Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Genel Bilgiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ata, bilgi, hakkında, nelerdir, sporlarımız

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi
Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi
ata sporları hakkında kısa bilgl

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız - Milli Sporlar ( Atcılık, Cirit, Güreş, Okçuluk, Binicilik, Kılıç )

Ata Sporlarımız Nelerdir? Atçılık - Binicilik Hakkında Bilgi

Atçılık - Binicilik

Günümüzde de olduğu gibi,ulusal ve Türk Tarihinin her döneminde “At Murattır” sözcüklerine bağlı kalınarak, her Türk ata karşı sevgi,güven, ilgi duymuş ve onu kendisinden bir parça kabul etmiş, ona kutsallık tanımış, saygınlık kazandırmış, sanatında, edebiyatında,müziğinde eşsiz bir yer vermiştir

Nazmi Sevgen;”Türklerde at ve atçılık” adlı kitabında 1937 yılında Ankara da toplanan tarih kurultayında Avusturya lı tarih bilimcisi Hoopers atın ilk evcilleştirme hareketinin İç Asya da Türkler tarafından yapıldığını, Macar tarihçisi Allfoldin de,bu konudaki ilklerin Altay Türklerine ait olduğunu öne sürmüştür Alman tarih bilimcisi Portriatz ise “Eski çağlarda at” adlı eserinde atın MÖ6000 dolaylarında Türkler tarafından evcilleştirildiğini iddia etmiş ve iddiası için bazı bulguları kesin kanıt göstermiştir
Yaklaşık olarak MÖ4000 yılları dolaylarında Türkler tarafından bir çekim hayvanı olarak arabalara koşulan at,askeri amaçlarla savaş sınıfı oluşmasına sonuç olarak ta Asya’nın ve öteki kıtaların tarihi ve siyasal yaşamının oluşum ve değişiminde etkinlik kazanmıştırTürkler onunla uzaklıkları enmişler,derisinden giysi ve ayakkabı yapmışlar,lezzetli buldukları tayının etini yemişler,kısrakların sütünden mayalanma ile sağlanan “Kımız” adı verilen ve keyiflendirici içkiyi yapmışlardırAyrıca yele ve kuyruklarını da değerlendirmişlerdirkemiğinden kaymak için araç,kıllarından ağ,gözleri güneş ışığından koruyan bir tür gözlük örmüşlerdir
Eski Türklerde at kültürü ile ilgili çeşitli bulgular bir belge olarak,bu gün çeşitli ülkelerin müzelerine değer katmaktadırYenisey yörelerinde eski Türkler tarafından,kayalar üzerine yapılmış at resimleri ve çok eski dönemlere ait,Türk mezarından çıkan eşyaların üzerinde süsleme sanatı olarak at figürleri kullanıldığı görülmektedirEski Türk destanlarında ve efsanelerinde at baş tacı dır,ayrı bir yeri vardırOğuz destanı atla başlarDede Korkut ta ,Bamsı Beyrek öyküsünde atla kardeşleşmiştir
Eski Türklerin ilkel atları yakalayabilmek için Türlü yöntemler kullandıkları,kitabelerde yazılıdırKarluk han buzullar içinden ünlü bir atı alıp çıkardığı için ad almıştır Eski Türklerdeki ”Türk atsız,kuş kanatsız” sözü çok şey anlatır
Tüm tarihi kaynaklar, atın vatanı olarak orta Asya bölgesini göstermektedir Kırgız stepleri ile Gobi havalisinin atın vatanı olduğu konusunda görüş ve kanıt birliği vardırEski Türklerin “Yılkı” adını verdikleri at sürülerinin, ırk ve evcilleştirilmeleri ile ilgili bilgiler çok geniştir
Atsız Türkler sosyal yaşamda hor görülürdü,fakirlik nedeni ile ata sahip olamayanlar çalmak zorunda idi Eski Türkler sadece at çalmayı olağan saymışlardır Zira bu bir beceri olarak kabul ediliyor ve atını çaldıran kişi için bu hareket onur kırıcı olarak değerlendiriliyordu bu nedenle kabileler arasında sık sık çatışma çıkıyordu
Çalınan atları belirlemek amacıyla atları özel damgalama yöntemleri uygulanıyordu Damga yerine bazı kabileler atın kulaklarına özel işaretler işlemeyi yeğlerlerdikabile sembolleri olarak benimsenen biçimler mezar taşlarında da görülür
Eski Türklerde at yarışları ile eş seçiminde de kullanılıyordu
Bu yarışlar iki türlü oluyordu birisinde atlı kızlar bir grup halinde yarışa başlıyorlar ve arkalarından atlarını grup halinde koşturan erkekler içlerinden birini yakalayıp atlarının terkilerine alıyorlardı Daha sonra eş olarak seçtikleri bu kızlarla evleniyorlardı Diğer türlü ise eğer kızın isteyeni çok olursa yarışa kız tek başına başlıyor, daha sonra ardından atlarını koşturan erkek grubundan kim kızı yakalarsa o evlenme hakkını elde ediyordu

Eski Türklerde görülen atla bütünleşme", Osmanlı Türklerinde de sürmüştür At, Osmanlı,Türklerinde onur, saygı ve sevgi unsuru olarak kabul edilen bir yoldaş olmuştur Bunlarla başarıdan başarıya koşmuşlar; üç kıta üzerinde egemenliklerini sürdürmüşlerdir

Anadolu Selçuklularında 100 bin süvariden oluşan bir ordu bulunuyordu Osmanlı imparatorluğunda ise, 16yüzyılda bu sayı 250 bine yaklaştı Edirne, Filike Selánik Amasya, Yozgat, Merzifon, Eskişehir (çifteler çiftiği), Malatya (Sultan suyu), Veziriye, Adana (Cukurova)'daki hayvan ocaklarında, at yetiştiricilik düzeltilmesi için sürekli çalışmalar yapılıyordu Ancak, Osmanlı imparatorluğunun gerileme ve özellikle çöküş döneminde at yetiştiriciliği ve ırk düzenlenme çalışmaları öneminì tamamen yitirmiş, sürekli savaşlar nedeniyle ülke atçılığı adeta çökmüştür

Yaşama sevincini, atıyla paylaşan, onunla mutlu olan ve hattâ onunla birlikte gömülen at, Türk'ün kalbinde, ağıtlarında ,edebiyatında türkülerinde, atasözlerinde benzersiz bir yer almıştır Osmanlıların genişleme döneminde, Giritlilerin bir sözü çok yaygındı: "Adaya önce Türk'ün atı, sonra kendisi ayak basacak" Gerçekten de öyle olmuştur Aşık Paşa tarihinde, Osmanlı Padişahlarından Orhan Beyin, atlarını nalbanda kendisinin götürdüğü anlatılır Bu hareket , Türklerde, en büyüğünden en küçüğüne kadar, ata gösterilen ilgi ve sevgiyi yansıtır öyle ki, at sahiplerinden atlar için vergi alınmazdı

Emrullah Efendi "'Memalik-i şahane"de, at vergisi asla vaz'edilmediği cihetle, bizde at vergisinden bahse mahal yoktur demektedir Osmanlı Türk illerinde atlar, görevlerine göre şöyle adlandırılırdı: önemli haber götüren süvarilerin bindikleri dayanıklı "Ilgar atı", posta süvarilerinin bindiği "Menzil atı", akıncı ve süvarilerin bindikleri "Cenk atı", yarışlara katılanlara "Koşu atı", süvarilerin yedeklerinde bulundurdukları "Yedek atı", yük taşıyan "Semer atı", damızlık olarak yararlanılan "Aşı atı", törenlerde komutan ve subayların bindikleri "Alay atı", arabalar koşulanlara "Araba atı" ve avlarda kullanılanlara "Av atı" Osmanlılarda, eğer, murassa ve sorguçlu başlıklar, altın ve gümüş üzengiler, gemler, at koşum takımları, saray arabalarının koşum takımları birer sanat eseri idi
Sultan Abdülaziz dönemi sonrasında ülkedeki at kalitesi değerini gittikçe yitirirken, tersine olarak at yarışları da daha düzenlilik kazanmıştır Ancak, ilk düzenli at yarışları l9ncu yüzyılın son yılarında belirginleşir Sultan Abdülaziz döneminde Kağıthane'de, "Kağıthane Yarışları" adı altında bir süre at yarışları düzenlenmiştir Bunlar bir tür ilkel yarışçılık düzenlemeleri olmuştur Zira pist gelişigüzel düzenlenmiş bir güzergah biçimindedir Sonraki yıllarda ünlü mirasyedilerden Veli efendizade, bugün Veli efendi Tesislerinin bulunduğu yerde, birkaç arkadaşı ile birlikte sistemsiz olarak düz bir toprak üzerinde at yarışları yaptırdıkları görülür Bu yarışlara ilgi duyanların sayısı 15-20 kadardı öte yandan yine aynı yıllarda Manisa'da Bekir Ağa'nın bireysel çabalarıyla, düzensiz bazı yarışlar yapılmıştır

Kaynak
Doğan Yıldız Türk spor tarihi İstanbul-1979

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Nelerdir? Cirit Hakkında Bilgi

Cirit

Cirit; Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir Ata sporudur
Türkler bu Atlı oyunu Orta Asya dan günümüze taşımışlardır 16 yüzyılda bir savaş oyunu olarak kabul edilmişti 19 yüzyılda Osmanlı ülkesi ve sarayının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu Cirit aynı zamanda tehlikeli bir oyun olması sebebi ile 1826 yılında II Mahmut tarafından yasaklanmıştır Daha sonraları tekrar popüler bir gösteri oyunu olarak yaygınlaştı
Tarihin eski çağlarında insan topluluklarının ulaşım ve savaş vasıtalarından olan at sürüler halinde beslenmiş,günün şartlarına göre eğitilmiş savaş zamanlarında savaş vasıtası,sulh zamanlarında da spor ve eğlence vasıtası olmuştur Savaşı spor haline getiren,sporu en güzel eğitim aracı bilen Türk kahramanlarının çağlar boyu kazandıkları zaferlerde canları kadar aziz bildikleri atlarının büyük hissesi vardır Bunun için atlı cirit,Türklerin en eski milli sporlarından olup,canlılardan yapma ve konuşma özelliği olan insanla taşıma ve his gücü olan atın ve cansız 110 cm’ lik cirit sopasının en güzel uyum sağladığı insanla aklın bütünleştiği eski savaş kurallarının uygulandığı bir oyundur Atlı ciritte erlik yaşar, mertlik yaşar, sportmenlik yaşar ama her şeyden önce bir tarih yaşar
Atalarımız barış zamanlarında at ve askerlerini zinde ve kuvvetli tutabilmek için atlı cirit sporunu tesis etmiş, insanları ruh ve bedenen eğiterek yarınlara hazırlamışlardırAtlı ciritte hiçbir spor müsabakasında bulunmayan rakibi bağışlama ,affetme şeklinde bir davranış vardır Hasmının önünü kesip,ona ciritle vurma imkanı varken vurmayıp bağışlayan sporcu puan kazanmaktadırVurma imkanı yüzde yüz mevcut iken,o anda zayıf düsene vurmayı zul kabul ederek bağışlama yolunun seçilmesi, Bu yönüyle spor ve erdemin birlikte anıldığı asil bir yapıya sahiptir
Cirit oyunu kendisi de iyi bir oyuncu olan II Mahmut'un Tanzimat tan sonra bu oyunu bütün ülkede yasaklamasına değin İstanbul hayatının renkli bir parçasıydı Başlıca oyun alanı tabiî ki Atmeydanıydı Burada her zaman cirit talimi yapan atlılara rastlamak mümkündü, fakat asıl müsabakalar Cuma günleri Cuma namazından sonra yapılır, o zaman meydanı yüzlerce atlı doldururdu Şehir içindeki ikinci önemli cirit alanı Küçük Ayasofya ile Kadırga arasındaki Cündi (Arapça süvari anlamında Zamanla bozularak Cindi ve Cinci olmuştur) Meydanıydı Evliya Çelebi Kağıthane yolunda da bir cirit meydanı olduğunu yazıyor Topkapı Sarayında da Gülhane Bahçesine doğru büyük bir cirit meydanı bulunur, Cuma namazından sonra burada cirit oynayan saray halkına çoğu zaman padişah da katılırdı cirit oyununda saray halkı geleneksel olarak bamyacılar ve lahanacılar adlı iki takıma ayrılırlar, padişahlar da bu iki takımdan birine dahil olurdu Saraydaki cirit meydanında bu iki takımı simgeleyen, birinin tepesinde bir bamya, diğerinin tepesinde bir lahana heykeli bulunan iki mermer sütun bugün de durmaktadır
Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna yatarBazı ciritçiler rakibi kaçış dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar Bu arada başına, gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir Bu durumda ölen, er meydanında ölmüş sayılır, yakınları şikâyetçi ve dâvacı olmaz Babaları ölen çocuklarıyla öğünürler
Öte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için, daha evvelleri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda, 2-3 cm kutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır Kabukları yontulur Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir
ilk ihtisas kulübü Erzurum’da 1957 de Erzurum Atlı spor Kulübü kurulmuş daha sonraları Erzurum’da 11,Erzincan’da 1,Bayburt’ta 1,Ankara ‘da 1,Uşak ‘da 4,Manisa ‘da 1,Malatya’da 1 kulüp kurulmuştur
Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece ERZURUM ERZİNCAN UŞAK BAYBURT ANKARA MANİSA KARS yörelerinde yaşamaya devam etti 20-25 yıldan beri Konya ve Balıkesir'de tarihe karıştı ERZURUM ilimiz 23 kulübü ile bu oyunun ayakta kalabilmesi için elinden gelen uğraşı vermektedirher yıl mayıs ayında yapılan Erzurum grup eleme maçları bir aydan fazla sürmektedir Bu durum son yıllarda Türkiye şampiyonası heyecanını bile geride bırakır hale gelmiştir
Buna rağmen halen Anadolu'nun hemen her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyunu'nu oynamaktadır Büyük şehirlere karşı köy ve kasabalarda yaşamaktadır Sinop köylerinden Gaziantep'e, Bursa'dan Antalya'ya kadar Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Anadolu'da köylerimizin güreşle beraber başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır Ayrıca yurtdışında İran, Afganistan ve Türkistan Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedir
Her yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt'te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır

Cirit'de Kurallar:

Cirit Oyunu'nda iki takım bulunur Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde 5'şar, 6'er veya 7'şer kişi olarak dizilirler Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner Sağ ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve kamçı alırlar İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır alay durağındaki rakip takım oyuncularından birine Sağ elindeki ciriti savurur, sonra geri döner, atını kendi dizisine doğru mahmuzlar Karşı tarafın oyuncusu hızla onu takip eder, elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf elemanına fırlatır Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar
Oyun böylece sürer Cirit isabet ettiren ciritçi takımına sayı kazandırır Günümüzde cirit modernize olmuş ve artık resmi bir spor dalı haline gelmiştirArtı ve eksi puanlardan oluşan bir puanlama şekli mevcuttur Oyunun galibini bu puanlar belirler
Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna yatar
Öte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için, daha evvelleri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda, 2-3 cm kutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır Kabukları yontulur Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir
Cirit sona erince, cirit oyununu düzenleyenler başarılı olanlara ödüller, ziyafetler verir


Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Hangileridir?

Ata Sporları

Orta Asya Türklerinden itibaren Anadolu’ya göç edildikten sonra ve günümüzde de bahsedilen iki coğrafyada yaşayan türkler tarafından yapılan sporlardır Yüzyıllardır yapılan bu sporlarla ilgili olarak daha çok güçdayanıklılığı ve cesareti ölçmek için yarışmalar düzenlenir
En bilinenleri ve günümüzde hala yapılan ata sporlarımız :

* Cirit
* Okçuluk
* Atçılık-Binicilik
* Güreş
* Kılıç sporları

Ata Sporlarımız

İşte en bilinen ata sporlarımız tarihi ve tarihsel sürec içinde spor dalı olarak gelişimleri :

* Cirit: Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir Ata sporudurTürkler bu Atlı oyunu Orta Asya dan günümüze taşımışlardır 16 yüzyılda bir savaş oyunu olarak kabul edilmişti 19 yüzyılda Osmanlı ülkesi ve sarayının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu Cirit aynı zamanda tehlikeli bir oyun olması sebebi ile 1826 yılında II Mahmut tarafından yasaklanmıştır Daha sonraları tekrar popüler bir gösteri oyunu olarak yaygınlaştıTarihin eski çağlarında insan topluluklarının ulaşım ve savaş vasıtalarından olan at sürüler halinde beslenmişgünün şartlarına göre eğitilmiş savaş zamanlarında savaş vasıtasısulh zamanlarında da spor ve eğlence vasıtası olmuştur Savaşı spor haline getirensporu en güzel eğitim aracı bilen Türk kahramanlarının çağlar boyu kazandıkları zaferlerde canları kadar aziz bildikleri atlarının büyük hissesi vardır Bunun için atlı ciritTürklerin en eski milli sporlarından olupcanlılardan yapma ve konuşma özelliği olan insanla taşıma ve his gücü olan atın ve cansız 110 cm’ lik cirit sopasının en güzel uyum sağladığı insanla aklın bütünleştiği eski savaş kurallarının uygulandığı bir oyundur Atlı ciritte erlik yaşar mertlik yaşar sportmenlik yaşar ama her şeyden önce bir tarih yaşarAtalarımız barış zamanlarında at ve askerlerini zinde ve kuvvetli tutabilmek için atlı cirit sporunu tesis etmiş insanları ruh ve bedenen eğiterek yarınlara hazırlamışlardırAtlı ciritte hiçbir spor müsabakasında bulunmayan rakibi bağışlama affetme şeklinde bir davranış vardır Hasmının önünü kesipona ciritle vurma imkanı varken vurmayıp bağışlayan sporcu puan kazanmaktadırVurma imkanı yüzde yüz mevcut ikeno anda zayıf düsene vurmayı zul kabul ederek bağışlama yolunun seçilmesi Bu yönüyle spor ve erdemin birlikte anıldığı asil bir yapıya sahiptirCirit oyunu kendisi de iyi bir oyuncu olan II Mahmut’un Tanzimat tan sonra bu oyunu bütün ülkede yasaklamasına değin İstanbul hayatının renkli bir parçasıydı Başlıca oyun alanı tabiî ki Atmeydanıydı Burada her zaman cirit talimi yapan atlılara rastlamak mümkündü fakat asıl müsabakalar Cuma günleri Cuma namazından sonra yapılır o zaman meydanı yüzlerce atlı doldururdu Şehir içindeki ikinci önemli cirit alanı Küçük Ayasofya ile Kadırga arasındaki Cündi (Arapça süvari anlamında Zamanla bozularak Cindi ve Cinci olmuştur) Meydanıydı Evliya Çelebi Kağıthane yolunda da bir cirit meydanı olduğunu yazıyor Topkapı Sarayında da Gülhane Bahçesine doğru büyük bir cirit meydanı bulunur Cuma namazından sonra burada cirit oynayan saray halkına çoğu zaman padişah da katılırdı cirit oyununda saray halkı geleneksel olarak bamyacılar ve lahanacılar adlı iki takıma ayrılırlar padişahlar da bu iki takımdan birine dahil olurdu Saraydaki cirit meydanında bu iki takımı simgeleyen birinin tepesinde bir bamya diğerinin tepesinde bir lahana heykeli bulunan iki mermer sütun bugün de durmaktadırCiritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar atın sağına soluna karnının altına boynuna yatarBazı ciritçiler rakibi kaçış dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar Bu arada başına gözüne kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir Bu durumda ölen er meydanında ölmüş sayılır yakınları şikâyetçi ve dâvacı olmaz Babaları ölen çocuklarıyla öğünürlerÖte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için daha evvelleri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda 2-3 cm kutrunda yapılan ciritler daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır Kabukları yontulur Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdirilk ihtisas kulübü Erzurum’da 1957 de Erzurum Atlı spor Kulübü kurulmuş daha sonraları Erzurum’da 11Erzincan’da 1Bayburt’ta 1Ankara ‘da 1Uşak ‘da 4Manisa ‘da 1Malatya’da 1 kulüp kurulmuşturCirit Oyunu daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu’da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece ERZURUM ERZİNCAN UŞAK BAYBURT ANKARA MANİSA KARS yörelerinde yaşamaya devam etti 20-25 yıldan beri Konya ve Balıkesir’de tarihe karıştı ERZURUM ilimiz 23 kulübü ile bu oyunun ayakta kalabilmesi için elinden gelen uğraşı vermektedirher yıl mayıs ayında yapılan Erzurum grup eleme maçları bir aydan fazla sürmektedirBu durum son yıllarda Türkiye şampiyonası heyecanını bile geride bırakır hale gelmiştirBuna rağmen halen Anadolu’nun hemen her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyunu’nu oynamaktadır Büyük şehirlere karşı köy ve kasabalarda yaşamaktadır Sinop köylerinden Gaziantep’e Bursa’dan Antalya’ya kadar Doğu Batı Güney ve Kuzey Anadolu’da köylerimizin güreşle beraber başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır Ayrıca yurtdışında İran Afganistan ve Türkistan Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedirHer yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt’te çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır




Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Güreş : Türklerde en eski spor türlerinden biride GüreştirGüreşzorlu bir doğa içinde insanların güçlerini ve güvenlerini kolları ile denedikleri ve aradıkları bir mücadele türü olmuşturindirilmez bir yaşam isteği insanları birbirine saldırmaya ve devirmeye zorlamıştırTürkler doğaya ve kuvvete düşkün kişilerdiroğudan batıya yelpaze gibi yayılan Türkleryakın mücadeleyi her zaman ön planda tutmuşlardırGüreşte insanların üstün olduklarını kanıtlamak güçlerini topluma kabul ettirmek için uyguladıkları bir mücadele biçimidirBöylelikle bir kişinin kuvvetini öteki kişilerle oranlama imkanı bulunur İlk çağlarda güreş elbette bir tür boğuşmadır Orta Asya devirlerinde Türkler arasında yapılan güreş müsabakalarında güreşin sporculardan birinin ölümü halinde sona erdiği bilinmektedir Manas Destanı’nda kaydedilen güreşler bu gerçeği aydınlığa kavuşturmaktadır Kaşgarlı XI Asır DLT’de “Çalış” ve “Çelme” kelimesinin karşılığı olarak “Güreş” (küreş) diye tanımlanmıştır Aynı sayfada “çalışçı” kelimesi “Güreşçi” olarak açıklanmıştır (Kaşgarlı 1985) Bu büyük yazar eserinin bir başka yerinde “Kız ila küreşme kısrak ile yarışma” (Kaşgarlı 1985) diye bir deyişle örnekleme yapmaktadır Aynı dönemlere (XI Asır) tekabül eden ve temel eserlerden biri olan KB’de Yusuf Has Hacip; “Güreş” sözcüğünün karşılığı olarak “Küreşmek = Boğuşmak” olarak vurgulamaktadır (Yusuf Has Hacip 1979) Bu iki temel eserlerden yarım asır sonra (1127 – 1144) yazılmış olan ME’de de El-Havarizmi güreşe “küreş” derken bu sporun bu isim altında Oğuz Kıpçak ve diğer Karahanlı Türk’lerinin severek yaptıklarını vurgulamaktadır (El-Havarizmi 1993) Günümüz Orta ve diğer Asya Türk toplumlarından Azeriler “gülaş” Başkurtlar “köraş”; Kazaklar “küres”; Kırgızlar “küröş”; Özbekler “kuraş”; Tatarlar “köraş /küreş; Türkmenler “göreş”; Uygurlar’ın “küraş/küreş” (KTLS 1992) dedikleri görülmektedir Diğer Türk’lerden Gagouzlar “küreş”; Yakutlar Sakalar Tuvalar ve Hakaslar ise “küraş” demektedirler (BRSMSTS 1988) Yukarıda da görüleceği gibi güreş sözcüğü bütün Türk toplumlarında birbirine benzer ya da aynı şekilde telaffuz ediliyor Bilindiği gibi Anadolu’da da güreş sözcüğü halk arasında “güleş” ya da “küleş” (Afşin 1988) diye telaffuz edilmektedir Görülen o ki eski ve yeni bütün Türk toplumlarında bu sözcüğün kökeninin “kür” olduğudu

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Nelerdir? Cirit Hakkında Bilgi 2

Cirit

Cirit , bir diğer deyimle Çavgan, Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur Türkler, Orta Asya'dan Anadolu'ya bu atlı oyunu da dolu dizgin beraberlerinde getirmişlerdir Türkler için at, mukaddes ve vazgeçilmez bir unsurdur At sırtında doğar, at sırtında büyür, at sırtında savaşır, at sırtında ölürlerdi At sütü kımız Türklerin yegâne içkisi idi Cirit Oyunu, Türklerin en büyük tören ve sportif oyunu idi Daha sonra 16 yüzyılda Osmanlı Türkleri tarafından bir Savaş Oyunu olarak kabul edildi 19 yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu Cirit, aynı zaman tehlikeli bir oyun olduğundan 1826 yılında II Mahmut tarafından yasak edildi Fakat daha sonra yine Osmanlı Ülkesi'nin başta gelen meydan ve savaş oyunu olarak her tarafa yayıldı
Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum ve Bayburt yörelerinde yaşamaya devam etti 20-25 yıldan beri Konya ve Balıkesir'de tarihe karıştı
Buna rağmen halen Anadolu'nun hemen her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyunu'nu oynamaktadır Büyük şehirlerimize karşı köy ve kasabalarımızda yaşamaktadır Sinop köylerinden Gaziantep'e, Bursa'dan Antalya'ya kadar Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Anadolu'da köylerimizin güreşle beraber başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır Ayrıca Yurtdışı İran, Afganistan ve Türkistan Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedir
Her yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt'te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır
1972 yılı eylül ayında Konya Turizm Derneği'nin teşebbüsüyle Konya'da bir Cirit Oyunları Şenliği düzenlenmiş, bu şenliğe Erzurum ve Bayburt Cirit Takımları katılmış ve büyük başarı sağlanmıştır Cirit Oyunu Konya'da yeniden geleneksel olarak canlandırılmaya çalışılmaktadır
Cirit Oyunu'nda iki takım bulunur Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde 6'şar, 8'er veya 12'şer kişi olarak dizilirler Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner Sağ ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve yetecek miktarda cirit alırlar İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır Karşı tarafın oyuncularından birisinin adını seslenerek meydana davet eder Sağ elindeki ciriti ona doğru savurur, sonra geri döner, atını kendi dizisine doğru mahmuzlar Karşı tarafın davet edilen oyuncusu hızla onu takip eder, elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf elemanına fırlatır Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar
Oyun böylece sürer Cirit isabet ettiren ciritçi takımına bir sayı kazandırır Eğer ciritçi attığı çavganı rakibine değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder
Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna ağar Bazı ciritçiler rakibi kaçıp dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar Bu arada başına, gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir Bu durumda ölen, er meydanında ölmüş sayılır, yakınları şikâyetçi ve dâvacı olmaz Babaları ölen çocuklarıyla öğünürler
Öte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için, daha evvelleri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda, 2-3 cm kutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır Kabukları yontulur Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir
Seyredenler ciritçileri ve atları teşvik için çeşitli şekilde bağırır, onları heyecana getirirler
Ciritçiler arasında birbirine hasım olanlar varsa, bunların karşı tarafta yer almamasına dikkat edilir, aynı dizi içine dahil edilirler Gençler büyüklerinin bu görüşüne boyun eğer Büyükler de bu töreye uyarlar Eski ciritçilerden bir kurul, oyunun sonucunu ilân eder
Cirit sona erince, cirit oyununu düzenleyenler başarılı olanlara ödüller, ziyafetler verir
Cirit Oyunu Alpaslan'la beraber Anadolu'ya girmiş daha sonra Avrupa'ya ve Arabistan ülkelerine sıçramıştır 17 yüzyılda Fransa'da, Almanya'da ve diğer ülkelerde de Cirit Oyunu yayılmıştır
Konya Turizm Derneği'nin 1972 eylülünde düzenlediği Cirit Oyunları Şenliği dikkatleri tekrar bu ulusal sportif savaş oyunumuzun üstüne çekmiş bulunmaktadır Bütün Yurt'da ilgi görmesi ve canlanması bu tür oyunlarımız için bir kazanç olacaktır

CİRİT OYUNUNDA KULLANILAN TERİMLER
Değnek; Diğnek, Deynek: Çeşitli yörelerde cirit oyununa verilen ad
Cirit Havası: Cirit oynanırken davul ve zurna ile özel ritmlerde çalınan ezgilerin tümü ya da bir tanesi
At Oyunu: Ciritin Tunceli ve Muş yöresindeki adı
At Oynatma Havası: Tunceli ve Muş yörelerinde ciritten önce at oynatma için özel ritmlerde çalınan ezgi ve ritmlere verilen ad
Rahvan: Atın iki ayakla koşar gibi aynı yanda bulunan ayaklarını aynı anda atarak yaptığı, biniciyi sarsmayan bir yürüyüş şeklidir
Rahvan At: Biniciyi sarsmadan yürüyen at
Tırısa Kalkmak: Atın çaprazlama ayak atarak hızlı ve sarsıntılı yürüyüşüne denir
Dörtnal: Atın en hızlı koşuşu
Hücum Dörtnal: Atın en hızlı koşuşunun daha ilerisinde bir süratle hedefe at sürme
Adeta: Atın düz yürüyüşü
Aheste: Atın ağır ağır, arka kalçalara yüklenerek yürüyüşü
At Başı: İki atın bir hizada oluşu
At Cambazı: Ciritte at üzerinde beceri ve hüner gösteren binici
At Oynatmak: Ciritte hüner göstermek
Sipahi, Sipah, İspahi: Eskiden Yeniçeriler zamanında bir sınıf atlı askere denirdi Fakat iyi at binen kişilere de at oyunlarında becerisi olan oyunculara da çeşitli yörelerde bu adlar kullanılmaktadır
Seymen Olmak: Ulusal giysilerin yöreye ait olanlarının düğün nedeni ile Ankara dolaylarında giyilmesine denir
Osmanlı: Atlı, suvari, anlamında kullanılmaktadır
Menzil: Ciritte at üzerinde sıra biçiminde duranlara verilen ad
Alan: Cirit meydanına verilen ad Cirit oynanan yer
Şehit: Ciritte isabet alıp ölenlere verilen ad
Acemi: Savurduğu ciriti ata değen oyuncuya denir


Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Atçılık:Günümüzde de olduğu gibiulusal ve Türk Tarihinin her döneminde “At Murattır” sözcüklerine bağlı kalınarakher Türk ata karşı sevgigüvenilgi duymuş ve onu kendisinden bir parça kabul etmişona kutsallık tanımışsaygınlık kazandırmışsanatındaedebiyatındamüziğinde eşsiz bir yer vermiştirNazmi Sevgen;”Türklerde at ve atçılık” adlı kitabında 1937 yılında Ankara da toplanan tarih kurultayında Avusturya lı tarih bilimcisi Hoopers atın ilk evcilleştirme hareketinin İç Asya da Türkler tarafından yapıldığını Macar tarihçisi Allfoldin debu konudaki ilklerin Altay Türklerine ait olduğunu öne sürmüştürAlman tarih bilimcisi Portriatz ise “Eski çağlarda at” adlı eserinde atın MÖ6000 dolaylarında Türkler tarafından evcilleştirildiğini iddia etmiş ve iddiası için bazı bulguları kesin kanıt göstermiştirYaklaşık olarak MÖ4000 yılları dolaylarında Türkler tarafından bir çekim hayvanı olarak arabalara koşulan ataskeri amaçlarla savaş sınıfı oluşmasına sonuç olarak ta Asya’nın ve öteki kıtaların tarihi ve siyasal yaşamının oluşum ve değişiminde etkinlik kazanmıştırTürkler onunla uzaklıkları enmişlerderisinden giysi ve ayakkabı yapmışlarlezzetli buldukları tayının etini yemişlerkısrakların sütünden mayalanma ile sağlanan “Kımız” adı verilen ve keyiflendirici içkiyi yapmışlardırAyrıca yele ve kuyruklarını da değerlendirmişlerdirkemiğinden kaymak için araçkıllarından ağgözleri güneş ışığından koruyan bir tür gözlük örmüşlerdirEski Türklerde at kültürü ile ilgili çeşitli bulgular bir belge olarakbu gün çeşitli ülkelerin müzelerine değer katmaktadırYenisey yörelerinde eski Türkler tarafındankayalar üzerine yapılmış at resimleri ve çok eski dönemlere aitTürk mezarından çıkan eşyaların üzerinde süsleme sanatı olarak at figürleri kullanıldığı görülmektedirEski Türk destanlarında ve efsanelerinde at baş tacı dırayrı bir yeri vardırOğuz destanı atla başlarede Korkut ta Bamsı Beyrek öyküsünde atla kardeşleşmiştirEski Türklerin ilkel atları yakalayabilmek için Türlü yöntemler kullandıklarıkitabelerde yazılıdırKarluk han buzullar içinden ünlü bir atı alıp çıkardığı için ad almıştırEski Türklerdeki ”Türk atsızkuş kanatsız” sözü çok şey anlatırTüm tarihi kaynaklaratın vatanı olarak orta Asya bölgesini göstermektedirKırgız stepleri ile Gobi havalisinin atın vatanı olduğu konusunda görüş ve kanıt birliği vardırEski Türklerin “Yılkı” adını verdikleri at sürülerininırk ve evcilleştirilmeleri ile ilgili bilgiler çok geniştirAtsız Türkler sosyal yaşamda hor görülürdüfakirlik nedeni ile ata sahip olamayanlar çalmak zorunda idiEski Türkler sadece at çalmayı olağan saymışlardırZira bu bir beceri olarak kabul ediliyor ve atını çaldıran kişi için bu hareket onur kırıcı olarak değerlendiriliyordu bu nedenle kabileler arasında sık sık çatışma çıkıyorduÇalınan atları belirlemek amacıyla atları özel damgalama yöntemleri uygulanıyorduamga yerine bazı kabileler atın kulaklarına özel işaretler işlemeyi yeğlerlerdikabile sembolleri olarak benimsenen biçimler mezar taşlarında da görülürEski Türklerde at yarışları ile eş seçiminde de kullanılıyorduBu yarışlar iki türlü oluyordu birisinde atlı kızlar bir grup halinde yarışa başlıyorlar ve arkalarından atlarını grup halinde koşturan erkekler içlerinden birini yakalayıp atlarının terkilerine alıyorlardıaha sonra eş olarak seçtikleri bu kızlarla evleniyorlardıiğer türlü ise eğer kızın isteyeni çok olursa yarışa kız tek başına başlıyordaha sonra ardından atlarını koşturan erkek grubundan kim kızı yakalarsa o evlenme hakkını elde ediyorduEski Türklerde görülen atla bütünleşme” Osmanlı Türklerinde de sürmüştür At OsmanlıTürklerinde onur saygı ve sevgi unsuru olarak kabul edilen bir yoldaş olmuştur Bunlarla başarıdan başarıya koşmuşlar; üç kıta üzerinde egemenliklerini sürdürmüşlerdirAnadolu Selçuklularında 100 bin süvariden oluşan bir ordu bulunuyordu Osmanlı imparatorluğunda ise 16yüzyılda bu sayı 250 bine yaklaştı Edirne Filike Selánik Amasya Yozgat Merzifon Eskişehir (çifteler çiftiği) Malatya (Sultan suyu) Veziriye Adana (Cukurova)’daki hayvan ocaklarında at yetiştiricilik düzeltilmesi için sürekli çalışmalar yapılıyordu Ancak Osmanlı imparatorluğunun gerileme ve özellikle çöküş döneminde at yetiştiriciliği ve ırk düzenlenme çalışmaları öneminì tamamen yitirmiş sürekli savaşlar nedeniyle ülke atçılığı adeta çökmüştürYaşama sevincini atıyla paylaşan onunla mutlu olan ve hattâ onunla birlikte gömülen at Türk’ün kalbinde ağıtlarında edebiyatında türkülerinde atasözlerinde benzersiz bir yer almıştır Osmanlıların genişleme döneminde Giritlilerin bir sözü çok yaygındı: “Adaya önce Türk’ün atı sonra kendisi ayak basacak” Gerçekten de öyle olmuştur Aşık Paşa tarihinde Osmanlı Padişahlarından Orhan Beyin atlarını nalbanda kendisinin götürdüğü anlatılır Bu hareket Türklerde en büyüğünden en küçüğüne kadar ata gösterilen ilgi ve sevgiyi yansıtır öyle ki at sahiplerinden atlar için vergi alınmazdıEmrullah Efendi “‘Memalik-i şahane”de at vergisi asla vaz’edilmediği cihetle bizde at vergisinden xxxxx mahal yoktur demektedir Osmanlı Türk illerinde atlar görevlerine göre şöyle adlandırılırdı: önemli haber götüren süvarilerin bindikleri dayanıklı “Ilgar atı” posta süvarilerinin bindiği “Menzil atı” akıncı ve süvarilerin bindikleri “Cenk atı” yarışlara katılanlara “Koşu atı” süvarilerin yedeklerinde bulundurdukları “Yedek atı” yük taşıyan “Semer atı” damızlık olarak yararlanılan “Aşı atı” törenlerde komutan ve subayların bindikleri “Alay atı” arabalar koşulanlara “Araba atı” ve avlarda kullanılanlara “Av atı” Osmanlılarda eğer murassa ve sorguçlu başlıklar altın ve gümüş üzengiler gemler at koşum takımları saray arabalarının koşum takımları birer sanat eseri idiSultan Abdülaziz dönemi sonrasında ülkedeki at kalitesi değerini gittikçe yitirirken tersine olarak at yarışları da daha düzenlilik kazanmıştır Ancak ilk düzenli at yarışları l9ncu yüzyılın son yılarında belirginleşir Sultan Abdülaziz döneminde Kağıthane’de “Kağıthane Yarışları” adı altında bir süre at yarışları düzenlenmiştir Bunlar bir tür ilkel yarışçılık düzenlemeleri olmuştur Zira pist gelişigüzel düzenlenmiş bir güzergah biçimindedir Sonraki yıllarda ünlü mirasyedilerden Veli efendizade bugün Veli efendi Tesislerinin bulunduğu yerde birkaç arkadaşı ile birlikte sistemsiz olarak düz bir toprak üzerinde at yarışları yaptırdıkları görülür Bu yarışlara ilgi duyanların sayısı 15-20 kadardı öte yandan yine aynı yıllarda Manisa’da Bekir Ağa’nın bireysel çabalarıyla düzensiz bazı yarışlar yapılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Okçuluk :Ok ve yayı elinize aldığınız an zaman içinde neredeyse 20 bin yıl öncesine uzanan bir yolculuğa çıkıyorsunuz demektir Ok ve yay ilkel insan topluluklarının hayatta kalma mücadelesinde önemli bir rol üstlenmekteydi Bazı araştırmacılar yayın ilk kez 15000 yıl önce Afrika2da kullanıldığını düşünmektedirler Bu süreyi 50000 yıla kadar çıkaran yazarlar varsa da genel kabul gören düşünce bunun çok abartılı olduğudurİslam geleneğine göre ok ve yay Cebrail tarafından Hz Adem’e ekinlerini kargalara karşı koruyabilmesi için getirilmiştir Ancak bilimsel veriler “İlk İnsan”ın daha ilkel silahlar kullanmış olduğunu ispatlamaktadırYayın ilk kez nerede ve ne zaman kullanıldığını belirlemek güçtür çünkü yayın ana malzemesi ağaçtır ve zamanın aşındırıcı etkisine karşı koyamamaktadır Mağara duvarlarındaki resimler ipucu vermekten öteye geçmemektedir Çünkü bu resimlerde arkası tüylerle donatılmış görülen okların atlatl adı verilen bir tür mızrak fırlatıcısına ait dartlar olması olasılığı yüksektir Avrupa2da arkeolojik buluntu olarak kayda geçmiş en eski yaylar 1930da Almanya’nın kuzeyinde bulunmuş olan Stellmoor kalıntıları ve Danimarka’daki Holmegaards kalıntılarıdır Bu iki buluntu sırasıyla 10000 ve 8000 yıl öncesine tarihlenmektedir Holmegaards’da bulunan tipte yaylar başka arkeolojik buluntularda da ele geçmiş en genç kalıntılar 4800 yıl öncesine tarihlendirilmiştir Her iki yay da Taş Devri’ne ait silahlardırZaman içinde yay önemli bir savaş aracı haline gelmiştir Ateşli silahlar yayın tahtını sarsana kadar av için de etkili ve aranan silah olma özelliğini korumuşturOkçuluğun Spor Dalı Olarak GelişmesAteşli silahların gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla yay hem Doğuda hem Batıda savaş alanlarından silinmiş ancak okçuluk zor ve eğlenceli bir spor dalı olarak varlığını korumuş günümüze kadar çeşitli kollardan gelişimini sürdürmüştürOkçuluğun Batıda bir spor dalına dönüşmesi başlangıcı 16 yüzyıla dayanan bir süreçtir İngiliz kralı VIII Henry okçuluğun bir spor dalı olarak gelişmesi için girişimde bulunmuş ilk okçuluk derneği Guild of St George 1537′de kralın emriyle kurulmuştur Okçuluk ile ilgili bilginin korunması ve Ingilizler arasında okçuluğa ilginin arttırılması amacıyla 1545′de Roger Ascham tarafından Toxophillus adlı kitap yayınlanmıştır 1600′ler boyunca okçuluk dernekleri kurulmuş ve düzenledikleri turnuvalar ile okçuluk bir müsabaka sporu haline getirilmiştirKuzey Amerika2da ise ilk göçmenlerin gelmesi ile Eski Dünya2nın yay yapımı ve okçuluk ile ilgili bilgileri de bu yeni kıtaya taşınmıştır Kısa zamanda hedef okçuluğu bu kıtada da sevilen bir uygulama haline gelmeye başlamış 1828′de United Bowmen of Philedelphia adıyla ilk okçuluk derneği kurulmuştur Amerikan İç Savaşından sonra eski Konfederasyon askerlerinin ateşli silah bulundurmaları yasaklanınca yay bir av silahı olarak ön plana çıkmıştır Maurice Thompson’ın The Witchery of Archery (Okçuluğun Büyüsü) adlı kitabı yazmasını takiben okçuluğa olan ilgi ülkede hızla büyümüş 1879′da National Archery Association (Milli Okçuluk Birliği) kurulmuş ve müsabakalar düzenlemeye başlamıştır Field Archery (saha okçuluğu) denilen ve avlanma koşullarını simule eden bir tür hedef okçuluğunun ortaya çıkması ve yay ile avlanmanın giderek yaygınlaşmasıyla 1939′da National Field Archery Association (Milli Saha Okçuluğu Birliği) kurulmuştur1904′ten itibaren Olimpiyat Oyunlarında bayanlar müsabakaları da eklendi Fotoğraf 1908′deki karşılaşmalarda çekilmiştirOkçuluk Olimpiyatlara resmi olarak ilk kez 1900 Paris Olimpiyat Oyunları ile girmiştir Bunu takiben 1904 St Louis ve 1908 İngiltere Olimpiyatlarında yer alan okçuluk 1920′de Belçika’da düzenlenen Olimpiyatlara kadar bir daha görülmemiştir Bundan sonraki 52 yıl boyunca ikinci bir ortadan kayboluş yaşanmıştırMüsabakaya yönelik okçuluğu bir düzene oturtabilmek için Polonyalı okçular 1930′larda uluslararası bir oluşum meydana getirmenin peşine düşmüşler bu uğraşların sonunda Federation Internationale de Tir A LArc (Uluslararası Ok ve yay Federasyonu) bilinen kısaltmasıyla FITA kurulmuştur FITA evrensel kurallar tespit etmiş ve Olimpiyat Oyunları dahil olmak üzere bir çok spor organizasyonunda yer alacak okçuluk disiplinleri geliştirmiştir Okçuluk 1972′de tekrar Olimpiyat Oyunlarına dahil olmuşturOk ve yay tasarım ve imalatında kullanılan materyaldeki ve onu işleyen teknolojideki gelişmeler sonucunda yayın atış hassasiyeti hatırı sayılır derecede artmıştır Bu da okçuluğa duyulan ilginin artmasına sebep olmuştur Ancak bu gelişmeler okçuluğun modern materyal ve teknolojiye bağımlı hale gelmesine sebep olmuştur Yine de primitif malzemeye dayalı geleneksel okçuluk uygulamaları sınırlı bir kitle tarafından sürdürülmüştür Japonya Kore Moğolistan gibi ülkeler kültürlerinin birer parçası olan geleneksel okçuluk stillerini ve ilgili malzemenin yapılmasına yönelik bilgiyi korurlarken geleneksel okçuluğun önemli bir ayağı da ABD’nde ortaya çıkmıştır ve bütün dünyada hızla sempatizan bulmaktadırTürk geleneksel okçuluğu ise maalesef tarihe karışmıştır ve bu konu ile ilgili bilginin korunması için acil entellektüel yardım ve çaba gerekmektedir Konu tamamen öksüz ve yetim bırakılmamışsa da yapılan araştırma ve yayın çok azdır Yeni nesillerin konuya ilgisi azdır ilgisi olanlar da maalesef yeterli bilgiye sahip değildir Günümüzde yurdumuzda uygulanan okçuluk da stil malzeme ve bilgi açısından tamamen Batılıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Kılıç Sporları : Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldırTürkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlarçağlar kapamışlardırKılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştiremir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdiemire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişleryeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştirKamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdıHer bozuluş yada kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyorduTürklerkılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermişkılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardırÖzel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardırTek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilekyine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyorkat kat yapılmış keçeyi doğruyordu Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyorduAvrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyorduTürk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktırMezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan bir çok belge ele geçmiştir MÖ 23-24 Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardırBir bölümde şöyle denilmektedir:”Onların hepsi zırhlı süvarilerdiUzağa mahsus silahları yay ve oktuKısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı Tarihçi lofyor”Türkler(kılıçacemilik ve dikkatsizlikte bir toprak çanak gibi kırılır)derkılıç onu kullananın bileğin kuvvet ve yeteneği ile üstünlük kazanırİşte bu bilek Türklerde vardır” demektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Nelerdir? Okçuluk Hakkında Bilgi

Okçuluk

Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir Pagan dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı Çetirlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı(32, s 4) Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih-nâmelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu

Öte yandan, tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçekte, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünyaya tanıtılmış olmasıdır Bu gerçekle ilgili tarihi kanıtların bir bölümü Ergenekon ve Oğuz Destanlarında yer alır

Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok iyi değerlendirmişlerdir

Maden çağının açılması ve atın eğitilmesi sonrası Türklerin Orta Asya'dan göçleriyle ok ve yayın kullanımındaki becerilerini dört bir yana yaymışlardır Türk, Orta Asya steplerinden uzandığı her yere elinde yayı, sırtında ok sadağı, altında atı ile gitti ve bunları gittiği her yerde tanıttı

Ünlü Türk Hakanı Oğuz Han

Ok sözcüğü, Kazire Nehri kenarındaki Minusink bölgesinde, Altay Dağlarındaki Kuray ve çalışman Nehri yakınındaki Kutirge,, Kutan bölgelerinde, Orhon ve Tula bölgesinde özellikle çu Vadisinde, Srotski'de, Kızat'ta Aşağı Volga'da ve Volga Boylarında, Nijni, Başkuncak ve Mainz'de, öteki yörelerde bulunan mezarlar, Hunlar,, Kırgız, Yenisey, Hazar Devleti, ıskit ve Alanlar dönemindeki kalıntıların incelenmesi ok ve yayın önemini yansıtır
Tuyak Göktürkler
Türklerde okçuluk binicilikle birlikte beden kültürü anlayışının öncüsü olmuştur Okçuluk sadece bir savaş uğraşı değil, zevkli bir idman ve yarışma biçimine getirilmiştir Böylece düzenlenen her türlü törenlerde en büyük yarışmaların sembolü ok ve okçuluk olmuştur

At üzerinde okçuluğun temel eğitimi için su nitelikler zorunlu idi: çok iyi ata binmek, yer egitiminde çok başarılı olmak, at hızla giderken yay kurabilmek, hareket halindeki atla ön taraftan arkaya dönerek bu dönüş açısı içersindeki özellikle hareketli hedefleri vurmak ve üzerine atılan oklardan korunabilmek i için atin değişik yerlerine bedenini gizleyebilmek Bu nedenle at üzerinde okçuluk çok zor bir uğraştır

Eski Türklerde oklar sırtta ya da atın eğerine takılan özel torbalarda taşınırdı Bu torbalara "Sadak" ya da "Okluk" denirdi

Eski Türklerde ok ve yay sosyal yaşamda değişik anlamlarda da kullanılırdı Eski Türklerde, ya da öteki büyük baş hayvanlar paylaşılmasında ok atışlarından yararlanılırdı Değişik kaynaklara göre, paylaşılacak hayvan belirli bir uzaklığa konur ve pay sahipleri bu hayvana ok atarlardı Oklar hayvanın hangi bölümüne gelirse o bölümü alırlardı Eski Türklerde ölüm cezalarında yayın kullanılması değişik anlam taşırdı İp ve elle boğularak cezalandırılmak aşağılayıcı bir ölüm biçimi olarak kabul edilirdi Buna karşın yay kirişi ile öldürülen kişi için bu ölüm biçimi ise büyük bir değer kazanırdı çünkü, ok ve yay ile yay kirişi dini bir kutsallığı belirlerdi

Ünlü Arap gezginlerinden Íbni Batuta

Okçuluk Doğu menşeli ulusların hiçbirinde Türklerdeki kadar uzun süre benimsenmemiş ve Türkler kadar başarıyla devam ettirilmemiştir Türklerin okçuluk alanındaki başarısı, sadece atış üstünlüğünde değil, bu üstünlüğü sağlayan araçların, ok ve yayın özelliklerine ve kalitesine de dayanıyordu

Türkmen boylarının etnolojisi hakkında değerli bir kaynak olan Dede Korkut Kitabı'nda: Türkmen gençlerinin boş vakitlerini ok atıştırmakla geçirdikleri, kuvvetlilik iddiasındaki yiğitlerin ok yarıştırmak yolunu seçtikleri, düğün eğlenceleri sırasında damat ve arkadaşlarının ok koşusu düzenledikleri
Türk okçuluğu, İstanbul'un fethinden sonra, başkentte ve Osmanlı Devleti'nin belli başlı illerinde yeni bir boyut kazanmıştır Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesinde ve kazanılan yerlerin korunmasında, ordu bünyesindeki atlı ve yaya okçu birliklerinin önemli bir yeri vardı Bu önem Yeni Çağ'da
Kuruluşundan 17 Yüzyıl başına kadar Osmanlı ordularında ok ve yay, topla birlikte , en etkili uzak mesâ-fe silâhı olarak önemini korumuştur 16 Yüzyıl ortalarından itibaren ateşli silâhların gelişmesi, ok ve yayın giderek yerini tüfeğe bırakmasına sebep olmuştur Ne var ki bu, ok ve yayın okçuluğun Türklerin hayatından büs-bütün silindiği anlamına gelmez Önemli bir spor dalı olarak, özellikle İstanbul'un fethinden sonra, moral değerleri ayakta tutan kurumlardan biri olarak, varlığını ve etkinliğini 19 Yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüştür

Okçu ve Yaycı Esnafı

Yeniçağ’da Osmanlı toplum düzeninde örgütlenmenin genişlediği ve yeni kurumların ortaya çıktığı görülür Bir örgüte bağlı spor okçuluğu da bu yeni kurumlardan biri, kuruluş ve özelliği bakımından bizce en ilgi çekici olanıdır

Osmanlı toplumu belirli ve birbirinden kesin olarak ayrılmış sınıflardan ve bu sınıflara bağlı kurumlardan meydana geliyordu İlmiyye sınıfı, asker sınıfından, esnaf ve tüccar sınıfı öncekilerden farklı yetki ve sorumluluğa sahipti Şenlik ve sefer alaylarında bu ayrıma titizlikle uyulduğu görülür Bunlara ait kurumlardan sadece o sınıfa giren kişiler yararlanabilirdi Yalnız bir kurum bu kuralın dışında kalmaktadır: Okçuluk Değişik sınıftan kişiler, hiçbir ayrıcalık gözetilmeden, eşit şartlarla bu kurumda bir araya gelebiliyordu Bilindiği üzere, feodal toplum düzenlerinde bu çok ender görülen bir şeydir

Esnaf ve zanaatkâr zümresi, Osmanlı düzeninde, sağlam ve köklü bir teşkilâtı olan güçlü bir sınıftır Gerek kuruluşunda, gerekse güçlü ve disiplinli bir teşkilat haline gelişinde Fütüvvet tarîkinin ve bunun Anadolu’daki devamı olan Ahiliğin önemli bir rolü vardır Bu rolü, teşkilatın kuruluş ve yönetim biçiminde,, inanç ve töreye bağlılık, meslekî doğruluk, çalışma disiplini, karşılıklı saygı, unvânlarda olduğu kadar maddî ve manevî dayanışma gibi konularda da açıkça görülmektedir

Okçu Esnafı

Osmanlı esnaf teşkilâtı içinde, yaycı ve okçular ayrı ayrı loncalar hâlinde ve kendilerine ait çarşılarda toplanırlardı Okçu dükkânları, Bâyezîd Camii yanındaki Okçularbaşı Yolu üzerinde, yaycı dükkânları, Vezneciler’ de Kuyucu Murad Paşa Türbesi bitişiğinde idi Sultan IIMahmud’ a ait tuğralı ve 6 Zilhicce 1230(1815) tarihli bir emirnâmeden öğrenildiğine göre , Bâyezîd Camii kurbünde fatih zamanından beri yarısı yaycı, yarısı okçu esnafına ait 27 dükkân vardı Bu gediklerden 6 tanesi Dâye Hâtun, 21 tanesi Ayasofya-i Kebîr Vakfı’na bağlıydı Gediklerin başka esnafa devri yasaktı

Diğer esnaf zümreleri gibi, yaycı ve okçular da kanun ve törenlere sıkıca bağlı, ayrı birer lonca , yine belirli sayıda dükkân vardır Yaycı ve okçu dükkânları hem imalat, hem satış yeri idi Bu dükkanların yeri ve işletme hakkı (gedik) sınırlandırılmış olduğundan, her isteyen kişi, dilediği yerde dükkân açamazdı Her lonca, mensuplarının kendi aralarından seçtiği bir heyet tarafından yönetilirdi Bu bağlamda her esnaf loncası, kendi işini kendisi yürüten ve denetleyen bağımsız birer kuruluştu Yay yapıp satan esnafa da,
Keman fürûşân denirdi
Okçu ve yaycı esnafının başlıca müşterisi kemankeşler olduğundan, onlarla sıkı ilişki içinde bulunurlar, meydan günlerinde Ok Meydanı’na giderek küçük tamirleri yaparlardı Ok ve yay satışı da çoğunlukla bu sırada olurdu Bâzı okçu ve yaycı ustaları tanınmış bir kemankeşin hizmetine girer, sattıkları yaylara ve oklara gereken düzen ve tımarı verir, yalnızca onun için ok ve yay yapar, idman ve atışlarında hep yanında bulunurlardı Rekor kırıldığında, okçu ve yaycıya da ödül verilirdi Bir örnek:Tozkoparan İskender, Edirne’deki Deve Kemâl Menzili’nde aşırı atıp rekor kırdığı için, Sultan II Bâyezîd 11 Cemâziyülevvel 916 (1510) tarihinde Tozkoparan’a bir câme benek ve 3000 akçe, yaycısı İçkoz Ahmed’e ve okçusu Bahtiyarzade Hacı Hasan Çelebi’ye 500’er akçe ihsan etmişti

Okçu ve yaycı esnafı, her zaman ilişki hâlinde bulundukları kişilere satış yaptıkları ve düşük kalite hiçbir şekilde hoş karşılanmadığı için titiz çalışmak, iyi iş çıkartmak zorundaydılar Atışlar sırasında okçu ve yaycılar da hazır bulunduğundan, kusurları hemen yüzlerine vurulurdu Bu açıdan okçu ve yaycı esnafı mesleklerine/sanatına, işine önem verirlerdi Okçuluk ve yaycılıkta, kişi bu sanatı bu işin ustasından/şeyhinden bey’at etmeden, icazet almadan kendi kendine işleyemezdi Eğer işlerse, onun bu sanattan elde ettiği her şey haram olur inancı hirfetin esaslarındandı Bu açıdan, hirfet’in(iş) fütüvvetteki yerini yaycılık ve okçuluk mesleğinde de görmek mümkündür Konulan narh üstünde yüksek fiyatla yay ve ok sipariş eden kemankeşler de vardı Eski okçu ustalarından kalan oklara bir altına kadar ödendiği olurdu Büyük kemankeşlerin özel yaycı ve okçuları bulunurdu; bunlar başkası için ok ve yay yapamazlardı Hizmetinde çalıştıkları kemankeşin vücut ölçüsünü, atış üslûbunu dikkate alarak ok ve yay yaparlar, atışlar sırasında tımarını yapıp hazır ederlerdi Yayların baş tarafına usta adı ve yapım tarihi yazılırdı Bu yaycının kalite üstünlüğü konusunda hem iddia hem de sorumluluk sâhibi olduğunu göstermektedir
Okçu ve yaycı esnafının, askerî imalâthaneler ve orduyla da bazı ilişkileri vardı Ordu ihtiyacını karşılayan silah imalathanelerine zaman, zaman, sivil esnaftan geçici veya sürekli olarak san’at birle okçu ve yaycı ustalar alınır ve üç ayda bir maaş ödenirdi

Orducu Esnafı

Ordu için gerekli olan ok ve yay, esas itibarıyla resmî imalathanelerde üretiliyor, yetmediği takdirde piyasadan temin ediliyordu Ayrıca Kanun gereğince, bir kısım esnaf kuruluşları, bu arada okçu ve yaycı loncaları, sefer sırasında orducu esnafı vermek zorundaydılar Orducular sefere katılarak, ordu ihtiyaçlarının karşılanmasında ve gerekli onarımların yapılmasında orduya yardımcı olurlardı Esnafla ordu arasındaki ilişki, ordunun büyümesi ve ihtiyaçlarının alabildiğince artması nedeniyle 16Yüzyıl ortalarında kurulmuştur

Yaycı ve okçu esnafının yardımcısına ve okçuluğa yeni başlayana şakird denirdi (195) İstanbul’da 45 kadar talimhane bulunuyordu Talimhane esnafı buralardan aldıkları ücretle geçimlerini sağlıyorlardı

Sultan III Murad devrinde, 1582 yılında At Meydanı’nda düzenlenen ve geceli gündüzlü 57 gün süren sünnet düğününde, yaycı ve okçu esnafı da esnaf loncaları arasında şenliğe ve geçit törenlerine iştirak etmiştir

Sultan Ahmed’in dört oğlunun sünneti dolayısıyla, 1720 yılında yapılan düğün için, Ok Meydanı tahsis olunmuştur Düğünün 14 günü esnaf alayının geçidinde, Meydan kendilerinin olduğu için, geçide kemankeşler, okçular ve yaycılarla başlanıldı

Sultan IV Murad devrindeki büyük esnaf alayının geçişinde; önde şeyhleri olmak üzere, okçu ve yaycı esnafı, atlar üzerine kurdukları küçük dükkanlara ok ve yaylarını dizerek, unsurlar ve ihtiyar atlı, şakirdler yaya olarak geçmişlerdir Tirendaz ve kemankeşler ise, şimşir kütüklere nişan atarak, havaya attıkları okları düşerken yakalayarak ve buna benzer hünerler göstererek geçmişlerdir

kaynak:
Doç Dr Özbay GÜVEN (Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Öğretim üyesi) İnternette yayınlanmış yazılar
Ünsal Yücel Türk Okçuluğu
Atıf Kahraman Osmanlı Devletinde Spor
Doğan Yıldız Türk spor tarihi İstanbul-1979
Halîm Bâkî Kunter Eski Türk sporları üzerine alıştırmalar

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Nelerdir? Güreş Hakkında Bilgi

Güreş

Türklerde en eski spor türlerinden biride GüreştirGüreş,zorlu bir doğa içinde insanların güçlerini ve güvenlerini kolları ile denedikleri ve aradıkları bir mücadele türü olmuşturDindirilmez bir yaşam isteği insanları birbirine saldırmaya ve devirmeye zorlamıştırTürkler doğaya ve kuvvete düşkün kişilerdirDoğudan batıya yelpaze gibi yayılan Türkler,yakın mücadeleyi her zaman ön planda tutmuşlardırGüreşte insanların üstün olduklarını kanıtlamak güçlerini topluma kabul ettirmek için uyguladıkları bir mücadele biçimidirBöylelikle bir kişinin kuvvetini öteki kişilerle oranlama imkanı bulunur

İlk çağlarda güreş, elbette bir tür boğuşmadır Orta Asya devirlerinde Türkler arasında yapılan güreş müsabakalarında güreşin sporculardan birinin ölümü halinde sona erdiği bilinmektedir Manas Destanı'nda kaydedilen güreşler bu gerçeği aydınlığa kavuşturmaktadır

Kaşgarlı XI Asır DLT’de “Çalış” ve “Çelme” kelimesinin karşılığı olarak “Güreş” (küreş) diye tanımlanmıştır Aynı sayfada “çalışçı” kelimesi “Güreşçi” olarak açıklanmıştır (Kaşgarlı, 1985) Bu büyük yazar eserinin bir başka yerinde “Kız ila küreşme kısrak ile yarışma” (Kaşgarlı, 1985) diye bir deyişle örnekleme yapmaktadır

Aynı dönemlere (XI Asır) tekabül eden ve temel eserlerden biri olan KB’de Yusuf Has Hacip; “Güreş” sözcüğünün karşılığı olarak “Küreşmek = Boğuşmak” olarak vurgulamaktadır (Yusuf Has Hacip, 1979)

Bu iki temel eserlerden yarım asır sonra (1127 - 1144) yazılmış olan ME’de de El-Havarizmi güreşe “küreş” derken bu sporun bu isim altında Oğuz, Kıpçak ve diğer Karahanlı Türk’lerinin severek yaptıklarını vurgulamaktadır (El-Havarizmi, 1993)

Günümüz Orta ve diğer Asya Türk toplumlarından Azeriler “gülaş”, Başkurtlar “köraş”; Kazaklar “küres”; Kırgızlar “küröş”; Özbekler “kuraş”; Tatarlar “köraş /küreş; Türkmenler “göreş”; Uygurlar’ın “küraş/küreş” (KTLS, 1992) dedikleri görülmektedir Diğer Türk’lerden Gagouzlar “küreş”; Yakutlar, Sakalar, Tuvalar ve Hakaslar ise “küraş” demektedirler (BRSMSTS, 1988)
Yukarıda da görüleceği gibi güreş sözcüğü bütün Türk toplumlarında birbirine benzer ya da aynı şekilde telaffuz ediliyor Bilindiği gibi Anadolu’da da güreş sözcüğü halk arasında “güleş” ya da “küleş” (Afşin, 1988) diye telaffuz edilmektedir Görülen o ki, eski ve yeni bütün Türk toplumlarında bu sözcüğün kökeninin “kür” olduğudur

“Kür” sözcüğü eski Türk yazıtlarında (Orhun ve Yenisey) da sık sık geçmektedir ve manası “güçlü”, “sarsılmaz”, “kuvvetli” anlamına gelmektedir (Orhun, 1987) “Eş” ise eski ve yeni Türkçe’de ”arkadaş” anlamına gelmektedir “Kür-eş-mek” ME:’de kendisine denk başka biriyle aynı mücadeleyi paylaşmak ve yarışmak anlamına gelmektedir (El-Havarizmi, 1993; Kahraman, 1989) Sımakov, bu konuyu daha sade şekilde şöyle yorumlar “Türkler de 7 ve 8 Asırlarda güçlü kuvvetli kişilerin karşılıklı eşleşerek at üzerinde ve yerde saatlerce kür-eş yaparlardı” (Sımakov, 1984) demektedir

Her toplumun kültür hayatında farklı boyutlarda görülen güreş sporu, Türk spor geleneğinde çok zengin bir yere sahiptir Buna rağmen eski Türk toplumları daha ziyade göçebe hayatı yaşadıklarından, konuyla ilgili MÖ Somut belgelere ulaşmak oldukça zordur Belli bir coğrafyada değil üç kıtaya yayılmış olan Türkler hakkında tarihi vesikalar daha ziyade yabancı müelliflerden faydalanılarak aydınlatılmaya çalışılmaktadır (Safran, 1993)
Güreş ve türleriyle ilgili ilk vesikalar da, Çin kaynaklarından tasvir edilebilmektedir Hanname, Can Çiyan Teskeresi’nde Türkistan’ın güreşini açıklamakta olup, “güreş” kelimesini “jiao Çu” şeklinde iki karakter ile ifade etmektedir Aynı eser güreşlerin yapıldığı esnada güreşçilerin başlarında ve üzerlerinde giysilerin olduğunu ve halk arasında sevilerek yapıldığını vurgulamaktadır (Almas, 1986)
MÖ Türk güreşleriyle ilgili ilk belgeler yeni Çin kaynaklarında ve vesikalarında görülmektedir 1983 yılında Barçuk (Maralbaşı)’un Cona Tim harabelerinde; Çin Fen Bilimleri Akademisi, Arkeoloji Araştırmaları Bölümü’nün 1955 - 1957 yıllarında Şien (Congen) şehri civarındaki Şonglinten isimli bölgede Han sülalesi dönemine ait 140 numaralı özel bir mezarda bulunan kap ve heykellerde Türk güreşlerinin ilk figürleri tasvir edilmektedir (Şinjan Daşü, 1982; Rahman, 1996)

İlk Türk güreşlerini, ilk Batı medeniyeti güreşlerinden ayıran birçok özellik bulunmaktadır Bunlardan birisi Türkler de namahrem yerlerinin her zaman giyimli ve kapalı olmasına rağmen Batılıların çırılçıplak güreştikleri net olarak görülmektedir (Umminger, 1990; Minkowski, 1963 ) Diğer bir ayırıcı özellik ise geleneksel tarzda yapılan Türk güreşlerinin hepsinde müzik bulunmaktadır Diğer toplumlarda bu gelenek sadece İranlılarda vardır ki bu da bunlara IX Asırlarda Türklerden geçmiş olduğu bildirilir (Lvov, 1989)

Ancak şu ana kadar tespit edilen belge ve bulguların hiç birisi, Türk güreş geleneğinin zengin boyutlarını yansıtmamaktadır Çünkü güreş, atlı (binicilik) sporlarından sonra Türk’lerin sosyal yapı ve yaşayışlarının her safhasında görülebilen diğer bir spordur (Türkmen, 1996; Rahman , 1996; Almas, 1986; BRSMSTS, 1988)

Pehlivan
Bu sözcüğün aslı Farsça olup “Pehlevan”dır Pehlivan “güreşçi, yiğit ve bahadır” anlamına gelmektedir (Develioğlu, 1993) “Pehlevan - ane” (Pehlivanlıkla = pehlivancasına = yiğitlikle = yiğitçesine) “Pehlivani” (pehlivanlık = güreşme = yiğitlik) ile ifade edilmektedir (Develioğlu, 1993)

XI (11) Asrın sonlarına kadar Türk dilinde olmayan pehlivan sözcüğü, İranlılarla savaş ve barış anındaki münasebetlerle Türklere geçmiştir Önceleri sadece sıfat olarak kullanılan bu sözcük, sonradan özel isim olarak da kullanıldığı olmuştur (Kahraman, 1989)
Aslında mitolojiden genellikle uzak, sosyal yapı ve yaşayışı yansıtan Türk destanlarındaki “Alp” tipi, İran destanlarında “Pehlevan” olarak geçmektedir Diğer yabancı destanlarda olduğu gibi İran destanlarının da mitolojik yönü çok ağır basmaktadır Buna rağmen “Şahname”’de Turanlılardan (Türklerden) Peşeng, Efransiyab ve Ercasb hem hükümdar hem de pehlivan olarak sıkça geçer Yine Şahname’de adı İranlıların efsane güreşçisi Rüstem’inki kadar çok geçen Turanlı (Türk) güreşçi Efransiyab; güçlü-kuvvetli ve kolay yenilmeyen bir yiğittir İranlılara göre düşman pehlivanlarının en ünlüsü Efransiyab’tır Diğer düşman saydıkları Arap, Rum vb kavimlerin pehlivanları, İranlılara göre çok kolay yenilenleridir ve bunları fazlaca ciddiye almazlar (Demirel, 1995)

Türk destanlarında ve gerçek hayatta eskiden ve günümüz Orta Asya Türk toplumlarında güreşte galip gelene “Baatır” (Bahtiyar - Kahraman) denir ve o gözle bakılırdı (Savalayev - Bukayev ve Membetkaliyev, 1995) Türk destanlarında pehlivan sözcüğü “alp” sıfatıyla geçmemektedir Fakat, savaşlarda güreş (küreş) geçmektedir Örneğin, iki düşman ordusu karşılaştığı zaman çoğunlukla iki tarafın alp’i veya savaşçısı güreşir, kim yenerse zafer o tarafın sayılır Manas’ta Türk güreşçici Koşay Han’ın Çinli Coloy Han’la güreşip yenmesi gibi (Demirel, 1995; Saralayev-Bukayev ve Membetkaliyev, 1995)
XII Asırdan itibaren özellikle Selçuklularda pehlivan hem isim hem de sıfat olarak geçmeye başlar Bunda önemli sebep de Tuğrul beyin resmi dil olarak Farsça’yı kabullenmesi de gösterilebilir Selçuklu emiri Şemsettin İldeniz’in oğlunun adı “Nusret üd din Muhammed Pehlivan” idi (Kahraman, 1989) Konya Selçukluları döneminde şimdiki Niğde ilinin adı “Dar ül Pehlivaniye” olarak geçmektedir (Taneri, 1977)
Daha sonraları Şecere-i Terakime/Türk’lerin Soy Kütüğü (Ebülgazi Bahadır Han, 1663/1972) ve diğer eserlerde pehlivan adı ve sıfatının geçtiği görülebilmektedir (BRSMSTS, 1988; Ciley, 1986; Liu, 1987)

Bilindiği gibi bugün Türkiye’de pehlivan sözcüğü güreşçi manasına gelmektedir Hatta güreşçiler arasında “sen güreşçi olabilirsin ama pehlivan olamazsın” esprisi yaygındır Bunu demekle pehlivanlığın çok iyi bir güreşçilik gerektirdiği ya da daha iyi meziyetlere sahip olunduğu vurgulanmaktadır

Bugün Azeriler’in “pahlavan”, Kazaklar’ın “baluvan” Kırgızlar’ın “balban”, Uygurlar’ın “palvan” (KTLS, 1992) dedikleri ve güreşçiyi, hatta iyi güreşçiyi kastettikleri anlaşılmaktadır Aynı terimi güreşçi için kullandıkları gibi güreş içinde kullanmaktadırlar (Balgambayev, 1985; Bahtiyavov, 1993; Kılıçov, 1995)

Orta Asya Türk halklarının ata sözleri ve deyimlerinde pehlivan sözcüğü sık sık geçmektedir Örneğin, Kazaklar “palwağa on tersi birdey” (Pehlivana ters-doğru birdir); “Balwandıgtı al al biledi, mırzalıgtı mal biledi” (Pehlivanlık güçtendir, efendilik maldandır) vb artırılabilir (İsmail ve Gümüş, 1995) Trükmenler de buna benzer sözler sarfederler “Gaharını yuwdan-, palwan” (Kahrını gizleyen pehlivandır) vb söylemektedirler (Kürenov ve Gümüş)

Güreşte de fütüvvetin remizleri görülmektedir Şed, üç kez bağlanır Kispete de üç düğüm atılır Birinci düğüm; Ahde vefa kılmak Allah için, ikinci düğüm; Bey’ate vefa kılmak Hz Muhammed için, üçüncü düğüm;Vasiyeti şereftir(buna Mühr-i şed denir) HzAli için Kispetin kemerin içerisinden geçen ipi, düğüm atıldıktan sonra sağa uzatılırsa; HzHasan’a; sola uzatılırsa; Hz Hüseyin’e işarettir İpin sol ucu diğerine nazaran biraz uzunca bırakılır Bu Hüseyin evladının galipliğine işarettir Bazılarınca sağ üstada, sol yol ataya işarettir Şed’in uçları da aynı şekilde uzatılır
Paça bent üç kat sarılır: Bu şeriat, tarikat ve hakikate işarettir: Şeriatte üstüvar ol, tarikatte paydar ol, hakikatden haberdar ol Ayağa sarılan bu paça-bent/pâ-bend, şed’din mukabilidir Şed’din yedi adı vardır Bunlardan birisi de Miyân-bend’dir Paça bent’in bağlanmasının manası; vefa ve teslîmdir Paça’ların da bağlanmasıyla harama karşı bir sed çekilmiş olur Cebrail (ss) Nuh Peygamber’in ayağını ve Ibrahim Peygamber de İsmail Peygamber’in ayağını bağlamışlardı

Güreşlerin giriş ve çıkışları arasındaki merasimlerde dinî ritüelleri görmek mümkündür Yağlı güreşte göbek-diz altı arası kispetle örtülüdür Kispet bu yasak bölgeyi örterek haramı önler Kispet edebin sembolü olan bir işlevi de yerine getirmektedirKispet sağ yana alınarak, sağ tarafta taşınır

Pehlivanlar kullandıkları kispet, paça-bent ve edavata, zembile, güreştikleri çayıra ayrı ayrı hürmet gösterirler Kispeti taşıdıkları zembilin üzerine kimseyi oturtmazlar Unvanını kazandığı kıyafete saygı gösterirler Kispetiyle birçok meydanda şeref kazanmıştır Bu bağlamda kispetinin de şerefini korur ve zedelenmesine müsaade etmez Pehlivanlıkta, kispet te en az pehlivan kadar önemlidir Onunla vücudunun uyum sağlaması gerekir Güreşi bıraktıkları zaman bile bu saygılarını devam ettirirler Kispetlerini evlerinde misafir odalarının duvarına asarak muhafaza ederler

Kispetin siyah renkli yapılmasının da bir anlamı vardır Kispetin siyah olmasının nedeni; Fütüvvet-nâmelerde Yaratılış Efsanelerinde yer verildiği gibi, gökten inen elbiseler anlatılırken; “Adem oğlanınca beş dürlü ton endi: Evvel Adem’e ak endi Mûsa’ya saru endi Isâ’ya gök endi Nûh’a yeşil endi Ali’ye sihay endi” denmektedir Hz Muhammed , Hz Ali’ye şed kuşatır ve icazet verir Hz Ali’de, Hz Muhammed’den aldığı icazetle bu mahalde on yedi kişinin/kemer-bestenin belini kuşatıp icazet verir Bunlar da sehabelerden diğerlerinin bellerini kuşatır(89)

Güreşçiler abdestsiz güreşe çıkmazlar, pirlerini anmadıkça vazifelerini bitirmiş saymazlar Kispeti iki rekat namaz kıldıktan sonra, yere diz çöküp şu duayı okuyarak: “Ya kâyimen alâ nefsin bimâ kesebet râhiynetûn” giyerler Kıbleye doğru kispetinin ön kasnağını öperek başına korlar Önce sağ ayağını, sonra da sol ayağını geçirerek giyer Kispeti çıkarırken de önce sol ayağını, sonra da sağ ayağını çıkararak kispetinin kasnağını öperler Kispet giyilirken ve çıkarılırken uzuvlar gösterilmez Ustasını yense dahi elini öpme, usta çırak ilişkilerinin saygı kurallarındandır Kendini üstün görme yoktur Bu törenler daha güreşe yeni başlarken bütün pehlivanlar tarafından öğrenilirdi

Bir pehlivanın, güreşe başlamadan önce meydana girdiği zaman, sağ eli ile üç defa toprağı öpmesi farzdır Teyemmüm gibi bu ritüeli yaparlar Pir’inin ayağını öpmüş gibi vazifeyi yerine getirir Aynı işlemi güreşten çıkarken de yapar

Pehlivanlar güreşe başlamadan önce el tutuşurlar Rakibin kispetinin ön kasnağının üstüne değecek şekilde sağ eli ile rakibinin sağ elini tutar Diğer sol elini de rakibinin sol eli ile tutmak suretiyle kispet sıvanır Cazgır isimlerini okuduktan sonra pehlivanlar hürmet ifadesi olarak önce sağ ayağını ileri atar ve başını eğerek önce sağ eliyle sağ tarafını, sonra sol tarafındaki seyircileri selamlar Seyirciyi selamladıktan sonra arkasını dönmeden geri geri gelir ve tekrar rakibi ile el tutuşur

Pehlivanlar peşrev yaparken topluca kıbleye, pirlerinin kabrine doğru önce sağ ayaklarını ileri atarak giderler ve bir mesafeden sonra dururlar Sonra tekrar geri geri üç adım gelerek dururlar Sol dizi çökerek sağ dizi dik tutarak temenna ederler Birinci adımı Allah adına, ikinci adımı Cebrail adına ve üçüncü adımı da HzMuhammed adına atarlar

Peşrev bittikten sonra, alanda dolaşmaya başlayan güreşçilerden birisi elini kispetine vurarak hasmına işaret verir Bu sesi duyan diğer güreşçi ona doğru gelir ve karşılaştıklarında el sıkışırlar Sonra ters yönde yürümeye başlayınca ellerini ağızlarına ve alnına götürerek selâm verirler Kısa bir süre dolandıktan sonra, yine kispetlerine ellerini vurarak yürüyüp karşılaşınca iç tarafta kalan sağ ayaklarını yan yana getirip paçalarının şirazelerini sağ elleri ile yoklar Bu bir nevi ahilikte şeddin sıvanmasıdır Şiraze yoklamasından sonra çiftler ayrılarak, diğer yapılması gereken hareketleri yaparak güreşe başlarlar

Eski pehlivanlar normal yaşantıdaki kıyafetlerinde bellerine yünden yapılmış bir kuşak/şed bağlarlardı Bunlara ait bir çok fotoğraf mevcuttur

KIRKPINAR GÜREŞLERİNİN TARİHÇESİ
Güreş, geleneksel Türk sporları içinde ön sıralarda yer alan ve yaşlı güreşçilerle gelenekselliğini sürdüren bir spor türüdür

Kırkpınar güreşleri ile de bu geleneksellik devam etmekle ve devam ettirilmeye çalışılmaktadır
Edirne 'nin 1361 yılında fethinden önce, Anadolu 'da bulunan Osmanlılar, Orhan Gazi devrinde oğlu Süleyman Paşa Komutasında 1356-1357 yıllarında Rumeli 'ye geçerler Burada yaptıkları akınlar sırasında savaş yapmadıkları ve mola verdikleri günlerde zamanlarını aralarında çeşitli sporlar yaparak değerlendirirlerdi Bir keresinde güreşe tutulan 40 yiğit içinden ikisi tutuştukları güreşi gece yarısına dek sürdürdükleri halde sonuçlandıramazlar ve ikisi de güreştikleri yerde can verirler Arkadaşları bu iki yiğidi güreş yaptıkları yerde bulunan bir incir ağacının altına gömdükten sonra Edirne 'ye doğru akınlarına devam ederler Edirne 'nin fethinden sonra Ahırköy Çayırlığına geldiklerinde, o incir ağacının civarında billur kaynaklı bir suyun Kırkpınar çayırlığına doğru aktığını görmüşler, bu nedenle de "Kırktı bunlar Bu yakaya ilk ayak basanlardır bunlar" diyerek o yere Kırkpınar demişlerdir

IMurat Edirne 'nin alınmasından sonra, Edirne 'de bir güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böylede her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir
Kırkpınar Edirne 'yi Ortaköy 'e bağlayan 35 kmlik yolun üzerinde, Simavina (Samona) ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan savaşından sonra (1913) Yunanistan 'a bırakılan Nazif Ağa tarlası denilen Çimenlik bir yerin adıdır Bu yerin bir tarafı Topçu Ali Ağa 'nın tarlası, bir tarafı çayırlık, bir tarafı Tikio 'lu (Totio 'lu) Recep Ağanın tarlası, bir tarafı Çilingiroğlu 'nun sebze bahçesi ve bir tarafıda Kırklar çeşmesidir Bu Yiğitleri anmak ve güreş geleneğini sürdürmek için de güreşler 1923-1924 tarihlerinden itibaren Edirne 'nin "Sarayiçi" denilen yöresinde yapılmaya başlanmıştır

YAĞLI GÜREŞ KAİDELERİ

Kırkpınar güreşleri tarihi taşıyan ne önemli bir spor dalı ve yarışmasıdır
Şu bir gerçektir ki, yağlı güreşlerin yapıldığı ilk yıllarda bir süre söz konusu değildi ve kıran kırana güreşler saatlerce sürerdi
Bu günkü güreşlerde, ufak tefek ayrılıklar görülürse de eskisinden pek farkı bulunmamaktadırVe eskisinin yaşatılmasına itina gösterilmektedir
Kırkpınar güreşlerine gün geçtikçe artan ilgi nedeniyle katılan güreşçi sayısının artması karşısında bazı kaidelerin değiştirilmesi ve süre kısıtlaması konulması bir zorunluluk haline gelmiştir
Güreş yarışmaları Baş, Başaltı, Büyük-Orta,Küçük-Orta, Deste(Ayak)ve teşvik boyu kategori üzerinden yapılmakta olup,bunlar ayrıca pehlivan sayısının çokluğuna göre de Boy’lara ayrılmaktadırBaş, Başaltı, Büyük Orta, Küçük Orta-Büyük Boy,Küçük Orta-Küçük Boy,Deste Büyük Boy,Deste Orta Boy, Deste Küçük Boy ve Tozkoparan gibi
15 Mayıs 1991 yılında yayınlanan ‘Yağlı Güreş Yönetmeliği’ uyarınca güreşçiler kur’a ile eşleşirlerTeşvik Boyundan Büyük Orta Boyuna kadar olan (Büyük Orta Hariç) sıkletteki güreşçilerin yarışma süreleri yarım saat, Büyük Orta, Başaltı ve baş Boyu güreşlerinde ise bir saat olarak sınıflandırılmış olup bu süre sonunda yenişemeyenlere,meydan baş hakemi 10 dakika puan güreşi yaptırır, kule hakemleri sonucun belirlenmesine yardımcı olurlar
Bir saatlik güreş sırasında pasif ve faullü güreşi nedeniyle üç ihtar alan güreşçi yenik ilan edilir Üç ihtardan daha az ihtarlar, puan güreşinde dikkate alınır
Yağlanan pehlivanlar tek sıralı saha kenarına yakın olarak dizilir, rakipleri ile el ele tutuşurlar, güreş duasını dinlerler ve peşreve başlarlar

YAĞLI GÜREŞLERDE OYUNLAR
Evliya çelebi seyahatnamesinde de anlatıldığı gibi keseme, şirasi, kesebend, ters çekme, piş kabzu, yanbaşa, serkelle, cezayir sarması, boğma, karakuş gibi eski güreş oyunlarının yanında künde atmak, ters sarma, ters şak, ters kepçe, paça kasnaktan savurma, sarma, dış kazıkta gerdane, elense, tırpan, çift çaprazda, burun kakması, boyunduruk, karşılıklı paça kasnak, gibi yaklaşık 33 güreş oyunu vardır

YAĞLI GÜREŞ ARALIĞI
Şimdilerde Ağa seçiminde geleneksel kurallar işlememektedirArtık para söz konusu olmuştur Önceleri ise; yörede sözü geçen saygınlığı olan, hali vakti yerinde olan kişiler belirleni, seçilen adaylar iyi niyete ve karşılıklı anlayışa dayalı olarak aralarında bir kişiyi seçerlerGüreşlerin bitim günü bir kuzu arttırma ile satışa çıkarılır adaylar kısa bir attırma yaparlar ve kuzu daha önce belirlenen aday önüne bırakılır ve Ağa seçilmiş olur

GÜREŞLERİN BAŞLAMASI
Kırkpınar güreşlerine ayrılan bir haftalık sürede ilk dört günde çeşitli Eğlenceler, Konserler, Halk Oyunları gösterileri düzenlenmekte,bu arada güreşlere katılacak güreşçilerin kayıtları yapılarak, güreşlerin başlangıcı olan haftanın son üç gününe hazırlık yapılmaktadırEskiden güreşlerin ilk günlerinde at koşuları, merkep ve çuval yarışmaları yapılmaktaydı
Davetliler güreşlere, eski bir geleneğe uyularak kırmızı dipli mumla davet edilirler(önceleri kırmızı dipli balmumu)Sahaya çeşitli eğlence yerleri ile birlikte satıcılar için dükkanlar ve teşhir yerleri yapılırKırkpınar Ağasının eskiden padişahların av sahasına Tavuk Ormanında vereceği yemeğin hazırlıkları da sürdürülürdü
Güreşlerin başlangıcının ilk günü olan Cuma günü, tüm güreşçiler pehlivanlar mezarlığını ziyaret ettikten sonra, Selimiye Camiinde okutulan Mevlütten sonra Sarayiçi’ne gidilerek küçük boylardan itibaren cazgırın duası ile güreşleri başlatırlar
Ünlü cazgırlar arasında,Edirne Ayşekadın Camii imamı Sadık Hoca (Atılgan), Şirin Mustafa sayılabilir

Kaynak:
Türk spor Tarihi Doğan yıldız
Edirne belediyesi web sitesi
Güreş federasyonu web sitesi
SnOsman Gürsesoğlu nun internette bulunan araştırma notları
Dr Musammet Başaran Serbest ve Grekoromen Güreş
YrdDoçDr Mehmet Türkmen

Aba Güreşi

Türk Milleti tarihin her döneminde kendine has gelenek ve görenekleriyle birer kültür merkezi oluşturmuşturOluşturulan bu kültürlerin başında Spor ve Güreş kültürü gelmektedirGüreşin içerisinde ise Türklere özgü bölgelere göre farklılık gösteren "YAĞLI-KARAKUCAK-KISA ŞALVAR GÜREŞİ-ABA ve SİNSİN GÜREŞLERİ vardır
Toplumları anlamak ve değerlendirmek için önce onların değerlerini , örflerini, Gelenek görenek ve toplumsal değerlerini tanımak gerekirBütün toplumların kendine has kültürleri vardırBu kültürel değerler ülkelerin gücü ve propagandasını yapabildiği ölçüde evrensel bir niteliğe kavuşmuşlardır
Bu gün unutulmaya yüz tutan Güreş türlerimizden biriside Aba GüreşleridirAba güreşi : Güreşçilerin sırtlarına ABA giyerek , bellerine kuşak bağlayarak yaptıkları güreştirGünümüzde Hatay ve Gaziantep yörelerinde yapılırAncak her iki yörenin de Aba güreşi arasında uygulanış bakımından farklılıklar vardırt
Önceleri büyük şenliklerle yapılan güreş artık maalesef unutulmaya yüz tutmuş olup ancak yılda bir iki defa yapılmaktadırÖzellikle köylerde yapılan güreşlerde Düğün sahibi çevre köylere haber salarak "OKUNTU YOLLAYARAK" güreşçileri düğün güreşine davet ederdi
Çevre köylerden gelen güreşçiler köyde düğün süresince misafir edilirdiGüreş köy meydanında yapılırdıBazen bir hafta sürdüğü olurduKöylüler meydanın etrafına halka kurarak güreşi izlerlerdiBu güreşin diğer güreşlerden en önemli farkı yenen ve yenilen güreşçi hakkında lehte veya aleyhte tezahürat yapılmamasıdırEğer herhangi birisi için bir tezahürat yapıldığında köylüler tarafından bu durum yadırganır ve çok ayıplanırdıAba güreşlerinde genel manada tezahürat yapılmaz tavrı yıllardan bu yana yerleşik gelen bir adettir

ABA :

Günlük yaşamda kullanılan çoğunlukla yünden dokunmuş sağlam , kaba ve kalın bir giysidirYakasız olup ,uzun kısa boz işlemeli , kırmızı sırmalı Aba gibi bir çok çeşitleri vardır

KÖYNEK :

İçten giyilen uzunca gömlektirAçık renkli basit keten bezinden yapılmıştırUzun ve kısa kollu olabilirGüreş esnasında kolun serbestçe hareket edebilmesi , kolun hareketini engellememesi iiçin omuzdan koltuk altına kadar yırtılmaktadırUzun olan köynekler genellikle dize kadar inmektedirBolca ve yakasızdırDüğme kullanılmayan köynek baştan giyilip baştan çıkarılırnormal günlerde gömlek donun üzerinden giyilmektedir

DAVUL VE ZURNA :

Bir çok şenliklerde , düğünlerde çeşitli mevsim eğlencelerinde , bayramlarda , törenlerde ve kaynaşmalarda Müzik olarak özellikle davul zurnanın etkinliğin görmekteyizDavul zurna bu güreşin vazgeçilmez unsurlarıdırGüreş esnasında çalınan ezgilere ve kendine has usluba HARBİLEME denirHarbileme harbten gelip cenk havası , harb havası anlamına gelirYiğitçe, mertçe Güreşe davettirOlağanüstü durumlarda ritim ve vuruşlar artar ve bazende azalır

ABA GÜREŞİNDE ÇUKUR

Aba güreşinin yapıldığı alana çukur adı verilirKöy meydanı, harman yeri, çimenlik bir alan , yumuşak topraklı bir alan çukur için arzu edilen uygun olan bir yerdirÇukurlar genellikle düğünün durumuna göre tesbit edilirGüreşe ilgi ve kalabalık çok olur ise geniş alanlar çukur olarak belirlenirAba güreşleri genellikle düğünlerin yoğun olduğu Sonbahar da organize edilirÖzellikle köylüler harmanlarını kaldırdığı hasatlarını bitirdiği zaman ve gelirlerini elde ettikleri ay olan sonbahar ayında düğün merasimlerini yaparlarEğer çukur çamur olursa saman serpilmektedirAyrıca çukur bölgesi taş çakıl ve insan bedenine zarar verecek şeylerden tertemiz temizlenir ve tam güreş yapacak evsafa getirilir
DOLANMA
Güreşin yapıldığı çukurda gezinmeye dolanma adı verilirTaraftarlar tarafından çukura salınan güreşçi kendine rakip bulabilmek için dolanırBu dolanma karakucak ve yağlı güreşteki dolanmaya benzemezRakip taraf çukurda gezinen güreşçiye denk bir güreşçi bulduğu zaman hemen soyunup çukura çıkarDolanan güreşçi çukurda gezinen güreşçiyi kendine denk bulursa hemen güreş başlarEğer dolanan güreşçi rakibi kendine eş görmez ise güreş başlamadan çukurdan çıkar ve giyinirFakat genellikle korkmuş havası vermemek için ilk evvela rakibi kabul edip ondan sonra giyinirDolanan güreşçi kendine güvenen gururlu cesur güreşcidirBu sebeple kendinden daha ağır rakiplerle mücadele etmekten çekinmezAba güreşinde özellikle bilhassa düğün güreşinde güreşçileri kilolara göre eşleştirerek güreştirmek pek görülmez İsteyen isteyenle güreşirBur tür güreşlerde rakibe itiraz genellikle güreşçinin taraftarları tarafından yapılmaktadırRakip uygun görürse güreş başlar rakip uygun görmez ise yukarıdada belirtmiş olduğumuz gibi güreş başlamaz

TOP (ödül)
Diğer güreşlerde Yol (Yolluk) adını alan ödül aba güreşinde "TOP" adını alırGüreşte düğün sahibi tarafından ortaya konan ödüldürBu ödül düğün sahibi tarafından çukura getirilen beş metrelik bez, halı , koç vb gibi olabilirTopun maddi değeri pek fazla yokturManevi değeri vardırDiğer güreşlerdeki gibi para toplama işi aba güreşinde kesinlikle yokturBu töre yıllardan beri süregelmektedirTop şampiyon için en büyük zenginlik büyük bir zenginlik ve gururdurAncak son zamanlardaki büyük organizasyonlarda ise altın ve para ödülleri verilmeye başlanmıştır

OKUNTU
Yöredeki köylüleri ve misafirleri güreşe davet, cağrının adıdırŞimdiki modern anlamda davetiye denen çağrı pusulasına halen anadolunun bir çok yerinde okuntu denmektedirOkuntuyu düğün sahibi listeler halinde tanzim ederek gönderir
EŞLEŞTİRMELER
Gaziantep'te yapılan tüm Aba güreşlerinde Pekmezciler, Fıstıkçılar, Dereköylüler diye üç gruba ayrılırBağcılıkla uğraşanlara pekmezci ,Fıstıkçılıkla uğraşanlara ise Fıstıkçı adı verilmiştirBöylelikle kimin fıstıkçı kimin pekmezci olduğu anlaşılırBir fıstıkçı ile pekmezci eşleştirilirAyrıca burada güreşçilerin beslenme tipinide burada görebiliriz
HAKEM SEÇİMİ
Hakem seçiminde de fıstıkçılar ve pekmezciler göz önünde bulundurulur
Önceden Aba güreşi yapmış her iki tarafında saygı duyduğu yaşlı kimselerden bir heyet oluşturulurBu heyet seçilirken kişinin sosyal ve dini yaşantısı dikkate alınırYalan söylemeyen,doğru,dinine bağlı kişiler heyete kabul edilirHeyet her iki tarafında kabul edeceği,Eski Aba ustalarını hakem
olarak tayin eder
ABA GÜREŞİNİN BAŞLAMASI
Güreş yazı tura ile başlar,genellikle iki kez yapılırBeraberlik durumlarında üç kez yapılırGüreşe başlamadan önce aba giyilirÜstünden kuşak bağlanırGüreşçilerden birisi rakibin kuşağını sağ eli rakibin omzunun üzerinden yakalarKuşak sırasıyla önce bir güreşçi sonra diğer güreşçi tarafından sırasıyla tutulurKuşaktan tutmaya, aşırma yada el atma denirBu pozisyon dezavantaj olduğu için yazı turayı bilemeyen önce aşırırGüreş esnasında kuşak bırakılırsa güreşçi yenik sayılırYenik düşme göbeğin gün görmesidirGöbeğin güneşe karşı gelmesi sırtın yere gelmesidirYerde pek güneş olmaz
Oyunlar genellikle ayaktan yere düşürmeyle sonuçlanırİki defa yenen güreşçi çukurdan galip ayrılır
Berabere kalmaya "Toy gelme" denirÇukurda dolanan güreşçi yenilinceye kadar çukurdan çıkmayabilirRakibi yenen güreşçi alkışlanmaz,yenende yenilende erdemlidir
TEMEL TEKNİKLER

YAN BAĞDA:El atan (Aşıran)Güreşçi tarafından rakibin yan tarafından,sağ bacağa yapılan ayak
hareketidirYan bağda en etkili tekniklerden biridir

BOŞA KALDIRMA : En önemli tekniklerden biridirAşırılan güreşçinin rakibin bağdalarını etkisiz kılarak iki bacağı arasından yoklayıp göğüs hizasına kadar kaldırıp yere vurduğu oyundur

İÇ BAĞDA : Aşıran (el atan) güreşçinin , sağ bacağı ile rakibin sol bacağına yapılan hamlenin adıdır

SONUÇ OLARAK Kültürel varlığın vazgeçilmez bir parçası olarak bilinen Aba Güreşimizde gün geçtikçe önemini maselef kaybetmektedirNedeni medyanın ve yazılı basının her şeyi futbola endekslemesi bunun en tipik örneğidirJaponların sumosu gibi temennimiz bu güzelim güreşimizin Ata ecdad yadigarı olarak nesiller boyu sürdürülmesi yaşatılması ve dünyaya tanıtılmasının sağlanmasıdır

KAYNAKÇA
Geleneksel spor dalları federasyonu…
Enver KESKİN "ABA GÜREŞLERİ" 1978 Ankara
***Selli Hasan (Canlı Kaynak eski Aba ustası)
***Osman Mehmet (Canlı kaynak eski aba ustası
***Kekeç halil 'Canlı kaynak eski aba ustası Gaziantep - Nizip-Kilis-Oğuzeli

Kısa Şalvar Güreşimiz

Genellikle Kahraman Maraş İl merkezi ve ilçelerinde icra edilen bu Güreş çeşidi yıllardır yapıla gelmektedirŞalvar güreşi çok eski geleneklere dayanan ve Türkmenler tarafından yapılan bir güreş türüdürKısa şalvar adından da anlaşılacağı gibi keçi yününden yapılırŞalvarın ağız kısmına kösele deri dikilirBağı ise kalın örme ipten yapılırKısa şalvar diz üstünde baldırın orta yerine gelecek uzunlukta dizayn edilirKahraman Maraş yöresinde yapılan tüm güreşlerde bu tür şalvar kullanılagelmiştirYapılışı çok eskilere dayanan bu güzelim Güreş şimdi sadece Kahramanmaraş'ın Bertiz , Baydemirli ve çevresinde yılda bir defaya mahsus olmak üzere Festival şeklinde tanzim edilerek bu ananenin yaşatılmasına çalışılmaktadır

ŞALVAR GÜREŞİNDE TEKNİK UYGULAMA

1-Kısa şalvar güreşinde tüm teknikler ayakta yapılır
2-Rakip alta düştüğü anda bir tek hamle şansı verilirBu hamlede sonuç olmaz ise genelde ayağa kaldırılır
3-Dengenin son derece önemli olduğu güreş sporunda Ayakta muazzam bir denge unsuru oluşturan kısa şalvar güreşleri ata sporumuza bir çok şampiyonunun kazandırılmasında bir hayli büyük yararları olmuştur

KAHRAMANMARAŞ'TA YAPILAN KISA ŞALVAR GÜREŞLERİNDE UYGULANAN TEKNİKLER

1-YANBAŞI
2-İÇ ÇANGAL
3-DIŞ ÇANGAL
4-BAĞDA
5-TIRPAN
6-DOMUZ TOPU
7-DÖŞ ÇANGALI
8-ALDANGAÇ
9-KÜNDE (ŞARK VE BEL KÜNDESİ)
10-DİLKİDEN ATMA
11-YAN BAĞDA
12-DİLKİ ÇANĞALI
Yöresel şive ile adlandırılan bu teknikler hala daha yapılagelmektedirBilhassa Ayakta yapılan güreşlerde çangal fonksiyonunun ne kadar sonuca gidici bir hadise olduğu bilinmektedirTürk güreş tarihinde Çangalın yaygınlaşmasında Bilhassa Bekir Büke ismi ön plana çıkmaktadırTürk güreşinde
Maraş çangalı diye bilinen çangalın mücitlerindendirİzlemiş olduğumuz bir çok güreşlerde bir güreşçi çangal attığı zaman "AHADA MARAŞ" DİYE ESPRÜTEL bir şekilde güreşimize yerleşmesine sebebiyet vermiştir

KISA ŞALVAR GÜREŞİNİN YAPILDIĞI ZEMİN

1-YUMUŞAK ELENMİŞ KUM ZEMİN
2-ÇELTİK KABUĞU YERE SERİLEREK ÜZERİNDE YAPILIR
3-ÇİM ZEMİN
4-KAR ÜSTÜNDE
5-Genelde açık alanda yapılan bu önemli güreşlerimiz için 1970-2001 dönemini hatırlamaktayımGenelde Kahraman Maraş Merkez -İlçelerden
Afşin-Elbistan-Türkoğlu-Pazarcık-Göksun-Andırın-Çağlayancediü
Kasabalardan İse :Çardak-Arıtaş Altın elma ve ismini sayamadığımız birçok köyünde yıllarca kısa şalvar güreşleri yapılagelmiştirKısa şalvar güreşinden uzun pırpıt güreşine geçiş intibakı bir hayli zor olmuşturHalk yüksek risk içeren teknikleri ve bilhassa güreşte heyecanlı sahneleri sevdiğinden karakucak güreşlerine geçilip rakip alta düştüğü zaman çok tepki göstermişlerdirSeyirciler hep bir ağızdan kaldır diyerek hakeme tepki göstermişlerdirFakat zamanla bu güzel anane kaybolmaya yüz tutmuş ve şimdilerde ise sadece KMaraş merkez Bertiz ve baydemirli dışında hiç bir yerde malesef yapılmamaktadırTarihi miras olan ve güreşimizin alt yapısına büyük fayda sağlayan böylesine önemli bu güreşlerin yaşatılması için mutlaka yetkililerin çaba sarfetmeleri teşvik unsurları ortaya koymaları ve en azından ananenin kaybolmaması için girişimlerde bulunmaları şarttır

Kaynak:
Geleneksel spor dalları federasyonu

Kuraş

Özbek halkının geleneksel güreş türleri 3500 yıl öncesine dayanan dönemi kapsamaktadır “Kuraş” sözcüğü Özbekçe’den tercüme edildiğinde “Güreş” anlamına gelmektedir Kuraş ile mücadele ve toplumsal spor olarak çoğu eski doğu literatür kaynaklarında karşılaşmak mümkündür Bin yıl önce ortaya çıkan “Alpomış” Destanında bile “Kuraş” en sevilen ve saygıyla karşılanan, ayrıca söz konusu dönemlerde Özbekistan’ın tarihi topraklarında yaygın olan bir spor türü olarak ifade edilmektedir
Çoğu eski ve orta çağ filozof ve tarihçileri kendi el yazmaları ve kitaplarında “Kuraş”dan bahsetmektedir Doğunun büyük alimi ve fikir adamı İbni Sina, “Kuraş”ın vücudu ve ruhu desteklemenin en iyi yöntemlerinden biri olduğunu yazmıştır Ancak Kuraş’ın ilk olarak nerede ve ne zaman ortaya çıktığı ile ilgili net bir bilgi şu ana kadar yoktur Buna rağmen, Kuraş’ın en eski güreş türlerinden olduğunu birçok uzman desteklemektedir
Milattan sonra IX yüzyılda Kuraş’ın yeni gelişme aşaması başladı O dönemlerde günümüzün Özbekistan Bölgesine yerleşen insanlar tarafından bayram ve düğün gibi büyük toplumsal olaylar düzenlendiğinde eğlence türü olarak Kuraş kullanılmıştır Sonradan Kuraş normal eğlenceden bağımsız bir spor türü ve fiziksel hazırlık yöntemlerinden birine dönüşmüştür
XII yüzyılda yaşamış Pehlivan Mahmud gibi büyük güçlü güreşçilerin isimleri halk içinde efsaneye dönüşmüştür Günümüze kadar Hivada yerleşen mezarı kutsal yer olarak kabul edilmekte ve çoğu ibadet edenleri kendisine çekmektedir XIV yüzyılda tüm insan tarihinde tanınmış başkomutan ve devlet erbabı Amir Temur, kendi askerlerini fiziksel yeteneklerini geliştirmeleri için “Kuraş”ı kullanmıştır Bilindiği gibi, Amir Temur’un ordusu o dönemin yenilmez ve dünyanın en güçlü ordusu olmuştur
Yıllar geçti ve “Kuraş” günümüzün Özbekistan bölgesinde yerleşen halkın en sevdiği ve önem verdiği geleneklerinden biri haline gelmiştir Kuraş, Özbek’lerin kanında vardır dersek de hata yapmış olmayız Çocuklar, bu güreş türüne olan sevgiyi babalarından miras almaktadır Günümüzde sadece Özbekistan’da iki Milyona yakın kişi “Kuraş” ile uğraşmaktadır Ayrıca bu güreş türünün meraklısı ve takipçilerinin sayısını belirlemek zorlaşmıştır
1980’li yılların başında Kuraş’ın meşhur Özbek ustası, Judo ve Sambo, ayrıca Kuraş’ın gelişmesinde öncülük eden Kamil Yusupov, Kuraş’ın uluslararası standartlara uygun olacak yeni evrensel kuralların hazırlanması amacıyla miras olan Özbek güreşi öğrenilmesi konusunda araştırmayı başlatmıştır 90’lı yılların başında bu zor araştırmayı tamamlamıştır ve Özbek Kuraş’ını dünya arenasına çıkarmayı hedeflemiştir İlk başta kendisi tarafından hazırlanan Kuraş kurallarını uzman ve sevenler arasında kamu görüşüne havale etmiştir Yeni kurallar, uluslararası spor standartlarına uygun olacak üniforma, güreş yapılacak yer, güreş süresi ve kostüm iyi yönlerini kapsayan Özbek güreş kurallarını birleştirmiştir
Kuraş kurallarının önemli bir üstünlüklerinden biri de yatık durumunda, yani parter olarak güreş yapmanın yasak olmasıdır Güreşçilerin birisinin dizi yere deydiği zaman hakem güreşi durdurur ve güreşçilerin ilk pozisyonu almasını sağlar Bu durum Kuraş’ın spor seyircileri açısından dinamik, hızlı ve ilginç olmasını sağlamaktadır Bunun dışında Kuraş kuralları bel kemerinin aşağı kısmında tutulması, ayrıca diğer tüm acı veren ve boğucu hareketleri kesin olarak yasaklamaktadır Bu ise sporcuların sakatlanma oranını en aza indiren Kuraş’ı güvenli bir güreş türü yapmaktadır

Kuraş’ın yeni dönemi eski Sovyet cumhuriyetleri içinde Özbekistan’ın ilk olarak bağımsızlığı ilan ettiği 1991 yılında başladı Ülke Hükümeti, 70 yıllık totaliter rejiminde engellenen ulusal değerleri ve Özbek halkının gelenekleri yeniden yaşatmak hedefini koydu Milli güreş türü Kuraş’ın yeniden hayata geçirilmesi konusu öncelikli hedeflerden biri oldu Kuraş’ı modern uluslararası bir spor olması ve o¬nun Olimpiyat Oyunları kapsamına dahil edilmesi önemli amaçlardan biri olmuştur ve olmaya devam etmektedir
Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Karimov’un desteğiyle bu Özbek güreşinin uluslararası kapsamda bir takımın faal grup üyeleri aracılığıyla geliştirme çalışmaları başladı Bu grup tarafından büyük bir başarılara imza atılmış ve Özbekistan’ın çeşitli bölgelerinde bir kaç büyük turnuvalar düzenlenmiştir Ülkenin her köşesinden binden fazla güreşçi bu turnuvalara katılma isteğinde bulunmuştur Milyonlarca meraklı seyirci güreş keyfini tatmak için ülkenin tüm stadyumlarını doldurdu
Kuraş’çıların faaliyetleri sadece Özbekistan bölgesiyle sınırlı kalmamıştır 1992 yıldan başlayarak bu grup tarafından Türkiye, Güney Kore, Kanada, Japonya, Hindistan, ABD, Monako ve Rusya gibi resmi spor forumlarında Özbek güreşinin uluslararası platformda bir kaç defa sunumu yapılmıştır Bu çalışmalar sonucunda Eylül 1998 tarihinde Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te düzenlenen ilk uluslararası Kuraş turnuvasına dünyanın 30 ülkesinin katılımı sağlanmıştır Turnuva büyük bir ilgiyle karşılandı Taşkent merkezinde yerleşen ve 30 bin kişi kapasiteli açık stadyum tamamen doldu Özbekistan’daki ve dışındaki milyonlarca kişi TV aracılığıyla turnuva gidiş hattını izlemiştir Cumhurbaşkanlığı Ödülü için düzenlenen 1Uluslararası Turnuva büyük başarıyla geçti Meşhur Türk güreşçi Salim Tataroğlu turnuvada galip oldu
1Uluslararası Turnuvanın düzenlenmesi yeni bir tarihi bir olaya neden oldu 6 Eylül 1998 tarihinde Avrupa, Asya ve Amerika gibi 28 ülke temsilcilikleri uluslararası arenada Özbek güreşini temsil eden Uluslararası Kuraş Birliği adıyla (kısaca UKB) resmi bir organın oluşmasını sağladı Bu organın ilk kurultayında uluslararası Kuraş kurallarını kabul eden ve UKB yönetim kurulunu belirleyen (İcra Komitesi) yeni uluslararası spor organizasyonun tüzüğü o¬naylandı Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Karimov, Kuraş’ın uluslararası arenada gelişmesinde önemli gayretler gösteren birisi olarak tam oyla UKB’nin “Onur Başkanı” görevine seçildi İcra Komitesinde 15 üye olup, UKB kurultayında oy çoğunluğu alma yoluyla dört yıllık süre için tekrar seçilebilme hakkı saklı kalmak koşuluyla seçilmektedir
1999 yılının Mayıs başlarında Taşkent yeni bir olayın şahidi oldu – Avrupa, Asya, Afrika, Doğu ve Güney Amerika gibi beş farklı kıtanın 48 ülkesinden gelen güreşçilerin katılımıyla I Dünya Kuraş Şampiyonası düzenlendi Özbek Devleti Başkanı ve UKB’nin o¬nur Başkanı İslam Karimov, bu şampiyonanın açılış konuşmasında Özbek Kuraş’ı Özbek halkının kendine özgü ruhi ve karakterini, özellikle kendi rakibine göre cesur, kararlı ve merhametli, adil, dürüst ve insani olmayı benimseyen özelliklerini kapsadığını ifade etti Bununla beraber sözü geçen özellikleri kapsayan bu spor türünün tüm dünyanın desteğini ve sempatisini kazanma şansının çok yüksek olduğunu vurguladı
Günümüzde Kuraş, hemen hemen tüm dünya tarafından kabul görmüştür Bolivya, Kanada, ABD ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Hollanda, Türkiye, Rusya ve Japonya’ya kadardır Şu anda UKB, beş kıta Federasyonu ve 70’den fazla Asya, Avrupa, Amerika, Okean ve Afrika Kuraş Milli Federasyon’larını tek çatı altında birleştirmektedir Gün geçtikçe uluslararası spor organizasyonu olarak UKB’nin itibarı artmaktadır UKB Başkanı ve diğer İcra Komitesi üyelerin çeşitli uluslararası spor kurumları ve teşkilatların yöneticilerle olan buluşması ve görüşmeleri bunun kanıtıdır
Kuraş, en eski güreş türü olarak bilinir Aynı zamanda hiç kuşkusuz ki, bu kadar eski tarihi sahip olmasına rağmen dünya arenasında en genç spor türüdür Kuraş, 1998 yılında uluslararası arenada kendi yoluna başladı Kolay ve kısa olmayan bir yoldur Baştan itibaren bu yolun hedefi net olarak belirlenmiştir Yani, Özbek Kuraş’ının uluslararası bir spor dalı olmasını sağlamaktır

Kaynak: Özbekistan BaşKonsolosluğu web sitesi

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Nelerdir? Kılıç sporları Hakkında Bilgi

Kılıç sporları

Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldır Türkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar,çağlar kapamışlardır Kılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştir Demir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdi Demire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler,yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır
İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir Kamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdı Her bozuluş yada kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyordu Türkler,kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş,kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardır Özel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardır Tek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek,yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor,kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu
Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyordu Avrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyordu Türk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktır Mezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan bir çok belge ele geçmiştir
MÖ 23-24 Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardır Bir bölümde şöyle denilmektedir:”Onların hepsi zırhlı süvarilerdi Uzağa mahsus silahları yay ve oktu,Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı
Tarihçi lofyor”Türkler(kılıç,acemilik ve dikkatsizlikte bir toprak çanak gibi kırılır)der kılıç onu kullananın bileğin kuvvet ve yeteneği ile üstünlük kazanır İşte bu bilek Türklerde vardır” demektedir
Ayrıca tarihi belgelerde Alparslan’ın yönettiği ani saldırılarda her Türk askerinin biri elinde,biri belinde,biride ağzında olmak üzere üç kılıcı olduğu belirtilir Savaş dışında ise kılıç bir egemenlik sembolü olarak kullanılıyordu
Kılıç; kabza,korkuluk ve namlu diye adlandırılan üç bölümden oluşmaktadır
Kabza: Ağaç,boynuz,kemik yada madeni maddelerden yapılırdıkabzanın süslü olmasına her dönemde ayrı bir özen gösterilirdi
Korkuluk: Kılıcı kullanan kişinin elini bir darbeye karşı koruyan bölümdür
Namlu ise: Kılıcın madeni bölümüdür Türk kılıçlarının namluları eğridir Eğri namlular darbede daha büyük yara açtıkları için delici kılıçlardan daha öldürücüdür Bazı kılıçlarda iki yanları keskin,ucu sivri,düz yada yuvarlak olan namlu türleri de vardır Namlunun keskin kenarına kılıç ağzı yada kılıç yalmağı denir Kılıçlar kullanılmadıkları zaman “kın” denilen bir kılıfta korunur ve taşınır Kın önceden madenden yada tahtadan yapılırdı Kının üst tarafında bele bağlanmasını sağlayacak olan bölüm vardır
Eski Türklerde kılıç yapımı ustalığı yanı sıra, kılıç üzerine ve kınına yapılan işlemecilikte büyük bir sanata dönüşmüştür Kılıçların kınları ilk dönemlerden beri hayvan,bitki türündeki motiflere göre süslenirdi Kılıçların üzerine de özellikle kabza bölümlerine;kaç yılında,hangi amaçla,kimin tarafından yapıldığı kazınarak işlenirdiİslam dininin kabulünden sonra kılıçlar üzerine ayet,hadis ya da bazı mısralar işlemekte bir gelenek olarak benimsenmiştir
11Yüzyılda yazılan Kaşgarlı Mahmud un eserinde; demir maddesinde şu açıklamalar vardır; Kırgızlar Yabanku,Kıpçaklar ve öteki Türk boyları yemin edecekleri zaman demirden yapılmış kılıcı kınından çıkarırlar önlerine enine koyar “Bu kök girsin,kızıl çıksın” diyerek yemin ederlerdiBunun anlamı sözümde durmasam bu kılıç temiz girsin vücudumdan kanlı çıksın biçiminde idi Bu suretle ”Demir intikamını alsın” demekti
Eski Türklerde daha 5-6 yaşındaki çocuklar ellerine verilen tahtadan yapılmış kılıçlarla bu uğraşa hazırlanırdı Daha sonra iki çocuk bu tahta kılıçlarla birbirlerinin karşısında beceri edinirlerdi Eski kaynaklara göre Türkler eğri ve tek yüzlü bir savaş aracı olarak kullandıkları kılıçları ile ilgili düzenlenen oyunlara büyük önem verirlerdi Kılıçla ilgili becerilerini artırmak,sergileyebilmek için sık,sık gösteri düzenlenirdi Bu kılıç oyunları yıl dönümlerinde ve büyük törenlerde yakılan ateşin çevresinde,müzik eşliğinde ritmik hareketlerle yapılırdı Bu oyunlar ve benzeri akrobatik hareketlerin Türk efsanelerinde, destanlarında geçmesi bunların tarihin derinliklerinden indiğini anlatır
Kılıç-kalkan oyunu bir dini inançtan oluşmuştur Bu gösteri ilkbaharda yeniden ateş yakmak amacı ile yeni yılın başında yapılırdı Bundan yeni yılın ürünü için bir sonuç çıkarılırdı
İki düşman kabile arasındaki iddialı gösterilerde öldürme koşulu vardı Düğün ve bayram gibi özel günlerdeki gösterilerde ise oyuncular birbirlerini yaralamaktan kaçınırlardı Ancak oyunun aşırı heyecan ile yinede ölenler olabilirdi
Türkler çok iyi kullandıkları kılıçlarına kutsal bir değer kazandırmışlardır Eski Türklerde olduğu gibi Osmanlı Türkleri de yeminlerini kılıç üzerine ederlerdi Fatih Sultan Mehmet Bosna’daki Latin kilisesine tanıdığı ayrıcalığı doğrulamak için ”Kuşandığım kılıç hakkı için” diyerek güvence vermiştirYavuz Sultan Selim de Venediklilere ticaret ile ilgili olarak verdiği izni;”Kılıcım hakkı için” diyerek garanti etmiştir
Kılıç yapımı için 3-5 kg ağırlığındaki kılıç yumurtası 5-8 cm çapında ve 8-12 cm yüksekliğinde oval biçimdeki bir çelik külçe dövülerek yapılırdı Sonradan değişik formüllerle kılıca su verilirdi Kılıca su verme işlemi başlı başına bir sanattı Kılıç ustaları kendilerine özgü değişik su verme formülleri bulmuşlar ve bunları birbirlerinden büyük değer olarak gizlemişlerdir Bu türde yapılan Türk kılıçları havaya atılan yaş pamuktan bir yumağı kolayca ikiye biçerdi

Kaynak
Doğan Yıldız Türk spor tarihi İstanbul-1979

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Nelerdir? Yağlı güreş Hakkında Bilgi

Yağlı güreş

Yağlı güreş, geleneksel bir Türk sporudur Güreşçiler vucutlarına yağ sürerek güreştikleri için bu şekilde adlandırılır Er Meydanı denilen alanlarda yapılır

Güreşçilerin vucutlarının yağlanması nedeni ile birbirlerini tutmaları zorlaştığından, büyük güç ve ustalık gerektiren bir spordur



Tarihçe

Yağlı güreş Mısır kaynaklıdır Deniz ticareti sayesinde Avrupa'ya, Balkanlar'a taşınmıştır Özellikle bir düğün eğlencesi olarak, güreşçilerin büyük toprak sahipleri tarafından davet edilmeleriyle başlamıştır Türklerin MÖ 4 yydan beri güreş yaptıkları bilinmektedir İlkbahar aylarında doğanın canlanışı için yapılan kutlamalarda, evlenme merasimlerinde, zafer şölenlerinde hep güreş müsabakalari yapılırdı Osmanlı İmparatorluğu’nda karakucak ve yağlı güreşler yaygın olarak ve devletin kontrol ve himayesinde yapılmaktaydı Birçok bölgede güreş tekkeleri kurulmuş, bunların başlarında şeyh denilen eski ve ünlü pehlivanlar görev almıştır

Günümüzde de bu geleneğin bir uzantısı olarak organize edilen güreş etkinliklerinde, ağalık sistemi ile masrafları karşılayan bir kişi bulunur Bu kişiler genellikle yörenin tanınmış ve varlıklı kişileridir

Osmanlı padişahlarından Sultan 4 Murad ve Sultan Abdülaziz de bizzat güreş yaparak bu spora gösterdikleri önemi göstermişlerdir Edirne Sarayiçi’nde yapılan 650 yıllık geçmişe sahip Kırkpınar Yağlı Güreşleri, bu sporun Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterir

1996 yılında Geleneksel Spor Dalları Federasyonu kurulmuş ve yağlı güreş için önemli bir adım atılmıştır

Pehlivan

Pehlivan sözcüğü Farsça'dır Burhan-ı Katı'ya göre asıl anlamı; yürekli, cesur (şeci), yiğit (dili) ise de, zabit, vali, iri vücutlu ve doğru sözlü kimseye de pehlivan denilir Bu nedenle yerine göre çeşitli zamanlarda farklı anlamlarda kullanılmıştır

Selçuklular zamanında kahramanlık gösteren savaşçılara, üstün başarı kazanan atıcı, güreşçi, gürzcülere pehlivan denilse de, bu sıfat 16 yy başlarında yalnız sporcular için kullanılmıştır Pehlivan deyiminin bu anlamda kullanılışı Sultan II Mahmut devrinin sonuna kadar sürmüştür

Türkler, erkeği, kadını ve çocuğuyla güreş sever; ruhlarındaki savaşçı duyguların da etkisiyile güreşçiye saygı duyar ve pehlivanlara ayrıcalık tanırlar Güreşçiye karşı duyulan sevgi ve saygı, pehlivanların güçlü kuvvetli, vücut yapısı ve adaleleri gelişmiş, sağlıklı görünümlü insanlar olmasından kaynaklanır Pehlivanların kahraman, yiğit, doğru ve mert, 'eline, beline ve diline sahip' insanlar olduğu düşünülür

Osmanlılar zamanında saray dışında yapılan güreş müsabakaları; panayırlarda, düğünlerde, bir hayır kurumu yararına veya bu işi meslek edinmiş kişilerin özel yer ve salonlarında yapılırdı Ayrıca düğün ve Ramazan güreşleri adı altında düzenlenen etkinlikler de yapılmıştır

Sıkletler (Boylar)

Kırkpınar başta olmak üzere, büyük çaplı yağlı güreş müsabakalarında boylar şu şekilde düzenlenir:

Teşvik Boyu
Deste Küçük Boy
Deste Orta Boy
Deste Büyük Boy
Küçük Orta Küçük Boy
Küçük Orta Büyük Boy
Küçük Orta Boy
Baş Altı Boy
Baş Boyu

Güreşçi sayısının daha az olduğu mahalli yağlı güreş etkinliklerinde ise boylar aşağıdaki gibi düzenlenir:

Teşvik Boyu
Deste Boyu
Küçük Orta Boy
Büyük Orta Boy
Baş Altı Boy
Baş Boyu

Önemli pehlivanlar

Kurtdereli Mehmet Pehlivan
(Gaddar) Kel Aliço
Molla İzzet
Koca Yusuf
Adalı Halil
Nakkaş Eyüp
Kızılcıklı Mahmut
Mehmet Ali Yağcı
Ahmet Taşçı
Nizamettin Akbaş
(BABAESKİLİ nazmi UZUN

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporlarımız Nelerdir Ata Sporlarımız Hakkında Bilgi



Ata Sporlarımız Nelerdir? Ata Sporlarımız Hakkında Kısaca Özet Bilgiler

Ata Sporları
Geçmişten günümüze gelen birçok spor vardır Bunların başlıcaları cirit, okçulu, binicilik, güreş, kılıç sporları ve yağlı güreşlerdir Yıllardır günümüze kadar gelmiş sporlardır

Binicilik
Günümüzde de olduğu gibi,ulusal ve Türk Tarihinin her döneminde “At Murattır” sözcüklerine bağlı kalınarak,her Türk ata karşı sevgi,güven,ilgi duymuş ve onu kendisinden bir parça kabul etmiş,ona kutsallık tanımış,saygınlık kazandırmış,sanatında,edebiyatında,müziğind e eşsiz bir yer vermiştir Nazmi Sevgen;”Türklerde at ve atçılık” adlı kitabında 1937 yılında Ankara da toplanan tarih kurultayında Avusturya lı tarih bilimcisi Hoopers atın ilk evcilleştirme hareketinin İç Asya da Türkler tarafından yapıldığını, Macar tarihçisi Allfoldin de,bu konudaki ilklerin Altay Türklerine ait olduğunu öne sürmüştürAlman tarih bilimcisi Portriatz ise “Eski çağlarda at” adlı eserinde atın MÖ6000 dolaylarında Türkler tarafından evcilleştirildiğini iddia etmiş ve iddiası için bazı bulguları kesin kanıt göstermiştir Yaklaşık olarak MÖ4000 yılları dolaylarında Türkler tarafından bir çekim hayvanı olarak arabalara koşulan at,askeri amaçlarla savaş sınıfı oluşmasına sonuç olarak ta Asya’nın ve öteki kıtaların tarihi ve siyasal yaşamının oluşum ve değişiminde etkinlik kazanmıştırTürkler onunla uzaklıkları enmişler,derisinden giysi ve ayakkabı yapmışlar,lezzetli buldukları tayının etini yemişler,kısrakların sütünden mayalanma ile sağlanan “Kımız” adı verilen ve keyiflendirici içkiyi yapmışlardırAyrıca yele ve kuyruklarını da değerlendirmişlerdirkemiğinden kaymak için araç,kıllarından ağ,gözleri güneş ışığından koruyan bir tür gözlük örmüşlerdir Eski Türklerde at kültürü ile ilgili çeşitli bulgular bir belge olarak,bu gün çeşitli ülkelerin müzelerine değer katmaktadırYenisey yörelerinde eski Türkler tarafından,kayalar üzerine yapılmış at resimleri ve çok eski dönemlere ait,Türk mezarından çıkan eşyaların üzerinde süsleme sanatı olarak at figürleri kullanıldığı görülmektedirEski Türk destanlarında ve efsanelerinde at baş tacı dır,ayrı bir yeri vardırOğuz destanı atla başlarDede Korkut ta ,Bamsı Beyrek öyküsünde atla kardeşleşmiştir Eski Türklerin ilkel atları yakalayabilmek için Türlü yöntemler kullandıkları,kitabelerde yazılıdırKarluk han buzullar içinden ünlü bir atı alıp çıkardığı için ad almıştırEski Türklerdeki ”Türk atsız,kuş kanatsız” sözü çok şey anlatır Tüm tarihi kaynaklar,atın vatanı olarak orta Asya bölgesini göstermektedirKırgız stepleri ile Gobi havalisinin atın vatanı olduğu konusunda görüş ve kanıt birliği vardırEski Türklerin “Yılkı” adını verdikleri at sürülerinin,ırk ve evcilleştirilmeleri ile ilgili bilgiler çok geniştir

Cirit
Cirit; Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir Ata sporudur Türkler bu Atlı oyunu Orta Asya dan günümüze taşımışlardır 16 yüzyılda bir savaş oyunu olarak kabul edilmişti 19 yüzyılda Osmanlı ülkesi ve sarayının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu Cirit aynı zamanda tehlikeli bir oyun olması sebebi ile 1826 yılında II Mahmut tarafından yasaklanmıştır Daha sonraları tekrar popüler bir gösteri oyunu olarak yaygınlaştı Tarihin eski çağlarında insan topluluklarının ulaşım ve savaş vasıtalarından olan at sürüler halinde beslenmiş,günün şartlarına göre eğitilmiş savaş zamanlarında savaş vasıtası,sulh zamanlarında da spor ve eğlence vasıtası olmuştur Savaşı spor haline getiren,sporu en güzel eğitim aracı bilen Türk kahramanlarının çağlar boyu kazandıkları zaferlerde canları kadar aziz bildikleri atlarının büyük hissesi vardır Bunun için atlı cirit,Türklerin en eski milli sporlarından olup,canlılardan yapma ve konuşma özelliği olan insanla taşıma ve his gücü olan atın ve cansız 110 cm’ lik cirit sopasının en güzel uyum sağladığı insanla aklın bütünleştiği eski savaş kurallarının uygulandığı bir oyundur Atlı ciritte erlik yaşar, mertlik yaşar, sportmenlik yaşar ama her şeyden önce bir tarih yaşar Atalarımız barış zamanlarında at ve askerlerini zinde ve kuvvetli tutabilmek için atlı cirit sporunu tesis etmiş, insanları ruh ve bedenen eğiterek yarınlara hazırlamışlardırAtlı ciritte hiçbir spor müsabakasında bulunmayan rakibi bağışlama ,affetme şeklinde bir davranış vardır Hasmının önünü kesip,ona ciritle vurma imkanı varken vurmayıp bağışlayan sporcu puan kazanmaktadırVurma imkanı yüzde yüz mevcut iken,o anda zayıf düsene vurmayı zul kabul ederek bağışlama yolunun seçilmesi, Bu yönüyle spor ve erdemin birlikte anıldığı asil bir yapıya sahiptir

Okçuluk
Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir Pagan dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı Çetirlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı(32, s 4) Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih-nâmelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu Öte yandan, tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçekte, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünyaya tanıtılmış olmasıdır Bu gerçekle ilgili tarihi kanıtların bir bölümü Ergenekon ve Oğuz Destanlarında yer alır Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok iyi değerlendirmişlerdir Maden çağının açılması ve atın eğitilmesi sonrası Türklerin Orta Asya'dan göçleriyle ok ve yayın kullanımındaki becerilerini dört bir yana yaymışlardır Türk, Orta Asya steplerinden uzandığı her yere elinde yayı, sırtında ok sadağı, altında atı ile gitti ve bunları gittiği her yerde tanıttı Ünlü Türk Hakanı Oğuz Han, Gün, Ay ve Yıldız adlı üç büyük oğluna "Bozok", Gök, Dağ ve Deniz adlı üç oğluna da "üçok" demesi, Türklerin oka verdikleri önemi yansıtması bakımından büyük değer kazanır

Güreş

Türklerde en eski spor türlerinden biride GüreştirGüreş,zorlu bir doğa içinde insanların güçlerini ve güvenlerini kolları ile denedikleri ve aradıkları bir mücadele türü olmuşturDindirilmez bir yaşam isteği insanları birbirine saldırmaya ve devirmeye zorlamıştırTürkler doğaya ve kuvvete düşkün kişilerdirDoğudan batıya yelpaze gibi yayılan Türkler,yakın mücadeleyi her zaman ön planda tutmuşlardırGüreşte insanların üstün olduklarını kanıtlamak güçlerini topluma kabul ettirmek için uyguladıkları bir mücadele biçimidirBöylelikle bir kişinin kuvvetini öteki kişilerle oranlama imkanı bulunur İlk çağlarda güreş, elbette bir tür boğuşmadır Orta Asya devirlerinde Türkler arasında yapılan güreş müsabakalarında güreşin sporculardan birinin ölümü halinde sona erdiği bilinmektedir Manas Destanı'nda kaydedilen güreşler bu gerçeği aydınlığa kavuşturmaktadır Kaşgarlı XI Asır DLT’de “Çalış” ve “Çelme” kelimesinin karşılığı olarak “Güreş” (küreş) diye tanımlanmıştır Aynı sayfada “çalışçı” kelimesi “Güreşçi” olarak açıklanmıştır (Kaşgarlı, 1985) Bu büyük yazar eserinin bir başka yerinde “Kız ila küreşme kısrak ile yarışma” (Kaşgarlı, 1985) diye bir deyişle örnekleme yapmaktadır Aynı dönemlere (XI Asır) tekabül eden ve temel eserlerden biri olan KB’de Yusuf Has Hacip; “Güreş” sözcüğünün karşılığı olarak “Küreşmek = Boğuşmak” olarak vurgulamaktadır (Yusuf Has Hacip, 1979) Bu iki temel eserlerden yarım asır sonra (1127 - 1144) yazılmış olan ME’de de El-Havarizmi güreşe “küreş” derken bu sporun bu isim altında Oğuz, Kıpçak ve diğer Karahanlı Türk’lerinin severek yaptıklarını vurgulamaktadır (El-Havarizmi, 1993) Günümüz Orta ve diğer Asya Türk toplumlarından Azeriler “gülaş”, Başkurtlar “köraş”; Kazaklar “küres”; Kırgızlar “küröş”; Özbekler “kuraş”; Tatarlar “köraş /küreş; Türkmenler “göreş”; Uygurlar’ın “küraş/küreş” (KTLS, 1992) dedikleri görülmektedir Diğer Türk’lerden Gagouzlar “küreş”; Yakutlar, Sakalar, Tuvalar ve Hakaslar ise “küraş” demektedirler (BRSMSTS, 1988) Yukarıda da görüleceği gibi güreş sözcüğü bütün Türk toplumlarında birbirine benzer ya da aynı şekilde telaffuz ediliyor Bilindiği gibi Anadolu’da da güreş sözcüğü halk arasında “güleş” ya da “küleş” (Afşin, 1988) diye telaffuz edilmektedir Görülen o ki, eski ve yeni bütün Türk toplumlarında bu sözcüğün kökeninin “kür” olduğudur

Kılıç Sporları
Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldırTürkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar,çağlar kapamışlardırKılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştirDemir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdiDemire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler,yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştirKamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdıHer bozuluş yada kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyorduTürkler,kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş,kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardırÖzel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardırTek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek,yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor,kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyorduAvrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyorduTürk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktırMezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan bir çok belge ele geçmiştir MÖ 23-24 Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardırBir bölümde şöyle denilmektedir:”Onların hepsi zırhlı süvarilerdiUzağa mahsus silahları yay ve oktu,Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı Tarihçi lofyor”Türkler(kılıç,acemilik ve dikkatsizlikte bir toprak çanak gibi kırılır)derkılıç onu kullananın bileğin kuvvet ve yeteneği ile üstünlük kazanırİşte bu bilek Türklerde vardır” demektedir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.