Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Aşk & Sevgi - Bayanlar, Erkekler > Aşk & Sevgi > Şiirler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikmet, nazım, ran, şiirleri

Nazım Hikmet Ran Şiirleri

Eski 08-24-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nazım Hikmet Ran Şiirleri



Af Af


Bin bir gece kitabını bıraktım Bir cıgara yaktım Bıktım demirlerin arasından: Sihirli bir ayna gibi ışıldamakta yıldızların her bir tanesi Gece Bursa mahpushanesi Kuş uçmaz kervan geçmez karanlık bir gölün dalgalandı suyu Heyecanda alt kat «Birinci Cinayet» malta boyu; sivri siyah külâhlılar heyecanda Dudaklar bembeyaz alınlar kırışık Bir duvar çatlağından sızdı bir damla ışık Körlerin şehri homurtularla ileri! Körler karanlıklarındaki rüyaya gidiyorlar! «Af var!» diyorlar «Çıkacağız şapkayı yana yıkacağız Toprak güneş kadın hava Vapura bin tirene bin bin tramvaya! Kelepçesiz jandarmasız tek başına yapayalnız gezin dolaş! Ormanda yat dağları aş! Dolaş dolaşabildiğin kadar!» Heyecanda sivri siyah külâhlılar! Hapislik olmuyor dalga geçmeden… Halbuki ben Baktım ki elimde bitmiş cıgaram bîr nefes içmeden

Alıntı Yaparak Cevapla

Nazım Hikmet Ran Şiirleri

Eski 08-24-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nazım Hikmet Ran Şiirleri



Ahmed'in Hikayesi


Balkan harbinden önceydi Dokuz yaşındaydım Dedemle Rumelinde bir köylüye misafir olduk Köylü mavi gözlü ve

bakır sakallıydı Bol kırmızı biberli tarhana içtik Kıştı Rumelinin kuru çok bilenmiş bir bıçak gibi keskin

kışlarından biri


Köyün adını hatırlıyamıyorum Yalnız yola kadar bizimle gelen jandarma bu köyün insanlarını dünyanın en inatçı

en vergi vermez en dik kafalı köylüleri diye anlattıydı


Jandarmaya göre bunlar ne müslüman ne gâvurdular Belki kızılbaştılar Ama tam da kızılbaş değil


Köye girişimiz hâlâ aklımdadır Güneş battı batacak Yol don tutmuş Yolda cam parçaları gibi pırıldıyan kaskatı

su birikintilerinde kızıltılar


Köyün karanlığa karışmıya başlıyan ilk çitlerinde bizi bir köpek karşıladı İri alacakaranlık içinde kendi

kendinden daha kocaman görünen bir köpek Havlıyordu


Arabacımız dizginleri kastı Köpek atların göğüslerine doğru sıçrayıp saldırıyor


Ben «Ne oluyoruz?» diye başımı arabacının arkasından dışarı uzattım Arabacının kırbacı tutan kolu dirseğiyle

yüzüme çarparak kalktı ve yılan ıslığı gibi ince bir şaklamayla köpeğin başına indi Tam bu sırada kalın bir ses

duydum:


- Hey Vurduğunu köylü kendini kaymakam mı sandın?


Dedem arabadan indi Köpeğin kalın sesli sahibine «merhaba» dedi Konuştular Sonra köpeğin bakır sakallı

mavi gözlü sahibi bizi evinde konuk etti


Kulağımda çocukluğumdan kalan birçok konuşmalar vardır Bunlardan çoğunun mânasını büyüdükçe anlamış

kimisine şaşmış kimisine gülmüş kimisine kızmışımdır Fakat çocukken yanımda büyüklerin yaptığı hiçbir

konuşma mavi gözlü köylüyle dedemin o geceki konuşmaları gibi bütün hayatımın boyunca müessir olmamıştır


Dedemin yumuşak çelebice bir sesi vardı Ötekisi kalın hırçın ve inanmış bir sesle konuşuyordu


Onun kalın sesi diyordu ki:


— Hünkârın iradesi ve İranlı Molla Haydarın fetvasıyla Serezde çarşıda yapraksız bir ağaç dalına asılan

Bedreddinin çırılçıplak ölüsü iki yana ağır ağır sallanıyordu Geceydi Çarşının köşesinden üç adam belirdi

Birisinin yedeğinde kır bir at vardı Eğersiz bir at Bedreddinin asıldığı ağacın altına geldiler

Soldaki pabuçlarını çıkardı Ağaca tırmandı Aşağıda kalanlar kollarını açıp beklediler

Ağaca çıkan adam Bedreddinin uzun ak sakalı altından ince boynuna bir yılan çevikliğiyle sarılmış olan ıslak

sabunlu ipin düğümünü kesmeğe başladı Bıçağın ucu birdenbire ipten kaydı ve ölünün uzamış boynuna saplandı

Kan çıkmadı İpi kesmekte olan delikanlı sapsarı oldu Sonra eğildi yarayı öptü doğruldu Bıçağı attı ve

yarısından çoğu kesilen düğümü elleriyle açarak uyuyan oğlunu anasının kollarına bırakan bir baba gibi

Bedreddinin ölüsünü aşağıda bekliyenlerin kollarına teslim etti Onlar çıplak ölüyü çıplak atın üstüne koydular

Ağaca çıkan aşağı indi En gençleri oydu Çıplak ölüyü taşıyan çıplak atı yedeğinde çekerek bizim köye geldi

Ölüyü yamacın tepesinde kara ağacın altına gömdü Ama sonra hünkâr atlıları köyü bastılar

Atlılar gidince delikanlı ölüyü kara ağacın altından çıkardı Hani belki bir daha köyü basarlar da cesedi bulurlar

diye Bir daha da dönmedi


Dedem soruyor:


— Bunun böyle olduğuna emin misin?


— Elbette Bunu bana anamın babası anlattı Ona da dedesi söylemiş Onun dedesine de dedesi Bu böyle gider


Odada bizden başka sekiz on köylü daha var Ocağın kızıla boyadığı alaca aydınlık dairenin kıyılarında oturuyorlar

Arasıra bir ikisi kımıldanıyor ve bu alaca aydınlık dairenin içine giren elleri yüzlerinin bir parçası

omuzlarından bir tanesi kırmızılaşıyor


Bakır sakallının sesini duyuyorum:


— O gelecek yine Çırılçıplak ağaca asılan çırılçıplak gelecek yine


Dedem gülüyor:


— Sizin bu itikadınız diyor hırıstiyanların itikadına benziyor Onlar da İsa peygamber tekrar dünyaya

gelecektir derler Hattâ müslümanların içinde bile İsa peygamberin günün birinde Şamı şerifte gözükeceğine

inananlar vardır


Dedemin bu sözlerine O birden karşılık vermiyor Kalın parmaklı elleriyle dizlerini tuta tuta doğruluyor

Şimdi bütün gövdesiyle kırmızı dairenin içindedir Yüzünü yandan görüyorum Büyük düz bir burnu var

Kavga eder gibi konuşuyor:


— İsa peygamberin ölüsü etiyle kemiğiyle sakalıyla dirilecekmiş Bu yalandır Bedreddinin ölüsü kemiksiz

sakalsız bıyıksız gözün bakışı dilin sözü göğsün soluğu gibi dirilecek Bunu bilirim işte

Biz Bedreddinin kuluyuz ahrete kıyamete inanmayız ki dağılan fena bulan bedenin yine bir araya toplanıp

dirileceğine inanalım Bedreddin yine gelecek diyorsak sözü bakışı soluğu bizim aramızdan çıkıp gelecektir

diyoruz


Sustu Yerine oturdu Dedem Bedreddinin geleceğine inandı mı inanmadı mı bilmiyorum Ben dokuz yaşımda buna

inandım otuz bu kadar yaşımda yine inanıyorum

Alıntı Yaparak Cevapla

Nazım Hikmet Ran Şiirleri

Eski 08-24-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nazım Hikmet Ran Şiirleri



Akşam Gezintisi


Hapisten çıkmışın

Çıkar çıkmaz da

Gebe koymuşun karını

Takmışın koluna

Geziyorsun akşamüstü mahallede

Karnı burnunda hatunun

Nazlı nazlı taşıyor mukaddes yükünü

Sen saygılı ve kibirlisin

Hava serin

Üşümüş bebek elleri gibi bir serinlik

Avuçlarına alıp onu ısıtasın gelir

Mahallenin kedileri kasabın kapısında

Ve üst katta kıvırcık karısı

Yerleştirmiş pencerenin pervazına memelerini

Akşamı seyrediyor

Alaca aydınlık tertemiz gökyüzü

Duruyor ortada Çobanyıldızı

Bir bardak su gibi pırıl pırıl

Bu yıl uzunca sürdü pastırma yazı

Dut ağaçları sarardıysa da

İncirler hâlâ yeşil

Mürettip Refik’le Sütçü Yorgi’nin

Ortanca kızı çıkmışlar akşam piyasasına

Parmakları birbirine dolanmış

Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış

Affetmedi bu Ermeni vatandaş

Kürt dağlarında babasının kesilmesini

Fakat seviyor seni çünkü sen de

Affetmedin

Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına

Mahallenin veremlileri

Yataklara düşenler

Bakıyor camların arkasından

Çamaşırcı Huriye’nin işsiz oğlu

Omuzlarında keder kahveye gidiyor

Ajans haberlerini okuyor

Radyosu Rahmi Beylerin

Uzak Asya’da bir memleket

Sarı ay yüzlü insanlar

Beyaz bir ejderha ile dövüşmekteler

Oraya gönderildi seninkilerden

Dört bin beş yüz tane Memet

Kardeşlerini katletmeye

Kızarıyor yüzün öfkeden ve utançtan

Ve umumiyetle filan değil sırf sana ait

Ve eli kolu bağlı bir hüzün

Karını arkadan itip yere

Yuvarlamışlar da

Düşürmüş gibi çocuğunu

Yahut gene hapisteymişin de karakolda

Gene dövülüyormuş gibi

Köylü jandarmalara köylüler

Ansızın bastırdı gece

Bitti akşam gezintisi

Bir polis jipi saptı sizin sokağa

Karın fısıldadı

Bizim eve mi?

Alıntı Yaparak Cevapla

Nazım Hikmet Ran Şiirleri

Eski 08-24-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nazım Hikmet Ran Şiirleri



Aldığım Bir Mektup (Yeni) Aldığım Bir Mektup (Yeni)


1337 Mart Ankara Dün gece mektup aldım bir felakete dair Siyah satırlarında şöyle yazılı: "Şair! Bilmiyoruz nereden başlamalı biz söze Kara bir hançer gibi zavallı gönlümüze Saplanan son acıyı sen de duyuyor musun? Yoksa hülyalarınla hálá uyuyor musun? Boşluklara atılan ruhumuza bu bir sır: Bilmiyoruz gönüller bu kadar yakın mıdır? Dileriz derdimizi avutmasın seneler Bize son vazifeni yapmış olursun eğer Zavallı gönlümüzde bu derin mátemi sen Rüba Beyin sesiyle ebedileştirirsen Ah bir hale düştük ki duysa káinat ağlar Hem bir kardeş kaybettik hem çok sevgili bir yár Biz gurbette ağlarken o da gurbette öldü Biz gurbete gömüldük o toprağa gömüldü Şimdi o uzaklarda çok uzaklarda bizden! Hayaline ağlayan yorgun gözlerimizden Yüzü rüyalardaki yüzler gibi kayboldu Zaten o bir çiçekti bir çiçek gibi soldu Bir bahçeye gitti ki açılmaz çiçekleri Kahpe felek kendini bildiği günden beri Gökler zulümleriyle bu kadar alçalmadı Artık güzelliklere imanımız kalmadı Hiçbir ümidimiz yok hiçbir gayemiz de Şair? Fani neşeyi artık arama bizde Şimdi biz bir hayale ağlarız için için Tesellisi olmayan gönüllerimiz için Sade ona kavuşmak tesellidir diyoruz Ona kavuşmak için ölümü bekliyoruz

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Nazım Hikmet Ran Şiirleri

Eski 08-24-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nazım Hikmet Ran Şiirleri



Angina Pektoris


Yarısı burdaysa kalbimin

yarısı Çin'dedir doktor

Sarınehre doğru akan

ordunun içindedir


Sonra her şafak vakti doktor

her şafak vakti kalbim

Yunanistan'da kurşuna diziliyor


Sonra bizim burda mahkûmlar uykuya varıp

revirden el ayak çekilince

kalbim Çamlıca'da bir harap konaktadır

her gece

doktor


Sonra şu on yıldan bu yana

benim fakir milletime ikrâm edebildiğim

bir tek elmam var elimde doktor

bir kırmızı elma :

kalbim


Ne arteryo skleroz ne nikotin ne hapis

işte bu yüzden doktorcuğum bu yüzden

bende bu angina pektoris


Bakıyorum geceye demirlerden

ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen

kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor


Nisan 1948

Alıntı Yaparak Cevapla

Nazım Hikmet Ran Şiirleri

Eski 08-24-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nazım Hikmet Ran Şiirleri



Arhaveli İsmail’in Hikayesi


Ateşi ve ihaneti gördük

Düşman ordusu yine başladı yürümeğe

Akhisar Karacabey

Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu

çarpışarak çekildik

920'nin

29 Ağustos'u :

Uşak düştü

Yaralı

ve dehşetli kızgın

fakat toprağımızdan emin

Dumlupınar sırtlarındayız

Nazilli düştü

Ateşi ve ihaneti gördük

Dayandık

dayanmaktayız

1920 Şubat Nisan Mayıs

Bolu Düzce Geyve Adapazarı :

İçimizde Hilâfet Ordusu

Anzavur isyanları

Ve aynı sıradan

3 Ekim Konya

Sabah

500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş

girdi şehre

Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler

Ve Manavgat istikametlerinde kaçıp

ölümlerine giderken

terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler

Ve 29 Aralık Kütahya :

4 top

ve 1800 atlı bir ihanet

yani Çerkez Ethem

bir gece vakti

kilim ve halı yüklü katırları

koyun ve sığır sürülerini önüne katıp

düşmana geçti

Yürekleri karanlık

kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü

atları ve kendileri semizdiler

Ateşi ve ihaneti gördük

Ruhumuz fırtınalı etimiz mütehammil

Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil

inanılmaz zaafları korkunç kuvvetleriyle

silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan

Beygirler çirkindiler

bakımsızdılar

hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi

Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden

sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı

İnsanlar uzun asker kaputluydu

yalnayaktı insanlar

İnsanların başında kalpak

yüreklerinde keder

yüreklerinde müthiş bir ümit vardı

İnsanlar devrilmişti kedersiz ve ümitsizdiler

İnsanlar etlerinde kurşun yaralarıyla

köy odalarında unutulmuştular

Ve orda sargı

deri

ve asker postalları halinde

yan yana sırtüstü yatıyorlardı

Koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden

eğrilip bükülmüştü

ve avuçlarında toprak ve kan vardı

Ve asker kaçakları

korkuları mavzerleri çıplak ölü ayaklarıyla

karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı

Acıkmıştılar

merhametsizdiler

bedbahttılar

Şosenin ıssız beyazlığına inip

nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor

ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için

deviriyorlardı uçurumlara :

şayak cıgara kâadı tuz ve sabun yüklü yaylıları

Ve çok uzak

çok uzaklardaki İstanbul limanında

gecenin bu geç vakitlerinde

kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :

hürriyet ve ümit

su ve rüzgârdılar

Onlar suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar

Tekneleri kestane ağacındandı

üç tondan on tona kadardılar

ve lâkin yelkenlerinin altında

fındık ve tütün getirip

şeker ve zeytinyağı götürürlerdi

Şimdi büyük sırlarını götürüyorlardı

Şimdi denizde bir insan sesinin

ve demirli şileplerin kederlerini

ve Kabataş açıklarında sallanan

saman kayıklarının fenerlerini

peşlerinde bırakıp

ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp

küçük

kurnaz

ve mağrur

gidiyorlardı Karadeniz'e

Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki

bunlar

uzun eğri burunlu

ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki

sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin

zaferi için

hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin

bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler

Karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan

baltabaş gemi

İngiliz torpitosudur

Ve dalgaların üstünde sallanarak

alev alev

yanan :

Şaban Reisin beş tonluk takası

Kerempe Fenerinin yirmi mil açığında

gecenin karanlığında

dalgalar minare boyundaydılar

ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu

Rüzgar :

yıldız - poyraz

Esirlerini bordasına alıp

kayboldu İngiliz torpitosu

Şaban Reisin teknesi

ateşten diregiyle gömüldü suya

Arheveli İsmail

bu ölen teknedendi

Ve şimdi

Kerempe Fenerinin açığında

batan teknenin kayığında

emanetiyle tek başınadır

fakat yalnız değil :

rüzgârın

bulutların

ve dalgaların kalabalığı

İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu

Arheveli İsmail

kendi kendine sordu :

«Emanetimizle varabilecek miyiz?»

Kendine cevap verdi :

«Varmamış olmaz»

Gece Tophane rıhtımında

Kamacı ustası Bekir Usta ona :

«Evlâdım İsmail» dedi

«hiç kimseye değil» dedi

«bu sana emanettir»

Ve Kerempe Fenerinde

düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde

İsmail reisinden izin isteyip

«Şaban Reis» deyip

«emaneti yerine götürmeliyiz» deyip

atladı takanın patalyasına

açıldı

«Allah büyük

ama kayık küçük» demiş Yahudi

İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi

bir sağnak daha

peşinden üç-kardeşler

Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer

alabora olacaktı

Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor

Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :

Sıvastopol'a giden bir geminin

sancak feneri

Elleri kana*****

çekiyor İsmail kürekleri

İsmail rahattır

Kavgadan

ve emanetinden başka her şeyin haricinde

İsmail unsurunun içinde

Emanet :

bir ağır makinalı tüfektir

Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini

ta Ankara'ya kadar gidip

onu kendi eliyle teslim edecektir

Rüzgâr bocalıyor

Belki karayel gösterecek

En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil

Fakat İsmail

ellerine güvenir

O eller ekmeği küreklerin sapını dümenin yekesini

ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini

aynı emniyetle tutarlar

Rüzgâr karayel göstermedi

Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr

bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi

düştü

İsmail beklemiyordu bunu

Dalgalar bir müddet daha

yuvarlandılar teknenin altında

sonra deniz dümdüz

ve simsiyah

durdu

İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri

Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine

Bir ürperme geldi İsmail'in içine

Ve bir balık gibi ürkerek

bir sandal

bir çift kürek

ve durgun

ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı

Ve birdenbire

öyle kahrolup duydu ki insansızlığı

yıldı elleri

yüklendi küreklere

kırıldı kürekler

Sular tekneyi açığa sürüklüyor

Artık hiçbir şey mümkün değil

Kaldı ölü bir denizin ortasında

kanayan elleri ve emanetiyle İsmail

İlkönce küfretti

Sonra «elham» okumak geldi içinden

Sonra güldü

eğilip okşadı mübarek emaneti

Sonra

Sonra malûm olmadı insanlara

Arhaveli İsmail'in âkıbeti

Alıntı Yaparak Cevapla

Nazım Hikmet Ran Şiirleri

Eski 08-24-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nazım Hikmet Ran Şiirleri



Asya-Afrika yazarlarına


Kardeşlerim

bakmayın sarı saçlı olduğuma

ben Asyalıyım

bakmayın mavi gözlü olduğuma

ben Afrikalıyım

ağaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda

sizin ordakiler gibi tıpkı

benim orda arslanın ağzındadır ekmek

ejderler yatar başında çeşmelerin

ve ölünür benim orda ellisine basılmadan

sizin ordaki gibi tıpkı

bakmayın sarı saçlı olduğuma

ben Asyalıyım

bakmayın mavi gözlü olduğuma

ben Afrikalıyım

okuyup yazma bilmez yüzde ¤¤¤¤eni benimkilerin

şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek

şiirler bayraklaşabilir benim orda

sizin ordaki gibi

kardeşlerim

sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz

toprağı sürebilmeli

pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli

dizlerine kadar

bütün soruları sorabilmeli

bütün ışıkları derebilmeli

yol başlarında durabilmeli

kilometre taşları gibi şiirlerimiz

yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli

cengelde tamtamlara vurabilmeli

ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan

gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar

malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli

büyük hürriyete şiirlerimiz

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.