Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Kültür-Sanat > Makaleler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
atsizın, makaleleri, nihal

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




ÜÇ REJİM

Bugün dünyada başlıca üç rejim var: Demokrasi, faşizm, komünizm Bunları birer terim olarak kullanıyorum Çünkü faşizm, nasyonal-sosyalizm ve falanjizm birbirinden biraz farklı ve milli sistemler olduğu halde ana prensipleri benzediği için hepsine birden faşizm diyorum Komünizmi de umumiyetle sol cereyanları anlatmak için kullanıyorum Komünizmin mutedil şekli olan sosyalizm aşağı yukarı dünyadan kalkmış ve umumiyetle komünizme çevrilmiştir Bir kısmı da sağa kaçıp nasyonel-sosyalizm halinde millileştirilmiştir Bu üç rejimin üçü de yabancı kaynaklıdır Bundan dolayı bizim memleketimizde bu üç düşünceden birine taraftar olanları yabancı ajanlığı ile itham etmelerine yer yoktur

Demokrasinin doğuşundaki baslıca amil, eski Yunanın ve bilhassa eski Atina`nın hayat tarzı ve tarihi yürüyüşüdür Kalabalık olmuyan ve hemen hemen hepsi birbirini tanıyan münevver vatandaşlardan mürekkep bir şehir devletinde, eğer o devleti daimi olarak tehdit eden bir dış tehlike yoksa ve o millet ( veya site ) mutedil sıcak bir toprakta yaşıyan ve konuşmasını çok seven insanlardan mürekkep olursa, demokrasinin kurulması için en uygun vasat mevcut demektir

Sert iklim topraklarda ve daimi dış tehlikelerle çevrili yerlerde demokrasi doğamazdı Nitekim medeniyette bu kadar ileri giden eski Çinde, adaleti pek ileri götürmüş olan bazı Türk imparatorluklarında ve aşağı yukarı Atina kadar medeni olan Türk sitelerinde (Kaşgarya`da) hiçbir zaman için demokrasi doğmamıştır Demokrasi her mesele için bol bol konuşup münakaşa ederek karar vermek rejimidir Halbuki bu münakaşalar uzun zamanlara bağlıdır ve dış tehlikenin olmadığı zamanlarda olur Nitekim eski Yunan topluluğunda da devamlı dış tehlikeler yüz gösterince demokrasi suya düşmüştür

Muhtelif demokrasiler içinde, bir milletin iç olgunlaşmasıyla ve kendi kendine elde ettiği demokrasi faydalıdır İngiliz demokrasisi böyle bir iç olgunlaşma ile elde edildiği için bütün dünyada örnek tutuluyor Başka milletleri taklid yolu ile, milletin yapısına uygun olmadan yapılan demokrasiler istibdad kadar zararlıdır ( örneğin: Fransa)

Dünyada hiçbir siyasi, içtimai veya iktisadi rejim veya mezhep edebi olmadığı için demokrasi de muvakkattır ve değişmeye mahkumdur Ancak her mezhep ve her fikir, yerini başkalarına bırakırken kendisinden bazı unsurları da yeni fikre veya mezhebe devrettiği için, demokrasinin bazı prensipleri de yeni rejimler veya mezhepler içinde yaşıyabilir Yahut, demokrasi yaşamak için, daha yeni fikirlerden ve mezhepler bazı umdelerle aşlanarak azçok değişik olarak devam edebilir Nitekim Ingiltere ve Amerika bu savaştan sonra demokraside bir inkilap yapılacağını sezdiren belirtiler çoğalmıştır

Demokrasinin müsamahakarlığı, evvelce kuvvetini teşkil ettiği halde bugün içindeki düşmanlarının beslenmesine yarıyor Faşizm ve komünizm demokrasinin bu müsamahakarlığı sayesinde büyüdüler Demokrasi buhranının sebeblerinden biri de bir ağırlık ve yavaşlık rejimi olmasıdır Halbuki bugünkü hayat, bilhassa bazı safhalarında, çabukluk istiyor

Demokrasinin en büyük kusuru ise istidat, zeka ve kalite yerine kalabalığı koymasıdır

Faşizm, komünizmin taşkın ve gayri ahlaki hareketlerinin aksülamelidir Milliyeti inkar eden, milletleri yıkmak için geleneğe ve mukaddesata düşmanlık güden komünizme karşı milli varlıklarını korumak isteyen milletlerin başvurdukları devadır Hürriyetin, anarşinin, komünizmin doğurduğu düzensizliklere ve kargaşalıklara karşı başvurulan disiplin yoludur Avrupa`da faşizm yalnız üç ülkede, komünizm tehlikesi içine düşmüş olan İtalya, Almanya ve İspanya`da doğmuştur Demek ki faşizm içtimai bir panzehirdir

Faşizmin unsurları milli ülkü, milli gurur, gelenek ve dindir Bazı esasları ilim gözüyle bakanlara aykırı gelse de ameli bakımdan halkın duygularını okşar ve komünizm çılgınlığına karşı dikilmiş olduğu için de makbul sayılır Komünizm dünyanın hiçbir yerinde ekseriyetin reyiyle iktidar mevkiine geçememiştir Halbuki faşizm Almanya`da ezici bir çokluğun reyi ile iş başına gelmişti Demek ki halk yığınları faşizmi komünizme tercih ediyorlar Nitekim ne faşizmin, ne de komünizmin iktidar mevkinde olmadıkları bazı ülkelerin millet meclislerinde faşist saylavların sayısı komünistlerden çoktu Komünizm, vaadettiği şeylerin hiçbirisini yapamamış, bilakis iddialarının bir kısmından vazgeçme mecburiyetinde kalmıştır Komünizm, cihansumul bir iddia ile meydana çıkmış, zamanla ri`cat ederek mahallileştirilmiştir Faşizm, mahalli olarak savaşa baslamış, yavaş yavaş cihan ölçüsünde bir değer ve karakter almıştır Komünizm tehlikesinin başladığı heryerde faşizmin ortaya çıkarak galebe çalması da üzerinde durulacak bir noktadır Her ülkedeki faşizmin yapısı bir değildir Türlü faşizmlerin birleşik noktaları milli mefahirden ve milli maziden örnek ve kuvvet almalarıdır Faşizmin irtica ile ithan olunmasının sebebi budur Bunun asrı feodalizm zihniyeti ve bir sınıfın diktatörlüğü diye anlamak doğru değildir İtalyan faşizmi tuttuğunu başaramıyacaksa bunun sebeplerini Roma`nın bin yıllık esaretinde ve İtalyan milletinin melezliğinde aramalıdır

Milli ülkü ve milli gururla yuğurulan ve geçmişteki hakları arıyan faşizm savaşmak mecburiyetindedir Bu onun için suç sayılamaz Çünkü yaşamak isteyen herhangi bir rejim de savaşmak zorundadır Nitekim Fransa, büyük ihtilali yapıp demokrasi ve cumhuriyeti kurduktan sonra herzamankinden daha çok savaşmıştır Demokrat Ingiltere bile dupedüz ticaret harpleri yapmaktan çekinmemiştir Komünist Rusya ise, içerde rejimini biraz sağlamlaştırdıktan sonra Polonya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Başkurdistan ve Türkistan`la savaşarak Polonya`dan başkasının ihtilallerine son vermiş, bu sefer de ilk önce, hariciye nazırları Molotf`un dedişi gibi Polonya`daki ırkdaşlarını kurtarmak üzere, Almanya tarafından zaten yere serilmiş olan Polonya`ya arkadan hücum etmiş, sonra küçük Fin ırkdaşlarımızla çarpışarak büyük bir zafer kazanmış, Romanya`yı tehdit ederek Besarabya`yı almış ve yine tehditle üç küçük Baltık devletini kendisine eklemiştir Bunlar için kimse Rusya`yı ayıplayamaz Çünkü hayat savaştır

Faşizmin, hayatta esas halin savaş oldugunu iddia etmesi biyoloji bakımından doğrudur Bunu açık olarak ilan etmesini ya toyluğuna veya mertliğine vermelidir Faşizmin en büyük kusuru tenkide müsaade etmeyişidir

Komünizm ( ve onun mutedil şekli ve anası olan sosyalizm) ise ezilen insanların haklarını güya korumak için ortaya atılmış, fakat ortaya atılırken milliyet gibi, ferdi mülkiyet ve din gibi bazı esaslı unsurları inkar etmek gafletine düşmüş ve bünyesine hiçbir inanca bağlı olmuyan menfaatçileri de karıştırarak büsbütün bozulmuş hayali bir meslektir Bu mesleğin en büyük yanlışlarından birisi de kendi sistemini dünya ölçüsünde tatbike kalkmış olmasıdır İzaha luzum yoktur ki insan topluluklarının hepsi aynı şartlar, prensipler ve kanunlarla idare edilemez

Milliyeti reddetmenin ne çıkmaz bir yol olduğuna ve sosyalizmin ancak "milli" olarak yaşıyabileceğine en büyük örnek Almanya olaylarıdır Dünyanın her yerinde kuvvetli ve kültürlü milletler tarafından tahkir edilen, ezilen ve iş başına ancak zorla gelebilen sosyalistler "milli sosyalist" olunca Almanya`da seçimle ve ezici bir çoklukla hükümete geçmişlerdir Çünkü milliyet maddi ve manevi bir şeydir Irsi, ananevi, tarihi, biyolojik ve antropolojik bir keyfiyettir; inkar olunamaz "Yaşamak için bir millete mensup olmağa lüzum yoktur" sözü insanlar için doğru değildir Çünkü ancak hayvanların milliyeti yoktur

Birinci Cihan Savaşı`ndan sonra insanların sola doğru gittikleri sanılmıştı Bu zan yanlış çıktı ve birkaç serbest seçim insanların bilakis sağa tamayül ettiğini açıkça gösterdi: Alman faşistleri, yani milli sosyalistler, serbest seçimle iktidar mevkiine geldi 1936 sonkanununda yapılan Yunan seçiminde komünistler 300 saylavlıktan 15`ini, yani reylerin %5`ini kazanabildiler Netice Yunanistan`da krallığın yeniden kurulması ve komünizmin yokedilmesi oldu 1936 mayısında yapılan Belçika seçimlerinde sağlar 411, sollar 248 saylavlık elde ettiler Solların da ancak 27 tanesi komünistti Buna mukabil sağ tarafta bulunan ve yeni kurulup seçime ilk defa iştirak eden Belçika faşistleri 78 azalık kazanmışlardı 1936 ikinciteşrininde yapılan Amerika seçiminde sosyalist ve komünistlerden bir tek saylav seçilmedi İngiltere`nin güya sosyalist fırkası olan İş fırkasına gelince, bu, birçok memlekettelerdeki sağ partilerden daha milliyetçidir

1936 Mayıs`ındaki Fransız seçiminde sosyalistler kazanmış idiyse de bu, Almanya`daki Hitler hareketlerinin karşılığı ve cevabı idi Çünkü son zamanlarda Fransız milleti bozulmuş, isterik bir karakter almıştı ki bunun da sonu bozgun ve çöküş oldu

Sosyalizm ve komünizm 1936 Şubat`ı seçiminde 169 saylavlığa karşı 233 saylavlıkla İspanya`da kazandıysa da ömrü pek kısa oldu Franko`nun temsil ettiği faşizm İspanya`yi temizledi Franko`ya dışardan yardım yapıldığı ve bu sayede kazandığı söylenemez Çünkü solcu İspanya`ya da aynı yardım, hemde deniz aşırı yerlerden değil, sınırlardan yapılmıştı

Komünizmin kısmen veya tamamen galebe çaldığı İspanya ve Rusya, medeni dünyanın en geri ülkeleridir Zaten komünizm ileri ülkelerde hiçbir zaman tutunamamıştır Geçen cihan savaşından sonra ileri ülkeler olan Macaristan ve Şili`de bir iki ay, daha geri olan İspanya`da iki yıl, en geri olan Rusya`da ise yirmi yil sürmüştür İleri ülkelerde komünizmin tutunamadığına son örnek de Rusyadır Rusya, Alman ve Amerikan mühendislerin yardımıyla yirmi yıllık bir çalışmadan sonra kültür ve teknik alanlarında bir hayli ilerleyince komünizme tahammül edememiş, hakiki komünizm taraftarı olan Trocki grubu tasfiye edilmiştir

Komünizm girdiği ülkelerde, mesela İspanya`da yapılan toptan öldürmeler insanlığın refahı için yapılıyor Milli ve dini ülkülere toptan öldürmelerle varılabileceğini cihan tarihi göstermiştir Fakat insani ülkülere kırgınlarla ve sertlikle varmak usulunun ne kadar çürük olduğunu da son çağ olayları ispat etmiştir

İnsanların refah ve saadeti için kömünizmden başka sınanmış çarelerin de bulunabileceğini dünyanın bugünkü durumu bize gösteriyor: İkinci cihan savaşından önceki Finlandiya ve İsviçre Cumhuriyetleriyle İsveç, Norveç ve Danimarka Krallıklarındaki refah , saadet ve düzende komünizmin hangi payü var? İsveç`in başında bir kralın ve içinde sermayedarların bulunması kuvvete, saadete, düzene engel olmuyor Buna karşılık İspanya`nın komünizmi ve sosyalizmi onu uçurumun kıyısına kadar getirmişti Demek ki suç yalnız rejim ve akidenin değil, insanların kendisinindir

Yüksek ahlaklı ve münevver insanlar mutlakiyetle de idare olsunlar yine hür ve bahtiyardırlar Geri insanlar ne ile idare olunurlarsa olsunlar bedbaht ve esirdirler Bundan dolayı komünizm (ve onun hafif şekli olan sosyalizm) millileşmedikçe dünyanın hiçbir yerinde tutunamayacaktır Japonya`da bir milli komünist fırkası olduğunu da bu vesile ile hatırlatırım

Komünizmin cihandaki durumu ne olursa olsun Türkiye`de bu fikir vatan ve millet aleyhindedir Hırslarını doyuramıyan cinsi ihtibaslar içinde kıvranan, arkadaşlarından geri kalan, yabancı kan taşiyan ne kadar şaşkın varsa hepsi komünisttir

Demokrasi yer yüzünden kalkarsa onun yerini tutacak olan kuvvet herhalde komünizm olmayacaktır

29 İlkkanun 1941, Maltepe


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




SESSİZ HİZMET

Demokrasiyle idare olunan memleketlerde partiler arasındaki didişme, millete yapılan hizmetleri büyük gürültü ile ilân ederek vatandaşlara anlatmak sonucunu vermektedir Maksat oy kazanmak olduğu için her hizmet, vatandaşa, olduğundan daha büyükmüş gibi gösterilir, bunun için de hizmetlerin gürültüyle açığa vurulması gibi bir âdet doğar

Bu âdet, taklit kanunu gereğince, siyasi olmayan alanlara da bulaşır; böylece ticari ilân ve reklamlardan başlayarak memleketin her iş dalında geçer akça halini alır

Bunun pek çok örneğini her gün görmekteyiz: Yılın romanı, beklenen dergi, hâdise yaratacak piyes gibi mübalağalı reklamlar artık harcı âlem olmuştur O kadar ki, mübalağa âdeta hayata girmiş, hakiki mübalağa için başka kelimeler aranmasına başlanmıştır

Fakat bu arada bir de gürültü etmeden yapılan hizmetler vardır Bunlar hizmetlerini ve emeklerini büyütmezler Yaptıklarıyla övünmezler Kendilerinin var olduğunu işaret etmekle yetinip alanını millete bırakırlar: Millet isterse beğensin, isterse ilgi göstermesin

Bu türlü hizmetlerin, kendilerini çığırtkanlıkla ilân eden hizmetlerden daha faydalı olduğu muhakkak gibidir Böyle sessiz sessiz çalışıp memleket kültürüne ve ahlâkına hizmet edenler konusunda iki örnek vereceğim:

1) İstanbul'da 20 yıldan beri "Türk Folklor Araştırmaları" adında aylık bir dergi çıkmaktadır Folklorcu İhsan Hınçer'in idare ettiği bu dergi halk şairleri, halk âdetleri, evlenmeler, yemekler, bilmeceler, maniler, çocuk oyunları ve her türlü halkiyat üzerinde yayın yapmakta, Türkiye Türkleri'nin manevi-sosyal yapısını tesbit etmektedir Yirmi yıldır çıkan bu dergiden kaç kişinin haberi vardır? Magazinleri, filim ve roman dergilerini kapışanlar, seks kitaplarına dünya kadar para verenler yanında bu sessiz, fakat ciddi dergiyi kaç kişi okumaktadır?

Fakat buna rağmen bugün yüz binlerce nüsha basılıp satılan dergiler ve gazeteler unutulacak, "Türk Folklar Araştırmaları Dergisi" ise yarın Türk tarihi ve sosyolojisi için hazine değerinde bir ana kaynak olacaktır Çünkü bu dergi bugün değişmek üzere bulunan Türk toplumunun asırlar öncesinden gelen âdetlerini ve hayat görüşünü arayıp bulmakta, onları kâğıda geçirerek ebedileştirmektedir

Folklor, ilk bakışta pek mühim değildir Fakat aslında bir milletin iç yapısını gösteren bir ayna gibidir Tarihçiler ve içtimaiyatçılar ondan mânâ çıkarmasını bilir

İhsan Hınçer memlekete yaptığı bunca hizmete rağmen bugün tanınmamakta, fakat hizmet yerine memleketin temeline balta savuran birçok vatan düşmanı yazar ve politikacı şöhretin doruğunda bulunmaktadır Bununla beraber bu durum geçicidir Yarın yerler değişecektir 21 Yüzyıl sonlarında Türkiye'nin kültür tarihi yazılırken bu gösterişsiz dergi ile onun mütevazi sahibi ve dergide emeği olan yazarlar tarihe geçecek, bugün yaygarası göklere çıkan muzahrafat ise tarihin çöp tenekesinde lâyık oldukları yeri bulacaktır

2) "Şevket Rado" adı işitilmiş ve tanınmış olmakla beraber onun da hizmetleri henüz gereğince kavranmış değildir Çünkü Şevket Rado bir parti adamı veya şöhret yolcusu değildir Şimdiye kadar bilhassa "Hayat" mecmuasındaki yazıları ve radyodaki konuşmalarıyla tanınmıştı, bu yazı ve konuşmalar milli kültür ve ahlâk bakımından çok değerli olduğu halde bunlar da lâyık olduğu ehemmiyetle karşılanmış değildir Daima akıl, mantık, itidal ve ahlâk çerçeveleri içinde kalan, vatandaşlık, görgü ve insanlık öğütleri veren bu yazılar ve konuşmalar tamtam müziği arasındaki bir keman melodisi gibi kaybolmuş veya pek az işitilmiştir Anlaşılıyor ki Şevket Rado da bugünden ziyade yarına hitap etmiştir

Yine onun çok mühim bir hizmeti, Başbakanla birlikte Rusya'ya yaptığı gezinin intibalarını yayınlamasıdır Çok tarafsız bir görüşle yazılan bu eser kadar komünizme darbe vurmuş kitap pek azdır Milli Eğitim Bakanlığı bir takım ıvır zıvır kitapları "Tebliğler Dergisi'nde tavsiye edeceğine bu kitabı liselerde sosyoloji derslerine yardımcı olarak okutsa büyük bir milli hizmet görmüş olurdu Komünizmin iç yüzündeki maskaralık bu küçük eserde başarıyla dile getirilmiş, kızıl cennetin nasıl bir cehennem olduğu sakin bir dille anlatılmıştır

Şevket Rado'nun milli kültüre son hizmeti de 17 Asırda yazılmış tarihlerimizden Subhatü'l Ahbâr'ın Viyana nüshasını tıpkı basım olarak neşretmesidir Eserin tarihi bilgi bakımından ehemmiyeti yoksa da Viyana nüshası nefis minyatürlü bir nüsha olduğu için Türk Güzel Sanatlar Tarihi bakımından fevkalâde mühimdir,

Adem'le Havva'dan başlayarak bir çok efsanevi ve tarihi hükümdarların, bu arada, yüzü peçeli olmak şartı ile, Peygamber'in, dört halifenin, Türk padişahlarının nefis resimleri sıralanmakta olan ve hicri 1085 (milâdi 1675) yılına kadar gelen bu tarihteki son resim Dördüncü Avcı Sultan Mehmed'e aittir

Gayet güzel bir kâğıda pek güzel bir baskı ile basılan ve aynı nefasetteki, klâsik modellere uygun bir kapak içinde çıkarılan bu eseri ve benzerlerini aslında Milli Eğitim Bakanlığı'nın veya Türk Tarih Kurumu gibi müesseselerin yayınlaması beklenirdi

İstanbul kütüphanelerinde buna benzer pek çok sanat eserleri neşredilecekleri günü beklemektedir Şevket Rado bir tanesini yapmakla bir çığır açmış ve Türk kültürüne büyük bîr hizmette bulunmuştur

Himmetini tebrik ederiz


Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




KİM MİLLİ KAHRAMANDIR?

Kahramanlar tarihin her çağında saygı görmüş; her zaman her yerde kahramanlar yetişmiştir Kahramanlık insan erdemlerinin en yücesidir Milletlerin de kahramanları sayısınca itibar kazandığı ve dayanıklı olduğu bilinen gerçeklerdendir

Fakat sadece “kahraman” olmakla “milli kahraman” olmak arasında fark vardır “Milli kahraman”, tesirini daha büyük çapta gösteren, gelecek yüzyıllara da kumanda eden, unutulmaz izler bırakan kimsedir Milli kahramanlar, milletlerin hayatına yön verir

Milli kahraman olmak için yüksek makamda bulunmaya lüzum yoktur Mesela 30 yıldan beni Amerikalılar’a ve Filipinliler’e teslim olmadan tek başına Lübang adasında yaşayan ve bugün 51 yaşında bulunan Japon Teğmeni Onoda da bir milli kahramandır Onun, vaktiyle almış olduğu buyruğa uyarak direnmesinin gerçi Japon savunmasına hiçbir yararı dokunmamışsa da, temsil ettiği kahramanlık ruhu ile Japon milletine şeref ve gurur vermiş, tarihe ebedi bir kahraman olarak geçmiştir Milli kahramanlar bir millete hız veren enerji kaynaklarıdır Onlar olmadan büyük bilgin, dahi şair veya filozof yetiştirmenin değeri ve manası kalmaz Hindistan, filozoflar ve şairler yetiştiren, fakat milli kahraman çıkarmayan ülkelerin nasıl yaşadıklarına iyi bir örnektir

Fakat şunu da unutmamalı ki milli kahraman yetiştirdiği takdirde halde onları unutan bir millet, hayvan sürüsünden biraz farklı bir yığındır Ergeç başkaları tarafından güdülmeye mahkumdur

Milli kahramanları unutmak nasıl bir felaketse sahte milli kahramanları uydurmak da o kadar vahim bir rezalettir Bu, hırsızlığı zeka, dolandırıcılığı deha saymakla eşit bir faziletsizliktir

Kendi eski tarihimizden örnek vermek gerekirse milattan önceki üçüncü yüzyılda, atını ve evdeşini verdiği halde vatan parçasını düşmana vermeyen ve Türk milletini yaratan Tanrıkut Mete’yi milli kahraman tipi olarak gösterebiliriz O, yenmiş bir milli kahramandı

Yenilmiş milli kahraman tipi ise Kür Şad’dır O delice kahramanlık olmasaydı Türkler Çin’de erimiş ve Türk devletine hakim olan zayıf Sırtaduşlar Çin’le başa çıkamayacağı için Türk milleti bugün yeryüzünden silinmiş olacaktı Hepsi ölen 41 kişinin koca bir imparatorluğa dehşet salması onların nasıl milli kahramanlar olduklarının senedidir O yenilmiş ve öldürülmüş milli kahramanlar daha sonraki zaferlerin ve bütün milli hayatın yaratıcıları olmuştur Çünkü milli kahraman olmak için inanmak ve ölümü göze almak şarttır

Yeni tarihimize gelince, bunun yalnız Kurtuluş Savaşı devresini alarak hangi milli kahramanları yetiştirdiğini düşünürsek vereceğimiz hüküm hiç tereddütsüz şu olacaktır Kurtuluş Savaşı’nın iki milli kahramanı, en karanlık günlerde bile bu işin başarılacağına inanan Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal Paşa’lardır Biri iyi silahlı Ermeni ordusunu onun yarısı kadar bir kuvvetle bozguna uğratarak, öteki bir destan savaşı olan Sakarya’yı ve imha savaşının en güzel örneği Dumlupınar’ı kazanarak bu payeyi almışlardır Bu savaşların Türk ve cihan hayatındaki tesirleri hala devam etmektedir

Kurtuluş Savaşı’nın birçok kahramanı daha vardır Fakat başta ünlü asker Mareşal Fevzi Çakmak olduğu halde bunların hiçbiri milli kahraman olacak ayarda değildir

Gerçekler balçıkla sıvanamaz Hiçbir değeri olmayanları bugün milli kahraman ilan etseler bile yarın onlar o mevkiden indirilir

Stalin’in cesedi de aynı sebeplerle Lenin’in yanından alınarak yok edildi

Ötüken, 11 Mart 1974, Sayı: 3






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




DÜŞMANLARA KOZ VERİLİYOR

27 Mayıs 1960'tan sonraki ayların birinde, durumun Türkiye için siyasi bakımdan pek sağlam gözüktüğü bir sırada, Kıbrıslı bir öğrenci bana: "Rumlar yakında Türkler'e karşı harekete geçeceklerdir" demişti Tecrübesiz bir gencin bu kanaatine katılmamış, bunu nerden çıkardığını sormuştum Çünkü o zaman Ada'da ne 10000 Yunan askeri ne de ağır silahlar vardı Hatta yerli Rumlar bile henüz yeterince silahlanmamıştı Böyle bir durumda Rumlar neye güvenerek Türklere saldıracaklardı? Bunu öğrenciye sordum: "Türkiye'deki iç çekişmelerden, milletin iki kampa ayrılmış olmasından faydalanacaklar" diye cevap verdi

Zaman genç öğrenciyı haklı çıkardı Rumlar bütün fırsatları kullandılar Biz burada birbirimizi yer ve edebi şantajlarla vakit geçirirken zayıf durumdan kuvvetli duruma geldiler

Dikkat olunursa bugün de aynı duruma gelinmiştir Parti kavgaları, perde arkası oyunlar, Zonguldak olayları, mebus maaşlarına zam, solcu tahrikler, demeçler, tavizler, kitap toplamalar ve arkasından Kıbrıs Rum hareketi

Yabancıya, hele düşmana koz vermede eşimiz yok Kafalar işlemiyor Siyasi tahmin yapan politikacı bulunmuyor Üstelik de memleket mukeddaratını yönetenler ne kısa, ne de uzun vadeli bir milli siyaset güdemiyor Günlük politika ile bir devlet ancak bu kadar idare edilir

Yunanlılar 10000 askeri Kıbrıs'a sokmadan önce Türk çetecileri sokulacaktı Onlar davranmadan önce azık ve cephane stokları yapılacaktı Böyle ufak işlere tenezzül olunmayıp iç politika tertipleri, parti transferleri, sosyal adalet, reform, reform, yine reform gibi önemli ve büyük işlerle uğraşıldı Ancak yumurta kapıya geldikten sonra Kıbrıs'a dönüldü

Şimdi pirincin taşını ayıkla bakalım Savunmada kalkınmayı siyasi marifet sananlar, dişmanın teşebbüsü ile harekete geçenlere belki bir şey olmayacak Millet tatlı bir uykudan sert bir darbe ile uyandığı zaman akıllar başa gelecek ama o zaman da iş işten geçmis olucak

Uyanalım Elimizde daha çok imkanlar var En iyi savunmanın saldırı olduğunu artık öğrenelim Kendi kozlarımızı kullanalım Basiretli yapılan her hareket beynelmilel cihan piyasasında yapanın yanına, haksız da olsa, kar kalıyor Haklı davamızı yozlaştırmadan biz de öyle yapalım Bunun neler olduğunu, iş başındakiler şüphesiz herkesten iyi bilir

İhtiyatkarlığı korkaklık derecesine getirmekle yalnız kaybederiz Atılganlık, tehlikeyi göze almak, kazancın baş şarttıdır

Yaşamaya en çok hak kazananlar ölümü göze alanlardır

Ötüken, 15 Mart 1965






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




DÜŞMANA TAVİZ VERİLMEZ

Taviz bir fedakârlıktır Ancak dosta karşı yapılır Düşmana verilen taviz bir nevi yenik düşmeden başka bir şey değildir

Taviz hangi düşmanı isteğinden vazgeçirmiş, hangi taviz veren kazançlı çıkmıştır ?

Zaman kazanmak üzere geçici bir zaman için verilen taviz, taviz değil, karşı saldırı için bir gerilme ve gerilemeden ibarettir Böyle bir düşünceyle yapılmayan, karşıdakini durdurmak, daha ileri gitmesini önlemek için verilen taviz yenilmektir Bunun başka adı yoktur

İkinci Cihan Savaşı'ndan önce İtalya, Somali ve Eritre'ye asker yığarken bu hazırlığın Habeşistan'ı istilâ için olduğu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kesinlikle herkes tarafından bilinirken Habeşliler, sınıra asker toplamamak gibi bir tavizle İtalya'yı belki durduracaklarını ummanın cezasını çok acı şekilde çektiler O taviz, yani o gaflet yerine, İtalya daha ilk yığınaklarını yaparken, iptidai ordularıyla Eritre ve Somali'ye saldırsalardı sonuç büsbütün başka olur, hiç olmazsa Habeşistan istilası yıllarca geriye kalırdı

İkinci Cihan Savaşı'ndan önce ve savaş sırasında Türkiye'nin Rusya'ya manevi alanda verdiği tavizler, devlet başkanı ağzıyla Türkçülük ve Turancılığın kötülenmesi Ruslar'ın Türkiye üzerindeki emellerinden hiçbirini durdurmadı Türkiye'ye saldırmak için ilk hazırlıklarını alman ordularının Rusya'ya girmesi üzerine geri bıraktıkları gibi, ikinci hazırlıklarından da Japonya'da patlayan atom bombası üzerine vazgeçtiler

Bununla beraber doğu illerimizden bazılarıyla Boğazlar'da üs istemekten geri kalmadılar

Tavizin hiçbir güçlüğü çözmediğinin son örneği Kıbrıs meselesidir Yunanistan gibi küçük ve âciz bir devlet bile tavizlere kanmamıştır

Çünkü düşmana taviz verilmez Düşmana verilen taviz onun cüretini ve iştahını arttırır Taviz, dostun gönlünü kazanmak için verilir Düşmanın bir gönlü yoktur ki kazanılsın

Taviz vermeyi kabul eden, hele bunda devam eden, yenilmeyi kabul etmiş demektir

Taviz verene başkaları, kavga çıkarmadığı için belki aferin der ama kimse onu şerefli ve haysiyetli saymaz

Şerefliler taviz vermezler Şerefin tavizi yoktur

Ötüken, 16 Aralık 1965, Sayı: 24






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




ASKERLİK VE DİSİPLİNLİ MİLLET

Türkçülüğün kendisine has bir dünya görüşü vardır Realist olan Türkçülük “Yaşamak için kavga” kanununun, sonuna kadar devam edeceğine inandığından askerliğe karşı saygı duymakta ve ırkımızın askerî millet olmak geleneğini geliştirme amacını gütmektedir “Artık savaş olmıyacak” gibi uyuşturucu telkinlerin, millî savunmamızı, gevşetmesi bakımından aleyhindeyiz

Varlığımızı korumak, haklarımızı almak için her zaman çarpışmaya mecburuz Çarpışmaya mecburuz demek asker olmaya mecburuz demektir Askerlik çarpışmak bilimidir Yaşamaya hak kazanmak bilimidir Bu bakımdan tek gerçek bilim odur Başka her ilim ve fen onun yardımcısıdır

Türkçülük “disiplinli millet” taraftarıdır Disiplinli millet demek fertlerin devlete, devletin de fertlere zarar vermeyeceği karşılıklı hak ve vazifeler sistemini kabul etmiş millet demektir

Disiplinli millet tipinde istibdat ve zorbalık olmadığı gibi hürriyet sarhoşluğu da yoktur Disiplinli millet hayat telâkkisi, mukaddesatı, zevki, bayramı, kederi ve hattâ kılığı ve takvimi belli millet demektir

Orkun, 18 Ocak 1952






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




ALTIN ELBİSELİ ADAM" HAKKINDA YENİ BİLGİLER

Ötüken'in eski sayılarından birinde, Sovyetler Birliğine dahil Türk Kazakistan Cumhuriyeti'nin başkenti Alma-Ata şehrine 50 kilometre uzaktaki Esik kasabası yanında bulunan bir mezardan ve bu mezardaki "Altın Elbiseli Adam"ın cesedinden bahsolunmuş tu Almanya'da bulunan Kazak Türkleri'nden Hasan Oraltay beğ, altın Elbiseli Adam hakkında Kazak basınındaki yeni bilgileri bize göndermek lûtfunda bulundu Biz de mühim konu hakkında Türkiye Türkleri'ni aydınlatmak için o bilgileri aktarıyoruz:

Alma-Atâ'da "Leninşil Cas" (=Leninci Genç) (1) adında, Kazak Türkçe'siyle günlük bir gazete çıkmaktadır Bu gazetenin 24 Ocak 1973 tarihli sayısında oralı Türkler'den Irım Kenenbayoğlu'nun "25 Gasır Burin Cazılgan Hat" (=25 Asır Önce Yazılmış Mektup) başlıklı bir makalesi yayınlanmıştır Makalede "Altın Elbiseli Adam" hakkında bilgi vermekte, 400'den fazla altın eşya bulunduğu anlatılmakta, bunun nerde ve ne zaman keşfolunduğu hakkında evvelce verilen izahat tekrarlanmaktadır Kenenbayoğlu bu mezarın, bu asrın başına İngiliz arkeologları tarafından bulunan Mısır firavunlarından Tutankhamon'un mezarıyla mukayesenin mümkün olduğunu söyledikten sonra mezardan çıkarılan eşyanın ehemmiyetine temas etmektedir

Kenenbayoğlu'nun bildirdiğine göre Altın Elbiseli Adam'ın mezarında bulunan yazı Moskova ve Leningrad üniversitelerine yollanmış, fakat onlar okuyamadıklarını bildirerek geri göndermişlerdir

Sonra bununla Kazak İlim Akademisi bilginleri, bilhassa Prof Gayneddin Alioğlu Musabay ilgilenmiştir Musabay yalnız Kazakistan çapında değil, bütün Sovyetler Birliği çapında eski Türk yazıtları bilgini olarak tanınmış ve pek çok eser vermiştir

Gayneddin Alioğlu Musabay bu yazıyı okumayı başarmış, Kazak İlim Akademisi Dil Enstitüsü'nün son dil haftasında açıklamalar yapmıştır Musabay, Yenisey-Orkun Yazıtları ile Esik yazıtı arasında 1000 yıldan fazla zaman farkı olduğunu bildirmiştir Kazak bilgini burada şaşırtıcı bir fikir ileri sürmüş, her işaretin bir harfi değil, bir heceyi gösterdiğini söyleyerek yazıtın şöyle okunması gerektiğini bildirmiştir:

Taza as tuvin agannın

Eldi ege Altın, eskerin

Sagan ar eperedi

Casına cete

Bakıtındı aşasın

Sav bol

Gayneddin Alioğlu Musabay'ın fikrine göre milâttan önceki 7-5 Yüzyıllarda Saka-Usun gibi eski Türk kavimlerinin ülkesinde yazı olduğunu bu gümüş kaşıktaki satırlar ispat etmektedir Bu da Orkun yazısının bu Saka-Usun ülkesindeki yazının bir devamı ve tekâmülü olduğunu gösterir Demek ki eski Türk alfabesi önce ideoramla başlamış, sonra hece yazısına dönmüştür Elimizdeki bu kaşık yazısı da hece yazısının son çağına aittir Bundan sonra hece yazısı harf ses yazısına dönmüş, bundan da bildiğimiz Yenisey-Orkun yazıtları doğmuştur

Gazetedeki makalede yazılı gümüş kaşığın mezara ne için gömüldüğü hakkında açıklamalar vardır Safi gümüşten yapılan kaşığın sapı yoktur Bu mezar daha önce açılmadığına göre sap çalınmış olamaz Mezardan anlaşıldığına göre de buraya kırık dökük eşyanın konulması da âdet değildir Mezardaki cesedin ya çok zengin birisine veya bir subaya ait olduğu anlaşılıyor Bu durumda sapsız kaşığın, mezarda bulunan yiğit doğduğu zaman ona bir akrabası tarafından verilmiş hediye olması düşünülebilir

Leninşil Cas gazetesindeki makalede böyle bir hazinenin Sovyetler Birliği sınırları içinde bugüne kadar bulunmadığı, hatta dünyada bile bunun eşinin ancak Mısır'daki firavun mezarı olduğu belirtilmiştir

Amerika'da çalışan bir Türkistanlının bildirdiğine göre Amerika hükümeti, Musabay'ı davet etmiş, çok büyük bir para teklif ederek üç ay Amerikan üniversitelerinde ders vermesini istemişse de Ruslar izin vermemiştir

Yukarıdaki kaşık yazısının Türkiye Türkçe'sine çevrilişi şöyledir:

Temiz çek tuğunu ağabeyinin

Sağlam sahip (ol) Altın, askerin

Sana şan verir

Yaşına yeterek (=büyüyerek)

Bahtını aşasın

Sağ ol

Bu okuyuşta Kazak ırkdaşımıza katılmadığımız noktalar var Bunların biri metinde "asker" ve "baht" anlamında "eskez" ve "bakıt" kelimelerinin geçişidir "Asker" Yunanca'dan Arapça'ya, oradan da bize geçmiş bir kelime olup milâttan önce 5 Asırda Türkler arasında kullanılmış olması asla düşünülemez Farsça bir kelime olan "baht"ın, "bakıt" şeklinde de olsa o zamanki Türkçe'de kullanılması mümkün değildir Bundan başka eski Türkçe'deki "tuğ"' ve "sağ" kelimelerinin ki, bunlar ancak 16 Asırda bazı Türk ağızlarında ve bu arada Kazakça'da "tuv" ve "sav" şeklini almıştır, milâttan önceki asırlarda da "tuv" ve "sav" diye kullanılması kabul olunamaz "V" harfi Türkçe'de sonradan teşekkül etmiştir

Bununla beraber Musabay'ın bir çığır açtığı muhakkaktır Kutlanmaya değer Ancak metnin yeni ve daha doğru bir okunuşa ihtiyacı bulunduğu da inkâr olunamaz

(1) Kazak Türkleri bizim Türkçe'mizde ve edebi Çağatayca'da başta bulunan "y" leri "c" olarak, "ş"leri de "s" olarak söylerler Doğu ve Batı edebi lehçelerinde "genç" demek olan "yaş", Kazak Türkleri'nde bu sebeple "cas" olur "Leninşil"in sonundaki "şil" de bizim Türkçe'mizde balıkçıl, adamcıl gibi kelimelerde kullanılan mensupluk takısının Kazak Türkleri'ndeki şeklidir

Ötüken, 1973, Sayı: 6






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




KAZAKİSTAN'DA BULUNAN MEZAR

Türk Tarih Kurumu tarafından üç ayda bir yayınlanan Belleten'in Temmuz 1969 tarihli 131 sayısında (427 sayfada) "Milâttan Önce Dördüncü Yüzyıla Ait Türkçe Yazıtlar Bulundu" başlıklı kısa bir haber vardı Tass Ajansı'nın Alma Ata kaynaklı bir haberinde bu yazıtlarda yapılan incelemelere göre bunların Milâttan Önce 4 Yüzyılda meydana getirildiği ve merkezi İle ırmağı bölgesi olan eski ve tek bir Türk devletinin varlığının ortaya çıktığı ilâve ediliyordu Haberin sonunda da Türk Tarih Kurumu'nun Moskova'daki Türk Büyükelçiliğine ve Sovyet İlimler Akademisi'ne mektup yazarak bu husustaki yayınların gönderilmesini istediği ve bunlar geldikten sonra incelenerek edinilecek bilginin tarih kitaplarına geçmesinin sağlanacağı açıklanıyordu

Bu haber Türk tarihi bakımından çok mühimdi Bu sebeple, daha sonra çıkacak olan Belleten'leri merakla bekledik Fakat Ekim 1969 tarihli 132 sayı, Ocak 1970 tarihli 133 sayı ve Nisan 1970 tarihli 134 sayılar, hem de biraz gecikerek çıktığı halde bu eski Türk yazıtları hakkında hiçbir haber yayınlanmadı

Biz merakla beklerken, Ankara'da yayınlanan haftalık "Devlet" gazetesinin bir sayısında Hasan Oraltay'ın "Altın Elbiseli Adam" başlıklı makalesi bizi oldukça aydınlattı Doğu Türkistan Kazak Türkleri'nden olup Almanyâ da bulunan ve Almanya'ya bol bol gelen "Kazakistan Cumhuriyeti" yayınlarını takip eden Hasan Oraltay bu konu üzerin de çok ilgi çekecek bilgiler vermektedir Şöyle ki:

Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti İlimler Akademisi, Tarih-Arkeoloji ve Etnoğrafya Enstitüsü'nün Arkeoloji bölümü müdürü olan Kemal Akişoğlu yönetiminde, Kazakistan başkenti Almatı (=Alma Ata) şehrinin 50 kilometre yakınındaki Esik harabelerinde yapılan kazı sonunda altın elbiseli bir adam bulunmuştur Bu adamın başlığı tamamiyle altınla süslenmiş ve altınların üstü at, arslan, yabanî koyun, geyik ve dağ keçisi resimleriyle işlenmiştir Zırhı, ceketi, şalvarı, çizmesinin üst tarafları da altınlarla süslüdür Bu altınlar okadar çoktur ki arkeologlar ilk önce bu genç adamın tamamen altından elbise giydiğini sanmışlardır Kemeri ise som altındandır Bu altınlar üzerindeki işlemeler büyük bir sanat eseridir Sağ kolundaki kılıcı, sol tarafındaki bıçağının kını ve kamçısı da hep altınla kaplıdır Kimyevî usullerle yapılan incelemelere göre altın giyimli adamın 18 yaşlarında olması gerekmektedir

Sağ elindeki iki altın yüzükten birinde insan resmi vardır Bu mezarda 4000 tane altın eşya bulunmuştur Fakat bir de gümüş eşyalar vardır ki asıl mühim olanlar bunlardır Çünkü bir gümüş kepçenin dibinde 26 harfli bir yazı görülmüştür Bunlar bizim bildiğimiz Gök Türk (Orkun) yazılarına çok benzemekte, bazıları da onlarla ayniyet göstermektedir

Kazak Türkleri'nin tanınmış şair ve tarihçilerinden Olcas Süleymanoğlu, 25 Eylül 1970 tarihli "Kazak Edebiyeti" (=Edebiyatı) gazetesinde Altın Elbiseli Adam hakkında bir yazı yayınlamıştır

Olcas Süleymanoğlu bu yazısında "İşin mühim tarafı bu yazıların hangi dille yazılmış olduğudur' diyor Olcas'a göre bu harfler, Orkun harflerinın başkangıcı ve eski şeklidir Kendisi bu 26 harfli yazıda 8 kelimeyi okuyabildiğini söylüyor Okuduklarının mânâsı şu: "Hakanın oğlu 23 yaşında yok oldu Halkın şerefi de yok oldu"

Burada sekizden fazla kelime varsa da eski Türkçe icazlı bir dil olduğundan bugünkü Türkçeye çevrilişi sırasında daha çok kelime kullanılmış olabilir Devlet'teki yazıdan birkaç gün sonra, 14 Kasım 1970 tarihli Yeni Gazete'de "Arkeolojinin Ortaya Çıkardığı Yeni Gerçekler" başlıklı bir yazı yayınlandı

"Komsomolskaya Pravda"dan alınan bu yazı da aynı konu üzerindedir Bu imzasız yazıda yapılan açıklamada bazı küçük farklar vardır Hasan Oraltay'ın "Esik harabesi" dediği yere burada "Issık köyü" deniliyor ve mezarın tesadüfen bulunduğu anlatılıyor: Issık otobüs garajı genişletilirken buldozer çalışmaları sırasında mezar ortaya çıkmış Mezarın üstündeki çatı Tiyanşan ormanlarından getirilmiş köknar kerestesiyle yapılmış Yazılar gümüş bir bardakta imiş ve bardaktaki yazıdan şu mânâ çıkıyormuş: "Hanın oğlu yirmi üçünde öldü Issık halkının başı sağ olsun"

İlk iki kelime "khan uya" diye okunuyormuş ve han oğlu demekmiş "Uyâ'nın hangi Türk lehçesinde "oğul" demek olduğunu bilmiyoruz Bu günkü Kıgızca'da bu kelime "yuva" demektir Kaşgarlı Mahmud'da da aynı mânâya gelir Yalnız Gök Türkçede "kardeş, hısım" demek olduğu Hüseyin Namık Orkun'un eserinde kayıtlıdır (Bak: Eskı Türk Yazıtları, IV, 125) Bu sebeple bu ilk kelimeye "Han'ın kardeşi" diye çevirmek de mümkündür Bir de eski Türkçede gırtlaktan okunan "h", yani "kh" harfı yoktur Onun için "khan uyan'nın "kan uya" olması icab eder 720 yıllarında dikilmiş olan Bilge Tonyukuk yazıtında "han" kelimesi "kan" şeklinde geçer

Fakat gazete haberleriyle kesin bir sonuca varmak imkânı olmadığı için Hasan Oraltay'dan o harflerin fotokopisini göndermesini rica ettim; derhal göndermek lûtfunda bulundu

Bu fotokopiye göre söz konusu kepçe veya bardaktaki 26 harf, 26 çeşit harf değildir Buradaki yazıda bulunan harflerin sayısı 26 tanedir Mükerrerler vardır Orkun yazıtlarındaki "kalın R" harfinin aynı burada 6 tanedir Orkun'daki "a, e" harfinin ters çevrilmiş şekli 2 tanedir Sözün kısası burada 18 çeşit harf vardır Baştaki ilk üç harfi "gan" yani "han" okumak mümkündür Fakat iyice inceleme yapmadan herhangi bir hükümde bulunmak albette doğru olmaz

Ancak, Türk ırkının doğduğu bölgede bulunan eski bir mezarın, aksi kesin deliller bulunmadıkça, Türkler'e ait olacağı pek tabiidir Orada görülen alfabenin Gök Türk alfabesinin iptidaî şekli olması da akla çok yatkındır Daha çok Yenisey bölgesindeki mezarlarda bulunan harflere benzemektedir Türkler'e ait olduğu ispat edilirse, Milâttan Önceki Beşinci yüzyıllara ait olan bu mezar ve yazı, Türk tarihinin Kunlar'dan öncesini aydınlatacak ve Türk yazısını 2500 yıl önceye götürerek millî kültürün sağlam temellerini ortaya koymuş olacaktır

Ruslar'la yapılmış bir kültür anlaşması varken, üniversitelerin ve Türk Tarih Kurumu'nun oraya bir ilim heyeti göndererek Kazak ırkdaşlarımızla ortaklaşa ilmî çalişmalar yapması ne kadar iyi olurdu

Ötüken, 21 Kasım 1970, Sayı: 12






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




İLERİCİLER

Disiplin, medeniyetin getirdiği bir davranış şeklidir Medeniyetin doğurduğu meseleler birçok fedakarlığı gerektirdiğinden insanlar hürriyetlerinden, haklarından ve çıkarlarından vazgeçmek suretiyle bu disipline uyarlar

Bugünün medeniyetinde romantik hürriyet yoktur Hürriyet yalnız vicdanlarda ve kafaların içindedir Davranış hürriyeti geri kalmış toplumların işidir Hürriyetin sınırsızlığı ise ancak hayvanlara mahsustur

Kendilerine "ilerici" ve kendileri gibi düşünmeyen herkese "gerici" diyen bir -----ler ve hayvanlaşmış insanlar topluluğu işte bu sınırsız hürriyeti istiyorlar Bir topluluğu diri tutan disiplinlerden hiçbirini tanımak istemiyorlar Kanunlarda işlerine gelmeyen maddeleri kaldırmak davasını güdüyorlar Ahlakı tahrip etse dahi basının kayıtsız hürriyetini savunuyorlar Serbest aşk istiyorlar

Kanunlar hürriyeti kısmak, yani insanları hayvanlıktan kurtarmak için yapılır Kanunlar kötülük yapmak hürriyetini, toplumu yıkmak hürriyetini, ihtikar hürriyetini, cinayet hürriyetini önlemek için yürürlüktedir Bir toplumu diri tutmak için gerekirse fikir hürriyetine de gem vurulur Her toplumun ayrı mizacı, ayrı alerjisi, ayrı eğilimi vardır Bunun dışına çıkılmaz Çıkılınca rezalet ve fecaat olur

İsveç, Norveç ve Danımarka'da kadınlar için sun'i aşılama ile gebelik kanunu vardır Aslına bakılırsa sağlam nesil yetiştirmek için bu usul pek yerindedir Ama bu yerinde olan işi gel de Türkiye'de uygula bakalım Yer yerinden oynar Çünkü Türk Milleti'nin düşünüş tarzı, ahlak prensipleri ve insanlık gururu büsbütün ayrıdır

Basin hürriyeti de böyledir Her şeyi sayıp söylüyemezsin Basında fikir ve duygu değeri, bilim gerçeği, milli fayda unsuru olmalıdır Bunların hiçbiri yokken, basın hürriyeti adına ahlak veya sinir bozucu, milli duyguyu incitici yazılar yazmakla hangi insani fayda sağlanır? Fikrin bir sıhhati olmak lazımdır Erkek ve kız kardeşlerin birbirleriyle evlenmesini savunan fikir, fikir midir?

Şu son günlerde Babeuf üzerinde koparılan fırtına kadar gülünç bir davranış olabilir mi? Acaba Babeuf dünyaya gelmeseydi insanlık, hatta Fransa ne kaybederdi? Bu adamın eserinde Türk kanunlarına göre suç unsuru bulan savcı yanılıyor da onu savunanlar mı doğru söylüyor? Yasa gerektirdi mi, Kürt Said'in eserleri nasıl toplatılıyorsa, Frenk Babeuf'ünküler de öyle toplatılır

Babeuf için gösteri yapan zavallılar bu davranışlarıyla tarihe geçeceklerine inanıyorlarsa ne mutlu onlara! Hele mahkemeye kadar gelerek kendisini sanıklar arasına kattıran kahramana hiç diyecek yok Yalnız küçük bir nokta: Bu muhteşem kabadayılığı sıkı yönetim zamanında yapmalıydılar

İlericilerin savunduğu serbest aşka gelince, onların istediği bu hürriyet yalniz ve ancak hayvanlarda vardır Pagan Roma'nın serbest aşk yüzünden, nasıl rezaletlere sahne olduğu unutulmamalıdır Dinlerin erkek-dişi ilişkileri üzerindeki baskısı da bu rezaletlere karşı sosyal bir tepkiden başka birşey değildir

İlerici-gerici tabirlerini komünistler çıkarmıştır Eskiden terakkiperver ve mürteci kelimeleri vardı Fakat bugünkü ilerici-gerici anlamında kullanılmıyordu

Bugün herkes tarafından kullanılan bu kelimeler aşınmış, manasız, medulsuz hale gelmiştir Hele kendilerine ilerici diyen iğrenç maskaraları gördükten sonra namuslu insanlarda bu kelimeye karşı bir düşmanlık bile belirmiştir

İlerlemek, yurtta herkesi en aşağı ilkokuldan geçirmek ve dünya çapında üniversiteler kurarak dünya çapında bilginler yetiştirmektir

İlerlemek yurtta yüksek bir ahlak seviyesi ve aile düzeni, fertler arasında sevgi ve saygı yaratmak, her türlü ahlaksız ve anormal fert ve akımları tasfiye etmek, hak ve ahlak düşüncelerini kafalara sokmak, siyasi sınırlar dışında kalan soydaşlara yardım elini uzatabilmektir

Yoksa ilerlemek fikir ve düzen bozucu yazılar yazmak veya yazıları Türkçe'ye çevirerek milleti birbirine düşman sınıflara bölmek, çirkin ve ahlaksızca yayınlar yapmak, milli mukeddasatla alay etmek ve yabancılara sinsi sinsi uşaklık etmek değildir

Ötüken, 15 Aralık 1964






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




MANTIK ŞAHESERLERİ

Halk Partili üç mebus, Bülent Ecevit, Ali İhsan Göğüş ve Coşkun Kırca, Millet Meclisi Başkanlığına bir kanun teklifi sunarak "Bakanlar Kurulunun yabancı memleketlerde basılmış eserlerden sakıncalı bulduklarını yurda sokmama yetkisi"nin kaldırılmasını istemişler Bu yetki anayasada kabul edilen hürriyetlerle bağdaşmıyormuş

Adalet Partili mebus Gökhan Evliyaoğlu da kendi partisinin Meclis Grubu Başkanlığına verdiği önergede Halk Partililerin bu teklifini "olumlu" diye vasıflandırdı

Bu dört mebusdaki mantık mekanizması ibretle tahlile değer niteliktedir Demek ki Türkiye aleyhinde de olsa Bakanlar Kurulu hiçbir eserin memlekete girmemesi için karar veremeyecektir Mesela Kıbrıs davasında Yunanlıların haklı bulunduğunuö Hatay'ın Suriye'ye verilmesi gerektiğini, Atatürk'ün ahlaksız bir sarhoş ve Türk Milleti'nin soysuzlaşmış bir sürü olduğunu savunsa o eser Türkiye'ye girecektir Bakanlar Kurulu "giremez" dedi mi, anayasaya aykırı davranmış olacaktır

İşte, hürriyet ve yobazlığın insanları nereye kadar düşürdüğüne ait şaheser örnekler

Acaba dünyanın herhangi bir yerinde bu kadar sınırsız bir hürriyet var mı? Din uğruna bazen bilim gerçeklerini bile yasaklayan medeni ülkeler yok mu? Bu türlü eserlerin Türkiye'ye sokulmasıyla kaybımız ve sokulmasıyla kazancımız ne olur?

Türkiye'de bir Atatürk Kanunu, bir Tedbirler Kanunu varken ve kimse bunlara ses çıkarmazken sen tut, dışarda basılan eserler yurda girsin diye teklif yapİşte laf kıtlığında asma budamak buna derler

27 Mayıs 1960'dan beri bir "anayasaya aykırı" tekerlemesi çıktı O zaman bir ortaokulun haylazları kendilerini döndüren öğretmenin bu hareketini anayasa ya aykırı bulmuşlardı ya, bu her iki anlamı ile bay mebusların önergeleri de zihniyet bakımından bundan pek farklı değil

Bakanlar Kurulu bir bekçiler kurulu mudur? Bu kurul, Türkiye'ye zararlı yayınların girmesini önleyemeyecek olduktan sonra neye yarar? Özgürlük, mözgürlük, hepsini anladık Fakat bunun sınırı yok mu? Elbette var Var ama o sınırı kanunlar değil, insanların beyni, düşüncesi, vicdanı ve ahlakı çizer Özgürlük diye Türkiye'de ne komünist propagandası yapılabilir, ne poliandri derneği kurulabilir, ne de sokaklarda çıplak olarak gezilebilir

Türkiye'de Atatürk'ün aleyhine yazılamadığı gibi İsrail'de Filistin'in Araplar'a geri verilmesinden, hürriyetçi Amerika'da da İsa'nın gayrimeşru bir çocuk ve Meryem'in zaniye olduğundan bahsedilmez Çünkü hürriyetlerin şartı, zemini, zamanı ve toplumun çıkarlarına uygunluğu ilkesi vardır Onu aştın mı hürriyet yobazı olursun

Hürriyet, güneş ışınları gibidir Çoğu insanı çarpar, hatta öldürür

Şu mebuslar ne şahane sosyal demokratlar! Vitamin eksikliğinden zayıf düşmüş bulunan Türkiye'ye bütün vitaminleri birden yutturarak onu bir anda diriltmek istiyorlar Bunu yaparken zavallı zayıf Türkiye'yi ölümün kucağına atacaklarını hesaplayamıyorlar

Herhalde beyinleri anayasaya aykırı da ondan

Ötüken, 6 Mayıs 1965






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




KIZILELMA

Bir milletin yürütücü kuvvetine “ülkü” denir Toplumlardaki kişileri birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür

Ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır Sözlük anlamı “and” ve “uzak hedef” demek olan “ülkü”, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler

Ülkü, ilkönce, insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanlar ardından gönül isteği ile koşar Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür; önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir

Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türklerin ülküsü, fetihler sonunda büyük ve üstün bir devlet kurarak bu devletin içinde bolluğa ve mutluluğa kavuşmaktır Aşağı yukarı, her millet, aynı şekildeki milli gayelerin ardındadır Milletlerin çapına, kaabiliyetine göre milli ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer: Büyümek ve rahatlığa kavuşmak!

Türkler, kendi ülkülerine niçin “kızılelma” demiştir, bunun sebebini bilmiyoruz Yalnız bu addaki saflık ve tabiilik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek bakımından manalıdır Kızılelma adı, ülkünün aydınlardan önce halk arasında doğduğunu gösterse gerektir

Kızılelma ülküsü, Osmanlıların parlak çağlarında iyice belirip şekillenmiş ve konak konak, Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilahi bir gayenin timsali haline gelmiştir Bu büyük düşünce olmasaydı, XI Yüzyılda Anadolu’ya gelen, ençok bir milyon Türk, Bizans’ın Asya ve Avrupa’daki topraklarında rastladıkları diğer Türklerin birkaç tümenlik hrıstiyanlaşmış döküntülerinin yardımı ile de olsa, bu dünya çapında devleti kurup dört kıta “dördüncüsü Okyanusya’dır” üzerindeki teşkilat ve medeniyet şaheserini yaratamazdı

Milletlere milli inanç ve güvenç veren ülkünün ne büyük bir kuvvet olduğunu anlamak için bugünkü olaylara bakmak yeter:

60 milyonluk bir millet olmalarına rağmen dağınık, teşkilatsız ve geri olan Araplar, milli ülküleri olan Arap Birliği düşüncesi sayesinde toparlanma yoluna girmişlerdir Ülkülerinden aldıkları güçle, Filistin işinde İngiltere ve Amerika’ya kafa tutmaktadırlar Ülkü sahibi millet oldukları için de dünyada itibarları ve değerleri artmıştır Bizim için çok büyük isret ve ders olan şu olay, Arapların itibarını göstermesi bakımından manalıdır: Birleşmiş Milletler teşkilatının 11 üyeli Güvenlik Konseyi’nin beşi “Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin” daimi, altısı geçicidir 1945 yılında, bu altı üyelik için seçim yapıldı 900 yıllık büyük bir geçmişi ve tarihi olan, askeri devlet olarak nam kazanmış bulunan Türkiye bu seçimde ancak bir tek oy alarak Konsey’e giremediği halde, İngiliz işgalinden henüz kurtulamamış olan ordusuz, donanmasız Mısır, 45 oy alarak bu üyeliğe seçildi Demek ki, o zamanki Birleşmiş Milletler teşkilatına dahil bulunan 50 devletten 45’i, Mısır’ı bizden daha itibarlı ve üstün görmüştü

1946’da geçici üyelik için yapılan seçimde de, Türkiye’ye kimse oy vermediği halde, Suriye 45 oy aldı Bir iki yıllık bir devlet olan o zamanki üç milyon nüfuslu Suriye’nin Türkiye`ye tercih edilmesinin sebebi açıktır: Suriye, bir ülkünün ardındadır Yani prensip sahibidir Bundan dolayı da, düşmanlarının bile saygısını kazanmıştır

Yahudiler de, ülkü sahibi olmanın ikinci bir ibret verici örneğidir Korkaklığı atasözü haline gelen bu millet, bugün, bir milli ülkünün ardında, herhangi bir millet kadar cesaretle çarpışıyor Milli kahramanlar ve bu milli kahramanlar, idama mahkum edildikleri ve bağışlanma dileğinde bulunurlarsa ölümden kurtulacakları halde, İngiltere’den af dilemeyerek milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar Bu milli ülkü sayesinde, Filistin’deki yarım milyon yahudi (O zaman Filistin’de yarım milyon Yahudi vardı), yalnız Araplarla değil, koca İngiltere ile savaşı göze alıyor, Amerika’ya meydan okuyor Milli ülküye yapışmak sayesinde Yahudiler o kadar kuvvetlenmişledir ki, bugün İngiltere imparatorluğu onlara karşı bir şey yapamıyor Tebaasında bir tek kişinin hapse atılmasını savaş sebebi saban İngiltere, bugün, İngiliz askerlerinin öldürülmesine, İngiliz subaylarının kaçırılıp dayak atılarak horlanmasına, masum İngiliz çavuşlarının Yahudiler tarafından canice asılmasına ses çıkaramıyor

Bütün bunların en önemli sebebi Arapların ve Yahudilerin olağanüstü kuvvetli olmasıdır Bu kuvvet maddi değil, manevidir, Yani ülkü kuvvetidir

Kızılelma ülküsüne “tehlikeli maceracılık” diyenler, bugünkü Araplar ile Yahudilere bakıp düşünmelidirler Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbrani dilini diriltip bir konuşma dili haline getirmek uğrundaki çalışmaları ile dünyaya örnek olmuşlardır

Biz ise bir yandan “bir Türk dünyaya bedeldir” vecizesine inanmış görünürken, bir yandan da kendimizi baltalayıp inkar ettik Büyüklükten korktuk Küçüklüğü benimsedik ve milli ülkü ile delilik diye alay ettik Güvenlik Konseyindeki seçimler göstermiştir ki, kimseden bir şey istememek, herkesle hoş geçinmek, ittifaklar yapmak bir millete itibar sağlamıyor Kızılelma ülküsünü bir delilik sayacaksak, büyüklükten değil, yaşamaktan da vazgeçmeliyiz “Tarihi görevini yapmış ve artık ölmeye yüz tutmuş bir topluluk” olmayı kabul etmeliyiz Eski Asurlular, Hititler, Romalılar gibi haritadan silinmeye razı olmalıyız Buna razı değilsek milli ülkünün peşine düşmeliyiz ve demiryolu yapmakla birkaç fabrika kurmayı ülkü diye göstermek gafletinden çekinmeliyiz

Ülküler için “maddi faydası nedir?”, “uygulanabilir mi?” diye düşünmek doğru değildir Hiçbir inanç riyazi mantığa vurulmaz Tanrı’nın varlığı da riyazi metod ile isbat edilememiştir Fakat yüz milyonlarca insan ona inanmakta ve bu inançtan güç almaktadır Ülküler de böyledir

Kızılelma ülküsünün gerisinde savaşlar ve büyük sıkıntılar görüp de korkanlar bulunabilir Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü inkar edenler her zaman, her yerde çıkabilir Fakat bir milletin içinde büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geri kalanlar da ister istemez bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların milli ülküyü güya milli çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir

Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz Ortak düşüncesi olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türküsü alır yürür Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı? Kızılelma, Türk milletinin manevi besinidir Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hatta zehirli nesneleri yerlerse; Türk milleti de “Kızılelma” kendisine yasak edildiği için marksizm ve kozmopolitizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor

Fakat artık bu devir kapanmıştır Gittikçe uyanan milli şuur karşısında gafiller ve hainler, Türk milletini daha çok aldatamayacaklardır Kızılelmanın yolunu kapatamayacaklardır

Ziya Gökalp’ın mısraları düsturumuz olacaktır:

Demez taş, kaya
Yürürüz yaya
Türküz, gideriz Kızılelmaya

Kızılelma, 1sayı, 31 Ekim 1947

--->: Nihal ATSIZ'ın Makaleleri frmacil sayfa 2iki --->: Nihal ATSIZ'ın Makaleleri




Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




MUSA'NIN NECİP(!) EVLATLARI BİLSİNLER Kİ:

Yahudi denilen mahluku dünyada Yahudiden ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülüğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur Dilimizdeki "Yahudi gibi", "çıfıtlık etme", "çıfıt çarşısı", "havraya benzemek", "Yahudiden yumurta alan içinde sarısını bulamaz" gibi sözler bu alçak millete ırkımızın verdiği değeri gösterir Almanyadan kovulan Yahudileri kabul etmek misafirperverliğinde bulunan Fransada bile Yahudiler hakkındaki en basit iltifatın "pis Yahudi" terkibi olduğunu o memlekete gitmiş olan arkadaslarımız söylüyor

Almanya, Lehistan, Macaristan, Romanya gibi bazı memleketlerde ise Yahudi aleyhtarlığının nasıl yırtıcı bir şekil aldığını ve birgün bu memleketlerdeki Yahudilerin muhakkak kapı dışarı edileceğini hepimiz biliyoruz Yahudi meselesini ilk halleden memleket Almanya olmuştur Başka milletler bundan ders alacaklardır İsveç gibi kendi halinde bir milletin bile Yahudi düşmanı olması bu menfur milletin bütün dünyada nasıl telakki olunduğunu ispat etse gerek

İstanbul'da çıkmaya başlayan Milli İnkilap mecmuasının Yahudilerin hakiki mahiyetlerini meydana koyan neşriyatı üzerine Yahudilerin arasında galeyan olduğunu, hatta onların Beyoğlunda gizli bir toplantı yaparak Milli İnkilap mecmuasına karşı mukabil cephe almak için bazı kararlar verdiklerini işittik Yalnız bu hareketleri bile onların Türkiye'ye karşı besledikleri duyguları gösterir Bir defa hükümetten gizli olarak toplantı yapmak kanuni bir cürümdür Müddei umumiliğin dikkatini celbederiz Saniyen kendi aleyhlerinde neşriyat yapılmamasını istiyorlarsa bu vatana sadık kalmağa mecburdurlar Onlar her hareketleriyle ve çıfıt yaygaralarıyla bizden ayrı olduklarını daima bize anlatırlarken biz de herhalde onlara methiye yazacak değiliz Biz Yahudilerin memleketti meş'um iktisadi ve ahlaki rölünü biliyoruz Hatta mütareke yıllarında İstanbul'u süsleyen(!) İngiliz, Fransiz, Amerikan, İtalyan, Yunan ve Ermeni bayrakları arasında bir de Yahudi bayrağı olduğunu unutmadık Eliza Niyego adındaki Yahudi kızının cenaze merasiminde yaptığı edepsizliği de kendileri unutmamışlardır Bir maliye memuruna rüşvet teklif ederken Ankara'da yakalanan iki Yahudi avukatla, Türklüğü tahir yüzünden tevkif olunan Yahudi kızı meseleleri de onların namussuzluklarının son perdesini teşkil ediyor Öyle, ikide bir Yahudileri Türkleştirme cemiyetleri kurarak bizi kandırmağa çalışacaklarına namuslu Türk tebaası olarak kalsınlar yetişir

Çünkü biz onların Türkleşeceklerini asla ummadığımız gibi bunu istemeyiz de Çamur ne kadar fırına verilse demir olmuyacağı gibi Yahudi de ne kadar yırtınsa Türk olamaz Türklük bir imtiyazdır, her kula, bilhassa Yahudi gibi kullara nasip olmaz

Onlara yapılacak ihtar şudur: Hadlerini bilsinler Sonra biz kızarsak Almanlar gibi Yahudileri imha etmekle kalmaz, daha ileri giderek onları korkuturuz Malum ya ataların sözüne göre Yahudiyi öldürmektense korkutmak yektir

Orhun Dergisi, 1934, Sayı: 7






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




DIŞARIDAN GELMEMİŞ OLAN TEK DÜŞÜNCE

Türkçülük düşüncesi, bu fikrin düşmanları veya her şeyle alay etmek alışkanlığında olan prensipsizler tarafından saldırıya uğrarken, yapılan sataşmaların başlıcaları şunlar olmuştur:

1- Bunlardan biri “Türkçülük” kelimesine olan itirazdır İtirazcılar şöyle demektedirler: “Türkçülük de ne demek oluyor? Bunlar Türk mü satıyorlar? Sütçü, süt alan demek olduğu gibi bunun manası da Türk satan demektir Böyle saçma bir düşünce olur mu?” Bu itirazın hiçbir ciddi tarafı olmadığı meydandadır Çünkü kelimelerin sonuna gelen “ci, cı, cü, cu, çi, çı, çü, çu” ekleri, yalnız o nesnenin satıcılığını göstermez; türlü türlü manalara da gelir En yaygın ve geniş anlamı ise sevgi, taraftarlık, mensupluk belirtmesidir Nitekim “cumhuriyetçi” ve “kıralcı” kelimeleri cumhuriyeti ve kıralı satan değil, tamamen aksine seven, taraftarlık eden demektir Bunun gibi “Türkçü” kelimesi de “Türkü seven”, “Türke taraftar olan” anlamına gelir

2- İkinci ve pek olumsuz bir itiraz, Türkçülüğün, memleketteki başka unsurları gücendireceği fikridir Bunun da hiçbir tutar yeri olmadığı ortadadır Dünyanın hiçbir yerinde, yüzde on gücenecek diye yüzde doksanın kendi düşüncelerini ve çıkarlarını açıkça ileri sürmekten alıkonmak istemesi görülmüş değildir Bundan başka bir memleket, yalnız bir milletindin ve o milletin istek ve çıkarlarına göre idare olunur Azınlıklar o ülkede, ancak, asıl sahiplerin milli haklarına baygı göstermek şartıyla adalet içinde yaşamak hakkına maliktirler ve hiçbir suretle, kendi özel ve milli şartlarını, çıkarlarını ileri süremezler Hele memleketin asıl sahiplerinin hak ve çıkarları aleyhinde hiçbir dilekte bulunamazlar Bu takdirde vatana ihanet etmiş olurlar

Türkiye’de, yüzde on gücenecek diye yüzde doksanı Türkçülük yapmakta alıkoymaya çalışmak, adeta, yüzde onun manevi diktatörlüğünü kurmak demektir Böyle bir düşüncenin ahlakla ve kanunla ilgisi yoktur Hiçbir türlü mantıkta da makbul bir prensip değildir

3- Üçüncü ve makul gibi gözüken bir itiraz; Türkçülüğün, bütün dünya Türklerini ülkü edinmesi bakımından hayli, boş, hatta maceracı ve tehlikeli olması düşüncesidir Bu da yanlıştır

“Hayali” demek, asla gerçekleşmeyecek ve gerçekleşmemiş demekse, Türkçülük hayali değildir

Türkçülük, Türklüğün geçmişteki haklarının mirasını istemek bakımından haklı, meşru ve tarihi bir davadır

Türkçülüğün istekleri, geçmişte birkaç kere gerçek olduğu için, “hayal olmamak” gibi bir dayanağı var demektir

Büyük milli ülkülerin hiçbirisi, gerçekleşmesi kolay işlerden değildir Fakat hepsi birer birer gerçek olmaktadır Hindistan ve İndonezya kaç yüzyıl sonra milli dileklerine kavuştular? Otuz yıl önce yalnız birkaç aydının kafasındaki hayal olan İndonezya bağımsızlığı nasıl gerçekleşti? Sekiz yüzyıllık bir tutsaklıktan, hatta dilini kaybettikten sonra, İrlandalılar, nasıl kurtulup, kitaplarda kalan milli dillerini diriltmeye koyuldular? Ya hele, dilleriyle anavatanlarını da kaybedip dünyanın her tarafına dağılan Yahudiler, 2000 yıl sonra Filistin’de milli devletlerini kurup milli dillerini milli yazıları ile yazmaya başlamadılar mı? Bütün bunların yanında Türkçülük ülküsü ne kadar yumuşaktır?

Türkçülüğün, maceracı olduğu hakkındaki iddia da hiçbir tarihi olaya dayanmamaktadır Türkçülük, şimdiye kadar iş başına gelmiş değildir ki, maceracı olduğu denenmiş olsun Sınırdışı ırkdaşlarını düşünmek, onların bizimle birleşmesini veya hiç olmazsa bağımsız olmasını istemek ise hiçbir zaman maceracılık değildir Dünyanın bütün milletleri, hatta pek yeni devlet kuranları bile ilki iş olarak sınırdışı ırkdaşlarımızı düşünmek ve hele insan hakları beyannamesinden sonra, onların da insan haklarından faydalanması için teşebbüslere girişmekle yükümlüyüz Soydaşlarımızı, sistemli bir şekilde yok edenlere savaşa hazırlanmak maceracılık değildir Milletimizin ve insanlığın en kutlu hakları uğrunda Kore savaşına katılmak nasıl maceracılık değilse; Türklüğün, insanlığın, medeniyetin, mukaddesatın düşmanı olan Moskoflarla hesaplaşmayı düşünmek de öylece maceracılık değildir Kore’de nasıl Türkiye savunulduysa, kendi sınırlarımızda da Türkiye, Türklük ve bütün insanlık korunacaktır

4- Solcular tarafından yapılan bir itiraz da, Türkçülüğün dışardan gelme bir fikir olduğudur Güya bunu Almanlar icad ederek Türkiye’ye sokmuşlar” Türkçülüğün ırkçılık ilkesi de, Hitler Almanyasının ırkçılığından alınma imiş!

Yalnız Yahudilere karşı güdülen Alman ırkçılığı ile, her millete karşı bir korunma ilkesi olarak ileri sürülen Türk ırkçılığı arasında bir bağlantı bulunmadığı ve Türk ırkçılığının Alman ırkçılığından çok eski olduğu belgelerle meydandadır Bir milli ülkünün, yabancı bir millet tarafından Türklere aşılandığı yolundaki bu itiraz, üzerinde durmaya değmeyecek kadar çürüktür

Gerçekte ise, bugün, Türkiye’de fikir akımları arasında yerli ve mili olan tek fikir Türkçülüktür Faydalı veya zararlı olsun, ötekilerin hepsi dışardan gelmiştir: Komünizm, bize, Rusya’dan aktarılmış ve bir vatan ihaneti halini almıştır Milletlerarası Yahudi aleti olan Masonluk, Balkanlar yolu ile Türkiye’ye girmiştir Bugün itibarda olan demokrasinin vatanı İngiltere, sonra Fransa’dır Epey taraftarı bulunan iktisadi liberalizm ve devletçilik de yabancı köklüdür Bir zamanlar gazetelerde ve Meclis içinde taraftarları görülen Faşizm, İtalya ve Almanya’da doğmuştur Hatta bugün Türklerce benimsenip milli bir hale gelmiş bulunan müslümanlık bile aslında Türk köklü değildir

Türk köklü tek fikir, tek ülkü yalnız Türkçülüktür Bu bakımdan da milli şuurumuzun gelişmesi nisbetinde büyüyecek, güçlenecek ve atılışlar yapacaktır

Orkun, 13 Ekim 1950






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




EN SİNSİ TEHLİKE

1943 Haziran`ınında "En Büyük Tehlike" adı ile çıkan ve tifüsten korunma çarelerinden bahsediyor sanılarak halk tarafından kapışılan bir broşürde Türkçülük ve ırkçılık ülküsüne saldırılmış, Türkçülük yabancı malı bir düşünce diye gösterilmiş, Türkçülerle ırkçıların da yabancı devletlerin ajanları olduğu zimnen anlatılmak istenilmiştir Bu broşürü yazan (daha doğrusu üstüne imzasını koyan) yoldaşın adı Erkman olduğu için kendisini ilk önce Alman Yahudisi sanmıştım Çünkü bütün düşünceleri ve bizi lekelemek isterken kullandığı tabiye yahudice idi Fakat Darüşşafakadan mezun olduğunu işittikten sonra bunun bir Müslüman öksüz olduğunu herkesle birlikte ben de oğrendim Bu , milli şeref ve haysiyet öksüzü tarafından ihtiyatli bir dil ve güya Türkiye hükümetinin fikirlerini benimser bir eda ile yazılan broşürün içinde, şahsi ihtirasları uğrunda Türkiye`yi savaşa sürüklemek istiyen ve Türkçülükle ırkçılığı Almanlardan alarak bir vasıta gibi kullananlar arasında benim de adım geçiyor Broşürde benim için "ırkçı Türkçülerin en küstah ve cür`etlilerinden biri olan Atsız" deniliyor Benim için böyle denmesi hayatımın en büyük şereflerinden biridir Çünkü Türklük düşmanlarının bana küstah demeleri ülküme sadık oluşumun, yolumda şaşmadan yürüyüşümün güzel bir tanığıdır Bundan başka ırkçı ve Türkçü olmak da benim için ebediyen övünülebilecek sebeplerden biridir Önüne durulmaz bir sel olan tarihi mukadderratın bizi götürdüğü noktayı ilk görenlerden biri isem bu benim için suç değil, övünçtür

Bu başlangıçtan sonra bir an için ülkümüzün duygularından sıyrılarak düşünelim: Türkçülük, acaba söylendiği gibi dışarıdan mı gelmiştir? Türkçüler Alman ajanı mıdır? Türkçüler faşist devletlerin Türkiye üzerinde hakimiyetine taraftar mıdırlar? Türk ırkçılığı Alman ırkçılığının kopyası mıdır?

1 Türkçülüğün yabancı malı ve İkinci Vilhelm Almanyası tarafından Türkiye`ye sokulmuş bir fikir olduğu hakkındaki iddia baştanbaşa yanlıştır Bunu ileri sürenler zekadan mahrum değillerse, bozguncu fikirleri var demektir "Türklerin başka uruklardan üstünlüğü" düşüncesi demek olan Türkçülük pek eski çağlardan beri Türkler arasında yaşayan bir ülküdür Eserini 1077`de tamamlıyan Kaşgarlı Mahmud`da bu fikrin, bütün samimiyetiyle, yasadığı görülüyor "Tanrı`nın Türkleri has ordusu saydığı ve tedip etmek istediği milletlerin uzerine Türkleri gönderdiği" fikrini, Kaşgarlı Mahmud, kitabında zikreder Millet fikrini tanımıyan Müslümanlığın en koyu çağında, hilafet merkezi olan Bağdat`ta bu sözlerin yazılması Türklerde bir üstünlük duygusu olduğunu göstermez mi? Abbasi ordusundaki Türkler, Türkçeden başka dil bilmemekle övünürlerdi Çünkü insan dili olarak yalnız Türkçe`yi tanıyorlardı Mevlana gibi Acem kültürüyle yuğrulmuş ve acemce büyük eserler meydana getirmiş olan bir mutasavvıf bile acemce bir şiirinde "Türk gibi çevik ol, Acem gibi mıymıntılık etme" diyecek kadar Türkleri üstün görüyordu 15`inci asırda yaşayan Türkistanli Alisir Nevai`nin Türkçeyi acemceden üstün tutması ve bunu ispat için eser yazması, ayni asırda Aydinli Visali`nin dilimizden yabancı kelimeleri atarak saf Türkçe ile şiirler yazmağa kalkması ve bu hareketin 16`ıncı asırda Nazmi ve Mahremi adinda iki şair daha yetiştirmesi hep aynı Türkçülük ve üstünlük duygusunun eski görünüşlerinden ibarettir Tanzimattan sonra ise Türkçülük duygusu asrı bir şekil almıştır Sebebi: Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Hıristiyan ve Müslüman unsurların yavaş yavaş devletten ayrılmağa çalışması idi Türk`e ancak Türk`ten fayda geleceğini münevverler kavrıyorlardı İlk cağdaş Türkçü olan Ali Suavi (1839 - 1877) zamanında Ikinci Vilhelm henüz tahta geçmemişti Ali Suavi 1877`de öldü Ikinci Vilhelm ise 1888`de tahta çıktı Halbuki Suavi siyasi, içtimai, tarihi fikirleriyle Türkçü ve Turancı idi Kısa hayatında Fransa ve İngiltere`de bulunmuş, Almanya`ya gitmemişti Zaten o devirde bütün temasımız hemen hemen yalnız Fransız kültürü ile idi Türkçülüğün mutlaka yabancı bir memleketten geldiğini kabul etmek gerekirse İngiltere ve Fransa tarafından icad olunarak Türkiye`ye sokulduğunu iddia etmek daha akıllıca olur Cünkü ilk cağdaş Türkçü olan Ali Suavi bu iki ulkede bulunmuş, onların kültürüyle beslenmişti

Türkçülüğün Almanlar tarafından çıkarıldığını iddia edenler bu fikrin yalnız İttihat ve Terakki fırkası tarafından yürütüldüğünü sanmaktan doğan bir yanlışa saplanıyorlar Halbuki Tanzimattan sonraki çağdaş Türkçülüğün tarihine bakanlar bu düşüncenin pek yanlış olduğunu derhal anlarlar Çağdaş Türkçülüğün 4 büyük şahsiyeti vardır: Ali Suavi, Süleyman Paşa, Ziya Gök Alp, Rıza Nur

Ali Suavi hem fikri, hem siyasi Türkçülük yapmıştır, Türkçülük kaygısıyla, yani Ayastofanos barışı gibi kötü bir barışın kabul edilmemesi için ihtilal çıkararak Çırağan sarayını basmış, fakat başaramayarak bu uğurda şehit düşmüş bir kahramandır Almanlarla hiçbir ilgisi yoktur

Süleyman Paşa ilmi Türkçülük yapmıştır İlmi (tarihi) Türkçülük yaparken tanınmış Türkiyatçı Fransız De Guignes`nin tesirinde kalmıştı Onun da Almanlarla hiçbir fikri ilgisi olmamıştır

Ziya Gök Alp ise bütün fikri gıdasını Fransız Durkheim`den almıştır Asıl başarısı Türkçülük ülküsünü bir sistem haline getirmiş olmasıdır Bu üç ilk Türkçüde ırkçılık fikirleri yoktur Hatta Ziya Gök Alp ırkçılığa muarizdir (fakat düşman değil)

Rıza Nur ise mütedil bir ırkçıdır Fransızcayı iyi bilen Rıza Nur Batı Kültürüne bu dil vasıtasıyla girmiş yıllarca Fransa`da kalmış, Almanya ve İngiltere`ye ancak kısa yolculuklar yapıp müze ve kütüphaneleri gezmiştir Rıza Nur hem siyasi, hem fikri, hem de ameli Türkçülük yapmıştır Yani maarif ve sıhhiye vekillikleri sırasında Türk olmuyan unsurları çıkarmış, bütün memurları öz Türklerden seçmeğe çalışmıştı

Görülüyor ki çağdaş Türkçülüğün dört büyük şahsiyetinden hiçbiri Alman kültüründen gıdalanmış kimseler değildir Hiçbir millete aşırı sempatileri yoktur Hepsinde de Türk milletinin üstünlüğü ve büyüklüğü düşüncesi hakimdir Vicdanlı ve namuslu insanlar kabul ederler ki bu dört büyük ölü sağ olup da memleketin başında bulunsalardı her halde faşist devletlere: "Buyrun! Bu ülke sizin olsun Dilediğinizi yapın" demezlerdi

2 Türkçüler ırkçı ve savaşçı oldukları için "almancı" veya faşist yahut nasyonal sosyalist olmakla itham olunuyorlar Bu düşünce de yanlıştır Alman devleti ırkçı olmakla bütün ırkçıların almancı olması gerekmez Bugün revaçta olan bütün siyasi ve içtimai fikirler yabancı malıdır Demokrasi, faşizm ve sosyalizm ( keza onun aşırı şekli olan komünizm) fikirlerinden hiçbirisi Türklerden doğmamıştır Acaba, bir Türk demokrasiyi kabul ettiği zaman niçin ingilizci sayılmıyor da faşizme taraftar olunca almancı olduğuna hükmolunuyor?Yabancı fikirleri benimsemek o fikrin çıktığı milleti benimsemekse Türkiye`de aşağı yukarı Türk yok demektir

Halbuki hakikat hiç de bu merkezde değildir Demokrasi ve faşizm taraftarları "millet"i kabul ettikleri için hiçbir yabancı devlete Türkiye`nin kapılarını açmak istemezler Fakat solcular (yani komünistler) "millet" denilen varlığı "yapmacık" saydıkları ve kabul etmedikleri için, bütün dünyanın bir "birleşik şuralar cumhuriyeti" biçiminde idare olunmasını istedikleri için, onlar Türkiye`nin kapılarını yabancı bir devlete açabilirler Açabilirler değil, bunun için calışmaktadırlar

3 Irkçı Türkçülerin hangi millete taraftar oldukları meselesine gelince: Türkiye vicdan ve düşünce hürriyetini kabul etmiş olduğundan bugün Türkiye`de her vatandaş şu veya bu millete taraftar olabilir Taraftarlık demek, kendi milleti aleyhine olmadığı zamanlarda, o milletin başarısını istemek demektir Yurttaşlar hükümetin siyasetini bozacak şekilde propaganda yapmadıkça veya daha ileri giderek fiiliyata geçmedikçe düşüncelerinde hürdürler

Irkçı Türkçüler Türk tarihinin verdiği hükümlere baş eğerek dostu ve düşmanı ayırmışlardır Biz ırkımıza düşmanlık edenle etmeyeni, topraklarımızda gözü olanla olmuyanı biliyoruz Bizim dostluğumuz ve düşmanlığımız bu esaslara göredir Bize düşman olana düşman olduğumuz için kimse bizi ayıplayamaz Irkçı Türkçülük siyasi bir fıkra olmadığı için ırkçı Türkçülerin gündelik siyasetle ilişiği yoktur Bizim ülkümüz, davalarımız asırlıktır, millidir

Irkçı Türkçülere Alman ajanı demeğe gelince bu, namussuzca bir iftiradan başka şey değildir Irkçı demek kendi ırkının üstünlüğüne inanmış adam demektir Böyle bir adam nasıl olur da başka ırka ajanlık edebilir? Bunu biran düşünmek bile budalalıktır

4 Bizim ırkçılığımızı da Alman yardakçısı olduğumuza tanık diye gösteriyorlar Yoldaşlar şunu iyi bilsinler ki Almanya cihan haritasından silinip Almanlığın kökü kazınsa bile biz yine ırkçı kalacağız Alman ırkçılığı yalnız Yahudilere karşıdır Anası veya babası Çek, Lehli gibi Alman düşmanı milletlerden olan fertleri Almanlar yabancı saymıyorlar Bizim ırkçılığımız ise bütün milletlere karşıdır Bu ırkçılık Türklüğün ihtiyaçlarından doğmuş olaylarla gelişmiş bir ırkçılıktır Uzun, acı, denemelerden sonra anladık ki pasaport vatandaşlarından fayda yoktur Atalarının kanıyla, diliyle, geleneğiyle bu toprağa bağlı olmuyan insanlar en ufak menfaati görünce ihanetten çekinmiyorlar Biz bunun için ırkçıyız Balkan savaşında Arnavutlar, Cihan savaşında Araplar ihanet ettiği için ırkçıyız Selanik`i Yunanlılara tüfek atmadan teslim eden Tahsin Paşa ve Sevr paçavrasını imzalamaktan sevinç duyan Rıza Tevfik Arnavut olduğu için, Harp Okulu öğrencilerini zehirlemek isteyen Nazım Hikmetof Yoldaş Polonyalı olduğu için ırkçıyız Irkçı olduğumuz için bizi Alman yardakçılığı ilen itham eden yoldaşlar Türkiye hükümetinin de ırkçı olduğunu unutmuş gözüküyorlar Birçok okullara alınacak öğrencilerin Türk soyundan olmasının şart koşulmuş olduğuna acaba ne buyururlar? Örnek mi istiyorlar? İşte, Tasviri Efkar gazetesinin talebeye kolaylık olsun diye neşrettiği listelerde bazı okulların girme şartlarından birkaç örnek:

1 Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü: Okula kabul şartlarından birincisi: "Türkiye Cumhuriyeti tebaasının ve Türk ırkından olmak" ( 13 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar)

2 Hava Gedikli Erbaş Okulu: Okula kabul şartlarının birincisi: "Anası ve babası Türk soyundan olmak" (14 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar)

3 Deniz Gedikli Erbaş Okulu: Okula kabul şartlarının birincisi: "Aslen ve neslen Türk olmak" (16 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar)

4 Askeri Orta Okul: Okula kabul şartlarının birincisi: "Anası babası Türk soyundan olmak" ( 20 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar)

5 Askeri Liseler: Okula kabul şartlarının birincisi: Türk soyundan gelmek" (22 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar)

6 Harp Okulları: Okula kabul şartlarının birincisi: "Türk ırkından olmak" ( 24 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar)

Görülüyor ki ırkçı olmakla muhakkak faşist olmak gerekmiyormuş Çünkü faşist olmuyan Türk hükümeti de ırkçılık yapmaktadır Irkçı Türkçülerin istediği, bu ırkçılığı daha ileri götürerek bütün okulların Türk soyundan gelme talebe almalarını, hatta Türk fikir ve ahlak hayatında rol oynuyan bütün insanların Türk ırkından olmasını; bütün doktor, mühendis, mimar ve öğretmenlerin de kan bakımından Türk olmalarını temin etmektir Ta ki bir Yahudi Sabiha Zekeriya çıkıp da "ben bu vatana babamın babasının babasının kanıyla bağlı değilim" diyemesin

5 Şimdi benim hakkımda söylenenlere geliyorum: Bana faşist diyorlar Kötü bir kasdı olmuyarak bunu ilk defa söylüyen Cihat Hikmet (=Cihan Baban) olmustur Cihat Hikmet 1933`te "Hitler ve Nasyonal Sosyalizm" adıyla yazdığı bir kitabın 53-60`ıncı sayfalarında "Atsız Mecmua"nın son sayısında neşredilen programdan bahsederken Hitlerin programı ile bunun arasında benzerlikler buluyor ve 57`inci sayfada benim için "Türk faşist`i" tabirini kullanıyor Atsız Mecmua`nın son sayısında (25 Eylül 1932 tarihli 17`inci sayı) neşredilen o programı ben arkadaşlarımla birlikte hazırladığım zaman (1925) Türkiye`de Hitlerin adını bilen yoktu Hitlerin Türkiye`de tanınması 1930`dan sonradır Hitlerin programıyla bizimki aynı olsa bile bu, nihayet koyu ırkçı ve miliyetçi düşünen insanların aynı sonuca vardıklarını gösterir Cihat o kitabında bana faşist diyor, fakat beni itham etmiyordu Yanıldığı nokta bizi Hitlerden mulhem sanmasıydı

Halbuki ben faşist değilim Ben yalnız Türkçüyüm Türk tarihinin içinde yüzüyorum Diyebilirim ki her günüm 27 asrın içinde geçiyor Bize kimin dost, kimin düşman olduğunu biliyorum Onun için de hiçbir yabancı milleti sevmiyorum Fakat bu duydu bazı milletlerin bazı meziyetlerini görmeme engel değildir Çünkü sevgi başka şeydir, takdir başka şeyBana faşist diyenlere şu manzumeyi takdim ediyorum Bunun tamamı Sivas`ta çıkan "Yıldız Dağı" dergisinin 1 Mart 1939 tarihli 9`uncu sayısının 6`ıncı sayfasında basılmıştı:

ADSIZ ŞİİR

Bir gün olur, elbette eski beğler dirilir;
Yine kılıç kuşanır tarihteki paşalar
Yine şanlar alınıp nice canlar verilir,
Yiğit akınımızdan yine dünya şaşalar

“Türk tarihi” denen kahramanlık şiirini
Yeniden yazmak için harcayacağın kandır
Mısraların içinde en güzel ve derini
Batıda “Niğbolu””, doğuda “Çaldıran”dır

Yine batılıların üçüncü Kosova’da
Topraklara sereriz, bir değil, birkaçını
Çekilince kılıçlar yeniden Haçova’da
Param parça ederiz Cermenliğin haçını

Yine ufka açılır şanlı korsanlarımız,
Bir Türk gölü yaparlar Akdeniz’in içini
Acı acı gülerek bu gün susanlarımız
Yarın rezil ederler Romalı’nın piçini

Arkasını yazmağa lüzum görmediğim bu manzumeden başka benim "Mussoline`ye Davetiye" adlı manzume de yüzlerce, belki binlerce kişinin elindedir İstiyenlere de takdim ederim Buna bir göz gezdiren iz`an sahipleri benim Türklük duygusundan ve milli gururdan başka hiçbir duyguya ve prensibe bağlı olmadığımı anlarlar

Hakkımda türlü türlü sözler söylüyen insanlara ve hakiki fikrimi soranlara şunu söylemek isterim ki ben ne faşistim, ne demokratım Ben, yabancı kaynaklı hiçbir fikri benimsemeğe tenezzül etmiyecek kadar milli şuur ve gurura malik bir Türk`üm Siyasi, içtimai mezhebim Türkçülüktür

1 Ağustos1943, Maltepe






Alıntı Yaparak Cevapla

Nihal Atsiz'ın Makaleleri

Eski 10-24-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nihal Atsiz'ın Makaleleri




16 DEVLET MASALI VE UYDURMA BAYRAKLAR

Son zamanlarda basında görülen haberlerle ve TRT`nin bastırdığı bir takvimle Türklerin şimdiye kadar 16 büyük devlet kurduğunu, bu yüzden Türkiye Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 yıldız bulunduğu iddiaları öne sürüldü

Her şeyimiz gibi tarihimiz de henüz kesin şeklini almış değildir Türk tarihi nerden başlayıp hangi gidişi takip eder, kimler Türk`tür? Bunlar henüz belli değildir Daha önce de belirttiğimiz gibi bazı büyük şahsiyetlerin Türk olup olmadığı üzerinde bile tarihçilerimiz arasında birlik yoktur Durum bu merkezde iken, şimdiye kadar 16 büyük Türk devletinin kurulduğu ve Türkiye`nin bunların vârisi olduğu hakkındaki iddia, şüphesiz, çok su götürür bir iddiadır

Şimdiye kadar 16 büyük Türk devleti kurulduğu hakkındaki kararı kimin verdiği belli değildir Tarih bilginlerinin konusu olan bu konu için ciddi bir kurultayın toplanması gerekirdi Böyle bir kurultay toplanmış değildir Ayrıca bu kadar büyük ve tesirli bir fikir için yalnız tarih bilginlerinin toplanması da yeterli sayılmaz Bu tarih mirasından söz edilirken işe milli kültür ve ülkünün taşıyıcıları olan kimselerin karışması da tarihî bir zarurettir

Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın 16 büyük Türk devletini temsil ettiği hakkında şimdiye kadar benim hiçbir bilgim yoktu Bu gibi konularla ilgilenen birisi olarak ben bu sembolü bilmedikten sonra acaba bunu kimler biliyordu? Yoksa bu da bir millî sırdı da ancak şimdi mi açığa vurulması uygun görüldü?

16 Türk devleti efsanesini, sayın Tekin Ererin Ocak 1969`da kendi sütununda yazdığı "Türklüğün 16 Avizesi" başlıklı makaleden öğrendim Bu makalede sayılan 16 devlet arasında Samanlılar gibi Türk olmayan devlet bulunduğu gibi Akkoyunlular, Karakoyunlular, Safeviler, Mısır Kölemenleri gibi büyük ve muhteşem Türk devletlerinden bahsedilmeyişi, hele cihan tarihinin en büyük imparatorluğu olan Çengiz devletinin anılmayışı konuyu daha başlangıçta sakat hale getirmektedir

Bundan başka 16 devlet telâkkisi bizim millî ülkümüze, büyüklük düşüncemize, süreklilik vetîremize aynı zamanda tarihî gerçeklere de şiddetle aykırı düşmektedir

16 büyük devlet Tabii, Karamanoğulları ve daha küçükleri gibi ötekilerini de sayınca bu rakam kabaracak, en aşağı 50 devlet olacaktır 50 devlet kurmayı bir başarı saymak, ilk bakışta mümkün gürünebilir Fakat madalyonun ters tarafına dönünce iş tamamiyle değişir Adama sorarlar: Elli devlet kurdun da neden hiçbirini yaşatamadın? Neden kala kala orta çapta bir Türkiye Cumhuriyetine kaldın?" Zoraki tarih bilginleri tabii bu sorunun cevabını veremeyeceklerdir Çünkü tarihî gerçek hiç de öyle değildir 16 veya 50 devlet kurulmuş değildir Gerçekte anayurtta bir, nihayet iki devlet kurulmuş, anayurt dışında da buna üç beş devlet daha eklenmiştir O kadar Bizi asıl ilgilendiren anayurdumuzdaki devlet olduğuna göre de konu bir veya iki devletin tarihinden ibaret kalmaktadır Bu iki devlet Türkistan ve onun uzantıları olan doğu Avrupada kurulan devletle bugün Türkiye dediğimiz devletin kurulduğu Önasya bölgesindeki devletten ibarettir ve ikincisi birkaç defa birincisine tâbi olmak suretiyle tarihteki Tek Türk Devleti prensibini devam ettirmiştir Tek Devlet düşüncesi sembolik de olsa son zamanlara kadar devam etmiş, meselâ Sultan Aziz zamanında Doğu Türkistan'dan Çinlileri atan Atalık Gazi Yakub Han, Türkiye Devletini kendisine metbû tanımıştır

Herşeyimiz gibi tarihimiz de henüz kesin şeklini almış değildir dedik Bu yüzden okullarda çocuklarımıza millî tarih terbiyesi verilememektedir Tarihlerde hâlâ Sümerler'in veya Hititler'in Türk olduğu hakkındaki hezeyan tekrarlanmakta, bunu inanmadan öğrenen çocukta millî tarih sevgisi diye bir şey kalmamaktadır

Türk tarihi bir bütündür Devlet denilen nesneler ayrı hükümdarlar, hanedanlardır Böyle olunca 16 Türk devleti masalı kendiliğinden yıkılır ve birbirinin devamı olan hanedanlarla Türk tarihindeki birlik karşımızda parıldar

Türk tarihinin devletler adı altında parçalara bölünmesinin millî psikoloji üzerindeki yıkıcı tesirini kimse düşünmüyor Mazideki millî devamlılığa inanmayan kimsenin bugünkü millî devamlılıktan da ümitsiz olacağı hesaba katılmıyor Halbuki biraz mantık ve anlayış sahibi olanlar Türk tarihinin aralıksız bir bütün olduğunu kendiliğinden kavrayabilir

Türkiye Cumhuriyeti gökten zembille inmemiştir Osmanlı İmparatorluğu`nun devamıdır Osmanlı İmparatorluğu, İlhanlı Devleti'nin uç beyliğinden doğmuştur; demek ki onun devamıdır İlhanlı Devleti Anadoludaki Selçuklu devletinin devamıdır Anadoludaki Selçuklu devleti ile Batı Türkistan ve İrandaki Harzemşahlar devleti Büyük Selçuklu Devletinin devamıdır Büyük Selçuklu devleti Karahanlıların, Karahanlılar Uygurlar`ın, Uygurlar Gök Türkler`in, Gök Türkler Aparların, Aparlar Siyenpelerin, Siyenpiler Kunların devamıdır

Bu devamlar kesintisiz, aralıksız bir tarihin kadrosudur Yani biz, biri yıkılıp biri kurulan ayrı ayrı devletlerin değil, bir bütün halinde sürüp gelen bir devletin milletiyiz

Bazen aynı zamanda birkaç hanedanın birden bulunup Türkeli'nin ayrı bölgelerinde hakimiyet kurması ve hatta bunların birbiriyle çarpışması bu kaidenin bozulduğunu göstermez Bu durum Türk siyasî hakimiyet nazariyesinin, merkeziyetçi olmayan devlet telâkkisinin icabından başka bir şey değildir Çünkü, hiç olmazsa nazarî halde bile, bu hanedanlardan bir tanesi ötekiler üzerinde hâkimiyete maliktir

Buna rağmen bazen Türk tarihinde siyasî bütünlüğün parçalandığı olmamış değildir Bunlar her milletin tarihinde görülen fetret zamanlarıdır Bizim tarihimizin son zamanlarında Istanbul'da ve Ankara`da iki ayrı hükûmetin bulunması bunun tipik bir örneğidir Tarihî gerçek budur İlkokuldan üniversiteye kadar tarihin böyle okutulması, böyle gösterilmesi lâzımdır Türkler'in kafasında bir tarih birliği, tek devlet şuuru bulunmalıdır Fakat bu şuurun yerleşmesi için önce Milli Eğitim Bakanlığı'nda, onun Talim ve Terbiye Kurulu'nda bu şuurun bulunması icap eder

Son haftalarda TRT tarafından yayınlanan bir takvim aynı 16 devlet masalını tekrarlamak, üstelik 16 devlete 16 uydurma bayrak yakıştırmak bakımından dikkati çekmiştir TRT umumiyetle sol eğilimli bir müessese olarak tanındığı için onun böyle Turancı bir takvim yayınlaması cidden şaşılacak bir davranıştır Fakat 16 devletin her biri hakkında verilen bilgi ile Türk büyüklerine isnad olunan sözler yanlış veya uydurmadır Meselâ: Büyük Kun İmparatorluğu'nun kuruluş yılı milâttan önce 204 olarak gösterilmiştir 220 olacaktır Kurucusu da Mete değil, Mete'nin babası Tuman Yabgu'dur Mete'nin sözleriymiş gibi gösterilen Benden eyerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim; fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin, vermem sözleri böyle değildir Mete doğu komşuları olan

Tung-huların kıymetli bir at ile zevcelerinden birini istemelerini, devletin o andaki zayıflığı dolayısıyla kabul etmiş, fakat toprak isteklerini reddederek Tung-huları yenmiştir At ve kadın verildikten sonra çorak bir toprak parçasının ne değeri olur diyen beğlere karşı da at ve kadın şahsıma aitti, verdim Fakat toprak milletindir cevabını vermişti Bu iki şekil arasında büyük fark vardır Keyfî olarak değiştirilemez

Takvimin yaprakları altında Türk büyüklerine isnad olunan sözlerde de gelişigüzel tasarruflar olmuştur Son zamanlarda sık sık görülen, Bilge Kağan`a ait Türk milleti titre ve kendine dön sözü de uydurmadır Bu söz sadece Türk milleti! Düşün şeklindedir ve Bilge Kağan`ın ağzından söylenmiş olmakla beraber Yulığ Tegin tarafından yazılmıştır Hele Gök Türkler'in en eski kağanlarından İstemi Kağan (yahut İstemi Bağatur Yabgu)'a isnad olunan erkekleri cesur, kadınları iffetli olan ulus egemen olur vecizesi tamamiyle uydurmadır İstemi Kağan hakkındaki tarihî bilgi o kadar azdır ki bu az bilgi arasında onun bir vecizesine raslamak imkânsızdır

Bu yanlışlıkları birer birer saymağa ne imkân, ne de lüzum var Fakat bayraklar hakkından konuşmak yerinde olacaktır

16 muhayyel Türk devletinin l6 bayrağı da tamamen hayalî, uydurma ve yakıştırmadır Bir kere , eski Türkler`de bayrak yok, tuğ vardır Bayrak, tuğun gelişmesiyle daha sonraki yüzyıllarda doğmuştur Yine bilindiği gibi eski Türklerde bir tek millî bayrak değil, türlü türlü bayraklar vardır Osmanlı Türkleri`nin bayraklarından çoğu bilinmektedir Her askerî birliğin, her korsanın, her kumandanın ayrı bayrağı olduğu malûmdur Tek millî bayrak fikri yavaş yavaş gelişmiş ve bizim bugünkü bayrağımız bu son şeklini Sultan Abdülmecid zamanında almıştır

Uydurma bayraklar arasındaki Hun bayrağında ejder mi, semender mi, kertenkele veya dinozor mu olduğu belli olmayan acayip yaratık şeklinin yer alması Türk tarihi hakkında hiçbir bilgiye malik olmamak demektir Ejder, Çinlilerin sembolüdür Türkler'de ise kurt, doğan ve koyun kullanılmıştır

Yine bu takvimde Batı Hunlarının (Orta Asya Hunları`nın son çağı demek istiyorlar) sapsarı, Harzemşahların kapkara bayraklarının hangi muhayyileden doğup uydurulduğu da cidden meraka değer

Bir de Ötüken'in haritada şehir olarak gösterilmesi büyük bir yanlışlıktır Bilindiği gibi Ötüken şehir değil, ormanlık bölgenin adıdır

Kaş yaparken göz çıkarmak buna derler TRT bunca masrafla cidden güzel bir takvim çıkarırken Türk tarihi profesörlerine danışsaydı böyle yanlışlarla dolu bir eser yerine kütüphanelerde saklanacak bir eser meydana getirir ve büyük bir millî hizmet yapmış olurdu Bunu yapmadığı için bu takvim gülünç bir nevheveslikten ileri gidemeyecek, daha kötüsü birçokları burada verilen bilgileri ve bayrakları doğru sanarak kendi millî tarihleri üzerinde çok yanlış fikirlere sahip olacaklardır

Ey Millî Eğitim Bakanlığı! Adının başındaki millî kelimesi doğru ise, bunun bizim anlamadığımız başka bir mânâsı yoksa önce sen Titre ve kendine dön de okullara bir millî tarih kitabı hazırlat ve Talim-Terbiye Dairesine Türk tarihinden anlayan bir iki seçkin üye bulup oturt Türk çocuklarına Yunan, Roma, Bizans tarihleri yerine Türk tarihini öğret ve çamur gibi kâğıtlara basılıp eline alanda okuma zevki bırakmayan bugünkü müsabakalı (!) kitaplar yerine Türk ülküsüne uygun tek tarih kitabını yazdırarak yarınki nesillerin beynine millî tarih şuurunun çakılmasını sağla

Yoksa nahiyelerde lise, her şehirde yüksek okul açmakla Türkiye kalkınmaz Kalkınmanın kuvveti önce yürekte doğar Yürekteki kuvvet millî ülküye bağlılıkla sağlanır Millî ülküye bağlılık için yurt ve tarih sevgisinin gönüllerde yaşaması lâzımdır Millî futbol takımlarının listesini ezbere bilip de millî kahramanlardan haberi olmayan nesiller üniversitede, bugün görüldüğü gibi Türk bayrağını indirip yerine kırmızı bez parçasını asan şuursuz serseriler haline gelir

Türk milletinin kafası ve gönlü dinî (!), millî (!), sosyal (!) safsatalarla doldurulursa o artık Türk milleti olmaktan çıkar ve bu yakınlarda sık sık tekrarlandığı gibi Türkiye milleti veya Anadolu milleti haline gelir ki geçmişle ilgisi kesilmiş, mukaddesatsız, tekniği ileri olsa da kültürü ve ahlâkı olmayan bir Güney Amerika milletinden farkı kalmaz

Ötüken, 65 sayı, 1969






Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.