Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #1 |
KRDNZ
|
Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Dönemi Şekillendiren Faktörler IIDünya Savaşı tarihin gördüğü en yıkıcı savaşlardan biri olmuşturÜlkeler yanmış, yıkılmış ve milyonlarca insan ölmüştü Bu savaş tam bir "dünya" savaşı olmuştu Savaşın tesirlerini hissetmeyen hiç bir ülke ve toplum kalmamıştır, dense yeridir Fakat ne var ki, altı yıllık bu ızdıraplı dönemden sonra, dünyanın ve insanlığın barışa hemen kavuşabilmesi mümkün olmamıştır Milletlerarası mücadeleler, büyük devletlerin çatışması ve mahalli savaşlar, insanlığı zaman zaman üçüncü bir dünya savaşının eşiğine kadar getirmiştir Böyle bir "sıcak savaş" patlak vermemiştir, lakin barış da olmamıştır Dünya bir "soğuk savaş" atmosferi içinde, heyecanlı bir onbeş yıl geçirmek zorunda kalmıştır Bu soğuk savaşın gelişmelerini ele almadan önce, bir başka mühim noktaya da temas etmek istiyoruz Bu da, IIDünya Savaşından sonra dünyamızın almış olduğu yeni şekil veya dünyamızı şekillendiren yeni faktörlerdir Bu faktörler, bundan sonraki milletlerarası münasebetlerin zeminini oluşturacaktır Nasıl ki, I'inci Dünya Savaşından sonraki dünya, 19'uncu yüzyılın dünyasından çok farklı olmuş ise, 1945'ten sonraki dünya da, 1918'in dünyasından çok farklı bir yapıda olmuştur Bu farklılıkları ve yeni dünyamızı şekillendiren faktörleri şu noktalarda toplamak mümkündür 1) Bir kere, IIDünya Savaşından sonra ortaya çıkan ve bugüne kadar devam eden milletlerarası politikanın yapısı çok değişmiştir Savaştan sonra dünya politikasına iki yeni kuvvet, Süper-Devlet (Super Power) adı verilen, Birleşik Amerika ile Sovyet Rusya hakim olmuştur ve bu iki kuvvetin üstünlüğü günümüzde de devam etmektedir Dikkat edilirse, bu iki büyük kuvvetin her ikisi de daha önce dünya politikasında mühim roller oynamış değildir Birleşik Amerika, savaştan sonra Monroe Doktrinini terkederek bir dünya devleti olmuş ve milletlerarası politikada birinci plana geçmiştir 1917 Bolşevik İhtilalinden IIDünya Savaşı'nın çıkışına kadar çekingen bir politika takip eden ve büyük devletler topluluğunun dışında kalan Sovyet Rusya da, 1945'ten itibaren takip ettiği aktif, yayılıcı ve emperyalist politikasının dışında, gerçekleştirdiği teknolojik gelişme ile de, o da milletlerarası politikanın birinci planına geçmiştir Daha önce milletlerarası münasebetlerin başlıca ağırlık noktaları olan, galip gelmiş İngiltere ve Fransa ile, yenilmiş devletler olan Almanya, Japonya ve İtalyanın kendilerini toparlamaları daha uzun bir zaman alacaktır Toparlandıkları zaman da, ancak ikinci planda kalacaklardır Kısacası, IIDünya Savaşı'ndan sonra milletlerarası politikanın yapısı değişmiş ve ikili bir yapı ortaya çıkmıştır 2) Sovyet Rusya'nın sivrilmesinin bir mühim neticesi de, ilk defa olarak milletlerarası münasebetlere doktrin ve ideoloji unsurunun girmesidir Sovyet sistemi, dünya proleter ihtilali gibi, komünizmi bütün dünyada hakim kılmak isteyen bir doktrine dayandığından, savaştan sonra Sovyet dış politikası tamamen bu hedefe yönelmiş ve bu da milletlerarası politikaya doktrin ve ideoloji unsurunun girmesine sebep olmuştur Komünist düzenin karşısında olan ülkeler, Sovyet Rusyanın komünizmi bütün dünyaya yayma çabalarına karşı koyunca, milletlerarası mücadelenin konusu, farklı dünya görüşlerinin çatışması ve hürriyet düzeni ile totaliter komünist düzenin mücadelesi haline gelmiştir Milletlerarası münasebetler tarihinde böyle bir durum ilk defa ortaya çıkmaktaydı 3) Günümüz dünyasının en mühim gelişmelerinden biri de, sömürgeciliğin tasfiyesidir Bir-iki yer istisna edilirse, Asya ve Afrika'daki sömürgelerin hepsi bugün bağımsız olmuşlardır 1956 yılında Afrika'da bağımsız devlet sayısı 6 iken, bugün bunların sayısı 50'yi aşmaktadır Sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ise, daha ilerde göreceğimiz üzere, milletlerarası politikaya Üçüncü Blok, Üçüncü Dünya veya Bağlantısızlar Bloku denen yeni bir kuvvetin girmesi neticesini vermiştir 4) IIDünya Savaşı'nın en mühim neticelerinden biri de, milletlerarası politikanın "alan genişlemesi"dir 1945'e gelinceye kadar, milletlerarası münasebetlerin yoğunlaştığı başlıca alan Avrupa idi Avrupa politikası demek, dünya politikası demekti Asya, Afrika ve Latin Amerika, 20'inci yüzyılın ortalarına kadar, milletlerarası politikanın bağımsız alanları değildi Bu kıtalar ancak Avrupa politikasının çerçevesi içinde yer alırlardı Halbuki bugün artık böyle değildir Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan gibi geniş ülkeli ve kalabalık nüfuslu iki ülkenin ortaya çıkışı ve Japonya'nın Asya'da büyük bir ekonomik kuvvet olarak tekrar sivrilmesi ile Asya gayet mühim bir milletlerarası politika alanı haline gelmiştir Elliyi aşan bağımsız devleti ile Afrika, artık sömürgeciliğin Kara Afrikası olmayıp, milletlerarası münasebetlerin yeni bir ağırlık alanıdır Latin Amerika ise, 19'uncu yüzyıldaki uyuşukluğundan silkinmeye başlamıştır 1982 yılında Arjantinin Falkland Savaşı ile İngiltereye kafa tutabilme cesaretini kendinde görmesi ve diğer Latin Amerika ülkelerinin tepkileri, küçümsenecek bir hadise değildir Nihayet, Üçüncü Dünya Ülkelerine de Asya-Afrika-Latin Amerika grubu dendiğini de unutmayalım 5) Milletlerarası münasebetlerin alan genişlemesi, sadece dünyanın düzeyi üzerinde olmayıp, günümüzde bu münasebetler yukarıya doğru da bir alan genişlemesi yaparak, uzaya intikal etmiştir İ'inci Dünya Savaşı karada ve denizlerde yapıldı IIDünya Savaşında ise zaferi havalarda güçlü olanlar kazandı Bu savaşta kara ve deniz muharebelerinin kaderini daima "hava" tayin etti Yani, IIDünya Savaşı, milletlerarası mücadeleyi dünyanın yüzeyinden atmosfere çıkardı Lakin ilk adımlarını IIDünya Savaşı sırasında atan füze teknolojisi, savaştan sonra büyük bir gelişme hızı gösterince, büyük kuvvetler mücadelesi günümüzde atmosferi de aşarak uzaya intikal etmiştir Uzay şimdi kuvvet üstünlüğü mücadelesinin yeni alanı olmuştur Bir zamanlar nasıl sömürge sahibi olmak büyük devlet olmanın şartı gibi telakki edilmiş ise, şimdi de uzayın derinliklerine el atabilmek, büyük kuvvet olmanın şartı gibi görünmektedir 6) Günümüzün dünyasının, bilhassa IIDünya Savaşından sonra ortaya çıkan en mühim meselelerinden biri de, ekonomik meselelerdir Denebilir ki, tarihin hiç bir döneminde ekonomik meseleler, milletlerarası münasebetlerde bugünkü kadar ağırlık kazanmamıştır Bugün bütün dünya ülkeleri, siyasal kuvvet dengesi, güvenlik ve barış gibi meselelerden belki de çok daha fazla olarak, ekonomik kalkınma, refah, daha iyi bir yaşama seviyesi gibi meselelerle yoğun bir şekilde meşgul olmaktadırlar Bunun neticesi olarak da, bugünkü milletlerarası münasebetlerde ekonomik faktör büyük bir ağırlığa sahip bulunmaktadır Zengin ve fakir ülkelerle, iktisaden geri kalmış, gelişme halinde olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki farklılıkları ekonomik ve ticari münasebetler ve ekonomik yardım münasebetleri yoluyla ortadan kaldırmak, bugünkü milletlerarası münasebetlerin temel meselelerinden birini teşkil etmektedir Yeni dünyamızı şekillendiren faktörler genel olarak bunlardır |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #2 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Batılıların Avrupa'da Dengeyi Kurması Bu konuyu 7 başlık altında toplayabiliriz : Truman Doktrini Marshal Planı Batı Avrupa Birliği Berlin Buhranı NATO'nun Kuruluşu Yugoslavya'nın Kominform'dan Çıkarılması Beş Barış Anlaşması Batı Avrupa Birliği Uydu ülkelerde Sovyetlerin yaptıkları komünist darbeleri içinde, Batılı devletler üzerinde en fazla tepki uyandıranı 1948 Şubatındaki Çekoslovak darbesi olmuştur Çünkü Çekoslovakya şimdiye kadar Orta Avrupada Batılı manasında demokrasinin en ileri öncüsü olmuştu Sovyetler yaptıkları darbe ile bir Batı Demokrasisini öldürmüş olmaktaydılar Diğer taraftan, bu darbe ile Sovyetlerin, doğu ve orta Avrupa ile Balkanlardaki hakimiyeti, egemenliği de tamamlanmış oluyordu Bundan sonra sıra Batı Avrupaya gelecek demekti Bu sebeple, Çekoslovakya hadisesi, gerek Avrupada, gerek bütün dünyada büyük heyecan ve tepki uyandırmıştır Komünistlerin Çekoslovakyada iktidarı ele geçirmeleri, Sovyet Rusya’nın niyetleri bakımından, Batılılar için bir alarm oldu İşte bu şartlar içinde, İngiltere ve Fransa ile, Benelux grubu alenen Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında, 4 Mart 1948 de Brüksel’de başlayan toplantı, 17 Mart 1948 de Batı Avrupa Birliği’ni kuran bir antlaşmanın imzası ile sona erdi Bu antlaşmaya göre beş devlet, aralarındaki her türlü işbirliğinden başka, taraflardan biri Avrupa’da bir silahlı saldırıya uğradığı takdirde, diğerleri her türlü vasıtalarla onun yardımına gideceklerdi Batı Avrupa Birliğine başlangıçta, İskandinav Ülkeleri de dahil edilmek istenmişse de, bu ülkeler, Sovyetler Birliği ile komşulukları dolayısiyle, bu devleti kışkırtmak istememişler ve bu ittifaka dahil olmaktan kaçınmışlardır Batı Avrupa Birliği Avrupa’daki Sovyet tehdit ve yayılmasına karşı alınmış ilk askeri tedbir oluyordu Fakat Amerika’nın bu ittifak içinde olmayışı, Batı Avrupa Birliğini Sovyetler karşısında bir denge unsuru olmaktan yoksun bırakıyordu Muhtemeldir ki, İskandinav ülkeleri de bunun için bu ittifaka katılmamışlardı Lakin 1948 yılının gelişmeleri, Batılıları ve Amerikayı, daha geniş bir ittifak sistemi kurmaya sevkedecek ve NATO ortaya çıkacaktır Berlin Buhranı 1948 yılı gelişmeleri içinde en mühim hadise Berlin Buhranı dediğimiz ve Sovyetlerin Batılıları Berlin'den çıkarmak için giriştikleri teşebbüs neticesinde ortaya çıkan buhrandırÖte yandan, Batılıların Batı Berlin'deki ve Batı Almanya'daki faaliyetleride Sovyetler için can sıkıcı olmaktaydı, Amerika, İngiltere ve Fransa, kendi işgal bölgelerinde gerçek anlamda demokratik bir rejim tatbik ediyorlar ve ayrıca ekonomik kalkınma için de her türlü çabayı sarfediyorlardı Üç müttefik bununla da kalmadı ve Amerika ile İngiltere 1946 Aralık ayında Almanya'daki işgal bölgelerini birleştirerek buna Bizonia adını verdiler Berlin Buhranı çıkınca, Fransada 1948 Haziranında kendi işgal bölgesini Bizonia ile birleştirdi ve böylece üç müttefikin işgal bölgeleri Trizonia adını aldı Sovyetler nihayet Batılıları Batı Berlin'den atmaya karar verdiler ve Batı Almanya ile Batı Berlin arasındaki her türlü ulaşıma önce kısıtlamalar koydular ve 1948 Mart ayından itibaren de bütün ulaşımı kestiler Ayrıca, Berlinin elektrik santraline el koyarak Batı Berlinin elektriğini dahi kestiler Batı Berlin'de 2 milyon kadar insan yaşamaktaydı ve bunların beslenmesi gerekiyordu Bu durum Sovyetlerle Müttefikler arasında büyük bir gerginlik doğurdu Amerika gücünü ortaya koyarak, kurduğu bir "hava köprüsü" ile her gün Batı Berlin'e günde 3-4 bin ton yiyecek ve yakacak taşımaya başladı Amerika havalarda üstün olduğu için Sovyetler karşı çıkmaya cesaret edemedi Amerika ve Batılılar Batı Berlin'den çıkmamaya kararlı idi Amerika aylarca Batı Berlin halkını havadan besledi Bu arada Amerika ve Batılılar ile Sovyetler arasında tartışmalar ve müzakekereler devam etti Neticede Sovyetler Batılıları Berlin'den çıkaramıyacaklarını anladılar Savaş bittikten sonra Almanya dört işgal bölgesine ayrılmakla birlikte, Batılılar, bu işgal statüsünün sona ererek, yani barış yapılınca, Almanya'nın bütünlüğünün tekrar kurulabileceğini ümit etmekte idiler Berlin Buhranı Batılılara böyle bir ümidin yersizliğini ve Almanya'nın bölünmüşlüğünün bir gerçek olduğunu gösterdi Bu sebeple, hiç değilse kendi işgal bölgelerini birleştirerek Batı Almanyayı bütünleştirmek istediler 1948 Eylülünde Bonn'da toplanan bir Kurucu Meclis anayasa çalışmalarına başladı ve 23 Mayıs 1949 da da Federal Alman Anayasası ilan edilerek Batı Almanya veya resmi adı ile Federal Alman Cumhuriyeti ortaya çıktı Buna karşılık Sovyetler de 30 Kasım 1948 de Doğu Berlin'de komünistlere ayrı bir belediye meclisi kurdurarak bunu tanıdılar Bunun üzerine Batı Berlin'de de 5 Aralık 1948 de belediye seçimleri yapıldı ve orada da ayrı bir belediye kuruldu Almanya gibi Berlin de ikiye ayrılmıştı Öte yandan, Federal Alman Cumhuriyeti'nin kurulmasına karşılık olmak üzere Sovyetler de kendi işgal bölgelerinde 1949 Ekiminde Demokratik Alman Cumhuriyetini kurdular Berlin Buhranı, savaş sırasında Batılılarla Sovyet Rusya arasındaki işbirliği ve ortaklığın tamamen ölmüş olduğunu ve şimdi dünyanın Doğu ve Batı Blokları olarak ikiye bölündüğünü kesinlikle gösteren bir hadise olmuştur Şu halde, Sovyet yayılması ve emperyalizmine karşı mukabil tedbir almak gerekiyordu Beş Barış Anlaşması 1945-1949 döneminin Avrupa gelişmelerini kapamadan önce,yine bu dönemde, yenilmiş olan beş devletle yapılmış olan barış antlaşmalarından da kısaca söz etmek gerekir 1945-1948 arasındaki devrede Batılılarla Sovyetler arasında yapılan çeşitli konferanslardan sonra, II Dünya Savaşının yenilen devletlerinden beşi ile 19 Şubat 1947 de barış antlaşmalarının imzası mümkün olabilmiştir Kendileriyle barış antlaşması yapılan devletler şunlar olmuştu: İtalya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Finlandiya İtalyan barış antlaşması ile İtalya, batıda Fransaya küçük bir toprak bıraktı İtalya-Avusturya sınırı eskisi gibi kabul edildi Güney Tirol ve Brenner Geçidi İtalya'nın elinde kaldı Trieste bölgesi Serbest Bölge haline getirildi Lakin hem İtalya, hem de Yugoslavya Trieste'ye göz koyduğundan, bu bölge iki devlet arasında anlaşmazlık konusu oldu Nihayet 1954 yılında Trieste, İtalya ile Yugoslavya arasında taksim edildi Barış antlaşması ile İtalya bütün sömürgelerini kaybetti Habeşistan tekrar bağımsız oldu Trablusgarp da, Libya adı ile 1951 Aralık ayında bağımsızlığını kazandı İtalya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Yunanistan, Habeşistan ve Arnavutluğa, toplam olarak 360 milyon dolar tamirat borcu ödeyecekti İtalya'nın ödeyeceği tamirat borcunun, Habeşistan'a 25 milyon dolar olmasına karşılık, Yugoslavyaya 125 milyon dolar olması, barış antlaşmalarının nasıl bir kompromi olduğunu gösterir Yine bu barış antlaşmaları ile Romanya Transilvanyayı yeniden ele geçiriyordu Buna karşılık Besarabya ile kuzey Bukovina'yı Sovyet Rusyaya terkediyordu Bulgaristan güney Dobruca'yı elinde tutmakla beraber, Batı Trakyayı da kazanmak istemiş, lakin buna muvaffak olamamıştı Aynı şekilde, barış antlaşmalarının müzakerelerinde Yunanistan da kuzey Epir'i ele geçirmek istemiş, o da muvaffak olamamıştı Çekoslovakya-Macaristan sınırında da, Çekoslovakya lehine küçük bir değişiklik yapılmıştır Yenilen devletler olan Romanya, Bulgaristan ve Macaristan Sovyet Rusyaya, Çekoslovakyaya ve Yunanistan'a tamirat borcu ödeyeceklerdi Marshal Planı Truman Doktrini, esas itibariyle Yunanistan ve Türkiyeye askeri yardımı öngörmüştür Çünkü bu iki ülke Sovyetlerin doğrudan doğruya baskısı ve tehdidi altında idi Fakat bu sırada Avrupanın durumu iktisaden son derece kötüdür Altı yıllık savaş bütün ülkelerin ekonomik kaynaklarını tüketmiştir Savaş bütün ülkelerde ağır tahribat yapmıştır Bir bakıma toplumlar açlıktan kıvranmaktadır Ekonomileri harekete geçirecek kaynak yoktur Sovyet Rusya bu durumu fırsat bilerek komünizm propagandasını şiddetlendirmişti Komünizm propagandası fakirliğin müsait zemininde çok müessir olmaktaydı Sovyetler, komünist partilerinin bilhassa kuvvetli olduğu Fransa ve İtalyayı seçmişlerdi Bu iki ülkede komünist partilerinin kışkırtmasiyle çıkan grevler, bu ülkelerin ekonomisini felce uğratmıştı Bu grevlerle komünist partilerinin iktidara gelmeleri amaçlanmıştı Bu bakımdan, 1947 Eylülündeki Kominform toplantısına Fransa ve İtalya Komünist Partilerinin katılması ilgi çekicidir Amerika Batı Avrupanın bu ekonomik sıkıntılarına yardımcı olmak için her şeyi yaptı Amerika'nın 1945 Haziranı ile 1946 sonu arasında Batı Avrupaya yaptığı ekonomik yardım 15 milyar dolar olmuş, fakat bu yardım bütçe açıklarının kapanması, ithalat için kullanılması gibi, paranın verimli olmayan ve gidip de gelmiyeceği alanlara harcanmıştı Bu işin sonu yoktu Bu sebeple Amerika Avrupaya yapacağı yardım için başka bir formül aradı ve bu formül Dışişleri Bakanı George Marshall'ın 5 Haziran 1947 günü Harvard Üniversitesi'nde verdiği bir nutukta açıklandı Buna göre, Avrupa ülkeleri her şeyden önce kendi aralarında bir ekonomik işbirliğine girişmeliler ve birbirlerinin eksikliklerini kendileri tamamlamalılar Bu genel işbirliği sonunda bir açık ortaya çıktığında Amerika bu açığın kapatılması için yardım etmeli Bunun için de önce bir işbirliği programı yapılmalıydı Marshall Planı adını alan bu teklifi görüşmek üzere 27 Haziran 1947 de Paris'te bir toplantı yapıldı George Marshall bu planına Sovyetlerle uydularını da dahil ettiği için, Paris toplantısına Sovyetlerde katıldılar Lakin yapıcı bir katkıda bulunmak için değil, sabote etmek için Sovyetler bunu da başaramayınca 2 Temmuzda konferansı terkettiler 12 Temmuzda İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksenmburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç'in katılmasiyle toplanan 16'lar konferansı 22 Eylülde, Amerikaya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma programı hazırladı Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948 de Dış Yardım Kanununu çıkardı Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16'lara 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı Bu yardımlar daha sonraki yıllarda da devam edecektir Dış Yardım Kanunun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948 de Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı'nı kurdular Marshall Planına karşılık Sovyetler de, uyduları ile kendileri arasındaki ekonomik münasebetleri ve işbirliğini sıkılaştırmak için Molotof Planı adını verdikleri ikili ticaret sistemini kurmuşlardır Zira, bazı uydular ve bilhassa Çekoslovakya Marshall Planına katılmak için büyük istek göstermiştir 1948 Şubatındaki Çekoslovak darbesinde bunun da büyük rolü olduğundan şüphe yoktur Amerika Dışişleri Bakanı George Marshall'ın ismine karşılık Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov'un adını alan yeni ekonomik işbirliği sistemi, Komünist uydularının Sovyet kontrolu altına daha fazla girmesinden başka bir şey değildi NATO'nun Kuruluşu Marshall Planı ve Truman Doktrini, Sovyetlerin Orta Doğu ve Avrupa'da girişmiş oldukları yayılma faaliyetlerine karşı Birleşik Amerika'nın almış olduğu ilk tedbirlerdir Fakat 1948 Berlin Buhranı Amerikaya şunu gösterdi ki, dünyanın yeni bir barış düzenine kavuşturulması için artık Sovyetlerle bir işbirliği yapma imkanı kalmamıştır Çünkü şimdi Sovyetler, bir barış düzeninin kurulmasından ziyade, mümkün olduğu kadar geniş alanları komünist kontrolu altına sokmanın çabası içindedir İşte bu netice, Amerikayı, Sovyetlere karşı Durdurma (containment) politikası takibine götürmüştür Yani, Amerika bundan sonra Sovyet yayılmasını durdurmak için gerekli tedbirleri alacaktır ki, bu tedbirlerin en etkilisi 4 Nisan 1949 da kurulan NATO veya Kuzey Atlantik İttifakı olacaktır Daha önce de belirttiğimiz gibi, Sovyetlerin Avrupa'da girişmiş oldukları yayılma çabaları ve bilhassa 1948 Şubatındaki Çekoslovak darbesi, 1948 Martında, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında Batı Avrupa Birliği denen bir ittifak sisteminin kurulması neticesini vermiştir Fakat İngiltere hariç, bu ittifak üyelerinin hepsi IIinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın işgaline uğramışlardı ve dolayısiyle, yorgun ve yıpranmışlardı Altı yıllık savaştan sonra, galip İngiltere de aynı durumda idi Bu sebeple, Sovyet saldırganlığına karşı kurulmuş bulunan bu ittifak, daha ilk günden itibaren Amerikaya dayanmaya ve ittifakın üyeleri de Amerikayı bu ittifakın içine çekmeye çalıştı Çünkü Amerika'nın askeri ve mali desteği olmazsa, bu ittifakın Sovyet emperyalizmine karşı müessir bir engel teşkil etmesi mümkün değildi Doğrusu aranırsa, bu durumu Amerika da görmüştü Fakat Amerika Monroe Doktrininden beri Avrupa ile ittifaklara girmiyordu Lakin Avrupa'daki durum da ciddi ve tehlikeli idi Batı Avrupa Birliği'nin kuruluşunun hemen arkasından Sovyetlerin Berlin Buhranını çıkarmaları, Batıya karşı açıkça bir meydan okuma idi Bu sıkıntılı durumu Amerikan Senatosu üyelerinden Senatör Arthur H Vandenberg bertaraf etti Senatör Vandenberg Nisan ayında Senatoya sunduğu bir karar tasarısında, Amerika Cumhurbaşkanına, Amerika'nın güvenliğini ilgilendiren ve karşılıklı yardıma dayanan "bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara" katılma yetkisinin verilmesini istedi Vandenberg'in bu teklifi 11 Haziran 1948 de Amerikan Kongresi tarafından kabul edildi ve bu karara bundan böyle Vandenberg Kararı denildi Vandenberg Kararı, Amerika'nın 1823'ten beri tatbik etmekte olduğu Monroe Doktrinini veya inziva politikasını resmen terketmesinden başka bir şey değildi Amerika, dış politikasında bu esaslı değişikliği yaptıktan sonra, Batı Avrupa Birliğini daha müessir ve geniş bir ittifak sistemi haline getirmek için Kanada ve Batı Avrupa ülkeleri ile temasa geçti ve bu temaslar ve müzakereler sonunda 4 Nisan 1949 da 12 Batılı ülke arasında, kısa adı ile NATO (North Atlantic Treaty Organization) denen Kuzey Atlantik İttifakı kuruldu Antlaşmanın başında, bu ülkelerin, milletlerin, demokrasi ilkeleri ile kişi hürriyetleri ve hukuk üstünlüğüne dayanan hürriyetlerini ve ortak savunmaları ile barış ve güvenliklerini korumak için birleşmiş oldukları belirtiliyordu İçlerinden birine yapılmış bir saldırı hepsine yapılmış sayılacaktı NATO'nun kuruluşu ile Sovyetlerin Avrupa'daki yayılması, o günden bugüne, durdurulmuştur Lakin 1949'a gelinceye kadar da Avrupa'nın mühim bir kısmını sınırları içine katmışlar veya kontrolları altına almışlardır Sovyet Rusya, 1940-1945 yılları arasında Avrupa'da 450000 Km toprağı ve 24 milyon kadar nüfusu sınırları içine katmıştır 1945-1948 yılları arasında ise, 1 milyon Km toprak ile 92 milyon nüfusu da kontrolları altına almışlardır Türkiye ve Yunanistan'ın 1952 de, Batı Almanya'nın 1955 de ve İspanya'nın da 1982 yılında NATO'ya katılması ile NATO üyelerinin sayısı bugün 16'ya yükselmiştir Truman Doktrini
Daha önce de işaret ettiğimiz veçhile, 1946 yılında Sovyet Rusya'nın üç ana istikamette yayılma çabalarına giriştiğini görmekteyiz İran üzerinden Orta Doğu petrolleri ve Basra Körfeziyle Hind Okyanusu, Türkiye üzerinden Boğazlar, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz ve Yunanistan üzerinden de keza Doğu Akdeniz Dikkat edilirse bu üç istikamet geleneksel olarak İngiltere'nin hayati alaka ve çıkar alanları idi Her üç bölge de İngiltere'nin Rusyaya karşı 19'uncu yüzyılda en hassas noktaları olmuştu Fakat İİ'inci Dünya Savaşı İngiltere üzerinde öyle bir tahribat yapmıştı ki, artık İngiltere'nin bu bölgeleri savunmak için Sovyet Rusya'nın karşısına çıkacak hali yoktu Ve İngiltere şunu da görüyordu ki, yeniden canlanan Rus emperyalizminin karşısına dikilebilecek tek kuvvet Birleşik Amerika idi Bundan dolayı İngiltere 1947 Şubatında Amerikan hükümetine, biri Türkiye ve diğeri de Yunanistan hakkında olmak üzere iki memorandum (muhtıra) verdi Bu memorandumlarda, Türkiye'nin Batı savunması için ehemmiyeti belirtilerek Türkiyeye hem ekonomik ve hem de askeri yardım yapılması gerektiği, İngiltere'nin bu yardımları yapamıyacağı ve hatta Yunanistan'daki askerlerini dahi geri çekmek zorunda bulunduğu ve dolayısiyle sorumluluğun Amerikaya düştüğü belirtildi Amerika kararını vermekte gecikmedi Başkan Truman Amerikan Kongresine 12 Mart 1947 günü gönderdiği mesajında, Türkiye ve Yunanistan'a 400 milyon dolarlık askeri yardım yapılması için kendisine yetki verilmesini istedi Bu mesajda Türkiye'nin toprak bütünlüğünün korunmasının Orta Doğu düzeninin korunması için bir zaruret olduğu belirtiliyor ve Türkiye ile Yunanistanın durumlarının birbirine bağlılığı şöyle ifade ediliyordu: "Eğer Yunanistan silahlı bir azınlığın kontrolu altına düşerse, bunun Türkiye için neticeleri çok ciddi olur Böyle bir halde karışıklık ve düzensizlik bütün Orta Doğuya yayılabilir" Amerikan Kongresi 22 Mayısda Yunanistan'a 300 milyon ve Türkiyeye de 100 milyon dolarlık bir askeri yardım yapılmasını kabul etti Yardımın Kongredeki tartışmaları sırasında, Amerikan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Türkiye'nin Sovyet baskısı altında bulunmasının, Boğazlardan Çin'e kadar olan bütün Orta Doğu ve Asyayı tehlikeye soktuğunu belirtmişlerdir Truman Doktrini savaş sonrası Amerikan dış politikasında, neticeleri günümüze kadar ulaşan fevkalade mühim bir dönüm noktasını teşkil eder Bunun içindir ki, Truman Doktrini karşısında Sovyet basını büyük bir sinirlilik göstermiştir Yugoslavya'nın Kominform'dan Çıkarılması Batı Bloku'nun, Sovyet yayılması ve tehlikesi karşısında kendisini Avrupa'da toparlamaya ve Sovyetler karşısında güçlü bir duruma gelmeye başladığı sırada, Sovyet Blok'unda da mühim bir çatlak ve çatışma meydana gelmiş ve Sovyetlerin Balkanlarda en kuvvetli kolu sayılan Yugoslavya Moskova'dan kopmuştur Arkasındanda, Yugoslavya 28 Haziran 1948 de Kominform'dan çıkarılmıştır Yugoslavya'nın Kominform'dan ve Moskova'dan kopması, esasında, iki devlet arasında 1945'tenberi gelişmekte olan sürtüşmelerin bir neticesi olup, bu sürtüşmeler 1948 yılı başından itibaren bir çatışma haline gelmiştir İki ülke komünist partileri arasında, 1948 yılının Mart-Nisan-Mayıs aylarında teati edilen ve karşılıklı ithamları taşıyan mektupların incelenmesinden çıkan neticeye göre, çatışmanın sebepleri şu noktalarda toplanmakta idi: 1 Diğer uydu ülkelerde olduğu gibi, Sovyetler Yugoslavya'yı da tam manasiyle kontrolları altına almak istemişler, fakat Yugoslav lideri Tito buna müsaade etmemiştir Çünkü Yugoslavya'nın komünist rejim altına girmesi, Sovyet askerleri veya Sovyet Rusya'nın sayesinde değil, Tito ve "Partizan"larının Almanlara karşı yaptığı silahlı mücadele sonunda olmuştu Diğer uydu ülkelere göre bu farklılık, Tito'ya, Moskova'ya karşı davranışında büyük bir bağımsızlık sağlamış ve Moskova da bunu hazmedememiştir 2 Tito Yugoslavya'da kendi komünist rejimini kurduktan sonra Moskovaya dayanmakla beraber, onun kendisine özgü tasarıları vardı Tito, kendisini Balkanların bir lideri yapmak istiyordu Bu amaçla, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan ile çeşitli işbirliği anlaşmaları ve ittifak antlaşmaları imzalanmıştı Tito, bu ülkeleri Belgrad etrafında toplamak ve hatta Yunanistan'da Markos galip geldiği takdirde Yunanistan'ı da katarak, bir Balkan Federasyonu kurmak istiyordu Bu ise Sovyetleri ürküttü Pravda gazetesi 28 Ocak 1948 de yayınladığı bir yazıda böyle bir federasyonu "sun'i bir federasyon" olarak vasıflandırdığı gibi, Stalin de Yugoslav liderlerine, böyle bir federasyona taraftar olmadığını söylemişti Sovyetler, Tito'nun, böyle büyük bir federasyonun başına geçip, komünist dünyasının 2 numaralı lideri haline gelmesinden korkmuşlardı 3 Yine Balkan Federasyonu ile ilgili olarak Sovyetlerin canını sıkan bir nokta da, Yugoslavya'nın Arnavutluk üzerinde kurduğu nüfuzdu Arnavutluk, bir kısım yunan toprakları üzerindeki iddiaları sebebiyle, Yunanistan'a karşı Yugoslavyaya dayanma yoluna gitmiş ve hatta Tito da Arnavutluk'a bir miktar asker göndermişti Sovyetler Stalin'in deyimi ile, Yugoslavya'nın Arnavutluk'u "yutmasından" endişe ediyorlardı 4 İki memleket arasında doktriner görüş ayrılıkları da ortaya çıkmıştır Sovyetler, Tito'nun da aynen Sovyet komünizmini ve sistemini tatbik etmesini istemişler, Tito ise buna karşı gelerek, komünizmi Yugoslavya'nın milli şartlarına göre tatbik etme çabasında idi Tito'nun bu hareketi, milletlerarası komünizm hareketinde ilk "milli komünizm" tatbikatı olarak telakki edilebilir 5 Nihayet, Yugoslavya'daki Sovyet ajanlarının faaliyeti de çatışmanın mühim sebeplerinden birini teşkil etmiştir O kadar ki, Belgrad'daki Sovyet elçisi Yugoslavya'nın her türlü işlerine karışır bir hale gelmişti Bu ise Yugoslav liderlerini sinirlendirmiştir Bu hadise ve Yugoslavya'nın Sovyet Bloku'ndan kopması, Sovyet Rusya için ağır bir darbe olmuştur Onun için, bir süre Yugoslavya Sovyet Rusya'nın tehditlerine maruz kalmış ve bunun üzerine Amerika Yugoslavyaya ekonomik ve askeri yardıma başlamıştır 1953'te Stalin’in ölümünden sonra Sovyet-Yugoslav münasebetleri yumuşamış ise de, Moskova'nın çabalarına rağmen Tito tekrar Sovyet Blokuna dönmeyip, 1961'den itibaren Nehru ve Nasır ile birlikte Bağlantısızlar (Non-Aligned) Blokunun lideri olmuştur |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #3 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #4 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)1957 Suriye Buhranı İkinci Dünya Savaşı sonunda Suriye Fransa'dan yakasını tamamen kurtararak tam bağımsızlığına kavuşmakla birlikte, uzun müddet içerde siyasi istikrara kavuşamamıştır 1945-1949 arasında nisbeten sakin geçen Suriye'nin siyasi hayatı, 1949'dan itibaren tam bir karışıklık ve düzensizlik içine girmiştir 1949-1953 yılları arasında Suriye'de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği olmuş ve bu arada iki defa askeri diktatörlük kurulmuştur 1949 yılı başlarında Albay Hüsnü Zaim bir hükümet darbesi yaparak iktidarı ele geçirmişse de, iktidarı uzun ömürlü olmamış ve 14 Ağustos 1949 da Albay Sami Hınnavi tarafından devrilmiştir Fakat Hınnavi'nin iktidarı da uzun sürmemiş ve 20 Aralık 1949 da Albay Edip Çiçekli Hınnavi'yi devirmiştir Çiçekli'nin iktidarı biraz daha uzun ömürlü olmuştur Fakat 1953 Ekiminde yapılan genel seçimlerde Çiçekli'nin Kurtuluş Hareketi Partisi'nin çok büyük çoğunluk elde etmesi, Çiçekli'nin diktatörlüğüne ve Baas Partisi de dahil diğer siyasi partilerle arasının açılmasına sebep olmuştur Bunun neticesi olarak da, Çiçekli, 25 Şubat 1954 de askeri bir darbe ile iktidardan düşürülmüştür Bu tarihten sonra Suriye'nin siyasi hayatında Baas Partisi'nin birinci plana çıktığını görüyoruz Bu gelişmede, Baas'ın 1955'ten itibaren Nasır'ı desteklemeye başlaması bilhassa büyük rol oynamıştır Nasır'ın Bağdat Paktın'a cephe alması ve silah alış-verişi ile Sovyetlere doğru kayması, Baas ile Nasır'ın münasebetlerinin gelişmesine yol açmıştır 1956 Nisanından itibaren de Baas, Mısır'la birleşme fikrini savunmaya başlamış ve bu konuda bir çok gösteriler düzenlemiştir 1956 Süveyş buhranı ve İngiltere ve Fransa'nın Mısır'a saldırmaları, Baas ile Mısır'ı birbirine daha da yaklaştırdığı gibi, Arap dünyasında hem Batı aleyhtarlığını ve hem de sol akımların tesirini arttırmıştır Nitekim 1957 yılı başından itibaren Suriye'nin gittikçe sola kaymaya ve bu ülkede komünistlerin tesirinin artmaya başladığını görüyoruz Bu gelişmenin liderliğini Suriye kabinesinin kuvvetli adamlarından ve komünist sempatisi ile tanınan Halit el-Azm yapmaktaydı Halit el-Azm 1956 Temmuzunda Savunma Bakanı olarak bir heyetle Moskova'ya gitti ve orada Sovyetlerle bir takım anlaşmalar imzaladı Bu anlaşmaların 6 Ağustosta açıklanması iledir ki, 1957 Suriye buhranı patlak verdi Zira bu anlaşmalara göre, Sovyetler Suriyeye 500 milyon dolarlık ekonomik ve askeri yardım yapacaklardı Bu yardım, Lazkiye'de yeni bir limanın yapımı, Suriye'de karayolları ve demiryolları inşası, sulama ve enerji projelerinin finansmanı ve yine Suriye'de 6 tane yeni havaalanı inşası için kullanılacaktı Ayrıca Suriye'nin silahlandırılması da bu yardım çerçevesi içinde yer alıyordu Anlaşmaların açıklanmasından bir süre sonra, 17 Ağustosta, ılımlı bir kişi olarak bilinen Suriye Genelkurmay Başkanı General Nizameddin, emekliye sevkedildi ve yerine, gençliğinde Fransız Komünist Partisine üye olmuş bulunan Albay Afif el-Bızri getirildi Bu gelişmeler, Suriye'nin komşuları Türkiye, Irak ve Ürdün ile İsrail ve Lübnan'da büyük heyecan uyandırdı Bu ülkelerin inancı Sovyetlerin şimdi Suriye'de bir "köprübaşı" kurdukları ve Suriye'nin bir "Moskova uydusu" haline geldiği idi İsrail Başbakanı Ben Gurion Başkan Eisenhower'e gönderdiği mesajda, "Suriye'nin milletlerarası komünizmin bir üssü haline gelmesi, zamanımızda hür dünyanın karşısına çıkan en tehlikeli hadiselerden biridir" diyordu Gerçekten, işin aslına bakılırsa, çarlık Rusyası zamanındanberi ilk defa olarak Sovyetler bu anlaşma ile bir Orta Doğu ülkesine ayak basmak imkanını elde ediyorlardı Zira, bu anlaşma ile bir çok asker ve sivil Sovyet uzmanı Suriye'de bulunmak imkanına sahip oluyordu Ağustosun son haftasında, Irak Kralı Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin İstanbul'a gelerek Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile görüşmelerde bulundular Bu görüşmelere Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı Loy Henderson da katıldı Başkan Eisenhower ise, Başbakan Menderes'e gönderdiği mesajda, Suriye'nin bir saldırısı karşısında Türkiye Irak ve Ürdün'ün bu ülkeye karşı askeri bir harekata girişmek zorunda kalması halinde, Amerika'nın kendilerine derhal silah yardımı yapacağını bildirdi Amerika Batı Avrupa'daki hava kuvvetlerinden bir kısmını Adana hava üssüne gönderdiği gibi, Vİ'ıncı Filo da Doğu Akdeniz'e gelmek üzere harekete geçti Türkiye ise, bir yandan ihtiyatları silah altına çağırarak,bir yandan da Suriye sınırları yakınında askeri manevralar düzenleyerek, Suriyeye bir uyarmada bulunmak istedi Zira şimdi Türkiye, yıllardan beri kuzeyden hissettiği baskıyı, aynı zamanda güneyden de hissetmek durumunda kalıyordu Yani Türkiye, Sovyetlerin hem kuzeyden ve hem de güneyden baskısı altına girmek üzereydi Lakin, Türkiye'nin bu tedbirleri Suriyeyi yumuşatmak yerine, aksine Türkiye-Suriye münasebetlerini gerginleştirdi Gerek bu gerginlik, gerek Birleşik Amerika'nın ağırlığını Türkiye tarafına koyması, Sovyetleri Suriye tarafında bütün ağırlıkları ile yer almak üzere harekete geçirdi Bütün ağırlıkları ile diyoruz, zira Sovyet Başbakanı Bulganin, 10 Eylül 1957 de Türkiye Başbakanı Adnan Menderes'e gönderdiği mesajda, Türkiye'nin Suriye sınırlarına yaptığı kuvvet yığınağı ile Amerika'nın Türkiyeye yaptığı silah sevkiyatından Sovyetlerin duyduğu endişeyi belirtti ve Suriyeye karşı girişilecek askeri bir "macera"nın mahalli çapta kalacağı sanılıyorsa, bu hesabın çok tehlikeli olduğunu, zira I ve II Dünya Savaşlarının böyle mahalli askeri hareketlerden çıktığını söyledi Yani Bulganin, Türkiye'nin herhangi bir askeri hareketinin bir dünya savaşına yol açabileceği tehdidinde bulunmaktaydı Başbakan Menderes, Bulgan'in mesajına 30 Eylülde cevap verdi Menderes, cevabında, Suriye'nin "makul savunma" ölçülerinin dışında silahlanmasının Türkiye bakımından uyandırdığı endişeleri belirterek, Suriye'nin "ihtiyaç halinde muhtemelen başkaları tarafından kullanılabilecek bir silah deposu" haline getirildiğine dikkati çekti ve Türkiye'nin Sovyetlerle iyi komşuluk münasebetlerini arzu ettiğini, lakin II Dünya Savaşı sonundan beri Sovyet Rusya'nın takip ettiği baskı politikasının karşılıklı itimadın yerleşmesine engel olduğunu ifade etti Sovyetler bu şekilde Türkiye üzerinde baskı yoluna giderken, öte yandan da Suriyeyi destekleme gösterilerine giriştiler Eylül ortalarında bir Sovyet ekonomik ve teknik heyeti Suriyeye geldi Bazı Sovyet savaş gemileri de Lazkiye limanına demir attı Ekim ayında Türk-Sovyet gerginliği ve Suriye krizi daha da şiddetlendi Kruşçev 9 Ekimde bir Amerikan gazetecisine verdiği bir demeçte, "Eğer savaş patlak verirse, biz Türkiyeye daha yakınız ve siz değilsiniz Silahlar ateş almaya başlayınca roketler uçacak ve o zaman düşünmek için vakit çok geç olacak" diyordu Kruşçev'in bu demecine Amerika Dışişleri Bakanlığı 11 Ekimde yayınladığı bir bildiri ile cevap verdi Bu bildiride, "aradaki mesafeye rağmen", Birleşik Amerika'nın, bir müttefiki ve dostu olan Türkiyeye karşı NATO içinde yüklenmiş olduğu taahhütleri "hafife alamıyacağı" belirtilmekteydi Sovyetlerin tehditleri karşısında Amerika'nın Türkiyeyi destekleyen bu tutumu Sovyetleri yumuşattı Diğer yandan, Suudi Arabistan Suriye ile Türkiye arasında aracılık teşebbüslerine giriştiği gibi, Suriye üzerinde yatıştırıcı faaliyetlerde de bulundu Buna karşılık, Ürdün Kralı Hüseyin de, içerden gelen baskılar dolayısiyle, tutumunu değiştirerek Suriyeye karşı yumuşak bir tavır aldı Bütün bir faktörler birleşince, Ekim ayı sonunda buhran ortadan kalktı Buhranın sona ermesinde rol oynayan bir başka sebep de, 14 Eylül 1957 de Suriye ile Mısır'ın imza ettikleri bir anlaşma ile, 1 Şubat 1958'den itibaren Birleşik Arap Cumhuriyeti adı ile bir birlik kurmaya karar vermeleri idi Başkan Nasır bu birleşmeyi kabul konusunda uzun müddet tereddüt etmiştir Lakin Suriye'nin, bilhassa 1957 yazında, bir komünist kontrolu altına girmesi ihtimali, Nasır'ın kararını kesinleştirdi Nasır, Suriyeyi kendi kontrolu altına almak suretiyle, bu ülkenin komünizmin kucağına düşmesini önlemek istemiştir Fakat bu yeni birleşik devletin ömrü uzun olmadı Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine, Suriye Devlet Başkanı Şükrü el-Kuvvetli Başkan Nasır'a şöyle demişti: "Siz bir politikacılar milleti devraldınız Bunların % 50'si kendilerini milli lider sanır % 25'i kendilerini peygamber ve en azından % 10'u da kendilerini Allah sanır" Gerçekten, daha ilk günden itibaren Suriye ile Mısır arasında sürtüşmeler başladı Çünkü, Mısır Suriyeyi Mısır'ın bir eyaleti gibi idare etmeye başladığı gibi, Suriye'deki bütün siyasi partilerin faaliyetine son verdi Hele Baas'cılar kısa zamanda gördüler ki, kendilerinin sosyalizm anlayışı ile Nasır'ın sosyalizmi arasında büyük farklılıklar vardır Birlik bu şartlarda fazla dayanamadı ve Suriye'de 1961 Eylülünde muhafazakarlarla askerler tarafından yapılan bir darbe neticesi Suriye Mısır'dan koptu ve Birleşik Arap Cumhuriyeti de sona erdi 1957 Suriye buhranını neticelerinden biri de şu oldu: Bu kriz sırasında Amerika şunu da gördü ki, kendisi komünizmin Orta Doğu'da yayılmasını önlemeye çalışırken, Araplar için endişe kaynağı bu değildi, esas mesele onlar için İsrail davası idi |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #5 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)1958 Lübnan Buhranı |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #6 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Bağdat Paktı ve Doğurduğu Neticeler |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #7 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Eisenhower Doktrini |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #8 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Irak'ta Monanşinin Yıkılması Suriye ile Mısır'ın 1 Şubat 1958 de Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşmeleri üzerine, aynı aileden (Haşimi) gelen iki monarşi olan Ürdün ve Irak da 14 Şubatta bir Arap Birliği kurmaya karar verdiklerini açıkladılar Batı taraftarı olan bu iki monarşinin birleşme kararları Mısır'ın sert tepkisi ile karşılaştı ve Kahire radyosu bu iki ülkeye karşı hücumlarını yoğunlaştırdı Buna paralel olarak, Bağdat sokaklarında da Ürdün-lrak birliği aleyhine gösteriler başladı Yani birliğe karşı lrak'ın kendi içinden bir muhalefet baş göstermişti Lübnan buhranı Irak'da bardağı taşıran damla oldu Lübnan'da karışıklıkların çıkması en fazla Irak'ı telaşlandırdığı gibi, Lübnan Cumhurbaşkanı Camille Chamoun da Türkiye ve Irak'ın Lübnan'a müdahale etmesini istiyordu Bu sebeple, Irak Başbakanı Nuri Said Paşa, Lübnan müdahalesine hazırlık olmak üzere Irak'ın doğu bölgesindeki askeri birlikleri ülkenin batısına sevketmeye karar verdi İşte bu birliklerin komutanı General Kasım, birlikler Bağdat'tan geçerken, 14 Temmuz 1958 gecesi, ani bir darbeye girişti Darbenin başında General Kasım'dan başka, General Abdüsselam Arif de bulunuyordu Kasım'ın askerleri Kraliyet sarayına baskın yaptılar Saray muhafızları karşı koymadıkları gibi, darbeyi yapan askerlerle birleştiler Bu baskın sırasında küçük yaştaki Kral Faysal ile Kral naibi amcası Prens Abdülilah öidürüldü Başbakan Nuri Said Paşa Bağdat'tan gizlice kaçarken halk tarafından tanındı ve linç edildi Monarşinin sona ermesi Irak halkı tarafından sevinçle karşılanırken, General Kasım darbesinden dolayı Kahire ve Moskova bayram yapmaktaydı Buna mukabil, Irak'daki darbe Batı'da büyük endişe ile karşılandı Amerikaya göre, bu gelişmelere kuvvetli bir cevap verilmeyecek olursa, durum Batı'nın Orta Doğudan tamamen tasfiyesi ile sonuçlanabilirdi Bundan dolayıdır ki, Amerika 15 Temmuzdan itibaren Lübnan'a asker çıkarmaya başladı Irak'daki darbe Ürdün monarşisini de tehlikeye sokuyordu Bu sebeple Ürdün Kralı Hüseyin Amerika ve İngiltereden yardım istedi Bunun üzerine İngiltere 2200 kişilik bir paraşütçü birliğini Ürdün'e gönderdi Bu birliklerin havadan nakli için İsrail İngiliz uçaklarına toprakları üzerinden uçuş izni verdi Çünkü, Ürdün'de Kral Hüseyin düşecek olursa, İsrail harekete geçmeye kararlı idi Irak gelişmelerinden endişe duyan bir diğer Arap devleti de Suudi Arabistan idi Kral Suud Bağdat Paktı ülkelerinin lrak'a müdahale etmelerini istiyordu Denebilir ki, Irak ihtilalinden en fazla endişe duyan ve o nisbette de şiddetli tepki gösteren tek devlet Türkiye olmuştur Türkiye, İran ve Pakistan devlet başkanları Irak'daki durumu müzakere etmek için 14-17 Temmuz günlerinde İstanbul'da toplandılar Toplantı sonunda yayınlanan ortak bildiride, Irak'daki darbe, bir "milletlerarası haydutluk" ve bir "vahşet" olarak vasıflandırılmaktaydı Bundan dolayı Türkiye 17 Temmuzda Amerikaya başvurup, Irak'a müdahaleye kararlı olduğunu bildirdi ve Amerikanın kendisini manen ve maddeten desteklemesini istedi Ürdün de Türkiyenin Irak'a müdahalesini istemekteydi Türkiyenin Irak'a müdahaleye niyetlenmesi Sovyetleri harekete geçirdi Sovyetler derhal ağırlıklarını General Kasım tarafına koyarak, 24 Temmuzda Türkiyeye verdikleri bir muhtırada, bölgede silahlı bir çatışmayı başlatmanın getireceği "ağır sorumluluklar" konusunda Türkiyeye uyarmada bulunmuşlardır Aynı zamanda Rusyanın güney bölgeleri ile Bulgaristanda askeri manevralar yapılıyordu Türk-Sovyet münasebetleri, tekrar 1957 yazındaki havasına dönmüştü Sovyetler, aynı sertliği sadece Türkiyeye karşı değil, aynı zamanda Amerika ve İngiltereye karşı da gösterdiler ve bu yüzden yeni bir Doğu-Batı gerginliği ortaya çıktı Bu gerginlik üzerine, Amerika Dışişleri Bakanı Dulles, kendi insiyatifi ile, Türkiye, İran ve Pakistana, Türkiyenin Kafkaslar bölgesinden Hayber geçidine kadar olan 3000 millik bir sınır bölgesinin savunma garantisini verdi Mamafih Sovyetler de daha ileri gitmediler Çünkü Türkiyenin Irak'a müdahalesi mümkün olmadı Zira, Amerika böyle bir müdahaleye taraftar olmadığı gibi, Türkiyede de muhalefet ve aydınlar, Türkiyenin Iraka yapacağı bir müdahale ile girişeceği bir maceraya şiddetle karşı gelmişler ve bu da hükümetin cesaretini kırmıştır Sovyetlerin yumuşamasında, Irak'a bir Batı müdahalesi ihtimalini bertaraf etmiş olmalarının tesiri olduğu gibi, bu sırada Çin ile gelişmekte olan görüş ayrılıklarının da rolü olmuştur Bu sebeple, Sovyet Rusya ile Batılılar arasında Orta Doğu konusunda bir yakınlaşma havası ortaya çıkmış ise de, herhangi bir anlaşmanın gerçekleşmesi mümkün olmamıştır Mamafih gerginliğin tavsamış olduğu da bir gerçekti |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #9 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)İngiliz-İran Petrol Anlaşmazlığı 1951-1954 Bu mesele, halen günümüzde karşılaştığımız veya çok sözü edilen "Körfez Petrolleri ve Batı" meselesinin başlangıcını teşkil etmiştir dense yeridir Diğer taraftan, bu meselenin patlak vermesi, Sovyetlerin İran üzerindeki baskılarından, beş yıl gibi kısa bir süre sonra olduğu için, bu bakımdan da ehemmiyet ifade etmektedir Nihayet, bu anlaşmazlık Batı'nın hatalı ve yanlış "sömürü" tatbikatının bir neticesi olarak ortaya çıkmış ve bu tatbikatın son kalıntısınıda temizlemiştir İran petrollerinin bulunduğu 20'inci yüzyılın başından beri bu petrolleri Anglo-Iranian Oil Company adlı bir İngiliz şirketi işletmekteydi Bu işletme hakkını düzenleyen en son anlaşma şirket ile İran hükümeti arasında 29 Nisan 1933 de imzalanmıştı II Dünya Savaşından sonra İran bu anlaşmanın değiştirilmesini istedi Çünkü Şirketin İran'a ödediği para çok azdı İran bu paranın arttırılmasını istedi ve 17 Temmuz 1949 da, 1933 anlaşmasına ek bir anlaşma imzalandı Bu anlaşma Şirketin İran'a ödeyeceği parayı çok az arttırmıştı Halbuki bu sırada Amerikan şirketlerinin Venezuela ve Suudi Arabistan ile yaptıkları anlaşmalarda, üretimden elde edilen kar yarı yarıya paylaşılmakta idi Bu anlaşmanın İran Milli Meclisince tasdik edilmesi gerekiyordu Fakat Meclis'teki Milli Cephe grubu ile onun lideri Dr Musaddık bu anlaşmaya karşı çıktılar Dr Musaddık'a göre, İran petrolleri devletleştirilmeliydi Dr Musaddık'ın çabaları sonucu İran Meclis'i 28 Aralık 1949 da, anlaşmayı tasdik etmeyip reddetti Bunun üzerine bütün İran'da petrolün millileştirilmesi için gösteriler başladı Bu gösterileri komünist Tudeh Partisi ile, aşırı sağcı Molla Kaşani'nin fanatik şiileri destekliyordu Şirket bu durum karşısında gerileyip, Amerikan şirketleri gibi kardan 50 hisse vermeği kabul etti ise de, bir defa ok yaydan çıkmıştı Şimdi millileştirme İranın her tarafından gelen bir sesti Bu şartlar altında Musaddık, İran petrollerinin millileştirilmesini öngören bir kanun tasarısını 19 Şubat 1951 de Meclis'e sundu Müzakereler sırasında, Başbakan Ali Razmara, 3 Mart 1951 günü yaptığı bir konuşmada, "teknik, ekonomik ve politik sebeplerle" millileştirmenin mümkün olamıyacağını söyledi Fakat dört gün sonra camiden çıkarken öldürüldü Durum artık bütün açıklığı ile ortada idi Bu şartlar altında İran Şahı Dr Musaddık'ı 28 Nisan 1951 de Başbakanlığa getirmekten başka çare göremedi Meclis de 30 Nisanda İran petrollerinin millileştirilmesini öngören kanunu kabul etti Bir ferman ile kanun İran Şahı tarafından da tasdik edildi Bu andan itibaren İngiltere hükümeti sahneye çıkmaya başladı İngiltere'nin işe karışması, bu devletle İran arasında milletlerarası bir anlaşmazlığın patlak vermesi demekti Bunu önlemek için İngiltere'nin arkasından Amerika araya girerek uzlaştırma çabalarına başladı 1951'in Temmuz ve müteakip aylarında Amerika'nın yaptığı aracılık bir netice vermedi Çünkü, Şirket İran petrollerinin satış tekelini elinde tutmak istiyordu İran da bunu kabul etmedi İran ancak belli bir miktarın satış hakkını Şirkete vermek, gerisini kendisi satmak istiyordu İngiltereye gelince: Bir yandan meseleyi Milletlerarası Adalet Divanına götürürken, bir yandan da İran üzerinde baskıda bulunmak üzere İran sularına bir kruvazör ile bir miktar asker gönderdi Fakat daha fazla ileriye gidemedi Çünkü 1921 Sovyet-İran anlaşmasına göre, Sovyet Rusya işin içine girebilirdi 1951 Ekiminde İngiltere'de yapılan genel seçimlerde İşçi Partisi düşüp, Muhafazakarlar iktidara gelince, Amerika'nın ağırlığı İngiltere tarafına kaymaya başladı Lakin ne var ki, 1952 Mayısında İran'da yapılan seçimlerde de Dr Musaddık'ın Milli Cephesi ile Tudeh'çiler Mecliste çoğunluğu almışlardı Bu ise, Dr Musaddık'ı büyük oyununu oynamaya sevketti: 1953 Şubatında Şah'ı tahtından feragate zorladı ve Şah da bu isteği kabul zorunda kaldı Şimdi Dr Musaddık İran diktatörü idi Lakin bu andan itibaren de işler karışmaya başladı Şahın tahtından feragati ve daha sonra da ülkeden ayrılıp Roma'ya kaçmak zorunda kalışı, bir yandan Ordu'yu harekete geçirirken, öte yandan Molla Kaşani'nin de Musaddık aleyhine dönmesine sebep oldu Çünkü Musaddık her gün biraz daha komünist Tudeh partisi'nin kontroluna giriyordu Bu sebeple, General Zahidi liderliğinde Ordu'nun 19 Ağustos 1953 de girştiği darbe başarılı oldu ve Musaddık düşürülerek tutuklandı Üç gün sonra da İran Şahı halkın sevgi gösterileri arasında ülkesine döndü Başbakanlığa getirilmiş olan General Zahidi, petrol anlaşmazlığının çözümü için Amerika'nın aracılığını istedi ve Amerika'nın aracılığı ile, Anglo-İranian Oil Company ile Amerikan petrol şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ve İran arasında 5 Ağustos 1954 de bir anlaşma imzalandı Konsorsiyomda Anglo-İranian şirketinin hissesi % 40, Hollandaya ait Royal Dutch Shell şirketi % 16, Fransız Petrol Şirketi % 6 ve geriye kalan 5 Amerikan Şirketinin herbiri de % 8'er hisseye sahip olacak ve İran petrolleri bu şirketler tarafından ortak olarak işletilecekti Komünist Tudeh Partisi'nin dışında, Sovyetlerin bu hadisede çok aktif rol oynadıkları söylenemez Zira Stalin'in ölümünden sonra başlayan iktidar mücadelesi bunda büyük rol oynayacaktır |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #10 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)İsrail'in Kuruluşu ve Arap İsrail Savaşı 1948-1949 Daha önce de belirttiğimiz üzere, I Dünya Savaşı sonunda İngiltere'nin "manda"sına verilen Filistin, yahudilerle Araplar arasındaki çatışmalar yüzünden İngiltere'nin başına dert olmuştu İki -savaş- arası döneminde İngiltere'nin Araplarla Yahudileri uzlaştırmak için harcadığı çabalar bir netice vermediği gibi, Filistin topraklarını bu iki millet arasında taksim etmek istemesi de bir çözüme ulaşmadı Yalnız ne varki, İngiltere, Filistin'deki durumun daha kötüye gitmesini önlemek için 1939 yılında, Filistin'e yapılacak yahudi göçlerini çok sınırladı Fakat bu sefer Avrupa'nın çeşitli yerlerinden Yahudiler Filistin'e kaçak olarak girmeye başladılar Bu kaçak göçleri Haganah adlı gizli bir teşkilat organize ediyordu Filistin'deki İngiliz kuvvetleri bu kaçak göçleri önlemeye çalışınca İngiliz askerleri ile Yahudiler arasında silahlı çatışmalar çıktı Bu çatışmalarda Irgun adlı yahudi tethiş teşkilatı aktif bir rol oynamakta idi II Dünya Savaşı bittiğinde Filistinin durumu buydu İngiltere bir süre uğraştıktan sonra, Filistin'den yakasını kurtarmaya karar verdi ve 2 Nisan 1947 de meseleyi Birleşmiş Milletlere götürdü Meseleyi ele alan Genel Kurul, iki haftalık müzakerelerden sonra, Filistin meselesine bir çözüm bulması için bir özel komisyon kurdu Bu komisyona büyük devletler sokulmamıştı Şunu da belirtelim ki, İngiltere'nin 2 Nisanda Birleşmiş Milletlere müracaatı üzerine, Mısır ve Irak 21 Nisanda, Suriye, Lübnan ve Suudi Arabistan da 22 Nisanda Birleşmiş Milletlere başvurarak, Genel Kurul gündemine, "Filistin'in bağımsızlığının ilanı" maddesinin konulmasını istemişlerdir BM Filistin Komisyonu, 16 Haziran-24 Temmuz tarihleri arasında bizatihi Filistin'de yaptığı incelemelerden sonra, Ağustos ayında raporunu yayınladı Bu raporda Komisyon, oybirliği ile, Filistin'in bağımsızlığını teklif ediyordu Lakin bu bağım sızlık nasıl olacaktı? Bu noktada Komisyon ikiye ayrıldı Kanada, Çekoslovakya, Guatemala, Hollanda, Peru, İsveç ve Uruguay’ın desteklediği çoğunluk teklifine göre, Filistin Araplarla Yahudiler arasında taksim edilmeli ve iki ayrı bağımsız devlet kurulmalıydı Kudüs şehri ise milletlerarası statüye sahip olmalıydı Hindistan, Yugoslavya ve İran tarafından desteklenen azınlık teklifine göre de, Filistin, Yahudi ve Arap devletlerinden meydana gelen "federal" bir devlet olmalıydı Yahudiler çoğunluk planını, Araplar ise azınlık planını tuttular Çünkü Araplara göre, azınlık planı veya teklifi, Filistin'in toprak bütünlüğünü korumaktaydı Komisyonun bu teklifleri, Genel Kurulun Kasım 1947 toplantısında tartışıldı Neticede Genel Kurul, 27 Kasım 1947'de, Filistin Komisyonunun çoğunluk teklifini benimsedi ve 13 aleyhe ve 10 çekimsere karşı, 33 oyla Filistinin Araplarla Yahudiler arasında taksimine karar verildi Fakat karara göre, Filistin'de kurulacak Yahudi ve Arap devletleri arasında bir ekonomik birlik kurulacak ve Kutsal Kudüs şehri de milletlerarası statüye sahip olacaktı Büyük devletlerden Birleşik Amerika, Sovyet Rusya ve Fransa taksim lehinde, İngiltere ise çekimser oy vermişti Türkiye Arap ülkeleriyle beraber taksimin "aleyhinde" oy vermiştir Sovyet Rusya'nın Araplara ters düşerek taksim lehinde oy vermesi iki sebepten kaynaklanıyordu Birincisi, bu sırada Sovyetlerin, Arap ülkelerindeki komünist partileri vasıtasiyle yaptıkları kışkırtmalar, Arapları korkutmuş ve dolayısiyle Arapların Sovyet Rusyaya karşı muhalif tutum almalarına sebep olmuştu İkincisi, yine bu sıralarda Orta Doğu'da genellikle İngiltere hakim olduğundan, Sovyetler Orta Doğu'yu karıştırarak İngiltere'nin durumunu sabote etmek istemişlerdir Sovyetlerin hesaplarının yanlış çıktığı söylenemez Zira, BM Genel Kurulunun taksim kararı bütün Arap dünyasında tepki ile karşılandıArap ülkeleri 17 Aralık 1947 de Kahire'de yaptıkları toplantıda, Filistin'in taksimi kararını önlemek için savaşa gitme kararı aldılar İşin daha ilginç tarafı da, Arapların tepkisini gören Amerika'nın taksim kararına oy verdiği halde, şimdi fikir değiştirip, Filistin'in Birleşmiş Milletlerin vesayeti altına verilmesini teklif etmesiydi Bu teklif ise, hem yahudilerin ve hem de Arapların tepkisine sebep oldu BM kararı üzerine İngiltere yaptığı bir açıklamada, 15 Mayıs 1948'den itibaren Filistin'deki bütün kuvvetlerini çekeceğini ilan etti ve Nisan 1948'den itibaren kuvvetlerini çekmeye başladı Bu çekme işinin tamamlanmasından bir gün önce de, David Ben Gurion başkanlığında 14 Mayıs 1948 günü Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan etti İsrail Devleti kurulur kurulmaz, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları 15 Mayıstan itibaren İsrailin üzerine yürümeye başladılar Birinci Arap-İsrail savaşı başlamıştı İşin ilginç tarafı, Amerika yeni İsrail devletini 14 Mayıs günü tanıdığı halde, Sovyet Rusya Arap-İsrail savaşının çıkmasından iki gün sonra tanıdı Yani Sovyetler açıkça Araplara karşı cephe almış oluyorlardı Kaldı ki, bununla da yetinmediler İngiltere ve Amerika, savaş çıkar çıkmaz Filistin kıyılarını abluka altına alıp, Filistin'e silah sevkiyatına ambargo koydukları halde, Sovyetler, kurdukları bir hava köprüsü vasıtasiyle Çekoslovakya'dan yahudilere hafif toplar ve otomatik silahlar sevketmeye başladı Arap-İsrail savaşı bir yıl kadar sürdü İsrailin ancak 75000 kişilik muntazam bir ordusu olmasına ve beş Arap devletinin saldırısına uğramasına rağmen, Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar İçlerinde en iyi döğüşeni Ürdün ordusu oldu Savaş çıktığı andan itibaren Birleşmiş Milletler de bir ateşkes sağlamak için taraflar arasında aracılık çabalarına girişti Bu çabalara, Arapların beceriksizliği ve yenilgileri de eklenince Arap ülkeleri için İsrail ile ateşkes imzalamaktan başka çare kalmadı İsrail-Mısır ateşkes anlaşması 24 Şubat 1949 da Rodos'ta, İsrail-Lübnan ateşkes anlaşması 23 Mart 1949 da Ras-en Nakura'da, İsrail-Ürdün ateşkesi 3 Nisan 1949 da Rodos'ta ve İsrail-Suriye ateşkesi de 20 Temmuz 1949 da Manahayim'de imzalandı Irakın İsrail ile sınırı olmadığı için herhangi bir ateşkes anlaşması imzalaması da söz konusuolmadı İsrail Araplarla yaptığı muharebelerde çok başarılı olduğu için, ateşkes anlaşmalarının çizdiği fiili sınırlar içindeki İsrail toprakları, Birleşmiş Milletlerin taksim kararında kendisine verilenden çok genişti İsrail Filistin topraklarının hemen hemen dörtte üçünü ele geçirdi Keza, taksim kararına göre, Kudüs şehri milletlerarası statüye sahip olacağı halde, savaşın sonunda yarısı İsrailin eline geçti, yarısı da Ürdün'de kaldı 1967 savaşında İsrail Kudüs'ün diğer yarısını da ele geçirecektir 1948-1949 Arap-İsrail savaşı, Orta Doğu'nun yapısını değiştiren bir takım neticeler doğurmuştur ki, bunları şu şekilde sıralayabiliriz: 1) Savaş Filistin'de yaşayan bir milyon kadar arabı yerinden yurdundan etmiş ve bir Mülteciler Meselesi ortaya çıkmıştır Yahudilerden korkan bir çok Arap yurtlarını terkederek komşu Arap ülkelere sığındıkları gibi, bazı Arap komutanları da, muharebe sahası olabilecek yerlerdeki Arapları buralardan ayrılmaya teşvik etmiştir Komşu ülkelere iltica eden bu Arapların sayısı hakkında kesin bir şey söylenememiştir Bunların sayısı hakkında 550000 ile 940000 arasında değişen rakamlar verilmiştir Sonuncu rakam Birleşmiş Milletlerindir Mülteciler Meselesi günümüze kadar çeşitli safhalardan geçerek bugün bir Filistin Meselesi, yani bağımsız bir Filistin devletinin kurulup kurulmaması meselesi haline gelmiştir 2) Arap ülkeleri içinde en kuvvetli orduya sahip olduğu sanılan Mısırın, savaşta en ağır yenilgiye uğrayanlardan olması, Mısır'da monarşinin, yani Kral Faruk rejiminin devrilmesi neticesini vermiştir Yenilgide devlet idaresindeki bozuklukların büyük rolü olduğunu gören bir kısım Mısırlı genç subay, Yarbay Cemal Abdünnasır'ın liderliğinde Hür Subaylar Komitesi adı ile gizli bir teşkilat kurdular ve 23 Temmuz 1952 de yaptıkları darbe ile Kral Faruk'u devirip ülkeden çıkardılar Bu hadise Mısır'ın tarihinde yeni bir dönemi başlattığı gibi, Orta Doğu'da da yeni bir dönem açmıştır Zira, Başkan Nasır'ın bundan sonraki bütün çabası "gerici" dediği Arap monarşilerini yıkmak ve bunların yerine "sosyalist-cumhuriyetçi" rejimler kurmaya yönelik olacaktır Bu ise bölgede yeni gelişmelere ve yeni mücadelelere yol açacaktır 3) Bir avuç denebilecek bir İsrail ordusu karşısında beş Arap devletinin askeri gücünün yenik duruma düşmesi, Arap dünyasında bir "milliyetçilik" duygusunu tahrik etmiş ve bir Arap Milliyetçiliği hareketi başlamıştır Keza Arap Milliyetçiliği de Nasır'ın eseridir Bu milliyetçiliği tahrik eden ve Araplara milli bir şahsiyet vermek için çaba harcayan bilhassa Nasır olmuştur Nasır, bütün Arapları birleştirip milli ve büyük bir arap dünyası kurmak ve onun başına geçmek istemiştir Kısacası, Arap milliyetçiliği ateşini yakan Nasır olmuştur 4) Bu birinci Arap-İsrail savaşı ateşkes anlaşmaları ile neticelenmişti Yani barış yapılmadığına göre; mevcut durum geçici bir durumdu Yani Araplar için bir intikam imkanı vardı Bu intikam da İsrailin ortadan kaldırılması idi İşte bu duygular Arap milliyetçiliği ile birleşince, bundan sonraki Arap-İsrail savaşlarının da tohumları atılmış olmaktaydı Zincirleme reaksiyon gibi, 1948-1949 savaşı bundan sonraki Arap-İsrail savaşlarının birinci halkasını teşkil ediyordu Batılılar bilhassa bu son noktayı gördükleri ve bu düşüncede yatan tehlikeyi sezdikleri için, yeni savaşların çıkmasını önlemek amacı ile bir takım tedbirler almak istediler Amerika, İngiltere ve Fransa, 25 Mayıs 1950 de bir Deklarasyon yayınlıyarak, Arap ülkelerine ve İsraile, ancak bunların iç güvenliklerinin gerektireceği kadar silah satacaklarını ve bunu da, bu silahların başka bir devlete karşı kullanılmaması şartı ile yapacaklarını bildirdiler Kısacası, Batılılar Orta Doğuya bir silah ambargosu tatbik etmekte idiler Bu Deklarasyona Sovyet Rusya'nın katılmamış olması, büyük bir boşluk doğuruyordu Silah satışı bakımından Sovyetlerin ellerinin serbest kalması, bu devletin Orta Doğuya girmesini de kolaylaştıracaktır |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #11 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Sonuç 1954-1959 arasındaki Orta Doğu buhranlarının en mühim neticelerinden biri, hiç şüphesiz, Sovyet Rusyayı Orta Doğu politikasının aktif bir unsuru haline getirmiş olmasıdır Bunun tek sebebini, Batı'nın bu bölgede yapmış olduğu hatalarda görmek yanlıştır Şüphesiz bu hataların bir tesiri olmuştur Fakat esas faktör; 1952 Temmuzunda Mısır'da monarşinin yıkılmasından sonra Başkan Nasır'ın takip etmiş olduğu çok geniş amaçlı ve hatta Mısır'ın kendi güç ve imkanlarını aşan geniş çerçeveli politikasıdır Denebilir ki, Nasır başlatmış olduğu politika ile, kendi kontrolunu aşan gelişmelere sebep olmuş ve bu gelişmeler de Orta Doğu'da milletlerarası politikanın karmaşık bir yapı alması neticesini vermiştir İşte bu karmaşıklıktır ki, Sovyet Rusyayı bu bölgede milletlerarası politikanın, bundan sonra daima hesaba katılması gereken bir unsuru haline getirmiştir Sovyet Rusya'nın Orta Doğu'da aktif hale gelmesi, Türkiyeyi Batı'ya daha fazla kaydırmıştır Çünkü Sovyetlerin, Türkiye'nin güneyine de inmeleri, Türkiye için ciddi güvenlik endişeleri doğurmuştur Bu endişeler Amerika tarafından da paylaşılmış olmalı ki, 1958 sonunda, Amerika Türkiye'de füze üsleri tesis etmeye karar vermiş ve bu da Sovyetlerin protestosuna ve Türk-Sovyet münasebetlerinin yeniden gerginleşmesine sebep olmuştur Orta Doğu'daki bu gelişmelerin Türkiye açısından en mühim neticelerinden biri de, Türkiye'nin Arap Orta Doğusundan tamamen kopmuş olmasıdır Türkiye'nin Arap dünyası ile münasebetlerini düzeltmesi ve yeni bir düzene sokabilmesi için, bugüne kadar çaba harcaması gerekecektir Bu çabanın uzun süreli olmasında Türkiye'nin isteksizliği veya iyiniyet eksikliği değil, Arap dünyasının da kendi içinde böiünmelere, anlaşmazlıklara veya bölünmelere veya anlaşmazlıklara sebep olan gelişmelere maruz kalması da büyük rol oynayacaktır |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #12 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Süveyş Buhranı 1956 Süveyş Buhranına ait gelişmeler, II Dünya Savaşının sona erdiği yıllara kadar uzanır Süveyş Kanalı bir Fransız şirketi tarafından yapılmış ve 17 Kasım 1869 günü de dünya deniz trafiğine açılmıştır İşletilmesi de bu Fransız şirketine ait bulunmakla beraber, o zamanki Mısır hükümetinin de hissesi vardı Mısır hükümeti sonradan mali sıkıntıya düşüp hisselerini satışa çıkarınca, 1875 de bu hisseleri İngiltere aldı ve bu suretle Süveyş Kanalını İngiliz-Fransız şirketi işletir oldu İngiltere, şimdi Süveyş Kanalı'ndan geçen ve Hindistanla bağlantısını teşkil eden "İmparatorluk Yolu"nu güvenlik altına almak için 1882 de, bir Osmanlı toprağı olan Mısırı işgal edince, Kanal üzerindeki kontrolu da daha kuvvetlenmiş olmaktaydı Halbuki daha ilk günden itibaren Süveyş Kanalı'nda "serbest geçiş" prensibi tatbik edilmekteydi İngiltere'nin Mısır'ı işgali ise, bu prensip açısından diğer devletleri endişelendirdi ve 29 Ekim 1888 de İstanbul'da bir milletlerarası anlaşma imzalandı İstanbul Anlaşması adını alan bu anlaşmaya göre, Süveyş Kanalı savaşta ve barışta bütün devletlerin savaş ve ticaret gemilerine daima açık olacaktır Geçiş serbestisini güvenlik altına almak için, kanalın her iki tarafında üçer millik bir alanda hiç bir zaman askeri harekat veya silahlı çatışma yapılamıyacaktı İtalya 1935-36 da Habeşistan'ı işgal edince, İngiltere'nin İmparatorluk Yolu için bir tehdit yaratmış olmaktaydı Zira Kızıldeniz'in çıkışına hakim olduğu gibi, Mısır'a da komşu geliyordu Bu sebeple İngiltere, Mısır'la münasebetlerini yeni bir düzene sokmak istedi ve Mısır Hükümeti ile 26 Ağustos 1936 da yaptığı bir anlaşma ile, Mısır'a bağımsızlığını verip bu ülkeden askerini çekme kararı aldı Yalnız bu anlaşmaya göre, İngiltere Süveyş Kanalı bölgesinde 10 bin asker ve 500 pilot bulundurma hakkını elinde tuttuğu gibi, taraflardan biri bir savaşa girecek olursa, diğer taraf bütün gücü ile savaşa giren tarafa yardım edecekti Yani, Mısır ile İngiltere arasında bir ittifak bağı tesis ediliyordu II Dünya Savaşı sırasında İngiltere bu anlaşmaya dayanarak Mısır'a 200 bin kadar asker yığmıştır Savaş bitince İngiltere'nin bu askeri geri çekmesi gerekiyordu Fakat pek istekli görünmedi Çünkü, Sovyetlerin İran, Türkiye ve Yunanistan üzerindeki baskıları, hangi bölgeyi hedeflediklerini gösteriyordu Bölgenin güvenliği bakımından İngiltere'nin Mısır'da kalması gerekiyordu Fakat savaştan sonra Mısır'da hava çok değişmiş bulunuyordu Bir defa, savaş sırasında İngiltere'nin Mısır'a asker yığması, adeta bir işgal manzarası yaratmış ve bu da halkın tepkisi ile karşılaşmıştı Halk Mısır'ın tam bağımsızlığı için İngiliz askerinin çekilmesini istiyordu Şimdi gizli Mısır Komünist Partisi de gayet aktif idi Bir çok yayın organlarına, hükümet bürolarına, muhalefetteki Wafd Partisi de dahil (1945 Ocak ayında Saadist Parti iktidara gelmiştir), siyasi partilere ve Kahire ve İskenderiye'nin tekstil fabrikalarında işçilere sızmaya muvaffak olmuştu Üye sayısı 5 bin kadardı, lakin yaptığı propagandalarla tesiri üye sayısından çok daha genişti Buna karşılık, 1929 da Şeyh Hasan el-Banna tarafından kurulan Müslüman Kardeşler (El-İhvan El-Muslimin) teşkilatı ise, koyu teokratik ve Batı aleyhtarı bir kuruluş olarak, o da İngiliz aleyhtarlığını körüklemekteydi 500 bin kadar taraftarı bulunan bu kuruluş, Wafd Partisine karşı bir denge unsuru olarak Kral Faruk'dan destek görmekteydi Bu kuruluşa, aşırı milliyetçi bir teşkilat olarak Mısr-el-Fatah'ı (Genç Mısır) da eklemek gerekir Bu sırada muhalefette olan Wafd Partisi ise İngiltere aleyhtarlığının öncülüğünü yapmaktaydı 1945 yılı sonunda Mısır'ın yaptığı müracaat üzerine, Mısır ile İngiltere arasında müzakereler başladı ve iki taraf arasında 1946 Ekiminde bir anlaşma meydana geldi Buna göre, 1949 Eylülüne kadar Mısır'dan kademeli olarak çekilmeyi kabul etti Fakat bu sefer Sudan meselesi ortaya çıktı İngiltere 1882 de Mısır'ı işgal ettikten sonra daha aşağılara da inerek Sudan'ı da ele geçirmek suretiyle Nil'in bütünlüğünü sağlamıştı Bundan sonra Mısır hükümeti ile 19 Ocak 1899 da yaptığı bir condominium anlaşması ile, Sudan'ı beraber idare ediyorlardı İngiltere şimdi Mısır'dan çekilirken, Sudan'ın statüsünü de kesin olarak tayin etmek ve dolayısiyle ona da bağımsızlığını vermek istedi Mısır buna karşı çıktı Mısır Sudan'ı kendisine katmak ve Nil'in bütünlüğünü kendi kontrolunda tutmak istiyordu Bu anlaşmazlık karşısında Sudanlılar da ikiye ayrıldılar İki büyük partiden Umma (Milliyetçiler) Partisi Sudan'ın bağımsızlığını ve Mısır'dan kopmasını savunuyordu Ashigga Partisi, Nil'in bütünlüğünün Sudan için de ehemmiyetli olduğuna inandığından, Mısır'la federal bir sistem kurmak istiyordu Ona göre, Sudan Mısır'a bağlı olmalı, fakat muhtariyete sahip bulunmalıydı Sudan meselesi İngiltere ile Mısır arasında o kadar çetin bir anlaşmazlık oldu ki, Mısır, daha önce varılan anlaşmayı da tanımadığını bildirerek, hem Süveyş ve hem de Sudan meselelerini BM Güvenlik Konseyine götürdü Güvenlik Konseyi 1948'de meseleyi ele aldı ise de, oradan bir karar çıkması mümkün olmadı Bunun arkasından 1948-1949 Arap-İsrail Savaşı patlak verdi Bu savaştan sonra İngiltere, Mısır'da değilse bile Süveyş'te kalmak hususundaki kararını daha da yoğunlaştırdı ve meseleyi başka bir açıdan, Orta Doğu Komutanlığı denen bir askeri ittifak çerçevesinde ele almaya karar verdi Amerika, İnglitere, Fransa ve Türkiye tarafından 13 Ekim 1951 de Mısır hükümetine verilen bir notada bu ittifak sistemi şöyle açıklanmaktaydı: Orta Doğu'nun savunması için, bu dört devlet ile Mısır, Orta Doğu Komutanlığı denen müşterek bir kuvvet teşkil edeceklerdi Bu kuvvet, Süveyş Kanalı bölgesinde bulunacaktı İngiltere, bu kuvvetin emrine vereceği kuvvetlerinin dışında, Mısır'da bulunan bütün kuvvetlerini geri çekecekti Görüldüğü gibi, İngiltere Süveyş'ten çıkmamak için böyle dolambaçlı bir yol seçmişti Türkiyenin buna katılmasına gelince: Türkiye bu sırada NATO'ya girme çabasındadır Belçika, Hollanda, Danimarka gibi NATO'nun "küçük" üyeleri, Türkiyenin NATO'ya girmesinin Sovyetleri tahrik edeceğini ve bir savaş çıkarabileceğini ileri sürerek buna karşı çıktıkları gibi, İngiltere de, bir Müslüman devlet olarak Türkiyeyi kendi Orta Doğu politikasında kullanmak istediğinden, o da Türkiyenin NATO üyeliğini engellemeye çalışıyordu Doğrusu aranırsa, bu sırada İngilterenin Süveyşte kalıp kalmaması Türkiyeyi hiç ilgilendirmiyordu Fakat ne var ki, İngiltere, Türkiyenin NATO üyeliğine muhalefet etmekten vazgeçme şartı olarak, Türkiyenin bu Orta Doğu Komutanlığına da katılmasını istemiş ve Türkiye de ister istemez kabul zorunda kalmıştı Mısır Batılıların bu teklifini derhal reddettiği gibi, Mısır parlementosu, 15 Ekim 1951 de kabul ettiği kanunlarla, 1936 tarihli İngiltere-Mısır Süveyş anlaşmasını, 1899 tarihli Sudan "condominium" anlaşmasını feshettiği gibi, Mısır Kralı aynı zamanda Sudan Kralı olarak da ilan edildi Bunun üzerine halk Süveyş Kanalına yürümeye kalkınca, İngiliz kuvvetleri ile halk arasında çarpışmalar başladı Komünistlerin, Müslüman Kardeşlerin ve aşırı milliyetçilerin teşviki ile sivillerden meydana gelen bir "Milli Kurtuluş Ordusu" kuruldu 1952 Ocak ayında İsmailiye'de İngiliz kuvvetleri ile çarpışmalar olurken, Kahire'de halk İngiliz mağazalarını yağma ediyordu Mısır tam bir anarşi içine girmişti Durum bu safhada iken, Yarbay Abdünnasır başkanlığındaki Hür Subaylar Komitesi, 23 Temmuz 1952 günü yaptıkları bir darbe ile Krallığa son verip idareyi ellerine aldılar ve 26 Temmuzda da, İskenderiyede bulunan Kral Faruk'u tahtından feragate zorlayıp ülkeden çıkardılar Askeri idarenin içerde otoritesini sağlamlaştırabilmesi ve ihtilalin öngördüğü düzenin kurulabilmesi için, tabiatiyle dış münasebetlerde barış ve istikrara ihtiyacı vardı Bu sebeple Süveyş ve Sudan meselelerini daha yumuşak bir şekilde ele aldı 12 Şubat 1953 de İngiltere ile Mısır arasında yapılan bir anlaşma ile, Sudan'a üç yıl içinde bağımsızlık verilmesi kararlaştırıldı Süveyş konusundaki anlaşma da, 19 Ekim 1954 de imza edildi Buna göre, 1936 antlaşması sona eriyordu ve İngiliz kuvvetleri 20 ay içinde Mısır topraklarından "tamamen" çekileceklerdi Yalnız, antlaşmanın 4'üncü maddesine göre, Arap Ligi Devletleri ortak savunma antlaşmasına dahil devletlerden birine veya Türkiyeye silahlı bir saldırı halinde, Mısır İngiltereye her türlü kolaylığı gösterecekti Dokuz yıldır süregelen bir anlaşmazlık bu suretle çözümlenmekle beraber, bu antlaşmanın ömrü uzun olmadı Bağdat Paktı ile beraber başlayan gelişmeler Süveyş konusunda yeni bir patlamaya sebep oldu Nasır 1954 sonbaharında, yaptığı bu Süveyş antlaşması ile Batıyla münasebetlerini bir düzene sokarken, bir yandan Arap dünyası içinde bir takım faaliyetlere girişmişti Bu faaliyetlerle, bir yandan Arap ülkeleri arasında bir kollektif güvenlik paktının, yani bir askeri ittifakın kurulması söz konusu olurken, bir yandan da "İslam Kongresi" adı altında bir birlik kurulması için çalışılmaktaydı Görünen odur ki, Nasır'ın gerçekleştirmek istediği şey, Doğu ve Batı blokları arasında bir "Üçüncü Blok" idi Şüphesiz bu Blok'un başında Mısır ve Nasır bulunacaktı İşte tam bu sıradadır ki, Bağdat Paktı ortaya çıkıyordu Mısırın gerçekleştirmeye niyetlendiği şeylerle, Bağdat Paktının amaçları arasında büyük farklılıklar olduğu inkar edilemez Bu sebeple, Mısır başta olmak üzere Arap dünyasından Bağdat Paktına karşı büyük tepkiler geldi Bu durum, kendisine karşı kurulmuş bulunan Bağdat Paktını yıpratmak hususunda Sovyetler için bulunmaz bir fırsatı, Sovyetler bir yandan Bağdat Paktı'na karşı hücumlarını arttırırken, bir yandan Arap ülkelerine yanaşmağa çalıştılar Bu ise, Başkan Nasır'a, Batı'ya karşı Sovyet kozunu oynama imkanını verdiFakat Nasır hemen bu yola gitmedi 1955 başlarında İsrail ile Mısır arasında Gazze bölgesinde çatışmalar başlayınca, Mısır Amerika ve İngiltereden silah satın almak istedi Bunun üzerine Sovyetler 1955 Mayısında Mısır'a silah satmayı teklif ettiler Nasır bu teklifi prensip olarak kabul etmekle beraber önce İngiltere ve Amerika ile müzakerelere girmek istedi Müzakereler uzadığı gibi, her ikisi de Mayıs 1950 deklarasyonuna bağlı oldukları için isteksiz davrandılar Kaldı ki, Mısırın Bağdat Paktına muhalefeti de bu isteksizlikte büyük rol oynamaktaydı Nihayet, Amerika satmaya razı oldu ise de, bunu kredi ile değil, peşin para ile yapmak istedi Mısır ise bu silahların bedelini peşin para ile değil, mal olarak ödemek istiyordu Bunun üzerine, Nasır 27 Eylül 1955 günü yaptığı bir konuşmada, Batılıların Mısıra silah satmayı reddetmesi üzerine, Mısırın da bir kaç gün önce Çekoslovakya ile bir anlaşma yaparak bu ülkeden silah satın almaya karar verdiğini açıkladı Mısır bu silahların bedelini pamuk ve pirinçle ödeyecekti Nasır bu açıklaması ile bir bomba patlatmıştı Amerikanın ünlü sağcı dergilerinden US News and World Report, Sovyetlerin Orta Doğuya girmeye başladığını ifade eden şu sözleri söylüyordu: "Moskova bugün kapının eşiğinden ayağını atmıştır ve onu geri çevirmek kolay olmayacaktır" Batılılar bu yeni gelişmeden çok endişe etmekle beraber, tutumları farklı oldu En büyük tepki İngiltereden geldi ve İngiltere Nasır'a karşı bir takım tedbirler alınmasını istiyordu Amerika ve Fransa ise, Mısırı tamamen Sovyetlerin kucağına atmamak için, Nasır'ın tahrik edilmemesini istiyorlardı Fakat tam bu sırada ortaya çıkan Asvan Barajı meselesi her şeyi değiştirdi Nasır 1953'denberi, Nil nehri üzerinde yapılacak olan Avsan Barajı projesine çok ehemmiyet veriyordu Çünkü bu barajın suları 60000 Km'yi kaplayacak, Mısırın tarıma elverişli topraklarını üçte bir nisbetinde ve elektrik enerjisini % 50 nisbetinde arttıracaktı Baraj yaklaşık 1 Milyar Dolara malolacaktı ve bunun üçte biri için de dış finansmana ihtiyaç vardı İşte bu dış finansman meselesi, 1956 sonbaharında Orta Doğuda büyük bir buhranın patlamasına sebep olacaktır Mısır, Çekoslovakya ile silah anlaşmasını yapar yapmaz, 1955 Eylülünde Dünya Bankasına başvurarak 240 milyon dolar kredi istedi Dünya Bankası bu kredi için gerekli incelemeyi yaparken, Sovyetler de Mısıra Asvan Barajı için 200 milyon Dolar vermeyi teklif ettiler Bu kredi 30 yılda pamuk ve pirinçle ödenecek ve faizi de yıllık % 2 olacaktı Nasır bu teklifi hemen kabul etmedi ve Dünya Bankasının cevabını beklemeyi tercih etti Dünya Bankası da 1956 Şubatında Mısırın istediği krediyi vermeyi prensip olarak kabul etti Amerikan hükümeti 1956 Haziranında, Nasır'ın istediği kredinin kendisine verileceğini resmen teyid etti Fakat bu sırada garip bir gelişme oldu ve Amerikan Senatosu, kendi izni olmadan Asvan Barajı için kredi açılmaması kararını aldı Bu karar Amerikan hükümetini zor durumda bıraktı Senato'nun böyle bir karar almasının sebebi, 1956 Mayısında Mısırın Çin Halk Cumhuriyetini tanıması ve diplomatik münasebetler kurması idi Bu sırada Amerikan dış politikasının en hassas konularından biri de Çin Halk Cumhuriyeti idi ve Amerika Pekin'i tanıyan ülkelere hiç de iyi gözle bakmıyordu Ayrıca, yine bu sırada Ürdün'de Nasırın kışkırtması ile karışıklıklar çıkmıştı ve Nasır Kral Hüseyin'i devirmek istiyordu Senato'nun kararına Mısırın tepkisi gayet sert oldu Nasır, 24 Temmuz'daki konuşmasında ülkesinin ne kuvvet ve ne de Dolar önünde eğilmiyeceğini bildirdikten sonra, 26 Temmuzda, ihtilalin dördüncü yıldönümü dolayısiyle İskenderiye'de yaptığı uzun bir konuşmada Süveyş Kanalını işleten İngiliz-Fransız şirketini millileştirdiğini ilan etti Şirketin Kanaldan yılda 100 milyon Dolarlık geliri vardı Nasır, ayrıca, 1888 İstanbul anlaşması gereğince Kanaldan geçiş serbestisinin aynen devam edeceğini bildirdi ise de, buna kimse inanmak istemedi Zira, Mısır, 1948-1949 Arap-İsrail savaşından beri İsraile silah ve petrol götüren gemileri Kanaldan geçirmiyordu Yarın aynı şeyi Batılılara da yapabilirdi Bu sebeplerle, bu hadise İngiltere ve Fransa tarafından büyük tepki ile karşılandı Kanal Şirketinin kendilerine ait olması bir yana, Kanaldan en fazla bu iki devletin gemileri geçiyordu İngiltere ve Fransayı, Bağdat Paktı üyesi Irak da destekledi Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa, İngiltere Başbakanı Eden'a, "Bu sefer darbeyi indirmek gerek Hem de kuvvetli bir darbe" diyordu Sovyetler Mısırın yanında yer aldılar Fakat bir yandan Amerikanın Sovyetlere yaptığı uyarı, öte yandan da bu sırada Sovyetlerin Polonya ve arkasından Macaristan hadiseleri ile uğraşması sebebiyle, Sovyetler başlangıçta işin içine fazla giremediler Süveyş Kanalını Mısırın kontrolundan çıkarmak için yaz aylarında Batılılar arasında bir çok temaslar ve toplantılar yapıldı Eylül ayında mesele Güvenlik Konseyinin önüne de götürüldü Fakat bunlardan hiç bir netice çıkmadı Nasır, Batılıların teklif ettiği, Süveyş Kanalının milletlerarası kontrol altına konulması fikrini kabul etmemekte diretti Bunun üzerine İngiltere ve Fransa, Nasır'ın Orta Doğuda yarattığı bu tehlikeli durumu sona erdirmeye karar verdiler ve İsrail ile birlikte Mısıra karşı bir komplo hazırladılar Bu komplo gereğince İsrail, 29 Ekim 1956 günü birdenbire Mısıra karşı saldırıya geçti Saldırı bir yanda Sina yarımadasında Gazze bölgesinde ve öte yanda da, Akaba Körfezinin sonunda ve Sina yarımadasının güney ucundaki Şarm-el-Şeyh istikametinde idi Hazırlanan plan gereğince, İngiltere ve Fransa, 30 Ekimde İsraile ve Mısıra verdikleri 12 saatlik birer ültimatomla, her iki devletin de Süveyş Kanalının iki kıyısından 16 Km geri çekilmelerini istediler Bu arada İsrailin Sina'daki askeri harekatı gayet başarılı geçti Mısır Ordusu, İsrail kuvvetleri tarafından kıskaç içine alınacağını anlayınca geri çekilmek zorunda kaldı Geri çekilirken de, 1000 ölü, 4000 esir verdiler Ayrıca 100 kadar tank, 300 adet top, 1500 kadar otomatik silah ve bir o kadar da kamyon geride bırakmışlardı Sina'nın kontrolu İsrail'in eline geçmişti İngiltere ve Fransa, aynı zamanda Mısır havaalanlarını da bombardıman ederek Akdenizden Süveyş Kanalı bölgesine asker çıkarmaya başladılar Kanalı ele geçirmek ve Nasır'ı da iktidardan düşürmek istiyorlardı İngiltere ve Fransanın Kanal bölgesine asker çıkarmaları üzerine, Mısırlılar da Kanaldaki bütün gemileri batırarak Kanalı tıkadılar İngiltere ve Fransa Mısıra karşı saldırıya geçerken, Polonyadaki ayaklanma ile Macar ihtilaline güvenmişlerdi Bu sebepten Sovyetlerin kımıldayamıyacağını düşünüyorlardı Fakat bu hesap yanlış çıktı 5 Kasım sabahından itibaren Sovyetler Macar ihtilalini bastırmaya başlamışlar ve dolayısiyle, Macaristandaki durumları düzelmeye başlamıştı Bu sebeple 5 Kasım 1956 günü Sovyet Başbakanı Bulganin, İsrail, Fransa ve İngiltere Başbakanlarına gayet tehditkar mesajlar gönderdi Bu mesajlarda Süveyş savaşının derhal durdurulması isteniyordu Bulganin, Fransa Başbakanı Guy Mollet'ye gönderdiği mesajında, "Sovyet hükümeti saldırganları ezmek ve Doğu'da barışı tekrar kurmak için kuvvet kullanmaya tamamen kararlıdır" diyordu İngiltere Başbakanına gönderilen mesaj ise daha ağırdı ve şöyle diyordu: "Tahrip için modern silahların her çeşidine sahip daha güçlü devletler kendisine saldırdığında, acaba Büyük Britanya nasıl bir durumda kalırdı? Bu devletler İngiltere kıyılarına sadece uçak gemileri göndermekle kalmazlar, başka silahlar da, mesela füzeler de kullanabilirler" Bulganin aynı gün Amerika Cumhurbaşkanı Eisenhower'a da bir mesaj göndererek, Amerika ve Sovyet Rusyanın Mısıra ortak bir kuvvet göndererek savaşı durdurmalarını istiyor ve bu savaş durdurulmadığı takdirde bunun Üçüncü Dünya Savaşına gidebileceğini söylüyordu Amerika ortak kuvvet teklifine şiddetle karşı geldi ve Sovyetler Mısıra asker gönderdiği takdirde Amerikanın gereken tedbirleri alacağını bildirdi Ne Amerikan hükümeti ve ne de Amerikan kamuoyu İngiltere ve Fransanın giriştiği bu saldırıyı tasvib etmemişti Zaten bunlar saldırı planlarını hazırlarken, Amerikaya bir şey hissettirmemeye bilhassa dikkat etmişlerdi Bu sebepten Amerikanın tepkisi sert oldu Fransa ve İsraile sert bir ihtarda bulunarak Mısır topraklarından çekilmelerini istedi İki taraftan gelen bu ağır baskılar karşısında bu devletler daha ileriye gidemediler ve Mısırdan çekilmek zorunda kaldılar Süveyş Kanalı da temizlenerek 1957 Martında dünya deniz trafiğine yeniden açıldı 1956 Süveyş buhranının en mühim neticesi, şüphesiz, Sovyet Rusyanın Mısırı bir kere daha kurtarmış olmasıydı Birincisi silah satışı ile olmuştu Dolayısiyle, Sovyetlerin Arap dünyasındaki prestiji de arttı Başka bir deyişle, İngiltere ve Fransa kaş yapayım derken göz çıkarmışlardı Nasır'ın ve Sovyet Rusyanın Orta Doğudaki prestijini ve tesirini yok etmek isterlerken, büsbütün arttırmışlardı |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #13 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Ürdün Hadiseleri |
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #14 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960) |
06-21-2009 | #15 |
KRDNZ
|
Cevap : Soğuk Savaş Dönemi (1945-1960)Çin'de Komünizm |
|