Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Kültür-Sanat > Şiir Cenneti

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
akif, ersoy, mehmeh

***Mehmeh Akif Ersoy****

Eski 01-29-2008   #1
hayko26
icon111

***Mehmeh Akif Ersoy****





Mehmed Akif, 1873 yılında İstanbul’da, sade ve geleneksel bir hayatın yaşandığı Fatih’in Sarıgüzel semtinin Nasuh mahallesinde 12 numaralı evde (Büyük bir yangında harap olan bu semtin ortasından bugün Vatan Caddesi geçmektedir) dünyaya geldi Asıl adı Mehmet Ragif’tir Ragif, ebced hesabıyla hicri 1290 rakamına karşılık gelmektedir ve bu rakam Akif’in doğum tarihidir
Akif, Osmanlı devletinin hasta adam ilan edildiği ve bu görüşün dönemin devlet adamlarına ve aydınlarına uğursuz bir hastalık gibi bulaştığı, çöküş şartlarının hemen herkeste çözülme, umutsuzluk, panik yarattığı, buna rağmen hemen herkesin bir şeyler yapma çabasında olduğu bir dönemdir
2 Mahmut’un, 3 Selim’in başlattığı yenileşme hareketleri, Tanzimat doruk noktasına varıyor ve bugüne kadar devam eden aydın- halk yabancılaşmasını, milletle devlet arasındaki problemli doğuruyor, toplumsal yarılmalara yol açıyordu Yenileşme ile başkalaşma arasındaki farklar sık sık belirsizleşiyor atılan her adım ciddi sosyal ve siyasi maliyetler getiriyor, kendinden ve kendi köklerinden beslenen bir yenilenme gerçekleştirilemiyordu
Korkuyla umut, ataletle hamle çabası, teslimiyetle yiğitçe direniş, çözülüşle yeniden toparlanış aynı anda ve çok zaman kolkola denecek kadar birbirine yakın duruyordu
Avrupa ülkelerinin Osmanlıyı tasfiyesi politikası bütün hızıyla ve kararlılığı ile devam ediyordu
Daha Akif 6 yaşında iken Ruslar İstanbul’a kadar ilerliyor Ayestefanos Abidesini dikiyordu Yine 5 yaşında iken Abdulhamid, Meclis-i Mebusan’ı kapatıyor, devletin ve milletin varlığını korumak için politik dehasına ve çoküş endişesinin yarattığı bir haleti ruhiyeyle baskıcı bir politikaya yöneliyordu
Babası Fatih Medresesi müderris ve mücizlerinden (icazet veren) İpek’li Temiz lakabıyla anılan Tahir Efendi’dir Annesi ise Buharalı Mehmed Efendi’nin kızı H Emine Şerife hanımdır Babası Rumelili (Arnavut) annesi ise Buhara’dan hacca giderken Amasya’da vefat eden Buharalı Şirvani Rüştü Efendi’nin kızıdır Tahir efendi, ilk kocası vefat eden Emine Şerife Hanım’ın ikinci eşidir


Akif’in ailesi sade ve orta halli ama bir inanç ikliminin bütün olgunluğu ve güzelliği ile yaşadığı bir aile idi

Akif babasını,
“Beyaz sarıklı, temiz, yaşça ellibeş ancak
Vücudu zinde fakat saç sakal ziyadece ak
diye tasvir eder

Hoca Tahir Efendi erkenden kalkar, çocuklarını (Akif ve kızkardeşi Nuriye) kendi eliyle yıkar, kızının saçlarını tarar, pişirdiği salepleri içirerek onları mekteplerine gönderirdi Çocuklarını bir kere bile dövmemişti (Kuntay, s157)
Akif, Annesini ise şöyle anlatır:
“Annem çok âbid (ibadetine düşkün) bir hanımdı Babam da öyle Her ikisinin de dinî selabetleri vardı İbadetin verdiği zevkleri heyecanla tadmışlardı
Ünlü düşünür ve şair Sezai Karakoç, Akif’in ailesi ve kökeni ile ilgili şu nefis yorumu ile yapar:
“Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih:
Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslamlığının bir sentezi bir çocuk”
Anne çizgisi, duyarlığı, sağduyuyu, kendini bir ülküye adayışı, şairliği getirecek; baba çizgisi, ataklığı, savaşkanlığı, yılmaz ve her vuruşmada daha da çelikleşen bir savaş adamını, gözüpekliği, korkmazlığı, ürkmezliği, umutsuzluğa sürekli olarak düşülmemeyi getirecektir Doğuş yeri ise, ümüslü ve verimli bir topraktır ki, tabiatta nice saçılıp da kaybolan iyi tohumların bir gramını bile ihmal etmez, değerlendirir, yemişlendirir
Akif’in doğduğu Fatih semtini Sezai Karakoç şöyle tasvir ediyor”
“Fatih semti, İstanbul’un içinde ikinci bir İstanbul’dur Yüzdeyüz Fatih şehridir Fatih camii, İslâm-Türk kültürünün bu ölmez abidesinin çevresinde halka halka fatih medreseleri ve semti, en saf müslüman Türk heyacanının ördüğü bir toplumdur
Akif, İstanbul’un bu en Türk, en yerli ve en yoksul mahallelerinden birin de doğdu ve yaşadı Hayatı burada tanıdı ve keşfetti, toplumsal dokuyu burada ve onun bir parçası olarak tanıdı Bir inanç ikliminin güzelliği ile birlikte toplumun yazılı olmayan mutabakatlarını, modern hayatın yerli ve geleneksel olana nasıl nüfuz ettiğini, hangi çelişkilere, trajedilere yol açtığını, neleri çürüttüğünü, nelerin eskidiğini ve nelerin yenilenmesi gerektiğini bu mahalle hayatında gözlemledi Yenilenmekle, yerli kalmak, kendi olmak arasındaki tercihlerinin ilk çizgilerini burada idrak etti

Ve Akif burada bir şey daha öğrendi Her türlü kirlenmeye açık bir yoksulluğun, sade ve onurlu bir hayata nasıl dönüştürülebileceğini Erdemli yoksulluk helal kazanç ve emek demektir, fedekarlık demektir, dayanışma demektir, karşılıksız sevmek demektir, hırs ve rekabeti ayaklar altına almak demektir Erdemli yoksulluuğun tek sigortası vardır Çalışmak, ölene kadar çalışmak, onurunu kaybetmeden çalışmak
Akif kendi mahallesinin yoksulluğunu, kendi haline terkedilmişliğini şöyle anlatır

Bizim mahalleye poyraz kışın da uğrayamaz
Erir erir akarız semtimize geldi mi yaz!
Bahârı görmeyiz ala lâtif olur, derler
Çiçeklenirmiş ağaçlar, yeşillenirmiş yer
Demek şu arsada ot bitse nevbahâr olacak?
Ne var gidip Yakacık’larda demgüzâr olacak
Fusulü dörde çıkarmaz bizim sokaklarımız;
Kurak, çamur İki mevsim tanır ayaklarımız!

Akif bu mahallede bu inaç ve gelenek ikliminin ortasında mahalle hayatını bütün renk ve çizgileriyle yaşadı

Babası O’nu sekiz yaşından itibaren Fatih camiine götürdü Bunu bir şiirinde şöyle anlatır

Sekiz yaşında kadardım Babam gelir: “Bu gece,
Sizinle camîe gitsek çocuklar erkence
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”
Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi
Namaza durdu mu, naliyle koyverir peşimi
Dalar giderdi, ben atık kalınca âzade
Ne âşıkane koşardım hasırlar üstünde

Cami, masal, oyun ve yaramazlık Cami içinde baba ve çocuklar Camii içinde inanç ve coşku Camii içinde ciddiyet ve oyun Cami içinde inanç ve çocuksuluğun sınırsızlığı Cami içinde yetişkin ve çocuk samimiliği
Ve cami ile içiçe bir ev Camii ile içiçe bir mahalle hayatı Camii ile içiçe düşünce, duyarlık ve yaşama iklimi
İşte yetişkin Akif’in portresinin temel çizgilerini belirginleştiren çocuk Akif’in dünyası ya da Âkif’in içinde kendini bulduğu dünya

Ve Akif’in mizacı ele avuca sığmayan bir çocuk Çalışkan ama haşarı Okuldan döner dönmez sokağa fırlayan, ağaçlara tırmanan, kabına sımayan bir mizaç Masal dinlemeden uyumayan bir ruh Uyuması için kendisine masal anlatırken anlatırken uyuyakalan Saime Hanım’ın eline mangalda kızdırdığı cevizi bırakarak yakan bir yarım kalmışlığı kabullenememezlik
Akif böyle bir ortam içinde o günün geleneğine uyularak 45 yaşlarında iken Emir Buhari Mahalle Mektebine başladı Yaklaşık iki sene sonra Fatih İptidaisi’ne (ilkokul) girdi Üç yıllık bu okulu bitirdikten sonra girdiği Fatih Merkez Rüştiyesi’ni (ortaokulunu) 1895 yılında bitirdi
Bu mezunuyet aile içinde görüş ayrılığına yol açtı Emine Şerife Hanım, Hocazade’sinin (Annesi Âkif’e Hocazadem diye hitabederdi) sarıklı olmasını, medresede tahsiline devam etmesini istiyordu Babası Tahir Efendi ise medresede okuyacağı şeyleri, oğluna kendisinin de öğretebileceğini ileri sürüyor, yeni açılan ve revaçta olan mekteplerden birine gitmesini istiyordu Akif’in anne ve babası arasındaki bu görüş ayrılığı Dönemin toplumsal tercihlerindeki farklılaşmayı da ortaya koyuyordu Bir tarafta geleneğin bütün çizgileriyle yaşadığı Fatih’te, evladını bir inanç ve ilim adamının saygınlığı içinde görmek isteyen anne diğer yanda değişen dünyanın gereklerini farkeden kendisi de bir inanç ve ilim adamı olan baba Ne inanç ihmal edilebilirdi ne yeni gelen ve kendi şartlarını dayatan dünya Bu açıdan bakıldığında Akif annesiyle babasının özlemini kendi şahsında bütünlemiş ve uygun bir senteze kavuşturmuş gibidir
Sonunda Tahir Efendi’nin dediği olur Ancak Tahir Efendi mektep ve meslek tercihini oğluna bırakır Akif dönemin en gözde okullarından biri olan Mülkiye’yi tercih ettiği için ve babasıyla birlikte kaydını yaptırır Kayıt tamamlandıktan sonra kâtip kayıt harcı ister, Tahir efendi, Âkif’i bir köşeye çeker, kesesini çıkarır ama istenen miktarda para yoktur Tahir efendi rehin bırakmak üzere gümüş saatini çıkarınca kâtip almaz ve kayıt harcını ertesi gün getirebileceklerini söyler
İlk gençlik yılları da çocukluğu gibi Taşkın, ele avuca sığmaz, güçlü, sıhhatli ve enerjik Pehlivanlarla güreşen, boğazda karşıdan karşıyla yüzen, taş yarıştıran bir ilk gençlik Ama hep çalışkan, hep erdemli
Mülkiye’nin İ’dâdî bölümünde üç sene okuduktan sonra şehadet-nâme (diploma) aldı ve yüksek kısmına kaydoldu Bir sene süre sonra (H1305/1887-88) babası vefat etti Aynı yıl evleri yanınca Mülkiye’ye nehari (gündüzlü öğrenci) olarak devam etmesi imkansız hale geldi Mezunlarına hemen iş verileceği için o yıl açılan ve ilk sivil veteriner yüksek okulu olan Mülkiye’nin Baytar Mektebi’ne (Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi) leyl-i (yatılı) öğrenci olarak geçti

Âkif bu okulda kendisini derinden etkileyecek bir öğretmenle karşılaştı İnançlı bir Türk Hekimi olan, Türkiye’ye mikrop bilimini getiren Rifat Hüsamettin Hoca Pasteur’un öğrencisi olan bu öğretmeninden Pasteur sevgisini aldı Mithat Cemal, Akif’in Pasteur’ün fotoğrafına bakıp hayranlıkla “Bu ne ilâhi yüzdür” dediğini, fotoğrafı öptüğünü ve ardından “Mu’tekid de! (İnançlı) eklediğini kaydeder
Çoğu kendisi gibi babasız ve yoksul öğrencilerden oluşan bu okul Âkif’e sağlam ve bir ömür boyu sürecek dostluklar kazandırdı
Yine bu okul, Akif’in sağlam bir dini bilgi ve sarsılmaz bir imanla, müspet bilimin harika bir uyumunu sağlayan zihini yapısını oluşturdu
Akif bu dönemde de Kıyıcı Osman Pehlivandan güreş öğreniyor, Çatalca köylerinde yağlı güreş tutuyor, taş yarıştırıyor, yüzüyor ve çok sevdiği mektebin “Doru” isimli atına biniyor, uzun yürüyüşlere çıkıyor
Şiire ilgisi de bu yıllarda başlıyor ve okulun son iki senesinde başladı Bunlar dönemin yaygın kanaatlerinin izlerini yansıtır ve divan şiirlerine nazireler şeklindedir
22 Aralık 1893’te okuldan birincilikle mezun olur ve 26 Aralık’ta “Orman ve NMa’adin ve Ziraat Nezare’Baytar Müfettiş Muavini” olarak tayin edilir

Görev yeri İstanbul olmasına rağmen Akif, 4 yıl Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde görev yapmıştır
Bu seyahatler Akif’in gözlem gücünü, toplumu daha yakından tanımasını sağlamış olmalıdır Akif bu dönemdeki gözlemlerini şiirlerinde son derece gerçekçi bir şekilde kullanır Yine bu ve bundan sonraki seyahatler Akif’in hem düşünce tarzını hem de şiir anlayışını temellendirir

Mezuniyetinden 6 gün sonra 28 Aralık 1893’te İlk eseri olan 7 beyitlik gazeli “Servet-i Fünun’da yayınlanır
Buarada çocuk yaşlarda başladığı Kur’an’ı Hıfzetme (Ezberleme) çabalarını yoğunlaştırır ve Hafız olur
1 Eylül 1898’de 25 yaşında iken Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Bey’in kızı İsmet Hanım ile evlendi
Akif’in bu yıllarda da Maarif mecmuasında, Resimli Gazete’de şiir yazıları ile Arapça, Farsça ve Fransızca’dan yaptığı çevrilerini yayınlamaya devam eder
17 Ekim 1906’da mevcut görevine ilâveten “Halkalı Ziraat Mektebi Mektebi’ne “Kitabet-i Resmiye Muallimi ve 25 Ağustos 1907’de Çiftlik Makinist Mektebi’ne Türkçe Muallimi olarak atanır
23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilir Akif, bu sırada İstanbul’da Umur-i Baytariye Dairesi Müdür Muavin’dir
Akif’in hemen hiçbir dönemde siyasetle doğrudan ilişkisi olmamakla beraber toplumsal sorunlarla ciddi ve yoğun bir ilgisi olmuştur Dönemin bütün aydınları gibi çöküş şartlarının yol açtığı acıları derin bir şekilde yüreğinde hissediyor ve bir çıkış yolu arıyordu
Meşrutiyetin ilanından 10 gün sonra daha önceleri gizli bir cemiyet olarak faaliyet gösteren ve daha sonra partileşecek olan İttihat ve Terakki Cemiyetine üye olur Ancak Akif, cemiyete üyeliğe girişin gereklerinden biri olan “Cemiyetin bütün emirlerine, bilâ kayd ü şart (kayıtsız şartsız) ittaat edeceğim” şeklindeki yemindeki “kayıtsız şartsız itaat “itiraz eder ve sadece iyi ve doğru olanlarına şeklinde düzeltilmesi şartıyla yemin edebileceğini söyler Ve cemiyetin yemini Akif’le değişir
Akif’in karekterinin tipik bir yansıması olan bu tutum hayatı boyunca ve herkese karşı korunan bir ilkeli anlayışın tezahürüdür



OKUDUĞU KİTAPLAR
Mesnevi
Hafız Divanı
Gülistan
Leyla ve Mecnun (Fuzuli)
Victor Hugd, Lamartine, Zola, Daudet

__________________
Hakan Guven®
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #2
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



1 Safahat Birinci Kitap : İçinde 44 manzumevardır Toplamı 3 000 dize kadardır Konularını toplumun acı çeken çeşitli kesimlerinden, hürriyet, istibdat gibi siyasal olaylardan, şairin mistik duygularından ve bu dünyevi vazifelerden almaktadır

2 Safahat İkinci Kitap : Süleymaniye Kürsüsünde Süleymaniye Camii'ne giden iki kişinin söyleşilerini içeren bir başlangıçla kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim'i konuşturan uzun bir bölümden oluşmaktadır 1 000 dizedir

3 Safahat Üçüncü Kitap: Hakkın Sesleri Toplumsal felaketler karşısında insanları uyarmak için gerçek İslami mesajı yansıtmaktadır Toplamı 500 dize tutan 10 parça manzumedir Manzumelerde Akif, partizanlığa, umutsuzluğa, ırkçılığa ve ateizme çatmaktadır

4 Safahat Dördüncü Kitap: Fatih Kürsüsünde İki arkadaşın Fatih yolundaki konuşmalarını içeren bir bölümle, Fatih Camii Kürsüsü'ndeki vaizin konuşması olarak verilen uzunca metni içermektedir 1 800 dizedir Toplumsal ve siyasal bir yergidir Tembellik, gerilik ve batı mukallitleri hedef alınmıştır

5 Safahat Beşinci Kitap: Hatıralar Tümü 1 600 dizedir Manzumelerde toplumsal felaketler karşısında Allah'a yakarılmakta, İslamiyeti gerektiği gibi ve geri kaldığı için tembel halk ve aydınlar suçlanmakta, Akif'in gezdiği yerlerdeki izlenimleri anlatılmaktadır

6 Safahat Altıncı Kitap: Asım 2 500 dizelik tek parçadan meydana gelmektedir Savaş vurguncuları, köylülerin durumu, geçmişe bakış anlayışı, eğitim-öğretim, medrese, ırkçılık, batıcılık, gençlik gibi birçok konu üzerinde durmakla birlikte, Akif'in gerçek görüşünü temel alır Hocazade(Akif) ile Köse İmam arasında karşılıklı konuşmalar biçiminde geliştirilmiştir

7 Safahat Yedinci Kitap: Gölgeler Akif'in 1918-1933 yılları arasında yayımlanmış manzumelerini içermektedir Bunların toplamı bir kısmı kıta olmak üzere 41'dir Manzumelerin üçü ayet yorumu olarak kaleme alınmıştır Yazdıkları dönemin Akif üzerindeki etkilerini yansıtmaktadır


8 "Son Safahat" : Ölümünden sonra, damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından Akif'in basılmamış şiirleri bir araya getirilerek bu ad verilmiş ve 1943'teki toplu basımın sonuna konmuştur 16 manzumedir ve birçoğu kıtadır Safahat'ın daha sonraki basımlarında "Son Eserleri" başlığı altında verilmiştir MErtuğrul Düzdağ'ın tertip ettiği 8 Basımda bunlara 11 yeni manzume eklenmiştir

9 Safahat (Toplu Basım) : 6 Safahat'ın ve Son Safahat'ın yeni harflerle toplu basımıdır Ömer Rıza Doğrul tarafından basıma hazırlanmış, bir mukaddime, indeks ve önsöz konulmuştur



1 "İttihat yaşatır, Yükseltir, Tefrika Yakar Öldürür" Mehmet Akif ile Aksekili Ahmet Hamdi Bey'in, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Şehzadebaşı Kulübü'nde yaptıkları birer konuşma "Mev'aziz-I Diniye Birinci Kısım" adıyla bastırılmıştır
Buradaki 54-60 Sayfalar Mehmet Akif'in konuşmasını kapsamaktadır
2 Kastamonu'da Nasrullah Kürsüsü'nde Akif'in Kastamonu Nasrullah Kürsüsü'nden yaptığı konuşmasıdır Akif, Sevr Anlaşması'nı anlatmaktadır

3 Kur'an'dan Ayetler ve Nesirler Üç bölümlük eserin birinci bölümünde Kur'an Tefsirleri, ikinci bölümde Milli Mücadele döneminde yazılmış üç tefsiri ile Kastamonu ve ilçelerindeki vaazları üçüncü bölümde ise edebiyat yazıları, hasbihalleri yer almaktadır

4 Mehmet Akif Ersoy ( Safahat ve İstiklal Marşı Şairi), Kur'an -I Kerim'den Ayetler (Meal-Tefsir)- Mev'izeler (Balkan Harbi'nde-Milli Mücadele'de)
Hazırlayan: Suat Zühtü Özalp Birinci kısımda Akif'in yorumladığı ayetlerin Kur'an yazısı ve Latin harfleriyle okunuşu, meali ve tefsiri veriliyor Bunların sayısı 32'dir İkinci kısım da sekiz konuşma vardır Bunlardan üçü Balkan Savaşı yıllarında yapılmıştır Zağanos ve Nasrullah Camiileriyle Kastamonu ve ilçelerindeki konuşmalarından oluşur

5 Mehmet Akif, İstiklal Marşı Şairimizin İstiklal Harbindeki Vaazları Hazırlayan: Hasan Boşnakoğlu

6 Babanzade Ahmet Naim, Profesör Abbas Mahmut Akkad, Mehmet Akif: İman ve Ahlak
Hazırlayan: Süleyman Fahir

7 Mehmet Akif Ersoy Hutbeler, sadeleştiren Maruf Evren




1 Müslüman Kadını Mısırlı Ferid Vecdi'den tercüme edilmiştir
1 Hanoto'nun (Hanotaux) Hücmuna Muhammed Abduh'un İslami Müdeafaası Fransız Dışişleri Basanlarından Hanotaux, yazdığı bir makalede, İslamın medeniyeti kabule elverişli olmadığını ileri sürmüş, Muhammed Abduh da buna bir cevap vermiştir Akif'in bu çevirisi, daha sonra kitap haline getirilmiştir

3 İçkinin Hayat-I Beşerde Açtığı Rahneler
Abdülaziz Çaviş'ten çevrilmiştir

4 Anglikan Kilisesi'ne Cevap Abdülaziz Çaviş'ten tercüme edilmiştir Kitap ayrıca "Hazreti Ali'nin Bir Devlet Adamına Emirnamesi" adıyla da Mehmet Akif'in çevirisinden yayımlanmıştır

5 Mehmet Akif Külliyatı Hazırlayan İsmet Hakkı Şengüler Akif'in çevirilerine ayrılmıştır



1 Orani (Kamil Flamaryon'dan)
2 Hadika-i Fikriyye (Ferit Vecdi'den)

3 Müslümanlıkla Medeniyet (Ferit Vecdi'den)

4 Medeniyet-i İslamiye Tarihi'nin Hataları (Şiblinnumani'den) Corci Zeydan tarafından yazılan Medeniyet-i İslamiye Tarihi adlı eserin hatalarını göstermek amacıyla Hintli Şiblinnumani'nin yazdığı eserlerdir

5 Asr Suresi Tefsiri ( Muhammed Abduh'dan)

6 Alemi İslam: Hastalıkları ve Çareleri ( Abdülaziz Çaviş'ten)

7 Müslümanlık Fikir ve Hayata Neler Bahşetti? ( Abdülaziz Çaviş'ten)

8 Kavmiyet ve Din, İslam ve Medeniyet ( Abdülaziz Çaviş'ten)

9 Esrar-ül Kur'an (Abdülaziz Çaviş'ten) Bu eserin çoğu bölümünü Mehmet Akif Ersoy tercüme etmiştir

10 İslamlaşmak (Sait Halim Paşa'dan) Fransızcadan çeviridir
alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #3
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



Şairin Genç Bir Adama Olarak Portresi

Temiz, aydınlık ve erdemli bir hayatla sporla elde edilmiş sıhhatli bir yüz Gözlerinde düşünce ve duyarlığın beslediği ince bir hüzün tabakası Karakter sağlamlığına işaret eden yerleşik çizgiler Ve her maceraya atılmaya hazır alevini içine hapsetmiş, gizlenmeye çalışılmasına rağmen hemen farkedilen tutuşmaya hazır mahcup ve onurlu pırıltılar
Bütün bunlar belki de her gencin yüzden dışa vuran anlamlardır Ama Akif'in çizgilerinde yaşının üstünde bir olgunluk, bir erdemlilik ve gençlerde görülen kendini ortaya koyma yerine kendini ortalamanın içinde gizleme inceliği var
Bu fotoğrafında bile Akif e çok yakışan, tevazu' ve mahviyetin, kendisini olduğundan daha az gösteren, sadece kendi kendisiyle yarışan, hesaplaşan ve kendi olmak, kendi kalmak isteyen kişiliği hemen belli oluyor Bütün gizlenme çabasına rağmen müthiş irade gücü ve kararlılığı da
Kendi onuruna ve ait olduğu inancın ve milletin onuruna son derece düşkündür Her zaman çalışkan ve öğrenmeye çalışan bir gençtir Lisan derslerinde, Arapça, Farsça, Fransızca ve Türkçe derslerinde hep birincidir Halkalı Ziraat Mektebinde bir hocasının okul birinciliğini Ermeni bir öğrencinin alacağını ihtar etmesi üzerine günlerce ders çalışır ve okulu birincilikle bitirir
Dostları O'nun sadece sportif karşılaşmalarda iddiacı olduğunu, bunun dışında kendisini önemsemediğini belirtiyorlar
Yine Halkalı'da okurken Ermeni bir güreşçinin idman tutmak amacıyla güreştiği bir öğrenciyi yüzünü, burnunu kanatacak ölçüde hırpalamasını onur meselesi yapar Akif, Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş dersleri almıştır Ermeni güreşçiye kendisiyle güreşmeyi teklif eder Rakibinin gücü karşısında Akif tekniğiyle bir kaç dakika içinde galip gelir Yine aynı okulda üzerine kimseyi almayan Doru isimli ata binmeyi ve uysallaştırmayı başarır Boğazı yüzerek geçer, saatlerce yürümekten büyük bir zevk alır, taş atma yarışlarına katılır Bu fotoğrafta böylesine başarılı bir gencin hiçbir izine rastlayamazsınız Tevazu, mahcubiyet, hüzün ve mahviyet Akif genç yaşlarında da aynı Akif'tir

alıntıdır






Akif döneminin en iyi donanımlı, birikimi en yüksek şair, yazar ve düşünürlerinden biridir
Babasının alim ve saygın bir insan olması, Akif in hem çocukluktan başlayan sağlıklı bir eğitim almasına hem de babalarının arkadaşlarından dolayı entelektüel bir ortamda yetişmesine yol açtı
Çocukluğundan itibaren dini bilgiler ve Arapça eğitimi aldı Akif'in bütün bir ömre yayılan öğrenme tutkusu ve bu tutkunun ciddi, kararlı ve istikrarlı bir çabayla gerçekleştirilmesi de bütün alçak gönüllülüğüne rağmen dönemin seçkin şahsiyetlerinden biri olarak öne çıkmasını sağladı
Akif in çok az bilinen şairlerin şiirinden kim olduğunu çıkaracak kadar divan edebiyatını bildiği ve halk şiirimizi de yakından incelediği bilinmektedir
Yine Akif' in, Türkiye'de Arapça’yı ve Arap edebiyatını en iyi bilen birkaç kişiden biri, Farsça'sı da İran edebiyatının ünlü şairlerinin eserlerini manzum olarak çevirecek mükemmellikte olduğu bilinmektedir
Halkalıda okuduğu yıllardan itibaren Fransızca'sını geliştirmek için çalıştığı, bir çok Fransız yazarının eserini aslından okuduğu da arkadaşlarının tanıklıklarından anlaşılmaktadır
Mehmed Akif in son derece dikkatli ve disiplinli bir okuyucu olduğu, bir kitabı üç kere okumadıkça okudum demediği, Varidat gibi eserleri ve Fransızca kitapları uzmanları ile ya da arkadaşları ile birlikte okuduğu yine yakın çevresinin anlattıklarıyla sabittir
Akif'in, Arap edebiyatını okurken sık sık ayetlere atıfta bulunulmasından dolayı genç yaşta hafız olduğu halde ileriki yaşlarında hıfzını geliştirerek bu alanda da çok iyi bir seviyeye geldiğini kendisi de anlatmaktadır Akif'in fıkıh, siyer, hadis usûlü (metodolojisi), tefsir usûlü gibi alanlarda da çalıştığı ve çok iyi bir noktada olduğu bilinmektedir Akif bir konuşmasında Celaleyn Tefsirini tam 18 kez okuduğunu, 19 kez okumaya çalıştığını ifade etmektedir Peygamberin hayatını ve Veda Haccını yazmak için Kenz'ül Ummâl isimli hadis kitabının üzerinde çalıştığı, Kaside-i Bürde'yi İbni Farız divanını, Muallakat-ı Seba'yı, H Ali'nin Nehcül' Belağa'sını, Şeyh Bedrettin'in Varidat'ım arkadaşları ya da uzmanlarıyla okumuştur
Muallakat-ı Seba şairlerini, İm'rül Kays, Nabiğa, Cerir, Ebu temmam, Buhturi, İbn Züreyk, Antara, el-Hansa, Mütenebbi, Esmai, Zemahşeri, İbn Farız, İbn Firas, Ebu'1-Feth Busti, ismail Mıkri, Ebu'1-Âla il-Maarri, el-Hariri, İmam Bûsiri gibi çok sayıda şairin eserlerinin çoğunu ezbere biliyor ve bunlardan çeviriler yapıyordu
Düşünce hayatında ise Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, Muhammed Ferid Vecdi'nin etkisi oldu Ve bu alimlerin eserlerinden çeviriler yaptı
Yine Fars edebiyatından Şeyh Sadi'yi, Hafız Şiraze’yi, Firdevsi'yi, Kisai'yi, Enveri'yi, Hakani'yi, Ömer Hayyam'ı, Hakim-i Senai'yi, Attar'ı ve Hatifi'yi çok iyi biliyor ve bir çok şiirlerini ezbere okuyordu Sadi'den manzum çevirileri Servet-i Fünun gibi dönemin dergilerinde yayınlanmıştı Mevlana'nın Mesnevisini ve Divan-ı Kebir'ini incelediği Akif'in Mevlana'yı, Şeyh Sadi'yi, Muhammed İkbal'i çok sevdiği bilinmektedir
Akif'in Fransız edebiyatından okuduğu ve beğendiği yazarlar arasında Hügo, Lamartine, Daudet, Zola, Fenelon, Jan Jack Russo'yu, Dumas Fils, Anatole France'ı ve bütün Fransız klasikleriyle batılı öteki yazarlar ve Şekspir'i, Milton'u, Byron'u Fransızcası sayesinde okuyup incelediğini kendisi ve dostları anlatmaktadır
Türkçe'yi bütün nüansları ve zenginliği ile bilen Akif'in yurt içinde ve dışında yaptığı seyahatler ve sürekli sanatçı aydın bir çevre içinde olması O'nun birikimine ciddi katkılarda bulunmuştur

alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #4
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****





Her şair, yazar, sanatçı ve düşünür hatta her insan portresi biraz da yazamadıklarıyla, yapamadıklarıyla tamamlanır Hatta belki de yazamadıkları yazdıklarından çok daha fazla kendisidir, kendi portresinin dışa vurmamış en önemli çizgileridir Bu durum Akif için de fazlasıyla geçerlidir
Asım anlatıyor: Hastanede bir gün üstadla konuşuyorduk Ben dedim ki:
- Üstad, sen edebiyat tarihinde kendine abide yapmış bir adamsın Cihan durdukça senin şiirlerin yaşayacak ve o şiirler seni yaşatacak Fakat isterdim ki Ahmed Naim, Hüseyin Kâzım, Süleyman Nazif gibi senin sevdiğin bir kaç zat da senin lisanınla, senin kaleminle yaşasın Vakıa bunlar kendi eserleriyle yaşayacak adamlardır Ancak Akif'in kalemi onları eserlerinden daha ziyade yaşatır, zannederim
- Senin düşündüğün gibi değil amma benim bunları yazmak vazifemdir Bu husustaki tasavvurum, Asımın ikinci kitabında onları söyletmektir Asım'da Köse İmam ne ise Asımın ikinci kitabında da Ahmed Naim, Hüseyin Kâzım, Süleyman Nazif o olacaktır Kendi felsefelerini, kendi düşüncelerini yine kendileri söyleyecektir
- Anlaşıldığına göre bu eseriniz çok ehemmiyetli olacak
- Bu eserde bilhassa İstiklal harbini tasvir edeceğim Çünkü İstiklâl harbi henüz yazılmış değildir

Üstad bunu söyledikten sonra biraz durdu Gözlerini meçhul bir noktaya dikti Bir şey daha söylemek istediğini hissettim Hiç bir şey söylemedim Ne diyeceğini bekliyordum O söyleyip söylememek hususunda mütereddid bir an geçirdikten sonra bana döndü ve ilave etti:
- Asım, İstiklâl harbini yazmak da benim selahiyetim dahilindedir Ve bana teveccüh bir vazifedir İnşaallah biraz iyileşince ilk işim budur
Akif in çok sevdiği dostu Süleyman Nazif in ölümünden sonra Onun için bir mersiye yazmayı istiyordu Hastalığı da, ömrü de buna imkan vermedi
Akif in bir rüyası ve tasavvuru da İspanya ve Hindistan'a gitmek, bu seyahatini ve intibalarını şiirleştirmek istiyordu Bu arzusunu Mithat Cemal'e gönderdiği mektupta şöyle anlatır:
" Nasip olursa nisan ayı içinde İspanya'ya giderek Elhamra harabesini görmek Sonra İstanbul'a gelmek gibi tasavvurlarda bulunuyorum Zannederim çok iyi bir şey olacak Meşhudatımı yazar, bir manzume vücuda getiririm Bir Müslüman şair için o havaliyi, o asarı ziyaret etmemek doğru değil Hayırlısıyla bu seyahat tahakkuk eder, sonra ihtisasatımı nazma da muvaffak olursam çok sevineceğim Gelecek kışa Himalaya dağlarına çıkarak, Ganj nehri vadilerinde dolaşarak öbür bahara Hind şiirleri yazacağım"
Ne yazık ki bu projeleri de gerçekleşmedi
En büyük arzularından biri de Hazret-i Muhammed'in hayatını ve Veda Haccı'ndaki son konuşmasını yazmaktı Bu projesini ise şöyle ifade ediyor:
"-Mekke'ye gideceğim,, ilk ayetin nazil olduğu Hirâ mağarasını göreceğim: bu, şiirime mukaddime olacak; ve manzumemde Peygamber'in bütün hayatını yazacağım, sonra da son hutbesini"
Kader buna da imkan vermedi

alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #5
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



ACEM ŞAHI *



“Be-merdî ki mülk-i serâser zemin

Neyerzed-ki hûnî çeked ber zemin” **

Sâdî

Gürz-i girân-ı zulmünü ey kanlı nâsiye;

Eyvân-ı zer-cidârına as ziynetin diye!



Al kanlı bir kefenle donat hayme-gâhını,

Canlarla yak meşâil-i mâtem- penâhını!



Makberlerin hufeyre-i muzlim-dehanları,

Dendân-ı gayz u kahra şebîh üstühanları



Yâd eylesin mezâlimini tâ ebed senin,

Ey cephesi, kitâbesi bin kanlı medfenin!



Ey bir hayâle tuhfe kılan bin hakîkati,

Ey âhenîn eliyle kazıp kabr-i milleti,



Nûr-ı hayât ufuklarını herc ü merc eden

Leylin şedîd zulmetini rûha mezc eden’



Envâr-ı mihr-i fikri sen ey hâksâr eden,

Meyyitlerin izâmı gibi târumâr eden!



Ey hâdimi serâçe-i mâtem feşanların!

Rahş-i akûr-i zulmüne pâmâl olanların



Gül-gonce-i mezârı mıdır tâc-ı devletin?

Tutmuşsa da avâlim-i efkârı şöhretin,



Zannetme ki hükûmetinin efseriyledir

Sadî'lerin mezâr-ı çemen-ber-seriyledir



Sa'dî'lerin mezârı, evet, bir avuç türâb

Tahtınsa bir cihan ki senin âsüman-meâb!



Lâkin o kabre bence fedâ taht ü efserin

Makber-güzîn olup da sükût eyliyenlerin



Feryâd-ı vâpesînine değmez bu velvelen

Mudhik gelir nigâh-ı temâşâma hâilen!



Bin mülkü, milleti yok eden pençe-i felek,

Bir şahsı şüphesiz ebedî kılmamak gerek



Mâzî ki işte makbereler mâverâsıdır,

Milletlerin haziyre-i zair-cüdâsıdır



Atfeylesen nigâhını ka'r-ı zalâmına;

Milletlere gözün ilişir na'ş nâmına!



Dârâ'ların o nâsiye-i târumârını,

Ecdâdının izâmını, çökmüş mezârını



Pîş-i nigâh-ı ibretine al da bir düşün

Çoktur bu rütbe dağdağa bir kabza hâk için!



İklîmler alan o muazzam Napolyon'un

Bir hufredir kazandığı şey İşte bak onun



En son serîri makbere-i mâtemîsidir,

Akreplerin nedîmi, yılanlar enisidir!



Yer kalmamış sarây-ı muallâna bak utan:

Mâtem-sarâylarla dolu sâha-i vatan!



Emr-i cihan-mutâı bu dünyâyı râm eden

Eslâfının -bugün düşünürsek -değil iken



Toprak olan dehenleri feryâda muktedir,

Hâlâ senin bu velvele-i nahvetin nedir?



“Riyâset be-dest-i kesânî hatâst

Ki ez-destşan-i desthâ ber-hudâst” ***

Sa'dî



Bu müdhiş velvelen İrân'ı dâim inletir sanma

"Muzaffersin!" diyen sesler bütün hâindir, aldanma



Zaferyâb olduğun kimdir? Düşün bir kerre, millet mi?

Adâlet isteyen bir kavmi vurmak gâlibiyyet mi?



Nasîbin yok mudur bir parça olsun âdemiyyetten?

Nasıl aldırmıyorsun yükselen feryâda milletten?



Emîn ol bunca mazlûmun yüreklerden kopan âhı,

Tependen indirir elbette bir gün lâ'netu'llâhı!



Sığınmış olduğun şevket-sarây-ı zulmü pek muhkem

Hayâl etmektesin Lâkin ne bârûlar, ne müstahkem



Penâh-ı bî-amanlar, heybet-i Kahhâr-ı Mutlak'la,

Kökünden devrilip bir anda yeksân oldu toprakla!



O, bir çok memleket vîrân edip yaptırdığın eyvân

Harâb olmaz mı? Kabristâna dönmüşken bütün İran?



Evet, İrân'ı kabristâna döndürdün, helâk ettin;

Kefen yaptın girîbân-ı ümîdi çâk çâk ettin!



"Bütün dünyâ için bir damla kan çoktur" diyorlar, sen,

Şu ma'sûm ümmetin seller akıttın hûn-i pâkinden!



Yüzünden perde-i temkîni artık kaldırıp attın:

Ne mâhiyyet, nasıl fıtrattasın, dünyâya anlattın!



Livâü'1-hamd-i hürriyyet iken İslâm için gâyet,

Nedir pâmâl-i istibdâdın olmak öyle bir râyet?



Kazak celbeyleyip tâ Rusya'dân sâdâtı çiğnettin;

Yezîd'in rûhu şâd olsun Emînim çünkü şâd ettin!



Şehâmet gösterip binlerce Beytullâh'ı bastırdın;

Şecâat arz edib birçok ricâlullâhı astırdın!



Ne Allah'tan hayâ ettin, ne Peygamber'den âr ettin:

Devirdin kâ'be-i ulyâ-yı dîni, hâk-sâr ettin!



Hamâset perverân-ı kavmi tuttun bir bir öldürdün,

Umûmen Şark'ı ağlattın, umûmen Garb'ı güldürdün



Hayır, hiçbir gülen yok, sızlıyor Garb'ın da vicdânı,

Görüp ecsâd-ı mazlûmîne meşher hâk-i İrân'ı!



O Sâ'dî'ler, o Hâfız'lar, o Firdevsî, o Râzî'ler,

Gazâlî'ler, o Kutbüddin, o Sa'düddin, o Kâdîler



Yetiştirmiş; o Örfi'nin, o birçok şems-i irfanın

Ziyâsından tenevvür eylemiş iklîmi dünyânın,



Bugün makhûr-i nâdânîsidir bir fırka haydûdun!

Nedir pinhân olan esrârı bilmem, bunda Ma'bûd'un



Hayır, Ma'bûd'a ircâında yoktur bunların ma'nâ:

Yataklık eylemez cânîye -hâşâ- bir zaman Mevlâ



Şehâmet perverâ, Şâhâ! Zaman, bî-dâdı kaldırmaz;

Hatâ etmektesin şâyed diyorsan "Kimse aldırmaz"



Bu istibdâda artık bir nihâyet ver ki: İstikbâl

Karanlık derler amma işte pek meydanda: İzmihlâl!



*********************



* Mehmet Akif bu manzumeyi Mithat Cemal ile beraber yazmışlardır Birinci parça Mithat Cemal'e ait olup, ikinci parça Mehmet Akif'indir



** "Baştan başa bütün dünya, bir damla kanın yere dökülmesine değmez"



*** "Zalimliğinden halkın Allah'a sığındığı kimselerin, devlet başında kalmaları doğru değildir"
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #6
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



ÂHİRET YOLU



Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:

Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor



Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,

Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;



Denildi: "Fâtiha!'; âmîni kestiler bu sefer,

Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,



Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;

Deminki zemzemeler bir zaman için dindi



Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,

Diyordu:

- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,



Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?

- İyi biliriz!

-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,



Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

- Evet!

- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et



- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı

- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!







Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"

Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,



Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi

İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;



Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:

- Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?



- Yıkıldı dostlar evim, barkım Âh gitti kocam!

- Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!



- Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,

Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!



- Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım

- Babam ne oldu?

- Baban Öldü

- Etme Ayşe Hanım,



Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza

- Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza



Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın

Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,





Sevimli bir küçücek kız Beşinde ancak var

Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,



Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi

Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî







Sefine pâre ki: sırtında mevc-i bî-hissin,

Yüzer Önünde ademden nişâne bir engin,



Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;

Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?



Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,

O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca



Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?

Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?



Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,

Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer







Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:

Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler



O tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,

Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût



İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;

Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor







Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?

Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:



Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,

Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,



Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,

Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!







Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,

Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi



Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,

Açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât







Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;

Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!



Elinde yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş

O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz Muktedirsen aş!'







Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;

Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;



Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;

Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın







Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,

Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler



Civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:

Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!







Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem Belki bunlardan

Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân



Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân

Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!







Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;

Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,



Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;

Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ







Namaz kılındı; duâ bitti Kârban, yoluna

Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna



Yarım sâat henüz olmuştu Yolcular durdu;

Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu



Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,



Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur

Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!



Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,

Dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini·



Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak

İlel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #7
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



ALINLAR TERLEMELİ



Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,

Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda!



Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk;

Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'vâ-yı istihkâk



Bu milyarlarca da'vâdan ki inler dağlar, enginler;

Otumıuş, ağlıyan âvâre bir mazlûmu kim dinler?



Emeklerken, sabî tavrıyla, topraklarda sen hâlâ,

Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istîlâ!



Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyânın;

Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryânın;



Eser a'mâkı, izler keşfeder edvâr-ı hilkatten;

Deşer âfâkı, birşeyler sezer esrâr-ı kudretten;



Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta;

O, heyhât, istiyor hâkim kesilmek bu'd-i mutlakta!



* *

*



Tabîat bin çelik bâzûya sahipken, cılız bir kol,

Ne kâhir saltanat sürmekte, gel bir bak da, hayrân ol!



Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır,

Yek-âheng olmuş, işler, çünkü birleşmekte muztardır:



Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran;

Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan!



Cihan artık değişmiş, infırâdın var mı imkânı,

Göçüp ma'mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı?



Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır Devr-i cem'iyyet

Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet,



"Şu vahdet târumâr olsun!" deyip saldırma İslâm'a;

Uzaklaşsan da îmandan, cemâ'atten uzaklaşma



İşit, bir hükm-i kat'î var ki istînâfa yok meydan:

"Cemâ'atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah(cc)'tan



Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı,

Perîşân eylemek zâten perîşan olmuş âhâdı?



Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret?

Nasıl tehvîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret!







Gebermek istiyorsan, başka! Lâkin, korkarım, yandın;

Ya sen mahkûm iken, sağlık ölüm hakkın mıdır sandın?



Zimâmın hangi, ellerdeyse, artık onlarınsın sen;

Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen!



Ezilmek, inlemek, yatmak sürünmek var ki, âdettir;

Ölüm dünyâda mahkûmîne en son bir sa'âdettir:



Desen bir kere "İnsânım!" kanan kim? Hem niçin kansın?

Hayır, hürriyetin, hakkın masûn oldukça insansın



Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa'y ister:

Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter

İstanbul, 3 Teşrinievvel 1334 (1918)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #8
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



ÂMİN ALAYI



“Gözüm ki kane boyandı, şarâbı neyliyeyim?

Şarâbı neyliyeyim?

Ciğer ki odlara yandı, kebâbı neyliyeyim?

Kebâbı neyliyeyim?

Ne yâre yaradı cismim, ne bana, bilmem hiç!

İlâhi, ben bu bir avuç türâbı neyliyeyim?

Türâbı neyliyeyim?

Âmin! Amin!"

En önde, rahlesi âguş-i ihtirâmında

Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek;

Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında,

Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecek

Kadar lâtîf, iki ma'sûmu bir açık payton

Vakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun,

Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun





O rûhtan daha sâfi olan yüreklerden,

Zaman zaman bir ilâhî terâne yükseliyor;

Bu cûş-i saffetin aksiyle tâ meleklerden

Zemîne doğru bir "amîn!" sadâsıdır geliyor

Muhîti her birinin bir sabâh-ı nûrânûr,

Bütün bu kâfile efrâdı, pür-sürûd-i sürûr,

Yarıp önünde duran halkı muttasıl gidiyor!





Bu bir ketîbe-i ma'sûmedir ki, ey millet:

Selâma durmalısın şanlı rehgüzârında;

Bu bir cenâh ki: Atîde bir ufak hareket

Yapıp cihanları oynatmak iktidârında!

Gelir de sâye-i imdâd-ı Hak'ta bir gün, bu,

Girer diyâr-ı meâlîye doğrûdan doğru

Bu ancak işte, eğer varsa, şanlı bir ordu!





Evet, ilerlemek isterse kârbân-ı şebâb,

Yolunda durmaya gelmez O çünkü durmıyarak

Sabâh-ı sermed-i âtîye eylemekte şitâb;

O çünkü isteyemez hâle katlanıp durmak!

Onun kudûmü için nâzenîn-i istikbâl,

Açar da sîne, o olmaz mı per-güşâ-yi visâl?

Durur mu artık onun karşısında, mâzî, hâl?





Fakat o zemzemeler uçtu hep dudaklardan

Sürûd-i neşve bu âlemde pek süreksizdir!

Ağır ağır geçiyorken alay sokaklardan,

Gelir de caddenin ağzında mıhlanır, dikilir,

Mehîb-manzara bir anlı şanlı gerdûne;

İçinde pudralı üç kanlı çehre! Neyse yine,

Yol açtı bir iri ses mevkibin geçip önüne:



- Siz ey heyâkil-i bî-rûhu devr-i mâzînin,

Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtînin;

Nedir tarîkını kesmekte böyle isti'câl?

Durun, ilerlesin Allâh için, şu istikbâl
ALINTI

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #9
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



BİR GECE



Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,

Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!



Lakin, o ne husrandı ki: Hissetmedi gözler,

Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!



Neden görecekler? Göremezlerdi tabiî;

Bir kerre, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi,



Bir kerrede, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar,

Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi



Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!



Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin

Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi





Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!



Bir nefhada insanlığı kurtardı o Ma'sum,

Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!



Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;

Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi geberdi!



Âlemlere rahmetti evet şer-i mübîni,

Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi



Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;

Medyûn ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi



Medyundur o mâsûma bütün bir beşeriyet

Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret



Hilvan, 11 Rebiülevvel 1347 (1931)
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #10
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE



Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,



- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya -

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,



Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde - gösterdiği vahşetle "Bu: bir Avrupalı"



Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!



Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer



Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında;

Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!



Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk



Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ

Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ!



Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil,



Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına



Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz

Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz



Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,

Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harâb





Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı:



Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin



Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam;

Atılan her lâğımın yaktığı: yüzlerce adam



Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer



Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vâdîlere sağnak sağnak



Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller



Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,

Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre



Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!



Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat imân?



Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm?

Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm





Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,

Beşerir azmini tevkîf edemez sun'-ı beşer;



Bu göğüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi;

"O benim sun'-ı bedîim, onu çiğnetme!" dedi



Âsım'ın nesli Diyordum ya Nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek





Şühedâ gövdesi, baksana, dağlar, taşlar

O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar,



Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

Bir hilal uğruna, yâ Rab, ne Güneşler batıyor!



Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer



Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i

Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi



Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

"Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın



Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb

Seni ancak ebediyyetler eder istiâb



"Bu, taşındır" diyerek Kâbe'yi diksem başına;

Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;



Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle,



Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;



Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,



Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem;



Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana

Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana





Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini;

Şarkın en sevgili sultânı Selâhâddîn'i,



Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân

Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran;



O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;



Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın Heyhât!

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât



Ey şehîd oğlu, şehîd isteme benden makber,

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber

en çok bunu seviyorum ben
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #11
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



OLMAZ YA TABİİ BİRİ İNSAN, BİRİ HAYVAN!



'Hiç bilenle bilmeyen bir olurmu? ' (Zümer, 9)



Olmaz ya Tabii Biri insan, biri hayvan!

Öyleyse "cehâlet" denilen yüz karasından



Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet

Kafi mi değil, yoksa bu son ders-i felâket?



Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:

Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!



'Son-ders-i felâket' ne demektir? Şu demektir:

Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!



Zirâ, yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;

Zirâ, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz!





Coşkun, koca bir sel gibi, dâim beşeriyyet,

Müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet



Dağlar, uçurumlar, ona yol vermemek ister

Lakin o, ne yüksek, ne de alçak demez örter!



Akvâm o büyük nehre katılmış birer ırmak

Elbet katılır Hangisi ister geri kalmak?



Bizler ki bu müthiş, bu muazzam cereyanla

Uğraşmaktayız Bak, ne kadar çılgınız anla!



Uğraş bakalım, yoksa işin, hey gidi şaşkın!

Kurşun gibi sür'atli, denizler gibi taşkın



Bir çağlayanın menba-i dehhâşına doğru

Tırmanmaya benzer, yüzerek, başka değil bu!



Ey katre-i âvâre, bu cûşun, bu hurûşun

Âhengine uymazsan, emin ol, boğulursun!







Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık,

Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yık!



Bir baksana: Gökler uyanık, yer uyanıktır;

Dünyâ uyanıkken uyumak maskaralıktır!



Eyvâh! Bu zilletlere sensin yine illet

Ey derd-i cehâlet, sana düşmekte bu millet,



Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne nâmûs!

Ey sîne-i İslâm'a çöken kapkara kâbûs,



Ey hasm-i hakîkî, seni öldürmeli evvel:

Sensin bize düşmanları üstün çıkartan el!







Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!

İslam'ı da "batsın!" diye tutmuş yediyorsun!



Allah'tan utan! Bâri bırak dîni elinden

Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!



Lâkin, ne demek bizleri Allah ile iskât?

Allah'tan utanmak da olur, ilim ile Heyhât!



18 Cemaziyelevvel 1331 - 11 Nisan 1329 (1913)
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #12
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



PEK HAZİN BİR MEVLİD GECESİ



Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,

Aylar bize hep Muharrem oldu!

Akşam ne güneşli bir geceydi

Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!

Âlem bugün üç yüz elli milyon

Mazlûma yaman bir âlem oldu:

Çiğnendi harîm-i pâki şer'in;

Nâmûsa yabancı mahrem oldu!

Beyninde öten çanın sesinden

Binlerce minâre ebkem oldu

Allah için, ey Nebiyy-i mâ’sûm,

İslâm'ı bırakma böyle bîkes,

İslâm'ı bırakma böyle mazlûm



7 Receb 1331 - 30 Mayıs 1330 (1914)
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #13
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



MÜSLÜMANLIK NERDE BİZDEN GEÇMİŞ İNSANLIK BİLE



“Kim Müslümanların derdini kendine mâl

etmezse onlardan değildir” (Hadîs-i Şerif)





Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile

Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile!

Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;

Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!

İstemem dursun o pâyansız mefâhir bir yana

Gösterin ecdâda az çok benzeyen bir kan bana!

İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr!

Çok değil ancak! Necip evlâda lâyık tek şiâr

Varsa şayet, söyleyin bir parçacık insâfınız:

Böyle kansız mıydı – Hâşâ – kahraman eslâfınız ?

Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına?

Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına,

Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr?

Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar?

Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?

Böyle adet miydi, bî-pervâ, yemek insan leşi?





Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan!

Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!

“His” denen devletliden olsaydı halkın behresi:

Pâyitahtından bugün taşmazdı sarhoş nâ’rası!

Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,

Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi

Lâkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,

Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!

Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı

Hasmı, derken, çullanmışlar yutmadan son lokmayı!





Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:

Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok

Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız!

Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!

Saygısızlık elverir Bir parça olsun arlanın:

Vakit çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!

Davranın haykırmadan nâkûs-ı izmihlâliniz

Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zirâ haliniz:

Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!

Davranın, zîra gülünç olduk bütün bir âleme,

Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh, intikam;

Yerde kalmış, naşa benzer kavm için durmak haram!

Kahraman ecdâdımızdan sizde bir kan yok mudur?

Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!

13 Haziran 1329 (1913)
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #14
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



YÂ RÂB BU UĞURSUZ GECENİN YOK MU SABÂHI?



"İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden,

bizi helâk eder misin, Allah’ım?"

(A’râf 155)



Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?

Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!



Nûr istiyoruz Sen bize yangın veriyorsun!

"Yandık!"diyoruz Boğmaya kan gönderiyorsun!



Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,

Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,



Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;

Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!



Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,

En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!



Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın

Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın



Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta?

Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?



Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet,

Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?



Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman

Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?



Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,

Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?



İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?

Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?



Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?

Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!



Câni geziyor dipdiri Can vermede mâsûm!

Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?



Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân;

İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!







Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;

Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!



Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın

Yaksaydın a mel'unları Tuttun bizi yaktın!



Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:

Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi!



Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:

Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!



Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,

Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!



En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından,

Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!



İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok

Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!



Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?

Ağzım kurusun Yok musun ey adl-i İlâhî!



4 Cemaziyelevvel 1331 - 28 Mart 1329 (1913)
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****

Eski 01-29-2008   #15
hayko26
Varsayılan

Cevap : ***mehmeh akif ersoy****



ŞEHİTLER ABİDESİ İÇİN



Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde,

Ey yolcu, şu toprak için can veren erler

Hakk'ın bu velî kulları taş türbeye girmez,

Gufrâna bürünmüş, yalınız Fâtiha bekler

Hilvan, 27 Kûnunevvel 1340 (1924)
alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.