Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Kültür-Sanat > Makaleler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
atsizın, makaleleri, nihal

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




GAZA TOPRAKLARININ GAZİ VE ŞEHİT ÇOCUKLARI

En eski zamanlardan beri gaza toprağı olan Türk Elleri dünyanın sonuna kadar da gaza yurdu olarak kalacaktır Eski al bayrağımız, sonraki gök bayrağımız, bugünkü ay yıldızlı sancağımız nasıl gazalarla yanmış, delik deşik olmuşsa bu toprağın çocukları da öyle yanıyor, öyle delik deşik oluyor

Burda her şey bir savaştır Tabiata karşı, düşmana ve hattâ Tanrıya karşı günümüz bir gazadır Yuvasından, ocağından çok uzakta, bir çift şefkatli gözden mahrum olarak sınır boyunda ölen nefer nasıl bir gazanın kahramanıysa, ordunun başındaki keskin kumandan ve tarlasının içindeki dert köylü kadın da öyle bir gazanın granit heykelleridir

Bu yurt baştan başa şehitler ve gaziler diyarıdır Bu vatan bir boydan bir boya tunç heykeller otağıdır Ne hain komünistin propagandası, ne kahpe yahudinin casusluğu, ne sinsi melez vatan hainlerinin çirkefliği bu tunç heykelliği, bu sarp yalçınlığı deviremez Bu ebedî heykeli artık, dünyanın nizamını kurmuş olan Tanrı bile deviremez

Çelik göğsü düşman mermileriyle kalbura dönen Kemalettin Sami Paşa'yı bugününün dünden kalan nankör nesli belki unutabilir Çünkü onlar Namık Kemali ve Ziya Gök Alp'ı da unutmuşlar ve unutturmak istemişlerdi Fakat bugünün yarına hâkim olacak nesli Çolak Kemal'in ruh büyüklüğünü örnek alarak maddîleştirecektir

Çolak Kemal! Tıpkı Aksak Temür gibi büyük bir ad Temür'e şeref veren Aksak lâkabını bir istihza silâhı olarak kullananlar bulunduğu gibi ona şeref veren çolaklığı da aynı şekilde öne sürmek isteyenler belki çıkacaktır Halbuki ne mutlu vatan için çolak kalan büyük askere Asıl eğlenilecek ve hattâ acınacak olanlar ruh topalları ve namus çolaklarıdır

Orhun, 1943, Sayı: 7






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




GENÇ KIZLARIMIZA ÇAĞRI

Her sosyal yapı, kadın ve erkek dediğimiz iki cinsin birbirini tamamlamasıyla var olmuş bir bütündür Tek başlarına düşünülemeyen bu bireyler, birlikte yaratıcı bir güç kazanırlar Erkek, kadınla beraberken daha bahadır, daha erdemli ve daha bilge olmak zorunluluğunu duyarKadın da bir erkekle birlik olunca daha soylu, daha ince ve daha içlidir Türk milletinin sosyal yapısını incelerken de Türk kadını ile Türk erkeğinin birbirini tamamlayan bir bütün oluşu gerçeğiyle karşılaşıyoruz Eğer yurt ve millet işlerinde kadın, gücünü erinin gücüne kalmışsa başarı elde edilmiş; tersine kadın, umursamaz olmuşsa her şey yarım kalmıştır Bu gerçeği bilen Türk milliyetçileri, daha savaşın başında, Türk kadınını - bilhassa genç kızlarımızı - kendi aralarında görmenin büyük mutluluk olduğunu inanıyorlar Onun için de sizleri kendi yanlarına, savaş alanına çağırıyorlar

Ey genç Türk kızı; Atillalar, Alpaslanlar, Osman Beyler, Timurlar yaratıcı güçlerini hep sizin kucağınızda kazandılar, İbni Sinalar, Kaşgarlı Mahmutlar, Uluğ Beyler, Fuzuliler ve Barbaroslar sizden emdikleri sütün kudretiyle Türk tarihinin birer parlak yıldızı oldular

Siz, her çağda Türkçülük davasına kucak açıp süt verdiniz

Genç Türk kızı, Kurtuluş Savaşı yıllarında İnebolu'dan Ankara'ya dek uzanan yolları dolduran kağnı kafilelerinin bütün insanları cinsdaşlarınızdı Yamalı yorganını çıplak çocuğunun değil, nem kapmasından korktuğu, mermi sandıklarının üstüne örten sizin veya benim anam veya bacımdı O savaşın kadın Mehmetçikleri, tarihimizin birer adsız bahadırıdır

Ey genç Türk Kızı, Türk tarihinin büyük anıtlarında da sizin adınız, sizin ruhunuz var Dünyanın en ince sanat eserlerinden biri olan Tac-Mahal sizden biri için yaratılmadı mı?

Fuzuli veya Nedim'in şiirlerinde her biriniz kendinizi bulmuyor musunuz? Ankara'nın Zafer Anıtındaki mermi taşıyan kadın da yine sizden biri değil mi?

Bugün Türk tarihinin yeni bir hamle çağı başlarken, sizleri aralarında görmek, sizlerden ışık, sizlerden inanç, sizlerden heyecan istemek Türk milliyetçilerinin en doğal haklarıdır

Türkçülüğün; sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerde kalkınmak için çadırlarını toplamış ve yeni ufuklara doğru göç hazırlığına başlamış damarlarınızdaki kanı ülkü yolunda karşı cinsin çabalarını katmak zorundasınız Sizler de, Ankara'ya sırtında mermi taşıyan adsız dişi bozkurtlardan biri olunuz Sizler de adı Zerrin Taç olan Kazvin'li Türk kızı gibi, inançlarınız uğruna, yüzünde tatlı bir gülümseme ile ateşe doğru erkek bir bozkurt gibi yürümesini biliniz

Bir kocamış kurt, delikanlı Türk'e olduğu kadar -ve hatta belki de ondan fazla- siz genç Türk kızlarının yaratıcı atılışlarına inanan bir kişidir Sizler isterseniz, toplulukları göz kırpmadan ateşe ve Ölüme sürebilirsiniz Sizler isterseniz o toplumları kalkındırmak için yapılan her savaş kolay ve rahat bir savaş olur Sizler isterseniz önünüzde eğilmeyecek baş ve devrilmeyecek kudret düşünülmez

Ey Genç Türk Kızı, yarının mutlu ve büyük Türkiye'sini kendine ülkü edinen insanlar senin gücüne, senin inancına, senin desteğine muhtaçtırlar Bu çetin yolda karşı cinsi - her zorluğu göze almış delikanlı Türk - yalnız bırakmamak sadece Ödevin değil, boyun borcundur da Sen ona yardımcı oldukça tarihimiz yücelecek, sen, yüceleceksin

Ey genç Türk Kızı, istedikten sonra her şeyi başaracağına inanıyorum Çünkü: "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur"


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




YALAN

Hamit Şevket, ömrünün kışını yaşıyan, belki kırk yıllık bir hukukçudur Bilhassa milletvekili olduktan sonra bir hukukçunun tartılı ve ölçülü konuşması, delilsiz iddialarda bulunmaması, vatandaş şeref ve haysiyetini düşünerek söz söylemesi lazımdır

1944 Mayısında, komünist Sabahattin Ali'nin aleyhime açtığı dava Ankara mahkemesinde görülürken Savcı Hadi Tan, çok genç olmasına rağmen, Hamit Şevket gibi ihtiyarlara edebi ders olabilecek bir iddia serdetmiş; "Biz hukuk ve kanun adamları idama mahkum insanların bile haklarını korumağa mecburuz" demişti

1951 Mayısında ihtiyar Hamit Şevket millet meclisinde herhangi bir tartışmayı mutlaka kazanmak hırsı ile konuşurken benim için "Hitlerimize tabi adam" tabirini kullanıyor ve benim "Sarhoşlar Gecesi" adlı eserimden bahsediyor

"Sarhoşlar Gecesi" adında bir eserim yoktur Fakat Hamit Şevket bana bu isimde, yahut "Bunaklar Gecesi" isminde bir eserin ilhamını verebilir

Hamit Şevket, meclisteki beyanatında şöyle diyor: "Nihal Atsız'la Bulgaristan hududunda öldürülen Sabahattin Ali arasında bir hakaret davası vardı Bana dediler ki: Milliyetçi ateşin bir genç olan bu adamın davasını senin gibi milliyetçilik yolunda anılmış bir avukata vermek istiyoruz, bunu al Ben de (Memnuniyetle !) dedim ve vekaletini deruhte ettim"

Bu sözler yalandır Benim davamı ikimiz de milliyetçi olduğumuz için almış değildir Hamit Şevket'le aynı yolun yolcusu olamam O milliyetçi iseö mutlaka ben değilimdir O'nun milliyetçi olduğu hakkındaki rivayeti de kendisinden menküldür Bu memlekette onu milliyetçi diye tanıyan kimse yoktur

Vekaletimi bırakmış olması da benim ırkçı olduğumu öğrendiği için değildir Vekaletimi terk ederken bana bir mektup yazarak, "bazı itimat ettiği dostlar"ının kendilerine benim Irkçı ve Turancı olduğumu bildiklerini yazmıştır Millet Meclisindeki beyanatında ise bunu kendisine bir komşusunun bildirdiğini söylüyor Hangisi doğru? Hiçbiri değil Bu itimat ettiği dostlar ve komşu hakikatte Falih Rıfkı idi ve Hamit Şevket'e Çankaya'nın emrini bildirmişti İşte hakikat budur Hamit Şevket bu emri yerine getirdi ve benim vekaletimi bıraktığını Falih Rıfkı'nın gazetesinde tantanalı bir şekilde ilan etmek gibi avukatlık ahlakının asla kabul etmiyeceği bir küçüklükte bulundu

İşte şimdi bu küçük ihtiyar, aradan yedi yıl geçtiği, ben askeri mahkemeden beraat kararı almış olduğum halde, yine bana "Hitlerizme tabi bir insan" diye saldırıyor, yine ölçüsüz konuşarak, aklınca, başımı belaya sokmak istiyor Beladan çekinmiyorum, ve belanın "erbab-ı istihkak" aradığını, Hamit Şevket gibilere gelmek tenezzülünde bulunmıyacağını biliyorum

Buna rağmen, "Hitlerizme tabi bir adam" tabiri beni iğzap ediyor Onun Hitlerizme tabi dediği adam vaktiyle:

Tanıyoruz Atila'dan beri Cermeni,
Farklı mıdır Prusyalı yahut Ermeni?
Senin dostun Cermanya'ya biz Nemse deriz;
Bir gün yine Beç önünde düğün ederiz

ve:

Yine Batılıların Üçüncü Kosova'da
Topraklara sererız, bir değil, birkaçını,
Çekilince kılıçlar yeniden Haçova'da
Paramparça ederiz Cermenliğin haçını,

mısralarını yazmış, 1941'de yazıp mahkeme tahkikatına kadar herkese meçhul kalmış olan vasiyetnamesinde Almanlar'la İtalyanlar'ı da milli düşmanlar arasında oğluna saymış olan adamdır

Hamit Şevket bunları biliyor mu? Bilmiyorsa benim Hitlerizme tabi bir adam olduğgma nereden hükmeder? Saçlarım benzermiş Bu ahmakça iddia yıllardan beri birçok budalalar tarafından aleyhimde delil gibi kullanıldı Hatta evimde Hitlerin resminin asılı olduğu bile söylendi

Ben, dışardan gelmiş hiç bir fikri kabul etmeğe tenezzül etmiyecek kadar milli gurur ve şuura sahip olduğumu, içtimai mezhebimin Türkçülük olduğunu vaktiyle yazarak ilan ettim Daha ne yapabilirim? Saçım Hitlerinkine benziyormuş diye beni Hitlerci sanacak kadar budalalık gösteren binlerce, belki onbinlerce zavallıya ayrı ayrı mektup yazamam ya

Hamit Şevket asla unutmasın ki bu vatana bağlılıkta kendisini benimle bir tutamaz Çünkü ondan fazla olarak ben bu toprağa ecdadımın kanı ve hatırasıyla bağlıyım

Orkun, 25 Mayıs 1951


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




VEDA

Birçok Türkçünün maddi, manevi yardımıyla çıkmakta olan Orkun, onu idare edenlerin yorgunluğu yüzünden kapanıyor Bu kararı verenlerin ızdırabı büyüktür Uzun konuşma, tartışma ve danışmalardan sonra, yapılacak başka bir şey olmadığı için bu neticeye varılmıştır

Yurdun her tarafındaki genç Türkçülerin, bu sonuç karşısında duyacakları acıyı düşünmek bizi elem içinde bırakmakta ve bahta lanet etmeğe sevketmektedir

Türkçülüğün bayrağını, ilerde yeniden açmak üzere şimdilik kapatıyoruz Bu bayrağın yeniden açılması, şahıs olarak mutlaka yine bizim idare edeceğimiz bir derginin çıkması manasında anlaşılmamalıdır Türkçülük bayrağını yükseltenler yoruldukça, yıprandıkça, düştükçe o bayrak, bir adım geriden gelenler tarafından kavranacak ve Türkçülük ordusu, bir çığ gibi büyüyerek hep ileriye, büyük ülküye, Kızıl Elma'ya doğru yürüyecektir

Ülküler, milletlerin şuurudur Ülküsüz millet, şuursuz insan gibidir Bu memleket yıllarca, hain bir maksatla şuursuz yaşamaya mahkum edildi ve Türk ırkının şuurlu çocukları olan Türkçüler zindanlara takıldı Hatta onların vatan ve millet haini olduğu ilan edildi Türkçüler dünyadaki bütün Türklerin mazide olduğu gibi bir devlet halinde birleşmelerini ve Devşirme döküntülerinin yukarı mevkilere geçmemesini istedikleri için bu damgayı yemişlerdi Bütün insanları Moskova buyruğu amele diktatörlüğü altına almak gibi hayvani ve ahmakça bir maksat ardında koşanlar ve onların yardakçıları mazide birkaç kere gerçekleşmiş olan Türk birliğinin yeniden kurulmasına "hayal" demek ihanetini de gösteriyorlardı Gazete ve radyolarla bizim vatan haini olduğumuzu ilan eden soysuz soytarıların iç yüzü, Tanrı adaletinin dünyada tecellisiyle pek çabuk anlaşıldı Hemen hepsi Devşirme döküntüsü olan bu hakiki vatan hainlerinin "vatan" dedikleri şey kendi köşkleriyle rahat ve huzurlarından ibaretti

Vatan hainlerinin darbelerine maruz kalan Türkçülük geriledi veya zayıfladı mı? Asla! Tırpan yiyen otlar gibi daha gür, daha sık gelişti ve yurdun dört bucağına yayılarak bir tarlaya atılan tohumlar gibi filizlenmeye başladıOn iki asır önce yaşamış olan büyük Türk siyasi ve kumandanı Bilge Tonyukuk, ilk Türk tarihi demek olan yazıtında bir milletin başında serserilerin bulunmasını en büyük felaket diye anlatmakta ne kadar haklıdır! 1950'den önce uzun yıllar bu memleketin başında serseriler, hem de yabancı ve hain serseriler hüküm sürdü Milletin sağlığını, servetini ve ahlakını o serseriler mahvetti Bir gece içinde bizi Moskof sömürgesi haline getirecek planları o serseriler hazırladı Fakat onlar bugün, tarihin hiçbir devrinde görülmemiş bir hayasızlıkla milletten, vatandan, hürriyet ve demokrasiden bahsediyorlar

Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek her bakımdan bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür Bunun değişmez iki ana unsuru vardır: Irkçılık, Turancılık Irkçılık ilk önce bir milli savunma vasıtasıdır: Türkelindeki azınlıkların kendi aralarında gizlice yürüttükleri ırk şuuruna karşı bir korunma tedbiridir Türkiyedeki Selanik Dönmeleri Türkleşmemek için asırlardır gizli tedbirler alırken, hiçbir kültürü ve mazisi olmayan bir takım küçük millet ve cemaatlar soyadı kanununun sarahatine rağmen, kendi soyadlarına kadar saklayıp ırkçılık yaparken, Yahudiler İsrail'in hakiki vatanları olduğunu türlü şekillerle ispat ederken Türkler de hiç şüphesiz devletin hakiki sahibi olarak bazı tedbirler almakta haklıdır

Irkçılık aynı zamanda bir hıfzıssıhha meselesidir Karışmak daima üstün tarafın aleyhine olduğundan üstün bir ırk olan Türk ırkı aşağı ırklarla karıştığı zaman ortaya çıkan melezlerde Türk'ün bazı üstün vasıfları kaybolmakta, aşağı ırkın iptidai vasıflarından bazıları onun yerini tutmaktadır Birer müspet ilim olan antropoloji ve rasyolojinin ortaya koyduğu bu hakikatlardan siyasi düşüncelerle vazgeçemeyiz İlim ve hakikat, siyasetin oyuncağı olamaz

Irkçılık en nihayet bir tarihi şuur meselesidir En eski Türk devletlerinden başlıyarak kısa ömürlü cumhuriyet devrinin sonuna kadar gördüğümüz binlerce örnek, devlette mühim mevkilere geçirilen yabancı kanlıların ihanetlerini göstermektedir

Bütün bunlara bakarak Türkçüler, ırkçılığı değişmez bir prensip olarak kabul etmişlerdir Fakat bu ırkçılık, ırkçılığın ne olduğunu bilmiyen veya bilmezlikten gelenlerin ileriye sürdüğü gibi insanları ölçüden ve laboratuvar muayenelerinden geçirerek hangi milliyete mensup olduklarını tayin manasına gelmez Hemen hemen her ırk başka ırklarla karışmıştır Bundan bir şey çıkmaz Çünkü tabiat bir müddet sonra melezliği tasfiye eder Fakat bir ırk mütemadiyen başka ırklarla karışmakta devam ederse bir zaman sonra, bir daha düzelmemek üzere bozulur

Irkçılık tehlikelidir diye bağıranlar dünyadan haberi olmayan bir takım zavallılardır Dünyanın her yerinde, hatta ırkçılık düşmanlığını kısmen bizim gafillere aşılayan İngiltere ve Amerikada bile mükemmel bir ırkçılık vardır Amerikalılarla İngilizlerin ırkçılık düşmanı gözükmeleri İkinci Cihan Harbinde Almanların kendi ırklarının üstün olduğunu iddia edip bazı haklı neşriyatla Amerikan ve İngilizlerin karışma yüzünden düştükleri gösterince Anglosaksonlar siyasi rekabet ve kıskançlık sebebinden ırkçılığa düşman kesilmişlerdir Fakat onların düşman olduğu ırkçılık resmi ve aleni Alman ırkçılığı olup gizli ve örfi Anglosakson ırkçılığı değildir

Kunlar ve Gök Türkler çağında saraylarımıza giren Çin prenseslerinin ihanetleri artık bugün popüler bilgi haline gelmiştir Osmanlılar devrinde Kanuni Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahı küçük düşüren hareketler İslav asıllı Hurrem Sultan yüzündendir Osmanlı tarihinde büyük gözüken bir takım sadrazamların hainliği artık gün gibi aşikar olmuştur Gedik Ahmet Paşa Maktul İbrahim Paşa, Sokullu gibi büyük sayılan Devşirmelerin iç yüzü ve Devşirmelerden mürekkep Yeniçeri ordusunun haince rolleri gizli kapaklı bir şey değildir Bütün bu hususları tafsilatiyle öğrenmeleri için Türkçülere, İsmail Hami Danişmend'in "İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi " adlı büyük eserini mutlaka okumayı tavsiye ederim Balkan, Cihan ve İstiklal Harblerinin büyük ihanetleri ise herkesin bildiği şeylerdir Bütün bunlardan sonra İsmet İnönü ve yardakçıları gibi münafık ahmakların ağzına yakışır

Irkçılığın aleyhinde bulunanlara şunu sormalı:

- Kendinizi Çingene ile bir tutar mısınız? Bir Çingene ile evlenir misiniz? Çingene bir gelin veya damat kabul eder misiniz?

- Evet derlerse mesele yok Hayır derlerse ırk tefriki yapıyorlar demektir Onların yalnız Çingenelere karşı yaptığı bu ayırmayı biz başkalarına karşı da yapıyoruz

Irkçılık, Anadolu Türklerinin içinde örf olarak yaşamaktır Köy ve kasabalarda kaç yıl hatta asır önce oraya gelmiş olan bir yabancının bugünkü ailesi hala yabancı sayılmaktadır Tamamiyle Türkleşen, Türkçeden başka dil bilmiyen ve kendisini başka bir millete mensup saymıyan bu türlü insanlara yabancı gözüyle bakmak Anadolu Türklerindeki kuvvetli ırk şuurunu gösterir Demokrasinin bir "çoğunluk arzularını tahakkuk sistemi" olduğu unutulmamalıdır

Türkçülüğün ikinci unsuru olan Turancılık bütün Türklerin birleşmesi düşüncesidir Bugün belki 40, belki 50, belki 60 milyon Türk var Geniş bir vatana yayılmış olan bu Türkler mazide muhteşem rol oynamış, hareketli, kabiliyetli bir millettir Sebebi her ne olursa olsun başka milletlerin hakimiyeti altına düşmüş olan bu Türkleri bir tek devlet halinde toparlamak düşüncesi kadar haklı ve makul ne olabilir? Dünyadaki bütün milletler, yabancı hakimiyet altında kalmış olan millettaşlarını kurtarmak gayesini güderken Türkler neden aynı dileğin arkasında koşmasın? Yaratılıştan devlet kurucu olan Türkler için bu kadar büyük bir devleti kurup yaşatmak hayal değildir Tiren, otomobil, uçak, telgraf, telefon ve radyonun olmadığı zamanlarda bile Türkler büyük devletler kurmuş asırlarca yaşatmışlardır

Dünyanın bütün Türkleri Türkiye'ye Kabe gibi bakıyor Türkiye'nin kendilerini birgün kurtaracağı efsanesi, aralarında yaşıyor Yalnız anayurtta ve zulüm altında yaşıyan Türkler değil, medeni ülkelerde yaşıyan Türkler de buraya hasret çekiyor Geçen yıl Finlandiya Türklerinden bir genç kızla tanışmıştım Bermutat gümrük vesairede gördüğü güçlüklere rağmen Türkiye'yi çok sevmişti Finlandiya'da 1000 kadar Türk yaşadığını, hepsi zengin ve müreffeh olan bu Türklerin kendilerine çok iyi muamele eden dürüst ve asil Fin milletini sevmelerine rağmen buraya gelmek istediklerini, Finlerle katiyen evlenmediklerini, en büyük korkularının Türkçeyi unutmak olduğunu, Fin-Rus savaşında şehit olan altı yedi Türk'ün Finlandiya Türklerinin en seçme ve kültürlü gençleri olduğunu söylemişti

Bütün Türkleri kurtarmak milli hakkımızdır Milli hakkımız olması bile bize karşı duyulan bu büyük sevgiden sonra insani vazifemiz haline gelmiştir Milletleri büyülten şeyler milli ve insani asil hareketleridir Zulüm altında inleyen tutsak Türkleri kurtarmak için yapılacak fedakarlıktaki ihtişam o kadar parlaktır ki bu parlaklık, Türklüğün ölmezliğinin senedlerinden biri olacaktır Hiçbir ülkünün ardında olmayarak, yalnız yiyip içmeyi düşünmek ve yalnız bir gün için yaşamak insanlara hiçbir şeref vermez Bu kadarını hayvanlar da yapar İnsanlık, ülkü için ve yarın için yaşamak, bu uğurda fedakarlık etmek ve ölmektir Ölümden hayvanlar kaçar İnsan şeref için ve muhteşem saydığı bir gaye için ölmesini bilen yaratıktır

Turancılık, bizimle akraba olan milletleri yani Moğol, Mançu ve Koralıları, hatta Finlerle Macarları da birleştirmek ülküsü değildir Turan kelimesi ilim dilinde bazan Ural-Altay manasında da kullanıldığı için Turancılığın Ural-Altaycılık olduğu zannı da bazan hasıl olmuştur Fakat hiçbir Türkçü böyle bir gaye gütmemiştir Bizim Turancılığımız Türk'ün tarihi vatanı olan ve çoğu hala Türklerle meskun bulunan ülkeleri istiklale ve Türkiye ile birliğe kavuşturmaktır Bu birliğin nasıl olacağı meselesi bizi ilgilendirmez Çünkü o siyasi bir iştir Bizim Turancılığımız ve ırkçılığımız yani Türkçülüğümüz ise siyasetin üstünde bir ülkü meselesidir

Demek ki Türkçülük bütün Türklerin birleşmesini ve Türklüğün yabancı ırk tesirlerinden korunmasını istiyor Burada Türkçülüğün millet ve vatan tariflerinin ne olduğu meselesiyle karşılaşırız Diğer bir tabirle Türk kimdir ve Türklerin vatanı neresidir?Türk, Türk soyundan gelen insandır Türk soyundan gelince de pek nadir ve arızı bazı istisnalardan sarfı nazar, o insanın Türkçe konuşması ve Türk kültürünü taşıması lazımdırTürk olduğu halde anadilini kaybetmiş olan Polonya-Litvanya Türklerini, Türkçe bilmiyorlar diye Türklük kadrosundan çıkaramayız Bunlar kan bakımından da, duygu bakımından da Türk oldukları için günün birinde kendi istekleriyle Türk dili kadrosuna gireceklerdir Bazan, yabancı ülkede doğup anasını babasını kaybettiği için Türkçeyi unutanlar da vardır Türk olduğunu bildikçe bu gibileri Türk' tür Bir felaket yüzünden Türkçeyi kaybedenleri Türklükten çıkarmakla eşittir ki buna kimsenin hakkı yoktur

Türklerin bir millet olmak için mazide mukadderat birliğine, tarih birliğine ihtiyaçları yoktur Türkiye Türkleriyle Türkistan Türkleri uzun zaman ayrı mukadderata malik olmuşlardır Bundan onların ayrı milletler olduğu manası çıkmaz Onlar günün birinde yine aynı mukadderata malik tek millet olacaklardır Anadolu ve Azerbaycan Türkleri de uzun zaman ayrı yaşamışlardır Fazla olarak Anadolu ile Azerbaycan, Azerbaycanla Türkistan, Türkistanla Anadolu, Türkistanla İdil-Ural, İdil-Ural'la Türkiye (yani İlhanlılarla Altun Ordu) bazan şiddetle çarpışmışlardır Hele mezhep kavgaları yüzünden Anadolu ve Azerbaycan Türklerinin vuruşmaları pek feci olmuştur Fakat bütün bunlar Türklerin tek millet olmasına mani değildir Bugün tek millet olduğunda kimsenin şüphesi olmayan Anadolu Türklerinin vaktiyle Osmanlı-Karaman, Osmanlı-Akkoyunlu halinde birleşmelerine engel olmamışsa, yarın da öteki Türklerle Türkiyenin birleşmesi ve kaynaşması, önüne kimsenin geçemiyeceği tarihi bir zarurettir Türkler aynı tarihi mukadderata malik değiller gibi görünüyorsa da bir bakımdan aynı tarihi makadderata sahip oldukları da söylenebilir Çünkü ayrı siyasi parçalar halindeki Türklerden herhangi birinin başına gelen faciadan biraz sonra ötekiler de müteessir olmuştur Mesela Kazan Hanlığının yıkılışı Türkistanın yıkılışına yol açmış, Kırım'ın çöküşü Türkiye'ye ağır kayıplara mal olmuştur Bununla beraber Türklerde tarihi mukadderat meselesinin şuurlu bir şekilde mütaala olunduğunu gösteren hadiseler de vardır Mesela Türkiye, Kırımın kurtarılması için 1786-1791 savaşını yapmış, Sultan Aziz de aynı denemeyi tekrarlamak üzere kuvvetli bir donanma hazırlamıştı Doğu Türkistandan Çinlileri kovan Atalık Gazi Yakub Beğ Türkiye'yi metbu tanımıştı Velhasıl bugün Türklerin mukadderatı birdir ve geçen her yıl bu mukadderat birliğini biraz daha kuvvetlendirmektedir Bundan başka bizim de imza koyduğumuz Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesindeki "milletlerin hür ve müstakil yaşamak hakkı" na Türkler; mazileri, kabiliyetleri, coğrafi ehemmiyetleri ve nüfusları bakımından başka milletlerden daha çok layıktır Başka milletler koydukları imzanın şerefi için bizim bu hakkımızı kabule mecburdur

Milleti yapan unsurlardan birisi de din olduğuna göre Türklerin dini üzerinde de durmaya mecburuz Hiç şüphe yok ki Türklerin dini Müslümanlıktır Eski dinimiz olan şamanlıktan da bazı unsurlar alarak bir Türk Müslümanlığı haline gelen bu din on asırdan beri bizim milli dinimiz olmuştur Bununla beraber Türk olmak için mutlaka Müslüman olmaya lüzum yoktur Çünkü bugünkü Türkler arasında birkaç yüzbin Şamani, birkaç yüz bin Hırıstiyan ve hatta birkaç bin Musevi Türk(Karayımlar) de vardır Din ayrılığı yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur Zaten, Hırıstiyan Türkler olan Gagavuzların Türkiye'de yerleşenleri ekseriyetle Müslüman olmuşlardır Onlar bunu Türklüğün bir lazımesi saydıkları için yapmışlardır Öyle gözüküyor ki bir Türk birliği gerçekleştiği takdirde bütün bu Şamani ve Hırıstiyan Türkler Müslüman olacaklardır Onun için şimdiden onları zorlamaya bir mecburiyet yoktur

Vaktiyle Türkler arsında bir ayrılık unsuru olan Sünnilik-Şiilik meselesi de artık bahis konusu sayılamaz Bunların hepsi Müslüman Türktür ve Müslümanlığı anlayıştaki içtihat farkları artık Türkler arasında ikilik doğuramaz

Bu Türklerin oturduğu yerler Türk vatanıdır Türklerin devamlı devlet ve medeniyet kurduğu, Türk hatıraları ile dolu ülkeler yurdumuzdur ve bize aittir Bu ülkelerin herhangi birinde Türklerin zorla sökülüp atılması bu hakkımızı götürmez Mesela Kırım Türklerinin yok edilmesi veya Doğu Rumeli vilayeti Türklerinin sürülmesi hiçbir mana ifade etmez Yahudiler tam bir Arap ülkesi haline gelen Filistinden nasıl Arapları sürerek orada bir Yahudi çoğunluğu yaptılarsa biz de aynı şeyi yaparak bize ait olan toprakları mutlaka Türkleştireceğiz

Türkçülüğün değişmeyen tarafı ırkçılığı ile Turancılığı ve bunun neticesinde Türk milleti ve vatanı hususundaki düşünceleridir Bu iki temelde bütün Türkçüler birleşmiştir Bunun dışında kalan meseleler; mesela iktisadi, sosyal ve hukuki görüşler Türkçülerin ileride halledecekleri meselelerdir Bu meseleler üzerindeki Türkçü düşünceler değişebilir Çünkü zamanla herhangi bir iktisadi veya içtimai düşünce çürütülebilir Fakat ırkçılık ve Turancılık asla değişmeyecektir Çünkü bunlar Türklüğün Türklük olması için elzem şartlardır Tıpkı bir insanın havaya ve yiyeceği olan mutlak ihtiyacı gibi Bir insanın elbise ihtiyacı yaza, kışa, geceye, gündüze göre değişebilir Eğlencesi de sinemaya, ava gitmek veya içki içmek şeklinde olabilir Fakat havaya ve yiyeceğe ihtiyacı hiç bir zaman değişmez Irkçılıkla Turancılık, Türkçülüğün hava ve gıdasıdırTürkçülüğün kendisine has bir dünya görüşü vardır Realist olan Türkçülük "Yaşamak için kavga" kanununun, sonuna kadar devam edeceğine inandığından askerliğe karşı saygı duymakta ve ırkımızın askeri millet olma geleneğini geliştirme amacı gütmektedir "Artık savaş olmıyacak" gibi uyuşturucu telkinlerin, milli savunmamızı gevşetmesi bakımından aleyhindeyiz Dünyada savaşı kaldırmak düşüncesi asırlardan beri denenmiş, fakat tutmamıştır "Roma Barışı" denen sözde barış sisteminin büyük kırgınlarla, askeri hazırlıklarla, zorbalıkla sağlanmış, fakat hiçbir zaman ömürlü olmamış bir sistem olduğu unutulmamalıdır

Hakiki askeri faziletlerin diriltilmesi ve ruhlarda kökleşmesi taraftarıyız Askerlik kalıp işi değil, ruh işidir Fakat kalıbın da ruha uygun olması şarttır Bize fenalığı dokunmıyan milletlerin, fikirlerin ve fertlerin dostuyuz Fakat hayatın yalnız sevgiyle yürüyeceğini sanmanın büyük bir gaflet olduğuna inanıyoruz Dünyada her şey zıddı ile birlikte vardır Bundan dolayı sevgiyle birlikte kin de bulunacaktır Türkçülük bir bakıma göre de "Türkçülük düşmanları düşmanlığı" dır Irkımıza, devletimize, yurdumuza, mukaddesatımıza, şerefimize fenalık etmiş olan her millete, her dine, her rejime, fikre, cemiyet, ferde düşmanız, "Kinimiz dinimizdir" Varlığımızı korumak, haklarımızı almak için her zaman çarpışmaya mecburuz Çarpışmaya mecburuz demek asker olmaya mecburuz demektir Askerlik çarpışmak bilimidir Yaşamaya hak kazanma bilimidir Bu bakımdan tek gerçek bilim odur Başka her ilim ve fen onun yardımcısıdır

Türkçülük "disiplinli millet" taraftarıdır Disiplinli millet demek fertlerin devlete, devletin de fertlere zarar vermiyeceği karşılıklı hak ve vazifeler sistemini kabul etmiş millet demektir

Disiplinli millet tipinde iptidat ve zorbalık olmadığı gibi hürriyet sarhoşluğu da yoktur Disiplinli milletle milletin ahlak, gelenek, şeref ve arzularına aykırı hiçbir şey yapılamaz Disiplinli millet hayat telakkisi, mukaddesatı, zevki, bayramı, kederi ve hatta kılığı ve takvimi belli millet demektir Türkçülük, Türkelinin her bakımdan Türkleşmesi taraftarıdır Bu sınırlar içinde yabancı bir şey kalmıyacaktır Kayıtsız şartsız Türk kültürü hakim olacaktır Bu bakımdan Türkçülüğün kendisine mahsus bir dil, tarih ve alfabe telakkisi vardır Arınmış ve geliştirilmiş ve Türkçe istiyoruz Dil kurultayı maskaralıklarının yadigarları temizlenecek, fakat bu arada elde edilmiş bazı müspet sonuçlar saklanacaktır Bu alfabe Türkçeyi yazmaya ve geliştirmeye elverişli değildir Buna, Türkçeyi yazmak için gerekli dört beş harf eklenecek, böylelikle Türkçe,bir zenci dili durumuna düşmek talihsizliğinden kurtulacaktır

Türkçülüğün tarih tezi eski milletleri ve hele Anadoluda yaşıyanları Türk saymak komedisinden tamamen uzak, bilim çerçevesi içinde milli bir görüştür: Türk tarihi Orta Asya'da Milattan önce 12'nci asıda "Şu" veya "Çu" larla başlıyan bir tarihtir Bu tarih Mançuryadan Kırıma kadar uzanan bir anayurtta 11'inci Asra kadar sürmüş, 11'inci Asırda Türkiye dediğimiz Anadolu, Suriye, Irak, Azerbaycan ve Horasandan mürekkep ikinci bir anavatan teşekkül etmiştir Türkçülük bakımından Aksak Temir-Yıldırım Bayazıd kavgası bir kardeş kavgasıdır Türkçülük bakımından Türkiye tarihi Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı hakimiyetlerinin, şimdi de cumhuriyetin devam ettirdiği tarihtir Tarihimizin Osmanlı çağı diğer iç ve dış gelişmelerle birlikte Türk ırkının Devşirmelerle iç savaşı şeklinde de mütalaa olunacaktır Türkçülük Tanzimattan sonraki tarihimizin yeniden tedvin olunarak hakikatların ortaya çıkmasını ve yalancı kahramanların hakiki mevkilerini almasını ister Türkçülük bütün fantezilerden uzak bir ciddiyet taraftarıdır Devlet ve millet hayatında, fantezilerin millet aleyhinde olduğuna inanmıştır

Türkçülük, Türk ırkının tarihi ananesine dayanarak kadın hususunda hür düşüncelidir ve kadına saygı beslemektedir Ancak kadının koket derecesine düşmesine de şiddetle aleyhtardır Kadına saygı beslemek onu erkekle kayıtsız şartsız eşit tutmak manasına gelmez Tanrının ayrı yarattığı iki cinsi bir tutmak tabiat kanunlarına aykırı bir eksantrikliktir Kadınların her türlü öğrenimi yapmalarına ve bazı durumlar müstesna, her mesleğe girmesine taraftarız Fakat aile yapısının korunması bakımından kadının her şeyden önce analık ve zevcelik vazifesini yapmasını isteriz Türkçülük, memlekette sosyal bir adalet olmasına taraftardır ve hakiki adaletin sosyal olduğu kanısındadır Millet fertlerini sağlık, geçim ve istikbal bakımından tatmin etmenin milliyetçilik şartlarından olduğu aşikardır Türkçülüğe göre Moskof bizim barışmaz düşmanımızdır Bu düşmanlığı tarih, mukadderat ve jeopolitik yaratmıştır siyasetle ve yalanla bu düşmanlık kaldırılamaz Onun için Türk ırkının hayatında yürütücü amillerinden biri olarak, zaten saklı bir halde yaşıyan Moskof düşmanlığının milletle beslenmesine taraftarız Sevgiler gibi düşmanlıklar da milletleri diri ve ayakta tutar Türk dışişleri bakanları arasıra Moskoflarla dostluk edebilirler Türk milleti için böyle bir şey düşünmek milli menfaatlar aleyhinde düşünmektir Moskof bizim ırk düşmanımız olduğuna göre Moskof emperyalizmi olan komümizm de en tehlikeli düşmanımızdır Komünizm, Moskofluğa mal olmuş bulunduğundan ona taraftarlık vatan ihanetidir Türkçülük bakımıdan en alçak vatan hainleri olan komünistlerin yok edilmesi şarttır

Masonluğu da düşman sayıyoruz Masonluk, kökü dışarda olan gizli bir cemiyettir ve milliyetçilikle tatmin olunmıyanların başvurduğu Türkçülük düşmanı bir teşekküldür Başlangıçta Yahudilerin milli menfaatlarını gizli olarak korumak için kurulmuş, zamanla beynelmilel bir hale gelmiştir Savaş halinde bulunan iki millete mensup Masonların, kendi devletleri aleyhine olsa bile birbirlerine yardım etmek mecburiyetinde olmaları bu zümrenin bütün milliyetçiliklere ve bu arada Türk milliyetçiliğine de düşman olduğunu göstermektedir Onlar gizlice her yere el atıp orayı ele geçirmeğe çalışmakta ve muvaffak olmaktadır Bugünkü "Türk Ocağı" nın umumi idaresi ihtiyar Masonların elindedir ve bu yüzden, vaktiyle milliyetçiliğe o kadar hizmet etmiş bulunan bu müessese artık hizmet edememektedir

Siyonizm, Yahudi ırkının huzurunu dünya milletlerinin huzursuzluğunda arıyan teşkilatlı bir insanlık düşmanı fikirdir Kendisini bir devletin milli ülküsü göstermek yolundaki gayreti emperyalist arzularını gizlemek içindir Birinci Cihan Savaşında, her türlü kılığa girerek Filistin Cephesindeki ordumuzu arkadan vuran ve düşmana casusluk eden Siyonistlerin ortaya koyduğu korkunç hakikat, Türkçüleri bu cereyana karşı da her zaman uyanık ve tedbirli bulunmaya sevketmektedir Komünizm, Siyonizm ve Masonluk Türkiye'de bir sacayak halinde Türk düşmanlığı yapmaktadır

Türkçülük ağır, fakat sağlam bir şekilde ilerliyor O, mesela Almanya'daki Nasyonal Sosyalizm gibi kısa bir zamanda birdenbire büyüyerek iktidara geçen cereyanlarla ölçülemez Tedrici şekilde büyümesi sağlam ve gürbüz olacağının teminatıdır

Türkiye'de Ali Suavi, Süleyman Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Gökalp, Dr Rıza Nur, Dr Mustafa Hakkı Akansel gibi kalem sahibi Türkçüleri yetiştiren Türkçülük 3 Mayıs 1944 hareketiyle belki de memleketi komünizm tehlikesinden kurtarmıştır 1944-1945 Irkçılık-Turancılık Davası, Türkçülüğün geçirdiği ilk ve oldukça çetin bir imtihandır

Bütün bu çekilen sıkıntılar verimsiz kalmış değildir Bugün memlekette yer yer görülen Türkçü kıpırdanışlar ve davranışlar o çetin imtihanın sonuçlarıdır Türkçüler birleşmek lüzumunu duyarak ayrı ayrı kurdukları dernekleri kaldırmışlar ve "Türk Milliyetçiler Derneği" adı altında tek teşkilat haline gelmişlerdir Bugün memlekette 40 kadar şubesi bulunan bu dernek daha çok gençleri toplamakta ve Türkiye'ye şamil yeni bir Türkçü kaynaşmaya sebep olmaktadır Bu teşkilatın yayılması ve kuvvetlenmesinde Orkun'un epey hizmeti vardır

Türkçülük şimdi gayri siyasidir ve daha bir müddet öyle kalması hayırlıdır Şimdi bütün genç Türkçülere düşen vazife her şehir, kasaba ve kabilse köyde derneğin şubesini kurarak faaliyete geçmek ve Ankara'daki Genel Merkeze sıkı bir şekilde bağlanmaktır El ve gönül birliğiyle çalışılırsa çok şeyler yapılabilir Orkun 68 sayılık neşriyatı ile şimdiye kadar çıkmış olan Türkçü imzanın tanınmasına hizmet etmiştir İstediğimiz kadar kuvvetli değildi Fakat yine de bir şeydi Orkun'da yarım kalan 1944-1945 Irkçılık-Turancılık Davası tefrikası ilerde kitap halinde basılacaktır

Türkçülük fikir halinden teşkilat haline girerken, teşkilatı idare edenler sıkı durmaya ve uyanık bulunmaya mecburdur Türkçülüğün soysuzlaşmaması için teşkilata girecek olanlar üzerinde titiz davranmak, aksıyanları merhametsizce atmak vazifeleridir Türkçülüğü gösteriş vasıtası diye kullanan, fakat er meydanında kahpeleşenleri biz 1944-1945 Davasında bizzat gördük Bir iman ve irade işi olan Türkçülüğün içinde imanı zayıf, karakteri çürük olanların işi yoktur Türkçülük kemiyet değil, keyfiyet işidir Az fakat öz kimselerden mürekkep bir Türkçü teşkilat sıkı bir disiplin altında çalışmak şartıyla ırkımızı terakkinin doruğuna ulaştırabilir

Bir veda yazısı olan bu makaleyi bitirirken genç Türkçülere bazı tavsiyelerde bulunmak isterim:

Bugünkü şartlar içinde Türkçülerin yapacağı hareketlerin başında hepsinin, kendi meslek alanında çalışarak yükselmesi gelir Her Türkçü kendi mesleğinin en yüksek derecesine veya rütbesine erişebilmek için ciddi ve sistemli şekilde çalışmalıdır Başarı gösteremiyenler bezginliğe kapılmamalı, gerekirse meslek değişmeli, kendilerinden ümit kesenler arkadaşının yükselmesine yardım etmelidir Yükselmeğe çalışmakta takip olunacak yol, Masonların başvurduğu gibi birbirlerini haklı haksız destekliyerek layık olmadığı yere yükselmek gibi --------ce bir yol değildir Ehliyet göstererek yürümenin şerefli yoludur

Her mesleğin faydası ve ehemmiyeti olmakla beraber Türkçüler bilhassa Harb Okuluna, Mülkiyeye ve öğretmen okullarına girmelidir Öğretmenlerin öğrencilere yapacakları milliyetçilik telkini ile memleketin geleceğine nasıl hakim olduklarını söylemeğe lüzum yoktur Subaylar da kısmen öğretmendir Bundan başka bizim yurdumuzda milli mukadderate hakim olan en mühim zümre subay sınıfıdır Mülkiyeden çıkarak kazaların, vilayetlerin başına geçmek Türkçüler için mühim bir hizmet fırsatıdır

Türkçülerin düşüneceği ikinci bir mesele bir aile kurarak memlekete gürbüz ve Türkçü çocuklar yetiştirmek olmalıdır Bunu anlıyarak genç yaşında evlenen ve çok çocuk yetiştiren Türkçülerin epey fazla oluşu ümit verecek, iç açacak bir vakadır Daima çok çocuk ve gürbüz çocuk yetiştirmek prensibinin ehemmiyeti üzerinde uzun uzun konuşmaya luzum yoktur Türkçüler evlenecekleri kızın sağlık ve ırk durumuna ve bu hususta aşka esir olmamaya dikkat etmelidir Bu türlü ihmallerin kısa ömürlü evlenmelere yol açtığı örnekleriyle sabittir

Türkçüler teşkilatlanmalı, bunun için de daima Milliyetçiler Derneğini takviye etmelidir Bu teşkilatta geçimsizlik göstermemeli, benlik davası gütmemelidir Hür Türkçü kendi çevresini ikaz ve irşad etmeğe çalışmalıdır Bulunduğu şartlar içinde nasıl bir Türkçülük yapacağını kestirmek o Türkçünün zekasına ve kabiliyetlerine aittir Lüzum olursa Türk Milliyetçiler Derneğinin merkezlerinden sormalı, soramazsa vicdanına danışarak hareket etmelidir Yanlışlar samimiyetle itiraf olunmalı, bir daha yapmamaya çalışılmalıdır Genç Türkçülerin çoğunda bir milli kültür eksikliği bulunduğu gözden kaçacak gibi değildir İmla yanlışları ve ifade bozuklukları bunu açıkça gösteriyor Bu eksiklerin giderilmesine uğraşmak lazımdır Milli kültürü zenginleştirecek eserleri okumak, hatta kabilse eski harfleri öğrenmek zaruridir Eski harflerle yazılmış eserler hala büyük bir hazine halinde kapalı olarak durmaktadır En mühim bir cihet de Türkçülerin kendi aralarında bir veya birkaç sandık kurmalarıdır Gayet az paraların birikmesiyle başlıyacak olan bu sandıkların ilerde akla, hayale gelmez faydalar sağlaması muhtemeldir Damlaya damlaya göl olduğu unutulmamalıdır Bu sandıklar Türkçüleri mali güçlüklerden koruyacağı gibi Türkçü yayınlara da yol açar

Bu tavsiyelerimin hepsi ehemmiyetsiz şeylerdir Fakat zamanla bunlardan mühim sonuçlar doğması beklenebilir Orkun kapanırken onun çıkmasını ve yaşamasını sağlayan ülküdaşlarımıza teşekkür ederiz Genç subaylardan liseli ve ortaokullu ülküdaşlara kadar bütün Türkçülerin gönülleri ve fikirleri aşağı yukarı bir buçuk yıl Orkun üzerinde birleşti Orkun kuvvetli veya zayıf, her ne olursa olsun, biz, yani Türkçüler demek ki bu kadarmışız

Fakat ümitlerimiz kırık değildir Uğrunda çalışanlar, ızdırap çekenler, ölenler bulundukça Türkçülük mutlaka muzaffer olacaktır Yabancı hakimiyetler altında kırılan, sürülen milyonlarca ırkdaşımızın bulunması bize vazifemizin büyüklüğünü ve şerefini hatırlatsın Zevk ve sefa içinde yaşamak, içkiyle dünyayı hoş görerek zevk kadınlarıyla mest olmak, şehvet içinde kendinden geçmek de vardır İstiyen onu, istiyen berikini tercih eder Hayat ve ölüm Bunların ikisi de güzeldir Fakat esas ve ebedi olan ölümdür Öteki bir rüya kadar geçici ve aldatıcıdır Büyük ve esrarlı kainatın sinesinde yatmak İşte bizim nasibimiz budur Bu nasibimizi almadan önceki kısa rüya aleminde kendimizi ölüm kadar ebedi bir fikre vermek ve o fikir uğrunda harcamak gibi yüksek bir ülküye kaptırmaktan şerefli ne olabilir? Bu ölüm bizi gayemize, Tanrı Dağında bekliyen ecdat ruhlarına ve bizzat Tanrıya kavuşturacak şanlı ve güzel bir ölümdür Bu ölümün güzelliği ile içki ve şehvet içindeki hayatın çirkinliğini düşünmek hakikatı anlamaya da yardım edecektir

Ülkü yolunda ölenlerin, ebedi karanlık içinde kaybolurken hafızalarda bir ışık gibi parlamaları güzel, fakat hafızalardan ve gönüllerden de uzakta bulunarak karanlıkta bir olmaları ondan daha güzeldir Yaşamak sadece kısa bir an yaşamaktır Ölüm ise kainatın ebediliğinde, hatıralarda ve gönüllerde asırlarca yaşamak, yahut hatıralardan ve gönüllerden de silinmekten sonra sonsuzlukta sonuna kadar yaşamakta devam etmektir Yaşamak hakkından vazgeçmek ne kadar güzel, hatırlanmadan, gönüllerden silinerek, unutularak yaşamak ondan da ne kadar güzeldir Her fedakarlık muhteşemdir Fakat eserine imza koymamak, ülkü uğruna ad bırakmadan silinmek her şeyden daha muhteşemdir

Birleşmiş Milletler ideali uğrunda Kora'da şehitler vermek güzel bir şey, fakat Türkleri birleşmiş görmek için Kafkasyada, Azerbaycanda, Türkistanda, Altayda can harcamak şaheser bir şeydir Türkçülük din gibi derin, tasavvuf gibi mistik bir sistemdir Ondaki ihtişamı ve bu uğurda ölmekteki ululuğu ancak ruhunda istidat olanlar duyabilir

Türkçüler! Sıkı saflar halinde birleşerek ve başka her düşünceyi geride bırakarak, ateş yağmuru altında döküle döküle, fakat bir an durmadan Moskofa karşı Köprüköy taarruzunu yapan Türk alayı gibi ülküye doğru ilerleyiniz Bu ilerleme sırasında düşenlere bakmak için bile bir an kaybetmeyiniz

Tanrı Türkü Korusun!

Orkun Dergisi, 18 Ocak 1952, Sayı: 68


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




İSTANBUL'UN FETİH YILINA AİT BİR MEZAR TAŞI

İstanbul'u zapteden Türk askerlerinden 18 kahramanın taşlarını saklayan bir mezarlık bakımsızlıktan yok olmak üzere

İstanbul'da, Şehzade Başında, Şehzade Başı Polis Merkezi yanında On Sekiz Sekbanlar Sokağı adında bir sokak var Bakımsız ve tozlu olan bu sokakta küçük bir mezarlık var Duvarının bir kısmı yıkılmış ve içini otlar bürümüş olmasına rağmen duvar kitabesiyle içindeki mezar taşlarından bir tanesi sağlam kalmıştır Şimdiye kadar kimsenin dikkatini celbetmiyen bu mezar İstanbul'un en eski mezarıdır Üzerinde İstanbul fethinin hicrî tarihi olan 857 tarihi vardır Duvardaki kitabe yüksek olduğu için fotoğrafını almak kabil olmadı

Mezarlığın içinde iki tane lâhit varsa da birisinin taşı kalmamıştır Öteki Sekban Kethüdası Hızır Oğlu Hamzaya aittir Bununla beraber mezar taşındaki Kethüdâ-yi şühedâ-yi Sekban sözlerinden Hızır Oğlu Hamzanın mutlaka umum Sekban Kethüdası olduğu mânâsını çıkarmak doğru değildir Bu söz, orada şehit düşen sekbanların kumandan, yahut en kahramanı mânâsına da gelebilir

İsmet Paşanın bir müddet önce eski eserleri korumak hususunda vilâyetlere gönderdiği tamim dolayısıyla eski eserler encümeninin ve İstanbul valisinin dikkatini celbederim Bu mezarlık derhal mükemmelen tamir olunarak âbide haline getirilmelidir Çünkü bundan 480 yıl önce şehit düşen Türk kahramanlarına ait olduktan başka İstanbul'un en eski Türk eseri de budur Kitabenin ve mezarın yazıları fazla aşınmamış olduğu için bundan bir iki asır önce tamir olunduğuna hükmolunabilirse de, bu onların tarihî değerini küçültmez Bilâkis atalarımızın millî mefâhire bizden daha saygılı davrandıklarını gösterir

Bu mezarlık, yakında yüksek adlarına bir âbide dikilecek olan 16 Mart Şehitleri meydanından 100 adım kadar uzaktadır Burası imar için en çok 500 lira yetişir Bu hususta Millî Türk Talebe Birliğinin de nazarı dikkatini celb ederim Eğer hükümet kendilerine Çanakkale âbidesi için izin vermemek hususundaki inadında devam ederse, hiç olmazsa burasını tamir edip millî vazifelerini başka bir sahada itmam etsinler

Orhun, 1934, Sayı: 8


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




EN BÜYÜK TÜRK KAHRAMANI: KÜRŞAD

Türk tarihi, dünyanın en hamasî şiiri, Türk kahramanları da o şiirin berceste mısralarıdır Bir zafer şehrâhını dolduran heykeller gibi 26 asrı süsleyen bu ölmezler tümeni arasında bir teki bir millete şeref verecek ne büyük faniler gelip geçti Tanrın Türk Tanrısı olduğuna, mavi gökle kara toprak arasındaki insan oğullarının yalnız Türklerden ibaret bulunduğuna, kendi ırklarının başkalarına hâkim olarak yaratıldığına inanan atalarımız için kahramanlık bir tabiat, fazilet bir huydu

Şimdi büyük adını saygı ile andığımız Kür Şad işte o kahramanlıkla faziletin şahlanmış örneği olan büyük Türk kahramanıdır

Millî ızdırapların şahlandığı ve şahsî ızdıraba karıştığı son yıllarda, ölmezler tümeninin zafer ve şeref şehrâhında hayalen çok dalaştım Yarı masallaşmış çehresiyle Alp Er Tunga'dan, kahraman kadın Tomiris'ten başlayarak Pilevne kahramanı Gazi Osman Paşa'ya, Edirne kahramanı Şükrü Paşa'ya ve kurtuluş savaşının meçhul, fakat meşhur şehidine kadar bütün ölmezlerin önünden ihtiramla geçtim Eskiden olduğu gibi yine Kür Şad'ı hepsinden büyük buldum Çünkü o birçok büyüklerde görülen bazı küçüklüklerden uzak, birçok büyüklerde rastlanan menfaat duygusundan sıyrılmış, bazı büyüklerde bulunan yanlış hareketlerden beride kalmış kaya gibi aşılmaz bir devdi

Kür Şad, tarihimizde alevlerin, ışıkların, mehtapların ve yanardağların yanında gerçi parlamasıyla sönmesi bir olmuş geçici bir şahap gibidir Fakat o geçici ışık tarihin gidişini değiştirmiş, kısa aydınlığında bize en büyük hakikati görebilecek fırsatı vermiştir Bu hakikat ezeli ve ebedi kahramanlıktır

Tarih acayip bir ihtiyardır Bazılarına tam hakkını verir Bazı değersizlerden çok bahseder Bazı büyükleri hiç anmaz Bazılarından da yalnız bir kaç kelime söyler Kür Şad bu sonuncularındandır Onun hakkında bütün bildiğimiz: Türk milletini kurtarmak ve esir olan yeğenini Türk kağanı yapmak için kendisi gibi esir 40 arkadaşıyla birlikte Çin imparatorunun sarayına saldırdığı, fakat pek nispetsiz bir savaştan sonra can ve baş verdiğidir

Bu muhteşem saldırışın muhteşem kahramanlarını bilip tanısaydık ne hoş olurdu! Adlarını bile bilmediğimiz bu örneksiz fedailer acaba nasıl insanlardı? Kaç yaşlarında idiler? Hangileri hangi savaşlardan arta kalmışlardı? Anaları, babaları yaşıyor mu idi? çocukları var mıydı? Seviyorlar mıydı? Karıları, sevgilileriyle son defa neler konuşmuşlar, neler düşünmüşlerdi? Yazık, hiçbirini bilmiyoruz Bildiğimiz yalnız şu:

Yanardağ ruhlu, çelik iradeli kahraman Kür Şad Bozkurt hanedânından yani kağanlar soyundan olduğu halde yeğenini tahta çıkararak Türk milletini diriltmek için kılıca sarılan Kür Şad Bu nispetsiz çarpışmada zaferi sağlayacak tek yola giderek, yani düşmanın kalbine saldırarak ruh ve irade kuvveti kadar muhakeme gücüne de sahip olduğunu belirten Kür Şad Başarılamayan bir ihtilâle rağmen düşmanın yüreğine korku ve dehşet salarak ırkı mahvolmaktan kurtaran Kür Şad Sonra onun 40 şanlı arkadaşı

Bir hareketin değeri, verdiği sonuca göre ele alınırsa Kür Şad'ın hareketi Türklüğü yok olmaktan kurtardığı için Kür Şad büyüktür Yapanın fedakarlığı ve kahramanlığı ile ölçülürse Kür Şad yine büyüktür Velhasıl o çok büyüktür Hiçbir kıskançlığın erişemeyeceği kadar büyük

Biz, bugünün Türkçüleri bu "kaybolmuş güneş"imizi 13 asrın karanlıklarından çekip çıkararak başımıza taç ettik Şimdi o, büyük yarınımızı aydınlatıyor Onun boşa gitmemiş okları 13 asrın ötesinden bize 41 kahramanın selamlarını getiriyor Ve onların ruhları kendilerine doğru çelik ve kan tufanlarıyla yapılacak büyük bir yürüyüşü bekliyor

1300 yıl önce dökülen Kür Şad'ın kanı ırkımızı yabancılar arasında erimekten kurtarmıştı Bugün de onun hatırası Türklük ruhunu eriyip sönmekten kurtaracaktır Vaktiyle onun at koşturduğu yerlerdeki meçhul mezarlardan bize gelen sesler "daha ne kadar bekleyeceğiz?" diye sorarken bizim yayladan "yakında geleceğiz" diye yükselen haykırışlar onlara karşılık veriyor

Sefil ihtirasların ve baykuş seslerinin söndüğü yarınki Türkelinde Kür Şad için ulu bir anıt düşünüyorum Gösterişsiz, sade fakat metin, kayadan bir anıt O anıtın önünde Kür Şad'a ve arkadaşlarına saygı olarak börk ve çizme giymiş, kılıç ve sadak takmış Türk gençlerinin, birbirine perçinlenmiş sarp bir yığın gibi dik adımlarla geçit resmi yaptığını düşünüyor ve 1300 yıllık gençler olan Kür Şad'la arkadaşlarının da, yaralarından hâlâ dinmeyen kanlar sızdığı halde, kendilerine çevrilen başlara gülümseyerek selam aldıklarını görür gibi oluyorum

Kürşad Dergisi, 1947, Sayı: 1

--->: Nihal ATSIZ'ın Makaleleri sayfa üç frmacil 3 --->: Nihal ATSIZ'ın Makaleleri



Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




CİHAN TARİHİNİN EN BÜYÜK KAHRAMANI KÜR ŞAD

Yedinci asrın ilk yarısından Gök Türk Kağan sülâlesi arasında şahsî ihtiras ve entrikalar yüzünden devlet parçalanmak tehlikesine maruz kalmış ve nihayet işe Çinin fesadı da karışarak Gök Türk ülkesinin şark kısımları 630’da Çinin eline geçmişti Bu arada Kieli Han da Çinliler için bulunmaz bir nimet olduğundan Kieli Han ile ona tâbi olan bütün Türkleri Çine getirdiler Parça parça Çine dağıtılarak milliyetlerini unutturmak, çinlileştirmek siyasetini takib ettiler Kieli Han esareti izzetinefsine yediremeyerek kederinden 634 de öldü Bunun üzerine esir Türklerden birkaçı da teessürlerinin şiddetinden intihar ettiler Çinlilerin Türk ırkını kökünden kurutmak üzere aldıkları tedbirleri gören Gök Türk hükümdar sülâlesinden Kür Şad Türk devletini yeniden diriltmek için 639’da gizli bir ihtilâl cemiyeti kurdu 40 Türk bu cemiyete girdi Türk devletini yeniden kurmak için Çin İmparatorunu öldürmeyi ve Çin sarayında esir bulunan Türk prenslerinden Holuku’yu Türkeline Kağan ilân etmeyi kararlaştırdılar Geceleri şehri gezmek âdeti olan Çin İmparatorunu sokakta öldüreceklerdi Fakat ihtilâlin yapılacağı gece hava bozulduğundan İmparator Tay-tsung sarayından dışarı çıkmadı Kür Şad, ihtilâl gecikirse farkına varılacağından çekinerek geceleyin İmparatorun muhafızlarına saldırdı Gayet kahramanca ve çok sert bir çarpışma oldu Türkler azlık olduklarından çekilmeğe mecbur kaldılar İmparatorun ahırına hücum ederek en iyi atlara binip kaçtılar Kür Şad bir ırmağı geçerken yakalandı ve öldürüldü Bu işte dahil olamayan Holuku cenup vilayetlerine sürüldü Fakat İmparatorluğun merkezindeki bu hareket Çinlileri o kadar korkuttu ki Türkleri çinlileştirmekten filan vazgeçerek onları Sarı Irmağının şimaline nakledip yalnız ismen kendilerine tâbi olmalarıyla iktifaya mecbur kaldılar Bu suretle 681'deki Türk istiklâlinin tohumu atılmış oldu

Tarih, Kür Şad hakkında işte bu kadar söylüyor

***

Cihan tarihinde, bilhassa Türk tarihinde bir çok kahraman görülmüştür Bunlardan bazılarının ünü dünyayı tutmuş, kimi büyük fütühat yapmış, kimi şanlı bir müdafaanın kahramanı olmuştur Fakat bununla beraber tarih en büyük kahramanların bile çok defa ufak tefek kusurlarını kaydetmiştir Meselâ son asırlarımızın kahramanlarından Fatih, Yavuz ve Kanunî o kadar büyük oldukları halde ne kadar küçüklükler yapmışlardır Şanlı Fatih’in sırf şehvet için yaptığı ahlaksızlıklar, kahraman Yavuzun şahsî ikbal için işlediği cinayetler ve büyük Kanunî’nin kadınlara âlet olarak düştüğü büyük yanlışlıklar olmasaydı hiç şüphesiz bizim gözümüzde daha büyük insanlar olacaklardı Yine bazı kahramanlar da gelmiştir ki önceleri büyük yararlılık gösterip milleti yükselttikleri halde sonları fenalığa, sefahate dalmışlar ve iyi namlarıyla birlikte hayatlarını da vererek bunu ödemişlerdir Kapağan Kağan buna iyi bir örnektir Kür Şad’a gelince o bunların hiçbirine benzemez Kür Şad ne büyük ülkeler almış, ne yüksek kanunlar koymuş, ne de yoksul milleti zengin etmiştir Fakat bununla beraber o cihan tarihinin, hiç şüphesiz birinci kahramanıdır Tarihin herhangi bir yaprağına sıkışmış birkaç satırlık malûmattan Kür Şad’ın büyük rolünü çıkarabilmek güçtür Bunun için, büyük şöhretlilerin yanında bazen ünsüzlerin de pek büyük fedakârlıklar yapabileceğini düşünmek lazımdır Tarih, adını bile bilmediğimiz birçok kahramanlar yetiştirmiş olabilir Irak cephesinde, tek başına bir İngiliz süvari alayıyla çarpışmak cesaretini gönlünde bulan topal bir Türk piyade neferi gibi bir millete şan verecek erler bulunur Fakat zaman ve mekân şartlarını da nazarı dikkate alınca bunlardan hiçbirinin Kür Şad’a yetişemeyeceği teslim olunur Arkasını kendi ordusuna veya ülkesine dayayınca, birkaç misli düşmanla çarpışmak, herkes için olmasa bile, yapılabilecek bir kahramanlıktır Kendi menfaatini millî menfaatle birleştirerek mevki ve şeref için kabadayılık edecek insanlar da çoktur Fakat ne mevki ne de şerefi düşünmeden, sırf millet için ve kendi kanı pahasına başkasını tahta çıkarmak üzere çekilen kılıcın sahibine saygı ile baş eğmek lâzımdır Kür Şad, Kağan sülâlesindendi Bu büyük kahramanlığı yaptıktan sonra kendisini Kağan oturtmak isteyebilir, kahramanlığa meftun olan Türk milleti de bunu ondan esirgemezdi Fakat kahramanlık gibi feragatin de timsali olan Kür Şad bunu düşünmedi bile

40 kişiyle, esir bulundukları kuvvetli bir memleketin hükümdarına saldırmak her kahramanın yapacağı işlerden değildir Düşmanlarla çevrili olan esirlerin kuvvei mâneviyesi hürlerinki gibi sağlam değildir Böyle olduğu halde bu büyük işe teşebbüs edebilmekle Kür Şad ve onun temsil ettiği 40 Türk, cihan tarihinin en büyük kahramanları olmak hakkını kazanmışlardır Onların bu hareketine çılgınlık diyecek zavallılar bulunabilir Çünkü kahramanlıktan nasibi bulunmayanlar ve hiç olmazsa kahramanlığı takdir edecek kadar asil seciyeli olmayanlar için kahramanlık budalalıktır Fakat mensup bulunduğu milleti kurtarmak için hayatını harcayıp toprağa düşmek, kartal gibi göğe yükselmek demektir ki zahife gibi yerde sürünenler bunun mânâsını anlayamazlar

Millet yolunda ölen Namık Kemal bir kahramandır Şahsiyetini millî varlık içinde eriten Gök Alp da öyledir Türkistanda millî şuuru uyandırmak için ölmek kararını veren ve rus makinalısına yürüyen Enver Paşa da belki onlardan daha büyük bir kahramandır Fakat bunların hiçbiri Kür Şad gibi büyük bir maksatla ve onunki kadar güç şartlar içinde olarak çarpışmamışlardır Hükümdarlara sokakta suikasd yapan anarşistler görülmüştür Fakat esir oldukları memleketin sarayına saldıracak fedaîler hiçbir yerde çıkmamıştır Kür Şad’ın bu hareketi hiçbir netice vermeden sönseydi bile yine o en büyük kahraman sıfatına lâyık olacak ve bu hareketiyle torunları olan biz, bugün Türklere edebî bir şan ve şeref kazandırmış bulunacaktı Halbuki bu misli görülmeyen kahramanlık Çinlileri o kadar korkuttu ki onlar Çinde esir bulunan bütün Türkleri bir an önce Türkeline göndermekten başka bir şey düşünmediler Bu suretle, denilebilir ki, Türkleri esaretten kurtaran, Kür Şad’ın kahramanca saldırışı olmasaydı Çinliler, tabii, Türkleri Çin’de alıkoyarak çinlileştirme siyasetinde muvaffak olacaklardı Ve belki de bugün yer yüzünde büyük Türk milleti bulunmayacaktı Bir millete ileri atılış gücünü verebilmek için Kür Şad gibi serden geçti yiğitler gerektir Bu türlü gözünü daldan budaktan sakınmayan erler boşu boşuna ölseler bile milletlerinin ruhuna soktukları duygu ile en müspet neticeyi almış sayılabilir Çünkü bunlar millet için birer örnek ve birer remiz olurlar

Büyük geçmişinden ilham alan yüksek tahsil gençliğinin, büyüklerimiz için günler yapmasını bütün samimiyetimle alkışlarken, büyük Namık Kemal’le büyük Gök Alp’ın ruhlarına, kendindeki büyüklükten yalnız bir parçasını tevarüs ettirmiş olan en büyük Kür Şad için de ayrı bir gün yapmalarını, biraz daha yaşlı bir arkadaş sıfatıyla, diler ve beklerim Yüksek tahsil gençliği gibi Namık Kemal ve Gök Alp’ın ruhunu pek çok ve Kür Şad’ın ruhunu biraz sevindiren yüksek duygulu bir kütleden bunu beklemek hakkımızdır

Kür Şad 639’da öldü Beş yıl sonra yani 1939 da, onun ölümünün 1300, yılında büyük bir Kür Şad günü için şimdiden hazırlık yapılsa, onun hayatı için bir piyes yazılsa ve büyük adına Üniversite meydanda tek parçalı sade bir taş kırık bir kılıçtan ibaret bir abide dikilse nasıl olur? Üniversite bir bilim ocağıdır Fakat şunu unutmamalıdır ki bir millette önce kahramanlar yetişir, ondan sonra şâirler delir, âlimlerse daha sonra meydana çıkar Üniversite bir bilim yeri, Kür Şad’da ömründe ok ve kılıçtan başka bir şey kullanmamış bir asker olabilir Lâkin şunu da kabul etmek lâzımdır ki arkadaşım Orhan Şaik’in dediği gidi:

En yüksek eserler kılıçla ve düşman kanıyla yazılmış olanlardır

Kopuz Dergisi, 1939, Sayfa: 3


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




MİLLİ DEĞERLER VE MİLLİ RUH

Yahya Kemal, Ziya Gökalp’la olan manzum bir şakalaşmasında: “Kökü mâzide olan atiyim” demişti Bu dört kelimelik mısra, yaşamak kabiliyeti olan bütün milletler için değişmez bir düsturdur Maziyi unutsak, atsak, inkâr etsek bile kökümüz, aslımız oradadır Manevî kanımızda, yani ruhumuzda olan istidatların, iyi ve kötü her şeyin genleri oradan gelmektedir Onları bilmek, kusurlu olanları düzeltmek milletteki yaşama inancının şartı, kanunudur

Maziyi küçük görmekten hiçbir şey çıkmaz Onu aşağılamak yanlış bir düşüncedir Yeni doğmuş bebeği çirkin, akılsız, âciz diye sevmemek, onun sonra ne güzel bir şey olacağını düşünmeden yapılan nasıl bir haksızlıksa, kusurları olan maziyi sevmemek de öylece yanlış bir davranıştır

Gerçi mazinin sisli ufuklarındaki şanlı ve büyük perdenin arkasında sönük ve korkunç başka perdeler de vardır İnsanın henüz insanla hayvan ortası bir yaratık olduğu zaman hiç de övünülecek bir çağ değildir Fakat ne yapalım ki bu böyledir Yaratıcı kudretin bize çizdiği kaderdir Onu değiştirmek kimsenin elinde değildir

Övüncümüz, millet veya kavim olduğumuz zamanlardan başlar Çünkü artık yasa içinde, düzenle, erdemle, yardımlaşma ile, teşkilâtla, fedakârlıkla, savaşta ölümü göze almakla yaşanan bir hayat başlamış, yaşamak güzelleşmiştir Bu güzel hayatın da çirkin tarafları yok mudur? Elbette vardır Fakat bir aksak mısra için güzel bir şiir nasıl atılamazsa, sesi çok çirkin olan bir kemancı kızın sanatı nasıl inkâr olunamazsa, bir ameliyatta hastayı öldüren birinci sınıf bir doktor nasıl büyük hekim olmaktan çıkmazsa bir millet de mazisindeki çirkin taraflar yüzünden sıfıra indirilemez

Bir insanın tek bir sözüne, bir eskrimcinin bir hamlesine, bir kumandanın bir muharebesine bakarak da hüküm verilemez Hüküm vermek için o insana, o sporcuya, o kumandana topyekûn bakmak gerekir

Atatürk’ün büyük kumandan olduğunda kimsenin şüphesi yoktur Ama Birinci Cihan Savaşı’nın sonunda Suriye’de yenildi

Gazi Osman Paşa da büyük kumandandır O da yenildi Hem de tutsak düştü Bunlarla Atatürk’ün ve Gazi Osman Paşa’nın büyük kumandan olmak vasfı gider mi? Gitmediğine en büyük senet, Moskof Çarı’nın Gazi Osman Paşa’ya kılıçla gezmek müsaadesini vermesi, İngilizlerin de Çanakkale Savaşı hakkındaki resmî tarihlerinin başında Atatürk’e yaptıkları ithaftır

Mehmet Emin Yurdakul’un dediği gibi: Milliyetler mazilerden akıp gelen sellerdir

Mazide eşsiz bir güzellik vardır Çünkü artık bir daha geriye gelmeyecektir Çünkü orada hep ölüler yaşamakta ve suçlarından sıyrılmış olarak yalnız büyüklükleriyle bize bakmaktadır Mazi güç kaynağı, fazilet ırmağıdır

Milletlerin, mazilerine sımsıkı sarılmaları elbette boşuna değildir Toprak altından çıkan şekilsiz taş parçalarını değerlendirmek, tek duvarı kalmış bir yapıyı ayakta tutmak için didinmek bir yaşama savaşı, köklü olmak ülküsünün görünüşüdür

İskoçlar o acayip eteklikleri herhalde elâlemi kendilerine güldürmek için giymedikleri gibi İspanyollar da boğa güreşlerini vahşet olsun diye yapmıyorlar

Millet hayatındaki vazgeçilmez unsurlardan biri de müziktir Bazılarının dediği gibi müzik iptidaî insanın isterisinden doğmuş olsa bile artık güzel sanatların bir bölümü olarak hayata girmiştir Çıkmaz; çıkarılamaz

Biz de tâ Hunlar çağından, yani milâttan önceki yüzyıllardan beri bir saray ve ordu mızıkası olduğu tarihî kayıtlarla bilinmektedir Bir millî marş, bir askerî beste, melâli anlatan bir parça yahut neşeli bir ezgi fertleri, toplulukları, milletleri ruhlandırır, bazen kendinden geçirir İnsanlar müzikle duygulanırlar, sevinirler, bazen de ağlarlar

Türk müziği, cihan devleti kurmuş bir milletin ruh olgunluğunu gösteren ağırbaşlı bir müziktir Tabiî, onun her parçasına güzel denemez Batı müziğinin her parçasına da denilemeyeceği gibiGüzelin tarifi pek çoktur Çünkü güzelin tartısı ve ölçüsü yoktur Görende, duyanda büyük estetik tesir yapan şey güzeldir Bu sebeple bir Türk’ün güzel bulduğu şeyle bir Batılı’nınki, bazen bir olsa da, çok defa aynı değildir

Bizim müziğimizin büyük üstadlarından biri “Itrî”dir Millî ruhu terennüm etmiş, Türk’ün duygusunu dile getirmiştir Itrî bir mazidir, semboldür Türk müziğinin devidir

Türk Milleti günün birinde Müslümanlığı bıraksa bile nasıl Süleymaniye’yi sevecekse, müziği de hangi yolu ve yönü alırsa alsın Itrî’yi de öyle kutlayacaktır Itrî bir mukallid yani bir çalgıcı değil, bir yaratıcı yani bir bestekârdır

Durum bu iken 27 Kasım 1971 tarihli Milliyet’te “Devlet Sanatçısı” Bayan Suna Kan’ın Itrî’yi de, tek sesli müzik dediğimiz Türk musikisini de yerin dibine batıran yazısını okuyunca hayretler içinde kaldık Usta bir kemancı olan Suna Kan vaktiyle bir hârika çocuktu Demek artık hârikalığı giderken sadece çocukluğu kalmış Tek sesi hakir görmek nedir? Sindirilmemiş bir yükselmenin eseri Müziğin ileri veya geri oluşunu yalnız tek ses veya çok sesle açıklama pek çocuksu bir izah değil mi? Caz müziği de çok seslidir ama bu, onu bayağı bir takırtı olmaktan kurtarmıyor

Ney de tek sesli bir müzik aletidir Ancak ney, tarihimizde sadece bir müzik aleti olarak değil, aynı zamanda şanlı bir silâh olarak da yer almıştır Çünkü, tahtından indirildikten sonra bir odada tutuklu bulunan III Selim, çoğu gayrı Türk kölelerden meydana gelen bir kalabalığın, kendisini öldürmek üzere, odasına saldırdıkları sırada ney çalmakta idi ve kendisini o tek sesli müzik aleti ile savunmuştu

Suna Kan’ın küçümsediği kavuklu adamların çaldığı tek sesli mehterle ülkeler açıldı, teşkilât kuruldu ve İngiliz Toynbee’nin yer yüzünde kurulmuş iki buçuk imparatorluktan biri diye vasıflandırdığı Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürü ve medeniyeti yüzyıllarca yaşadı (öteki imparatorluk Roma, yarım olanı da İngiliz İmparatorluğu’dur)

Muhteşem bir tarihin müziğini küçük görmek o muhteşem maziyi de küçük görmek, kendisini bu milletten saymamaktır Suna Kan, 22-23 Aralıkta Devlet konser salonunu “müzelik eserler” işgal ederse Devlet Sanatçılığı unvanını iade edecekmiş

Etsin! Bu dünyaya bir Suna Kan gelmeseydi Türk milleti hiçbir şey kaybetmezdi Gitmesiyle de kaybedecek değildir Çünkü, o nihayet usta bir çalgıcıdır ki kendisinden daha usta olanlar da vardır

Fakat dünyaya bir Itrî gelmeseydi Türk ırkının müzik yönü bugünkünden biraz daha aşağıda kalacaktı Çünkü, O, gerçek sanatkâr, yani bestekârdı

Bir de her şeye Atatürk’ü karıştırmakla davalar çözümlenmez Suna Kan’ın yaşı Atatürk’ün müzik hakkında konuşmalarını ve sözlerini bilecek kadar fazla değildir Herhalde kendisine öğretenler var

şunu asla unutmasın ki Atatürk tek sesli müziği sevmeseydi, sofrasında bu müzikle şarkılar söyletmez, kendisi de söylemez, hatta Zeybek havası çaldırıp bizzat oynamaz ve tek sesli besteler söylesin diye Safiye Ayla’yı çağırtıp getirmezdi

Millî değerlerin modası geçebilir, müzelik olabilirler Fakat yine saygı görürler Beethoven de müzeliktir ama hakaret görmüyor, baştacı ediliyor Bugünkü Avrupa’nın insanlıktan çıkmış gençleri Beethoven’i dinleyip anlıyor mu? Onlar ancak Pop müziği denen vahşi seslerle zıplıyorlar Fakat Beethoven’in tarihte aldığı yeri sarsamıyorlar, sarsamazlar

Suna Kan’ın hücumlarına rağmen de Itrî tarihteki yerini almıştır, yıkılmaz Hafif keman yayı ile vurarak üç yüzyıllık taş anıtı devirmeye imkân yoktur O, millî ruhtan bir parçadır ve Türk ırkı yaşadıkça dimdik ayakta duracaktır

(20 Aralık 1971), Ötüken, 1972, Sayı: 92


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




MİLLİ ŞUUR UYANIKLIĞI

Millî şuur, bir milletin, kendini duyması ve bilmesidir Hem duyguya hem de düşünceye dayanan millî şuur, bir milletin mânevî kuvvetlerinden en önemlisidir Milletlerin hayatını koruyan dört savunma hattından en geride olanı yâni sonuncusu ve en mühimi millî şuurdur İnsan uzviyetinin akciğer, karaciğer, kalp ve beyin nasıl dört önemli organı ise, bir milletin de ordu, bağımsızlık, dil ve milli şuur, dört büyük kalesidir

Bir millet, ordusunu kaybedebilir Bağımsızlığını da kaybedebilir Fakat, dilini sakladıkça, o millet yaşıyor demektir Dilini kaybeden bir millet ölmüş sayılır Buna rağmen bir millet, dilini zorlayıcı sebeplerle kaybettiği halde, milli şuuruna sahipse, o millet kendisine zorla kabul ettirilen yabancı dile rağmen, gerçek kişiliğini bilir ve günün birinde bu millî şuur sayesinde, öz dilini yeniden öğrenerek gerçek benliğine döner Bunun en güzel örneği Lehistan Türkleridir Türkçe'yi yüzyıllardan beri unutup Lehçe konuştukları halde Türklüklerini unutmamışlardır ve günün birinde Türkçe konuşacaklardır

Millî şuurun uyuşuk ve uyanık olması, milletlerin yaşama kabiliyetleri ile orantılıdır

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, yabancı unsurların borusu ötmez İdâre işlerinin başına önemli yerlere yabancı soydan kimseler gelemez Orada "bilim", "milli menfaatin" emrindedir Bilim, bilim için değil, milletin büyüklüğü ve şânı içindir

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, millet, yabacıyı kendisinden saymaz Yabancı soydan olanlar, vatandaş ve tebaa olsa bile, yine yabancı sayılır Ona güvenilmez Yabancılarla evlenilmez Hele yüksek tabakada bu evlenme hiç görülmez Kânunlar, yalnız milli menfaati korumak ve milleti yükseltmek için yapılır Tarih, yalnız milli şân ve şeref bakımından ele alınır Geçmişe sövülmez Yabancı milletler ve kimseler millî kadroya sokulmaz Geçmişi, mefâhiri, ahlâkı, aileyi, seciyeyi, erdemi, kahramanlığı, milliyetçiliği açıktan açığa veya sinsice baltalayan yazılara, eserlere, filmlere, piyeslere, konferanslara izin verilmez Millete hitâp eden ve halkı terbiyede rol oynayan müesseselerin başına o milletten olan iktidarlı, ahlâklı ve zekî insanlar getirilir

Milli şuur uyanık olunca iltimas, rüşvet ve haksızlık kalkar Hizmeti olanların hizmeti inkâr olunmaz Tarihi şahsiyetlere gerçek değeri verilir Ne ufacık kusurları yüzünden dev gibi adamlar küçültülür, ne de gerçeğe dayanmayan büyüklükler dolayısıyla ahlâksız insanlar devleştirilir Avukatlar millete hakâret etmiş yabancıların savunmasını üzerlerine almaz Soysuzlaşmış tipler, yarı çılgınlar, millî dili doğru dürüst bilmediği halde kendini gençliğin önderi sayan manyaklar ve budalalar, gazete ve dergilerde, kendilerinden daha kuvvetli olanlara, fikir ve ülkü savunması perdesi altında, kendi cüce şahsiyetlerinin reklamını yapamaz

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde doktorlar sahte rapor vermez Okula gelmeyen öğrenci hastaydım diye yalan söylemez Millî şuurun olduğu yerde hiçbir zaman yalan söylenmez Kadınlar ve erkekler aşkı, millet ve vatan duygularından üstün tutmaz Sancak kutlanır ve saygı görür Milli renkler her zaman ululanır Bayrak katlanmak için bile yere değdirilmez Atalar mezarlarında hayvanlar otlamaz ve hele fâhişeler ve yabancı kanı taşıyanlar orada zina yapacak kadar müsâmaha görmez Küçük büyüğün, öğrenci öğretmenin, memur amirin aleyhinde söz söylemez Kadınlara saygı gösterilir Kadınlar kokotloşmaz

Öğrenciler, milli heyecanla coşan bir yürek taşır Fakat ciddî ve disiplinlidir

Öğretmenler iltimas yapmaz Öğrenciler kopya çekmez Herkes hakkına râzıdır Dün okula başlayanlar bugün üstadlık dâvâsına kalkmaz Görev kutsal tutulur

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, dil kıskançlıkla korunur Dilin kurallarını ve sözdizimini bozmaya kalkıp bunun hakkında yazı yazan çılgınlar alkışlanmaz,aksine tımarhâneye sokulur Herkes kendi keyfince bir imla kullanmaz Millî şuur uyanık olunca başıbozuktan kurmay,vatan haininden profesör, hekimden dilci, cahilden müverrih, yabancıdan vekil, serseriden ülkücü çıkmaz

Millî şuur, bir ışıktır Yurdu aydınlatır ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrepleri açığa çıkararak, karanlıkta iş görmelerine engel olur İnsanda beyin ne ise, millette de milli şuur odur Ciğeri, karaciğeri, hattâ bazen kalbi kurşunla delinen bir adamın yaşadığı görülür Fakat beyninden kurşun yiyen bir insanın yaşamasına imkân yoktur Bunun gibi bir millet de ordusuz ve bağımsız yaşayabilir Hattâ dilini kaybetse de ölmeyebilir Yeter ki milli şuuru olsun

Millî şuur, bir milletin yaşama ifadesi, hayat kaynağı ve en kuvvetli silahıdır XX Yüzyılda millî şuuru olmayan milletler yıkılmaya mahkumdurlar

Kızılelma, 2 Ocak 1948, Sayı: 10






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




BİR ANSİKLOPEDİNİN BÜYÜK YANLIŞLARI

Türkiye`de mânâsı bir türlü anlaşılamayan iki kelime "Türkçülük" ile "Turancılık"tır İnsanlara bir düşünceyi, bir kavramı anlatmak çok güçtür Beyinlere yanlış olarak kazılan bir şeyi düzeltmek için başlıca çare ciddî yayınlar olabilir

Türkçü olarak Türkçülük ile Turancılık kelimelerinin ne mânâya geldiğini birkaç defa açıkladığımız hâlde görülüyor ki maksadımızı anlatamamışız "Türkçülük", Türk ülküsü, yani Türklerin her alanda her milletten üstün olması düşüncesi; "Turancılık" ise Türkçülüğün siyasî amacı, yani yer yüzündeki bütün Türklerin, geçmişte olduğu gibi, tek devlet hâlinde birleşmesidir

Tarih, ülkü ve millî irâde gücü hakkında hiçbir bilgisi olmayanlar buna "hayal" diye itiraz ediyorlar, fakat bir milleti birleştirmek ülküsüne hayal dedikleri halde bütün milletleri Moskova çevresinde birleştirmeyi gerçekleşebilir diye görüyorlardı

Büyük bir enerji kaynağı olan yüz milyonluk Türk milletinin birleşmesinde imkânsızlık görenler, iki bin yıllık tutsaklıktan sonra Yahudilerin kurduğu İsrail devletini görmemezlikten geliyorlardı Daha kötüsü Turancılığı, Türkiye için macera, tehlike gibi görerek Turancıları Türkiye`nin mahvına sebep olacak insanlar diye tarif ediyorlardı

Turancılık, bağımsız Türklerin devleti olan Türkiye sınırları dışındaki Türkleri kurtarmak demek olduğuna göre önce Hatay`ın kurtarılması, sonra Kıbrıs`ın yarısına el atılması Turancılık değil de nedir? Kıbrıs`taki 100000 Türk için savaşan Türkiye, şartlar hazır olduğu zaman neden milyonlarca öteki Türkler için çarpışmasın?

Türkçülük ve Turancılık için gazete ve dergilerde yanlış ve kasıtlı yazılar çıkabilir Nitekim çıkmıştır, çıkmaktadır Siyasî parti mensupları tarafından da aleyhte, tahriflerle dolu sözler söylenebilir Bunun en tipik örneği o zamanki Türkiye devlet başkanı İsmet İnönü tarafından 19 Mayıs 1944`te Ankara Stadyumunda söylenen mahut nutuktur

Fakat ilmî eserlerde ve ilmî çerçeve içinde kalması gereken ansiklopedilerde yalana, yanlışa, tahrife yer olamaz Ansiklopedi asırlara hitap etmek gayesiyle çıkar Çıkaranların fikriyatı ne olursa olsun, anlattığı konularda tarafsız kalmaya mecburdur Bu onlar için ahlâkî bir görevdir

Bizi bu satırları yazmaya sevkeden sebep "1923-1973 Türkiye Ansiklopedisi" adıyla fasiküller hâlinde çıkan bir ansiklopedinin "Turancılık ve Türkçülük" maddesindeki büyük yanlışlardır Türkçülük çok eski bir fikir akımı olup incelenmesi uzun çalışmalara bağlı olduğu halde bu ansiklopedide aceleyle ve dikkatsizce yazılan satırlarla anlaşılmaz bir hale getirilmiş, bu arada şahıslarımızı töhmet altında bırakacak sözler söylenmiştir Aceleyle yazılmış olması, şüphesiz bu ansiklopedinin ticarî maksatla hazırlandığını gösterir Fakat nâşirlerin kazanç arzusu başkaları hakkında yanlış, hele düşürücü bilgi sıralamak hakkını onlara asla vermez

Şimdi Türkiye'de pek çok ansiklopedi çıktığı ve bir ikisi dışında sathî ve değersiz olduğu için ben bunları alıp okumuyorum Bahsettiğim ansiklopedinin Turancılık ve Türkçülük maddesini ihtivâ eden fasikülünü genç bir ülküdaş getirdiği için görebildim 1360-11364'üncü sayfalardaki Turancılık ve Türkçülük maddesi çok yanlış yazılmıştır Ansiklopediye bir madde yazan kimse veya kimseler her şeyden önce bahsettikleri kişinin veya kişilerin adlarını doğru yazmaya mecburdur Halbuki bu maddede dört kişinin adı yanlış yazılmıştır Benim adım "Nihal Atsız" olmayıp "Nihâl Atsız" olduğu gibi "Necdet Sançar"ın doğrusu "Nejdet Sançar", "Heybetullah"ın doğrusu "Hibetullah", "Faiz Hisarcıklı"nın doğrusu da "Fazıl Hisarcıklı"dır Benim vaktiyle çıkardığım derginin adı "Atsız dergi" değil, "Atsız Mecmua"dır Bu ufak gözüken yanlışlar ciddiyetsizliğin örneği ve acelenin neticesidir Hiçbir suretle mâzur görülemez

Maddeyi yazan veya yazanların "Turan"ı bir şehir sandıkları da görülüyor: 1361'inci sayfanın orta sütunundaki şu cümleye bakın: "Her şeyden önce Millî Mücadelenin daha başlarında Misak-ı Millînin kabul edilmesiyle kutsal belde Turan`a bağlanan umutlar bir yana bırakılmış oluyordu

Arapça olan "belde" kelimesi Türkçe'de yalnız "şehir" anlamına geldiği için Turan`ı böyle tavsif etmek de hem acelenin, hem de bilgisizliğin eseridir Fakat acele mazeret değildir Turan, Türklerin yaşadığı bütün topraklardır Hatta bugün bir tek Türk'ün barınmadığı Kırım gibi tarihî Türk yurtları da Turan'ın içindedir Bu sebeple maddeyi yazan veya yazanların "Osmanlı ülkesinin turan olmadığı" hakkındaki sözleri de (1361'inci sayfa, sol sütun) doğru değildir Osmanlı İmparatorluğu'nda Türklerin yaşadığı bütün bölgeler Turan'ın parçaları olduğu gibi bugünkü Türkiye de bütünüyle Turan'ın bir bölümüdür

Ansiklopedinin bu yanlışları, ciddî bir eser için ayıp olmakla beraber bizim için mühim olan, Türkçülerin tahrikçi olarak anlatılması ve mahkeme huzurunda Turancılığı milliyetçilik diye diye izaha kalkışarak "milliyetçi" kelimesini kendilerine siper etmekle suçlandırılmasıdır Türkçülük şüphesiz milliyetçiliktir ama özel mânâsı olan, her şeyin üstünde bütün Türk milletini düşünen, bunun dışındaki kavramlara ehemmiyet vermeyen bir milliyetçiliktir Bugün Türk milletini Anadolu'da yaşayan Sünnî Müslümanlardan ibaret sayıp kendilerine "Anadolucu" diyen ir grup dahi milliyetçilik iddiasında bulunuyor Gerçekte Türklükle Anadoluculuk bağdaşmayan, hatta birbirine düşman iki fikirdir Bu sebeple Türkçülerin milliyetçilik kelimesi arkasına saklanmaları söz konusu olamaz Gerçi 1944-1945 olaylarında ilk önce Türkçüleri mahkûm eden Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde bazı Türkçüler, Türkçülüğün milliyetçilikten başka bir şey olmadığını savunmuşlarsa da bu, Turancılığın ne olduğunu bir türlü anlamayan mahkeme heyetine ve bile bile Türkçülük düşmanlığı yapan savcı ve müteveffa Kâzım Alöç'e Türkçülük gerçeğini anlatmak içindi Yoksa birçok Türkçü, bu arada bu satırların yazarı, mahkeme karşısında Türkçülüğü de, Turancılığı da, ırkçılığı da benimsediğini söylemekten çekinmiş değildir

Türkçüleri tahrikçilikle suçlamak gibi büyük bir ithâmı yapanlar bunu ispat edecek yazı veya başka belgeleri de göstermeye, müfterî olmaktan kurtulmak için mecburdurlar

Tahrikâtın mânâsı insanları kanundışı davranışlara kışkırtmaktır Tahrikât denilen şey Türkçülerin çıkardığı dergilerdeki yazılarsa bunlar fikri yaymak için yapılan propagandalardır Namuslu fikirlerin propagandası kanun ve ahlâk bakımından suç değildir O halde bu tahrikât sözü yıllardır komünistlerin ve bir iki kere de İsmet İnönü'nün Türkçülere yönelttiği, aksi ispat edilmiş bir gevelemeden başka nedir?

Bir diğer konu da Turancılık ve Türkçülük maddesini yazan veya yazanların "Türkler" hakkındaki şaşılacak bilgisizlikleridir Şu satırlara bakınız:

"Asıl amaç Türkiye`yi Almanya safında savaşa sokmak olmakla birlikte bu amaca ulaştıracak yöntemlerden biri olarak Almanya'daki esir Türkleri de bünyesinde toplamak üzere Türkiye ve Pakistan'daki Türkleri bir araya getirecek bir federasyon fikri el altından yayılıyor, Almanya ise böyle bir fikrin gerçekleşmesine inanmasa bile savaşa girmemekte direnen Türk hükümetinin karşısında böyle bir baskı grupunun çıkmasından yarar umuyordu Bu defa olayın liderliğini Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan gibi kimseler yapıyor, bunların yakın çevresinde de yer alıyordu"

Türkiye ve Pakistan'daki Türkleri bir araya getirmek Böyle bir hezeyanı çocuklar bile yapmaz Ancak Ansiklopediyi çıkaranlar galiba Pakistanlıları da Türk sayıyorlar Türkiye`yi Almanya safında savaşa sokacak baskı grubu tek parti diktatörlüğü çağındaki üç beş öğretmen ve öğrenci mi idi? Türkçüler, meselâ yanı başlarındaki eski Türk vilâyetleri Irak'ta yaşayan birkaç yüz bin Türk dururken uzaktaki Pakistan`a mı gideceklerdi? Daha mühimi o zaman "Pakistan" diye bir devlet var mıydı? Varsa bile orada belki birkaç mülteciden başka Türk yaşıyor muydu? Bu saçmalar ancak Yahudi Dönmesi Komünist Sabiha Zekeriya Sertel'in hatıratına yakışan şeylerdir Kazanç hırsıyla acele olarak çıkarılan ansiklopedilerde bu türlü yanlışlar kaçınılmazdır İslâm ve Türk Ansiklopedileri yıllardır bitirilememişken kısa bir sürede bir ansiklopediyi tamamlamak yanlışları önceden göze almakla mümkün olur Burada nâşirlere sorulacak bir soru var: Turancılık ve Turancılar hakkında kaynak bulamadılarsa yaşayan Turancılara başvurarak sağlam bilgiler elde edemezler miydi?

Nâşirlerin bu türlü ansiklopediler ve ansiklopedik eserler yayınlamakla uğraştıklarını Hayat Tarih Mecmuası`nın Ocak 1974 tarihli sayısında Yılmaz Öztuna`nın "Dünya Tarihi Faciası" adlı yazısından öğrendim Yılmaz Öztuna 12 ciltlik Türkiye Tarihi`nin müellifidir ve bu eser bugün mevcut Türkiye Tarihlerinin en iyisidir Öztuna, nâşirlerin Dünya Tarihi adlı ansiklopedik eserlerinde, kendi kitabından isim zikretmeden pek çok aktarmalar yapıldığından haklı olarak şikâyet etmektedir Hiç kimse kendi eserinin yağmalanmasından hoşlanmaz Bilhassa bir müellifin tarihî buluşlarını alırken kaynak zikretmek yazarlık sanatının görgü kaidelerindendir Demek ki nâşirler yakıştırırken bir yandan da Öztuna'da olanı aktarmış ve ad vermemiş durumuna düşüyorlar Kaynak zikretselerdi ne olurdu? Eserlerinin veya kendilerinin değeri mi azalırdı? Bilâkis kamu vicdanında sevimli hâle gelirler, doğru iş yapmış olurlardı

Sırası gelmişken burada bir noktayı da aydınlatmak istiyorum: Türklerin kırk ülkede kırk devlet değil, Orta Asya ve onun devamı olan Doğu Avrupa'daki geniş bölgede bir, Önasya'da da diğer bir devlet olarak başlyıca iki devlet kurmuş olduğunu, şimdiye kadar devlet diye bilinen isimlerin hanedan adı olduğunu ilk defa ben yazmışımdır Bu, Edebiyat Fakültesi öğrencisi iken Türk tarihini kavramaktaki güçlükleri görmekten doğan bir istekle yaptığım sıkıcı çalışmaların sonucudur 1935'te yayınladığım "Türk Tarihi Üzerine Toplamalar" adlı eserimin önsözünde bu fikri savunduğum gibi, 1941 Ağustosunda çıkan "Çınaraltı" dergisinin ilk sayısındaki " Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır" başlıklı yazıda da aynı fikri daha sistemli ve düzgün bir şekilde kaleme almışımdır Bu son yazı Afşın Yayınları'nın 8`incisi olarak 1966`da çıkan "Türk Tarihinde Meseleler" adlı kitabımda da vardır

Türkiye Ansiklopedisinde Turancılık maddesinin yanlışları bu kadar da değildir Edebiyat Fakültesi asistanlığından Malatya ortaokuluna sürülüşüm Atsız Mecmua'daki yazlarım yüzünden değil, Birinci Tarih Kurultayında kendisine birkaç arkadaşla birlikte telgraf çektiğim Reşit Galip benden öc almıştır

Bir diğer yanlış da Halide Edib'in Turancı sayılmasıdır "Yeni Turan" adlı bir roman yazmakla insan Turancı olmaz Halide Edib daha sonraki yıllarda Türkçülük aleyhine dönmüş, İstanbul Üniversitesindeki profesörlüğü sırasında bunu bazı hareketleriyle göstermiştir Gençliğinde modaya uyarak yazdığı "Yeni Turan" onu turancı yapıyorsa, o halde gençliğinde Millî Savaş heyecanına kapılarak "Yaralı Hayalet" manzumesini yazan Nâzım Hikmet`i de vatan şairi saymak gerekir Oysa Nâzım Hikmet, bir numaralı vatan hainidir

Ötüken Dergisi, 11 Şubat 1975, Sayı: 4






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




NE YAPTIĞINI BİLMEYENLER

Artık "anarşist" diye adlandırılan komünistlerin duruşmaları ilgi çekici bir şekilde sürüp gidiyor Türkiye'yi yıkmak için kurulup adına "Dev-Genç" denilen teşkilatın başkanı, duruşma sırasında, perişan ruh halini anlatan sözler söyleyip davranışlarının manasız olduğunu kabul etti 21 Mayısçılardan olduğunu öğrendiğimiz Yusuf Küpeli'de aşağı yukarı aynı şekilde konuştu

Anlaşılan şu: Bu gençler sosyal hastalıklara karşı aşısız oldukları için kendilerine zerkedilen yabancı emel mikroplarına dayanamayıp hastalanmış, ne yaptığını bilmez kişiler olarak yabancı düşüncelerin aleti haline gelmişlerdir

Bu dayanıksızlık yalnız genç anarşistlerde değildir Biraz daha geriye bakınca görülen manzara aynıdır 27 Mayıs hareketi denen ve sözümona devleti kurtarmak için yapılan ayaklanmanın devlet yönetimine getirdiği 38 kişiden 3 tanesi bugün vatan ihanetinden yargılanmaktadır: kültür ve fikir meselelerinde elifi görse mertek sanan Cemal Madanoğlu, Askeri katip İrfan Solmazer ve eski Piyade Yüzbaşısı Numan Esin

Yine bu 38 lerden Ebedî Senatör Ahmet Yıldız, karakol ve bankaların basıldığı, dükkanların yağmalandığı, bir polisin ölüp birkaç subayın yaralandığı anarşik 16 Haziran hareketi için "ayaklanma değildir" demişti

Yine, 38 lerden, MHP üyesi ve eski Jandarma Yüzbaşısı Ahmet Er, seçim propagandası yaptığı sırada Türkiye'ye nizâm-ı Muhammedi'yi getireceklerini söylemişti

Demek ki Türkiye'yi yönetecek olan 38 kişiden 5 inin fikir yapısı bu idi O halde zavallı Sultan İbrahim'in suçu ne idi ?

Aynı madalyonun öteki yüzündeki manzara da daha az acıklı değildir: 28 Mayıs günü, Ankara'da öldürülen Ali Balseven'in başına gelen iş yine sosyal hastalıklara karşı aşısız bir güruhun marifetidir: 1948 Maraş doğumlu olup sıkıntılı bir hayat mücadelesinden sonra Ankara Ziraat Fakültesine giren ve gözüpek, katıksız Türkçü bir genç olan Ali Balseven Milliyetçi bir partidir diye MHP ye girip bu partiden, Türkçü olmadığı kesinlikle anlaşıldıktan sonra çıktığı için üstüne çektiği düşmanlıklar sebebiyle ve kahbece öldürülmüştür

Balseven'i öldürenler bir kere nâmerd insanlardır Merd olsalardı silahsız bir kişinin üzerine silahlı bir kaç kişiyle saldırmaz, görülecek hesapları varsa onu eşit şartlarda erkekçe vuruşmaya çağırırlardı Sonra bunlar kuşbeyinli yaratıklardır Bu davranışın kendilerine bir şey kazandırmayıp çok şey kaybettireceğini, Balseven gibi düşünenlere ise çok şey kazandıracağını düşünememişlerdir Onlara hatırlatalım: Türkçülük kolay iş değildir

Geceleyin köşe bekleyip bir kişiye birkaç kişiyle saldırmak gibi rezaletlerin Türkçülükte elbette yeri yoktur Türkçülük sözünün eri olmak, ettiği yemine sadık kalmak ve yalan söylememektir Türkçü taviz vermez ve politika yapıyorum zannı ile "biz Yahudi aleyhtarı değiliz; çünkü onlarla hiç savaşmadık" gibi gülünç sözler söylemez Türkçülük makam hırsı ile bağdaşmaz

Başkanlık vasıflarından mahrum insanların başkalarını kötüleyerek liderlik davası gütmeleri, hilekâr daltabanların oyuncağı olmaları kadar acıklı durum yoktur Başkan olacak adamın bütün ömrü dimdik geçmiş olmalı, mazisinde kendisini küçük düşürecek bir zaaf bulunmamalıdır Vaktiyle kendisini sorguya çekenlere "Hatamı anladım Beni affetmenizi istirham ederim" diye mektup yazanların liderlik davası Don Kişot cakasından başka bir şey değildir Böyle liderler ilk seçimde silinmeye mahkumdur

Yüksek tepelere kartal da çıkar, bazen yılan da çıkar ama kartal yükselerek, yılan sürünerek çıkar

Ötüken Dergisi, 17 Haziran 1975


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




YORULANLAR

Bir yarış başladığı zaman, ilk anlarda bütün yarışçılar aynı hizada, aynı enerji ile koşarlar Biraz sonra bir takımın azıcık geride kaldığı görülür Daha sonra yarışçıların önde,ortada, arkada, en geride olmak üzere bir kaç gruba ayrılması mukadderdir Fakat henüz hiç birisinde yılgınlık yoktur Hatta zaman geçtikçe arkadakilerden bazılarının öndekilerden bazılarını geçmesi, öndekilerden bazılarının da kesilerek daha gerilere kalması olağandır

Nihayet kritik anlar gelir Mesafe uzamış,ciğerlerle kaslar yorulmuş, sinir gücü yıpranmıştır Artık bundan sonrası inanç, karakter ve şeref meselesidir

Turlar birer birer atlandıkça koşucuların arasındaki mesafeler çoğalacaktır Yorulanlar birer ikişer,türlü bahanelerle yarışı bıraktıkları, onu şeref ve inanç meselesi yapanların ise yarışa devam ettikleri görülecektir Yarışanların arasına bazılarının pek bitkin olduğu, fakat karakterleri icabı yarışı bırakmadıkları sezilecektir Hatta bu bitkinler arasında,en ileride koşanlardan bazıları da vardır Kimisi de maddi gücü elvermediği için çok geride kalmış olmasına rağmen ruh ve inanç kuvvetiyle yarışmaktadır

Uzun yarışı bitirenler, başlayanlara göre oldukça azdır Hatta bunlar arasında yarışı bitirdikten sonra kalb durmasından ölenler de bulunabilir

İpi ilk göğüsleyenlerle son göğüsleyenler arasında bazen çok uzun zaman da bulunabilir Fakat bu sonuncular maddi olarak kaybettikleri yarışta şeref ve karakter mükafatını kazanmışlardır

Bütün yarışlar böyledir Yarış başlarken pek neşeli olanların,büyük bir hızla ileriye atılıp ilk hamlede diğerlerini geçenlerin, biraz sonra yorulup yarışı bıraktıkları çok görülmüştür

Yarışı terkedenler arasında da karakter farkı vardır Soluğun tıkandığını, gücünün yetmediğini itiraf eden yiğit pek azdır Çoğunluk yarış arkadaşlarında suç bulmak sevdasındadır Bunlar yarış arkadaşları tarafından boyuna yollarının kesildiğini, kendilerine kasdi çarpmalar yapıldığını, deparda ötekilerin nizamsız olarak daha önce fırladıklarını söyler Bunların aslı, faslı yoktur

Dünya durdukça yarışlar böyle olacaktırkendisini ölçmeden yarışa katılan zayıflar, yarı yolda yarışı bırakacak, sonra bir bahane uyduracaktır

Mızıkçılık bir çok insanların mayasıdır Kendi kendisini eğitemeyen insanlar yaşlanıp kocasalar bile mızıkçı çocuk olarak kalırlar Mızıkçılık, kendi eksikliğini ve başarısızlığını başkasına atmak hastalığıdır

Kendisini atlet sanıp da yarışa giren kimse bu alandaki kabiliyetsizliğini bilmiyorsa ciddiyetten yoksunmuş demektir

Her yarış bir davadır O davanın adamı olmak gerektir Halterci ile güreşçinin koşuda işi ne? Onlar koşuya elverişsiz gövde yapılarıyla yarışabilirler mi? Halter ve güreş de spor olduğu için onları yarış sporu ile karıştırmak ne büyük gaflettir Yük kaldırmak başka, koşmak başkadır Ağırlık kaldıran adam halterci olabilir fakat yarışçı Asla!

Yarışlar böyledir Yarı yolda yorulup bırakanlar bulunur Hatta yarışı terk etmeden önce yanındakine çelme atanlar da bulunabilir Bunlar olağandır

Dünya durdukça yarışlar yapılacak ve onu şerefle bitirenler, az da olsa, daima bulunacaktır

Ötüken, 15 Haziran 1964






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




TURANCILIK ROMANTİK BİR HAYAL DEĞİLDİR

Türk milletinin ülküsü olan Turancılığı, herkesin dilediği şekilde anlattığı, bunu bir türlü romantizm diye gösterdiği göze çarpmaktadır Millî ülkülerde onun şiir yönü olan bir romantizm bulunmakla beraber ülkü; aslında gerçeklere dayanan açık ve kesin amaçları olan bir duygular ve düşünceler sistemidir Türkçü diye bilinen bazı yazarların Turancılıktan bahsederken, âdeta ürke ürke konuya değinmeleri Turancılığın ne olduğunu bilmeyenler üzerinde hiç de olumlu bir tesir bırakmıyor Türk Edebiyatı Tarihi'nde mühim bir yeri olan "Fırtına ve Kar" gibi "Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi" gibi aruz ve heceyle yazdığı ölümsüz şiirlerle Türk Edebiyatının ölümsüzleri arasına giren Orhan Seyfi Orhon'un 2 Şubat 1968 tarihli son Havadis gazetesindeki "Turan Nedir" başlıklı yazısı turancıların asla kabul edemeyecekleri yanlış düşünceler bakımından bu yazıma konu olacaktır

Yazı şöyle başlıyor:

"Çok değerli arkadaşım Tekin Erer'in en güzel misâlini vererek anlattığı gibi milliyetçilik bir Türk emperyalizmi hâlinde "Turancılık" yoktur Turan, Türk tarihinde büyük Türk ırkının kendisine vatan olarak seçtiği yerdir"

Bir kere Turancılıkla emperyalizmi karıştırmak büyük bir yanlıştır Emperyalizm bir milletin başka milletleri hükmü altına alması demektir O halde, Türklerin birleşmesi demek olan Turancılık neden Türk emperyalizmi oluyor? Bugün Türk topluluklarından birinin silâh kuvvetiyle öteki Türkleri yabancılardan kurtararak tek devlet halinde birleştirmesi emperyalizm midir? Dünyadaki bütün milletler, yabancı devlet hakimiyetinde kalan soydaşlarını kendileriyle birleştirmek için silâhlı ve silâhsız savaşlar yaparlar Bunun adı emperyalizm değildir, irredantizmdir ki makbul bir davranıştır

Sevr Barışı'nı kabule mecbur kalsaydık da Trakya ve İzmir'i Yunanlılara bıraksaydık, elli yıl sonra oraları kurtarmak için yapacağımız mücadele bir emperyalist savaş mı olacaktı? 100000 Türk'ün yaşadığı yerleri kurtarmak için de silâha sarılacaktır "Milliyetçilikte bir Türk emperyalizmi hâlinde Turancılık yoktur" demek, Turancılığı istememek, Türk birliğini şiir ve hayal olarak düşünmek demektir

Orhan Seyfi'nin yukarıya aldığım parçasında "turan, Türk tarihinde büyük Türk ırkının kendisine vatan olarak seçtiği yerdir" cümlesi var Peki, bu vatan şimdi nerede, ne durumda? Anadolu On Birinci Yüzyılda, kurtarmak için daha dün silâha sarıldığımız Kıbrıs On Altıncı Yüzyılda fetholundu; ya üzerinde doğup tarihe girdiğimiz topraklar ne oldu?

Turancılık ülküsünün, Ziya Gökalp'ın bir manzumesiyle Türk şuuruna girdiğini söylemek de yanlıştır Turancılık, yani bütün Türkleri birleştirmek ülküsü, milâttan öncesi üçüncü yüzyıldan beri vardır Türk büyüklerinin, iç huzuru sağladıktan sonra ardında koştukları tek düşünce her zaman Türk birliği olmuştur Ancak İslâmiyet bu düşünceyi bir miktar değiştirmiş, İslâmlığı korumak kaygısı Türk birliği ülküsünün zaman zaman az veya çok ihmâl ettirmiştir

Orhan Seyfi Orhon, yazısının bir yerinde de şöyle diyor:

"Apaçık anlaşılır ki gençlere Türkçülüğün bayrağını getiren şair (yani Ziya Gökalp) eski tarih boyunca Türk ırkının yaşadığı ülkeleri zaptedelim demiyor, Türklerin Turanı, Yunanlıların Megalo İdeası değildir Türk milletini eski Türk tarihi içinde hatırlamaktır"

Bu satırlar da baştanbaşa yanlıştır Ziya Gökalp, eski Türk ülkelerini zaptedelim demedi diye bizim de aynı yerde saymamız icab etmez Ziya Gökalp'ın Türkçülüğü bugün için artık eksik bir Türkçülüktür Zaman ilerledikçe o eksikleri tamamlayıp gedikleri kapatmaya mecburuz Kaldı ki Gökalp eski Türk ülkelerinin zaptı taraftarıdır

Moskof'un ülkesi viran olacak;

Türkiye büyüyüp Turan olacak!

diyen odur Türklerin Turanı, Yunanlıların Megalo İdeası değildir demek, Yunanlılar büyümek istedikleri halde biz istemiyoruz demektir ki bir millet için büyümekten korkmak kadar ölümcül düşünce olamaz

Bugün yoksul Asya ve çok geri Afrika milletleri bile büyüklük isteğinde, büyüklük ülküsünde iken bizim "Turancılığımız emperyalist düşünce değildir" dememiz tarihimizi kapatmaya karar vermekle birdir

Emperyalist değiliz ne demek? Eski topraklarımızı kurtarmak isteğimiz emperyalizm ise emperyalistiz Türkistan'ı, İdil-Ural'ı Azerbaycan'ı, Kafkasya'yı, Kırım'ı ve Türklerin yaşadığı başka yerleri istemek emperyalizmse kutlu bir düşüncedir

Viyetnam'ın, hangi fikirle olduğu henüz kesin olarak bilinmeyen savaşına alkış tutup altaylardan bahsetmeyi yeren soysuz hainler yanında, Orhan Seyfi Orhon gibi Türkçü bir şairin Turan'ı romantizm olarak tavsifini hiç yakıştıramadım

Bu konuyu ele almışken öteden beri söylenen bir tekerlemeye de cevap vermek isterim: Turancılık bir maceradır Bizi mahvediyordu Bundan sonra böyle maceralara atılmak çılgınlık olur

Bunu iddia eden zavallılar hangi maceradan bahsediyorlar? Birinci Cihan Savaşı'ndan mı? Birinci Cihan Savaşı'nın Turancılık düşüncesiyle açıldığını iddia etmek hiçbir şey bilmemek, dünyadan habersiz olmak demektir Yayınlanan tarih belgeleriyle artık iyice öğrenilmiştir ki, Türkiye savaşa girse de, girmese de Rusya, İngiltere ve Fransa, Türkiye'yi yok edip paylaşmaya karar vermişlerdi Türkiye için Almanya ile birleşmekten başka çıkar yol kalmamıştı O zamanki hükûmetin İngiliz ve Fransızlarla aradığı ittifak teşebbüslerine cevap bile verilmemişti Şimdi, bu şartlar içinde girişilen savaş bir Turancılık savaşı mıdır, yoksa bir ölüm-dirim kavgası mıdır? Hiç şüphesiz, savaşı kazanmak için Turancılıktan da, İslâm birliği düşüncesinden de istifade edilmek istenmiş biri İngilizlere karşı silâh olarak kullanılmış, az çok da faydası görülmüştür Fakat Turancılık fikri olmasaydı, Ziya Gökalp doğmamış bulunsaydı, bu kelime bilinmeseydi savaşın sonucu değişecek miydi?

Birinci Cihan Savaşı sırf Turancılık ülküsü uğruna açılmış olsaydı bile onun korkunç sonu Turancılığın yıkılışını değil, uygulamadaki beceriksizliğini ortaya koyardı Yerinde kullanıldığı zaman bir hastayı diriltecek olan ilâç, yanlış kullanılırsa insanı öldürebilir O zaman suç ilaçta değil, yanlış kullanandadır Tarihimiz boyunca, Müslüman olduğumuz için başımıza bin türlü belâ geldiği gibi bugünkü demokratik rejim yüzünden de 1960'ta geçirdiğimiz tehlike malûmdur Bu kafa ile düşününce suçu İslâmiyete ve demokrasiye yüklemek icap eder ki ne dereceye kadar doğru olduğu ortadadır

Bütün bunlar ortada iken, Birinci Cihan Savaşı'nda Turancılık ülküsünden faydalanmak için yapılan bazı davranışların aksi sonuçla bitmesiyle Turancılığı ebediyen mahkûm etmek ne akıl, ne iz'an, ne iyi niyet, ne de insafla bağdaşamaz

Turancılık bütün Türklerin birleşmesi ülküsüdür İnsanları insan yapan, büyük bir düşüncenin ardında koşmalarıdır Türk milleti için en insanca, en yüksek düşünce tutsak yaşayan soydaşlarını kurtarmak için yapacağı savaştır

Yalnız kazancımızı, midemizi, maddemizi düşünmeyelim Bunu hayvanlar da yapar Daha çok mânâya, düşünceye, ülküye dönelim İnsanlık budur Bunu söylerden de kimseden çekinmeyelim: Hakkımızı, atalar mirasını istiyoruz Alacağız da

Ötüken, Mart 1968, Sayı: 3






Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.