Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
gerçeği, tevhid, yokeden, şüpheleri

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Tekfir’e Mani Olan Şeyler


O halde bir kimsenin küfrüne hüküm vermeden önce şu iki husus üzerinde dikkatle durulması gerekmektedir:
1- Yüce Allah’a karşı yalan iftirada bulunmamak için o işin küfre götürücü olduğuna kitab ve sünnetin delaleti var mı?
2- O hükmün muayyen kişi hakkındaki tekfir şartlarının tam olup, tekfire engel hususların da hiçbir şekilde bulunmayacak şekilde muayyen kişi hakkında uyup uymadığına bakmak
En önemli şartlardan birisi de o kişinin kâfir olmasını gerektiren muhalefetini (aykırı davranışını) bilen birisi olmasıdır Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygambere karşı gelir, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız O ne kötü bir dönüş yeridir (en-Nisa, 4/115)
Görüldüğü gibi burada cehennem ateşiyle cezalandırılması için rasûle karşı ayrılıkçı tavır takınmanın o kimse için hidayetin apaçık ve besbelli oluşundan sonra şartına bağlanmıştır
Ancak yaptığı muhalif hareketin sonucu olarak küfür yahut bir başka şey mi gerektiğini bilmesi şart mıdır yoksa bunun neyi gerektiğini bilmese dahi sadece aykırı hareket ettiğini bilmesi yeterli midir?
Cevab ikincisidir, yani onun muhalif (aykırı) hareket ettiğini bilmesi bu muhalefetin gerektirdiği hükmü vermek için yeterlidir Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ramazan günü oruçlu iken cimada bulunan kimseye keffaretin gerekliliğine hükmetmiştir Böyle bir kimse keffaret gerektiğini bilmemekle birlikte oruca muhalif hareket ettiğini bilen bir kimsedir Diğer taraftan zinanın haram olduğunu bilen muhsan bir kimse zina ettiği takdirde zinasının gerektirdiği cezayı bilmeyen bir kişi olsa dahi recm edilir Halbuki bilmiş olsaydı belki de zina etmeyebilirdi
Kişinin kâfir olduğuna hükmetmenin engellerinden birisi de küfrü gerektiren hususu işlemeğe zorlanmasıdır Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlanan kimseler müstesna olmak üzere kim imandan sonra Allah’ı tanımaz ve küfre göğüs açarsa, işte Allah’ın gazabı onların üzerinedir ve onlar için çok büyük bir azab da vardır (en-Nahl, 16/106)
Kişinin aşırı sevinç, keder, kızgınlık, korku ya da buna benzer herhangi bir sebeb dolayısıyla ne söylediğini bilmeyecek kadar düşünce ve maksadının tamamıyla ortadan kalkması hali de tekfir hükmünü vermenin engellerindendir Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Hata etmenizden dolayı size bir günah yoktur ama kalblerinizin kastettiği müstesnadır Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir (el-Ahzab, 33/5)
Müslim’in, Sahih’inde (s 2104’de) Enes b Malik radıyallahu anh’dan Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
“Allah’ın kulunun tevbesi dolayısıyla kulu tevbe edip kendisine dönüşünden ötürü sevinci bir çölde devesi üzerinde bulunan sonra da yiyeceği, içeceği üzerinde iken devesini elinden kaçırıp, ondan ümit kestiğinden ötürü bir ağaca varıp, gölgesinde bineğinden ümit kesmiş haliyle yatıp uzanmışken ansızın devesini yanıbaşında gören ve yularından tutarak aşırı sevincinden hata ve yanlışlıkla: Allah’ım sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim diyen ve (sevincinden ne dediğini bilemeyecek hale gelen) kimsenin sevincinden daha çok sevinir
Küfre götürdüğü kabul edilen hususda kişinin hak üzere olduğunu zannedecek şekilde tevilde bulunması şeklinde bir şüphe olması da küfrüne hükmetmenin engellerindendir Çünkü böyle bir kişi kasti olarak günah işlememekte, muhalefette bulunmamaktadır Dolayısıyla böyle bir kişi yüce Allah’ın:”Hata etmenizden dolayı size bir günah yoktur ama kalblerinizin kastettiği müstesnadır (el-Ahzab, 33/5) buyruğundaki kastın kapsamına girmez Çünkü böyle bir kimsenin bu kanaati ortaya koyduğu gayretinin bir sonucudur O bakımdan bu şahıs yüce Allah’ın:”Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez (el-Bakara, 2/286) buyruğunun kapsamına girer
el-Muğni (VIII, 131)’de (İbn Kudâme) şöyle demektedir: “Eğer günahsız kimselerin öldürülmesini, şüphe ve tevil sözkonusu olmaksızın mallarının alınmasını helal kabul ederse, yine aynı durumdadır -Yani kâfir olur- Şâyet hariciler gibi bir tevilleri olursa, fukahanın çoğunluğunun -onlar müslümanların kanlarını ve mallarını helal kabul etseler dahi- kâfir olduklarına hüküm vermediklerini daha önceden zikretmiş bulunuyoruz Onlar yaptıkları bu işleriyle yüce Allah’a yakınlık kazandıklarını dahi kabul ederler -Devamla der ki-: Haricilerin ashabdan ve onlardan sonrakilerden pek çok kimseyi tekfir ettikleri, kanlarını, mallarını helal bildikleri ve onları öldürmekle Allah’a yakınlaşacaklarına inandıkları şeklindeki görüşleri bilinen bir husustur Bununla birlikte fukaha -tevilleri sebebiyle- onların kâfir olduklarına hüküm vermemiştir Aynı şekilde bu türden bir tevil ile bir haramı helal kabul eden herkes de böylece değerlendirilir
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye, İbn Kasım tarafından derlenen fetvalarında (XIII, 30) şöyle demektedir: “Haricilerin ortaya koydukları bid’atin tek sebebi Kur’ân-ı Kerim’i yanlış anlamalarıdır Onlar Kur’ân’a ters düşmek maksadını gütmemişlerdir, fakat Kur’ân-ı Kerim’den delalet etmediği sonuçlar çıkartmışlar ve böylelikle onlar Kur’ân’ın günahkarları tekfir etmeyi gerektirdiğini sanmışlardır
Yine aynı cilt, sahife 210’da da şunları söylemektedir: “Hariciler Kur’ân-ı Kerim’in kendisine uyulmasını emrettiği sünnete muhalefet ettiler Dost edinilmelerini emretmiş olduğu müminleri tekfir ettiler Kur’ân-ı Kerim’in müteşabih buyruklarına uymaya ve onu anlamını bilmedikleri, ilimde derinlikleri olmadan, sünnete uymadan, Kur’ân’ı iyice anlayan müslüman cemaate de başvurmadan bilgisizce Kur’ân’ın bu müteşabihlerini tevil etmeye koyuldular
Yine sözü geçen fetvalarında (XXVIII, 518) şunları söylemektedir: “Haricilerin yerileceğine ve sapık olduklarına ittifakla görüş belirten imamlar onların kâfir kabul edilip, edilmeyecekleri hususunda meşhur iki farklı görüş ortaya atmışlardır” Fakat (VII, 217’de) de şunları belirtmektedir: Ashab-ı kiram arasında Ali b Talib olsun, başkası olsun onları tekfir eden bir kimse olmamıştır Aksine onlar hakkında haddi aşan, zalimlik yapan müslümanlar hakkında verdikleri hüküm neyse o hükmü vermişlerdir Nitekim bir başka yerde onlardan gelmiş olan -zikrettiğimiz- rivayetlerde de bu husus belirtilmiştir
XXVIII, 518’de de şöyle demektedir: “Şüphesiz ki bu Ahmed ve daha başka diğer imamlarda açıkça zikredilen ifadedir” III, 282’de de şunları söylemektedir: “Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in kendileriyle savaşılmasını emrettiği dinden uzaklaşan hariciler ile müminlerin emiri raşid halifelerden birisi olan Ali b Ebi Talib savaşmıştır Ashab-ı Kiramın, tabiînin ve onlardan sonraki din alimlerinin hepsi onlarla savaşılacağı üzerinde ittifak etmişlerdir Bununla birlikte Ali b Ebi Talib, Sad b Ebi Vakkas ve ashab-ı kiramdan diğerleri onların kâfir olduklarını söylememişlerdir Aksine müslümanlarla savaşmalarına rağmen onları müslüman olarak değerlendirmişlerdir ve haram olan kanı döküp, müslümanların mallarına haksızca baskınlar düzenleyinceye kadar onlarla savaşmamışlardır Onlarla savaşmalarına sebeb ise zulüm ve saldırganlıklarını önlemek içindi, kâfir olduklarından dolayı değildi Bundan dolayı onların kadınları, çocukları esir alınmaz, malları ganimet alınmaz Nas ve icma ile sapıklıkları sabit olmuş, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem onlarla savaşmayı emretmiş olmakla birlikte bunlar kâfir olmadıklarına göre kendilerinden daha bilgin kimselerin dahi yanlışlığa düştükleri birtakım meselelerde hakkı kestiremeyen farklı kesimler (mezhebler ve görüş sahibleri)nin durumu nasıl olacak? Elbetteki bu kesimlerden birisinin diğerini tekfir etmesi, kanını, malını helal kabul etmesi helal değildir İsterse bunlarda bid’at olduğu muhakkak olarak bilinen bir taraf bulunsun Hele o kesimi tekfir eden taifenin kendisi de bid’atçi olursa, bazan bu tekfircilerin bid’ati daha ağır dahi olabilir Çoğunlukla görülen durum şu ki bunlar hakkında anlaşmazlığa düştükleri hususun gerçek mahiyetini bilmeyen cahillerdir Müslüman savaşmakta yahut kâfir olarak kabul etmekte tevil kullanmakta ise bundan dolayı da tekfir edilmez” Daha sonra aynı cildin 288 sahifesinde şunları söylemektedir:
“Allah ve Rasûlünün hitabının hükmü tebliğden önce kulların hakkında sabit olup olmayacağı hususunda ilim adamlarının -gerek İmam Ahmed’in mezhebinde, gerekse başkalarının kanaatine göre- üç farklı görüşü vardır Sahih olan ise Kur’ân-ı Kerim’in şu buyruklarının delalet ettiği husustur:
”Biz bir rasûl göndermedikçe de azab ediciler değiliz (el-İsra, 17/15)
”Müjdeleyici ve korkutucu peygamberler olarak (gönderdik) ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın (en-Nisa, 4/165)
Buhari ve Müslim’de Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir:
[size="4"]“Allah’tan daha çok (başkasını) mazur görmeyi seven hiçbir kimse yoktur İşte bundan dolayı o rasûlleri müjdeleyiciler ve korkutucular olmak üzere göndermiştir
Hulasa cahil küfür olan söz ya da yaptığı işlerden dolayı mazurdur Nitekim fasıklık olduğunu bildiği söz yahut fiillerinde de mazur olacağı gibi Bunun böyle olması da kitab, sünnet, kıyas ve ilim ehlinin görüşlerinden anlaşılmaktadır
Kişi bazan o sözü kendisini yüce Allah’a yakınlaştıracağı zannı ile de söyleyebilir Nitekim müşrikler de böyle zannediyorlardı Özellikle bu hususta yüce Allah’ın bizlere nakletmiş olduğu -salih kimseler olmalarına, bilgili kişiler olmalarına rağmen- kavmi ona gelerek: “Onların nasıl ilahları varsa sen de bize böyle bir ilah yap (el-A’raf, 7/138) dediklerini biliyoruz İşte o vakit senin (böyle bir tehlikeden) korkun büyür ve bu ve benzeri hallerden seni kurtaracak şeyleri bilmeye arzun artar
Müellif iki husustan sakındırdı Bunlardan birisi insanın kendisi adına bu (sapık) kimselerin tevhidin anlamı hakkındaki yanlış zanlarına kapılmak korkusudur Onların anlayışına göre tevhid yaratıcı, rızık verici ve idare edicinin sadece Allah olduğunu kabul etmekten ibaret olduğunu zannetmişlerdir Bu husustan sakındırdıktan sonra insana düşen görevin her zaman için (böyle bir tehlikeden) korkmak olduğunu açıklamaktadır Sonra da Musa aleyhisselam’a:”Onların nasıl ilahları varsa, sen de bize öyle bir ilah yap diyen Musa’nın kavminin halini sözkonusu etmektedir Musa onlara şöyle demişti: ”Siz gerçekten cahillik eden bir topluluksunuz Şüphesiz ki onların içinde bulundukları (hal) yok olmaya mahkumdur ve yapmakta oldukları da batıldır (el-A’raf, 7/138-139)
Böylelikle onların Musa aleyhisselam’dan gördükleri kavmin bir tanrıları olduğu gibi kendilerine de bir tanrı yapmasını istemelerinin cahillikten ileri geldiğini açıklamaktadır Bu durum ise insanın kendisi adına sapıklıklarda ve cahilce anlayışlarda kaybolmaktan korkması sonucunu getiriyor Çünkü bir kimse “la ilâhe illallah” lafzının ondan başka yaratıcı, rızık verici ve idare edici olmadığını zannedecek olursa, işte müellifin söylediği ve sakındırdığı durum ortaya çıkar Tevhide dair söz söyleyen kelamcıların çoğunun içine düştüğü bu hal gerçekleşir Çünkü onlar “la ilâhe illallah”ın anlamı Allah’tan başka yaratıcı ve yaratmaya kadir kimse yoktur demişlerdir ve bu büyük sözü müslümanlardan hiçbir kimsenin anlamadığı batıl bir şekilde açıklamışlardır Hatta müslüman olmayanlar dahi Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın peygamber olarak aralarında gönderildiği müşrikler dahi bu kelimenin anlamının söz edilen kelamcıların bildiklerinden daha fazla bildiklerini görüyoruz


[size="4"] Buhari, Tevhid, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in: “Allah’tan daha gayretli (kıskanç) bir şahıs yoktur” buyruğu; Müslim, Lian

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Peygamberlerin Düşmanları


Şunu bilelim ki yüce Allah’ın bu tevhid ile göndermiş olduğu herbir peygamberin karşısına mutlaka birtakım düşmanların dikilmiş olması, O’nun hikmetlerindendir Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Biz her peygambere ins ve cin şeytanlarını böylece düşman kıldık Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızlı birtakım sözler fısıldarlar (el-En’am, 6/112)
Müellif bu sözleriyle oldukça önemli bir hususa dikkat çekmektedir Burada yüce Allah’ın hikmetinin bir gereği olarak göndermiş olduğu herbir peygambere de insan ve cinlerden birtakım şeytanları mukadder kılmış olduğunu açıklamaktadır Çünkü düşmanın varlığı hakkı arındırır ve onun açık seçik ortaya çıkmasını sağlar Ne kadar karşıt kimse ortaya çıkarsa, ötekinin delili güç kazanır Yüce Allah’ın peygamberler için takdir etmiş olduğu bu durum aynı şekilde onların peşinden gidenler için de sözkonusudur Peygamberlerin izinden gidenlerin hepsi de peygamberlerin karşı karşıya kaldıkları hallerin benzeri ile karşı karşıya kalırlar Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Biz her peygambere ins ve cin şeytanlarını böylece düşman kıldık Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızlı birtakım sözler fısıldarlar (el-En’am, 6/112)
Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
”İşte böylece biz her peygambere günahkarlardan düşmanlar kıldık Yol gösteren ve yardım eden olarak sana Rabbin yeter (el-Furkan, 25/31)
Bu günahkarlar peygamberlere, onların izinden gidenlere ve getirdiklerine iki husus ile saldırıp, hücum ederler:
1- Şüpheler uyandırmak
2- Düşmanlık ederek saldırılar yapmak
Şüpheler uyandırmak suretiyle yapılan saldırılara karşılık olarak yüce Allah peygamberlerin düşmanları tarafından saptırılmak istenen kimseler için “yol gösteren olarak sana Rabbin yeter” diye buyurmaktadır
Haksızca yapılan saldırılar karşılığında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Peygamberin düşmanlarının yolundan alıkoymak istediği kimselere “yardım eden olarak Rabbin sana yeter” diye buyurmaktadır
O halde yüce Allah peygamberlere, onlara uyanlara hidayet verir, düşmanlarına karşı onlara yardım eder İsterse bu düşmanları en güçlü düşmanlar olsun Bizim düşmanların çokluğundan ve hakka karşı direnenlerin güçlü oluşlarından dolayı ümitsizliğe kapılmamız gerekir Çünkü hak İbnu’l-Kayyum’ın dediği gibi:
“Hak yardıma mazhar olur, bununla birlikte sıkıntılarla sınanır
Buna hayret etme o halde, işte bu Rahmanın sünnetidir
O halde bizim ümitsizliğe kapılmamız caiz değildir Aksine nefesimizi uzun tutmamız ve güzel akıbeti gözetlememiz gerekir Güzel akıbet takva sahiblerinin olacaktır Umut dava yolunda devam etmek için, onun başarısı uğrunda çalışmak için güçlü bir itici güçtür Diğer taraftan ümitsizlik ise dava uğrunda başarısızlığa ve gerilemeye sebebtir


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Tevhid Düşmanları’nın Şüpheleri


Bazan tevhide düşman olanların pekçok ilimleri, kitabları ve delilleri de bulunabilir Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Peygamberleri onlara apaçık deliller ile geldiğinde onlar yanlarındaki ilim dolayısı ile şımardılar (el-Mumin, 40/13)
Yani peygamberlerle mücadele edip, onları yalanlayan düşmanlarının pekçok ilimleri, kitabları ve delil diye adlandırıp, insanlara karşı gerçeği gizledikleri, hakkı batıla karıştırdıkları birtakım şüpheleri bulunabilir Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Peygamberleri onlara apaçık deliller ile geldiğinde onlar yanlarındaki ilim dolayısı ile şımardılar ve alay edegeldikleri şey onları kuşatıverdi (el-Mumin, 40/83)
Böyle bir sevinmek (şımarmak) yerilmiş bir şeydir Çünkü Allah’ın razı olmadığı bir şey dolayısıyla sevinci ifade eder Dolayısıyla bu yerilen sevinç türünden (yani şımarıklık) olur
[size="4"]Müellif bu cümlesi ile şuna işaret etmektedir: Bu düşman kesimlerin sahib oldukları bilgi ve şüphelerin neler olduğunu onlara kendi silahlarıyla karşılık vermek üzere bilmemiz gerekir Bu da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in rehberlik ettiği hususlar arasındadır Bundan dolayı o Muaz’ı Yemen’e gönderdiğinde ona şöyle demişti: “Sen kitab ehli olan bir kavme gidiyorsun
Buna sebeb ise onlar için gerektiği gibi hazırlanması ve getirdikleri ile onlara karşı cevab verebilmek için kendilerindeki kitabın bilgisini bilmesi, öğrenmesi içindi
Bu gerçeği bildiğimize yüce Allah’a giden yolun başında duran, açık seçik konuşan, bilgi ve belge sahibi birtakım düşmanlarının varlığının kaçınılmaz olduğunu bildiğimize göre bize düşen görev Allah’ın dinini bu şeytanlara karşı kendisi ile savaşacağımız silahı teşkil edecek şekilde bilmek görevimiz olarak ortaya çıkmaktadır Bu şeytanların önderleri ve onların başlarını çeken yüce Rabbimize şöyle demişti:
“Andolsun senin doğru yolunda onlara engel olacağım Sonra andolsun önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım Böylece çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın (el-A’raf, 7/16-17)
Bu gerçeği yani bu düşmanların kitablarının bilgilerinin ve delillerinin bulunduğunu, bunlarla hakkı batıla karıştırdıklarını bildiğimize göre onlara gereken şekilde hazırlanmak görevimizdir Onlara karşı hazırlık da iki şekilde olur:
1- Müellifin Allah ona rahmet etsin işaret ettiği şekilde onların bu tür delillerini ve batıllarını bertaraf edecek şer’î ve aklî delil ve belgeleri bilmek
2- Onlara karşılık vermek imkanını elde etmek maksadıyla sahib oldukları batılın ne olduğunu bilmek Bundan dolayı merhum Şeyhu’l-İslam “Der-u Tearudi’n-Nakli ve’l-Akli” adlı eserinde şunları söylemektedir: “Bir batılın lehine delil olsun diye kim bir delil ortaya koyarsa, mutlaka o onun lehine değil aleyhine bir delil olur” Bu da şöyle olur: Sağlıklı bir delili batılı savunan bir kimse kendi batılının lehine delil diye gösterecek olursa, bu mutlaka onun aleyhine bir delil olur, onun lehine delil olamaz Dolayısıyla bu gibi kimselerle tartışmak isteyen bir kimsenin kesinlikle şu iki hususu göz önünde bulundurması gerekmektedir:
1- Onlara karşılık verebilmek için sahib oldukları bilgiyi iyice kavraması
2- Bu gibi kimselere karşı kendileriyle cevab vereceği şer’î ve aklî delilleri iyice anlayıp kavraması
Şu kadar var ki sen Allah’a yönelip, O’nun delil ve açıklamalarına iyice kulak verecek olursan, bunlardan korkma ve üzülme “Çünkü şeytanın hilesi şüphesiz ki zayıftır (en-Nisa, 4/76)
Müellif bu sözleriyle yüce Allah’a yönelip, hakkı bilen ve tanıyan kimseleri batıl ehlinin ileri süreceği delillerden korkmaması gerektiğini belirterek yüreklendirmek istemektedir Çünkü bunların delilleri çürüktür ve bunlar esasen şeytanın hile ve tuzaklarından kaynaklanır Yüce Allah ise:”Muhakkak şeytanın hilesi pek zayıftır (en-Nisa, 4/76) diye buyurmaktadır Bu hususta da şair şöyle demiştir:
“Bunlar abuk sabuk iddialardır, tıpkı can gibi,
Hak zannedersin onları fakat hepsi kırılır ve dökülür


[size="4"] Ahmed, Müsned, II, 230; Ebu Davud, 1576

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Muvahhid Olan Kimse Galiptir


Muvahhid olup avamdan olan bir kimse bu müşrik alimlerden bin kişiyi dahi yenik düşürür Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Muhakkak bizim ordumuz elbette onlar galib olanlardır (es-Saffat, 37/173)
Müellif şöyle demektedir: Avamdan olan muvahhid bir kimse bu müşriklerden bin tane alimi dahi yenik düşürür Buna delil olarak da yüce Allah’ın: “Muhakkak bizim ordumuz, elbette onlar galib olanlardır buyruğunu göstermektedir
Avamdan olan muvahhid kimse tevhidi üç türüyle yani uluhiyet, rububiyet, isim ve sıfatları ile ikrar edip, kabul eden kimse demektir Böyle bir kimse müşriklerin bin tane alimini dahi yenik düşürür Çünkü bu müşriklerin alimleri de yüce Allah’ı eksik bir şekilde tevhid ederler Çünkü onlar sadece rububiyetiyle Allah’ı tevhid ederler Bu ise eksik bir tevhiddir Gerçekte ise tevhid değildir Buna delil de Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in bu şekliyle Allah’ı tevhid eden müşriklerle savaşmış olmalarıdır Bu tevhidlerinin kendilerine bir faydası olmadı, bu tevhid sebebiyle canları ve malları korunmadı Avamdan olan muvahhid bir kimse ise tevhidi üç türüyle yani rububiyet, uluhiyet ve isim sıfatlarıyla ikrar ve kabul etmektedir Böylelikle avamdan olan bu şahıs bunlardan daha hayırlı olmaktadır
Delil ile ve bu delili açıklamaları ile galib gelenler Allah’ın ordusudur Tıpkı kılıç ve mızrakla da galib gelenlerin onlar oluşu gibi
Müellif Allah’ın ordusu olan, Allah’ın ve Rasûlünün dinine yardımcı olan mümin kullarının insanlara karşı şu iki husus ile cihad ettiklerine işaret etmektedir:
1- Delil ve açıklama: Bu müslümanlara açıkça düşmanlıklarını ortaya koymayan münafıklara karşıdır Bunlarla delil ve açıklama yönüyle cihad edilir
2- Kendileriyle kılıç ve mızrakla savaşılanlar: Bunlarla açıktan açığa düşmanlıklarını ortaya koyan kimselerdir Bunlar küfürlerini açıkça ortaya koyan katıksız kâfir kimselerdir Gerek bu husus, gerekse de bundan önceki husus ile ilgili olarak da yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Ey peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert davran Varacakları yerleri cehennemdir onların, o ne kötü dönüş yeridir (et-Tevbe, 9/73 ve et-Tahrim, 66/9)
Küfürlerini açıkça ilan eden katıksız kâfirlere karşı önce delil ve açıklama yoluyla cihad edilir İkinci olarak da onlarla kılıç ve mızrakla savaşılır Onlara karşı delil ortaya konulmadıkça kılıç ve mızrakla onlarla savaşılmaz
Müslüman ümmetine düşen görev İslama karşı yöneltilen herbir silaha uygun şekliyle karşılık vermektir Düşünce ve sözle İslama karşı savaş açanlara tutturdukları yolun batıl olduğunun şer’î delillere ek olarak aklî ve mantıki delillerle de çürütülmesi gerekmektedir Ekonomik yönden İslama karşı savaş açan kimselere karşı da gerekli savunmanın yapılması hatta imkan olduğu takdirde kendisiyle İslama karşı savaş verdikleri şeylerin bir benzeriyle onlara hücum edilmesi gerekir Silah kullanarak İslam ile savaşan kimselere karşı da bu silahlara uygun olan yollarla karşılık vermek, direnmek gerekir
Çünkü asıl beraberinde silah bulunmadığı halde yola koyulmaya çalışan muvahhid için korkmak gerekir
Yani beraberinde silah bulunmadığı halde yolda yürümeye kalkışan muvahhid için ancak peygamber düşmanlarının zarar vereceğinden korkulur Çünkü böyle birisinin kuşanabildiği ilim silahı yoktur O bakımdan müşriklerden herhangi bir kimsenin onunla tartışıp, delil ortaya koyamaması neticesinde helak olacağından korkulur O halde insanın kendisi ile şüpheleri önleyeceği ve hasmını susturacağı bir bilginin bulunması kaçınılmazdır Çünkü tartışan kimsenin iki hususa ihtiyacı vardır:
1- Görüşünün delilini ispatlamak
2- Hasmının delilini çürütmek
Kendisinin sahib olduğu hakkı ve hasmının sahib olduğu batılı bilmedikçe buna imkan yoktur, düşmanın ileri süreceği delili çürütebilmeye imkan bulunamaz
Yüce Allah da bize”herşeyi açıklayan bir hidayet, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olmak üzere kitabı kısım kısım” (en-Nahl, 16/89) indirmiş olduğu kitabını bize lutfetmiş bulunmaktadır
Yüce Allah”önünden ve arkasından da batılın kendisine erişemediği, hikmeti sonsuz, her hamde layık olan tarafından indirilmiş bulunan” (Fussilet, 41/42) özelliklerine sahib pek aziz kitabını bize lutfedip, indirmiş bulunmaktadır Yüce Allah o kitabı ile insanların dünya ve ahiret hayatlarında gerek duyacakları herşeyi apaçık gösteren bir açıklayıcı kılmıştır Kur’ân-ı Kerim’in eşyaya dair açıklamaları iki türlüdür:
1- Herhangi bir şeyi muayyen olarak açıklaması Yüce Allah’ın şu buyruklarında olduğu gibi:
”Leş, kan, domuz eti size haram kılındı (el-Maide, 5/3) buyruğu ile ”anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, hemşire kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt hemşireleriniz, eşlerinizin anaları ve kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden himayenizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı Eğer o kadınlarla zifafa girmemişseniz (kızlarıyla evlenmenizde) sizin için bir vebal yoktur Öz oğullarınızın hanımları ve iki kızkardeşi birlikte almanız da (size haram kılındı) Ancak (cahiliye devrinde) geçmiş olan müstesna Şüphesiz Allah mağfiret edendir, çok esirgeyendir Evli kadınlar(la nikahlanmanız) da (size haram kılındı Sahib olduğunuz cariyeler müstesna Bunlar Allah’ın size yazdıklarıdır, geriye kalanları ise size helal kılındı)” (en-Nisa, 4/23-24)
2- Açıklamanın açıklama yapıldığı yere işarette bulunmak suretiyle gerçekleşmesi Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi:
”Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiştir (en-Nisa, 45/113)
Bu buyruğu ile yüce Allah sünnetin kendisi olan hikmete işaret etmektedir Hikmet Kur’ân-ı Kerim’i açıklamaktadır Yüce Allah’ın: “Bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz (en-Nahl, 16/43 ve el-Enbiya, 21/7) buyruğu da böyledir
Bu şunu açıklamaktadır: Biz her hususta o konunun zikir ehli olan yetkin kimselerine baş vururuz İşte nakledildiğine göre bir ilim adamına Kur’ân’a dil uzatmak isteyen bir hristiyan gelir Bu kişi bir lokantada bulunuyordu Bu hristiyan ona: Bu yemeğin nasıl pişirildiğine dair açıklama (kitabın) neresinde? Diye sorar Adam lokantacıyı çağırıp, ona: Sen bize bu yemeği nasıl pişirdiğini anlatır mısın? demiş Lokantacı anlatınca, adam şu cevabı vermiş: Evet, Kur’ân-ı Kerim’de de bu böyle zikredilmektedir Hristiyan bu işe hayret ederek bu nasıl olur diye sormuş, o da şu cevabı vermiş: Şüphesiz yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz
Böylelikle yüce Allah bize eşyaya dair bilginin anahtarının o işin zikir ehline yani o işi bilenlerine sormak olduğunu açıklamaktadır Bu ise hiç şüphesiz Kur’ân’ın getirdiği açıklamalardandır O halde kendileri vasıtasıyla bilginin elde edileceği kimselere başvurmak ilmin anahtar aracılığı ile açılması demektir


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Kur’an-ı Kerim’in Batılı Yokedişi


Batıl peşinde olan bir kimse delil diye bir şey ileri sürecek olursa, mutlaka Kur’ân-ı Kerim’de onu çürüten ve onun geçersiz olduğunu belirten bir buyruk vardır Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Onlar sana bir örnek getirdikleri her seferinde muhakkak ki sana hakkı ve daha güzel bir açıklamayı getirmişizdir (el-Furkan, 25/33)
Batıl peşinden giden bir kişi kendi batılına dair bir delil getirdi mi mutlaka Kur’ân-ı Kerim’de bu batıl delili çürüten bir açıklama vardır Hatta batıl peşinden olan herbir kişi eğer kitab ve sünnetten kendi batılının lehine sahih bir delil getirecek olursa, hiç şüphesiz bu delil onun aleyhinedir Nitekim Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- “Der-u Tearudi’n-Nakli ve’l-Akli” adlı eserinin mukaddimesinde şunu belirtmektedir: Bir bid’atçi veya batıl bir kanaatin sahibi bir kimse eğer kendi batılı lehine kitab ya da sahih sünnetten bir delil ileri sürecek olursa, mutlaka bu delil onun lehine olmaz, aleyhine delil olur
Bazı müfessirler bu âyet-i kerime kıyamet gününe kadar batıl ehlinin ileri süreceği herbir delil hakkında umumidir demişlerdir Şimdi biz burada yüce Allah’ın günümüzde müşriklerin bize karşı delil diye ileri sürdükleri birtakım hususlara cevab teşkil edecek olan Allah’ın kitabında sözünü ettiği birtakım hususları zikredeceğiz
Müellif Allah ona rahmet etsin muvahhid kimsenin fesahat ve açıklaması ne kadar ileri derecede olursa olsun, muvahhid olmayan kimsenin getirdiği delilinden daha açık ve beliğ bir delil sahibi olacağını belirterek buna yüce Allah’ın: ”Onlar sana bir örnek getirdikleri her seferinde muhakkak ki sana hakkı ve daha güzel bir açıklama getirmişizdir (el-Furkan, 25/33) buyruğunu göstermektedir Yani onlar kendisi ile seninle tartışmak ve hakkı batıla karıştırmak için bir örnek getirecek olurlarsa, mutlaka biz de sana hakkı getirir ve daha güzel bir açıklama yaparız Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim’de yüce Allah’ın bu müşriklerin ve başkalarının sorularına çokça cevap verdiğini görmekteyiz Buna sebeb ise yüce Allah’ın insanlara hakkı açıklaması ve hakkın herkes için açık ve seçik bir hal almasıdır
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki o da şudur: Bir kimse karşı tarafın delilini bilmeden ve o delili çürütmeye, ona karşılık cevab vermeye hazır olmadan hiçbir kimseyle tartışmaya girişmemelidir Çünkü gerekli bilgiye sahib olmadan böyle bir tartışmaya girişecek olursa, yüce Allah’ın dilemesi müstesna kendisi yenik düşecektir Nasıl ki insan düşman ile savaş alanına yiğitlik ve silahı olmaksızın giremiyorsa da böyledir
Daha sonra merhum müellif bu kitabında müşriklerin delil diye ileri sürdükleri herbir hususu sözkonusu edeceğini ve bu şüphelerin üzerindeki kapalılığı giderip, açıklığa kavuşturacağını belirtmektedir Çünkü gerçekte bunlar delil olamazlar Bunlar birtakım karıştırmalar ve delil suretinde göstermelerden ibarettir


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Batıl Ehline Cevap


Diyoruz ki: Batıl ehline iki yoldan cevab verilebilir Özet ve tafsilatlı cevab Özet cevab, aklıyla iyice kavrayan kimseler için pek büyük fayda sağlayan, çok büyük bir husustur Bu da yüce Allah’ın şu buyruğu ile dile getirilmektedir:
“Sana kitabı indiren O’dur Ondan bir kısım âyetler muhkemdir Bunlar kitabın anasıdır Diğer bir kısmı da müteşabihtir ama kalbinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşabih olanına uyarlar Halbuki onun tevilini Allah’tan başkası bilmez (Al-i İmran, 3/7)
Müellif bu tür şüphelere iki şekilde cevab vereceğini belirtmektedir: Birincisi bütün şüphelere cevab olmaya elverişli genel ve özlü bir cevabtır
İkincisi ise etraflı, tafsilatlı bir cevabtır Tartışma ve münazara hususlarında ilim ehlinin bu şekilde davranmaları gerekir Önce özlü cevabı verirler ki bu hakkı batıla karıştırıp, şüpheler ortaya atanların ortaya koymaları muhtemel bütün şüpheleri kapsasın Daha sonra da muayyen olarak herbir meseleye dair etraflı bir cevab vermelidir Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Bu âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da hikmeti sonsuz ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından geniş geniş açıklanmış bir kitabtır (Hud, 11/1)
Merhum müellif özet ve kapsamlı cevabında müteşabihin peşinden giden bu gibi kimselerin kalblerinde eğrilik bulunan kimseler olduklarını belirtmektedir Nitekim Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in yüce Allah’ın: ”Sana kitabı indiren odur Ondan bir kısım âyetler muhkemdir Bunlar kitabın anasıdır Diğer bir kısmı da müteşabihtir ama kalbinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşabih olanına uyarlar (Al-i İmran, 3/7) buyruğu hakkında gelen sahih rivayete göre böylece açıklamalarda bulunmuştur
Bundan dolayı sapık kimselerin -bundan Allah’a sığınırız- kendi batıllarının batılını gizlemek amacıyla müteşabih âyetleri ileri sürerek mesela: Yüce Allah şöyle buyururken bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır, peki bu nasıl olur? derler Nitekim Nafî’ b el-Ezrak’ın İbn Abbas radıyallahu anh ile tartışırken söyledikleri de bu kabilden idi Bu tartışmayı Suyutî el-İtkan adlı eserinde zikrettiği gibi, başkası da bunu zikretmiş olabilir Bu faydalı bir tartışmadır Batılcıların hakkı nasıl karıştırdıklarını anlamak için onu aktaracağız
Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın da şöyle buyurduğu sahih rivayette sabittir:
“Sizler Kur’ân’ın müteşabih olanına uyan kimseleri gördüğünüz vakit işte (bilin ki) Allah’ın kendilerinden söz ettiği kimseler onlardır, onlardan sakınınız
Müellifin de dediği gibi Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın şöyle buyurduğu sahih rivayetle sabittir:
[size="4"]“Sizler Kur’ân’ın müteşabih olanına uyan kimseleri gördüğünüz vakit (biliniz ki) işte onlar Allah’ın kendilerinden söz ettiği kimselerdir, onlardan sakınınız
Müellif bu hadisi Kur’ân ya da sünnetten müteşabih olan buyruklara uyarak kendi batılını hak gibi göstermeye çalışan kimselerin yüce Allah’ın ”ama kalblerinde eğrilik bulunanlar” âyeti ile niteliklerini belirtip, kendilerinden söz ettiği bu kimseler olduklarına delil göstermektedir Daha sonra Peygamber sallallahü aleyhi vesellem bu gibi kimselerden sakınmayı emrederek bu müteşabih buyruğa uymak suretiyle sizleri Allah’ın yolundan saptırırlar diye bunlardan da sakınınız, aynı şekilde onların yollarından da sakınınız Burada sakındırma hem onların yollarından, hem de bizzat kendilerinden de sakındırmayı kapsamaktadır
Buna örnek: Müşriklerden biri sana: ”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur Onlar kederlenecek de değillerdir (Yunus, 10/62) diye söylese ve şefaat haktır, peygamberlerin Allah nezdinde üstün bir mevkileri vardır dese ya da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in hadislerini, kendisinin benimsediği herhangi bir batıla delil diye ileri sürecek olsa ve sen onun sözünü ettiği hususların anlamını kavramayacak olursan, şu sözlerinle ona cevab ver: Şüphesiz Allah kitabında kalblerinde eğrilik bulunan kimselerin muhkem buyrukları terkedip, müteşabih olanlara uyduklarını sözkonusu etmektedir
Daha sonra müellif bu gibi kimselere şöylece bir örnek vermektedir: Müşrik olan bir kimse sana şöyle der: Yüce Allah: ”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur Onlar kederlenecek de değillerdir demiyor mu? Yahutta velilerin yüce Allah’ın nezdinde üstün bir mevkileri yok mu? Yahut şefaat Kur’ân ve sünnet ile sabit değil mi? ve buna benzer şeyler söyleyecek olursa, sen de ki: Evet, bütün bunlar haktır Fakat bunların senin bu velileri yahut bu peygamberleri Allah’a ortak koşmana delil teşkil etmediği gibi, Allah nezdinde şefaat edecekleri belirtilen kimseleri de ortak koşmana delil olamaz Senin bunların bu hususa delil teşkil ettikleri şeklindeki iddian ise batıldır Böyle bir şeyi ancak batıl peşinde olan bir kimse delil diye ileri sürebilir Sen olsa olsa yüce Allah’ın haklarında: “Kalblerinde eğrilik bulunanlar onun müteşabih olanına uyarlar (Al-i İmran, 3/7) diye buyurduğu kimselerden birisisin Eğer sen müteşabih olan bu hususları, muhkem olan buyruklara döndürecek (onların ışığında anlamaya çalışacak) olursan, bu hususların senin lehine delil teşkil etmediğini de bilirsin
Sana sözünü ettiğim yüce Allah’ın müşriklerin rububiyeti kabul ettiklerini ve onların kâfir oluşları, meleklere, peygamberlere ve velilere sarılmaktan ve aynı zamanda “bunlar Allah’ın nezdinde bizim şefaatçilerimizdir (Yunus, 10/18) demelerinden ileri geldiğini sözkonusu etmiş bulunuyorum Bu ise apaçık ve muhkem bir husustur, hiç kimse bunun anlamını değiştirecek gücü kendisinde bulamaz
Müellif müteşabih olan buyrukları, muhkem buyruklara nasıl havale edeceğimizi (onların ışığında müteşabihleri nasıl anlayacağımızı) belirtmektedir Şöyle ki müşrikler Allah’ın rububiyetin birliğini kabul ediyorlar ve buna kendilerince hiçbir şüphesi olmayan bir şekilde de iman ediyorlardı Bununla birlikte meleklere ve başkalarına da ibadet ediyorlar Bu arada: Bunlar Allah nezdinde bizim şefaatçilerimizdir diyorlardı Böyle olmalarına rağmen ise onlar müşrik idiler, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem onların canlarını ve mallarını mübah kılmıştı Bu ise yüce Allah’ın rububiyetinde ve mülkünde ortağı bulunmadığı gibi, ibadet ve uluhiyetinde de ortağının bulunmadığına, Allah’a uluhiyetinde ortak koşan kimsenin rububiyetinde onu tevhid etse bile müşrik olacağına dair delil teşkil eden en ufak bir şüphesi bulunmayan muhkem ve apaçık bir nastır
Ve ey müşrik senin bana Kur’ân-ı Kerim’den ya da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözlerinden aktardığına gelince, ben onun anlamını bilmiyorum Fakat kesinlikle şunu söylüyorum ki Allah’ın sözlerinde çelişki yoktur Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözleri de Allah’ın kelamına aykırı olamaz
Müellifin ifadesi olan “ey müşrik bana Allah’ın kelamı ve Rasûlünün kelamından sözünü ettiklerinin anlamını bilmiyorum Fakat ben şunu biliyorum ki Allah’ın kelamı birbiri ile çelişmez, peygamberin kelamı da Allah’ın kelamına aykırı olmaz” sözlerindeki “anlamını bilemiyorum” ifadesi ile şunu kastetmektedir: Senin ileri sürdüğün anlama gelip gelmediğini bilmiyorum ama ben bu anlama geldiğini reddetmediğim gibi kabul de etmiyorum Çünkü biliyorum ki Allah’ın kelamı birbiriyle çelişmez Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözü de Allah’ın kelamına muhalif olamaz Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
”Hala onlar Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyeceklerini, eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı (en-Nisa, 4/82)
”Ve biz sana bu kitabı herşeyi açıklayan olmak üzere kısım kısım indirdik (en-Nahl, 16/89)
”Ve onlarda iyice düşünsünler diye sana da bu zikri (Kur’ân’ı) indirdik (en-Nahl, 16/44)
[size="4"]Allah Rasûlünün sözü de Allah’ın kelamına aykırı olamaz Aynı şekilde Allah’ın kelamı da birbiriyle çelişemez Yüce Allah kendisinin hiçbir ortağının bulunmadığını haber verdiği gibi Peygamber sallallahü aleyhi vesellem de: “İslam beş temel üzerine bina edilmiştir Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet getirmek” diye buyurmuştur
İşte bütün bunlar biri diğerini destekleyen buyruklardır Ayrıca yüce Allah’ın rububiyette ortağının bulunmadığı gibi, uluhiyette de ortağının bulunmadığına delil teşkil etmektedir
Bu elbetteki çok güzel ve dosdoğru bir cevabtır Fakat bu cevabı ancak Allah’ın muvaffakiyet ihsan ettiği kimseler iyice anlayabilirler Sakın bu cevabı önemsememezlik etme Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Buna ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olanlar kavuşturulur (Fussilet, 41/31)
Müellifin “bu güzel ve dosdoğru bir cevabtır” ifadesi şu demektir: İnsanın kendisiyle tartışan şahsa Allah’ın buyruğu birbiriyle çelişmez, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözleri de Allah’ın kelamına aykırı düşmez ve yapılması gereken müteşabih olanın muhkeme havale edilmesi (onun ışığında anlaşılması)dır şeklindeki sözleri söyleyen bir kimse oldukça doğru bir cevab vermiş olur Yani onun bu cevabı tam anlamıyla yerini bulmuş, kimsenin onu çürütmesine imkanı yoktur yahutta kimse onu çürütecek şekilde ona cevab veremez Çünkü bu sem’i ve aklî delile dayalı sağlam bir sözdür Bu şekilde olan bir cevabın ise herhangi bir batılcı tarafından çürütülmesine imkan yoktur
“Fakat onu anlamaz” ifadelerine gelince, böyle bir cevabı ancak Allah’ın muvaffakiyet ihsan ederek üzerinden şüphe fitnelerini açıp, arzu ve heveslerin fitnesini de giderdiği kimse anlayabilir Daha sonra da buna yüce Allah’ın:”Buna ancak sabredenler kavuşturulur Yani en güzel şekilde iddiayı bertaraf etmek muvaffakiyetine ancak onlar kavuşturulur demektir


[size="4"] Buhari, Tefsir, Âl-i İmran suresi; Müslim, İlm, Babu’n-Nehyi ani’t-Tibai Müteşabihi’l-Kur’ân

[size="4"] Buhari, İman, Bab-u Kavli’n-Nebiyyi: Bunyani İslamu ala Hams; Müslim, İman, Bab-u Beyani Erkani’l-İslam

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




“Biz Allah’a Ortak Koşmuyoruz, Salihleri Aracı Kılıyoruz” Şüphesi


Etraflı cevaba gelince, şüphesiz Allah düşmanlarının rasûllerin dinlerine karşı kendileriyle insanları bu dinden alıkoydukları çokça itirazları vardır Bunlardan birisi: Biz Allah’a ortak koşmuyoruz Aksine ortaksız bir ve tek olarak Allah’tan başka hiçbir kimsenin yaratmadığına, rızık vermediğine, fayda sağlayıp, zarar vermediğine, Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’in dahi -Abdu’l-Kadir ya da bir başkası şöyle dursun- kendisine fayda sağlama ya da zarar verme imkanına sahib olmadığına şahitlik ediyoruz Şu kadar var ki ben günahkar bir kimseyim Salih kimselerin ise Allah katında bir mevkileri vardır Ben onları aracı kılarak Allah’tan dilekte bulunuyorum şeklindeki sözleridir Bu sözlere daha önce geçen şekilde cevab ver Şöyle ki: Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendileriyle savaştığı kimseler de sözünü ettiğin hususları kabul ediyorlardı Onların putlarının hiçbir şeyi yapamadığını kabul etmekle birlikte bu yolla onların mevkilerinden ve şefaatlerinden istifade etmeyi dilemişlerdi Onlara yüce Allah’ın kitabında zikrettiği buyrukları oku ve açıkla
Müellifin: Etraflı cevaba gelince şeklindeki sözlerine gelelim Birinci cevab özlü ve kapsamlı bir cevabtı İnsan bunu her şüpheye karşı cevab olarak zikredebilir Diğer taraftan etraflı yani herbir şüphe muayyen olarak çürütülecek şekilde biri diğerinden ayırd edilen cevablar da vardır Bundan dolayı Allah’a ortak koşan bir kimse eğer: Ben Allah’a ortak koşmuyorum Aksine bir ve tek ve ortaksız olarak Allah’tan başka hiçbir kimsenin yaratmadığına, rızık vermediğine, fayda sağlamayıp zarar vermediğine, Muhammed’in -Abdu’l-Kadir gibileri, onun daha alt mertebesinde olanlar şöyle dursun- bizzat kendisinin dahi kendisine bir fayda sağlayamayıp, zarar veremediğine şahitlik ediyorum diyecek olursa, şüphesiz ki bu tevhidin kendisidir Ancak böyle diyen bir kimse bununla hakkı karıştırdığı bir şüphe ortaya atmaktadır Bu şüphe ise çürütülmeye mahkumdur Bunun sahibine hiçbir fayda sağlaması mümkün değildir
Sözü edilen Abdu’l-Kadir Musa oğlu Abdu’l-Kadir el-Ceylani’dir Babasının adı ile ilgili farklı görüşler vardır Zahid ve mutasavvıfların büyüklerindendi 471 yılında Ceylan’da dünyaya gelmiş, 561 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir, Hanbeli mezhebine mensubturAncak ben günahkar bir kimseyim” şeklinde bu şüpheci kimsenin sözlerinin geri kalanına gelince, sen de böyle bir kimseye şu şekilde cevab ver: Senin sözünü ettiğin bu durum tıpkı Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in kendileri ile savaştığı, kanlarını, kadınlarını ve mallarını mübah gördüğü ve bu şekilde tevhidin kendilerine en ufak fayda sağlamadığı müşriklerin de benimsediği bir inanç idi
“Onlara yüce Allah’ın kitabında zikrettiği buyrukları oku ve açıkla” ifadeleri ile şunları kastetmektedir: Sen onlara yüce Allah’ın uluhiyetin tevhidine dair sözünü ettiği buyrukları oku, çünkü şanı yüce Allah bu hususu defalarca ele almış, tekrarlayıp durmuştur Buna sebeb ise bu tevhidi insanların kalblerine sapasağlam yerleştirmek, bu hususta onlara karşı delili ortaya koymaktır Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Senden önce gönderdiğimiz herbir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilâh yoktur O halde yalnız bana ibadet edin (el-Enbiya, 21/25)
”Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım (ez-Zariyat, 51/56)
”Allah kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı Melekler de, ilim sahibleri de O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, mutlak galibtir, hakimdir (Al-i İmran, 3/18)
”İlahınız tek bir ilâhtır O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur O rahmandır, Rahîmdir (el-Bakara, 2/163)
”O halde yalnız Bana ibadet edin (el-Ankebut, 29/56)
Ve buna benzer yüce Allah’ın ibadetinde tevhid edilmesinin ve kendisinden başkasına ibadet edilmemesinin gereğine delalet eden daha birçok âyet-i kerime Şâyet bunlarla ikna olursa, zaten istenen gerçekleşmiş olur Eğer ikna olmayacak olursa, bu hakka karşı bile bile direnen, inat eden ve yüce Allah’ın şu buyruğunun kapsamına giren büyüklenen bir kimsedir:
”Kalbleri onlara inandığı halde zulüm ve büyüklenme sebebiyle onları inkar ettiler Bozguncularının sonunun nasıl olduğuna bir bak (en-Neml, 27/14)
Şâyet: Bu âyet-i kerimeler putlara ibadet eden kimseler hakkında inmiştir Sizler salih kimseleri nasıl putlar gibi değerlendirirsiniz Yahutta peygamberleri nasıl put kabul edersiniz diyecek olursa, az önce geçen buyruklarla ona cevab ver
Şâyet kâfirlerin rububiyetin tümüyle Allah’ın olduğuna şahitlik ettiklerine ve onların bu yaptıkları ile şefaattan başka bir şeyi kastetmediklerini kabul etseler, ancak diğer taraftan kendi yaptıkları ile müşriklerin yaptıkları arasında -sözünü ettiği gerekçe sebebiyle- fark gözetilmesini isterse
Müellifin: “Bunlar” sözleri ile kastettiği şudur: Eğer müşrikler bu âyetler daha önce putlara ibadet eden müşrikler hakkında inmiştir bu veliler ise put değildirler diyecek olurlarsa, sen de daha önce geçen şekilde ona cevab ver Yani Allah’tan başka kendisine ibadet olunan her bir varlık artık ona ibadet eden kimsenin mabudu ve putu olur Peki putlara tapınan kimse ile peygamberlerle evliyalara tapınan kimse arasındaki fark nedir Çünkü bunların hiçbirisinin kendilerine ibadet edenlere en ufak bir faydası olmaz
Bu sözleri söyleyen kimse müşriklerin rububiyeti kabul ettiklerini yüce Allah’ın herşeyin Rabbi, yaratıcısı ve maliki olduğunu kabul ettiklerini biliyor Ancak onlar bu putlara kendilerini Allah’a daha çok yakınlaştırsınlar ve kendilerine şefaatçi olsunlar diye ibadet ediyorlardı O bunu kabul edecek olursa, dolayısı ile günümüzde bu şekilde hareket eden kimsenin maksadının tıpkı o müşriklerin maksadı gibi olduğunu da kabul etmiş olur Bununla birlikte -önceden de geçtiği gibi- böyle bir inanışın onlara (müşriklere) bir faydası olmamıştır


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




“Onların Yalvardıkları da Rablerine Yakın Olmak İçin Yol Ararlar”


Böyle diyen kimseye sen de şunu hatırlat: Kâfirlerden kimisi putlara dua (ve ibadet) ediyor, kimisi de Allah’ın dostlarına (velilere) dua ediyordu Yüce Allah haklarında şöyle buyurmaktadır:
”Onların o yalvardıkları da Rablerine hangisi daha yakın olacak diye yol ararlar (el-İsra, 17/57)
Aynı şekilde o kâfirlerin kimisi Meryem oğlu İsa’ya ve onun annesine dua (ve ibadet) ediyordu Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Meryem oğlu Mesih bir rasûlden başka bir şey değildi Ondan önce de rasûller gelip geçmiştir Anası ise sıddıyka bir kadındı İkisi de yemek yerdi Bizim âyetleri onlara nasıl açıkladığımıza bir bak Sonra da onların nasıl döndürüldüklerine bir bak De ki: Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve hiçbir zarar vermeye gücü yetmeyen kimseye ibadet mi ediyorsunuz Halbuki Allah herşeyi işitendir, hakkıyla bilendir (el-Maide, 5/75-76)
Müellifin “ona şunu hatırlat” sözleri daha önce geçen: “Şâyet kâfirlerin kabul ederse” şeklindeki sözlerinin cevabıdır Yani sen de buna şunu hatırlat, bu müşrikler arasından kimisi senin maksad itibariyle onunla uyum gösterdiğin için bu yönüyle kendisine benzediğin şekilde şefaat taleb etmek maksadıyla putlara dua ederdi Kimisi de sen de maksat ve mabud noktasında kendisi ile uyum arzettiğin evliyalara ibadet ederdi Onların evliyalara dua ve ibadet ettiklerinin delili yüce Allah’ın: “Onların yalvardıkları da Rablerine hangisi daha yakın olacak diye yol ararlar (el-İsra, 17/57) buyruğudur
Onlar aynı şekilde hristiyanların Meryem oğlu Mesih’e ibadet ettikleri gibi peygamberlere ibadet ediyorlardı Yine yüce Allah’ın şu buyruğunda dile getirildiği üzere meleklere de ibadet ediyorlardı:
“O günde onların hepsini haşredecek, sonra da meleklere şöyle diyecek: Bunlar mı size ibadet ederlerdi (Sebe, 34/40)
Böylelikle müşriklerin putlara ibadet ettikleri gerekçesi ile kendisinin putlara ve salih kimselere ibadet etmesi şeklindeki yanlış benzetmesine verilen cevab iki yönüyle açıklık kazanmış olmaktadır:
1- Böyle bir benzetme doğru olamaz Çünkü sözü geçen o müşrikler arasında velilere ve salih kimselere ibadet edenler vardı
2- Bu müşriklerin o putlardan başka kimseye ibadet etmediklerini kabul etsek dahi böyle diyen bir kimse ile o müşrikler arasında hiçbir fark kalmaz Çünkü hepsi de kendisine hiçbir fayda sağlayamayan varlıklara ibadet etmiş olmaktadır
Ve o kimseye yüce Allah’ın şu buyruğunu da hatırlat:
“O günde onların hepsini haşredecek, sonra da meleklere şöyle diyecek: Bunlar mı size ibadet ederlerdi Melekler diyecekler ki: Tenzih ederiz Seni, bizim velimiz (mabudumuz) onlar değil Sensin Aksine onlar cinlere ibadet ediyorlardı Bunların çoğu onlara inanıyorlardı (Sebe, 34/40-41)
Yüce Allah’ın şu buyruğunu da hatırlat:
“Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara Allah’ı bırakıp da beni ve anamı iki ilâh edinin diye sen mi söyledin diyeceği zaman (İsa) şöyle diyecek: Seni tenzih ederim Hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz Şâyet ben onu söylemiş isem, zaten sen onu bilmişsindir Sen içimde olanı bilirsin ama ben senin gizlediklerini bilmem Şüphesiz sen gaybları çok iyi bilensin (el-Maide, 5/116)
Müellifin: “Sen ona yüce Allah’ın:”O günde onların hepsini haşredecek, sonra da meleklere şöyle diyecek şeklindeki ifadeleri daha önce geçen: Ona şunu hatırlat, kâfirlerden putlara dua (ve ibadet) edenler vardır” şeklindeki sözlerine atfedilmiştir Bundan maksat da ona kâfirler arasından meleklere ibadet eden kimselerin olduğunun açıkça anlatılmasıdır Halbuki melekler Allah’ın yarattıklarının en hayırlılarındandır ve O’nun velileridir (Allah’ın dostlarıdır) Böylelikle bu batıl iddiada bulunan kimsenin kendisi ile kâfirler arasındaki fark kendisi salih kimselere ve velilere dua (ve ibadet) ederken kâfirlerin taş ve benzeri şeylerden yapılmış putlara ibadet ettikleri şeklindeki hakkı batıla karıştıran gerekçesi çürütülmüş olmaktadır
Yüce Allah’ın:”Allah: Ey Meryem oğlu İsa diyeceği zaman” buyruğunu da hatırlat” sözleri şu demektir: Yani sen böyle diyen kimseye yüce Allah’ın: “Allah diyeceği zaman” âyetini de hatırlat ki onun: Kâfirlere velilere ve salihlere ibadet ediyorlardı Dolayısıyla kendisi ile o kâfirler arasında bir fark olmadığı şeklinde ona karşı susturucu delili ortaya koymuş olacaksın
Ona de ki: Sen yüce Allah’ın putlara yönelen kimselerin kâfir olduklarını belirttiği gibi, salihlere (ibadet kastıyla) yönelen kimselerin de kâfir olduklarını belirttiğini ve Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın da onlarla savaşmış olduğunu bilmiyor musun?
Müellifin “ona deki” sözleri şu demektir: Sen ona yüce Allah’ın salihlere ibadet edenleri de, putlara ibadet edenleri de kâfir olarak tesbit ettiğini açıkla Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in da bu şirkleri sebebiyle onlarla savaşmış olduğunu belirt Onların tapındıkları kimselerin Allah’ın veli kulları ve peygamberleri arasından olmalarının kendilerine hiçbir fayda sağlamadığını göster


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Ben, Şefaat Edecekleri Ümidi İle Onlara Yöneliyorum” Şüphesi


Dese ki: Kâfirler o tapındıkları varlıklardan dileklerde bulunuyorlar Ben ise fayda sağlayıp, zarar verenin, işleri çekip çevirenin Allah olduğuna şahitlik ediyor, O’ndan başkasından bir şey istemiyorum Salih kimselerin ise emir namına herhangi bir payları yoktur Fakat ben Allah’tan onların şefaat edecekleri ümidi ile onlara yöneliyorum
Buna cevab şudur: Bu kâfirlerin söyledikleri sözler ile aynıdır Ayrıca ona yüce Allah’ın şu buyruklarını oku:
“O’ndan başka veliler edinenler: Biz bunlara ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz (derler) (ez-Zümer, 39/3)
”Bir de: Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir derler (Yunus, 10/18)
“Dese ki” sözü şu demektir: Şâyet müşrik olan bu şahıs kâfirler onlardan istekte bulunurlar yani kendilerine fayda sağlamalarını yahut zarar vermelerini isterler Ben ise Allah’tan başkasından bir şey istemiyorum Salih kimselerin ise emir namına herhangi bir yetkileri yoktur Ben onlara inanmıyorum, fakat şefaatçi olsunlar diye onlar vasıtası ile yüce Allah’a yakınlaşmaya çalışıyorum
Böyle diyene şu şekilde cevab ver: Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın aralarında peygamber olarak gönderildiği müşrikler de böyle idiler Onlar da putlara fayda sağlıyor, zarar veriyorlar diye inandıklarından ötürü ibadet etmiyorlardı Onlar bu putlara kendilerini Allah’a yakınlaştırsınlar diye ibadet ediyorlardı Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ”Biz bunlara ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz (ez-Zümer, 39/3)dediklerini zikrettiği gibi, şöyle de buyurmaktadır:
”Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir derler (Yunus, 10/18)
Buna göre böyle diyen birisinin hali o müşrikler ile aynı olmaktadır
Şunu bil ki bu üç şüphe onların sahib oldukları en büyük gerekçelerdir Yüce Allah’ın kitab-ı keriminde bunları bize açıkladığını bildiğine, bunları iyice bellediğine göre, bunlardan sonra sözkonusu edilecekler, buna göre daha basittir
Müellif: “İşte bu üç şüphe” derken sözü edilen şüpheler şunlardır:
Birincisi onların: Biz putlara ibadet etmiyoruz, ancak Allah’ın dostlarına (evliyaya) ibadet ediyoruz şeklindeki sözleridir
İkincisi onların: “Bizler ibadette onlara yönelmiyoruz, onları kastetmiyoruz Bizim maksadımız yalnızca yüce Allah’tır” sözleridir
Üçüncüsü de: “Bizler onlara bize bir fayda sağlasınlar yahut bize zarar versinler diye ibadet etmiyoruz Fayda ve zarar yüce Allah’ın elindedir Ancak onlar bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye (onlara yöneliyoruz) Bizler bu yönelişimizle onların şefaatine erişmek maksadını güdüyoruz Yani bizler yüce Allah’a ortak koşmuyoruz” şeklindeki sözleridir
Bu şüphelerin gerçek yüzü açıkça ortaya çıkmış olduğuna göre bundan sonraki şüphelerin gerçek yüzünün ortaya çıkması daha basit, daha kolaydır Çünkü bunlar onların kendileri ile hakkı batıla karıştırdıkları en güçlü şüpheleridir

“Salihlere Sığınmak Onlara Dua Etmek İbadet Değildir!?” Şüphesi


Şâyet: Ben Allah’tan başkasına ibadet etmiyorum Salihlere bu şekilde sığınmak ve onlara dua etmek ibadet değildir diyecek olurlarsa, sen de onlara şöyle de:
Yüce Allah’ın ibadeti yalnız Allah için ihlasla yapmayı farz kıldığını, bunun Allah’ın senin üzerindeki hakkı olduğunu sen de kabul ediyorsun Şâyet: Evet öyledir diyecek olursa, ona de ki: Allah’ın sana farz kılmış olduğu şey olan ibadeti yalnızca Allah’a halis kılmanın ne olduğunu ve bunun senin üzerindeki hakkı olduğunu bana açıkla Şâyet ibadeti de, ibadetin türlerini de bilmeyen birisi ise ona şu sözlerinle ibadeti açıklayıver:
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin Gerçek şu ki O haddi aşanları sevmez (el-A’raf, 7/55)
Bunu kendisine bildirdikten sonra ona şöyle de: Sen bunun Allah’a ibadet olduğunu öğrenmiş oldun mu? Kaçınılmaz olarak evet diyecektir Dua da zaten ibadetin özüdür
Şüpheler uyandıran bu kişi ben Allah’a ibadet ettiğim gibi onlara ibadet etmiyorum, onlara sığınmak ve onlara dua etmek ise bir ibadet değildir diyecek olursa, bu iddiası bir şüphedir Bu şüpheye cevab da şöyle verilir:
Allah sana ibadeti yalnızca kendisine ihlasla yapmayı farz kılmıştır Şâyet: Evet diyecek olursa, ona ibadeti Allah’a halis kılmanın anlamının ne olduğunu sor Bunu ya bilir ya bilmez, eğer bilmeyen birisi ise salihlere dua edip, onlara böylece bağlanmanın bir ibadet olduğunu öğrenmesi için ona bu hususu açıklayıver
Müellifin “ona ibadeti açıkla” sözleri şu demektir: Ona ibadetin çeşitlerini açıklayarak şöyle de: Şüphesiz yüce Allah: ”Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin Gerçek şu ki O haddi aşanları sevmez (el-A’raf, 7/55) diye buyurmaktadır Dua da bir ibadettir, dua ibadet olduğuna göre Allah’tan başkasına dua etmek Allah’a şirk koşmak olur Buna göre duaya, ibadete ve rahmetinin ümid edilmesine layık olan kişi bir ve tek olarak, ortaksız olarak sadece yüce Allah’tır
Ona de ki: Sen bunun bir ibadet olduğunu kabul etmekle birlikte korku ve ümit ile gece gündüz Allah’a dua etsen, sonra da belli bir ihtiyaç için bir peygambere yahutta bir başkasına dua edecek olursan, Allah’a ibadetinde başkasını ortak koşmuş olur musun? Kaçınılmaz olarak: Evet diyecektir O vakit ona şöyle de: Sen yüce Allah’ın: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes (el-Kevser, 108/2) buyruğunu öğrenmiş bulunuyorsun Allah’a itaat edip, O’na kurban kesmen bu bir ibadet olmaz mı? Kaçınılmaz olarak evet diyecektir
Sen de ona şunu sor: İster bir peygamber, ister bir cin, ister başka herhangi bir yaratılmış için kurban kesecek olursan, sen bu ibadette Allah’tan başkasını ortak koşmuş olur musun? Ortak koşmuş olacağını kabul etmesi ve: Evet demesi kaçınılmaz bir şeydir
“Ona de ki” sözleri şu demektir: Sen duanın ibadet olduğunu açıklayıp, o da bunu kabul edecek olursa, ona şöyle de: Herhangi bir ihtiyacın olduğu takdirde yüce Allah’a dua ediyor, sonra da yine aynı ihtiyacın için bir peygamber yahut başka bir yaratılmışa ibadet edecek olursan, acaba ibadette Allah’la birlikte başkasını ortak koşmuş olmaz mısın? Kaçınılmaz olarak: evet diyecektir Çünkü böyle bir sonuç kaçınılmazdır Dua açısından durum böyledir
Daha sonra müellif bir başka ibadet çeşidine geçmektedir Bu da kurban kesmektir Diyor ki: Sen ona: Yüce Allah’ın: ”O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes (el-Kevser, 108/2) buyruğunu bildiğine göre Allah’a itaat edip, O’nun için kurban kesecek olursan, bu bir ibadet olur mu? Kaçınılmaz olarak: Evet diyecek ve böylelikle yüce Allah için kurban kesmenin ibadet olduğunu itiraf edecektir Buna göre bu işi Allah’tan başkasını maksat olarak gözetip, yapmak bir şirk olur Merhum müellif bunu muhatabına söyletmek üzere şöyle demektedir: “Ona de ki: Sen bir mahluk için kurban kesecek olursan” bu ise açıkça bağlayıcı ve itiraf edilmemesi kaçınılmaz bir açıklamadır
Yine ona de ki: Haklarında Kur’ân’ın indiği müşrikler meleklere, salihlere, lat’a ve başka şeylere ibadet ediyorlar mıydı? Kesinlikle: evet diyecektir Ona de ki: Peki o müşriklerin bu varlıklara ibadetleri dua, kurban kesmek, sığınmak ve buna benzer şekillerden başka bir şekilde mi oluyordu? Çünkü onlar kendilerinin Allah’ın kulları olduklarını, O’nun hakimiyeti altında olduklarını, işleri çekip çevirenin Allah olduklarını kabul ediyorlardı Şu kadar var ki bu varlıklara konumları ve onların şefaatini elde etmek için dua edip, sığındılar Bu da oldukça açık bir husustur
Müellif “yine ona de ki: müşrikler” sözleriyle daha önce kendisine işarette bulunduğu bir başka bağlayıcı ve kabul edilmesi gereken noktaya geçmektedir O da bu şüphe uyandıran kimseye şu şekilde bir soru yöneltmektir: Müşrikler meleklere, salihlere, lat’a ve başka şeylere ibadet ediyorlar mı? Kaçınılmaz olarak evet diyecektir Bu sefer bir daha şu soru sorulsun: Onların ibadetleri dua, kurban kesmek, sığınmak ve buna benzer yollardan başkası ile mi gerçekleşiyordu? Hem onlar aynı zamanda Allah’ın kulları olduklarını, O’nun hakimiyeti altında bulunduklarını, işleri çekip çevirenin Allah olduğunu kabul ediyorlar fakat yine de konumları ve şefaatleri ümidiyle onlara dua edip, onlara sığındılar -Daha önceden belirtildiği gibi- İşte şüphe içerisinde bulunup, şüphe uyandırmaya çalışanın içine düştüğü hal tamamıyla budur

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Rasûlullah’ın Şefaati


Şâyet: Sen Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın şefaatini inkar ediyor ve böyle bir şeyin olmadığını mı söylüyorsun? dersen, sen de: Hayır ben onu inkar etmiyor ve onunla ilişkimin olmadığını söylemiyorum Aksine o yüce Peygamber şefaat edilecektir, şefaati kabul edilecek olandır Onun şefaatine nail olacağımı da ümit ederim, fakat şefaat bütünüyle Allah’ındır Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Bütün şefaat Allah’ındır (ez-Zümer, 39/44)
Müellif: “Eğer dese” sözleri ile şunu kastetmektedir: Sana: Sen Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şefaatini inkar ediyor musun? diyecek olsa demektir O bu sözlerini kendisine dua ettiğin takdirde Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in Allah nezdinde sana şefaat etmesini ummak ümidiyle dua etmenin caiz olduğunu kabul ettirsin diye söyler Sen de ona şöyle de: Ben bu şefaati inkar etmiyorum, onunla ilişkimin olmadığını da söylemiyorum Ancak ben şunu söylüyorum: Şefaat Allah’ındır ve bütün hususlarıyla O’nun elindedir Dilediği vakit ve dilediği kimseler için bu hususta izin verecek olan da O’dur Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki: Bütün şefaat Allah’ındır Göklerle yerin mülkü yalnız O’nundur (ez-Zümer, 39/44)
Şefaat yüce Allah’ın: “Onun izni olmaksızın nezdinde kim şefaat edebilir?” (el-Bakara, 2/255) buyruğunda belirtildiği gibi Allah izin vermedikçe gerçekleşmez Herhangi bir kimse hakkında da yine Allah onun için izin vermedikçe şefaat olunmaz Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler (el-Enbiya, 21/28)
Yüce Allah da tevhidden başkasına razı değildir Nitekim O şöyle buyuruyor:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul olunmaz (Al-i İmran, 3/85)
“Şefaat Allah izin vermedikçe olmaz” ifadeleriyle müellif şefaatin gerçekleşmesinin ancak iki şart ile mümkün olacağını açıklamaktadır
Birinci şart yüce Allah’ın şefaate dair izin vermesidir Bunun gerekçesi de: ”Onun izni olmadan nezdinde kim şefaat edebilir?” (el-Bakara, 2/255) buyruğudur
İkinci şart ise yüce Allah’ın hem şefaat edecek olandan, hem kendisine şefaat edilecek olandan razı olmasıdır Buna sebeb de yüce Allah’ın şu buyruklarıdır:
“O günde rahmanın izin vereceği ve sözünden razı olacağı kimseninki müstesna şefaatin hiçbir faydası olmayacaktır (Taha, 20/109)
”Onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler Onlar korkusundan titrerler (el-Enbiya, 21/28)
Bilindiği gibi yüce Allah ise bir kimseden ancak tevhid ile razı olabilir, onun küfre razı olmasına imkân yoktur Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Eğer kâfir olursanız, şüphesiz Allah size muhtaç değildir Bununla birlikte o kullarının kâfir olmalarına razı olmaz Eğer şükür ederseniz, faydanız için ondan razı olur (ez-Zümer, 39/7)
Yüce Allah küfre razı olmadığına göre kâfire şefaat edilmesine de izin vermeyecektir
Şefaat bütünüyle Allah’ın olduğuna, O izin vermeden gerçekleşmeyeceğine, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in da, başkasının da o kimse hakkında izin vermedikçe kimseye şefaat etmeyeceklerine, yüce Allah da ancak tevhid ehli olan kimselere şefaat yapılmasına izin vereceğine göre açıkça şu anlaşılmaktadır Şefaat bütünüyle Allah’a aittir, o halde şefaati O’ndan istemelidir O bakımdan (mesela) ben şöyle derim: Allah’ım beni onun şefaatinden mahrum etme, Allah’ım onu bana şefaatçi kıl ve benzeri ifadeler kullanılır
“Şefaat tümü ile Allah’ın olduğuna göre” sözleriyle müellif Allah ona rahmet etsin şunu anlatmak istemektedir: Şefaat tümüyle Allah’a ait olduğuna, O’nun izni olmadan gerçekleşmeyeceğine, ancak O’nun razı olacağı kimselere yapılacağına, tevhidden başkasına da Allah rıza göstermediğine göre şefaatin peygamberden değil de Allah’tan başkasından istenmemesi gerekir O bakımdan şefaati dileyen kimse: Allah’ım peygamberini bana şefaatçi kıl, Allah’ım beni şefaatinden mahrum bırakma ve benzeri sözlerle dua eder
Eğer: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’e şefaat verilmiş, ben de ondan Allah’ın verdiğinden istiyorum diyecek olursa, şöyle cevab verilir:
Allah şefaati peygamberine vermiş, bununla birlikte sana böyle bir istekte bulunmayı yasaklayarak: “Onun için Allah ile birlikte hiçbir kimseye dua etmeyin (el-Cin, 72/18) diye buyurmaktadır Eğer sen peygamberinin sana şefaatçi kılması için ona dua edecek olursan, yüce Allah’a: “Onun için Allah ile birlikte hiçbir kimseye dua etmeyin” buyruğunda itaat etmeniz Çünkü şefaat Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’dan başkasına da verilmiştir Meleklerin şefaatçi olacaklarını, evliyanın şefaat edecekleri, küçük yaşta ölen çocukların şefaat edecekleri sahih rivayetlerle sabittir Sen: Allah onlara şefaati vermiştir, ben de onlardan istiyorum diyor musun?
Eğer böyle bir şey söylüyor isen şüphesiz ki yüce Allah’ın kitabında sözünü ettiği salihlere ibadete dönmüş oluyorsun Şâyet hayır diyorsan, o vakit “Allah ona şefaat etmeyi vermiştir ve ben o şefaati ondan Allah’ın ona verdiğinden istiyorum” şeklindeki görüşün de çürütülmüş olmaktadır
Eğer Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’a dua eden müşrik kimse: Allah Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’e şefaatte bulunmayı vermiştir Ben de şefaati ondan istiyorum diyecek olursa, ona üç türlü cevab verilebilir:
1- Yüce Allah ona şefaat etmeyi vermiş fakat sana da Allah’a dua ederken O’na şirk koşmayı yasaklayarak: ”Onun için Allah ile birlikte hiçbir kimseye dua etmeyin (el-Cin, 72/18) diye buyurmaktadır
2- Yüce Allah ona şefaatte bulunmayı vermiş olmakla birlikte o sallallahü aleyhi vesellem Allah izin vermedikçe şefaat de etmez, Allah’ın razı olacağı kimselerden başkasına da şefaat etmez Müşrik olan bir kimseden ise elbetteki Allah razı olmaz ve yüce Allah’ın buyurduğu gibi ona şefaatte de bulunulmaz yahut kendileri de şefaat edemezler: ”Onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler (el-Enbiya, 21/28)
3- Yüce Allah Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’den başkasına da şefaat etme imkanını vermiştir Melekler şefaat edecekler, küçük yaşta ölen çocuklar şefaat edecekler, evliya şefaat edeceklerdir Böyle diyen kimseye sen de: Peki bütün bunlardan şefaatçi olmalarını istiyor musun? diye sor Şâyet hayır diyecek olursa, böylelikle delili çürütülmüş, iddiası ortadan kalkmış olur Şâyet evet diyecek olursa, o takdirde o salihlere ibadet edileceği görüşünü kabule dönmüş olur
Diğer taraftan bu şekilde şüpheci müşrik aslında Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’tan kendisine şefaat etmesini istememektedir Eğer bu böyle bir şeyi istemiş olsaydı: Allah’ın, peygamberin ve rasûlün olan Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’i hakkımda şefaatçi kıl demeliydi Fakat o doğrudan doğruya Allah Rasûlüne dua etmektedir Allah’tan başkasına dua etmek ise kişiyi dinden çıkartan büyük şirktir Peki Allah ile birlikte başkasına dua eden böyle bir kimse nasıl olur da Allah’ın yanında herhangi bir kimsenin kendisine şefaatçi olmasını isteyebilir
Müellif “melekler şefaat edecektir, evliya şefaat edecektir” şeklindeki sözlerinin dayanağına gelince, Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den belirttiğine göre -Müslim’in uzunca rivayet ettiği hadiste- yüce Allah’ın şöyle buyuracağı kaydedilmektedir:
“Melekler şefaat etti, peygamberler şefaat etti ve müminler şefaat etti[1]
Müellifin “küçük yaşta ölen çocuklar da şefaat ederler” sözlerinde geçen “el-efrad: küçük yaşta ölen çocuklar” ergenlik yaşına ulaşmadan önce ölen çocuklar demektir Bu görüşün dayanağı da Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den rivayet ettiği şu hadistir:
“Üç tane çocuğu ölen hiçbir müslüman -(yüce Allah’ın bu husustaki) kasemi gereği müstesna- asla cehenneme girmez
Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir Yine Buhari’de gerek Ebu Hureyre’den gerek Ebu Said el-Hudri’den gelen bir başka rivayette: “Henüz ergenlik yaşına ulaşmamış ifadesi de yer almaktadır


[size="4"] Müslim, İman, Bab-u Marifet-i Tarikı’r-Ru’ya

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Salihlere Sığınmak Şirktir


Eğer: Ben Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmuyorum, asla Fakat salihlere sığınmak da şirk değildir derse, ona şöyle deriz:
Allah’ın şirk koşmayı, zinayı haram kıldığından daha ağır bir şekilde haram kıldığını kabul ettiğine Allah’ın şirki bağışlamayacağını kabul ettiğine göre peki Allah’ın haram kılmış olduğu ve bağışlamayacağını belirttiği bu husus nedir? Bu (senin açıklamana göre) bilinmeyen bir şeydir (Devamla) ona de ki: Sen mahiyetini bilmediğin şirkten uzak olduğunu nasıl söyleyebilirsin? yahut Allah onu nasıl böyle bir işi haram kılar, mağfiret etmeyeceğini belirtir ve sen bunun ne olduğuna dair soru sormuyor, bunu bilmiyorsun Yoksa Allah bunu haram kılmış olmakla birlikte onu bize açıklamamış olduğunu mu zannediyorsun
Şirk koşan bu şahıs: Ben Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmuyorum Salihlere sığınmak ise şirk değildir diyecek olursa, ona şöyle cevab verilir: Sen Allah’ın şirki zinayı haram kıldığından daha ileri derecede haram kıldığını ve Allah’ın onu bağışlamayacağını kabul etmiyor musun? (ettiğine göre) o halde şirk nedir? Bu durumda o ne olduğunu bilemeyecek ve Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’dan şefaatı istemenin şirk olmadığına inandığı sürece doğru bir cevab veremeyecektir İşte bu onun yüce Allah’ın pek büyük olarak gördüğü ve hakkında: ”Şüphesiz ki şirk pek büyük bir zulümdür (Lokman, 31/13) diye buyurduğu şirki bilmediğini gösterir
Müellifin “ona: uzak olduğunu nasıl söyleyebilirsin” ifadeleri de şu demektir: O kişi salihlere sığınmakla birlikte şirkten uzak olduğunu söyleyecek olursa, buna iki türlü cevab verilir:
1- Sen şirki bilmediğin halde, şirkten uzak olduğunu nasıl söyleyebilirsin? Bir şey hakkında hüküm vermeden önce onun ne olduğunun bilinmesi anlaşılması gerekmez mi? Şirki bilmediğin halde ondan uzak olduğuna dair hüküm vermen bilgisizce hüküm vermek olduğundan bu red edilir
2- Niçin diye sorulur Yani sen yüce Allah’ın zinadan ve haksızca insan öldürmekten daha ileri derecede haram kılıp, işleyenine cehennem azabını vacib kılıp, cenneti haram kıldığı şirke dair nasıl soru sorarsın Yüce Allah’ın bunu kullarına açıklamadan haram kıldığını mı zannedersin? O kesinlikle böyle bir şey yapmamıştır

Şirki; Putlara Tapınmaktan İbaret Zannetmenin Yanlışlığı


Şâyet: Şirk putlara ibadet etmektir Bizlerse putlara ibadet etmiyoruz derse ona: Putlara ibadet etmenin anlamı nedir? Onların bu tahtadan, taşlardan yapılmış varlıkların yarattığına, rızık verdiğine, kendilerine dua edenlerin işlerini çekip çevirdiğine inandıklarını mı zannediyorsun? Böyle bir kanaatte bulunmadıklarını Kur’ân-ı Kerim ortaya koymaktadır
Yani bu şüpheci müşrik sana: Şirk putlara ibadet etmektir Biz ise putlara ibadet etmiyoruz diyecek olursa, ona iki şekilde cevab ver:
Putlara ibadet etmenin mahiyeti nedir? diye sor Sen o putlara ibadet eden kimselerin bu putların yarattıklarına, rızık verdiklerine, kendilerine dua eden kimselerin işlerini çekip çevirdiklerine inandıklarını mı sanıyorsun? Eğer böyle bir iddiada bulunacak olursa, Kur’ân-ı Kerim onun bu iddiasını yalanlamış bulunmaktadır
Şâyet: Şirk bir tahtaya, bir taşa yahut bir kabir üzerindeki bir binaya ya da başka bir şeye yönelmek ve ona dua edip, ona kurban kesip, bu yüce Allah’a bizi yakınlaştırır, bereketiyle Allah ondan belaları def eder, bereketiyle Allah ona bize bir şeyler verir demeleridir diyecek olursa, ona şöyle denilir:
Evet doğru söyledin İşte sizin de taşların üzerinde kabir ve benzeri binaların bulunduğu yerlerde yaptığınız budur İşte böylece o yapılan bu işin putlara bir ibadet olduğunu itiraf etmiş olur Zaten istenen de budur
Müellifin “şâyet dese” sözleri bizim: “Eğer böyle bir iddiada bulunursa, Kur’ân-ı Kerim’i yalanlamış olur” sözlerinin bir karşılığı demektir Bu da şu demektir: Eğer bu şahıs putlara ibadet etmek demek, putun tahtasına, taşına yahut kabir üzerindeki bir binaya ya da bir başka şeye dua ederek yönelmektir, onun için kurban kesmektir ve onun hakkında: O bizi yüce Allah’a yakınlaştırmaktadır demeleridir Bu sefer biz de şöyle deriz: Doğru söyledin, senin bu işin de bu anlatılanla aynı şeydir Buna göre sen de bizzat kendi aleyhine yaptığın ikrarın ile müşrik olursun, anlatılmak istenen de zaten budur
Yine bu kimseye şöyle denilir: Sen şirk putlara ibadet etmektir derken, maksadın şirkin bundan ibaret olduğunu anlatmak ve salihlere güvenip, onlara dua etmenin bunun kapsamına girmediğini söylemek midir? Böyle bir iddiayı yüce Allah’ın kitabında sözünü ettiği meleklere, İsa’ya ya da salihlere güvenen kimselerin kâfir olduğuna dair açıklamaları reddetmektedir
Bu durumda Allah’a ibadette salih kimselerden herhangi bir kimseyi ortak koşanların yaptıkları bu işin Kur’ân-ı Kerim’de sözü geçen şirkin kendisi olduğunu kaçınılmaz olarak kabul edecektir Zaten istenen de budur
Müellifin: “Yine ona sen şirk putlara ibadet etmekten ibarettir” sözlerinden itibaren “zaten istenen budur” sözlerine kadarki ifadeleri bu tür şüphelere verilen ikinci cevabtır Bu cevab da şöyledir: Senin maksadın şirkin bu hale mahsus olduğunu salihlere güvenip, onlara dua etmenin bunun kapsamına girmediğini söylemek midir? Eğer böyle ise bunu Kur’ân reddetmektedir O vakit salihlerden herhangi bir kimseyi, herhangi bir ibadette ortak koşan kimsenin Kur’ân-ı Kerim’de sözü edilen şirk olduğunu kaçınılmaz olarak kabul edecektir, istenen de budur
Meselenin özü şudur: O: Ben Allah’a ortak koşmuyorum diyecek olursa, ona peki Allah’a ortak koşmak nedir? Onu bize açıkla denilir Eğer: Allah’a ortak koşmak putlara ibadet etmektir derse, Ona: Peki putlara ibadet etmek nedir? Onu bana açıkla denilir
“Meselenin özü şudur” sözleri şu demektir: Meselenin özü: bu şahıs ben Allah’a ortak koşmuyorum diyecek olursa, sen de ona Allah’a ortak koşmanın anlamı nedir diye sor Şâyet: Allah’a ortak koşmak putlara ibadet etmektir diyecek olsa, sen de ona peki putlara ibadet etmek ne demektir? diye sor ve daha önce geçen açıklamalar çerçevesinde onunla tartışmayı sürdür
Şâyet o “ortak koşmak, putlara ibadet etmektir” sözleri de şu demektir: Allah’a ortak koşan bu müşrik şahıs Allah’tan başkasına ibadet etmediğini ileri sürerse, ona: Tek başına Allah’a ibadet etmek ne anlama gelir diye sor Bu durumda üç halden biri sözkonusudur:
1- İbadeti Kur’ân-ı Kerim’in delalet ettiği şekliyle açıklayacaktır, istenen ve kabul edilen budur Bu açıklama ile de onun bir ve tek olarak Allah’a ibadeti gerçekleştirmediği ortaya çıkmış olacaktır Çünkü o (sözü geçen hareketleriyle) ona şirk koşmaktadır
2- O ibadetin anlamını bilmemektedir O vakit ona şöyle denilir: Sen bilmediğin bir şey ile ilgili olarak nasıl iddiada bulunabilirsin Yoksa sen bu hususta kendi adına, kendin için hüküm mü vermektesin Halbuki bir şeye dair hüküm vermek onu gereği gibi bilmenin bir sonucudur
3- Allah’a ibadet etmeyi başka bir anlamla açıklaması sözkonusu olabilir Bu durumda da şirkin ve putlara ibadetin şer’î anlamını ona açıklamak suretiyle yanlışlığını da açıkça görmüş olur Şirkin onların yaptıkları ile aynı şey olduğunu ve bununla birlikte kendilerinin şirk koşmayan muvahhid kimseler olduklarını iddia ettikleri şey ile aynı olduğunu açıkça anlar
Şâyet: Ben Allah’tan başkasına ibadet etmiyorum derse, ona şöyle denilir: Allah’a ibadet etmenin anlamı nedir? Onu bana açıklar mısın? Eğer Allah’a ibadeti Kur’ân’ın açıkladığı şekilde açıklarsa, istenen açıklama şekli budur Bu şekilde açıklamayacak olursa, bilmediği bir şeyi yaptığını nasıl iddia edebilir
Eğer bunu anlamından başka türlü açıklayacak olursa, sen de Allah’a ortak koşmak ve putlara ibadet etmeye dair açık ve anlaşılır olan âyetlerin ne anlama geldiğini ve onların o yaptıkları ile günümüzde bunların yaptıkları şeylerin aynısı olduğu ifade edilir
Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın, bir ve tek olarak ibadet etmenin onların bize karşı tepki göstermelerine ve tıpkı önceki kardeşlerinin bağırıp çağırdıkları gibi bize karşı bağırıp, çağırmalarına sebeb olduğu anlatılır Çünkü onlar şöyle demişlerdi:
“Acaba o bunca ilâhı tek bir ilâh mı yaptı Muhakkak bu çok şaşılacak bir şeydir (Sad, 38/5)
Yani yine bu kimseye bir ve tek olarak Allah’a ibadet etmenin, onların bize karşı kendisi sebebiyle tepki gösterip, geçmişlerinin yaptığı gibi bağırıp çağırarak başımıza kıyametleri kopardıkları konum ile aynı olduğu anlatılır Çünkü geçmişleri Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’a şöyle demişlerdi:
“Acaba o bunca ilâhı tek bir ilâh mı yaptı Muhakkak bu çok şaşılacak bir şeydir Onlardan ele başıları: Yürüyün ve ilâhlarınıza direnin, şüphesiz ki bu istenen bir şeydir diyerek kalkıp, gittiler Biz bunu öbür dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır (Sad, 38/5-7)

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Eskilerin Şirki Şimdikilerden Hafifti


Müşriklerin günümüzde “inancın büyüğü” diye ad verdikleri bu hususun Kur’ân-ı Kerim’de belirtilen ve Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendisine karşı savaş verdiği şirk ile aynı şey olduğunu bildiğimize göre şunu da belirtelim ki öncekilerin şirki günümüzün şirkine göre iki sebebten dolayı daha hafiftir Birincisi öncekiler ancak bolluk ve rahatlık zamanında melekleri, velileri ve putları Allah’a ortak koşuyor ve onlara dua ediyorlardı Darlık zamanlarında ise dualarını yalnızca Allah’a yapıyorlardı Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman ondan başka taptığınız herkes kaybolur Fakat o sizi kurtarıp, karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz Zaten insan çok nankördür (el-İsra, 17/67)
Müellifin “günümüzde müşriklerin bildiğimize göre” sözleri şu demektir: Sen ibadetin anlamını ve -müellifin- kendi döneminde o müşriklerin izledikleri yolun tıpkı Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in dönemindeki müşriklerin izlediği yol ile aynı olduğu anlaşıldığına göre bunların şirklerinin Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in kendileriyle savaşmış olduğu kimselerin şirkinden iki yönüyle daha büyük olduğu da anlaşılmış olur
Evvela bunlar hem rahatlık ve bolluk zamanlarında, hem de sıkıntılı zamanlarında Allah’a ortak koşmaktadırlar Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’in aralarında peygamber olarak gönderdiği o müşrikler ise sadece bolluk ve rahatlık zamanlarında ortak koşuyorlar, fakat darlık ve sıkıntılı zamanlarında ihlasla Allah’a yöneliyorlardı Nitekim yüce Allah: ”Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman ondan başka taptığınız herkes kaybolur (el-İsra, 17/67) diye buyurmaktadır Gemiye bindikleri vakit dini Allah’a halis kılarak, Allah’a dua ediyorlar, O’ndan başkasına dua etmiyorlar, başkasından istekte bulunmuyorlardı Daha sonra onları kurtarıp, karaya çıkınca da hemen ortak koşmaya koyuluyorlardı ya da onların bir kesimi Allah’a ortak koşuyorlardı İki bakımdan birisi budur
Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
“Sen de ki: Eğer size Allah’ın azabı gelirse yahut size kıyamet gelip çatarsa, Allah’tan başkasını mı çağıracaksınız Şâyet doğru kimseler iseniz bana söyleyin Hayır, yalnız O’na yalvarırsınız, O da dilerse yalvardığınız şeyi giderir, siz de şirk koştuğunuz şeyleri unutursunuz (el-En’am, 6/40-41)
“İnsana bir zarar isabet etse, o Rabbine dönerek O’na dua eder de ki küfrünle biraz eylenedur, muhakkak sen cehennemliklerdensin (ez-Zümer, 39/8)
Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
“Onları dağlar gibi bir dalga kapladığında dinlerini yalnız Allah’a halis kılanlar olarak O’na dua ederler (Lokman, 31/32)
Bu da aynı şekilde o müşriklerin rahat ve bolluk zamanlarında Allah’a ortak koştuklarını, azab yahut kıyamet gelip kendilerini bulduğunda Allah’tan başkasına dua etmediklerini göstermektedir Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Hayır, yalnız O’na yalvarırsınız O da dilerse, yalvardığınız şeyi giderir, siz de şirk koştuğunuz şeyleri unutursunuz (el-En’am, 6/41)
O müşrikler bu hallerinde ortak koştukları varlıkları unuturlar ve Allah’tan başkasına dua etmezlerdi
Bir sonraki âyet (ez-Zümer, 39/8) de önceki iki âyet gibi insanın bir sıkıntı ile karşılaştığında Allah’a yönelerek O’na dua ettiğini fakat Allah’tan bir nimet ile karşılaştığında daha önce dua ettiğini unutup, Allah’a -Allah’ın yolundan saptırmak için- birtakım ortaklar koştuğunu göstermektedir Böylelikle o rahat ve bolluk zamanında Allah’a ortak koşar, darlık ve sıkıntılı zamanlarında O’na ihlasla yönelir
Bir sonraki âyette aynı şekilde önceki âyetler gibi bu müşriklerin bolluk ve rahat zamanlarında Allah’a ortak koştuklarını, darlık ve sıkıntılı zamanlarda ise yalnızca Allah’a sığındıklarını göstermektedir
Yüce Allah’ın kitabında açıkladığı bu meseleyi kavrayan bir kimse yani Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendileriyle savaşmış olduğu müşriklerin rahat ve bolluk halinde hem Allah’a, hem de ondan başkasına dua ettiklerini fakat darlık ve sıkıntılı zamanlarında ise O’na hiçbir ortak koşmaksızın bir ve tek olarak Allah’a dua ederek kendi efendilerini (ortak koştukları putlarını) unuttuklarını anlayan bir kimse günümüz insanlarının şirki ile öncekilerin şirki arasındaki farkı da açıkça anlamış olur Ancak bu meseleyi kalbiyle sağlam bir şekilde kavrayan kimse nerede? Allah’tan yardımını dileriz
Müellif şunu açıklamaktadır: Kendi dönemindeki müşriklerin şirki Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın döneminin şirkinden daha ağırdı Çünkü onun dönemindeki müşrikler hem rahat ve bolluk zamanlarında, hem darlık ve sıkıntılı zamanlarında Allah’tan başkasına dua ediyorlardı Ancak Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın dönemindeki müşrikler ise darlık ve bolluk zamanlarında Allah’a ve Allah’tan başkasına dua ederlerken, zorluk ve sıkıntılı zamanlarında Allah’tan başkasına dua etmiyorlardı İşte bu onun dönemindeki müşriklerin şirklerinin Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın dönemindeki müşriklerin şirkinden daha büyük olduğunu göstermektedir
İşte bu meseleyi kavrayan kimse her iki şirk arasındaki farkı da açıkça anlamış olur Yani müellifin dönemindeki müşrikler ile Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın dönemindeki müşrikler arasındaki farkı anlamış olur Şunu da anlar ki öncekilerin şirki müellifin kendi dönemindekilerin şirkinden daha hafiftir, fakat kalbi ile bunu anlayacak insanlar nerede? İnsanların çoğu bundan yana gaflet içindedirler İnsanların çoğu hak ile batılı karıştırmakta, batılı hak zannetmekte, hakkı da batıl sanmaktadırlar
İkinci hususa gelince, öncekiler Allah ile birlikte peygamber, evliya, melek gibi ya Allah’a yakın kimselere dua ederlerdi yahutta herhangi bir şekilde isyan etmeleri sözkonusu olmayan, Allah’a itaat eden ağaçlara, taşlara dua ederlerdi Günümüzün insanları ise Allah ile birlikte insanların en fasıklarından olan birtakım kimselere dua etmektedirler Onlara dua eden kimseler ise zina, hırsızlık, namazı terketmek ve buna benzer çeşitli günahkarlıklarını da nakletmektedirler
“İkinci hususa gelince” sözleri şu demektir: Öncekilerin şirk koşmalarının günümüzün insanlarının şirklerinden daha hafif olduğunu açıklamaya dair ikinci husus şudur: Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem dönemindeki müşrikler ya evliyaullah gibi Allah’a yakın kimselere yahutta taş, ağaç gibi Allah’a itaat eden ve O’nun önünde zilletle boyun eğen varlıklara dua ederlerdi Bunlar ise yani onun dönemindeki müşrikler ise kendilerinden türlü günahkarlıkları zina, hırsızlık ve buna benzer Allah’a masiyet olan diğer işleri işlediklerini naklettikleri kimselere dua ederler Bilinen bir husus da şudur ki salih bir kimse hakkında ya da yüce Allah’a isyan etmeyen cansız bir varlık hakkında belirli bir inanç besleyen kimse fasıklığı görülen ve bu hususta şahitlik bulunan kimseler hakkında birtakım inanç besleyenlerinkinden daha hafiftir Bu da açıkça görülen bir husustur


Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




Biz Allah’a, Rasûlullah’a ve Ahiret’e İnanıyoruz Diyerek Müşriklikten Sıyrılmak İsteyenlerin Şüphesi


Salih kişi yahutta tahta ve taş gibi isyan etmesi sözkonusu olmayan bir varlığa inanan kimse fasıklığı, fesadı tanık olunan ve görülen kimseye inanan şahıstan daha ehvendir
Böylelikle Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendileri ile savaşmış olduğu kimselerin bunlara göre daha sağlıklı bir akla sahib oldukları, şirklerinin de daha hafif olduğu açıkça anlaşıldığına göre şunu bilmek gerekir ki bu gibi kimselerin bizim sözünü ettiğimiz hususlara karşılık olarak ileri sürdükleri bir şüpheleri vardır Bu da onların bu husustaki şüphelerinin en büyüğüdür Şimdi bu şüpheye karşı verilen cevaba kulak verelim Şüpheleri şudur:
Onlar diyorlar ki: Haklarında Kur’ân-ı Kerim’in nazil olduğu kimseler Allah’tan başka hiçbir ilâhın bulunmadığına şahitlik etmeyen kimselerdir Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ı yalanlayıp, ölümden sonra dirilişi inkar edenlerdir Onlar Kur’ân’ı da yalanlıyor ve büyü olduğunu kabul ediyorlardı Bizler ise Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ediyor, Kur’ân’ı tasdik ediyor, öldükten sonra dirilişe iman ediyor, namaz kılıyor, oruç tutuyoruz Peki bizleri nasıl sözü edilen o putperestler gibi değerlendirebilirsiniz?
Müellif bu ifadeleri ile bu gibi kimselerin ortaya attıkları şüphelerinin en büyüklerinden birisini dile getirmekte ve ona cevab vererek şöyle demektedir: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in dönemindeki müşriklerin bunlara göre akıl itibariyle daha sağlam, şirkleri itibari ile de daha hafif olduğu açıkça anlaşıldığına göre şunu bilmek gerekir ki onlar şu sözleri ile bir şüpheyi ortaya koymaktadırlar: Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın dönemindeki müşrikler Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik etmiyor Öldükten sonra dirilişe ve hesaba iman etmiyor, Kur’ân’ı yalanlıyorlardı Bizler ise -yani müellif kendi döneminin müşriklerini kastediyor- Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ediyor, Kur’ân’ı doğruluyor, ölümden sonra dirilişe iman ediyor, namazı kılıyor, zekatı veriyoruz, ramazan ayında da oruç tutuyoruz peki bizleri nasıl olur da onlar gibi değerlendiriyorsunuz?
Gerçekten bu büyük bir şüphedir
Buna verilecek cevab şudur: Bir kimse Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ı herhangi bir hususta tasdik edip de bir başka hususta onu yalanlayacak olursa, o kişinin kâfir olup, İslama girmemiş bir kimse olarak değerlendirileceği hususunda bütün ilim adamları arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur Kur’ân’ın bir kısmına iman edip, bir kısmını inkar eden kimsenin durumu da böyledir Mesela tevhidi kabul edip, namazın farz olduğunu inkar eden yahut tevhidi ve namazı kabul etmekle birlikte zekatın farz olduğunu inkar eden yahut bütün bunları kabul etmekle birlikte orucu inkar eden ya da bütün bunları kabul etmekle birlikte haccı inkar eden kimse de böyledir Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın dönemindeki birtakım insanlar hac emrini kabul etmediklerinden ötürü yüce Allah o kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:
“Oraya bir yol bulabilenlerin o evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır Artık kim inkar ederse, şüphesiz ki Allah alemlere muhtaç değildir (Al-i İmran, 3/97)
Müellif şunları söylemektedir: Bu gibi kimseler bu sözü söyleyecek olsalar yani Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet edecek olsalar, nasıl kâfir olabilirler şeklindeki şüphelerinin cevabı şudur:
İlim adamları Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın getirdiklerinin bir bölümünü inkar edip, onu yalanlayan kimselerin bütün getirdiklerini yalanlayarak inkar eden kimse gibi olduğunu, peygamberlerden birisinin peygamberliğini inkar edenin bütün peygamberlerini inkar eden kimse gibi olduğunu icma ile ifade etmişlerdir Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Şüphe yok ki Allah’ı ve peygamberlerini inkar ederek kâfir olanlar bir de Allah ve peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler ve: Kimine inanırız, kimini inkar ederiz diyenler, böylece bunun arasında bir yol tutmaya yeltenenler, işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir (en-Nisa, 4/150-151)
Yüce Allah’ın İsrailoğulları hakkındaki şu buyruğu da bunu gerektirmektedir:
“Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? İçinizden böyle yapanların cezası dünyada horlanmaktan başka bir şey değildir Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine döndürülürler Allah yaptıklarınızdan gafil değildir (el-Bakara, 2/85)
Daha sonra müellif bunlara birtakım misaller vermektedir:
Birinci örnek namazdır Kim tevhidi kabul eder, namazın farz olduğunu inkar ederse kâfirdir
“Yahut tevhidi kabul edip” sözleri ikinci örnektir Böyle bir kimse tevhidi ve namazı kabul etmekle birlikte, zekatın farz olduğunu inkar eden kimsedir Bu da kâfir olur
Üçüncü örnek sözü edilen hususların farz olduğunu kabul etmekle birlikte, namazın farz olduğunu inkar eden kimsedir, bu da kâfirdir
Dördüncü örnek ise bütün bunları kabul etmekle birlikte haccın farziyetini inkar eden kimsedir, böyle birisi de kâfirdir Müellif buna yüce Allah’ın şu buyruğunu delil göstermektedir:
”Oraya bir yol bulabilenlerin o evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır Artık kim inkar ederse, şüphesiz ki Allah alemlere muhtaç değildir (Al-i İmran, 3/97)
Müellifin: “Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in dönemindeki birtakım insanlar haccın farziyeti emrini kabul etmeyince” şeklindeki ifadelerin zahirinden anlaşıldığına göre bu âyetin sebeb-i nüzulu budur Ancak ben müellifin sözünü ettiği bu hususa dair bir delil bilemiyorum
Kim bütün bunları kabul eder ve öldükten sonra dirilişi inkar ederse, yine icma ile kâfir olur, onun kanı ve malı da helal olur
Müellifin: “Kim bütün bunları kabul ederse” sözleri şu demektir: Yani Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna namazın, zekatın, orucun ve haccın farz olduğuna tanıklık etmekle birlikte öldükten sonra dirilişi yalanlayacak olursa, yüce Allah’ın şu buyruğu dolayısı ile kâfir olur:
“Kâfir olanlar öldükten sonra asla diriltilmeyeceklerini iddia ettiler De ki: Hayır, Rabbim hakkı için elbette diriltileceksiniz Sonra da işlediğiniz mutlaka size haber verilecektir Hem bu Allah’a göre pek kolaydır (et-Teğabun, 64/7)
Müellif ayrıca bu hususta icma bulunduğunu da belirtmektedir
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Şüphe yok ki Allah’ı ve peygamberlerini inkar ederek kâfir olanlar bir de Allah ve peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler ve: Kimine inanırız, kimini inkar ederiz diyenler, böylece bunun arasında bir yol tutmaya yeltenenler, işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridirler Biz o kâfirlere alçaltıcı bir azab hazırlamışızdır (en-Nisa, 4/150-151)
Müellifin: “Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ”Şüphe yok ki Allah’ı ve peygamberlerini inkar ederek kâfir olanlar âyetlerine dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır Müellif bu buyrukları hakkın bir bölümüne iman edip, bir bölümüne inanmamanın yüce Allah’ın buyruğunun da ifade ettiği gibi hepsini inkar etmek ile aynı şey olduğuna delil göstermek üzere zikretmişlerdir
Yüce Allah Kitab-ı Keriminde Kitabın bir bölümüne iman edip, bir bölümünü inkar edenin gerçekten kâfir olduğunu açıkça ifade etmiş olduğuna göre bu husustaki şüphe de ortadan kalkmış olmaktadır İşte bu şüphe el-ahsa ahalisinden birisinin bize göndermiş olduğu mektubunda sözkonusu ettiği şüphedir
Ben bu mektuba dair herhangi bir şey bilemiyorum Mektubun araştırılması gerekir
Yine şöyle denilmektedir: Sen Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ı her hususta tasdik edip, namazın farz olduğunu inkar eden kimsenin icma ile kanı ve malı helal bir kâfir olduğunu kabul ettiğine göre aynı şekilde ölümden sonra diriliş dışında herbir şeyi kabul edenin de bu durumda olduğuna yine ramazan ayı orucunun farz olduğunu inkar etmekle birlikte, diğer bütün hususları tasdik etmesi halinde de bu durumda olduğunu ve bu hususta mezheb alimlerinin herhangi bir görüş ayrılıkları bulunmadığını kabul ettiğine göre -daha önce sözünü ettiğimiz gibi- Kur’ân-ı Kerim de bunu böylece ifade ettiğine göre; anlaşılmaktadır ki:
Tevhid Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in getirdiği en büyük bir farzdır Namazdan, zekattan, oruçdan ve hacdan da büyüktür O halde insan bu hususlardan birisini inkar ettiği taktirde -Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın getirdiklerinin hepsinin gereğince amel etse dahi- kâfir oluyor da bütün rasûllerin dini olan tevhidi inkar etmesi halinde nasıl olur da kâfir kabul edilemez Subhanallah! Bu ne büyük bir cehalettir
Müellifin: “Yine şöyle denilir: Sen kabul ettiğine göre” diye devam eden ifadeleri ikinci bir cevabtır Bu cevabın muhtevası şudur: Sen namazı, zekatı, orucu, haccı ve öldükten sonra dirilişi inkar eden kimsenin yüce Allah’ı da inkar eden bir kimse olduğunu -Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın bütün bunların dışında kalan getirdiği hususların tamamını kabul etse dahi- kâfir olduğunu kabul ettiğine göre tevhidi inkar ederek yüce Allah’a ortak koşan kimsenin kâfir olacağını nasıl inkar edebilirsin Şüphesiz ki tevhidi inkar eden kimseyi müslüman kabul ederken, sözü edilen bu hususların farziyetini inkar eden kimseyi kâfir olarak kabul etmek şaşılacak bir konudur Halbuki tevhid bütün rasûllerin getirdikleri en büyük gerçektir ve bu bütün rasûllerin getirdikleri en genel bir çağrıdır Bütün rasûllerle bu tevhid gönderilmiş bulunmaktadır Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Senden önce gönderdiğimiz her bir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilâh yoktur O halde yalnız bana ibadet edin (el-Enbiya, 21/25)
Üstelik tevhid farziyetlerini inkar eden kimsenin kâfir olmasını gerektiren bütün bu farzların esasıdır Zira bütün bu farzlar tevhid olmadıkça sahih olamaz Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk koşarsan, andolsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar edenlerden olursun Hayır -işte bundan ötürü- yalnız Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol (ez-Zümer, 39/65-66)
Namazın, zekatın, orucun ya da haccın farz olduğunu inkar eden ya da ölümden sonra dirilişi inkar eden bir kimse kâfir olduğuna göre tevhidi inkar edenin daha ileri derecede, daha açık ve seçik bir şekilde kâfir olacağı ortadadır
Yine şöyle denilir: İşte Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın ashabı onlar halife oğulları ile savaştılar Halbuki Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ile birlikte onlar da müslüman olmuşlardı, Allah’tan başka ilâh olmadığına Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ediyorlardı, ezan okuyorlar, namaz kılıyorlardı
Eğer (şüphe sahibi kişi) onlar: Müseylime de bir peygamberdir diyorlardı diyecek olursa, sen de onlara şu cevabı ver: Herhangi bir kimseyi peygamber mertebesine yükselten kişi kâfir olup, malı ve kanı helal olduğuna, getirdiği şehadet kelimesinin, kıldığı namazın kendisine faydası olmadığına göre, Şemsan’ı, Yusuf’u yahutta bir sahabiyi ya da bir peygamberi göklerin ve yerin yaratıcısı mertebesine yükseltenin hali ne olur? Allah her türlü eksiklikten münezzehtir O’nun şanı ne kadar yücedir
”İşte bilmeyenlerin kalbleri üzerine Allah böyle mühür vurur (er-Rum, 30/59)
Müellifin “yine şöyle denilir işte Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın ashabı” sözleri üçüncü bir cevabtır Muhtevası şudur: Ashab-ı Kiram Müseylime ve onun taraftarları ile savaştılar Onların kanlarını ve mallarını Allah’tan başka hiçbir ilâh olmayıp, Muhammed’in Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik etmelerine, ezan okuyup, namaz kılmalarına rağmen helal bellediler Çünkü onlar herhangi bir insanı peygamber mertebesine yükseltmişlerdir Peki durum böyle olduğuna göre herhangi bir yaratığı göklerin ve yerin yaratıcısının mertebesine yükseltenin durumu ne olacaktır Böyle birisinin herhangi bir yaratılmışı, bir diğer yaratılmışın mertebesine yükselten kimseye göre kâfir olması daha bir uygun değil midir? Bu çok açık bir husustur, fakat yüce Allah’ın da buyurduğu gibi:
“İşte bilmeyenlerin kalbleri üzerine Allah böyle mühür vurur (er-Rum, 30/59)
Yine şöyle denilir: Ali b Ebi Talib radıyallahu anh’ın ateşte yakılmalarını emrettiği kimselerin hepsi de müslüman olduklarını iddia ediyorlardı Bunlar Ali radıyallahu anh’ın arkadaşlarından idiler İlmi ashab-ı kiram’dan öğrenmişlerdi Fakat Ali radıyallahu anh hakkında Yusuf, Şemsan ve bunlara benzer kimseler hakkında beslenen inancın benzerine inanmışlardı Peki ashab-ı kiram bunların hepsinin öldürülmelerini ve kâfir olduklarını icma ile nasıl kabul ettiler Siz ashab-ı kiram’ın müslümanlara kâfir dediklerini, onları tekfir ettiklerini düşünebiliyor musunuz? Yoksa sizler taç ve benzeri şeylere dair beslenen inançların zararsız olduğunu, bununla birlikte Ali b Ebi Talib radıyallahu anh hakkında beslenen bir inancın insanı küfre sürüklediğini mi zannediyorsunuz?
Müellifin: “Yine şöyle denilir: Ali b Ebi Talib radıyallahu anh’ın ateşte yaktığı kimseler” ifadeleri dördüncü bir cevabı teşkil etmektedir Bu kimseler müslüman olduklarını iddia ediyorlardı Ashabtan ilim öğrenmişlerdi Bununla birlikte onların bu halleri kâfir olduklarına hüküm verilmesine ve ateşte yakılmalarına engel teşkil etmedi Çünkü onlar Ali b Ebi Talib radıyallahu anh hakkında ilâh olduğunu söylemişlerdi Tıpkı Şemsan ve buna benzer kimselere inananların ileri sürdükleri iddiaların benzerini iddia etmişlerdi
Peki ashab-ı kiram bunların öldürülmeleri üzerinde nasıl icma etmişlerdi Sizler ashab-ı kiram’ın öldürülmesi helal olmayan kimsenin öldürüleceğini ve kâfir olmayan kimsenin kâfir olduğunu icma ile kabul edebileceklerini düşünebiliyor musunuz? Böyle bir şeye imkan yoktur yahut sizler taç ve benzeri şeylere dair beslenen bir inancın zarar vermeyeceğini, buna karşılık Ali b Ebi Talib hakkındaki bir inancın zarar vereceğini mi sanıyorsunuz?
Yine şöyle denilir: Abbasiler döneminde mağrib ve Mısır’ı ele geçiren Ubeyd el-Kaddah oğullarının hepsi Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ediyor Müslüman olduklarını söylüyor, cuma ve cemaat namazlarını kılıyor idiler Fakat bizim şu anda sözkonusu ettiğimiz meselelerden daha alt mertebedeki birtakım hususlar hakkında şeriate açıktan açığa muhalefet ettiklerini ortaya koyunca, ilim adamları da onların kâfir olduklarına ve onlarla savaşılacağına icma ile görüş belirttiler Onların ellerindeki toprakların savaş açılabilecek topraklar olduğunu söylediler Müslümanlar da onların ellerinde bulunan müslüman topraklarını kurtarıncaya kadar onlarla savaştılar
Müellifin “yine şöyle denilir Ubeyd el-Kaddah oğulları” ifadeleri beşinci bir cevab teşkil etmektedir Bu da ilim adamlarının mağrib ve Mısır’ı ele geçiren Ubeyd el-Kaddah oğullarının kâfir olduklarını icma ile kabul etmiş olmalarıdır Halbuki bunlar Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahidlik ediyor Cumaları ve cemaatle namaz kılıyorlar, müslüman olduklarını ileri sürüyorlardı Ancak onların bu durumları tevhidden daha aşağı mertebede bulunan birtakım hususlarda müslümanlara açıktan açığa muhalefet ettiklerini ortaya koymaları üzerine müslümanların kendileri hakkında mürted olduklarına dair hüküm vermelerine engel teşkil etmedi ve nihayet müslümanlar onlarla savaştılar ve ellerinde bulunan İslam topraklarını kurtardılar
Yine şöyle denilir: Bundan öncekiler ancak şirk ve rasûlü, Kur’ân’ı yalanlamayı, öldükten sonra dirilişi inkar etmeyi ve buna benzer hususları birlikte yaptıkları için ancak kâfir oldukları söylenecek olursa, o halde her mezhebteki ilim adamlarının “mürtedin hükmü bahsi” diye sözünü ettikleri açıklamalar ne anlama gelir Mürted kişi ise müslüman olduktan sonra kâfir olan kimsedir Bu ilim adamları bu bahiste pekçok küfre götürücü türlerden sözetmişlerdir Bunların herbirisi dolayısıyla kişi kâfir olur ve kişinin malının ve canının helal olmasına sebeb teşkil eder Hatta bu ilim adamları, bu bahiste kişinin kalbi ile değil de sadece diliyle sözünü ettiği bir söz yahutta şaka ve eğlence olsun diye sarfettiği bir söz gibi işleyen tarafından basit görülen birtakım hususları dahi (kişiyi dinden çıkaracak şeyler arasında) zikretmişlerdir
Müellifin: “Yine şöyle denilir: Öncekiler dolayı kâfir olduklarına göre” şeklindeki sözleri de altıncı bir cevabı teşkil etmektedir Bu cevabın muhtevası şudur: Öncekiler ancak şirk, yalanlamak ve büyüklük taslamak gibi küfrün bütün türlerini bir arada işledikleri zaman ancak kâfir oldukları kabul edilecek olursa, “mürtedin hükmü bahsi” başlığı altında çeşitli küfür türlerini sözkonusu etmenin anlamı nedir? Bu türlerin herbirisinden ötürü kişi küfre girer İlim adamları işleyen kişi tarafından basit kabul edilen pek çok şeyler sözkonusu etmişlerdir Kalbiyle doğrulamaksızın sadece diliyle söylediği bir söz yahut şaka ve eğlence olsun diye söylediği bir söz gibi Eğer küfür, küfrün herhangi bir türünü işlemek dolayısıyla gerçekleşmeyecek olsaydı -isterse o işi yapan şahıs birbaşka cihetlerde dosdoğru bulunsun- hiçbir zaman bu çeşitlerin sözkonusu edilmesinin herhangi bir faydası da olmazdı
Müellif şunu söylemek istiyor: Bu kimselerin ileri sürdükleri şüpheleri bertaraf eden hususlardan birisi de her mezhebin fıkıh alimlerinin kitablarında “mürtedin hükmü bahsi”ni sözkonusu etmiş olmaları ve burada pekçok türden hususları zikretmiş olmalarıdır Öyle ki onlar bu bahislerde kişinin kalbiyle inanmayıp, sadece diliyle sözünü ettiği bir lafzı yahutta şaka olsun diye sarfettiği bir sözü dahi zikretmektedirler Bununla birlikte ilim adamları bu gibi kimselerin kâfir olduklarına hüküm vermişler ve bunlar sebebiyle İslam’ın dışına çıktıklarını söylemişlerdir İleride buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir
Yine şöyle denilir: Yüce Allah’ın haklarında: “Onlar (o sözü) söylemediklerine dair Allah’a yemin ederler Şüphe yok ki o küfür sözünü söylediler Onlar müslümanlıklarından sonra kâfir oldular (et-Tevbe, 9/74) diye buyurduğu kimseleri yüce Allah’ın Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın döneminde bulunmalarına, onunla birlikte cihad edip, namaz kılmalarına, zekat vermelerine, haccetmelerine ve Allah’ı tevhid etmelerine rağmen sadece bir söz dolayısıyla Allah’ın onların kâfir olduklarını belirttiğini görmediniz mi? Yine yüce Allah’ın haklarında:
“De ki: Allah ile O’nun âyetleriyle ve Rasûlü ile mi eğleniyordunuz? Özür dilemeyin Siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz (et-Tevbe, 9/65-66) diye buyurduğu kimselerin durumu da böyledir Bunlar yüce Allah’ın açık ifadelerle imanlarından sonra kâfir olduklarını belirttiği kimselerdir Halbuki Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem ile birlikte Tebuk gazvesinde bulunuyorlarken şaka yoluyla söylediklerini belirttikleri bir söz söylemişlerdi Şimdi (karşıt kanaati savunan) bu kimselerin bu şüpheleri üzerinde iyice düşünelim Onlar şöyle diyorlar: Sizler Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şahitlik eden, namaz kılan ve oruç tutan kimselerin kâfir olduklarını söylüyorsunuz Yine bu şüphenin cevabını da iyice düşünün, çünkü buna verilen cevab(lar) bu sahifelerde yazılı bilgilerin en faydalı olanlarıdır
Müellifin “yine şöyle denilir: yüce Allah’ın haklarında: ”(O sözü) söylemediklerine dair Allah’a yemin ederler ifadeleri bu husustaki şüpheye verilen yedinci bir cevabtır Muhtevası bu hususa delalet eden iki olaydır:
Birinci olay, yüce Allah Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ile birlikte namaz kılan, zekat veren, hacceden, cihad eden ve Allah’ı tevhid eden kimseler olmalarına rağmen küfür(ü gerektiren) sözü söyleyen münafıkların kâfir olduklarına hüküm vermiştir
İkinci olay yüce Allah, Allah ile âyetleri ve rasûlü ile alay ederek: “Biz şu bizim Kur’ân okuyanlarımız gibi midelerine daha düşkün, dilleri daha yalancı ve düşmanla karşılaşılması halinde daha korkak kimseler görmedikdiyen [1] münafıkların kâfir olduklarına dair hüküm vermesidir Bunlar bu sözleriyle Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem ile onun Kur’ân’ı bilen ashabını kastediyorlardı Yüce Allah da bu gibi kimseler hakkında: “Andolsun onlara soracak olsan, elbette şöyle diyeceklerdir: Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk De ki: Allah ile O’nun âyetleri ile ve Rasûlü ile mi eğleniyordunuz Özür dilemeyin siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz (et-Tevbe, 9/65) buyruğunu indirerek iman ettikten sonra kâfir olduklarına hüküm vermektedir Halbuki onlar bu sözleri şaka olsun diye söylediklerini belirtmişler ve bunu ciddi olarak söylemediklerini ileri sürmüşlerdi Diğer taraftan bunlar namaz da kılıyorlar, sadaka da veriyorlardı Daha sonra merhum müellif bu şüpheye verilen cevabın bu sahifelerde yazılı bilgilerin en faydalılarından olduklarını belirtmektedir


[size="4"] İbn Cerir et-Taberî, X, 172; İbn Kesir, II, 381

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




“Bize Bir İlah Yap Diyenler Kafir Olmadıklarına Göre” Şüphesi


Yine buna dair delillerden birisi de yüce Allah’ın müslüman olmalarına, bilgilerine ve salih kimseler olmalarına rağmen Musa aleyhisselam’a: “Onların nasıl ilahları varsa, sen de bize böyle bir ilah yap (el-A’raf, 7/138) diyen kimselere dair naklettiği hususda ashab-ı kiram’dan birtakım kimselerin de:“Sen de bize bir zat-ı envad (kılıçlarımızı asarak takdis edeceğimiz bir ağaç) tayin et” demeleri üzerine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in yemin ederek “şüphesiz ki bu İsrailoğullarının bize bir ilah yap şeklindeki sözlerine benzer” demesi de bu hususa dair deliller arasındadır Şu kadar var ki müşriklerin bu olay ile ilgili olarak ileri sürdükleri bir şüpheleri vardır O da şudur: İsrailoğulları bundan dolayı kâfir olmadılar Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’e: Bize bir zat-u envad yap diyenler de kâfir olmadılar derler
Buna cevab şudur: İsrailoğulları bu işi yapmadılar Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den böyle bir şey isteyenlerin durumu da bu idi Onlar da böyle bir şeyi yapmadılar İsrailoğullarının bu işi yapmış olsalardı kâfir olacaklarından şüphe olmadığı gibi Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın kendilerine böyle bir şeyi yasakladığı kimseler eğer ona itaat etmeyip, yasakladıktan sonra bile bir zat-ı envad edinmeye kalkışmış olsalardı, elbetteki kâfir olacaklardı Zaten anlatılmak istenen de budur
[size="4"]Müellifin: “buna dair delillerdendir” sözleri şu demektir: Yani insan farkında olmadan küfrü gerektiren bir söz söyleyebilir, bir iş yapabilir İşte İsrailoğulları müslüman olmalarına, bilgi sahibi olmalarına ve salih kimseler olmalarına rağmen Musa aleyhisselam’a: ”Onların nasıl ilahları varsa, sen de bize böyle bir ilah yap(el-A’raf, 7/138) demeleri de Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın ashabının: “Bunların (takdis ettikleri) zat-ı envadları olduğu gibi sen de bize bir zat-ı envad yap deyip, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’in onlara: “Allahu ekber gerçekten bu (geçmişlerin ve sonrakilerin onlara uyarak) izledikleri yollardır Nefsim elinde olana yemin ederim ki İsrailoğullarının Musa’ya: ”Onların nasıl ilahları varsa, sen de bize böyle bir ilah yap demelerine benzer O da kendilerine: “Şüphesiz ki siz cahillik eden bir kavimsiniz demişti Andolsun sizden öncekilerin yolunu adım adım izleyeceksiniz demişti
İşte bu Musa ve Muhammed (ikisine de selam olsun)’in böyle bir teklifi son derece büyük bir tepkiyle karşıladıklarını göstermektedir İşte anlatılmak istenen de budur Bu iki şerefli ve büyük peygamber kavimlerinin bu isteklerini kabul etmediler, aksine reddettiler
Bazı müşrikler bu delile dair şüpheler ortaya koyarak şöyle demişlerdir: Ashab da, İsrailoğulları da bu teklifleri dolayısıyla kâfir olmamışlardı Bu şüphenin cevabı da şudur: Ashab olsun, İsrailoğulları olsun o yüce iki peygamberden bu reddedici tepkiyle karşılaşınca, bu işi yapmadılar
Şu kadar var ki bu kıssa şunu ortaya koymaktadır: Müslüman -hatta ilim adamı olan bir kimse- bazan farkında olmaksızın bazı şirk çeşitleri içerisine düşebilir Bunun öğrenmek, böyle bir şeyden sakınmak ve cahilin tevhidi anladık demesinin bilgisizliklerin en büyüklerinden ve şeytanın tuzaklarından olduğunun farkına varılması, öğrenilmesidir
Müellif bu ifadeleriyle bu kıssanın ifade ettiği birtakım hususları açıklamaya geçmektedir Sözünü ettiğimiz kıssa ise envat kıssası ile İsrailoğulları kıssalarıdır Bunların şu faydaları vardır:
Evvela insan ilim adamı olsa dahi şirkin bazı türlerini farkedemeyebilir Bu insanın farkında olmadan şirke düşmemesi için öğrenmesini, bilgi sahibi olmasını gerektirir Bilmediği halde ben şirki biliyorum demesinin kul için en büyük tehlikelerden birisi olduğunu göstermektedir Çünkü bu katmerli bir cehallettir, katmerli cehalet ise sıradan bir cehaletten daha bir kötüdür Çünkü sıradan bir cahil öğrenir ve öğrendikleriyle yararlanır, fakat katmerli bir şekilde cahil olan bir kimse kendisi cahil olduğu halde bilgili olduğunu sanır ve şeriate aykırı olan işleri işlemeye devam eder gider
Yine bu olay şunu anlatmaktadır: Gayret gösteren bir müslüman eğer küfrü gerektiren bir sözü bilmeksizin söyleyecek olur da bunu farkeder ve derhal tevbe edecek olursa, bundan dolayı kâfir olmaz Nitekim İsrailoğulları ile Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den sözü geçen istekte bulunan kimselerin durumu da bu idi
“Yine bu iki olay şunu ifade eder” ifadeleri ile anlattıkları bu olayların ifade ettiği ikinci hususa dikkat çekmektedir Müslüman bir kimse eğer bilmeden küfrü gerektiren bir söz söyleyecek olur da daha sonra bunu farkeder, kendisine gelir ve derhal tevbe edecek olursa, bunun kendisine zararı olmaz Çünkü o bilgisizliği dolayısıyla mazurdur Yüce Allah da hiçbir kimseye takatinden fazlasını yüklemez Şâyet o şeyin küfür olduğunu bilmekle birlikte devam edecek olursa, o takdirde halinin gereği ne ise hakkında ona göre hüküm verilir
(Bu olayların) ifade ettikleri diğer bir husus da şudur: Bir kimse böyle küfrü gerektiren bir söz söyleyecek olursa, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın yaptığı gibi ona oldukça ağır sözlerle karşılık verilir
Müellifin: “İfade ettiği diğer husus da şudur: Bir kimse” sözleri bunun üçüncü faydasını anlatmaktadır Bir kimse eğer o şeyi istemesi küfür olduğunu bilmeksizin isteyecek olursa, ona oldukça ağır sözlerle karşılık verilir Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ashabına şöyle demişti: “Allahu ekber! Gerçekten bu (öncekilerin) izledikleri yoldur Sizler, sizden öncekilerin yolunu okun iki tüyünün aynı hizada oluşu gibi izleyeceksinizdir” diye buyurmuştur Bu ise açık bir şekilde onların yaptıklarını reddetmektir
Müşriklerin bir şüphesi daha vardır Şöyle derler: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Üsame’nin “la ilâhe illallah” diyen kimseleri öldürmesini tepki ile karşıladığı gibi, yine o şöyle buyurmuştur: “Ben insanlarla la ilâhe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum ve buna benzer la ilâhe illallah’ı diyen kimselerden uzak durmayı (onları öldürmemeyi) gerektiren başka hadisler de vardır Bu cahillerin maksadı ise bu sözü söyleyenin ne yaparsa yapsın, kâfir olmayacağını ve öldürülmeyeceğini anlatmaktır
[size="4"]Müellifin: “Müşriklerin bir diğer şüphesi daha vardır” sözleri şu demektir: Bir takım şüpheler ortaya koyan müşriklerin daha önce geçen şüphelerle birlikte bir diğer şüpheleri daha bulunmaktadır O da şudur: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem la ilâhe illallah dedikten sonra bir kişiyi öldüren Üsame b Zeyd radıyallahu anh’ın bu tavrını kabul etmeyerek: “Sen onu “la ilâhe illallah” dedikten sonra mı öldürdün?” diye çıkışmıştır Peygamber sallallahü aleyhi vesellem bu sözü Üsame’ye karşı o kadar çok tekrarladı ki Üsame: “Keşke henüz o zaman ne kadar müslüman olmasaydım diye temenni ettim” diyecek hale gelmiştir Aynı şekilde Peygamber sallallahü aleyhi vesellem: “Ben insanlarla “la ilâhe illallah” deyinceye kadar savaşmakla emrolundum”[b] şeklindeki buyruğu da böyledir ve buna benzer “la ilâhe illallah” diyen kimsenin bir başka açıdan şirk üzerinde bulunsa dahi kâfir olmayacağı ve öldürülmeyeceğine dair delil diye sürdükleri benzeri başka hadisler de vardır Ancak bu büyük bir cehaletin neticesidir Çünkü “Allah’tan başka ilâh yoktur” demek insanın eğer bir başka açıdan şirk koşmakta ise cehennem azabından ve şirkten kurtarmaya yeterli değildir
Bu cahil müşriklere şöyle denilir: Bilindiği gibi Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem la ilâhe illallah dedikleri halde yahudilerle savaşmış ve onları esir almıştır Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın ashabı da Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna tanıklık etmelerine, namaz kılmalarına, müslüman olduklarını ileri sürmelerine rağmen Hanife oğullarıyla savaşmıştır Ali b Ebi Talib’in ateş ile yaktığı kimselerin durumu da böyledir
Müellifin: “Bu cahil müşriklere şöyle denilir” şeklindeki sözleri daha önce belirtildiği gibi bu cahillerin ortaya attıkları şüpheye bir cevabtır Bu şüphenin cevabı da şu şekildedir:
1- Peygamber sallallahü aleyhi vesellem la ilâhe illallah demelerine rağmen yahudilerle savaşmış ve onları esir almıştır
2- Ashab-ı kiram la ilâhe Muhammedu’r-Rasûlullah demelerine, namaz kılmalarına ve müslüman olduklarını ileri sürmelerine rağmen Hanife oğullarıyla savaşmışlardır
3- Ali b Ebi Talib radıyallahu anh’ın ateşte yaktığı kimseler de Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına tanıklık eden kimselerdi
Bu cahiller de şunu kabul etmektedir ki: Öldükten sonra dirilişi inkar eden kâfir olur ve öldürülür, isterse la ilâhe illallah desin İslamın rükunlerinden herhangi bir şeyi inkar eden bir kimse kâfir olur ve öldürülür, isterse bu sözü söylemiş olsun Peki fer’î hükümlerden birisini inkar etmekle birlikte bu la ilâhe illallah demesinin ona faydası nasıl olmaz? Buna karşılık Rasullerin dininin esasını ve başını teşkil eden tevhidi inkar ederse, bu sözün ona nasıl faydası olabilir
Müellifin: “Bu cahiller de şunu kabul etmektedir: ” sözleri bu cahillerin iddialarına karşılık kabul etmek zorunda oldukları bağlayıcı bir delillendirmesi ve onların benimsedikleri görüşlerin benzeri ile onlara karşı delil getirmesidir Çünkü onlar şöyle diyorlar: Öldükten sonra dirilişi inkar eden bir kimse kâfir olarak öldürülür Yine onlar: İslamın rükunlerinden herhangi birisinin farz olduğunu inkar eden bir kimsenin kâfir olduğuna hüküm verilir ve la ilâhe illallah dese dahi öldürülür derler Peki dinin esasını teşkil eden tevhidi inkar eden bir kimse la ilâhe illallah dese bile nasıl kâfir olmaz ve öldürülmez Böyle bir kimsenin namazın ya da zekatın farziyetini inkar eden kimseye göre tekfir edilmesi daha öncelikli değil midir? İşte bu kaçınılmaz olarak kabul edilmesi gereken bağlayıcı bir açıklama ve delillendirmedir
Fakat Allah’ın düşmanları hadislerin manasını anlayamamışlardır Üsame’nin hadisini ele alalım O müslüman olduğunu iddia eden bir kimseyi ancak kanının dökülmesinden, malının alınmasından korktuğu için müslüman olduğunu iddia ettiğini sandığından dolayı öldürmüştü Halbuki bir kimse müslüman olduğunu açıkladıktan sonra onun buna aykırı bir hali açıkça ortaya çıkıncaya kadar o kimseye ilişmemek gerekir Yüce Allah da bu hususta: “Ey iman edenler Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın (en-Nisa, 4/94) buyruğunu indirmişti Yani iyice tesbit edin O halde âyet-i kerime böyle bir kimseyi öldürmekten uzak durmayı ve işi iyice araştırmanın gerektiğini göstermektedir Artık bundan sonra İslama aykırı bir hali ortaya çıkacak olursa, yüce Allah’ın: “İyice araştırın” buyruğu dolayısıyla öldürülür Eğer mücerred bu sözü söylediği için (bir daha) öldürülmesi söz konusu olmayacak olsaydı, iyice araştırmanın herhangi bir anlamı da olmazdı
Müellifin: “Fakat Allah’ın düşmanları bu hadisin ne anlama geldiklerini kavrayamamışlardır” sözleri şu demektir: Onların şüphelerine dayanak aldıkları hadisleri ele almakta ve bunların ne anlama geldiklerini belirterek şu şekilde açıklamaktadır: Üsame’nin hadisi yani onun la ilâhe illallah diyen kimseyi öldürdüğüne dair hadise gelince, Üsame bu kimseyi öldürmek üzere arkasından gidip, yetişmişti Bu kişi müşrikti La ilâhe illallah dediği halde Üsame onu öldürmüştü Çünkü o bu sözlerini ihlaslı olarak söylemediğini aksine sadece kurtulmak kastıyla söylediğini sanmıştı Bu hadiste la ilâhe illallah diyen herkes müslümandır ve kanı himaye altına alınıp, korunmuştur görüşüne delil yoktur Bu hadiste la ilâhe illallah diyen kimseye ilişilmemesi gerektiğine dair delil vardır Bundan sonra haline durumu açıkça ortaya çıkıncaya kadar bakınız Müellif buna yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın (en-Nisa, 4/94) buyruğunu delil göstermiştir Yüce Allah bununla iyice araştırmayı emretmektedir Bu da şuna delildir: Durumun daha önce açıkladığı halinin zıttı olduğu ortaya çıkacak olursa, o vakit o kimsenin açıkça ortaya çıkan haline göre bir muameleye tabi tutulması gerekir Şâyet ondan İslama aykırı bir hal açığa çıkacak olursa, öldürülür Her ne kadar mutlak olarak bu sözü söylemekle öldürülmeyecek olsa dahi artık bundan sonra bu sözü söylemesinin bir faydası kalmaz Çünkü durumun iyice araştırılması emri bunu gerektirmektedir
Durum her ne olursa olsun Üsame radıyallahu anh ile ilgili bu hadis-i şerifte putlara, ölülere, meleklere, cinlere ve daha başka şeylere ibadet eden bir müşrik olduğu halde la ilâhe illallah diyen bir kimsenin müslüman olmasını gerektiren herhangi bir delil bulunmamaktadır
Aynı şekilde diğer hadisin ve benzerlerinin de anlamı belirttiğimiz üzere şöyledir: Tevhidi ve İslamı izhar eden kimseye buna aykırı bir hal ortaya çıkıncaya kadar el uzatmamak gerekir Buna delil Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın şu buyruğudur: “Sen onu la ilâhe illallah dedikten sonra mı öldürdün?” Yine Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ben insanlarla la ilâhe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum İşte hariciler hakkındaki şu buyrukta onundur: “Onlarla nerede karşılaşırsanız, onları öldürünüz Andolsun onlara yetişecek olursam, Ad kavminin öldürülüşü gibi onları öldüreceğim O bu sözlerini haricilerin insanlar arasında en çok ibadet eden, en çok tehlil ve tesbih getiren kimseler olmalarına rağmen söylemiştir Hatta ashab-ı kiram onlara kıyasla kendilerini (ibadetlerini) küçümsüyorlardı Üstelik onlar ashab-ı kiram’dan ilim de öğrenmişlerdi Ancak şeriata aykırı halleri ortaya çıkınca la ilâhe illallah demelerinin de, çokça ibadet etmelerinin de, müslüman olduklarını ileri sürmelerinin de kendilerine hiçbir faydası olmadı
[size="4"]Müellifin: “Diğer hadis ve benzerlerinin anlamı da bu şekildedir” sözleri ile kastettiği diğer hadis Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın: “Ben insanlarla savaşmakla emrolundum” hadisidir Böylelikle müellif hadisin anlamının şu olduğunu açıklamaktadır: Müslüman olduğunu açığa vuran bir kimseye durumu açıkça ortaya çıkıncaya kadar ilişmemek gerekir Çünkü yüce Allah:”İyice araştırın” diye buyurmuştur Çünkü bizim bu hususta herhangi bir şüphe içerisinde olmamız halinde iyice araştırma emrini yerine getirme ihtiyacımız vardır Şâyet ‘la ilâhe illallah’ sözü tek başına ölümden kurtarıcı olsaydı, ayrıca araştırmaya ihtiyaç duyulmazdı Daha sonra merhum müellif benimsediği bu kanaate şunu delil göstermektedir: Peygamber efendimizin Üsame’ye söylediği: “Sen onu ‘la ilâhe illallah’ dedikten sonra mı öldürdün?” sözü ile “ben insanlarla Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın Rasûlüdür deyinceye kadar savaşmakla emrolundumdiyenin (o peygamberin) aynı şekilde haricilerle de savaşılmasını emrederek: “Onlarla nerede karşılaşırsanız, onları öldürünüz” da diyendir Halbuki hariciler namaz kılar, Allah’ı anarlar, Kur’ân okurlardı Onlar ashab-ı kiramdan ilim öğrenmiş kimselerdi Fakat bununla birlikte bunların hiçbirisinin kendilerine hiçbir faydası olmadı Çünkü iman Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in: “O gırtlaklarından aşağıya inmemiştir buyruğunda olduğu gibi kalblerine ulaşmamıştı
[size="4"]Aynı şekilde yahudilerle savaşmak ve Halife oğulları ile ashabın savaşmaları ile ilgili sözünü ettiğimiz hususlar da böyledir Yine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Mustalık oğullarına, onlardan birisi zekat vermeyeceğini haber verince gaza tertiblemek istemişti Fakat sonunda yüce Allah: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse iyice araştırın (el-Hucurat, 49/6) buyruğunu indirmiş ve adamın onlara yalan söylediği ortaya çıkmıştır Bütün bunlar Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in delil diye gösterdikleri hadislerinden maksadın sözünü ettiğimiz şekilde olduğunun delilidir
Bu da ‘la ilâhe illallah’ sözünü mücerred söylemenin öldürülmekten alıkoymaya yeterli sebeb olmadığı, aksine eğer onunla savaşmayı gerektiren bir sebeb bulunacak olursa, bu sözü söyleyen kimse ile savaşmanın caiz olduğudur


[size="4"] Tirmizi, 1771 nolu hadis, Tirmizi: Hasen, sahih bir hadistir demiştir

[size="4"] Buhari, 3269; Müslim, 96 nolu hadisler

[size="4"] Buhari, 1399; Müslim, 20 nolu hadisler

[size="4"] Buhari, 6930 ve Müslim 1068 nolu hadisler

[size="4"] Hadisi İbn Cerir et-Taberi, XXVI, 123’te, İbn Kesir, IV, 187’de rivayet etmiş ve şunları söylemiştir: “Bu hadisin değişik rivayet yolları vardır En güzeli ise İmam Ahmed’in rivayet ettiği yoldur” demiştir el-Heysemî de Mecmau’z-Zevaid, VII, 111’de rivayet etmiş ve: “Bu hadisi Ahmed rivayet etmiş olup, ravileri sika ravilerdir” demiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği

Eski 08-02-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği




“Kıyamet Gününde Rasullerden Yardım Dilenecek” Şüphesi


Bu gibi kimselerin bir diğer şüphesi daha vardır O da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözünü ettiği kıyamet gününde insanların önce Adem’den, sonra Nuh’tan, sonra İbrahîm’den, sonra Musa’dan, sonra İsa’dan yardım taleb edecekleri, hepsinin birer mazeret ileri süreceklerini ve nihayet Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’a geleceklerini belirten hadis-i şeriftir Bu şüpheciler şöyle derler: İşte bu Allah’tan başkasından yardım istemenin (istiğase) şirk olmadığının delilidir derler
Buna şu sözlerimizle cevab verebiliriz: Düşmanlarının kalblerini mühürleyen Allah’ı her türlü eksiklikten tenzih ederiz Bizler yaratılmış kimselerden güç yetirebileceği hususlarda yardım istemeyi (istiğaseyi) reddetmiyoruz Nitekim yüce Allah Musa aleyhisselam kıssasında şunları söylemektedir:
“Taraftarlarından olan kişi düşmanından olana karşı kendisinden yardım (istiğase) istedi (el-Kasas, 28/15)
Nitekim bir kimse savaş ya da başka hallerde yaratılmışın güç yetirebileceği şeyler hususunda arkadaşlarından yardım ister (istiğasede bulunur) Bizler ise velilerin kabirleri yanında yahut onların hazır olmadıkları bir yerde Allah’tan başka kimsenin güç yetiremeyeceği hallerde kullardan yardım istemeyi (istiğasede bulunmayı) kabul etmiyoruz
Müellifin: “Onların bir diğer şüphesi daha vardır” sözleri ile kastettiği şudur: Allah’tan başkasından yardım istemenin şirk olmadığına dair şüphelerini kastetmektedir O bu şüpheye iki şekilde cevab vermektedir:
Evvela bu yaratılmış birisinden güç yetirebileceği bir hususta yardım dilemek (istiğase)dir Bu ise reddolunamaz, çünkü yüce Allah Musa aleyhisselam kıssasında şöyle buyurmaktadır:
“Taraftarlarından olan şahıs düşmanından olana karşı kendisinden yardım (istiğase) istedi (el-Kasas, 28/15)
İkinci cevab: İnsanlar bu şerefli peygamberlerden içinde bulundukları sıkıntılı hali bizzat kendileri açıp gidersinler diye yardım istemeyeceklerdir Onlar bu peygamberlerden Allah nezdinde bu zorlu hali ortadan kaldırması için şefaatçi olmalarını isteyeceklerdir İçinde bulunduğu kötülüğü ve sıkıntıyı kaldırması için yaratılmış bir varlıktan yardım istemek (istiğase) ile Allah’ın bu üzerindeki sıkıntılı hali gidermesi için yaratılmışın Allah’ın nezdinde şefaatçi olmasını istemek arasında ise açık bir fark vardır
Bu husus böylece sabit olduğuna göre insanların kıyamet gününde peygamberlerden yardım istemeleri (istiğase) ve onlardan yüce Allah’a insanları hesaba çekmesi için dua etmelerini sonunda cennete gidecek olanların hesab yerindeki sıkıntılardan rahata kavuşmalarını istemeleri maksadı ile olacaktır Böyle bir isteyiş ise dünyada da, ahirette de caizdir Şöyle ki sen, seninle birlikte oturan, senin sözünü işiten salih bir kimsenin yanına gider ve ona benim için Allah’a dua et diyebilirsin Nitekim Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın ashabı da hayatta iken ondan bunu istiyorlardı Vefatından sonra ise asla onlar hiçbir zaman kabrinin yanında ondan böyle bir şey istemediler Aksine selef-i salih Peygamber efendimizin kabri yanında Allah’a dua etmek maksadını güden kimselerin bu tavırlarını kabul etmemişlerdir Peki ya bizzat ona dua edip, ondan istemeye ne diyebiliriz?


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.