Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Nesil Bilinçlendirme Kampı - Gizli Tehlikeler & Tehditler > Atatürk Köşesi > Fikir & Yenilikleri

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
atatürk, ilkeleri

Atatürk İlkeleri (1)

Eski 10-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Atatürk İlkeleri (1)



CUMHURİYETÇİLİK

Cumhuriyetçiliğin Tanımı

Atatürk'ün tanımlamasına göre "Türk Milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare; cumhuriyet idaresidir" Çünkü; Cumhuriyet, milli egemenlik idealini, milletin irade ve egemenliğini, vatandaşın devlete ve devletin vatandaşa karşı hak ve vazifelerini en iyi olarak düzenleyen yönetim şeklidir Atatürk'ün sözleri ile, "Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir" Diğer bir deyişle, "Demokrasi prensibinin, en modern ve mantıki uygulanmasını sağlayan hükümet şekli, Cumhuriyettir" Atatürkçülük'te, "Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir Cumhuriyet, fazilettir Cumhuriyet idaresi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir"

Cumhuriyetçiliğin Nitelikleri

Cumhuriyetçiliğin en başta gelen niteliği, Atatürk'ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesinde yansır Çünkü; çağdaş Türk Devletinin dayandığı temel prensiplerden biri olan bu ilkenin en iyi korunduğu ve gözetildiği yönetim, Cumhuriyet yönetimidir Bu husus, Atatürk'ün şu sözlerinde açıkça göze çarpar: "Cumhuriyet'te son söz, millet tarafından seçilmiş Meclistedir Millet adına her türlü kanunları o yapar Hükümete güven oyu verir veya düşürür Millet, vekillerinden memnun olmazsa, belirli zamanlar sonunda başkalarını seçer Millet, egemenliğini, devlet idaresine katılmasını, ancak, zamanında oyunu kullanmakla sağlar" Atatürk'e göre, "Cumhuriyet, milletvekillerinden oluşan Meclisi ve belirli zaman için seçilmiş Devlet Başkanı ile, milli egemenliğin korunmasının en iyi kefilidir Cumhuriyette, Meclis, Cumhurbaşkanı ve Hükümet, halkın hürriyetini, güvenliğini ve rahatını düşünmekten ve sağlamaya çalışmaktan başka bir şey yapamazlar Ve yine bunlar bilirler ki, iktidara saltanat sürmek için değil millete hizmet için getirilmişlerdir Millete karşı durum ve vazifelerini kötüye kullandıkları takdirde, şu veya bu şekilde kendilerini milli iradenin kararı karşısında bulabilirler"

Millet tarafından millet adına, devleti idareye memur edilenler için, gerektiğinde millete hesap vermek zorunluluğu, laubalilik ve keyfi hareketle bağdaşamaz Halbuki, kuvvetinin ve yetkisinin Allah'tan geldiğini ve yalnız ona karşı, ahirette hesap verebileceğini varsayan, devleti, ülkeyi, miras kalma mal, mülk gibi kabul eden bir hükümdar, her türlü kayıttan kendini affedilmiş görür Böyle bir idarede, milletin benliği hürriyeti söz konusu bile olamaz Bundan dolayı yetkisi sınırlı bile olsa, hükümdarlık şekli demokrasiye, milli egemenlik prensibine uygun değildir Hükümetin belirli insanların, sınıfların elinde bulunması bile millet varlığının asla kabul edemeyeceği bir husustur Bütün milletin çoğunlukla, devlet idaresine katılmasına engel olan bu "oligarşi usulü de bir grubun kendi çıkarlarını korumak için bütün millete ait egemenliği, zorla almasından başka bir şey değildir"

Atatürkçülüğe göre; Cumhuriyet yönetiminin belirgin bir niteliği, hükümet ile millet arasında ayrılık bırakmamış olmasıdır Halbuki ; padişahlık, milleti hükümetten ayırmakta idi Osmanlı saltanatının son dönemlerinde, hükümet ayrı bir cephede, millet ayrı bir cephede idi Aralarında bir bağlantı yoktu Atatürk, şu sözlerinde bunu açıkça belirtmiştir

"Geçmişte; en büyük felaketleri hazırlayan bir geçmişte, çok derin geçmişlerde bile Türk milletini benliğinden çıkaran bir teşkilat vardı ki, ona, devlet ve hükümet teşkilatı derlerdi Millet, hükümet teşkilatının görünüşte esiri idi Bu onun görünen manzarası idi Halbuki Türk, esaret kabul etmeyen bir millettir Türk Milleti esir olmamıştır

Yalnız hükümet başka bir durumda kalmış, millet de hükümete ilgisiz ve ondan nefret eder bir durumda kalmıştır İşte bunun için çok felaketler oldu Fakat bunların meydana gelişleri devlet, hükümet teşkilatı üzerinde oldu Mahvolan devletler idi ve devlet ölmüştür Fakat Türk Milleti görüyorsunuz ki, daha kuvvetli, daha şerefli olarak yaşamakta devam etmektedir Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir ki, onun ismi, Cumhuriyettir Artık hükümet millettir ve millet hükümettir Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten başka bir şey olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır Hepimizin efendisi olan milletin ilerlemesi, yücelmesi ve ona hizmet eden devlet memurları için başarılar dilerim"

Cumhuriyet yönetiminin önemli bir niteliği de düşünce serbestliğidir Atatürkçülük'te Cumhuriyet, düşünce serbestliği kurmak demektir Samimi ve yasal olmak şartıyla, her fikre hürmet edilir

Cumhuriyet yönetiminin çok dikkate değer bir niteliği de, bu yönetimin Türk Milletinin hayatına yeni bir yön vermiş olmasıdır Atatürk, bu hususu şöyle vurgulamıştır: "Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk Milletini güvenli ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur"

Cumhuriyet Yönetiminin Güvencesi

Türk Devleti, belirtilen niteliklere sahip olan Cumhuriyeti tehlikelere karşı savunmaya kararlıdır Atatürkçülük'te, Türkiye Cumhuriyetinin iç ve dış tehditlere karşı güvencesi milletin kendisi ile onun Silahlı Kuvvetleridir Atatürk, bu esası şu şekilde açıklamıştır; "Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir Biri millet kararı, diğeri en üzücü ve güç şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla layık olma niteliğini kazanan ordumuzun kahramanlığı; bu iki şeye güvenir"

Atatürkçülük'te, Türk toplumunun bütünlüğü bu güven duygusuna dayanır Cumhuriyetimizin dayanağı Türk Milletidir Milletin kişileri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, Türkiye Cumhuriyeti de o kadar kuvvetli olur Atatürkçülük'te, Cumhuriyetçilik ilkesi, kişilerin değil, milletin tümünün benimsediği bir ilkedir İnkılapçı Türkiye Cumhuriyetinin, kişilerin varlığına dayandığını zannedenler, çok aldanırlar Türkiye Cumhuriyeti, bütünüyle, büyük Türk Milletinin öz ve aziz malıdır O, Türk Milletinin benliğinde daima yükselecek ve sonsuza kadar var olacaktır

Atatürkçülük'te sağlam bir gençlik yetiştirmek, Türkiye Cumhuriyetinin parlak geleceğini gerçekleştirmede temel bir güç kaynağıdır Bu nedenledir ki ; Atatürk "Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz" sözleri ile Türk gençliğini yüceltmiştir Çünkü, Atatürk'ün Türk gençliğine güveni sonsuzdur Bu güven duygusu, O'nun "Bütün ümidim gençliktedir" sözlerinde açıklıkla yansır Nitekim; Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum diyerek, en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ile Türk gençliğini görevlendirmiş ve bu görevi şu tarihi sözlerle belirtmiştir: "Ey Türk Gençliği! Birinci Vazifen Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" Atatürk, böylece, Türk gençliğini onurlandırırken; Cumhuriyet ve bağımsızlığın Türk Milletinin temel varlığını oluşturduğu inancını da bir kere daha vurgulamıştır

MİLLİYETÇİLİK

Milliyetçiliğin ve Türk Milliyetçiliğinin Tanımı

Milletler topluluğu içinde, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir

Atatürkçülüğün birlik ve beraberlik yaratma hususundaki ilk temel ilkesi, milliyetçiliktir Atatürk "Bir milletin, diğer milletlere oranla doğal veya sonradan kazanılmış, özel karakter sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir özellik göstermesi genellikle onlardan ayrı olarak onlara paralel gelişmeye çalışması niteliğine milliyetler prensibi denir Bu prensibe göre her kişi ve her millet kendi hakkında iyi niyet, topraklarına bizzat kayıtsız sahip çıkmayı istemek hakkına ve bu hakkın kullanılmasını önleyen veya sınırlayan engelleri ortadan kaldırmak hak ve hürriyetine sahiptir

Bu prensip, bize hangi milletlerin hür, hangilerinin hürriyetinden şu veya bu şekilde yoksun olduklarını, yani millet adını taşımaya layık olmadıklarını kolaylıkla gösterir" diyerek, milliyetçilik kavramını tanımlamıştır

Türk milleti dil, kültür, ideal birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu, doğal, toplumsal, ekonomik ve siyasal bir bütündür Atatürkçülük esaslarına uyarak Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Milletinin görevidir

Türk Milleti birdir ve bütündür Türkiye'de, Ben Türk'üm diyen herkes Türk'tür "Her Türk hür doğar, hür yaşar"Türk Milleti, Türkiye Devletinin egemenliğinin kaynağı ve kayıtsız şartsız sahibidir "Siyasi kuvvet, milli irade ve egemenlik milletin bir bütün halinde ortak kişiliğine aittir; birdir, bölünemez, ayrılamaz ve devredilemez"

Türk Milleti bütün insanlığa karşı sorumluluklarını bilen, insanlık dünyasının hür, bağımsız, onurlu bir üyesidir Kişisel ve ortak hürriyete aynı önemi verir Her ikisini birlikte ele alır Türkiye Devleti ülkesi; milli kara sınırları, uluslararası hava ve deniz sahaları ile çevrili bir bölgedir Karası, denizleri ve havasıyla bir bütündür Ülke üzerinde devlet egemenliği tamdır Bölünmez ve iştirak kabul etmez

Türk Milletinin "doğrudan doğruya yaşamın gerektirdikleri ile uğraşması", milliyetçiliğin esasını meydana getirir Milliyetçilik "gerçek, ilmi, müsbet anlamı ile milli bir devir yaşamayı" öngörür

Türk milliyetçiliği her ilerlemenin ve kurtuluşun esası olarak kabul ettiği hürriyeti amaç edinmiştir

Türk milliyetçiliği, halkçılıkla birlikte yürür, ancak halkçılığın uygulanması için milliyetçi olmak esastır Bu esasa uygun olarak Türkiye'de "milli devreye yani halk devrinin de başlangıcına" girilmiştir

Milli devirde milliyetçilik, devletin bütün müesseselerinin iç ve dış bütün faaliyetlerinde göz önünde tuttuğu bir ilkedir Atatürkçülüğün öngördüğü, Türk Devletinin Dinamik İdeali; Türk Milletinin refahını, zenginliğini, mutluluğunu ve varlığını yükseltmeyi sağlayacak hedefleri kapsamaktadır İç politika ve dış politika aynı hedefleri ele geçirmeyi amaçlamalı ve bu amaçla bütün faaliyetler milli güce dayalı ve milli gücün arttırılmasına yönelik olmalıdır

Atatürkçülüğe göre, "Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır" Milletler, milletler topluluğunda ayrı ayrı, kendi kendine bir bütün olan organizmalardır

Türk milliyetçiliğine göre, Türk Milleti ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası temas ve ilişkilerde, bütün milletlere paralel yürür Onlarla uyum sağlar Bütün milletleri ve insanlığı sever Bu bakımdan Türk milliyetçiliği medeni insanlık içinde, onun bir unsuru olarak insanlığın yükselmesine ve bütün milletlerin mesut ve zengin olmasına yönelik örnek bir milliyetçiliktir Türk milliyetçiliği, Türk Milletinin şeref, onur ve çıkarlarına ilişilmesine asla izin vermez Bu bakımdan milli olmayan ve Türk milliyetçiliğine aykırı akımların ülkeye girmesini ve bu akımların teşkil ettiği yurt dışındaki kuruluşlara katılmayı kabul etmez

Milli Sınırlar Dışındaki Türkler

Atatürk'ün tanımladığı Türk milliyetçiliği, milli olmayan akımların ülkeye girmesini önlemekle birlikte, dünyada yaşayan bütün Türkleri sever Onlarla olan doğal ilişkileri kabul eder, kardeş sayar, onların uygar ve zengin olmasını, onların gelişmelerini diler Ama, kendisine siyasi alan olarak yalnız Türkiye Cumhuriyetinin sınırlarını ve bu sınırlar içinde varlığını sürdürmeyi benimser Onlarla siyasal bütünleşmeyi öngörmez Nitekim Atatürk "Türk Milleti Kurtuluş Savaşından beri, hatta bu savaşa atılırken bile mahkum milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına ilgisiz davranması elbette uygun görülemez Fakat milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde düşünülmemeli ve savunulmamalıdır Milliyet davası siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ideal meselesidir Şuurlu ideal demek, müsbet bilimlere, bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir hedef ve amaç demektir O halde, propagandalarda denenmiş yöntemlere müracaat etmek şarttır Hareketlerin imkan sınırları ve öncelikleri mutlaka hesaba katılmalıdır Türkiye dışında kalmış Türkler, önce kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler Nitekim biz Türklük davasını böyle uygun bir ölçüde ele almış bulunuyoruz Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz" diyerek Milli sınırlar dışındaki Türklerle olan ilişkilerimizin, ilgimizin esaslarını belirtmektedir

Milli Sınırlar İçindeki Dil, Duygu ve Kültür Birliği

Türk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen ve Türklük idealini benimseyen, yani dil, kültür ve amaç birliği ile birbirine bağlı vatandaşlardan oluşan doğal, siyasi, sosyal ve ekonomik bir bütünü, Türk Milleti olarak kabul eder Bunlar hangi dinden olursa olsun Türk'tür Bu ilkeye bağlı olan her kişi kendini Türk milletinin üyesi sayar Böylece Türk vatanının gerçek sahibi olan Türkler, vatanlarının coğrafi zenginliklerinden hem kendileri faydalanır ve hem de bütün insanlığı faydalandırırlar Bu bakımdan Türk milliyetçiliği, dar ve tekelci değildir

Atatürk'ün "Türkiye halkı ırki veya dini ve kültürel yönden birleşmiş, bir diğerine karşı karşılıklı hürmet ve fedakarlık hisleriyle dolu ve kaderi, geleceği ve çıkarları ortak olan bir toplumdur"

"Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi ve sosyal toplumdur" şeklindeki sözleri ile milli sınırlar içindeki dil, duygu ve kültür birliğinin Türk Milleti için zorunluluğunu açıklamaktadır Milliyetçilikte milli terbiyeyi esas olan Atatürkçülük ; onun "Dilini, usulünü, vasıtalarını da milli yapmayı" öngörmüş ve bunun için esasları belirlemiştir

Milli Karakter ve Milli İdeal

Atatürk, Türk milliyetçiliğini tanımlarken özellikle milli karakter ve Milli İdeale önem vermiş, Türk toplumunun özel karakterinin saklı tutulmasını istemiş ve Türk karakterini şöyle belirtmiştir:

"Türk Milletinin karakteri yüksektir Türk Milleti çalışkandır Türk Milleti zekidir Çünkü Türk Milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir Ve çünkü, Türk Milletinin yürümekte olduğu gelişme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale, müsbet ilimdir"

Atatürk, Milli İdeali de şöyle açıklamıştır " Yüksek bir insan toplumu olan Türk Milletinin tarihi bir niteliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorgunluk bilmeyen çalışkanlığını, yaradılıştan sahip olduğu zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu, devamlı olarak ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek, milli idealimizdir Bu sözleriyle Atatürk, Türk milletine gelecek için bir amaç göstermiş, Türk Milliyetçiliğinin başlıca unsurlarından biri olan bu inanç ve ideali şöyle belirtmiştir

"Milletimiz, bundan sonraki çalışmalarında da başarılı olabilmek için milli hedefini bütün açıklık ve kesinliği ile bütün vatandaşların nazarında ve vicdanında bütün parlaklığıyla belirlemiş bulunuyor İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin ideali olarak kabul ediniz Fakat bu değerlendirmeyi yaparken dikkat ediniz ki, hayali bir anlama kendimizi kaptırmayalım Milletimizin hedefi, milletimizin ideali, bütün dünyada tam anlamı ile medeni bir sosyal toplum olmaktır Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin varlığı, kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle uyumludur

Medeni eser meydana getirmek kabiliyetinden yoksun olan kavimler, hürriyet ve bağımsızlıklarından ayrı tutulmaya mahkumdurlar İnsanlık tarihi baştan başa bu dediğimi doğrulamaktadır"

Milli Birlik ve Beraberlik

Birlik ve beraberlik Türk Milletinin niteliklerinden biridirMilli birlik ve beraberlik Türk Milletinin bir bütün olması, içinde hiçbir bölücü, ayırıcı unsura yer vermemesi demektir Milli birlik, en değerli varlığımızdır

Atatürk, milliyetçiliğin başlıca unsurlarından saydığı birlik ve beraberliğin sağlanmasında Milli Eğitimin önemini belirtmiş ve "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir

Dünyada, uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara, hayat ve bağımsızlık yoktur

Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz; Milletine, Türkiye Devletine, Türkiye Büyük Millet Meclisine, düşman olanlarla mücadele ; (bu mücadelenin) sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için yaşama hakkı yoktur " Bu esaslara inanan her Türk, Milli birlik ve beraberliğe inanacak ve onun en güçlü savunucusu olacaktır Milli birlik ve beraberlik, milletlerin güçlü ve sağlam olması demektir

Atatürk, Türk Milliyetçiliğinin başlıca unsuru olan milli birlik ve beraberliğin gerekliliğine ve milli birliği sarsacak hareketlere karşı dikkati çekmiş bulunmaktadır

Bugünkü Türk Milleti, siyasi ve sosyal topluluğu içinde kendilerine kürtlük fikri, çerkezlik fikri ve hatta lazlık fikri veya boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır Fakat geçmişin bu keyfi idare devirlerinin sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, düşmana alet olmuş birkaç gerici, beyinsizden başka, hiçbir millet ferdi üzerinde kederlenmekten başka bir etki meydana getirmemiştir Çünkü bu milletin fertleri de, genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe ahlaka hukuka sahip bulunuyorlar Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, kader ve talihlerini Türk Milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözü ile bakmak; medeni Türk Milletinin asil ahlakından beklenebilir mi ?"

Din ve mezhep ayrılıklarını dikkate almayan milli birlik ve beraberlik esasen laikliği öngörmektedir

Milli birlik ve beraberliğin en belirgin işareti, bütün vatandaşların içtenlikle Türk'üm diyebilmesidir

Milli Ahlak

Her milletin kendine özgü bir ahlak anlayışı vardır Ahlak toplumsal vicdanla içiçedir Kişilerin çoğunluğunun davranışı milletin aynasıdır Kişilerin, toplumun, milletin, davranışını etkileyen esaslar, değerler sistemini meydana getirir Atalarımız vatan, bayrak ve namus tehlikede olduğu anda kendilerini toplum için feda etmekten hiç bir zaman kaçınmamışlardır Türk ahlakı, milli değerlerde birleşmeyi, ailede, okulda ve vicdanlarda huzuru amaç edinmiştir Karşılıklı saygı ve sevgi esasına göre kurulmuş ve gelişmiştir

Ahlâkı bu şekilde oluşup gelişen Türk Milleti, yaşamı boyunca her zaman ahlakın en güzel örneğini dünyaya göstermiştir

Ahlak, iyi niyete dayanır Ahlak, geniş ölçüde insanın davranışlarıyla ilgili bir olgudur İnsana neyi yapmanın iyi, neyi yapmanın kötü olduğunu öğretir İrade ile davranışların birbirini tutmasının değerini belirtir Kuşkusuz ahlak geniş ölçüde fazilete dayanır Faziletin ise, adalet, bilgelik, doğruluk, ölçülülük, yiğitlik gibi ilkeleri vardır

Bu ilkeler; toplumun yaşadığı çevre koşullarına bağlı olarak kişilere değişik ölçülerde yansır Fakat toplumdaki kişilerin ahlakları genelde, birbirine çok benzer Çünkü; "Türk Milletinin her kişisi aralarında, bir takım farklar olmakla beraber genel olarak birbirine benzer Bazı yapılış farklarını ise normal karşılamak lazımdır Çünkü başka başka iklimlerin etkisi altında başka başka cinsten yerlilerle binlerce yıl yaşamış, kaynaşmış bu kadar eski ve bu kadar büyük bir insan toplumunun, bugünkü çocuklarının tamamı tamamına birbirlerine benzemeleri mümkün müdür ? Böyle olmakla beraber, bugünkü Türk Milletinin esası ayın kökün ve ayın uzun ve ortak geçmişin tesbit ettiği belirli tiptir Türk tipi" Atatürkçülük'te "Bazı işler vardır ki, kendiliğinden insanda onu yapmak için içte bir arzu, eğilim doğar, o iş arzulanmaya değer olur İşte ahlaki işler aynı zamanda hem mecburi hem de arzulanabilir işlerdir" ve "Türk Milletinin ortak görünen bir hali vardır Gerçekten dikkat edilirse, Türklerin aşağı yukarı ahlakları hep birbirine benzer Bu yüksek ahlak, hiç bir milletin ahlakına benzemez Ahlakın bir milletin meydana gelmesinde yeri, çok büyüktür, önemlidir"

Türk milletinde ortak görünen bu haller, Türk'e özgüdür ve millidir Atatürkçülük'te milli ahlak, klasik ahlak kitaplarında yazılanların üzerindedir Ona göre, milli ahlakın kaynağı, toplumdur, millettir Bunları, toplum doğurmuştur ve benimsemiştir Bu bakımdan kişilere karşı emredici bir nitelik taşır

"Gerçekte, ahlaklılık kişilerden ayrı ve bunların üstünde, ancak toplumsal, milli olabilir

Milli ahlak; milletin, sosyal düzeni ve huzuru, şimdiki ve gelecekteki refahı, saadeti, selameti ve güvenliği medeniyette ilerleme ve yükselmesi için insanlardan, her hususta ilgi, gayret, nefsin feragatını ve gerektiği zaman seve seve canının verilmesini isteyen ahlaktır"

Millet uğruna gerektiği zaman canını vermek kuralı, Atatürkçülüğün benimsediği önemli kurallardan biridir Nitekim Atatürk ölümünden bir buçuk yıl öne sahip olduğu çiftliklerini hazineye bağışlaması dolayısıyla, Millet Meclisinin teşekkür bildirisine karşı verdiği cevapta "Söz konusu olan hediyenin,yüksek Türk Milletine benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında hiçbir kıymeti yoktur Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim" demiştir

Milli ahlakın istekleri doğru olmak, çok çalışmak, çevresindeki insanları, Türk Milletini saymak ve sevmek, ülkesini ve milletini her şeyin üstünde tutmak, yükselmek, ileri gitmek, varlığını Türk varlığına armağan etmeye hazır olmaktır

Atatürk, Milli Ahlak'ı kutsal sayar Çünkü, Türk milleti bu kutsal varlığa dayanarak yurdunu, bağımsızlığını ve milli egemenliğini korumasını bilmiştir

Atatürk, "Ahlakın, milli, sosyal olduğunu söylemek ve toplumsal vicdanın bir ifadesidir demek, aynı zamanda ahlakın kutsallık sıfatını da tanımaktır Ahlak, kutsaldır; çünkü, aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir çeşit değerle ölçülemez" diyerek, ahlakın kutsallığını belirtmiştir

"Millet varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olması, bir milletin en yenilmez silahı ve korunma vasıtası" kabul eden Atatürk, bu fedakarlığı sağlayan nitelikleri "Milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz" hedefler şeklinde ele almıştır

Türk Milleti, milli olduğuna inandığı işlerde zamanla tarihin akışını değiştirmiştir Türk Milletini milli idealine ulaştıracak önemli araçlar millidir Bu araçların başında, çok çalışmak gelir

Ekonomik kalkınma, milli gücün artırılmasında belkemiği oluşturur Ekonomik alanda kalkınma için ise, çok çalışmak gerekir Türk Milletinin, çok çalışmasının milli bir vazife olduğunu anlaması, başarı için yeterlidir Bu yönden "Bütün halk için bir Çalışma Milli Andı (Misak-ı Milli)" sağlayacak programa ihtiyaç vardır

Milli His

Milli his, milli ahlakla iç içedir Mükemmel bir milletin vatandaşları, milletin selameti söz konusu olunca, milli ahlakın gereği olarak, vicdanından kopan duygularla canlarını feda etmekten çekinmezler En büyük milli his, milli heyecan, işte budur Şu var ki, Türk Milleti, milli hissi, insani hisle yan yana düşünür Onun vicdanında, milli hissin yanında insani hissin şerefli yeri de vardır Ayrıca, Türk Milleti uygarlık yolunda, bağımsızlığını koruyarak uygar milletlerle ilişkisini sürdürür Bu, onun, gelişme ve kalkınması için gereklidir Çünkü Türk Milleti, insanlık dünyasının bir ailesidir

Görülüyor ki, milli ahlakın temellerinden biri olan milli hissin mükemmel milletlerde yeri yüksektir

Analar, babalar, öğretmenler ve millet büyükleri, bu hissi sağlamlaştırmak için bütün güçlerini kullanmalıdırlar Millet çocuklarına verecekleri eğitimin amacı, bu yüksek milli hissin sağlanmasına yönelik olmalıdır

Atatürk bu temel esası;

"Mükemmel bir millete, milli ahlakın gerekleri, o milletin fertleri tarafından adeta düşünülmeksizin, vicdani, hissi bir sebeple yapılır

En büyük milli his, milli heyecan, işte budur Millet analarının, millet babalarının, millet öğretmenlerinin ve millet büyüklerinin; evde, okulda, orduda, fabrikada, her yerde ve her işte millet çocuklarına, milletin her ferdine bıkmaksızın ve devamlı olarak verecekleri milli terbiyenin amacı, işte bu yüksek, milli hissi sağlamlaştırmak olmalıdır" sözleriyle vurgulamıştır

Atatürk Milliyetçiliği İnsancıldır

Atatürkçülükte Türk milliyetçiliği, insancıldır Türk Milletinin dünya milletleri arasında yüksek ve şerefli bir yeri vardır Çünkü insanı sever, insanları ezecek, yok edecek savaşlardan korur Atatürk'ün, "İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak, insani olmayan ve son derece üzücü olan bir sistemdir İnsanları mutlu edecek tek vasıta onları birbirine yaklaştırarak, onlara birbirini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan hareket ve enerjidir Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır" şeklindeki sözleri, O'nun Türk milliyetçiliğindeki insancıl unsurunu kesin olarak belirlemektedir Bu yönden Atatürk, devlet yönetiminde vazife alanların bencil değil, insancıl olmasını, gelecek nesilleri düşünmesini istemektedir

Atatürk, "Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdurlar Apaçıktır ki, o adam, insan olarak yok olacaktır Herhangi bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır Olumlu düşünen bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir

Bir insan böyle hareket ederken, "Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi ? diye bile düşünmemelidir Hatta en mutlu olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce bilinmemesini tercih edecek karakterde bulunanlardır" demekle gelecek nesiller için çalışmanın insanları yücelteceğini ortaya koymuştur

Atatürk Milliyetçiliği diğer milletlerin de iyiliğini öngörür

Atatürkçülük, insanlığı bir vücut ve milletleri de onun organları sayar Bu bakımdan milletleri yönetenlerin, önce, kendi milletlerinin mutluluğunu istemeleri, ama kendi milletleriyle birlikte bütün milletler için de, aynı şeyi arzu etmeleri gereklidir Zira, en uzakta sanılan bir felaket, bir gün bize de gelebilir Ülkenin dış politikasına yön verirken milletler topluluğu ile, Türk Milleti arasında organik bir bağ kurulmalı ve bu bağa göre dış politikaya yön verilmelidir

Atatürk'ün "Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, anlaşma ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan yoksun kalır Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim :

Milletleri yönetenler doğal olarak öncelikle kendi milletinin varlığı ve mutluluğunun gerçekleştiricisi olmak isterler Fakat aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lazımdır

Bütün dünya olayları bize bunu açıktan açığa ispat eder En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün etki etmeyeceğini bilemeyiz Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti, bunun bir organı saymak gerekir Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir" şeklindeki sözleri, Türk Milliyetçiliğinin, diğer milliyetçilik akımlarına ve teorilerine göre üstün olan noktalarını belirtmektedir

Türk Milliyetçiliği fikren, fiilen, hissen milli benliğe sahiptir

Atatürkçülük; milliyetçiliği, Türk Milletini sevmeyi, saymayı, Türk Milliyetçiliği ile övünmeyi, büyük atılımların gerçekleşerek hayati sorunların çözülmesinde bir güç kaynağı olarak görür Bu esasın en güçlü kanıtını Atatürk vermiştir "Ben 1919 senesi Mayıs'ı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu Yalnız büyük Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk Milletine güvenerek işe başladım"

Atatürk milliyetçiliği, Türk Milletine mensup olmakla övünmeyi, Türk Milletine inanmayı ve güvenmeyi "Ne mutlu Türk'üm diyene" vecizesinde açıklamış ve bu fikri, "Türk! Övün, Çalış, Güven" esası ile harekete dönüştürmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla

Atatürk İlkeleri (1)

Eski 10-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Atatürk İlkeleri (1)



HALKÇILIK

Atatürkçülük'te halkçılık, yurdu, ayrıcalık iddialarından ve sınıf kavgalarından koruyan bir ilkedir Halkçılığın birinci unsuru demokratlıktır İkinci unsur, milletin genel hakları dışında hiç bir kişiye veya topluluğa ayrıcalık tanımamaktır Üçüncü unsur, sınıf mücadelesini kabul etmemektir Halkçılık, Milli Mücadelenin ilk gününden başlamış ve gittikçe kuvvetlenmiştir

Atatürkçülük'te Halkçılık ile Demokrasi Eş Anlamdadır

Atatürk; "Demokrasi (Halkçılık) esasına dayalı hükümetlerde, egemenlik, halka, halkın çoğunluğuna aittir Demokrasi prensibi, Egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olmayacağını gerektirir Bu şekilde, demokrasi prensibi, siyası kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve yasallığına temas etmektedir" diyerek, demokrasinin halkçılığın bir sonucu olduğunu vurgulamıştır

Türk tarihinde demokrasi

"Türk Milleti, en eski tarihlerinde, ünlü kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet başkanlarını seçmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar bağlı olduklarını göstermişlerdir Son tarih devirlerinde, Türklerin kurdukları devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu yöntemden ayrılarak despot (zorba) olmuşlardır"

Atatürk, Halkçılığın bugün bütün çağdaş anayasalarda yer aldığını ve artık bugün halkçılık (demokrasi) fikrinin daima yükselen bir denizi andırdığını belirtmektedir

Demokrasiye ters düşen teoriler

Atatürk, demokrasiye (Halkçılığa) hücum eden teorilerin çok haksız olduklarını belirtmiş ve dolaylı olarak halkçılığı değerlendirmiş ve anlamının mukayeseli olarak ortaya çıkmasına yardım etmiştir "Demokrasinin bu kavramı, bazı teorilerin hücumuna hedef olmaktadır Bolşevik Teorileri, ihtilalci siyasi sendikalizm teorisi, çıkarların temsili teorisi

Bu teorilerin, demokrasi teorimize hücumda ne kadar haksız olduklarını kısaca açıklayalım:

Bolşevik teorisinde millet içinden, işçi, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık, ekonomik esaslara dayanan komünist partisi adı altında birleşerek bir diktatörlük kurmuşlardır Amaçlarında milli değildirler Kişisel hürriyet ve eşitlik tanımazlar

Halk egemenliğine saygıları yoktur İçte halkın çoğunluğunu kaba kuvvet kullanarak, görüşlerini kabullenmeye zorlarlar, yurtdışında, propaganda ve ihtilal teşkilatı ile bütün dünya milletlerine, kendi prensiplerini yaymaya çalışırlar Halbuki, hükümet kurmaktan amaç, ilk önce kişisel hürriyetin sağlanmasıdır Bolşevik tarzı hükümetinde keyfi idare özelliği görülmektedir Bir toplumun, zorla bir kısım insanlıkların görüşlerinin esiri yapılarak aciz bir şekilde yaşatılmasına, doğal ve akla uygun bir hükümet sistemi görüşü ile bakılamaz

İhtilalci, siyasi sendikalizm teorisyenleri de, her türlü siyasi kuruluşları, yalnız kendi çıkarları lehine çalıştırmak ve sonunda siyasi kuvvet ve egemenliği ellerine geçirmek isteyen işçi gruplarıdır

Bunlar, amaçlarını zorla elde etmek fırsatını beklerken, zaman zaman genel grevler yaparak, hükümet adamları üzerinde etkili oluyorlar ve bazı işleri kendi lehlerine çözümlettiriyorlar, yavaş yavaş varlıklarını hissettiriyorlar

Bazı memleketlerde) bu teorisyenleri az çok tatmin için, millet meclisi yanında, ekonomik nitelikli üyesi onlardan olmak üzere bir meclis yapmışlardır Bizde Ali iktisat Meclisi (Yüksek Ekonomi Meclisi) vardır Fakat bu, herhangi bir zorlama üzerine değil, doğrudan doğruya hükümetin faydalı görmesinden, danışma amacıyla meydana getirdiği bir kuruldur

Çıkarların temsili teorisi; çeşitli meslek, sanat ve iş adamları, toplum içinde ayrı ayrı birer grup, birer küçük toplum halinde düşünülürse, herbir grubun bir birinden farklı çıkarları vardır Bundan dolayı, diyorlar ki her özel çıkar sahibi gruplar, ayrı ayrı, mecliste kendilerini temsil etmelidirler Bu durumda seçim, millet kişilerinin çoğunluğu tarafından değil, gruplar tarafından ve grupların sahip olduğu çıkar derecesine uyumlu olarak sonuçlanacaktır Mecliste, bu gruplardan bir kaçı birleşip, iktidara geçince, yalnız kendi çıkarları lehine çalışacaklardır Buna kim engel olacaktır?

İşte bu sebeplerden dolayıdır ki biz, bu ve bundan önceki teorileri memleket ve milletimiz için uygun görmüyoruz

Biz, memleket halkı, kişi ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını aynı kıymet ve nitelikte görürüz Hepsinin çıkarlarının aynı derecede ve aynı eşitlik duygusu ile karşılanmasına çalışmak isteriz Bu şeklin, milletin genel refahı, devlet bünyesinin sağlamlaştırılması için daha uygun olduğu kanaatindeyiz Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar,sanatkar, asker, doktor, kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, çıkar ve hürriyeti eşittir Devlete, bu anlayış ile azami yardımcı olmak ve milletin güven ve iradesini yerinde sarf edebilmek, bizce, bizim anladığımız anlamda halk hükümeti idaresi ile mümkün olur" Bu yönden halk için çalışan bir halk hükümetinin bütün sorumluları, halk ile temaslarında halka inan ve inanç vermeyi daima dikkate almalıdırlar

Halkçılık Anlayışı Eşitliği Öngörür, Çalışmaya Değer Verir

Eşitlik anlayışı: Atatürkçülük'te halkçılık anlayışının ikinci unsuru, milletin genel hakları dışında hiç bir kişiye veya zümreye ayrıcalık tanımamaktadır Atatürkçülük, yasalar önünde eşitliği gerektirir ve toplumun varlığını sürdürmesi için çalışmayı zorunlu ve üstün değer sayar

Kanunlar önünde kesinlikle eşit olmak: Halkçılık, toplum hayatında her türlü ayrıcalığı reddeder Herhangi bir kişiye, bir aileye veya bir zümreye yahut bir topluluğa ayrıcalık tanımaz Kim olursa olsun, yasalar ve kamu kurumları önünde kesinlikle eşittir

Atatürk'e göre "Türkiye halk ırki veya dini ve kültürel yönden birleşmiş, bir diğerine karşı, karşılıklı hürmet ve fedakarlık hisleriyle dolu ve kaderi, geleceği ve çıkarları ortak olan bir toplumdur"

Bu tanımlamadan anlaşılıyor ki, halk kavramı, herhangi bir sınıfa ait değildir, bir ayrıcalığa sebep olacak hiçbir nedeni kabul etmez ve bir bütündür

Atatürkçülük'te halk; yasalar önünde kesinlikle eşitliği benimseyen, hiç bir ailenin, hiç bir sınıfın, hiç bir zümrenin ve hiç bir kişinin ayrıcalığını tanımayan insanlardan oluşmuş bir topluluktur Bu esası koruyan kişiler, halktan ve halkçı olarak sayılırlar

Halkçılıkta sosyal düzen halkın idaresine ve çalışmasına dayalıdır: Atatürkçülük'te Türk halkının kanun önünde eşitliği benimsenmekle birlikte, onun sorumluluğu da belirlenmiştir Bu sorumluluk, çalışmaktır Atatürk, kişilerin çalışmaması halinde toplumun yaşamasını ve varlığını tehlikede görür Halkçılık ilkesine göre, Türkiye'de sosyal düzen, kişinin çalışmasına dayanılarak korunabilir ve sürdürülebilir

Atatürk "Ne olduğumuzu bilelim Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız! Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır Yetkisi vardır Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur! O halde Halkçılık, toplum düzenini, çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir " diyerek Halkçılık ve çalışmanın doğrudan ilişkisini açıkça ortaya koymuştur

Atatürkçülük halkın ilerlemesini öngörür Çalışmayı ilerlemenin temel esası olarak ele alır Bu nedenle Atatürk" İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz

Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur " sözleri ile çalışmanın önemini vurgulamış, çalışmanın hangi nitelikte bir çalışma olması gerektiğini belirtmiştir

Halkçılıkta sosyal düzen, kişilerin düşünür olmasını öngörür: Atatürk, çalışan halkın devletine 'Halk Devleti' der Bu halk devletindeki kişilerin de, çalışarak düşünür bir duruma gelmesini ister Çalışmanın, kişileri düşünen bir varlık haline getirecek nitelikte olmasını söyler Demokrasinin korunması ve sürdürülmesi için, bu şartın gerçekleştirilmesini ister Atatürk'ün bu konudaki sözleri şöyledir:" İşe köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani kişiden başlıyoruz Kişiler düşünür olmadıkça, hangi haklara sahip olduğunu anlamadıkça, kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere yöneltilebilirler Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceği ile bizzat ilgilenmesi lazımdır Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kurum elbette sağlam olur, şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukardan aşağı olması zorluluğu vardır

Birincisinin meydana gelmesi halinde bütün insanlık için amaca ulaşmak kolaylaşmış olurdu Böyle olmanın pratik ve maddi imkanı henüz bulunamadığından, bazı teşebbüs sahipleri, milletlere verilmesi gereken yönün verilmesinde öncülükte bulunuyorlar Bu suretle yukardan aşağıya şekillendirilebilir Biz memleketimiz dahilindeki seyahatlerimizde elbette birinci şekilde başlamış olan milli teşkilatımızın hakiki başlangıca, kişiye kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru gerçek şekillenmenin başladığını büyük memnunlukla gördük Bununla beraber tam anlamıyla olgunlaşma derecesine ulaşıldığını iddia edemeyiz Bunun için özel suretle aşağıdan yukarıya tekrar bir şekillenmenin oluşması amacına özel suretle mesai harcamamız milli ve vatani bir vazife olarak kabul edilmelidir "

Halkçılık halkın siyasi güce sahip olmasını öngörür: Atatürk, kişilerin, her konuda düşünür olması ve kendi hakkına sahip olması esasına her zaman değinir, bu nedenle halkçılık anlayışında halkın siyasi yeteneklerinin gelişmesi ve bu yönden halkın siyasi eğitiminin kendilerini halkın üstünde görenlere ve böyle bir davranışta bulunacaklara karşı en güçlü önlem olarak milli müesseseler kurulmasını, bu milli müesseselerin kurulabilmesi için de halka siyasi terbiye verilmesini önerir Bunu, demokrasiyi koruyan temel taşlardan biri sayar

Atatürk, kendilerini halkın üstünde görenlere karşı "Bir kişi olarak ve tekrar millet tarafından seçilirsem, Türkiye Büyük Millet Meclisinde üye sıfatı ile çalışmayı vazife olarak kabul ediyorum

Ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde durumlar yaratmaya kalkışmayalım Biz hepimiz o şekilde çalışalım ki, kuracağımız şey, milli bir müessese olsun Bu da, millete siyasi terbiye vermekle olur" diyerek siyasi terbiyenin önemini vurgulamıştır, Bir iş, eğer millet anlar ve uygularsa, milli amaçlara önemli katkısı olursa, milli olur

Halkçılık İç Barışı Öngörür, Sınıf Mücadelesini Reddeder

Atatürkçülük'te Halkçılık anlayışının üçüncü unsuru, sınıf mücadelesini kabul etmemektir: Atatürk, Türk toplumunda sınıflar arasıdaki mücadeleyi, başka bir deyişle sınıfların çıkar kavgasını kabul etmez

Türk halkının sosyal yapısı, sınıf kavgası için uygun olmayan bir yapıdır Çünkü halkın içinde çalışanlar arasında, bir çıkar çatışması yoktur Mevcut sınıflardan biri olunca öbürünün de olması, kaçınılmaz bir gerçektir

Atatürk bu konudaki görüşlerini; " Bizim halkımız, çıkarları birbirinden farklı sınıf halinde değil; aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine lazım olan sınıflardan ibarettir

Bu dakikada dinleyenlerim çiftçilerdir, sanatkarlardır, tüccarlardır ve işçilerdir Bunların hangisi bir diğerine karşı olabilir

Çiftçinin sanatkara, sanatkarın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, birbirine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkar edebilir

Bugün mevcut fabrikalarımızda ve daha çok olmasını dilediğimiz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır Refah içinde ve memnun olarak çalışmalıdırlar ve bütün bu saydığımız sınıflar, aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek tadını tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler " şeklinde açıklamıştır

İş bölümüne dayanan çalışma: Atatürk, iş bölümüne dayanan çalışmayla ilgili görüş ve düşüncelerini, sürekli olarak değişik yıllarda, çeşitli yer ve ortamda tekrarlamıştır

Şu noktayı belirtmek gerekir ki, Atatürk, toplumu da sınıflar gerçeğini de inkar etmiş değildir Belirttiği görüş; Türk toplumu ile ilgilidirTürkiye'de sınıfların çıkar kavgasından halkın yararına bir sonuç alınamayacağı inancındadır Türk toplumunda sınıf farkının bulunmadığını her zaman ve her yerde söylemiş, belirtmiştir

Çalışma Grupları: Atatürk'ün çalışma grupları hakkındaki görüşü "Türkiye Cumhuriyeti halkının ayrı ayrı ve birbirlerine karşıt sınıflardan oluşmadığı fakat gerek kişisel gerek sosyal hayat içinde iş bölümü itibariyle Türk halkını değişik hizmetlere ayrılmış bir toplum görmek gerektiği" şeklindedir Yukarıdaki bu temel esas yine Atatürk tarafından şu şekilde açıklanmıştır:

" Türkiye Cumhuriyeti halkını; ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve sosyal hayat içinde iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek, esas prensiplerimizdendir

Türk toplumunu oluşturan başlıca çalışma grupları şunlardır: Çiftçiler, Küçük sanat sahibi ve esnaf, Amele ve İşçi, Serbest meslek sahipleri, Sanayiciler, Tüccarlar, Memurlar

Bunların her birinin çalışması, diğerlerinin ve tüm toplumun hayat ve mutluluğu için zorunludur

Bu duruma göre, amaç, sınıf mücadelesi yerine sosyal düzen ve dayanışmayı sağlamak ve birbirine zarar vermeyecek (ters düşmeyecek, bozmayacak) şekilde çıkarlarda uyum sağlamaktır Çıkarlar, kabiliyet, beceri ve çalışma derecesiyle uyumlu olur "

Milli gelirin dağılımında devlet otoritesi: Temel esas, "Sınıf mücadelesi yerine sosyal düzeni ve dayanışmayı sağlamak ve birbirine zarar vermeyecek (ters düşmeyecek, bozmayacak) şekilde çıkarlarda uyum sağlamak; çıkarları, kabiliyet beceri ve çalışma derecesiyle uyumlu olarak tertiplemek" olduğuna göre; hangi kuruluş bu sorumluluğu yüklenecektir?

Atatürk bunu, devlete yükler Devlet, milli gelirin dengeli ve uyumlu olarak dağıtımında, yönetimde, kalkınmanın sağlanmasında, halk yararının gözetilmesinde vazife yapacaktır Bu amacı gerçekleştirebilmek için devlet, önlemler alacaktır, yasalar çıkaracaktır

Atatürk, bu konuda " Milli gelirin dağılımında, daha mükemmel bir adalet ve emek sarfedenlere, daha yüksek refah sağlanması; milli birliğin korunması için şarttır Bu şartı daima gözönünde tutmak, milli birliğin temsilcisi olan devletin önemli vazifesidir " demektedir

Dikkat edilmesi gereken bir nokta da, Atatürk'ün halkçılık anlayışında sınıfsızlık, sadece siyasi ve hukuki alandadır

Şöyle ki, -sınıfsız, ayrıcalıksız, kaynaşmış bir kitle- prensibi, yalnız demokrasi, sosyal adalet,ve güvenlik kuralları doğrultusundadır Atatürk'ün Halkçılık anlayışında sınıf diktatörlüğü yoktur Siyasi ve medeni haklarla insan hak ve hürriyetleri saklı tutulmuştur Toplum kalkınması ve yönetimi bu temel haklar çerçevesinde yürütülecektir

Halkçılık, zayıfla kuvvetlinin değil, kişilerin yapmak için maddi ve manevi kuvvetlerini, zeka ve becerilerini birleştirmelerini öngörür Zayıfla kuvvetlinin birleşmesi, zayıf olanın kuvvetliye esir olması demektir

Halkın eğilimleri, halkın maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanması, bütün halk temsilcilerinin yönetimini ve yöneticilerin faaliyetlerini planlama ve gerçekleştirme de temel kuraldır

Halkçılık, Milliyetçilikle birlikte ve bütün vatandaşlar ve devlet vazifelileri tarafından aynen uygulanır

Halkçılık ile Milliyetçilik kavramlarının birlikte kullanılması, Türk Milletinin Dinamik İdeale ulaşmasında başarı koşuludur Bu koşula uyarak Türkiye'de milli devir ile birlikte halk devri başlamıştır

Halkçılığı Uygulamada Esas, Halkın Maddi ve Manevi İhtiyaçlarını Karşılamaktır

"Milleti idare prensibimiz, milletin ortak ve genel düşünce ve eğilimine uymaktır Bu düşünce ve eğilimin gerçek ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır " Bu yönden halkçılığı uygulamakta, Devlet-Halk ilişkilerini düzenlemekte halk şikayetleri, önemli yer tutar Bu şikayetlerin ve dileklerin amaçları şunlardır:

Devletin işlerinin nasıl yürüdüğünü anlamak, halkın aydınlanma ihtiyaçlarının hangi noktalarda olduğunu göstermektedir

Atatürk bu konuda şöyle demiştir " Şikayetler, devlet teşkilatımızda daima esaslı bir yankı uyandırmalıdır Hükümete gelen her başvuru ve şikayet, sıradan memurların değil, bizzat Bakanın (veya bölgesinde valinin) imzalayacağı (olumlu veya olumsuz olsun) gerekçelere dayanan bir cevapla karşılanmalıdır" "Bu şikayetler, tek tek incelenmekle beraber, bunların konularına göre sınıflandırıldıktan sonra meydana gelecek tablonun toptan incelenmesi, büyük halk tabakalarının hangi ıstıraplarla yüklü olduğunu gösterir "

Yukarıdaki amaca ulaşmak için halkın şikayetlerini almak, doğruyu yanlıştan ayırmak, sınıflandırmak gerekir Böyle bir çalışma, halka dönük, halkla beraber, halk için çalışan bir halk hükümetinin yönetiminin sonuçlarını takip etmesini sağlar; bu, halktaki etkisine göre, yönetimin bir tür kontrol sistemidir

Bu, şikayet sahiplerinin şikayetlerinin giderilmesinden çok, hükümetin icraatının genel olarak başarılı olup olmadığını gösterir Bu, devlet idaresinde halkçılığın bir gereğidir

Ayrıca kamuoyunun hangi noktalarda aydınlatılmaya ihtiyacı olduğunu da gösterir Halk şikayetlerinin ve incelemesinin, cevabının verilmesinin bir esasa bağlanması gerekir Çünkü güçlü olması zorunlu olan " Hükümeti zayıf düşüren önemli nedenlerden birisi de, halk şikayetlerinin kayıtsızlığa uğramasıdır "

DEVLETÇİLİK

Atatürk devletçiliği, kişisel çalışma ve faaliyeti esas tutar Bununla birlikte, mümkün olduğu kadar az zaman içinde Dinamik İdeale kavuşmak için, milletin genel ve yüksek çıkarlarının gereğine göre, bütün işlerde özellikle ekonomik alanda, devletin fiilen ilgilenmesini benimser, Devletin fiilen ilgilenmesi, yapma, yaptırma, yönlendirme, teşvik, yardım etme, yapılanları düzenleme ve kontrol etmek anlamlarına gelir Atatürkçülük'te devletçilik" sosyal, ahlaki ve millidir " Bu yönden siyasi nüfuz ve kudrete, egemenliğe sahip olan devlet Dinamik İdeale ulaşmada, egemenliğin sağladığı gücü, sosyal, ahlaki ve milli niteliklerinin yönlendirdiği doğrultuda ve çerçevelediği sınırlar içinde kullanmalıdır

Devletin kendini daha güçlü yapacak " içte ve dışta millet işlerini gördüreceği yüksek kabiliyetli vatandaşlara ihtiyacı vardır Devlet, tüm vatandaşların, herhangi bir sanat ve meslekte, zamanımızdaki ilerlemelerin gerektirdiği derecede başarılı olması ile ilgilenir Bu nedenlerledir ki vatandaşların öğretimi, eğitimi ve sağlığı ile ilgilenmek zorundadır"

Atatürkçülük'te "toplum yararına hizmet eden kuruluşların çoğaltılması, devletin, önemle göz önünde tutacağı bir meseledir Bu sayede kar amacını güden faaliyetler sınırlanmış olur Bu durum, vatandaşlar arasında ahlaki dayanışmanın gelişmesine yardım eden önemli bir etkendir " Ayrıca " milli gelirin dağılımında, daha mükemmel bir adalet ve emek sarf edenlere daha yüksek refah sağlanması; milli birliğin korunması için şarttır Bu şartı daima göz önünde tutmak, milli birliğin temsilcisi olan devletin önemli vazifesidir " Vatandaşlar arasında bağlılığın güçlenmesi milli birliği de güçlendireceğinden Türkiye'de " herkes herkes içindir " anlayışına uygun olarak sosyal ihtiyaçların sağlanmasında devletin yakın ilgisi vardır

Fikri hayatta olduğu gibi ekonomik hayatta da devletin birinci derecede önemli ve hayati faaliyetleri üzerine alarak başarması gerekir Atatürk devletçiliğinde devletin baş ve esas vazifesi:

(a) "Memleket içinde, güvenliği, ve adaleti sağlayarak ve devam ettirerek, vatandaşların her çeşit hürriyetini güven altında bulundurmaktır"

Bu ise, "Kanunu egemen kılmak ve adaleti iyi dağıtmak" yanında "vatandaşın yaşayışını hiçbir nüfuzun etkisinde bırakmayan ve rahatsız edilmeksizin yaşamasını temin eden bir iç siyasetle sağlanır Bu hususta Cumhuriyet Jandarma ve Emniyet kuvvetlerinin hizmet ve fedakarlığı yüksek takdire layıktır"

(b) "Dış siyaset ve diğer milletlerle olan ilişkileri iyi idare ederek ve içte her çeşit savunma kuvvetlerini, daima hazır tutarak milletin bağımsızlığını güven altında bulundurmak" ve eğer bu uğurda başka çare kalmazsa, milletin hukukunu silahla korumaktır Bu husus, milli güvenlik önlemleri ile ve esas olarak milli varlığı ve inkılabı kollayan ve koruyan Türk Silahlı Kuvvetlerinin kıymetini korumakla sağlanır

Devletin bu temel vazifelerini tam yapması için, fikir ve ekonomi hayatında doğrudan ilgilendiği diğer faaliyetler vardır Esasen fikir ve ekonomi hayatını devlet hayatından ayırmak mümkün değildir

(c) " Bu iki çeşit vazifeden başka devlet yollar, demiryolları vs gibi bayındırlık işleri, milli eğitim işleri, sağlık işleri, sosyal yardım işleri, tarım, ticaret ve sanata ait ekonomik" alanlardaki vazifelerini yerine getirir

Bu amaçla Dinamik İdeal, ekonomik gücün sürekli olarak daha güçlenmesini öngörmektedir Atatürkçülük'te memlekette her çeşit üretimin çoğalması için, özel teşebbüsün devletçe zorunlu olduğunu önemle kaydettikten sonra "Devlet ve özel teşebbüsün birbirine karşı değil, birbirinin tamamlayıcısı" olduğu belirtilir

(d) Atatürk devletçiliğinde, ekonomik işlerde devlet ile kişinin doğrudan faaliyet göstermesi ve bu faaliyetler üzerinde de devletin düzenleyici rolünde olması, prensip olarak kabul edilir

Devlet ve kişinin ekonomik faaliyet sahalarının hangi yürütme ve esas güdülerek ayrılabileceğini Atatürk: "bir iş ki büyük ve düzenli bir idareyi gerektirir, özel teşebbüs elinde tekelleşme tehlikesini gösterir veya genel bir ihtiyacı karşılar, o işi devlet üzerine alabilir MadenIerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz taşımacılığı şirketlerinin devlet tarafından idaresi ve para ihraç eden bankaların millileştirilmesi, keza su, gaz, elektrik ve saireye ait işlerin mahalli idareler tarafından yapılması" sözleriyle açıklamıştır

Topluma hizmet eden kamu kuruluşlarının çoğaltılması, devletin önemle göz önünde tutacağı bir konudur Bu şekilde tümüyle kar amacına dayanan faaliyetler sınırlanmış olur Bu hal, vatandaşlar arasında ahlaki dayanışmanın gelişmesine yardım eden önemli bir etkendir

Özellikle, " Türkiye Cumhuriyetini idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılmamakla beraber Devletçilik prensibine uygun yürümeleri, içinde bulunduğumuz durumlara, şartlara ve zorunluluklara uygun olur "

Atatürk'e göre uygulanması öngörülen Devletçilik Prensibi; "bütün üretim ve dağıtım vasıtalarını kişilerden alarak, milleti büsbütün başka esaslara göre düzenlemek amacını güden sosyalizm prensibine dayalı Kollektivizm yahut Komünizm gibi özel ve kişisel ekonomik teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir " " Kişisel çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar, az zaman içinde milleti refaha, memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerle, özellikle ekonomik alanda devleti fiilen ilgili kılmaktır " " Ekonomi işlerinde devletin ilgisi, doğrudan yapıcılık olduğu kadar özel teşebbüsü teşvik ve yapılanları düzenleme ve kontrol da etmektir "

Alıntı Yaparak Cevapla

Atatürk İlkeleri (1)

Eski 10-10-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Atatürk İlkeleri (1)



LAİKLİK

Laiklik, terim olarak, din ile dünya, özellikle dini ile devlet işlerinin ayrılması anlamını taşır Fakat, Atatürk laikliğinin daha geniş ve kendine özgü bir anlamı vardır Türkiye Cumhuriyetinde laiklik ilkesi, kişilerin vicdan ve ibadet hürriyetlerini sağlamak ve korumak, dini faaliyetlerin iman ve ibadete inhisar ettirilmesini, dünyevi müesseseleri ve faaliyetleri bilimsel ve en ileri teknolojiyi yol gösterici olarak yürütmeyi sağlamak, dinin hakkını dine, devletin hakkını devlete vermek amaçları ile uygulanan, dini devletten ayıran bir ilkedir Laiklik ilkesi, Türk devletinin diğer ilke ve esaslarını bütünleyerek güçlendirir Dinin, dini olmayan hususlardan ayrılmasını tespit edecek esasların uygulanmasını gerçekleştirerek dinin özüne dönmesini, bu suretle kişilerin bütün sadeliği ile dindar olmalarını sağlar

Atatürk, devlet idaresinde, bütün kanunların, nizamların ve usullerin din kurallarına değil, bilimsel esaslara ve en ileri teknolojiye, yurt ile dünya ihtiyaçlarına göre düzenlenmesini ve uygulanmasını öngörür Böylelikle, bilimsel esaslar ve modern teknoloji, yaygın ve etkili bir biçimde kullanılarak, Türk toplumundaki bütün müesseselerin çağın gereklerine uygun bir şekilde değişip gelişmesi sağlanır

Atatürk, dinin kötüye kullanılmasına ve gaipten haber verilmesine karşı olmuştur Nitekim, Atatürk'ün, "Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletlerin tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir" sözleri, laikliğin dayandığı temelleri göstermektedir

"İlhamlarımızı, gökten ve gaipten değil" ifadesi, Atatürk laikliğinin temellerinden birini ifade etmektedir Atatürk, "Gökten ve gaipten değil" ifadesiyle, devlet işlerinde dine dayandırılan kuralların etkisi olmadan, müsbet ve insanlıkla ilgili bilimleri egemen kılmak istemektedir Yani Atatürkçü görüşte laikliğin gerçek anlamı; iman ve ibadet dışındaki, siyaset dahil; bütün devlet hayatı, fikir hayatı ve ekonomi hayatımıza, müsbet ve sosyal ilimler yol gösterici olacaktır

Ayrıca şu önemli noktayı da belirtmek gerekir Atatürk laikliği, dine, akılcı yoldan yaklaşır Böylece insan aklının soracağı sorulara, yine insan aklının bulacağı cevapları benimser Ancak, bunun dışında insan aklının cevabını veremeyeceği sorulara insan ile Allah'ı birbirine bağlayan dinde cevaplar bulunacağı fikrine de müdahale etmez Böyle bir yaklaşım, dinde taasubu ve hurafe (boş inanç)'leri önler Kendi dinlerinden başka dinlere, inananlara veya inanmayanlara karşı, insanlarda hoşgörüyü geliştirir Laiklik, din ve mezhep kavgalarını önler Milli birlik ve beraberliğin sağlanması için şarttır Gerçek din, böyle bir ortam içinde doğru olarak öğrenilir Bu bakımdan Atatürk laikliği, din müessesesinin vazifesini tam olarak yapmasına imkan verir

Bu açıklamaların ortaya çıkardığı gerçek şudur ki ; Atatürkçülük'te ifade edilen laikliği dinsizlik manasına almak çok yanlıştır Atatürkçülük'te laiklik, dinin hakkını dine, devletin hakkını devlete verir ve böylece din ile devleti kesin olarak birbiriden ayırır

Bu suretle din, sadece iman ve ibadete hasredilirse, hem din ve vicdan özgürlüğü güvence altına alınır, hem de dinin bilim ile çelişkiye düşme ihtimali önlenir Böylece de devlet işlerinde, aklın gösterdiği yoldan yürümek gerçekleşir

Şu esaslı noktayı da belirlemek gerekir ki, çağımızda bilim ve teknolojide büyük ilerlemeler olmakla birlikte, dinin karşıladığı ihtiyaç, ortadan kalkmamaktadır Bu da bir gerçektir

İNKILAPÇILIK

Atatürkçülüğün inkılapçılık anlayışı, zamanına göre geri kalmış müesseselerin ortadan kaldırılması ve yerine ilerlemeyi, gelişmeyi, kolaylaştıracak, geliştirecek müesseselerin konması esasına dayanır Bu inkılapçılık anlayışı iyiye, doğruya, faydalıya yöneliktir İnkılap, taassupla mücadelede en başarılı yöntemdir Atatürk" İnkılap, var olan müesseseleri zorla değiştirmek demektir Türk Milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni müesseseleri koymuş olmaktır " sözleriyle bu gerçeği vurgulamıştır

Atatürkçülüğe göre" medeniyet yolunda başarı, yenileşmeye bağlıdır Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen sahasında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur " İşte bunun içindir ki, toplumun, zamanın gereklerine kendini uydurması, gelişmesi ve yenileşmesi gerekir Ancak, Atatürk Türkiye'nin ilerlemesi ile ilgili olarak" Türkiye'yi derece derece mi ilerletmeli, ani olarak mı ? İki sistem var; biri bilinen büyük Fransız ihtilalindeki yöntem; rejimler değişecek, ihtilallere karşı mukabil ihtilaller yapılacak, sağ solu tepeler, sol sağı süpürürken bir de bakılacak ki, bir buçuk asırlık zaman geçmiş Bu milletin damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş zaman var mı?" demiş ve yenileşmeyi zamana bırakmayarak, süratle yapmayı öngörmüş ve " benim elime büyük yetki ve kudret geçerse, ben sosyal hayatımızda arzu edilen inkılabı bir anda bir " Coup " (darbe) ile uygulayacağımı zannederim

Zira, ben, bazıları gibi kamuoyunu, din bilginleri çevresini yavaş yavaş benim düşüncelerim seviyesinde fikir oluşturmaya ve düşünmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor Neden, ben, bu kadar yıl yüksek öğrenim gördükten, sosyal ve medeni hayatı incelemek hürriyetin tadını çıkarmak için hayatımı ve zamanımı sarfettikten sonra halkın seviyesine ineyim ? Onları kendi seviyeme çıkarayım, Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar Ancak bu meselede incelenmeye değer bazı noktalar var, bunları iyice kararlaştırmadan işe başlamak hata olur" diyerek, gelişme ve yenileşme hareketlerinde daima kısa zamanda büyük işler başarmayı hedef almıştır

Yenileşmeye ayak uyduramayan milletlerin hayatında çöküş başlar Bu çöküşü önlemek, topluma çağdaş niteliğini kaybettirmemek için yeniliklere açık olmak gerekir Atatürk bu hususu" yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşü ile medeni bir toplum haline ulaştırmaktır inkılaplarımızın ana ilkesi budur " sözleriyle vurgulamıştır

Atatürk'e göre, uygarlık dünyasındaki yerimizi kaybetmemek, ona ayak uydurabilmek için" İnkılabın temellerini her gün derinleştirmek, kuvvetlendirmek lazımdır" Zira "Medeni dünya çok ileridedir Buna yetişmek, o medeniyet çemberine girmek mecburiyetindeyiz"

Atatürkçülük'te inkılapların yaşatılması, hayati önem taşır Bu inkılapların topluma maledilmesi ve yaygınlaştırılması gerekir Atatürk inkılaplarının korunması ve yaşatılması sayesindedir ki, toplumumuz dinamizmini kaybetmeyecek, çağdaşlaşma yolunda adımlarına hızla ve güvenle devam edecektir Bu bakımdan inkılapların milletçe korunması gerekir Atatürk'ün "Biz büyük bir inkılap yaptık Memleketi bir çağdan alıp, yeni çağa götürdük Bir çok eski müesseseleri yıktık Bunların binlerce taraftarı vardır Fırsat beklediklerini unutmamak lazım En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için, sert tedbirlere müracat edilmiştir Bize gelince, inkılabı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız" Sözleri bu gerçeği vurgulamaktadır

Atatürk'ün gösterdiği Dinamik İdeal'in gerçekleşmesi, çağdaş medeniyet seviyesinin gerektirdiği atılımları yapmayı öngörür Bu bakımdan, Dinamik İdeal sadece yapılan inkılapları korumakla, yani statik bir durumda kalmakla yetinmeyip, aklın, bilimin ve ileri teknolojinin yol göstericiliğine dayalı gerekli atılımlarla çağdaşlaşmaya yönelmeyi gerektirir Bu nedenle Atatürkçü inkılapçılık anlayışının temel esası, devlet yönetiminin zamana ve gelişmelere değil, milletin birçok fedakarlıklarla yaptığı inkılaplardan doğan ve olgunlaşan prensiplere bağlı kalmasını ve onları müdafaa etmesini, insiyatif kullanarak gerekli görünenleri hemen uygulamayı öngörür Nitekim Atatürk, "(Türk Devleti) devlet, yönetimde sorunlara çözüm bulmak için zamana ve gelişmelere bağlı olmak ilkesi ile kendini sınırlayıp kısıtlamaz (Türk Devleti) Milletimizin bir çok fedakarlıklarla yaptığı inkılaplardan doğan ve gelişen prensiplere, içten bağlı kalmayı ve onları savunmayı esas tutar" diyerek bu inkılapçılığın esasını belirtmiştir

Türkiye'yi Dinamik idealine ulaştırmak en güçlü amil olarak; " yüksek ve inkılapçı bir kültür seviyesine varmayı " amaçlayan Atatürkçü inkılapçılık anlayışı, akıl, bilim ve ileri teknolojinin yol göstericiliğinde sürekli gelişmektir Bu nedenle "büyük davamız, en medeni ve refah seviyesi yüksek bir millet olarak varlığımızı yükseltmektir Bu yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde de köklü bir inkılap yapmış olan büyük Türk Milletinin Dinamik İdealidir Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi, beraber yürütmek zorundayız Bu teşebbüste başarı, ancak, türeli bir planla ve en akılcı bir şekilde çalışmakla mümkün olabilir Fikir ve hareketi beraber yürütmek, zamana ve gelişmelere bağlı kalmak prensibi ile bağdaşmaz Fikirler, uygun hareketlerle ve tedbirlerle hemen uygulanmalıdır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.