, orayı dağıtmak, her birini ayrı yere atmak
Halsiz düşmek : Güçsüz kalmak; bitkin düşmek
Halt etmek (karıştırmak) : Uygunsuz İşler yapmak, sözler söylemek, davranışta bulunmak
Halt yemek : Yakışıksız ya da kötü bir iş yapmış olmak
Halvet olmak (birileriyle, biriyle) (bir yer) : -1 Birkaç kişi gizli görüş­mek İçin bir odaya kapanmak -2 Bir yer dayanılmaz derecede sıcak
olmak
Hamamın namusunu kurtarmak : Kötü bilinen bjr yerin işin durumu­nu kurtarmak için sözde çarelere başvurmak
Hamhum şaralop : -1 Boş ve anlamsız söz -2 El çabukluğu ya da hi­le ile yapılan akıl ermez iş
Hancı sarhoş, yolcu sarhoş : “Kimin ne yaptığı, ne söylediği belli de­ğil” anlamında
Hangi akla hizmet ediyor? : “Neden böyle akılsızca işler yapılıyor?” anlamında; ne akla hizmet ediyor?
Hangi dağda kurt öldü? : “Ne (ler) oldu da, böyle beklenmedik ve ho­şa giden bir iş yaptı, davranışta* butundu?” anlamında
Hangi rüzgâr attı? : “Uzun zamandır geliniyordunuz, nasıl oldu da ge-lebildiniz?” anlamında sitem, alay yollu söylenir
Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: -1 “Her işe karışıyor” anlamın­da -2 “Her işten anlar” anlamında
Hanım evladı: Nazlı büyütülmüş kimse -2 ***
Hanım hanımcık: İyi bir hanıma yakışır davranışları, giyimi olan (ka­dın, kız)
Hanya’yı Konya’yı Öğrenmek (anlamak) : Çeşitli olaylarla karşılaşa­rak yaşamda insanın basma neler gelebileceğini öğrenmek; dünya­nın kaç bucak olduğunu anlamak
Hapı yutmak: Kötü bir durumla karşı karşıya kalmak
Hapis giymek (yemek) : Hapis cezasına çarptırılmak
Hapis yatmak : Cezası süresince tutukevinde kalmak
Hapse atmak (tıkmak) : Tutuklayıp cezaevine göndermek; içeri at­mak
Hapse girmek (hapsi boylamak): Suçlu bulunup cezaevine konmak
Haraca bağlamak (kesmek) (birini, bir yeri) : Ona belli zamanlarda belli miktarlarda haraç vermesini zorbalıkla kabul ettirmek
Haraç mezat satmak: Açık artırma ile satmak
Haraç yemek: Zorbalıkla başkalarından para toplamak
Harama uçkur çözmek: Evlilikdışı cinsel ilişkide bulunmak
Haram etmek (bir şeyi, birine) : Bir kimseye verilen bir şeyin yararlı
olmamasını İstemek Haram olmak (bir şey, birine) : O şeyden yararlanamamak; o şey
ona hiçbir yarar getirmemek
Haram yemek: Haksız yollardan kazanç sağlamak
Hararet basmak (birini): -1 Çok susamak -2 Vücut ateşi yükselmek
Hararet kesmek (söndürmek): Bir içecek susuzluğunu gidermek
Hararet vermek (bir şey, birine): Susatmak, susamasına yol açmak
Harbi keriz (marşandiz): İşin doğrusu, gerçeği
Harbi konuşmak: Yalansız, gerçekleri gizlemeden konuşmak
Harcı olmak (bir şey, birinin): -1 Birinin yapabileceği bir iş olmak
-2 Ancak o kimseye özgü bir iş olmak
Harekette geçmek : Bir İşi yapmaya başlamak
Harekete getirmek (birini, bir şeyi); Onu kımıldatmak, canlandır­mak
Hareket noktası: Yapılacak bir işin, geliştirilecek bir düşüncenin baş­langıç noktası
Haremlik selamlık olmak: Bir yerele kadınlar ve erkekler ayrı gruplar
halinde oturmak
Harfi harfine : Tastamam, uygun, tıpatıp
Har gür: Karışıklık, kargaşa
Hariçten gazel okumak (atmak) : -1 Bir konuda bilgisi olmadığı hal­de görüş bildirmek -2 Öncesini bilmediği bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak, müdahele etmek
Haritadan silmek (silinmek) : Herhangi bir nedenle ortadan kaldır­mak (kaldırılmak)
Har vurup harman savurmak: Elindekileri hesapsızca harcayıp tüket­mek
Hasır attı etmek (bîr şeyi) : Onu örtbas etmek, unutturmaya çalış­mak, işleme koymamak; minder altı etmek
Hasret çekmek :Ayn kalınan bir şeyi, kimseyi özlemek, onu görmek is­temek, Özlem duymak; Özlem çekmek
Hasret gidermek: Uzun süre görülmeyen, ayrı kalınan bir kimseyle görüşüp konuşmak; Özlem gidermek
Hasret gitmek (bir yere, kimseye): Özlemini çektiği bir yeti ya da kimseyi göremeden ölmek
Hasret kalmak (birine, bir şeye) : Onu çok özlemek, ona özlem duy­mak
Hastalık hastası: Hiçbir hastalığı olmadığı halde, kendinde sürekli ola­rak birtakım hastalıklar olduğunu sanan kimse için alay yollu söyle­nir
Hastalık kapmak, (hastalığa tutulmak): Bulaşıcı bir hastalığa yaka­lanmak
Haşa huzurdan : ‘Bağışlayın, konuyla ilgili yakışıksız bir söz söyleyece­ğim, alınmayın” anlamında
Haşa sümme haşa : “öyle olmasına olanak yok” anlamında
Haşatı çıkmak: -1 İşe yaramaz bir duruma gelmek -2 Çok yorulmak
Haşir neşir olmak (biriyle) (bir şeyle) : -1 Onunla, onlarla kaynaş­mak, sıkı fıkı olmak -2 Onunia uğraşmak
Ha şöyle : “Aferin, bravo, tamam” anlamında
Ha şunu bileydin : “Bunu daha önceden anlamam, bilmen gerekirdi” anlamında
Hata etmek (işlemek) : Yanlışlık yapmak, yanılgıya düşmek
Hataya düşmek: Yanılmak, farkında olmadan bir yanlışlık yapmak
Hatır belası: Sevilip sayılan bir bir kimsenin ricası üzerine yapılan iş, katlanılan sıkıntı
Hatır gönül bilmemek (tanımamak) : Doğru”bildiği yoldan kimsenin hatırı için şaşmamak, doğruluğuna inandığı işi yapmak
Hatırı kalmak: Gücenmek, darılmak, kırılmak
Hatırına bir şey gelmesin : ‘Sözüm, davranışım sana karşı değil, sen alınma” anlamında
Hatırına gelmek: Anımsamak, hatırlamak
Hatırında kalmak: Unutmamak
Hatırından çıkamamak (birinin) : Sevilip sayılan bir kimsenin isteğini yapmazlık edememek
Hatırından çıkarmamak (bîr şeyi, birini) : Onu unutmamak
Hatırından çıkmamak: Unutmamak
Hatırından hayalinden geçmemek: Akla hiç gelmemek, hiç düşün­memek
Hatırında tutmak: Unutmamak
Hatırını hoş etmek: Birini sevindirmek, memnun etmek (Kars Gönlü­nü almak)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.