Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
divan, edebiyatı

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı







Divan Edebiyatı




Türklerin İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır Arap ve Fars edebiyatının etkisi altında gelişmiştir Bu etki, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçe’ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir Bu edebiyata Divan edebiyatı denmesinin nedeni, şâirlerin şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır


İslâm dininin benimsenmesinden sonra,Kuran’ın Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun kültür dili değişime uğradı İranlılar 9 yüzyılda edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille vermeye başladılar İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı büyük ölçüde etkilenmiştir Öte yandan Anadolu'da kurulan Türk devletleri, resmi yazışma dili olarak Arapça ve Farsça’yı kullandılar Bu durum edebiyat dilinin değişmesine de yol açtı Özellikle saray çevresindeki şairler ve yazarlar, yapıtlarını Arapça ve Farsça yazmaya başladılar Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Farsça'nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlıca dili divan edebiyatında kullanılan ana dildir


  • Divan Edebiyatı'nda nazım birimi
    • 11 Divan Şiiri'nin nazım biçimleri
  • 2 Divan Şiiri'nin konuları ve özellikleri
    • 21 Divan Şiiri'nde söz sanatları
  • 3 Divan Edebiyatında Nesir
  • 4 Divan Edebiyatı'nın tarihsel gelişimi
  • 5 Dış Bağlantılar


Divan Edebiyatı'nda nazım birimi



Nazım sözlük anlamıyla "sıra", "düzen" demektir Ama Divan edebiyatında nazım dendiğinde şiir anlaşılır Divan edebiyatı, daha çok şiir türünde örnekler içerir ve düzyazı ürünler azdır Divan şiiri, kurallarını Arap ve İran edebiyatından alan aruz ölçüsüyle yazılmıştır Bunun yanında Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerde hece ölçüsüyle yazılmış şiirlere de rastlamak mümkündür Divan şiirinde daha çok Kur'an, Muhammed'in sözleri olan hadisler, peygamber ve kutsal kişilere ilişkin öyküler, tasavvufun ortaya attığı sorular, ünlü bir İran efsanesini konu alan Şehname gibi konular işlenmiştir Bu şiirlerde Türk kültürüne ilişkin ögelerden de yararlanılmıştır
Divan şairi bu konuları, aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazmıştır Tek satırdan oluşan dize ya da mısra, genelde şiirin en küçük birimidir Divan şiirinde ise en küçük birim beyitten, yani iki mısradan oluşur Sözcük olarak beyit “ev” anlamına gelir Mısra' ise, çift kanatlı bir kapının kanatlarından her birine verilen addır


divan edebiyatını sikiyim Aruz ölçüsünde açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür İlk kez Arap dilcisi Fatih Erduran tarafından kullanılmıştır Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağlamıştır


Aruz ölçüsü nazım şekillerine göre değişik kalıplarda kullanılır Örneğin Rubâi nazım şekli ahreb ve ahrem adı verilen belli aruz kalıplarıyla yazılabilir Rubai'de mısralar; a+a+b+a şeklinde kafiyelidir







Bir Osmanlı bahçe eğlencesi:
şâir, misâfir ve sâki betimlemesi 16 yüzyıl, Dîvân-ı Bâkî`den



Divan Şiiri'nin nazım biçimleri


Ölçülü ve kafiyeli söz ya da yazıya "manzum" ya da "manzume" denir Şiirde mısra' sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, kafiye yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur Divan şiirinde pek çok nazım biçimi vardır, ama bazıları daha yaygın olarak kullanılmıştır










Divan Şiiri'nin konuları ve özellikleri


Divan şiirinde en çok işlenen tema kadındı Aşk teması,divan şiirinin merkezini oluştururDivan edebiyatı eserlerinde aşk-aşık-maşuk kalıbı her daim bulunur Aşk uzlaşımsaldır; yani temel özellikleri hiç değişmez Mesela bütün aşklar tek yanlıdır, aşık hep sever, acı çeker, hiçbir karşılık görmez, her zaman ondan ayrı kalışını dile getirir; ayrıca rakipleri de vardır Bu yüzden hep kıskançlık içinde kıvranır durur


Sevgili ise hemen her zaman aşığa ilgisiz davranır, onu tanımazlıktan gelir Sevgili (maşuk) hep bir sultan, efendi, sahip kimliğinde gösterilir Sevgili şah, aşık ise kuldur Aşık için en tehlikeli durum, sevgilinin eziyet ve cefa çektirmekten vazgeçmesidirDivan şiirinde betimlenen sevgili tipi de tektir ve değişmez Bütün divan şairleri farklı çağrışımlara yol açabilecek mazmunlar kullansalar da, gerçekte tek bir tip sevgili imajı çizerler


Bu geleneksel sevgili tipinin boyu servi gibi uzun, beli ince, saçları uzun ve siyah, yanakları gül kırmızısı, gözleri siyah, bakışları kılıç gibi keskin, ok gibi yaralayıcıdır Başka bir özelliği de hep genç oluşudur Böyle betimlenen sevgilinin aşığının (yani şairin) gözyaşı Nil ya da Fırat ırmakları gibi akar Divan şiirinde bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere “mazmun” denir Bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı bir biçimde kullananlar başarılı şair sayılırdı



Divan şiirinde aşk 2 türlü işlenmiştir Dünyevi aşk ve ilahi aşk Aşk konusu ozanın dünya görüşüne koşut olarak anlam kazanırdı(ilahi aşk) Tasavvuf yoluna giren ozan için amaç mutlak güzellik olan tanrıya kavuşmaktır Bu da ancak maddeden sıyrılıp benliği yitirmek ve aşk (dervişlik) yoluna girmekle olur İlahi aşk; maddi aşkla başlar: dünya üstündeki bir güzele aşık olan ozan, dünyanın güzelliklerine aşık olan ozan, bu durumu soyutlama yoluyla ilahi aşka dönüştürür ve Tanrı’nın benliğine kavuşmaya çalışır; Tanrı’da kendi benliğini eritme anlamına gelen “fenafillah” aşamasına erişince de gerçek mutluluğu bulur Ama bu aşama ölümden sonra gerçekleşebilecektir Divan şiirinde sevgilinin, erkek kimliğinde görülmesi, doğrudan doğruya tasavvuftan kaynaklanır


Yunan düşünürü Platon’a kadar uzanan bu yaklaşımda, en saf ve en gerçek aşk önemlidir; tensel zevkler, cinsellik söz konusu edilemez Tensel zevkler ancak neslin devamı sağlanması açısından kadınlara duyulan aşklarda söz konusu olabilir Bu nedenle Tanrı’nın gerçek güzelliğinin yansıdığı, gerçek aşk kaynağı genç erkekler, ilahi aşkın nesnesi olmuştur(dünyevi aşk) Aşk konusu, yaşama bağlı ozanlar tarafından da dindışı bir anlayışla ele alınmış ve işlenmiştir Yaşamdaki güzellikler ve güzelliğiyle simgeleşen kadın, divan şiirinde önemli yer tutar


Dünya nimetlerine bağlı divan edebiyatı ozanları, bu nimetlerden zevk alarak yararlanmasını bilmişlerdir Söz konusu ozanlar için kadın tapılacak biridir: güzelliğiyle büyüler, zaman zaman ilgi gösterip zaman zaman rakipleriyle gönül eğlendirerek ağşığını üzer Aşık sürekli bir üzüntü içinde kıvranıp durur, daha doğrusu platonik aşkın girdabında boğulacak gibi olur
Divan şirinde yaygın işlenen konulardan biri de doğadır Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin gözüyle yansıtır Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu olmuştur Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir


Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir Bahar, şair için sevinç kaynağıdır Bahar için yapılan benzetmelerden biri sultandır Örneğin bahar sultanı ordusunu toplar, kış sultanına hücum ederek onu yener Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", en güzel bahariye örneğidir Bahar betimlenirken gül, bülbül, lâle, sümbül, çimen gibi sözcüklere sıkça başvurulmuştur Divan şairine göre bahar, yaşam ve canlılığın kaynağıdır Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir padişaha benzetilir


Divan şiirinde, işlendiği biçimiyle doğa belli öğelerle sınırlı kalmıştı Örneğin orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır Divan şiirinde kayıklar vardır, ama deniz yoktur Divan şiirinde bilinçli olarak yapay bir dünya yaratılmıştır


Divan Şiiri'nde söz sanatları


Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi gerekirdi Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini arttırırdı Bu nedenle şairler, hüsn-i ta'lil ve teşbih sanatına sıkça başvurmuşlardır Hüsn-i ta'lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır Benzetme de denen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği belliydi ve kalıplaşmıştı Bu amaçla hazırlanmış listeler bile vardı Yeni bir şiirin benzetme yönü farklıysa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi Ama asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla ortaya koyulurdu Böylece şair bir sözcüğe ya da deyime, kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu


Divan Edebiyatında Nesir


Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmıştır


Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar yönelmiştir Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir Bu türün ilk klasik örneğini, 16 yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19 yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür


Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür Belirgin özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitapları bu türde yazıldı




Divan Edebiyatı'nın tarihsel gelişimi


Divan edebiyatının ilk örnekleri 13 yüzyılda ortaya çıktı Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Mevlana Celaleddini Rumi bütün yapıtlarını Farsça yazdı Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca Dehhani'ydi Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme aldı 14 yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk edebiyatına girmeye başladı Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi'nin (1351-1422) Vesiletü'n-Necât başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16 yüzyılda yaşadı


Bâkî ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi örneklerini verdiler 17 yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi Divan şairleri, şiirlerinde "fahriye" denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef'i bu yüzyılın ünlü şairleriydi Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim’in ve Şeyh Galib'in ardından,


18 yüzyılda bir duraklama dönemine girdi Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün yapıtlar ortaya koyamadılar 19 yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal'di Tanzimat'la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlandı


Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar, denilirse de zamanımızda da bu vezni kullanabilen şâirler vardır Arûzun az kullanılıyor olması, zorluğundandır Yoksa başka ölçülerle veya ölçüsüz yazılan şiirlerdeki lirizm ve âhenk âruzla yazılan şiirlerin yerini tutamaz


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı






Divn Edebiyatı Şairlerinden Fıtnat Hanım



Fıtnat Hanım (1842-1911) ünlü Türk Divan şairi
Genel kanı 1842'de doğduğuna yönelik olsa da, çeşitli kaynaklarda 1830lu yıllarda doğduğu belirtilmektedir Doğum yeri konusunda da ihtilaf mevcuttur, Trabzon ve Ordu bu ünlü şairi paylaşamamıştır; Bazı kaynaklara göre Trabzon'lu bazı kaynaklara göre ise Ordu'ludur Babası Hazinedarzade Zade Vezir Abdullah Paşa'dır

Küçük yaşlarda ailesiyle beraber İstanbul'a taşındılar, Fıtnat Hanım burada iyi bir eğitim gördü Burada genç yaşta evlendi, fakat bu evliliği kısa sürdü Bu kısa süren ilk evliliğinden daha sonraları çok şikayet etmiştir Özellikle bu ilk eşinin kıskançlığına dayanamıyordu

Fıtnat Hanım zekası ve güzelliği ile ün salmıştır Gazel söylemekte de pek yetenekli olduğu söylenir İlk eşinin kuruntuları ve kıskançlıkları yüzünden gazel söylemeyi bırakmıştır Bu ilk evliliğinden sonra Bahriye Nezareti mektupçusu olan Mehmet Ali Efendi ile ikinci evliliğini yaptı Şiirlerini ve yeteneğini keşfedip onu edebiyat dünyasına tanıtan Süleyman Nazif'tir Edebi başarılarının yanı sıra hattatlığı ile de ünlüdür, kendi elleriyle yazdığı bir Kuran-ı Kerim'i Süleyman Nazif Bey'e hediye etmiştir

Son dönem Osmanlı edebiyatının en ünlü kadın isimlerinden olan Fıtnat hanım 1911 yılında İstanbul'da vefat etmiştir Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilmiştir
Fıtnat Hanım, bir diğer divan edebiyatı şairi Zübeyde Fıtnat ile karıştırılmamalıdır




Eserlerinden örnekler



Gazel


Eylesin tesir-i derdin cânâne Allah aşkına

Girmesin gam hâneme bîgâne Allah aşkına


Kim bilir dert ehlinin hâlin yine yâri bilir

Kıl tarrahhum dîde-i giryâne Allah aşkına


Bezm-i cânânım uzak bi sûziş-i hasret ile

Gel seninle yanalım pervâne Allah aşkına


Bî-harâb-âbâd- ı aşkındır unutma rahm edüp

Fıtnat’ı gel eyleme dîvâne Allah aşkına




Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı






Divn Edebiyatı Şairlerinden Esrar Dede



Esrâr Dede, (1748-1797) ünlü TürkDîvân edebiyatı şairi Gerçek adı Mehmed olan Esrar Dede 1748(Hicri 1162) yılında İstanbul'da doğdu Doğum tarihi üzerinde bir ihtilaf mevcuttur Babasının isminin Ahmed-i Bîzebân olduğu bilinmektedir, fakat ailesine dair pek bir bilgi yoktur Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca anlaşılabilmektedir


Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve İtalyancabilirdi Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, Lûgat-ı Tilyan isimli bir Türkçe- İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz Karakterinin güzel olduğu, özellikle çok cömert olduğu söylenmiştir Galata Mevlevîhânesi'nde tanıştığı Şeyh Gâlipile ömür boyu dost kalmıştır


"Esrâr" mahlasını da, Şeyh Gâlip'e arz edip talebelerinden olunca almıştır Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Gâlip'in eğitimine girdi Hayatı boyuncaMevlevilikdairesinden çıkmadı Daha sonraları tezkireci ve meşîhat makamlığını kazanmasına rağmen Şeyh Gâlip'in yanından ayrılmadı Ömrü boyunca Galata Mevlevîhânesi'nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini burda kaleme aldı ve 1796 (Hicri 1211) yılında burada vefat etti Garip bir detaydır ki, vefat günü Mirac kandilinedenk gelmiştir

Mezar taşında Şeyh Gâlip'in şu cümleleri yer almaktadır:


"Esrâr Dede çileyi hatm ettiği dem

Sırr oldu serin hırka-i tâbûta çeküp

Gâlib dedi târihin efsûs efsûs

Hemdemlerini hayrân kodı Esrâr göçüp"

Bunun dışında bizzat Şeyh Gâlip, Esrâr Dede'nin ölümü üzerine bir mersiye kaleme almıştır
Bu mersiye şöyledir:

Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın

Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın

Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın

Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın

Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın

Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr'ım ağlasın

Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh

Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh

Zât-ı şerifi âleme bir yâd-gâr idi

Fakr u fenâ vü aşk u hüner-ber-karâr idi

Her şeb misâl-i şem' benim ile yanar idi

Sâye gibi yanımda enis-i nehâr idi

Hakkaa tamâm âşık idi yâr-ı gaar idi

Birkaç zaman muammer olaydı ne var idi

Allah verdi aldı yine kurb-i Hazrete

Biz kaldık intizâr ile rûz-i kıyâmete

Âhir nefesde sohbeti oldu mahabbet âh

Bir yâre urdu bağrıma âh derd-i firkat âh

Gelmezdi hiç kalb-i fakire bu sûret âh

Ey kâş etmeyeydim o âşıkla sohbet âh

Yakmazdı belki cânımı bu nâr-ı hasret âh

Telh etdi kâmımı o zehr-nâk şerbet âh

Eyvâh elden o gül-i handânım aldı mevt

Esrâr'ım aldı cümle dil ü cânım aldı mevt

Olsun mübârek ol mehe kabr-i saâdeti

Mevlâ müyesser ede makaam-ı şefâati

Bitmiş ne çâre dâne vü gelmişdi sâati

Dehrin budur hemişe muhîbbâna âdeti

Tefrik içündür etse de izhâr vuslatı

Zehri yutulmaz ağza alınmaz harâreti

Ben gördüğüm bu dâr-ı fenânın fenâsıdır

Baakî Hûudâ rızâsı bekaa Hâk bekaasıdır

Meydân-ı Mevlevide nişân âşikâr edip

Pervâz ederdi şevk ile Ankaa şikâr edip

Eylerdi nây u defile semâ' âh u zâr edip

Bulmuşdu kân-ı matlabı Hak'da karâr edip

Almışdı müjde kûyuna yârın güzâr edip

Gitdi ne çare Gaalib'i hasretle yâr edip

Olsun visâl-î Hazret-i pirânla kâm-yâb

Kıldı karîn'i kabri Fasîh-i felek-cenâb


Eserleri



Kuşkusuz her açıdan olduğu gibi edebî açıdan da Esrâr Dede'yi en çok Şeyh Gâlip etkiledi Bu iki önemli ismin eserleri ise daha sonraki kuşakların bir çok önemli edebiyatçısını etkilemiştir Nitekim daha sonraları Şeyh Gâlip'in ünlü eseri "Hüsn ü Aşk"dan esinlenerek, Yenikapı Mevlevîhânesinin son şeyhi Abdulbâkî Baykara tarafından kaleme alınacak olan yine Hüsn ü Aşk isimli manzûm tiyatronun ilk perdesi Şeyh Gâlip ile Esrâr Dede'nin konuşmalarını konu alacaktır


Şiirlerini topladığı Dîvân'ı en önemli ve bilinen eseridir Bu da, 1841 yılında "Divan-ı Belağat-unvân-ı Esrâr Dede Efendi" ismiyle yayımlanmıştır Mevlevî şairlerinin hayatlarını ve şiirlerinden örnekleri barındıran, Esrâr Dede Tezkiresiolarak da anılan "Tezkire-i Şu'ârâ-yı Mevlevîyye" bir diğer ünlü eseridir Diğer önemli eserleri:
Mübâreknâme-i Esrâr, Fütüvvetnâme-i Esrâr ve daha önce de zikrettiğimiz Lugat-ı Tilyan`dır Genel olarak Esrâr Dede arı ve yalın bir dil kullanırdı Şiirlerinde Mevlevîliğe ve Mevlânâ`ya olan sevgisine sık sık yer vermiştir Şiirlerindeki tasavvuf etkisi barizdir

Eserlerinden Örnek


Gazel (Gece Kandilli`de)

Gece Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû

Mâhitab eyleyerek eyledi azm-i Göksu

Ol şehen-şâh-ı hüsn basdı kadem şevketle

Hele Beylerbeyi’nin başına devletdir bu

Boğaz içinde bu şeb mey vererek muğbeçeler

İtdi sâgar gibi lebrîz bizi tâ-be-gelû

Gel çelipa içün itme bizi hicrana dûçar

Nola İstavroz’a gitme bu gice kâfir-hu

Subha dek eyleyelim şevk ile zevk-i mehtâb

Mestdir çeşm-i siyeh meste yeter bu uyku





Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı






Bâki (şair)



Bâki, (1526-1600) ünlü Dîvânedebiyatı şairi


Hayatı


1526 yılındaİstanbul'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki'dir Aslında fakir bir ailenin çocuğu idi, babasımüezzinlik yapıyordu Çocukluğunda saraç çıraklığı yapmıştır Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseyedevam etmesine izin vermiştir, zira başlarda medreseye kaçak, ailesinden gizli gitmekteydi


Gayretleri ile iyi bir eğitim görmüş, dönemin ünlü müderrislerindenders almıştır Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek artmış ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başlamıştır


Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır Hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu, kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda görev yaptı Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Baki bu makama getirilmemiş ve buna çok üzülmüştür 1600 yılında,İstanbul'da vefat etti


Bâki Saray'a hep bir yakınlığı olmuştur Özellikle Kanunî Sultan Süleymanile yakın ilişkileri olmuş, padişah sık sık kendisine iltifat etmiştir Daha sonra 2Selim ve 3Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmüştür Vefatından önce bu kadar ilgi ve alâka gören sanatçı sayısı azdır, o ise vefat etmeden "Sultanüş'şuâra" yani "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştır


Çalışmaları


Bâki Osmanlı'nın en güçlü devirlerinden birinde yaşamıştır, bu da pekâla onun şiirlerine ve şiirlerinde kullandığı temalara yansımıştır Aşk, yaşamanın zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır Her ne kadar şiirlerinde tasavvufetkisi veya tema olarak tasavvuf bulunmasa da, tasavvufta da özel bir mahiyeti olan aşk mefhumunu sık sık konu alması itibariyle, dîvânı mutasavvıflar tarafından çok sevilir Tekniği güçlüdür, şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık fark yaratır Dil kullanımında çok yeteneklidir Şiirlerinin yarattığı tını, musiki de şiirlerinin farklı bir özelliğidir Türk, Divanşiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı olmuştur Fazla eser kaleme almamıştır, zira sıklıkla vurguladığı gibi fazla eser bırakmaktan çok, fark yaratacak güzel eserler bırakmak istiyordu Eserlerinden biri de Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatı üzerine yazdığı "Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han" isimli mersiyedir Bu mersiye hem teknik olarak güçlü yapısı hem de eşsiz ahengi ve dönemin ruhunu, özellikle edebiyat tarzını, en güzel şekilde ifade ettiği için en ünlü mersiyelerden birisi olmuştur Başlıca


Eserleri

Dîvân - (4508 beyitlik, en önemli eseri)

Fazâ’il-cihad - (Cihad üzerine bir eseri)

Fazâ’il-Mekke - (Tercüme)

Hadîs-i erbain - (Tercüme)


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı






Bağdatlı Ruhî



Bağdatlı Ruhî, (?-1605) TürkDivan edebiyatı şairi Terkib-i Bend'i ile ünlüdür


Hayatı


Bağdat doğumlu olduğu bilinen şairin doğum tarihi bilinmemektedir Bağdat doğumlu olduğu için Bağdatlı Ruhî olarak anılmıştır Gerçek ismi Osman'dır Babası Osmanlıordusunda bir askerdi, kendisi de sipahi olmuştur Dönemin önemli, ünlü isimleriyle arkadaşlık kurmuştur Çeşitli savaşlara katılmıştır Eleştirel tarzı ve yalın üslubu ile ünlenmiştir Toplumun sorunlarına ilişkin yazmayı tercih etmiştir 1605 yılındaŞam'da öldüğü bilinmektedir


Çalışmaları


Bağdatlı Ruhi'nin en çok etkilendiği şair hiç kuşkusuz Fuzuli'dir, Fuzuli'nin oğlu Fazlı ile de arkadaşlık kurmuştur Revaçta olan aşk, kahramanlık gibi konular üzerine yazmaktansa yaşadığı bölgelerin idari sistemlerinin meseleleri, toplumun sorunlu ve eksik noktaları, yanlış din anlayışı gibi konularda, eleştirel bir stilde yazmıştır Hiç kuşkusuz Bağdatlı Ruhi'nin en ünlü ve önemli eseri Terkib-i Bend isimli manzumesidir 17 bendlik bu ünlü manzumeye Türk edebiyatının önemli isimleri (Şeyh Galip, Ziya Paşa gibi) nazireler yazmıştır

Eserlerinden örnek


Terkib-i Bend'in birinci bendi


Sanmam bizi kim şîre-i engûr ile mestüz

Biz ehl-i harabâtdanuz mest-i Elest’üz

Ter-dâmen olanlar bizi alûde sanur lîk

Biz mâil-i bûs-i leb-i câm ü kef-i destüz

Sadrın gözedüb neyleyelim bezm-i cihânın

Pâ’yi hum-i meydir yirimüz bâde-perestüz

Mâil değiliz kimsenin âzârına ammâ

Hâtır-şiken-i zâhid-i peymâne şikestüz

Erbâb-i garez bizden ırağ olduğu yeğdir

Düşmez yare zirâ okumuz sâhib-i şeştüz

Bu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyuz

A’lâlara a’lâlanuruz pest ile pestüz

Hem-kâse-i erbâb-ı dilüz arbedemiz yok

Mey-hânedeyüz gerçi velî ışk ile mestüz

Biz mest-i mey-i mey-kede-i âlem-i cânuz

Ser-halka-i cem’iyyet-i peymâne-keşânuz




Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı






Hayr-âbâd,



Baltacı Mehmed Paşa adına, 1705-1706civarında Nâbî tarafından kaleme alınmış ünlü bir mesnevidir Yazıldığı zaman büyük övgüler alan mesnevinin konusu Attâr'ın İlâhî-Nâme eserindeki bir hikayeden köken almıştır


Hayrabad'ın konusu kısaca şöyledir: "Cavid adlı bir gence Hurrem Şah isimli bir şah aşık olur Fakat Cürcan padişahı Fahr de bu genci sevmektedir Sarhoş olduğu bir gece Hurrem Şah Vacid'i Cürcan padişahına bahşeder


Cürcan padişahı Hurrem Şah'ın sarhoş olduğu için böyle davrandığını, ertesi gün ayıldığında Cavid'i geri isteyebileceğini düşünür; bu nedenle Cavid'i bir kuyuya saklar, iki tane de kâfûr mumu yakar

Şah ayılınca cidden de Cavid'i arar, fakat kuyuya girildiğinde Cavid orada olmadığını mumların da bittiğini görürler Bir hırsız Cavid'i oradan çıkartmıştır, ama başka, daha derin bir kuyuya düşmüştür Padişah bu hırsızla bu kuyuya girip Cavid'i kurtarır

Yolları güzel bir bahçeye düşer, bahçede bir dev ve güzel bir kız vardır Dev kıza aşıktır, fakat Cavid kızı görünce kıza aşık olur Hırsız devi öldürür, Cavid kıza kavuşur" Bu eseri ünlü divan şairi Şeyh Galipözellikle de özgün olmadığı için eleştirmiştir


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı




Hüsrev ü Şirin


Hüsrev ü Şirin, İkinci Murat'ın ricası üzerine, onun adına Şeyhîtarafından kaleme alınmış bir mesnevi


640beyitten oluşan Hüsrev ü Şirin'de Sasani hükümdarlarından Hürmüz'ün oğlu Hüsrev-i Perviz, bir Ermeni prensesi olan Şirin ve Ferhat arasında geçen olayları konu edinmiştir Dram ve aşk temalıdır Bazı tarihçilere göre eserin kaynağı gerçek bir olaya dayanmaktadır Hüsrev ü Şirin ilk kez (Genceli) Nizamî(1140-1203) tarafından kaleme alınmış, daha sonraları eserin konusu farklı şairler tarafından tekrar tekrar işlenmiştir Şeyhide bu önemli eserinin yaklaşık 2000 beytten oluşan baş kısmını Nizamî'den değiştirerek tercüme etmiş, kalan bölümünü ise kendisi yazmıştır Fakat Şeyhi bu eserini bitiremeden vefat etmiştir

Bu ünlü tema, çoğu zaman aynı isimle bazen de Ferhad ü Şirin ismiyle bir çok ünlü edebiyatçı tarafından tekrar kaleme alınmıştır Fakat bu versiyonların içinde en çok yer eden ve ünlenen Şeyhî'ninkidir


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı






Hüsn ü Aşk



Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) adlı mesneviŞeyh Galip'in (1757-1799) başyapıtıdır 2101 beyittir Aruzun "mefulü-mefailün-feülün" kalıbı ile kaleme alınmıştır

Kendisi bu eseri, 1782'de girdiği bir iddia üzerine 6 ayda yazmıştır Son dönem divan edebiyatının en güzel örneklerinden biri olmasının yanı sıra, tasavvufi alt yapısı ve sembolizmi ile genel olarak edebiyat ve spiritualizm açısından çok önemli bir eserdir Eserin kahramanları güzellik (hüsn) ve güzelliğe yönelişin sonucu olan aşk'tır

Eserin her bir satırında tasavvufi simgeler bulmaktayız, kişi isimlerinden, yer isimlerine ve benzetmelere kadar Sebk-i Hindî (Hint üslûbu) ile kaleme alınmış olan bu büyük eser, doğu edebiyatının zirvelerinden birisi olmuş ve bir çok dile çevrilmiştir, bugün hâlâ yeni baskıları yapılmaktadır



Eserin Yazılışı


Şeyh Galib eserin, Der beyân-ı sebeb-i te'lîf kısmında, bir oturumda Nâbî'nin Hayr-âbâd isimli eserinin fazla övülmesinden rahatsız olarak eseri yazmaya karar verir Şeyh Galib, Nâbî'nin eserinin özgün olmadığını öne sürmüş ve özgün bir eser kaleme almak istemiştir Bu doğru bir tespittir; zira Baltacı Mehmed Paşa adına 1705'te kaleme alınan Hayr-âbâd, Attâr'ın İlâhî-Nâme isimli eserindeki bir hikayeden temel almaktadır Çoğu motifi ve kurgusal detayı söz konusu hikaye ile aynıdır Aslında dönemin ünlü edebi eserleri düşünüldğünde, bu pek normaldir

Şeyh Galib bu eseri özgün olmadığı için kınamış ve kendisi hem edebi anlamda gelişmiş hem de özgün olan bir eser kaleme almak istemiştir Ayrıca eserdeki tasavvuf ağırlığı ve Şeyh Galib'in tasavvufi yönü göz önüne alınırsa, eserin yazılış amaçlarından biri de önemli ve güzel bir tasavvufi eser yazmak istemesidir



Eserin Konusu



Hüsn ü Aşk, kurgusal anlamda Hüsn (Güzellik) isminde bir kız ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını anlatan, tasavvufi bir tema ve temele sahip bir mesnevidir Mesnevide anlatılan hikaye şöyledir: Sevgioğulları (Beni-mahabbet) isimli bir Arap kabilesi vardır Bir gece bu kabilede bir kız bir de erkek çocuk doğar, erkeğe Aşk kıza Hüsn ismini verirler, bu ikisini birbirlerine nişanlarlar Öğrenim zamanları gelince ikisi de Edep okuluna giderler, bu okulda Munlâ-yı Cünun isimli büyük bir hoca vardır Bu sıralarda Hüsn Aşk'a aşık olur İkisi zaman zaman Mânâ gezinti yeri`ne gitmekte gezinmekte, sohbet etmektedirler Bu gezinti yerinde Suhan isimli bir mihmandâr (misafir ağırlayan kişi) vardır ki bu kişi her şeyi bilen çok büyük bir insandır

Faka, Hayret isimli kudretli bir kişi Hüsn ile Aşk'ın görüşmesine mani olur Bir süre Suhan yoluyla mektuplaşırlar Aşk'ın Gayret adında bir lalası vardır ve sonunda ikidi Aşk'ın gidip Hüsn'ü kabile büyüklerinden istemesi konusunda anlaşırlar Kabile büyükleri ise Aşk'ın bu arzusuyla alay eder ve eğer Hüsn'e kavuşmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ`yı alıp gelmesi gerektiğini söylerler Yolun ne denli zorlu ve korkunç olduğunu da anlatırlar, Aşk yolda dev, cin ve cadılarla karşılaşacak, ateşten bir denizden geçmek zorunda kalacaktır

Aşk ile Gayret Kalb ülkesine yola koyulurlar ve başlarından birçok badire geçer Her badirede onları Suhan kurtarır Mutlu sonla biten hikayede; işin sonunda Aşk'ın Hüsn'ü kendinden ayrı sanmasının onu yanlış yollara düşüren şey olduğunu, aslında Aşk'ın Hüsn, Hüsn'ün de Aşk olduğunu, birlikte ikiliğin var olmayacağını aslın birlik (teklik) olduğu mesajı ile karşılaşılır


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı





Harname



Harnâme; Ünlü divan edebiyatçısı Şeyhi tarafından kaleme alınmış mesnevi Aynı zamanda bir hekim olan Şeyhi Sultan Çelebi Mehmed'i tedavi edince, Çelebi Mehmed ona bir köy (Tokuzlu Köyü) hediye etmiştir

Köye doğru yola koyulan Şeyhi, yolda eşkiyalar tarafından soyulmuş ve dövülmüştür Bunun üzerine Harnâme'yi kaleme alır Eser toplumun kötü yönlerini hicvetmektedir Fakat bunu mizahi bir üslub ile yapmıştır

Eser 126 beyitten oluşmaktadır
Divan edebiyatında hiciv eserlerinin ilk önemli örneklerindendir

Harname

Zevk içinde cihân velî ŞEYHî

Yatur uş minnet ü belâda dahı

Bahtı zengî yüzü tek agarmaz

İşi başmaklayın başa varmaz

Râhat umdukça gördü zahmetler

Devlet isteyü buldu mihnetler

Fikr olurken hâletün sıfatı

Geldi bu kıssanun münâsebeti

Münasebet-i Hikayet

Bir eşek var idi zâif ü nizâr

Yük elinde kat'i şikeste vü zâr

Gâh odunda vü gâh suda idi

Dün ü gün kahr ile kısuda idi

Ol kadar çeker idi yükler ağır

Ki teninde tü komamışdı yağır

Nice tü kalmamışdı et ü deri

Yükler altında kana batdı deri

Eydür idi gören bu sûretlu

Tan degül mi yürür sünük çatlu

Dudağı sarkmış u düşmiş enek

Yorılur arkasına konsa sinek

Toğranur idi arpa arpa teni

Gözi görince bir avuç samanı

Kargalar dirneği kulağında

Sinegün seyri gözi yağında

Arkasından alınsa pâlanı

Sanki it artuğıydı kalanı

Birgün ıssı ider himâyet ana

Ya’ni kim gösterür inayet ana

Aldı pâlanını vü saldı ota

Otlayurak biraz yüridi öte

Gördi otlakda yürür öküzler

Odlu gözler ü gerlü göğüzler

Sömürüp eyle yirler otlağı

Ki çekicek kılın tamar yağı

Boynuzı ba’zısınun ay bigi

Kiminün halka halka yay bigi

Böğrişüp çün virürler âvâze

Yankulanurdı tağ ü darvâze

Har-ı miskîn ider iken seyrân

Kaldı görüp sığırları hayrân

Geh yürürler ferâgat ü hoş-dil

Gâh yaylâ vü kışla geh menzil

Ne yular derdi ne gâm-ı pâlân

Ne yük altında haste vü nâlân

Acebe kalur u tefekkür ider

Kendü ahvâlini tasavvur ider

Ki birüz bunlarunla hilkatde

Elde ayakda şekl ü sûretde

Bunlarun başlarına tâc neden

Bize fakr ü ihtiyâc neden

Bizi ger arpa ok u yây itdi

Bunlarun boynuzun kim ay itdi

Didi bu müşkilümi itmez hal

Meger ol bir falân har-i a’kal

Var idi bir eşek firâsetlû

Hem ulu yollu hem kiyâsetlû

Çok geçürmiş zamâneden çağlar

Yükler altında sızırup yağlar

Nûh Peygamber’ün gemisinde ol

Virmiş İblîse kuyruğıyla yol

Dir imiş ben döşedimdüm döşeği

Dirilürken ölüp ’Üzeyr eşeği

Hoş-nefesdür diyü vü ihl ü fasîh

Hürmet eyler imiş humâr-ı Mesîh

Kurd korkar idi kulağından

Arslan ürker idi çomağından

Ol ulu katına bu miskîn har

Vardı yüz sürdi didi iy server

Sen eşekler içinde kâmilsin

Âkıl ü şeyh ü ehl ü fâzılsın

Anda k’ıslâh ide tapun şer ü şûr

Har-î Deccâle diyeler ker ü kûr

Menzil-i mü’minîne rehbersin

Merkeb-i sâlihîne mazharsın

Nesebündür mesel hatîblere

Nefesün hoş gelür edîblere

Sen eşeksin ne şek hakîm-i ecell

Müşkilüm var keremden itgil hall

Bugün otlakda gördüm öküzler

Gerüben yürür idi göğüzler

Her biri semîz ü kuvvetlü

İçi vü taşı yağlu vü etlü

Niçün oldu bulara enzâni

Bize bildür şu tâc-ı sultanî

Yok mıdur gökde bizüm ılduzumuz

K’olmadı yir yüzinde boynuzumuz

Her sığırdan eşek nite ola kem

Çün meseldür ki dir benî âdem

Har eger hâr ü bî-temîz oldı

Çünkü yük tartar ol azîz oldı

Bâr-keşlikde çün bizüz fâik

Boynuza niçün olmaduk lâyık

Böyle virdi cevâb pîr eşek

K’iy bilâ bendine esîr eşek

Bu işün aslına işit illet

Anla aklunda yog ise kıllet

Ki öküzi yaradıcak Hallâk

Sebeb-i rızk kıldı ol Rezzâk

Dün ü gün arpa buğday işlerler

Anı otlayup anı dişlerler

Çün bular oldu ol azîze sebep

Virdi ol izzeti bulara Çalab

Tâc-ı devlet konıldı başlarına

Et ü yağ toldı iç ü taşlarına

Bizüm ulu işimüz odundur

Od uran içümüze o dûndur

Bize çokdur hakîki buyrukda

Nice boynuz kulağ u kuyruk da

Döndi yüz derd ile zaîf eşek

Zâr ü dil-haste vü nahîf eşek

Didi sehl ola bu işün aslı

Çünki şerh oldı bâbı vü faslı

Varayın ben de buğday işleyeyin

Anda yaylayup anda kışlayayın

Nice yiyem odun ile letler

Bulayın buğday ile izzetler

Gezerek gördi bir gögermiş ekin

Sanki dutardı ol ekin ile kîn

Aşk ile değdi girdi işlemeğe

Gâh ayaklayu gâh dişlemeğe

Arpa gördi gögermiş aç eşek

Buldı cân derdine ilâç eşek

Değme kerret ki şevk ile karvar

Toprağın bile götürür harvar

Eyle yidi gök ekini terle

Ki gören dir zihî kara tarla

Yiyürek toydı karnı çağnadı

Yuvalandı vü biraz ağnadı

Başladı ırlayup çağırmağa

Anup ağır yükin ağırmağa

Dimiş ol âdemî ki hoş-demdür

Niam oldukda bî-nagam gamdur

Pes idüp cûş içinde eşvâkı

Rast düzdi nevâ-yı uşşâkı

Çeker âvâze tîz ider perde

Hoş ser-âğaz ider muhayyerde

Nice düzmek ki bozdı âhengi

Perdesin açdı ol cihân nengi

Çıkarur har çün enker-ül esvât

Ekin ıssına arz olur arasât

Ağaç elinde azm-i râh itdi

Tarlasını göricek âh itdi

Dâneden gördi yiri pâk olmış

Gök ekinliği kara hâk olmış

Yüreği sovumadı söğmeg ile

Olımadı eşeği dögmeg ile

Bıçağın çekdi kodı ayruğını

Kesdi kulağını vü kuyruğını

Kaçar eşşek acıyaruk cânı

Dökilüp yaşı yirine kanı

Uğrayu geldi pîr eşek nâgâh

Sordı hâlini kıldı derd ile âh

Yermürü inleyü didi iy pîr

Har-ı rûbâh bigi pür-tevzîr

Bâtıl isteyü haktan ayrıldum

Boynuz umdum kulakdan ayrıldum

Benem ol gâm yükinde har-ı leng

Gussalar balçığında vâlih ü deng

Ne yüküm bir nefes giderici var

Ne biraz çekmeğine yarıcı var

Har gedây-iken arpaya muhtâç

Gözedürem k’urıla başuma tâc

İster iken halâldan rûzî

Varım itdüm haramîler rûzî

Ger tonuzlara olmaya buyruk

Âh gitdi kulağ ile kuyruk

Hükm-i sultâna k’ola pâyende

Çarh çâkerdürür felek bende Kim ola bâri bir iki eclâf

K’ide tevk-i pâdişâha hilâf

Şâh kahrı ne’ûzü-billâh eger

Çarh baş çekse ide zîr ü zeber

Göklere irdi nâle vü feryâd

Dâd iy pâdişâh-ı âdil dâd

Şeyhî uzatma nâle vü âhun

Nüktedândur bilür şehen-şâhun

Ger inâyetden istesen tevfîr

Kılma devlet duâsını taksîr

Nice kim bu zamâne-i nâ-sâz

Câhile nâz vire ehle niyâz

Ne kadar kim cihân-ı bî-ihlâs

Ârifi hâric ide âmiyi hâs

Ol şehün işi izz ü nâz olsun

Düşmeninün gam ü niyaz olsun

(Vezin: Feilâtün mefâilün feilün)





Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı





HAMSE


Bir şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye bilinir Türk edebiyatında 16 yüzyılda gelişmeye başladı İlk hamseyi Çağatay şairi Ali Şir Nevai yazdı Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de Hamdullah Hamdi''dir Hamse türüne düzyazının girişi ise 17 yüzyılda gerçekleşti

Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır Çoğunlukla hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen mesnevilere de yer verilir Hamse sahibi divan yazarları edebi çevrelerde büyük saygı görürdü


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı





DÜNYEVİ VeTANRISAL AŞK



Divan şiirinde aşk büyük yer tutar Ama bu aşk hem dünyevi hem de tasavvufidir Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak güzellik" olan "tanrıyı bulmak"tır Tanrısal aşk, maddi aşkla başlar

Bir güzele aşık olan şair, duygularını daha sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek tanrıya kavuşmak için çabalar Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde ise tapınılacak bir varlık olarak kadın önemlidir Ama bu tür şiirlerde kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan bezdirmektedir


Dil konusunda Arapça ve Farsça''nın etkisinde kalan divan edebiyatında sözcükler çok büyük önem taşır Her sözcük tam anlamıyla ve yerli yerinde kullanılmalıdır Divan edebiyatı, anlatım açısından "belagat kullarına" sıkı sıkıya bağlıdır Sanatçılar ustalıklarını sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen gösterirler


Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil, ilham, kinaye, leff ü neşr, tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel teşhis ü intak gibi söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün şiirler oluşturmaya çalışır Divan edebiyatında şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman konu ve içerikten öne geçmiştir


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı





DİVAN EDEBİYATI TARİHÇE


Divan edebiyatı, Türklerin, 13 ve 19''uncu yüzyıllar arasında Anadolu''da yarattıkları İslam kültürünün ortak özeliklerini yansıtan, geniş ölçüde Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat türüdür Ancak divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk dönemlerden başlayarak Orta Asya ile Azerbaycan''da ortaya çıkan ve aynı nitelikleri taşıyan divan edebiyatı ile karıştırılmamalıdır Divan edebiyatı tanımı tümüyle Anadolu''ya özgüdür

Tarihsel süreçte dindışı ve dini tasavvuf olmak üzere iki kolda gelişti Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13 yüzyılda kalmıştır

Divan edebiyatında başlangıcından beri şiir, düz yazıdan daha önde gitmiş ve daha gelişmiştir Bunun belki de en önemli nedeni, şiirin sanatçının yaratıcılığını ortaya koymasına daha uygun olmasıdır Divan şiiri, söz ve anlatım sanatlarını kullanarak, yeni manzumlar bularak okuyucusunu daha kolay etkiler Düz yazı dalında ise ağır basan, öne çıkan özellik "öğretici" olmaktır Bu nedenle anlam gözardı edilir ve belagat önem kazanır

Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar, başta dinsel inançlar, yani İslami inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam tarihinin olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, çağın bilimleri, günlük olaylar, gelenek ve görenekler, terimler, deyimler, atasözleri ile zenginleşen bir dildir




Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı




Divan şiirinin nazım biçimleri




Ölçülü ve uyaklı söz ya da yazıya "manzum" ya da "manzume" denir Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur Divan şiirinde pek çok nazım biçimi vardır, ama bazıları daha yaygın olarak kullanılmıştır


Gazel, Divan şiirinin en yaygın nazım biçiminden biridir Gazelin ilk beytinin dizeleri kendi arasında uyaklıdır Öteki beyitlerden birinin dizeleri serbest, ikinci dizeleri ilk beytin uyağına göre yazılır


Kaside, gazel gibi Divan şiirinin en yaygın nazım biçiminden biridir


Kıta, dört dizeden ya da iki beyitten oluşur İkinci ve dördüncü dizeler birbiriyle uyaklıdır Daha çok beyitten (10, 15 beyit kadar) oluşan kıtalar da vardır ve bunlara kıta-i kebire, yani büyük kıta denir


Mesnevi, Divan şiirinde çok kullanılmış bir nazım biçimidir Beş mesneviden oluşan yapıta, hamse denir


Muhammes, her bölümü beş dizeden oluşur ve bu bölümlere bent denir Bu nazım biçiminin uyak düzeni genellikle aaaaa-bbbaa-cccaa biçiminde sürer Bir muhammesin ilk bendinin dördüncü ve beşinci dizeleri ya da yalnızca beşinci dizesi öteki bentlerin sonunda yineleniyorsa, buna “muhammes-i mütekerrir”, yani tekrarlı muhammes denir


Murabba, bent adı verilen dört dizelik kıtalardan oluşur Genellikle ilk dörtlüğün bütün dizeleri aynı uyaklıdır Sonraki dörtlüklerin ilk üç dizesi ayrı uyaklarla, ama son dizeleri ilk dörtlüğün uyağıyla yazılır (aaaa-bbba gibi)



Musammat, murabba, şarkı, muhammes, terkibibent ve terciibent gibi nazım biçimlerinin ortak adıdır



Müseddes, her bölümü altışar dizeden oluşur ve bu bölümlere bent denir Uyak düzeni genellikle aaaaaa-bbbbba-ccccca-ddddda biçimindedir İlk altı dizenin son iki dizesinin nakarat olarak yazıldığı müseddesler de vardır


Müstezat, gazelin özel bir biçimidir Sözcük anlamıyla "artırılmış, çoğaltılmış" demektir Uzun dizelere "ziyade" denilen kısa bir dize eklenerek yazılır


Rubai, aynı vezinle söylenen dört dizeden oluşur Birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklıdır



Şarkı, biçimsel açıdan bir tür murabbadır Ama şarkıda genellikle ilk dörtlüğün ikinci ve dördüncü dizeleri, öteki dörtlüklerin dördüncü dizesi olarak yinelenir Buna nakarat denir




Taştir, bir şairin, başkasının gazelinin iki dizesi arasına bir beyit eklenmesine taştir denir Taştir yapan şairin gazelin konusuna uyması gerekir Şair bir gazel beytinin üstüne üç dize daha eklemişse buna da tahmis, yani beşleme denir Terciibent ve terkibibent
Bent denen bölümlerden oluşur Diğer nazım biçimlerine göre daha uzun şiirlerdir ve bent sayısı 5 ile 10 arasında değişir Her bent kendi içinde iki bölümden oluşur Bentlerin dizeleri yalnızca kendi aralarında uyaklıdır Uyak düzeni şöyledir: aa xa xa xa bb ce xc xc xc xc dd
Buradaki bb ve dd dizelerine vasıta beyti denir Terciibentlerde bu vasıta beyti, her bendin sonunda nakarat olarak kullanılır Divan şiirinin konuları ve özellikleri



Divan şiiri, döneminin zevklerini, sanat anlayışını, inançlarını ve bilgilerini yansıtır Ne var ki, Divan şairinin gerçek yaşamı anlattığına pek rastlanmaz Kendisini sürekli acı çeken bir âşık olarak anlatan Divan şairi, sevgilisini ay gibi yuvarlak yüzlü bir güzel olarak betimler
Sevgili hem ay, hem de güneştir Divan şiirinde kullanılan benzetmelerde sevgilinin boyu mızrak gibi uzun ve düz, saçları sümbül, yanakları lale ya da gül, gözleri nergis, kaşları yay, kirpikleri ok, dişleri inci, çene çukuru kuyudur Sevgilinin beli kıldan incedir, dudağı ölümsüzlük suyu (abıhayat) gibidir Böyle betimlenen sevgilinin âşığının (yani şairin) gözyaşı Nil ya da Fırat ırmakları gibi akar
Âşığın bir yandan rakibi, bir yandan da acı çektiren sevgilisi vardır ve bu nedenle başı beladan hiç kurtulmaz Divan şiirinde bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere "mazmun" denir Bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı biçimde kullananlar başarılı şair sayılırdı Divan şirinde yaygın işlenen konulardan biri de doğadır Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin gözüyle yansıtır
Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu olmuştur Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir Bahar, şair için sevinç kaynağıdır Bahar için yapılan benzetmelerden biri sultandır Örneğin bahar sultanı ordusunu toplar, kış sultanına hücum ederek onu yener Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", en güzel bahariye örneğidir Bahar betimlenirken gül, bülbül, lale, sümbül, çimen gibi sözcüklere sıkça başvurulmuştur
Divan şairine göre bahar yaşam ve canlılığın kaynağıdır Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir padişaha benzetilir Divan şiirinde işlendiği biçimiyle doğa belli öğelerle sınırlı kalmıştı Örneğin orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır Divan şiirinde kayıklar vardır, ama deniz yoktur Divan şiirinde bilinçli olarak yapay bir dünya yaratılmıştır Divan şiirinde söz sanatları



Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi gerekirdi Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini artırırdı Bu nedenle şairler, hüsn-i ta'lil ve teşbih sanatına sıkça başvurmuşlardır Hüsn-i ta'lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır Benzetme de denen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir

Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği belliydi ve kalıplaşmıştı Bu amaçla hazırlanmış listeler bile vardı Yeni bir şiirin benzetme yönü farklıysa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi Ama asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla ortaya koyulurdu Böylece şair bir sözcüğe ya da deyime, kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı





Din konulu düz yazı Evliya tezkiresi



Din ulularının gerçek ya da efsaneleştirilmiş yaşam öyküleri ile kerametlerini anlatan yapıtlardır İçinde İslam velilerinin yaşamlarına ilişkin bilgilerin yanında vaazlar ve ahlaki öğütler de yer alır Sinan Paşa’nın Tezkiretü’l-Evliya adlı eseri ile Ahmed Hilmi’nin Ziyaret-i Evliya adlı yapıtları bu türün divan edebiyatımızdaki başlıca örnekleridir



Kısas-ı enbiya


Peygamberlerle ilgili kıssaları içeren yapıtların genel adıdır İlk kısas-ı enbiya Kısai’nin 9 yüzyılda yazdığı Kitabü Kısasi’l-Enbiya adlı eseridir Türkçe kısas-ı enbiya kitapları arasında Rabguzi’nin 1310’da Çağatay Hanı Termaşir’in emiri Nasuriddin Tokboğa’nın emriyle yazdığı Kısasü’l-Enbiya ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı-Enbiya ile Tevarih-i Hulefa adlı eserleri sayılabilir



Siyer



Hazreti Muhammed’in yaşam öyküsünü ya da halifeler ve hükümdarların savaş ve barış dönemlerindeki uygulamalarını, ululararası ilişkileri konu edinen düz yazı biçimidir


Alıntı Yaparak Cevapla

Divan Edebiyatı

Eski 06-24-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edebiyatı






Din dışı konularda düz yazı
Seyahatname


Yazarların gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri aktardıkları edebi eserlerin tümüne seyahatname denir Temel amaç, yurtdışı ya da içinde gezilen yerlerin doğal güzelliklerini, toplumsal yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanıtmaktır Seyahatnameler çoğu kez tarihsel birer yapıt olarak görülür Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si bu türe güzel bir örnektir

Siyasetname


Devlet adamlarına yöneticilik sanatına ilişkin bilgiler veren edebi yapıtların genel adıdır Genel olarak hükümdarlar için kaleme alınmış olan siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler, saltanatın koşulları ve kuralları anlatılır İdeal bir devlet örgütünün nasıl olması gerektiği belirtilir Ve kötü yönetimlerin zararlı sonuçları açıklanarak, yöneticiler uyarılır Vezirler ve emirler için yazılmış siyasetnameler de vardır Siyasetnamelerin en ünlüsü Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Melikşah’ın isteği üzerine kaleme aldığı Siyasetname’dir Türk edebiyatının en önemli siyasetnamesi ise Yusuf Has Hacib’in Kudatgu Bilig adlı kitabıdır

Münazara


Karşıt iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı yapıtlardır Şiir ya da düzyazı olarak yazılabilir Ya da her iki türden bölümler içeren münazaralar da vardır



Münşeat


Mektuplardan ya da çeşitli konulardaki düzyazılardan oluşan yapıt Kapsamına göre üçe ayrılır Resmi yazılardan oluşan münşeatlar, genellikle devlet büyüklerince kaleme alınan çeşitli konulardaki düzyazılardır Her türden kişiye yönelik yazı türlerinin başlıklarını, son sözlerini, bu yazılara uygun düşecek tümceleri, kullanmaları bir araya getiren münşeat Ve son olarak şairlerin mektuplarından oluşan münşeatlar


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.