Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye > Yarının Büyükleri > Miniklere Masallar

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
masallar, miniklere

Miniklere Masallar

Eski 07-22-2007   #1
Ergenekon
Varsayılan

Miniklere Masallar



Serçeyle Dört Yavrusu

Bir varmış bir yokmuş, bir anne serçe ve onun dört tane birbirinden şirin yavrusu varmış Serçe sıcak yaz aylarında yuvasında yavrularını büyütüyormuş Gündüzleri yavruları için yem topluyor, gün boyu bir kaç kez yuvaya dönüp küçükleri besliyormuş Her geçen gün yavrularının büyüdüğünü, güçlendiğini görüyor ve seviniyormuş
Sonbahara doğru yavrular artık iyice büyümüş, yuvada hoplayıp zıplamaya, kanatlarını denemeye başlamışlar Bir gün yine kanatlarını denerlerken, birden çıkan rüzgar yaramaz yavruları alıp yuvadan uçurmuş
Anne serçe, akşam döndüğünde yavrularını göremeyince çok üzülmüş Onların artık uçabilecek kadar büyüdüğünü biliyormuş, ama hayata dair nasihatlar vermeden, onlarla vedalaşmadan gittiklerine çok üzülmüş
Kış ayları yaklaştığında, anne serçe tarlada yem toplarken birden yanına doğru uçan dört küçük serçe görmüş Yavrularını hemen tanımış Birbirlerini kucakladıktan sonra anneleri onlara nasıl yaşadıklarını sormuş
Önce en büyük yavrusu anlatmaya başlamış:
“Önce bahçelerde yaşadım, solucan topladım Sonra kirazlar olurken kiraz yedim Kirazdan sonra armutla beslendim Karnım hiç aç kalmadı
“Ay, yavrum” demiş serçe anne,”bu hayat çok tehlikelidir Başkasına ait şeylerle yaşamaya alışanın başına kötü işler gelebilir
Sonra bir sonraki yavrusu anlatmış:
“Ben konağın yakınında yaşadım Zengin insanların artıklarını, ahırlarda hayvanlara verilen yemlerin kalıntılarını topladım Karnım hep doydu, hem de çok iyi yemeklerle
“Ay yavrum” demiş anne, “zenginliğin yanında yaşamak iyidir, ama zenginlikle birlikte alçaklık da hep orada olur Bu hayat çok tehlikelidir
Sonra üçüncü yavrusu anlatmış:
“Ben yol boylarında yaşadım Orada hep bir şeyler bulunuyor Onları topladım
“Ay yavrum” demiş anne “Yol boyları tehlikeli olur Sen yem toplarken yaramaz çocuklar sana taş atabilir
Sıra en küçüğe gelmiş:
“Anne, ben ormanda kaldım Ağaçların dalları arasında yer buldum kendime Kimseye zarar vermeden, kimseye muhtaç olmadan, özgür yaşadım Kendi bildiğim gibi, kimseye bağlı olmadan yaşamak çok güzel Hayatımdan çok memnunum
“Yavrum” demiş anne “En küçük olmana rağmen en akıllı senmişsin Özgür olan, hayatta kimseye muhtaç olmayan, en mutlu hayatı bulacaktır Senin hayatın diğerlerine de örnek olmalı

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #2
Ergenekon
Varsayılan


Korkak Fare



Yoksul fare koca ormanda hep korku içinde yaşarmış Tilkiden korkar, kurttan ödü kopar, en çok da yaban kedisini görünce dehşete düşermiş Bırakın bu yabani hayvanları, çevresinde bir dal çıtırdasa yüreği ağzına gelir, korkudan bayılacak gibi olurmuş

Fare artık bu korkuya dayanamayacağını anlayınca ormanın kralı asşana gitmiş:

“Haşmetmeap” demiş, sizden haddim olmayarak küçük bir ricam olacak Şu ormandaki bütün hayvanlararasında en zavallısı benim N ekadar kötü bir kaderim var! bütün ömrüm titremekle geçiyor Bir yaprak düşse dizlerimin bağı çözülüyor Bu korkuya artık dayanabilmem imkansız
Sen bu koca ormanın kralısın Senin kükremen bile hrekesi dehşete düşürmeye yetiyor Beni koruman altına alabilirsin Bu kadar geniş mağarada yaşıyorsun Beni de buraya kabul et lütfen Sana hiç bir rakatsızlık vermem Ayaklarının altında dolaşmam, sesimi bile çıkarmam Bir köşede otururum Varlığımla yokluğumu anlamazsın bile
Aslan tüm bu anlatılanları sesini çıkarmadan dinliyormuş Farecik aslanın bu tumunu kendisi için olumlu görmüş Ormanların kralı ricasını kabul edecek sanmış Biraz daha ısrar ederse bu iş olacak diye düşünmüş:
“Ben sizin bu iyiliğinize layık olamadığımı biliyorum, ama kim bilir, ne kadar işe yaramaz gibi görünsem de, belki bir gün bir işinize yararım Size olan borcumu ödeyebileceğim bir fırsat çıkar bir gün
Aslan çok sinirlenmiş Öfkeden gözleri çakmak çakmak olmuş:
“Bak sen terbiyesize!” diye kükremiş “Sen kendini ne sanıyorsun Ben gibi koca bir kral senin gibi bir bücüre mi muhtaç olacak! Senin gibi bir böcek hayatta bana ne fayda getirir! Defol başımdan Seni bir pençe darbesiyle duvara yapıştırmadığım için de hayatın boyunca bana dua et!”

Farecik öyle korkmuş ki, o korkuyla bütün ormanı bir nefeste koşup başka bölgelere taşınmış Bir deliğe girip oradan uzun bir süre çıkmamış
Aslan ise bir süre daha farenin kendini bilmezliğine sinirlenmiş, sağa sola sataşmış Ama nihayet sakinleşmiş Karnının acıktığını hissedip ava çıkmış Fakat yolunun üzerinde üstü örtülmüş bir tuzak varmış Çukuru fark etmediğinden içine düşüvermiş Ama kral aslan bu,öyle çukurlaradüşüp kalır mı? Bu nedenle de korkmamış Yukarıya hamle yapıp atlamaya hazırlanırkeni çukurun içinde bulunan ağın bütün vücudunu kapladığını hğisstemiş Bir kez daha hamle yapmış , ama nafile! Ağ inceymiş, fakat çok sık dokunduğundan aslanın bile koparamayacağı kadar sağlammış Bütün gün kendini kurtarmak için çalışan aslan akşama doğru buradan çıkamayacağını anlamış
“Ah benim aptal ve gururlu kafam” diye düşünmüş “Eğer bu sabah o fareyi kendime küstürmeseydim, o keskin dişleriyle bu ağı keser, beni ölümden kurtarırdı! Oysa şimdi burada öleceğim ve bunun nedeni de benim! Başkalarını küçümsemeseydim, herkesin kendince bir işe yarayabileceğini kavrasaydım yaşıyor olacaktım!”


Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #3
Ergenekon
Varsayılan


Çimendeki Prenses



Uzak ülkelerden birinde kralın on iki oğlu varmış Kral evlatlarını
çok sever, onların kendi gibi mutlu olmasını istermiş
Çocukları büyüyünce, kral her birine birer at vermiş ve
onları kendilerine eş aramak için dünyanın dört bucağına göndermiş
Ama kral prenslerin sıradan kızlarla evlenmelerine karşıymış
O, oğullarının becerikli kızları kendilerine eş olarak seçmelerini dilermiş
“Evleneceğiniz kız, bir gün içinde kendi dokuduğu
kumaştan sizin için gömlek dikebilmeliBöylesini bulabilirseniz getirin Yoksa başka
kızı sarayımda gelin olarak kabul etmem” demiş
Kardeşler yola çıkmışlar En küçük kardeş en çelimsizleriymiş
Onunla alay etmişler ve:
“Sen zaten kendine bakamıyorsun, öyle dünya beceriklisi bir kızı nereden
bulacaksın? Git başımızdan ve ne halin varsa gör” diyerek kovalamışlar

Küçük kardeş onlara yalvarmış Terk etmemeleri için diller dökmüş
Ama onu kimse dinlememiş Sonunda çaresiz geri dönmüş
Saraya da gidememiş Ormanları, çayırları dolaşarak ne yapacağını
düşünmeye başlamış Bir ara bir vadiye ulaşmış Atından inip biraz
dinlenmek istemiş Birden ayaklarının dibinde birşeylerin kımıldadığını
hissetmiş Eğilip bakmış ki ne görsün: Minicik bir kız, ufacık bir koltukta
oturuyor Arkasındaki kutu kadar bir yükseltinin de sanki pencereleri ve
kapısı varmış Oğlan gözlerine inanamamış Kız bir de su şırıltısı gibi bir
sesle ona seslenince daha da şaşırmış:

“Niye böyle kederlisin güzel çocuk” demiş kız
Kralın en küçük oğlu başına gelenleri birbir anlatmış Minik kız
dikkatle dinlemiş sonra da :

“Üzülme” demiş, “herşeyin bir çaresi bulunur Eğer beni sözlün olarak
kabul edersen, sana şimdi hemen bir gömlek dokur ve dikerim Hem de
öyle güzel dikerim ki, titiz baban tek bir hata bile bulamaz!”

Delikanlı çok sevinmiş:”Elbette” demiş, “kabul etmez olur muyum!”
Küçük kız ellerini çırpmış Arkasındaki minicik kulübeden
kendinden de küçük üç hizmetçi çıkmış Ellerindeki çıkrıkları, dokuma
tezgahını, dikiş makinesini çimenlerin üzerine koymuşlar Minik kız ise
çalışmaya başlamış, ama ne çalışma! Küçük prens kızın hızla çalışan
ellerini gözleriyle takip etmekte güçlük çekiyormuş Göz açıp
kapayınca kadar gömlek hazır olmuş Oğlan gömleği katlayıp cebine
koymuş Bir yandan da, bu fındık faresinin kuyruğundan da küçük olan
gömleği babasına nasıl vereceğini düşünüyor, biraz utanıyormuş
Ama sonuçta babasına gömleği vermiş Gerçekten de babası gömleği
çok beğenmiş ve oğlunun o kızla evlenmesine razı olmuş
Kralın oğlu heyecanla çayıra koşmuş Minik kızı atına alıp saraya
götürmek istemiş Ama kız kendi arabasıyla yolculuk etmek istiyormuş
Arabası da, önüne dört beyaz fare koşulmuş küçük bir gümüş kaşıkmış
Delikanlı, atının ayağı minik kızın arabasına değecek diye çok
korkuyormuşGerçekten de korktuğu başına gelmiş Hem de tam
köprüden geçerken Dar köprüde atın ayağı gümüş kaşığa çarptığı gibi,
minik kızla beraber suya itivermişKralın oğlu çok üzülmüş
Fakat birden sular kabarmış, köpüklerin arasından sarı saçlı, dünya güzeli
bir kız çıkmış Yüzü minik kızın yüzüymüş

“Sevgili prensim” demiş, “büyüyü bozdun, beni kurtardın Bir ömür
boyu mutlu olacağız” Sonra ikisi birden, prensesin muhteşem arabasına
binerek saraya gitmişler



Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #4
puslu
Varsayılan


Çocukları da düşünmeniz çok güzel Elinize sağlık
Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #5
Ergenekon
Varsayılan


teşekkür ederim bu sayfa da onların olsun
Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #6
Ergenekon
Varsayılan


Keloğlan



Tanınmış bir halk öyküleri kahramanı Anadolu insanının büyük düşler kurabilen, ama en büyük ödülleri de elinin tersiyle itebilen, erdemli, sağduyulu, biraz saf, biraz romantik, fazlasıyla pratik zekâlı temsilcisi

Ve bir Keloğlan masalı

Keloğlan ve Sihirli Taş
Bir varmış, bir yokmuş Allah'ın kulu çokmuş Çok söylemesi günahmış Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu " Keloğlum, keleş oğlum" diye severmiş Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin
alıp balık tutmaya gitmiş Belki bir kaç balık yakalarım Anacığımla pişirir, yeriz Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş
Irmağın kenarına gelip oltasını salmış Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş



Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş Birden inanılmayacak bir şey olmuş Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere Keloğlan çok şaşırmış Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan "Bu, sihirli bir tas galiba Hemen anama haber vereyim" demiş Evlerine koşmuş Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış Kendisine hizmetçiler tutmuş Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş




"Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan annesini bile dinlememiş "Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim" diyormuş Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış
,

Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek içinsihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım " demiş Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş Birden tas elinden kayıp suya düşmüş Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış Binbir güçlükle kenara çıkmış Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş Başına gelenleri anlatmış Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş Hay'dan gelen Hû'ya gider Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı Böylesi daha iyi oldu Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun"
Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş Anasına hak vermiş O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış


Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #7
angelesdream
Varsayılan


çok güzel bir çalışma olmuş ergenekoneline sağlık
Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #8
Ergenekon
Varsayılan


KELOĞLAN İLE SİNCAP DOSTU

Bir zamanlar bir köyde bir kadın ile oğlu Keloğlan yaşarmış Fakirlikten, açlıktan perişan durumdalarmış Bazen evde yiyecek hiçbir şey bulunmaz, oğul Keloğlan sepeti alır eline düşermiş ormanın içine Biraz mantar toplar getirirmiş anasına pişirmesi için
O gün yine sıkıntılı bir günmüş Hava sisli ve yağmurluymuş Keloğlan yine ormana gitmiş Başlamış mantar toplamaya Biraz da kendi yemiş Sonra dinlenmek için oturmuş koca bir ağacın altına
Başını kaldırınca bir sincap görmüş, öylece oturup duruyormuş Keloğlanı görünce birden daldan inmiş sincap ve ağlamaya başlamış Kucağına almış keloğlan sincabı, öpmüş, sevmiş sakinleştirmeye çalışmış “Aaaah, ah” demiş sincap, “Senin gibi bir arkadaş bulamadım şimdiye kadar
Kendisi de dertlenen Keloğlan fakirliğini anlatmış sincaba Çok acımış sincap onun haline, “gel sana bir iyilik yapayım” demiş
Saatlerce yürümüşler ve sonuçta orman bitmiş uzakta kayalıklar görünmüş Sincap, “Oraya git, seni keklikler karşılayacak sana üç soru soracaklar doğru bilirsen ne kazanacağını görürsün” demiş
Gerçekten de Keloğlanı keklikler karşılamış Kraliçe keklik “sana üç sorumuz var, bilirsen iki küp altın alacaksın” diye konuşmuş
“Sorun” demiş Keloğlan Bir kiraz ağacını gösteren kraliçe keklik “O ağaçta kaç kiraz var söyle bakalım” diye sormuş
“Onu bilmeyecek ne var, sesin altın tüylerinin sayısı kadar” Nereden bildiğini sorunca da “say da bak” demiş
Doğru kabul etmişler bu yanıtı
İkinci soru “Dünyanın tam ortası neresi” biçimindeymiş Bunu da “Tam senin ayağını bastığın yer” diye yanıtlamış Keloğlan, “inanmıyorsan ölç de bak!”
Bu da doğru kabul edilmiş
Son soruda ise eline iki tane ceviz alan kraliçe “hangisi daha ağır bil bakalım” demiş
“Suya daha fazla batan ceviz daha ağırdır” diye yanıtlamış Keloğlan
Bu da doğru kabul edilince iki küp altın verilmiş kendisine
Koşa koşa evine dönmüş Keloğlan altınları anasına teslim edip hemen sincabı aramaya başlamış Sincabı bulunca onu yine ağlar bulmuş, “Ben” demiş sincap, “Aslında padişahın kızıyım Fakat bana büyü yapıldı ve bu hale geldim
Ona yardımcı olacağını söylemiş Keloğlan Ancak sincap “Çok zor” demiş, “Kaf Dağı’na gideceksin, bir ejderhanın olduğu mağaradan zümrüt suyunu alıp getireceksin
Kasabadan keskin bir kılıç alan keloğlan Kaf Dağı’na varmış Mağaranın ağzında bekçilik yapan dev yılanları kılıcıyla kesmeye başlamış Yılanların çıkardığı sesi duyan ejderha mağaradan çıkıp aşağılara doğru inmeye başlamış Bunu fırsat bilen Keloğlan mağaraya girip zümrüt suyunu getirdiği şişeye doldurmuş
Koşarak sincaba dönen Keloğlan’ı sevinçle karşılamış sincapcık Zümrüt suyunu içer içmez de dünyalar güzeli bir kız olmuş Birlikte kızın padişah babasının sarayına gitmişler Padişah da durumu öğrenince bir deve yükü altın armağan etmiş ona Anası ile ömürlerinin sonuna kadar sıkıntısız, mutlu bir yaşam sürdürmüş Keloğlan ile anası da

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #9
Ergenekon
Varsayılan


Kötü Kalpli Büyücü
Eskiden ülkelerden birinde yoksul bir adam yaşarmış Fakat bu yoksul adamın karısı ay ışığı kadar güzelmiş Birbirlerini çok severler, mutluluk içinde yaşarlarmış Ama hiçbir kederin gölgelemediği bu mutluluk fazla uzun sürmemiş Günün birinde o yörenin en kötü kalpli büyücüsü genç kadını görmüş ve görür görmez de aşık olmuş

“Ne olursa olsun ben bu kadına sahip olmalıyım!” diye de karar vermiş Planını uygulamak için de kocasının kılığına girmiş Büyücü olduğu için bu iş hiç de zor olmamış Tıpatıp benziyormuş yoksul kocaya Evlerine gitmiş
“Defol buradan bu benim evim!” diye bağırmış büyücü Asıl koca çok şaşırmış karşısında aynen kendisine benzeyen birini görünce Sevgili karısı ise ne yapacağını, kime hak vereceğini bilememiş Çünkü iki adam da aynıymış!
İki koca adayı kavga etmeye başlamışlar Kadın bir birine, bir diğerine yardım ediyormuş Sonunda köyün bilgesinin önüne çıkarmışlar onları, ikisi de kadının asıl kocasının kendisi olduğunu iddia ediyor diğerini sahtekarlıkla suçluyormuş Ak sakallı bilge biraz düşünmüş: “Bir deneme yapmamız lazım Sonra karar vereceğim Şu sandığı görüyor musunuz? İkiniz de sırayla bu sandığı şu dağa çıkarıp, geri getireceksiniz
Sandığın içinde bilgenin adamı varmış Önce asıl koca sırtlamış sandığı Yokuşta nefes nefese kalmış, kendi kendine konuşmaya başlamış:
“Allahım! Nereden çıktı bu bela başımıza! Ama olsun gerekirse bu sandığı yedi kere bu dağa çıkarırım Yeter ki, karımı kaybetmeyeyim!”
Ardından büyücü sandığı yüklenmiş Yokuşta o da konuşmaya başlamış: “Bu sandık da ne kadar ağırmış! Ama olsun O kadını elde etmek için daha ağırını bile taşırım
Bilgenin sandıkta saklı adamı dönüşte her şeyi anlatmış Bunun üzerine bilge bir büyücüyle karşı karşıya olduklarını hemen anlamış, şöyle demiş:
“Kim şeker kamışının içinden geçebilirse, bu kadının asıl kocası odur” Gerçek koca saçını başını yolmaya başlamış Tabii zavallı, kamışın içinden geçemeyeceğini biliyormuş Öteki ise, “nihayet kadın benim karım olacak” diye sevinip, kamışın içine girivermiş Ama daha kamışın içindeyken bilge kamışın iki uçunu balçıkla kapatmış ve büyücüyü kamışın içine hapsetmiş! Bütün ülke kötü bir büyücüden kurtulmuş Birbirlerini çok seven karı koca da mutluluk içinde yaşamaya devam etmişler

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #10
Ergenekon
Varsayılan


KURBAĞA PRENS

Bir zamanlar yedii güzel kızı olan bir kral varmış Bu kızların en güzeli en küçük olanmışGüzel günlerde sarayın yakınındaki serin gölün kıyısında altın topuyla oynamaya bayılırmış Bir gün kız topunu havaya atmış ve beklenmedik bir şey olmuş Top göle düşmüş! "Topum gitti!" diye ağlamış kız "Ben senin topunu getiririm," demiş gölün kıyısındaki küçük bir kurbağa "Ama benimle arkadaş olacağına, yemeğini paylaşacağına ve geceleri yatağına alacağına söz verirsen, " diye devam etmiş kurbağa "Tamam " demiş kız Ama kurbağa suya dalıp kızın topunu ona gerir vermez koşarak saraya dönmüş

Akşamleyin kral ve ailesi sofraya oturmuşlar Tam yemeğe başlamak üzerelerken kapıdan bir vraklama sesi gelmiş Küçük prenses duymazdan gelmeye çalışmış Ama kral meraklanmış " Kim o?" diye sormuş Prenses bunun üzerine kurbağaya verdiği sözü babasına anlatmış " Söz sözdür kızım," demiş babası Böylece prensesin nefret dolu bakışlarına rağmen kurbağaya sofrada yer verilmiş

Yemekten sonra kız tek başına yatağına yönelmiş Kurbağa masadan, " ya ben ne olacağım? " diye vraklamış Kral kızına, "Verilen sözlerle ilgili söylediklerimi unutma" demişPrenses kurbağayı yanına alıp odasına götürmüş ve bir köşeye bırakmış " Yastığına gelmek isterim demiş," kurbağa Prenses gözyaşları içinde kurbağayı yastığına bırakmış

Tam o anda kurbağa yakışıklı bir prense dönüşmüş "Korkma, " diye gülümsemiş " Bir cadı beni kurbağa yapmıştı ve bu büyüyü ancak bir prenses bozabilirdi Umarım arkadaş olabilirz Hem bak artık bir kurbağa değilim" Prens ve prenses çok geçmeden evlenmişler ve düğünlerinde tabii ki bazı yeşil dostlarını da davet etmeyi unutmamışlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #11
Ergenekon
Varsayılan





Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Cinler top oynarken eski hamam içinde
Beni yola saldırlar

Yolda bir tarak buldum
Aldım eve gittim
Ev bahçe içinde…
Zamanın birinde, bundan çok yıllar önce Saraylarda padişahların yaşadığı, meydanlarda okların atıldığı, pazarlarda altın sikkelerle alış veriş yapıldığı zamanın birindeGüzel bir bahçenin tam ortasına kurulu bembeyaz bir ev varmış Bu evde altın sarısı saçları olan güzel mi güzel, alımlı mı alımlı; al yanaklı, gül dudaklı, boylu poslu, Bukle adında bir genç kız anneciği ile beraber otururmuş
Güzeller güzeli Bukle her sabah, babaannesinden kalma bir kemik tarak ile saçlarını taramayı pek severmiş Bir saat, iki saat hiç bıkmadan tarar da tararmış yumuşacık saçlarını Sonra da tarağın dişlerine takılan, bir de yere dökülen tellerini itinayla toplarmış Onları pembe ipek mendilinin içine sarar bir çekmecede saklarmış
Oturdukları beyaz evin bahçesi öyle güzel çiçeklerle bezeliymiş ki, kokuları siz deyin on mahalle, ben diyeyim yirmi mahalle öteden duyulurmuş Renkleri o kadar canlı, o kadar başkaymış ki; bahçenin önünden her geçen durup bakar, hayran kalırmış bu güzelliğe Bukle’nin annesi Menzile, bir çocuk gibi severmiş bu güzel çiçekleri Okşarmış, öpermiş; her akşam güneş batınca dağların gerisine, ay ışığı altında sularmış tek tek Laleler onu gördüklerinde daha dik durmaya, menekşeler kokularını her köşeye yaymaya, güller iri iri açmaya çalışırlar; güzellik yarışına girişirlermiş Hem çiçeklerle yaşamak öyle kolay da değilmiş Çabuk küser, çabuk solar, çabuk bükerlermiş boyunlarını Pek nazlı, pek nazenin, pek hassas, pek narin, pek kırılgan imişler Öyleymişler işte Sevgi imiş asıl onları besleyip büyüten
Menzile haftada bir kere, karanlık çöker çökmez Bukle’nin altın sarısı tellerinden birisini alır, bahçedeki o güzel çiçeklerden seçtiğinin içine usulca koyarmış Ertesi sabah da aynı çiçek bir altın verirmiş Menzile’ye Bu, kimseye duyurmak istemedikleri bir sırmış Anne kız böyle yaşar giderlermiş işte Kimseye zararları yokmuş Kimseye de muhtaç değillermiş
Ancak insanlar çeşit çeşitmiş İyiler de çokmuş, kötüler de… Kimin iyi, kimin kötü olduğunu ise bilebilmek pek zormuş Günlerden bir gün nasıl olduysa, kadının biri, bir köşede durur iken Menzile’nin çiçekten aldığı altını görüvermiş Hayret etmiş, gözlerine inanamamış, dönüp bir daha bakmış “gördüklerim doğru mu acep!” diye Hemen aklında türlü fikirler dolaşmaya, bu fikirler bir kurt gibi beynini kemirmeye başlamış Sonunda bu fikirlere yenilip de aklınca bir plan hazırlamış Üzerine eski püskü, yırtık pırtık giysiler geçirip elini yüzünü kire pasa bulayıp, varmış güzel bahçeli beyaz evin kapısına
Menzile çıkmış bu perişan görünen kadının karşısına “Buyrun” demiş gülümseyerek Kadın iki büklüm durarak, kısık sesle “misafir etseniz beni birkaç gün Allah rızası için” demiş ve kapının önüne yığılıp kalmış Menzile kadına pek acımış, haline pek üzülmüş Hemen ana kız içeri taşımışlar kadını Yatağa yatırıp üstünü örtmüşler Merakla başında beklemeye başlamışlar Bir süre sonra kadın açmış gözlerini “su içsem” demiş Bukle bir koşu su getimiş “Açım” demiş bunun üzerine kadın Bu sefer de Menzile koşmuş mutfağa, sıcak çorba getirmiş Bir güzel karnını doyurmuş kadın Ardından da açmış elerini, uzun uzun dua etmiş bu güzel insanlara:
“Allah ne muradınız varsa versin
Sağlık, mutluluk, huzur dolsun eviniz
Tuttuğunuz altın, sofranız bereketli olsun
Eviniz sıcak, yüreğiniz ferah olsun
Yarınınız güzel, seveniniz bol olsun
Kötülük dokunamadan geçip gitsin çatınızın üzerinden
………
Bir güzel dualar etmiş ki kadın oturduğu yerden, Bukle ve Menzile pek sevinmişler Menzile “evin yoksa kal bizimle, yoldaş olursun bize” demiş Kadın hiç beklemeden hemen atılmış “Olur olur, kalırım” diyerek bir çığlık bırakmış havaya Kim ne düşünür nereden bilsin Menzile Kimin niyeti nedir nasıl bilsin Menzile
O günden sonra birlikte yaşamaya başlamışlar beyaz evde Güzel, temiz elbiseler vermiş Menzile kadına Birlikte yiyip birlikte içmeye, birlikte gezip birlikte tozmaya, birlikte oturup birlikte kalkmaya kısa zamanda pek alışmışlar Her sabah Bukle’nin altın sarısı saçlarını o tarar olmuş Her teli itinayla toplamış, kimse görmeden bir kısmını ayırıp saklamış Fırsat buldukça bahçeye çıkıp çiçeklere koymuş telleri Ertesi sabah da bir bir toplamış altınları
Günler geçmiş, haftalar geçmiş, aylar geçmiş Kadın usanmış bu işten Yorulmuş, bıkmış, “yeter artık” diyerek bir gece yarısı uyurken Bukle derin derin, mışıl mışıl; almış makası eline, altın saçını kökünden tutup kesmiş bir çırpıda
İşte o an olmuş ne olduysa, altın saçın her bir teli kocaman bir yılana dönüşüp atlamışlar kadının üstüne Oracıkta sokup öldüreceklermiş neredeyse, Bukle “durun” demeseymiş Kadın korkudan küçük dilini yutmuş da, bir dahi hiç konuşamamış Ödü “pat” diye patlamış da aklı yerinden oynamış O günden sonra da kiminle karşılaştıysa, saçının tellerini yaşmağının ucundan gösterip birşeyler geveler, birşeyler anlatmak istermiş Lakin kimse ne dediğini bir türlü anlayamazmış bu deli kadının Acıdıklarından eline ekmek parası tutuşturup yollarına devam ederlermiş
Birgün bir sokağın köşesinde bağdaş kurmuş otururken ak sakallı bir dede gelip durmuş karşısında Uzun uzun bakmış gözlerine bir şey okur gibi Sonra da “bir adam vardı buralarda yaşayan” demiş kadına “Nalbant idi Herkes sever, herkes hürmet eder, herkes pek güvenirdi ona Bir sabah senin gibi o da gördü çiçeklerin verdiği altınları Göz bir gördü mü, akıl bir yazdı mı kenara gözün gördüklerini insan kendini tutamaz olur Günler boyu eline iş alamadı Gelip gidenler “niye çalışmıyorsun, hasta mısın?” diye sordular uzun süre Nalbant kimseyle tek kelime konuşmadı Gözünün önünden çil çil altınlar gitmiyordu Bir damla uyku girmedi gözüne Sonra baktı ki olmayacak; eline koluna, diline kulağına bir de aklına hakim olamayacak Her bir şeyini, neyi var neyi yoksa olduğu gibi bırakıp çekti gitti buralardan Kimseler bir daha haber alamadı nalbanttan Ne nereye gittiğini öğrendiler, ne de neler yaptığını duydular Ben sana söyliyeyim mi ne oldu nalbanta?”
Kadın gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi bakmış dedeye, karşısında duran bir canavarmış gibi Devam etmiş ak sakallı dede konuşmaya “Nalbant şimdi padişahın sağ kolu Vezir oldu memlekete Eğer senin gibi tutamasaydı kendini, bu şehrin sokaklarında dolaşacak, adı “deli nalbant”a çıkacaktı belki de
Konuşması bitince dede yürüye yürüye uzaklaşmış kadının yanından Onun arkasından bakakalan kadın saçını başını yola yola bağırmış da duyanlar gök yarıldı sanmış Çocuklar öyle bir ağlamış ki üç gün üç gece susturamamışlar Kediler korkup damdan dama atlaya atlaya başka şehirde miyavlamaya gitmişler
Bukle’nin saçları da kısa sürede uzamış, yine eskisi gibi taranacak hale gelmiş Açgözlü olmanın, yalan söylemenin, kötü düşüncelerin ne kadar zararlı olduğunu da daha iyi öğrenmiş Anne kız uzun yıllar mutlu bir şekilde, beyaz evlerinde, güzel çiçekleri ile yaşamaya devam etmişler Bir daha da kimseye güvenip evlerine almayı hiç düşünmemişler

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #12
Ergenekon
Varsayılan




Uyuyan Güzel


Bir zamanlar bir Kral ile Kraliçe bir kız çocukları olunca bu mutlu günün şerefine bir ziyafet vermişler Ziyafetten sonra Kral çevresindeki insanlara baba olmanın kendisini nasıl mutlu ettiğini anlatmış, zira yıllar yılı karısıyla birlikte hep bir çocuk sahibi olmayı beklemiş durmuş Sonra bebeğin altını değiştirmeyi yeni öğrendiği sıralarda başına gelenleri anlatırken konukların hepsini güldürmüş Derken konukların bebek Prenses’e hediyelerini verme zamanı gelmiş
Herkes hediyelerini verdikten sonra sıra on iki periye gelmiş “Benim Prenses’e hediyem Mutluluk,” demiş birinci peri Konuklar sevinçle alkışlamışlar, Kral’ın ağzı kulaklarına varmış
“Benim hediyem Güzellik,” demiş ikinci peki “Benim hediyem Akıl,” demiş üçüncüsü Böylece on bir peri hediyelerini tek tek vermişler
On ikinci peri tam hediyesini vermek üzereymiş ki, bir gökgürültüsüyle sarsılmış bütün saray Kapılar ardına kadar açılmış, içeriye yaşlı bir kadın girmiş ayaklarını sürüye sürüye Onu gören herkes korkudan gözlerini kapatmış
“On üçüncü peri!” diye bağırmışlar hep bir ağızdan
“Bana davetiye yok mu Kral?” demiş on üçüncü peri korkun sesiyle kapı ağzından
“Sana davetiye yollamayı unutmuş olmalılar,” demiş Kral kem küm ederek “Hizmetkârlar! Sofrada hemen bir yer daha açın! Çabuk!” Aslında Kral onu bile bile davet etmemiş, çünkü sarayda periler için sadece on iki altın tabak varmış O da düşünmüş taşınmış, çareyi birini davet etmemekte bulmuş
On üçüncü peri minik Prenses’in kundağının yanına gitmiş Bebek agu deyip minik elini ona doğru uzatmış Derken peri birden, “Benim de prensese hediyem, on beşinci yaş gününde parmağına iğ batar batmaz ölmesi,” demiş iğrenç bir kahkaha atarak
Yine bir gökgürültüsüyle, kötü peri kaybolup gitmiş Sarayın kapıları gürültüyle kapanmış ardından Korkunç bir sessizlik kalmış geriye Sonra Kraliçe ağlamaya başlamış
On ikinci peri öne atılmış “Ben hediyemi vermedim daha,” demiş yumuşak bir sesle “Kötü büyüyü bozamam belki, ama onu değiştirebilirim Benim hediyem de büyüyü, Prenses’in parmağına iğ battığında ölmesi yerine, yüz yıl uyuması şeklinde değiştirmek olsun o zaman
Yıllar geçmiş aradan Bebek büyümüş, sağlıklı, güzel, mutlu ve akıllı bir genç kız olmuş Kral’la Kraliçe kötü büyüyü çoktan unutmuşlar Zaten ülke içinde ne kadar iğ varsa, daha Prenses bebekken yok edilmiş Prenses uzun yıllar güvendeymiş
Fakat tam da on beşinci yaşına bastığı gün Prenses daha önce hiç fark etmediği bir kapı keşfetmiş Kapıyı açmış, kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan bir merdivenle karşılaşmış Merdiveni çıkınca üzerinde altın bir anahtar bulunan bir kapıya varmış Kapıyı açınca, içerdeki küçük odada tekerlekli bir şeyi çalıştıran yaşlı bir kadın görmüş “Ne yapıyorsunuz öyle?” diye sormuş prenses Yaşlı kadın gülümsemiş “İplik eğiriyorum!” demiş “Orada öyle bakıp durma Gel, bir de sen dene, hadi” İği Prenses’e doğru uzatmış
O anda olanlar olmuş İğin sivri ucu Prenses’in parmağına batmış, Prenses hemen yere yığılıp kalmış Dışarıda, avluda tavuklar gıdaklamayı kesmiş Prenses’in köpeği, aşçının kedisini kovalamaz olmuş Çalışma odasında kızının doğum günü davetiyesini yazmakta olan Kral’ın elinden kalem düşmüş Mutfaktaki ocaklar yanmaz olmuş Tüm saray uykuya dalmış
Yıllar yavaş yavaş akıp geçmiş Saray unutulmuş Ama olaydan yüz yıl kadar sonra bir gün yakışıklı bir Prens o civardan geçiyormuş Uzaklarda dikenli çalılarla kaplı bir yer gözüne ilişmiş Adamları gülerek bu büyülenmiş sarayla içindeki uyuyan güzel hakkında duydukları bir hikâyeyi aktarmışlar ona ‘Ya doğruysa,’ diye düşünmüş prens ve atını dikenli çalılarla kaplı yola sürmüş
Önce çalılardan geçilecek hiç yol bulamamış Çalılar hem çok sıkmış ve hem de üstüne tırmanılamayacak kadar dikenliymiş Bakmış olacak gibi değil, çekmiş kılıcını ve yolunu açmak için çalıları kesmeye başlamış Çalılıkları aşan Prens gördüklerine inanamamış Her yer bir heykel gibi kıpırdamadan duran hayvalar ve insanlarla doluymuş Sarayın içinde dolaşmış Güneşle aydınlanan pencerelerde tek bir sinek bile vızıldamıyormuş Hiç kimse kımıldamıyor, hiç kimse cevap vermiyormuş sorularına
Derken kapısı yarı açık bir kuleye varmış İçeri girmiş, kıvrıla kıvrıla yukarı doğru uzanan bir merdivenle karşılaşmış Prens, merdivenlerin bittiği yerde, tepede altına benzer bir şeyin parladığını görür gibi olmuş Merdivenleri çıkmış ve kendini Prenses’in önünde bulmuş “Uyuyan Güzel,” demiş fısıltılı bir sesle Kızın güzelliğine dayanamamış, eğilip dudaklarından öpmüş
Prens onu öper öpmez Prenses gözlerini açmış Onun uyanmasıyla birlikte sarayın mutfağında ocak tekrar yanmaya başlamış Çalışma odasında Kral leinden düşürdüğü kalemi almış ve kızının doğum günü davetiyesini yazmaya devam etmiş Tavuklar yerdeki buğday tanelerini gagalamaya başlamış
Kulenin en üst katındaki odada Prenses karşısında Prensi görmüş Yüz yıldan sonra ilk defa dudaklarında bir tebessüm belirmiş “Benimle evlenir misin?” diye sormuş Prens fısıltıyla “Evet!” demiş Prenses ve Prensi öpmüş Kral bu güzel haberi alınca muazzam bir ziyafet hazırlatmış Prens ile Prenses evlenmişler ve ömür boyu mutluluk içinde yaşamışlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #13
Ergenekon
Varsayılan


FARELİ KÖYÜN KAVALCISI

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develer tellalken, pireler berberken, ben annemin beşigini tıngır mıngır sallarken; ülkenin birinde bir köy varmış Halkı mutluluk içinde yaşarmış Günlerden bir gün köyün bütün evlerine fareler dolmuş Binlerce fare köyün sokaklarında, evlerde dolaşıyorlarmış Yatak odasına gitseler, mutfağa girseler farelerden geçilmiyormuş Ne bulurlarsa yiyorlarmış Halk ne yapacaklarını şaşırıp kalmış Köy muhtarından bu işe bir çare bulmasını istemişler Muhtarın da elinden bir şey gelmiyormuş Böylece köyün adına fareli köy denmiş Fareli köyün çocukları da bu pis yaratıklarda bıkmışlar
Bir gün fareli köye bir çalgıcı gelmiş Muhtara: "Eğer bana bir kese altın verirseniz, köyü farelerden temizlerim" demiş Bütün köy halkı bu habere sevinmişler Aralarında hemen çalgıcının istediği bir kese altını toparlamışlar ve muhtara teslim etmişler Halkın tek istediği bu farelerden kurtulmakmış
Çalgıcı isteğinin kabul edildiğini öğrenince başlamış kavalını çalmaya Kavaldan öyle tatlı, öyle güzel sesler çıkıyormuş ki, fareler saklandıkları yerlerden akın akın çıkarak çalgıcının yanına geliyorlarmış Kısa bir sürede çalgıcının etrafı binlerce fare ile dolmuş Köydeki bütün farelerin çalgıcının etrafında toplandıgı sırada çalgıcı yürümeye başlamış Köye gelirken gördüğü dereye doğru yürümüşler Çalgıcı önde kavalını üflüyor, fareler peşinden geliyormuş Çalgıcı dere kenarına gelince suyun içine yürümüş Derede o kadar çok su varmış ama çalgıcı karşı kıyıya geçmiş Farelerde peşinden gelmek isteyince dereye düşen fare suda boğulup ölmüş Bütün fareler ölünceye kadar çalgıcı kavalını öttürmeye devam etmiş Çalgıcı bütün farelerin öldüğünü görünce ödülü olan bir kese altını almak için hemen köye geri dönmüş
Fareleri yok eden başarısından sevinç duyduğu için emin adımlarla yürüyormuş Sonunda köye varınca: "Bir kese altınımı alırım Bu altınlarla şehre gider, işimi kurarım bende zengin insanlar arasına katılır ve rahat yaşamaya başlarım" diye düşünmüş Bu düşüncelerle muhtarın yanına varan çalgıcı muhtardan ödülünü istemiş Muhtar oyun bozanlık yapmış "Nasıl olsa farelerden kurtulduk, bir kese altını vermesem olur" diye düşünmüş Çalgıcıya çeşitli nedenler göstererek altınlarını vermemiş
Çalgıcı kandırıldıgını anlayınca: "Ben size bir oyun oynayayım da görün" demiş Başlamış kavalını çalmaya Kavalın sesini duyan bütün çoçuklar çalgıcının yanına koşmuş Çalgıcıda hem kavalını üflüyor, hemde yürümeye başlamış Köyün bütün çocuklarıda kavalcının peşinden gitmişler Köyde hiç çocuk kalmamış Analar babalar kara kara düşünmeye başlamışlar
Köylüler muhtara gidip: "Ne yapacağız, ne edeceğiz Sen çalgıcının hakkı olan bir kese altını vermeliydin Bak şimdi çocuklarımızı aldı götürdü" demişler
Kavalcı kızgın kızgın, peşinde çocuklarla birlikte ormana varmışlar Ormanda bir ağacın altında dinlenirken aklına tekrar muhtara gitmek altınlarını bir daha istemek gelmiş O sırada telaşla yerinden kalkınca kavalını almayı unutmuş Sihirli kavalı bulan bir çocuk, arkadaşlarının yanına gelmesi için başlamış çalmaya Kavalın sesini duyan çocuklar hemen ormanda toplanmışlar Hemen köye, annelerinin babalarının yanına dönmeyi düşünmüşler Kavalı bulan çocuk köyün yolunu biliyormuş Kavalı çalan çoçuk önde diğerleri arkasında köye geri dönmüşler Anneleri, babaları çok sevinmişler Şenlikler düzenlemişler Kırk gün kırk gece bayram etmişler
Tabii bu sırada da köylüler muhtarı azarlamışlar Çalgıcının hakkını vermesini söylemişler Hakkını alan çalgıcıda hayallerini gerçekleştirmek için köyden ayrılmış Onlar ermiş muradına, biz gidelim diğer masalları okumaya

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 07-22-2007   #14
Ergenekon
Varsayılan


YOKSUL ODUNCU

Yoksul bir oduncu, ıssız bir ormanın kıyısındaki küçük bir kulübede karısı ve üç kızıyla birlikte oturuyormuş Bir sabah yine işine giderken karısına demiş ki "Bugün öğle yemeğimi büyük kızla ormana gönder Çünkü öğleye kadar işimi bitiremeyeceğim Kız yolunu şaşırmasın diye yanıma bir torba darı alıp yollara serpeceğim" Güneş ormanın tepesine kadar yükselince, kız bir tas çorbayla yola çıkmış Fakat ormanlarda, kırlarda uçuşan serçeler, çayır kuşları, ispinozlar, kara tavuklar, kanaryalar darı tanelerini çoktan toplayıp yemişlermiş Bu yüzden kız yolu bulamamış Gün batıncaya, gece oluncaya kadar sağ ve esen dolaşıp durmuş Gecenin karanlıkları içinde ağaçlar uğulduyor, baykuşlar ötüyormuş Kızın içine bir korku girmeye başlamış O sırada uzakta, ağaçların arasında parıldayan bir ışık görmüş "Orada insanlar olsa gerek Bunlar beni gece yanlarında misafir ederler" diye düşünmüş; ışığa doğru ilerlemiş Çok geçmeden bir evin önüne varmış Pencerelerinde ışık görünüyormuş Kız kapıyı çalmış İçeriden boğuk bir ses "gel" diye bağırmış Kız evin karanlık taşlığına girmiş Odanın kapısını vurmuş Aynı ses "girsene içeri" demiş Kız kapıyı açtığı zaman saçı sakalı bembeyaz bir adamın masanın başında oturduğunu görmüş Adam yüzünü iki eliyle kapamışmış Ak sakalı masanın üzerinden yere kadar uzanıyormuş Sobanın yanında üç hayvan uzanmış, yatıyormuş: küçük bir horoz, mini bir tavuk, alaca tüylü bir inek Kız başından geçenleri yaşlı adama anlatmış Geceyi geçirmek için ondan bir yer istemiş Adam hayvanlara seslenmiş "güzel tavuk, güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz? " Hayvanlar hep bir ağızdan "bizce uygun" demişler Yaşlı adam kıza dönerek "burada her şeyden bol bol var! Haydi ocağa git, bize akşam yemeği pişir" demiş Kız mutfakta ne aradıysa bulmuş Güzel bir yemek pişirmiş, ama hayvanları hiç düşünmemiş Doldurduğu tabakları sofraya getirip koymuş Ak saçlı adamın yanına oturmuş, karnını tıka basa doyurduktan sonra "o kadar yorgunum ki demiş, uzanıp uyuyacağım yatak nerde? " Hayvanlar seslenmişler "onunla yedin içtin bizleri düşünmedin Geceyi nerede geçirirsen geçir! Bunun üzerine yaşlı adam "haydi merdivenden yukarı çık Orada iki yataklı bir oda göreceksin O yatakları düzelt, beyaz keten çarşaflarını yay Biraz sonra ben de gelip yatarım" demiş Kız yukarı çıkmış Yatakları düzeltip çarşaflarını yaydıktan sonra, yaşlı adamı beklemeden, bunlardan birinin içine girip uzanmış Bir süre sonra ak saçlı adam gelmiş Elindeki ışığı kızın yüzüne tutmuş Başını sallamış Kızın derin uykuda olduğunu görünce döşemedeki kapağı açmış Kızı, odanın altındaki mahzene indirmiş


Akşam üstü ortalık kararırken oduncu evine dönmüş Kendisini bütün gün aç bıraktığı için karısına çıkışmaya başlamış Kadın "benim suçum yok Kız yemeği alarak çıkıp gitmişti Herhalde yolunu şaşırmış olacakSabahleyin dönüp gelir" Oduncu güneş doğmadan kalkmış Yine ormana gidecekmiş Bugün de öğle yemeğini ortanca kızın getirmesini tembih etmiş: "Yanıma bir torba mercimek alıyorum Taneleri darınınkinden iridir Kız bunları daha iyi görür, yolunu şaşırmaz!" Öğle üzeri kız yemeği alıp yola çıkmış Fakat mercimekler ortada yokmuş Ormandaki kuşlar bunları da, dünkü gibi, yiyip bitirmişlermiş Kızcağız bütün gün ormanda dolaşıp durmuş Akşam olunca o da yaşlı adamın evine varmış İçeri alınmış Yiyecek bir şeyle, yatacak bir yer istemiş Ak saçlı adam yine hayvanlara sormuş "Güzel tavuk, güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz?" Hayvanlar aynı yanıtı vermişler "bizce uygun" demişler Bundan sonra her şey bir gün önceki gibi olmuş: Kız güzel yemekler pişirmiş Yaşlı adamla birlikte yemiş, içmiş; fakat hayvanları düşünmemiş Yatacağı yeri sorunca hayvanlar "onunla yedin içtinBizleri düşünmedin Geceyi nerde geçirirsen geçir!" Kız uykuya dalınca yaşlı adam gelmiş Kafasını sallayarak kızı seyretmiş Onu da mahzene indirmiş

Üçüncü gün sabah oduncu karısına demiş ki bugün bana yemeği küçük kızla gönder! Bu çocuk her zaman usludur, söz dinler Herhalde dosdoğru yoluna gidecek, öbür haylaz kardeşleri gibi ormanda dolaşıp durmayacak!" Fakat annesi bu kızını da göndermek istemiyormuş "En sevgili yavrumu da mı yitireyim?" demiş Adam da "merak etme, kız yolunu şaşırmaz! Bu kez bezelye götüreceğim Yollara serpeceğim Bunlar mercimekten daha iridirler Ona yolu gösterirler" Fakat kız kolunda bir sepetle yola çıktığı zaman kuşlar bezelyeleri yiyip bitirmişlermiş Kızcağız nereye gideceğini şaşırmış Üzüntü içindeymiş Babasının acıkacağını, yiyecek bir şey bulamayacağını, gecikirse anneciğinin merak edeceğini düşünüyormuş Sonunda ortalık kararınca uzaktaki ışığı görmüş Ormandaki evin yanına varmış Geceyi orada geçirmesini güler yüzle rica etmiş Ak sakallı adam yine hayvanlara sormuş "güzel tavuk; güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz?" Onlar da bir ağızdan "bizce uygun" demişler! Bunun üzerine kız, önünde hayvanların yattığı sobaya doğru gitmiş Tavukla horozun parlak tüylerini okşamış Alaca ineğin alnını hafif hafif kaşımış Yaşlı adamın isteği üzerine güzel bir çorba pişirmiş Tasa koymuş Sofraya getirmiş Sonra "ben karnımı doyururken bu hayvancıklara hiçbir şey yok mu? Dışarıda her şeyden bol bol var Önce onlara yiyecek getireyim" demiş Dışarı çıkmış; arpa getirerek tavukla horozun önüne serpmiş İneğe de bir kucak dolusu güzel kokulu saman vermiş: "Afiyetle yiyin sevgili hayvanlar! Susadığınız zaman içersiniz diye size serin su da getireyim" demiş Bir kova su getirmiş Tavukla horoz hemen kovanın kıyısına sıçramışlar, gagalarını suya daldırmışlar; sonra kafalarını havaya kaldırmışlar Böylece su içmeye başlamışlar Alaca inek de bu sudan kana kana içmiş Hayvanlar yemlerini yiyince kız, yaşlı adamın yanına giderek sofraya oturmuş Ondan artan yemekleri yemiş Çok geçmeden tavukla horoz başlarını kanatları arasına sokmaya başlamışlar Alaca inek de gözlerini kapamış Bunun üzerine kız "artık ben de dinlenmeliyim" demiş Kız merdivenlerden çıkmış, yatağı düzeltmiş, tertemiz örtüler örtmüş İşi bitince yaşlı adam gelmiş, yataklardan birine yatmış Ak sakalı ayaklarına kadar uzanıyormuş Kız ikinci yatağa girmiş, duasını etmiş, uykuya dalmış Küçük kız gece yarısına kadar rahat bir uyku uyumuş Fakat ondan sonra evin içinde bir karışıklık olmuş Evin köşe bucağından gıcırtılar, çıtırtılar duyuluyormuş Kapılar kendiliğinden açılıyor, duvarlar yumruklanıyormuş Tavanın kirişleri yerlerinden fırlayacaklarmış gibi büyük bir gürültü olmuş Az sonra daha güçlü bir çatırtı duyulmuş Bu kez de evin damı çöker gibi olmuş Sonunda her yanı yine sessizlik kaplamış Keza hiçbir şey olmamış Yattığı yerden kımıldanmamış, yine uykuya dalmış

Sabahleyin ortalık aydınlandıktan sonra uyandığı zaman bir de ne görsün? Kendisi büyük bir salonun ortasında yatıyormuş Kız sanki bir saraydaymış Duvarlarda yeşil ipekten fon üzerinde altından çiçekler fışkırıyormuş Yatak fil dişindenmiş Üstündeki yorgan kırmızı kadifedenmiş Yanındaki bir sandalyenin üzerinde incilerle işlenmiş bir çift terlik duruyormuş Kız bunları düşte gördüğünü sanmış Fakat içeriye çok şık giyinmiş üç uşak girmiş Ne gibi buyrukları olduğunu sormuşlar Kız "gidin, şimdi yataktan kalkacağım, yaşlı adama çorba pişireceğim Güzel tavukla güzel horoza, alacalı güzel ineğe de yem vereceğim" Kız yaşlı adamın kalktığını sanıyormuş Onun yatağına bakmış Fakat yatakta yaşlı adamın yerine yabancı bir erkek yatıyormuş Dikkatle bakınca bu adamın hem genç, hem de güzel olduğunu görmüş Adam uyanmış Yatakta doğrulmuş "ben bir prensim demiş, kötü bir cadı beni ak saçlı, ak sakallı bir yaşlı kılığına sokarak ormanda yaşamaya zorlamıştıBir tavuk, bir horoz ve alacalı bir inek kılığında üç uşaktan başka hiç kimse benim yanıma gelemiyordu Eski durumuma dönmem için yalnızca insanlara değil; hayvanlara da iyilik etmeyi seven, temiz yürekli bir kızın yanıma gelmesi gerekti İşte bu kız sen oldun Cadının yaptığı tılsım, bu gece yarısı senin yardımınla bozuldu Eski orman kulübesi yeniden sarayıma dönüştü"


Yataktan kalkınca prens üç uşağını kızın ana-babasına yollamış Onları düğüne çağırmış Bu sırada kız "ama benim öbür kız kardeşlerim nerede?" diye sormuş Oğlan yanıt vermiş: "Onları mahzene kilitledim Sabahleyin ormana götürülecekler Kötü huylarını düzeltinceye, zavallı hayvanları aç bırakmayıncaya kadar bir kömürcüye hizmetçilik edecekler! "

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Miniklere Masallar

Eski 12-30-2007   #15
pdebug
Varsayılan

Cevap : Miniklere Masallar



çok sağol emeğin için
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.