Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Beslenme, Diyet ve Sağlık

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
arşiv, makaleleri, sağlık

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #76
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Yalnizken Kalp Krizi Nasil Atlatilir

--------------------------------------------------------------------------------

Diyelim ki saat 18:15 ve zorlu bir iş gününden sonra arabanızla
yalnız başınıza eve dönüyorsunuzGerçekten yoruldunuz, sıkıldınız
ve çileden çıktığınız bir gününüzdesinizBirden göğsünüzde başlayıp,
Kolunuza ve çenenize doğru ilerleyen şiddetli bir ağrı En yakın
hastaneden sadece 10 km uzaktasınız, fakat o mesafeye bile ulaşıp
ulaşamayacağınızdan emin değilsiniz Ne yapabilirsiniz? Kalp masajı
konusunda belki eğitimde almıştınız ama size öğreten şahıs, muhtemelen
bu masajı kendi kendinize nasıl yapacağınızı öğretmedi Son zamanlarda
birçok insan kalp krizine yalnız başınayken yaklaşmaktadır Yardım
olmaksızın, normal kalp atışı bozulan ve baygınlık hisseden bir insanın
bilincini yitirmeden önce 10 Saniyesi vardır Bu durumda kalan şahıslar
kendilerine,devamlı ve şiddetli bir şekilde öksürerek yardımcı olabilirler
Her öksürükten önce derin nefes alınmalı Derin nefes alma ve öksürük,
yardım gelene yada kalp normal ritmine geri dönene kadar , durmaksızın
her iki saniyede bir olacak şekilde devam etmelidir Derin nefes alma
akciğerlere oksijen ulaştırırken, öksürük hareketi kalbi sıkıştırarak
kanın dolaşımını sürdürür Kalp üzerindeki sıkışma hareketi aynı zamanda
kalbin normal ritmine dönmesine de yardımcı olur Bu Şekilde kalp krizine
maruz kalan kişi, kendisini bir hastaneye ulaştırabilir Bunu elinizden
geldiğinde daha çok insana ulaştırın, onların hayatını kurtarabilirsiniz
Bu makale Rochester General Hastanesinin " AND THE BEAT GOES ON" adlı bülteninden alınmıştır

Yeniden baskısı The Mended Hearts Inc 'in " Heart Response " adlı yayımında yapılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #77
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN

--------------------------------------------------------------------------------

Sizlere Cumhuriyet Gazetesinin Bilim Teknik ekinden sağlığımızla ilgili bir alıntı veriyorum;


Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN

Ukrayna muhalefet lideri Yuşçenko'yu zehirleyen dioksinler çok zehirli, belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en zehirli kimyasal maddelerden biridir Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden biri deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimlerdir Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş, tanı da bunun üzerine konulabilmiştir



Murat Ozmen (*)


Bir zamanlar Amerikanın ortasında bütün canlıların mutluluk içinde yaşadığı, uzaktan bir satranç tahtasını andıran çiftliklerle sarılmış bir kasaba vardı İlkbaharda tahıl tarlaları, meyve bahçeleri ve yeşil tarlaların üzerinden beyaz bulutlar geçerdi Sonbaharda meşe, akçaağaç ve huş ağaçlarının tutuşturdukları renkler uzaktaki çam ağaçlarının üzerinde alev gibi titrerdi Tepelerde tilki sesleri duyulur, sabah sisinin gizlediği geyikler tarlalardan sessizce geçerlerdi

Sonra acayip bir afet yöreye gizlice yayılmaya başladı Sanki kasabanın üzerine korkunç bir lanet çökmüştü Tavuklar esrarengiz bir hastalığa yakalanmış, inekler ve koyunlar hastalanıp ölmüştü Her yerde ölümün gölgesi vardı Kuşlar artık uçmuyor, bahar geldiği halde kuş sesleri duyulmuyordu çevrede

Rachel Carson 1962 yılında "Sessiz Bahar" (Silent Spring) adlı kitabının başında çevre sorunlarına ilk kez böyle bir vurgu yaparak başlamıştı Kitap 40 yılı aşkındır halen popüler ve biz çevremizi giderek daha çok tahrip etmeye devam ediyor, ekosistem dengelerini artık geri dönüşümsüz olarak daha çok bozuyoruz

Özellikle son 40 yıl içerisinde plastik malzemelerin ve organik klorlu pestisitlerin kullanımındaki artış, birçok çevresel sorunların yanında, dioksin sorununun da ortaya çıkmasına neden oldu

Günümüzde organik klorlu insektisit kullanımı tüm dünyada yasaklanmış olup, birçok organik maddelerin (örneğin DDT ve diğer türevleri) ve halen yaygın olarak kullanılan bazı herbisitlerin (zararlı bitki ve tohum öldürücü maddeler) dioksin adı verilen bir maddenin açığa çıkmasında başlıca sorumlu kaynaklardan olduğu bilinmektedir Kâğıt sanayinde kâğıt hamurunun beyazlatılması esnasında kullanılan beyazlatıcıların, odundaki organik kimyasallar ile reaksiyona girerek de dioksin ürettiği anlaşılmıştır

Plastik maddelerin temel hammaddesi olan polivinil klorür (PVC) günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir Şampuan şişelerinden duvar kağıtlarına, su tesisat borularından plastik poşetlere kadar birçok alanda yaygın olarak kullanılmaktadır Çevremizde nereye baksak PVC'den mamul bir ürün ile karşılaşmamak artık olanaksız


EN ZEHİRLİ MADDE

Dioksinler çok zehirli kimyasal maddelerdir, klorlu dioksinler ve furanlar klor içeren organik kimyasalların (çeşitli pestisitler gibi) ve plastik maddelerin üretimi, mikroorganizmalar tarafından yıkımı ve yanması sırasında istenmeden açığa çıkan yan ürünlerdir

Dioksinler belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en toksik kimyasal maddelerden biridir diyebiliriz Aslında dioksin tanımı bu gruba dahil birçok kimyasal için kullanılmakla birlikte, bunların içinde en toksik olanı 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin (kısaca, TCDD) olarak bilinen maddedir

Gelişmiş ülkeler dioksin hakkında yeterince bilgi sahibi değillerken, bu maddenin açığa çıkmasına yol açan kimyasalları daha yaygın olarak kullanıyorlardı, ancak günümüzde mümkün olduğunca bundan kaçınmaya başladılar

Dioksin'in ciddi olumsuz etkileri aslında Vietnam savaşı sırasında bitkileri öldürmek için kullanılan bir kimyasal maddenin (Orange Agent) insanlardaki toksik etkilerinin gözlenmesinden sonra anlaşılmaya başlandı Dioksin ve dioksin-benzeri kimyasalların başlıca kaynaklarını dört ana grup altında toplamak olasıdır:


4 ANA KAYNAK

1- Yanma esnasında oluşan dioksin: Özellikle evsel katı atıklar ve artıkların yakılması, demir-çelik sanayiinde cevherin işlenmesi ve eritilmesi sırasında kullanılan yüksek sıcaklık, kömür, odun ve petrol ürünlerinin yakılması olarak sıralanabilir

2- Kimyasal üretim ve işleme sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler klorlu fenoller, poliklorlu bifeniller, fenoksi grubu herbisitler (örneğin: 245-T gibi yurdumuzda yaygın olarak kullanılanlar), klorlu benzenler gibi birçok kimyasal maddenin üretimi esnasında oluşabilmektedir

3- Endüstriyel ve evsel atıkların işlenmesi sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler doğal olarak oluşan fenolik bileşiklerin klorlanması esnasında (örneğin: kâğıt hamurunda olduğu gibi) oluşabilir

4- Su depolama alanlarındaki dioksin: Dioksin grubu kimyasallar suda iyi çözünemedikleri ve kalıcı oldukları için, toprakta, sedimentte ve organik maddelerde birikebilirler Su kaynaklarını kirleten bu maddeler daha sonra taşınarak başkaca su kaynaklarına kolayca bulaşabilir, ancak genelde bu bulaşma etkisinin çok yaygın olmadığı ve bölgesel olarak etkisini gösterdiği saptanmıştır


DİOKSİN VE ÇEVRE SAĞLIĞI

Günümüzde dioksinlerin insan sağlığı bakımından ne denli ciddi etkilerinin olduğu daha iyi biliniyor Birçok toksik kimyasal ile karşılaştırdığımızda, dioksinler onlardan yüzlerce hatta binlerce kez daha düşük dozlarda alındığında bile, daha toksik etkilere neden olabilmektedir Bu nedenle bu konuda yapılan araştırmalara insan ve çevre sağlığı bakımından büyük bir önem verilmektedir

Vücuda çok düşük miktarlarda alınan dioksin hormonal sistemin bozulmasına yol açabilir Bu etkisini hormon reseptörlerine bağlanarak gösterir Bu nedenle dioksinler bilinen tüm kimyasal kirleticiler içinde, "hormon bozucular" ya da "endokrin bozucular" dediğimiz kimyasalların en başta gelenlerindendir Bu etkisi sonucunda,

* hücrede genetik mekanizmaların bozulmasına yol açabilir, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, kanserlere, sinir sistemi bozukluklarına ve doğumsal kusurların ortaya çıkmasına neden olabilir Amerika Çevre Koruma Kurumu (EPA) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dioksinler kanser yapıcı kimyasal maddeler grubuna dahil edilmektedir

Ancak, insanların dioksine maruz kalmasına bağlı olarak, doğrudan elde edilen epidemiyolojik veri sayısı yeterli düzeyde olmadığından, olası etkiler deney hayvanları üzerinde yapılan gözlem ve araştırmalara dayanıyor Özellikle embriyonal gelişim esnasında bu maddelere fötüsün maruz kalması sonucunda hücresel fonksiyonlarda belirgin şekilde ortaya çıkabilecek kusurlar ya da değişimler, gelişimin bozulmasına yol açabilir

Yapılan çalışmalar dioksin toksisitesi için belirli bir eşik dozun bulunmadığını ve vücudumuzda çok düşük dozlarda alınması sonucunda bile bu maddeye karşı bir savunmanın tam olarak geliştirilemediğini göstermektedir

Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalara bağlı olarak, insanların günde ancak 1 ng/kg (1 mg'ın milyonda biri) düzeyinden daha düşük dozlarda dioksine maruz kalması durumunda embriyonal gelişim bakımından önemli düzeyde bir riskin ortaya çıkmayacağı rapor edilmektedir

Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden birinin deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimler olduğu (Chloracne) bildirilmektedir Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş ve büyük olasılıkla dioksin zehirlenmesi şüphesine bağlı tanı da bunun üzerine konulabilmiştir


BESİN ZİNCİRİNDE

Çevresel kirleticilere bağlı olarak tüm yaşam ortamlarında dioksin kirliliği görülebilir Dioksin çevrede oldukça kalıcı ve yağda kolay çözünebilir bir madde olduğundan dokularda kolayca birikime uğrar Bunun sonucu olarak özellikle besin zinciri yolu ile canlıdan canlıya taşınması ve her birinde giderek daha yüksek dozlara ulaşması söz konusudur Örneğin dioksin ile kirlenmiş olan sularda yaşayan balıklar aracılığı ile bunları tüketen insanlar, dioksin ile kirlenmiş çayırlıklarda beslenen hayvanların etini yiyen insanlar bu maddenin etkisine maruz kalabilir Doğada oldukça kalıcı bir madde olduğundan, sürekli olarak kirlenen ortamlar bunun sonucunda hem ekosistem dengesini bozacak, hem de o ortamda yaşayan insanlar için ciddi bir sağlık sorunu oluşturacaktır

Daha sağlıklı bir çevrede yaşamak ve sağlıklı çevrenin gelecek kuşaklara bırakılmasını sağlamak açısından, Türkiye'nin AB kapısında iken çevreye daha fazla duyarlı olması kaçınılmazdır Bu nedenle tüm çevresel kirleticiler ve özellikle dioksin ve benzeri kirleticilerin kaynaklarının en aza indirilmesi, dioksin kirliliğine neden olan atıkların mutlaka ön arıtımdan geçirilerek bu maddenin kökeninin ortamdan uzaklaştırılması, organik klorlu pestisitlerin kullanımından kesinlikle vazgeçilmesi ve halk sağlığının korunması için toplumun bu konularda daha fazla bilinçlendirilmesinin zamanı çoktan geçiyor AB trenine binemesek bile, bizler bu topraklarda var olan muhteşem doğal zenginliklerimizle yaşamaya devam edeceğiz Çevreye saygı, geleceğe yatırım demektir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #78
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Uzmanlardan Ailelere Uyarı

--------------------------------------------------------------------------------

Doğumdan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kan fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeğin zeka özürlü olmasını önlüyor

Uşak İl Sağlık Müdürü Ali Taşçı, doğumdan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kanın fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeğin zeka özürlü olmasını önlediğini söyledi

Fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeklerin diğer bebeklerden ayırt edilemediğini ifade eden Uşak Sağlık İl Müdürü Dr Ali Taşçı, erken tanı konması halinde hastalığın tedavi edilebileceğini söyledi Doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde anne sütü aldıktan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kanın bebeğin zeka özürlü olmasını önleyeceğini belirten Dr Taşçı, "Çocuklarımızı tehdit eden önemli hastalıklardan birisi de kalıtsal metabolizmaya bağlı bir hastalık olan fenilketonüridir Bu hastalıkla doğan çocuklar, proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli aminoasiti vücutta kullanamaz Bunun sonucunda kanda ve diğer vücut sıvılarında artan fenilalanin ve onun artıkları çocuğun gelişmekte olan beynini harap eder Tedavi edilmediği takdirde hastalık ağır zeka geriliğine neden olur" dedi

Fenilketonüri hastalığının bebeğin beyni etkilenmeden, erken tanınmasının önemli olduğunu vurgulayan Dr Taşçı, "Bu amaçla geliştirilmiş her yeni doğan çocuğa uygulanabilen bir tarama testi vardır Doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde özel bir filtre kağıdına alınan 2 damla kan teşhis için yeterlidir Hastalık erken teşhis edildiğinde uygun diyet tedavisiyle zeka geriliği önlenebildiği için gelişmiş ülkelerde tüm yeni doğanların fenilketonüri yönünden taranması zorunluluğu var Tedavide genel ilke gıdalarla alınan fenilalanin miktarını azaltarak, kanda fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır Diyet tedavisinde fenilalanini çok azaltılmış ya da fenilalanin içermeyen özel ve ilaç niteliğinde mamaların ve tıbbi ürünlerin kullanılması gereklidir Fenilketonüri yeni doğan taramasıyla saptanıp ilk 3 ayda tedaviye başlanmazsa, zihinsel özür gelişmesi kaçınılmazdır" diye konuştu


İHA

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #79
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Verem Öldürmeye Devam Ediyor

--------------------------------------------------------------------------------

Nedeni belli, tedavisi mümkün, korunulabilir bir hastalık olmasına karşın tüberkülozun hala dünyada insanları en çok öldüren 10 hastalık arasında bulunduğu belirtildi
Günümüzde her gün 22 bin kişide veremin geliştiğini ve 9 bin hastanın veremden öldüğünü kaydeden Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr Tevfiek Özlü, bir yılda veremden ölenlerin sayısının 3 milyonu bulduğunu söyledi Aşağı yukarı her 10 saniyede bir kişinin dünyada veremden öldüğüne ifade eden Prof Dr Özlü, "İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde yeryüzünde bu kadar tüberkülozlu hasta olmamıştır Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 1993'te tüberküloz salgınının önlenemediğini itiraf ederek acil durum ilan etmiştir 2005'e gelindiğinde de durum benzerdir Bu yıl için hesaplanan rakamlara göre, yeryüzünde yaşayan her üç kişiden biri verem mikrobuyla tanışmış olup, günün birinde verem hastası olmaya adaydır Yılda 62 milyon kişi mikrobu almakta ve 10 milyon kişi hastalanmaktadır Tüm veremli hastaların sayısı ise 23 milyon olarak tahmin edilmektedir Eskiden sadece gelişmemiş ülkelerle, fakir ve sefalet içerisinde yaşayan insanların hastalığı olarak kabul edilen verem, günümüzde küreselleşme, hızlanan nüfus hareketleri ve AIDS salgınına bağlı olarak sınır tanımamaktadır ve zengin toplumlarda ve çok popüler kişilerde de sık rastlanır olmuştur Artık kimse güvende değildir" dedi
Türkiye'nin hastalığın orta sıklıkla rastlandığı coğrafyada yer aldığına dikkat çeken Tevfik Özlü "Nüfusumuzun dörtte birine verem mikrobu bulaşmış haldedir 200 bin civarında verem hastası olduğu ve her yıl 30-40 bin yeni hastanın ortaya çıktığı sanılmaktadır Tüberküloz karşısında tıp aciz değildir Tüberküloz, tıbben hem kolay teşhis edilebilen hem de yüzde 100'e yakın başarı oranıyla tedavi edilebilen ve hatta büyük oranda korunulabilen bir hastalıktır Bu bakımdan tüberküloz tıbbi bir sorun değildir Yönetimsel bir sorundur" diye konuştu

TÜBERKÜLOZUN KONTROL ALTINA ALINAMAMASININ NEDENLERİ
Prof Dr Özlü, tüberküloz olgularının ve ölümlerin yüzde 90'dan fazlasının gelişmekte olan ülkelerde olduğunu ve olguların yüzde 75'inin üretken yaş grubunda (15-54 yaş) yer aldığını belirterek şunları söyledi:
"Tüberkülozlu hasta sayısı yılda yüzde 2,4 oranında artmaktadır Bu artış, yoksulluk, gelir dağılımının bozulması, yetersiz beslenme, savaşlar, nüfus hareketleri, AIDS salgını, alkolikler, evsizler, mahkumlar, göçmenler gibi risk gruplarındaki artış, yanlış veya eksik tedaviler, direnç gelişimi ve sağlık hizmetlerinin sunumundaki aksaklıklardan kaynaklanmaktadır Görüldüğü gibi ekonomik dengeler, gelir dağılımı, yaşam koşulları, savaş ve göçler ve sağlık hizmetlerinin yeterince ulaşılabilir olmaması gibi yönetimsel sorunlardan kaynaklanmaktadır"
Ülkemizde tüberkülozun kontrol altına alınamamasının nedenlerini ise Prof Dr Özlü, şu şekilde sıraladı:
" - Birinci ve ikinci basamak sağlık kurumlarında mikroskopik olarak verem mikrobunun tanınmasına dönük işlemlerin yaygın olarak yapılamaması,
- Verem teşhisi konan hastaların yasal olarak zorunlu bildirimlerinin yapılmaması,
- Verem hastalarının tedavilerinin doğrudan gözetim altında yapılamaması,
- Tedavi başlanan olguların sonuna kadar izlenememesi,
- Hasta eğitiminin yapılamaması ve hastalarımızda tedaviye uyumsuzluk,
- Yanlış veya eksik tedavi rejimleri,
- Verem savaşındaki personelin eğitim ve motivasyon eksikliği"

VEREMLE SAVAŞTA YAPILMASI GEREKENLER
Prof Dr Özlü, verem savaşında yapılması gerekenleri ise şu şekilde özetledi:
"- Uygun yakınmaları olan kişilerin balgam örneklerinde mikroskobik muayeneyle verem mikrobunu araştırmak,
- Tanı konmuş hastaların tedavilerini sonuna kadar gözetim altında uygulamak,
- Doğum sonrası 2 ayda ve ilkokul 1 sınıfta BCG aşılamasını yapmak,
- Verem teşhisi konmuş hastaların yakınları ile temaslı olduğu kişileri taramak, gerekirse ilaçla korumaya almak,
- Halkı verem konusunda bilgilendirmek,
- Hasta ve hasta yakınlarını eğitip tedavilerini yanlış ve eksik yapmalarını önlemek,
- Verem teşhis ve tedavisiyle ilgili sağlık hizmetlerini kolay ulaşılabilir hale getirmek ve ücretsiz sağlık hizmeti verildiğini kamuoyuna duyurmak,
- Verem tanısı almış tüm hastaların kim tarafından teşhis edilmiş olursa olsun mutlaka hastaya en yakın verem savaş dispanserine bildirmek ve ilgili dispanser tarafından takip edilebilmesini temin etmek,
- Dispanserlerde tüberküloz tedavisiyle ilgili tüm ilaçları yeterli dozlarda ve kesintisiz bulundurmak,
- Dispanserde çalışan hekimlerin meslek içi eğitimlerini yapmak ve verem savaşında motivasyonlarını güçlendirecek moral ve ekonomik önlemleri almak,
- Verem savaşında taraf olabilecek tüm kesimlerin (Tıp Fakülteleri, Verem Savaş Dernekleri, Hekimlerin Uzmanlık Dernekleri, Basın ve gönüllü kuruluşlar gibi) koordinasyonunu sağlamak" İHA

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #80
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Hiperaktif çocuklara balık yağı


Omega-3 yağ asidi, dikkat eksikliği için de öneriliyor
Hiperaktif çocuklarda, Omega-3 yağ asidi içerikli şuruplar, rahatsızlığın giderilmesinde yarar sağlıyor

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Hasan Koç, ''özellikle hiperaktivite gözlenen çocuklarda, Omega-3 yağ asidi içerikli şuruplar, rahatsızlığın giderilmesinde büyük yarar sağlıyor Bunu hastalarımızda net bir şekilde gözlemliyoruz" dedi

Hamilelik sırasında dengeli beslenmeyen annelerin çocuklarında vitamin ve mineral eksikliğine bağlı olarak bazı rahatsızlıklar görüldüğünü de söyleyen Koç, ''hamilelik ya da bebeklik döneminde, beyinsel gelişim için gerekli vitamin ve mineralleri alamayan çocuklar için, Omega-3 yağ asidi takviyesi önerilmekte'' dedi

"Yararlı olduğu bir başka rahatsızlık ise dikkat eksikliği"

Omega-3'ün balık yağında bulunduğunu belirten Koç, "bu vitamin grubunun yararlı olduğu bir başka rahatsızlık ise ilköğretim çağındaki çocuklarda sıkça görülen dikkat eksikliği" dedi

Şurupların düzenli kullanımının dikkat toplama güçlüğünü azalttığını da söyleyen Koç, "bu şuruplardan, 1-6 aylık bebeklere günde bir çay kaşığı, 7-12 aylık bebeklere bir tatlı kaşığı, bir yaş üzeri çocuklara ise bir yemek kaşığı içirilebilir Söz konusu ilaçların, hekim gözetiminde kullanılmasında yarar var'' diye konuştu

"Avrupa'daki araştırmalar gelişmeyi ortaya koyuyor"

Türkiye'de Omega-3 yağ asidi kullanımıyla ilgili bilimsel bir araştırmanın yapılmadığını da vurgulayan Koç, "Avrupa'da yapılan araştırmalar, vitamin-mineral eksikliği tespit edilen çocukların, Omega-3 yağ asidi verilmesiyle beyinsel gelişme gösterdiğini ortaya koyuyor" dedi

Koç, vitamin bileşeninin, tüm yaş grupları tarafından da kullanılabileceğini söyledi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #81
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Ayak masajıyla gelen sağlık

--------------------------------------------------------------------------------

Dünyaca bilinen ayak masajının ünlü Çinli gruplarından Lıankzı, özel bir şirket aracığıyla artık Türkleri de ayaklarından rahatlatacak ve günün tüm stresini alırken, bazı rahatsızlıkları söyleyecek


Çin'den Moskova aktarmalı Türkiye'ye gelen 15 kişilik uzman grup, Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali'nde basın mensuplarının sorularını yanıtladı Grup üyeleri, ayak masajı ile insanın tüm gün içinde yaşadığı stresi, yorgunluğu üzerinden atmasına yardımcı olurken, kaliteli bir uyku ve bazı bilmediği hastalıkları da ortaya çıkarttığını söyledi Çinli grubun Türkiye'ye getirilmesini sağlayan Ayak Masaj Hizmetleri Şirketi basın danışmanı Nurten Kılavuz ise Türkiye'de hedef kitlelerinin yoğun iş temposu ve stres altında çalışanlar olduklarını ve Maslak Princess Otel'de hizmet vereceklerini kaydetti


Kılavuz, "Ayak masajının Türkiye'de profesyonelce yapılmadığını ve yapılan bazı yerlerde de yanlış uygulamalar olduğunu gördük Yaptığımız araştırmalar sonrasında Çin'de en iyi ve uzman kadroya sahip bir grup bulduk Artık Türkiye'de de isteyen, ayak masajı sayesinde bütün yorgunluğundan ve stresinden arınacak" dedi
Ayak masajını Türkiye'ye tanıtmak için gelen 15 kişilik Çinli grup, havalimanında marşlarını söyledi Ayak masaj uzmanlarının marşları ve felsefesi olduğunu, bunun için önemli ve titiz bir eğitim alınması gerektiğini söyleyen masaj uzmanları, kendileri için önemli olan marşları da söylemeyi ihmal etmedi Bir anda havalimanında ilgi odağı olan Çinli ayak masajı uzmanları, söyledikleri marşlarla herkesin dikkatini üzerlerine topladı Dinleyiciler, her marşın bitmesi sonrasında ise alkışlamayı ihmal etmedi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #82
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Sınav stresi diyabete neden oluyor

--------------------------------------------------------------------------------

Doktorların yaptıkları incelemeler sonucu erişkin tipi diyabetin son yıllarda artmaya başladığı ortaya çıktı Bunun nedeni ise başta stres olmak üzere, aşırı şişmanlama ve yanlış beslenme olarak açıklanıyor

Mediclinecom'da yer alan haberde, son yıllarda strese bağlı olarak, okullara giriş sınavları döneminde çocuklarda şeker hastalığının birden bire artığına dikkat çeken uzmanlar, travmaların, ameliyatların da artış gösterdiğini ve 7 yaşına kadar çocuğun her şeyi yediği için teşhis konulamadığını belirtiyorlar Uzmanlar özellikle kola ve üzümün şeker hastalığına neden olduğunu kaydeden uzmanlar, hastalar üzerinde yapılan incelemede her 100 çocuktan 10'unun aynı şikayetle diyabet komasına girererk hastaneye geldiğini vurguluyorlar

Diyabetin iri doğanlarda görülme oranının yüzde 18 olduğunu belirten doktorlar, 4 kiloyu geçen her çocukta diyabet riski olabileceğini ve beslenme konusunda ailelerin ölçüyü bilmediği için çocuğa yeterli şekerli gıdayı vermediğini bildiriyorlar Doktorlar, gizli bir hastalık olarak nitelendirdikleri diyabetin tedavisinde ise 4 esas olduğunu belirtiyorlar Bunlar diyet (tıbbi beslenme), fizik aktivite, ilaç kullanımı ve eğitim

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #83
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Omurgayı tutan romatizmal hastalıklar

Bel ve boyun fıtığı dışında da bel ve boyunda ağrılara yol açan başka hastalıklar da vardır Bunların başında romatizma gelir Bazı romatizma tipleri omurgayı etkiler ve genetik yolla önceki kuşaklardan alınır Ama kalıtsal bir bağlantının varlığı, sizde görülen hastalığın mutlaka çocuklarınızda görüleceği anlamına gelmez Bir kişide belirli bir romatizma tipine özgü gen bulunsa da, asla romatizma belirtileri gelişmeyebilir

Ankilozan spondilit

Halk arasında Prof Ahmet Mete Işıkara ve Suna Pekuysal hastalığı olarak bilinir “Kaynaşma” (ankiloz) ve “omur iltihabı” (spondilit) anlamındaki sözcüklerden türetilmiş olan adı, bu hastalığı oldukça iyi tanımlar Ankilozan spondilit kalça, omuz, kaburga, bel ve ensede sertlik ve ağrıya, kemiklerin birbiriyle kenetlenip kaynaşması sonucunda omurganın esnekliğini yitirmesine yol açar Eğer ankilozan spondilitli bir akrabanız varsa, bu hastalığa yakalanma riskiniz artar Hastalık genellikle 30’lu yaşlarda gelişir ve erkeklerde daha çok görülür Tanıda gecikme çoğu zaman ciddi hasra yol açar Anne ya da babada ankilozan spondilit varsa, çocukların bu geni taşıma olasılığı yüzde 25-50 dolayındadır Gen kalıtım yoluyla geçmişse, hastalığın gelişme olasılığı onda birdir



Ankilozan spondilit yavaş yavaş ilerler ve tedavi edilmezse sonunda bütün omurga kaynaşıp “yekpare” duruma gelebilir Belirtiler arasında kronik bel ağrısı, soluk alındığında göğsün genişlemesi ve arkaya doğru hareket yeteneğini giderek yitirmesi, omurgayı leğen kemiklerine bağlayan sakroiliyak (sağrı-böğür) eklemlerinde röntgen filmleriyle saptanabilir bozulmalar, yüksek sedimantasyon hızı ve romatoit faktörün yokluğu sayılabilir HLA-B27 doku antijeni arandığında genellikle pozitif çıkar Tedavi için bir yandan iltihap giderici ilaçlar kullanılırken, bir yandan da germe ve eklem açma hareketlerini kapsayan egzersizler yapılır Hastalığın kaburgaları etkileyip soluk almayı sınırlamasını önlemek açısından, vücudu doğru konumlarda tutmanın büyük önemi vardır Gece yatarken yüksek yastıklar kullanılmamalıdır Uyku sırasında başın yüksekte tutulması, hastalıktan zaten etkilenmiş boyun omurlarının kalıcı biçimde eğri kalma olasılığını arttırır Hekim ayrıca sigarayı bırakmanızı isteyecek, kullanmanız için kortizon içermeyen antienflamatuar ilaçlar (özellikle indometasin) verecektir Eğer bu hastalık erken dönemde tanınırsa tedavisi oldukça yüz güldürücüdür Bu nedenle özellikle anne ve babaların vücudunu öne doğru eğik tutan ergenlik çağındaki çocuklarını mutlaka doktora götürmeleri gerekir Hastalık ilerlerse geri dönüş çok zordur Her ne kadar Almanya’da bu konuda bir aşı geliştirilmişse de tıbbi açıdan tam olarak onaylanmamıştır İlerlemiş vakalarda son zamanlarda piyasaya sürülen infoksilab içeren ilaçlar kullanılabilir Ama bu ilaçlar pahalı ve yan etkileri fazla olan ilaçlardır Bu nedenle erken teşhis için dikkatli olunmalıdır

İltihaplı bağırsak hastalığı artriti


İltihaplı (enflamatuar) bağısak hastalığı, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi bağırsak sorunlarını kapsar Ülseratif kolitlilerin % 10, Crohn hastalığı olanların % 20 kadarı ilişkili iki romatizma tipinden birine yakalanmaktadır Bunlardan biri ankilozan spondolite benzeyen bir omurga romatizması tipidir Diğeri ise daha çok el, diz ve dirseklerde sabahları ağrı ve katılığa yol açar İltihap giderici ilaçlar kullanmaya ve doğrudan bağırsak hastalığını daha iyi denetim altına almaya dayanan bir tedavi uygulanır

Sedefli romatizma (psoriyatik artrit)

Tıp dilinde psoriyaz denen sedef hastalığını bilirsiniz Deride şişme, kızarma ve genellikle kullanmayla kendini belli eden bu hastalık, her on hastanın birinde muhtemelen romatizmaya da yol açar Sedefli romatizma eklemlerin ağrımasına neden olursa da, genellikle bu eklemlere işlevsiz hale getirmez Tedavi için aspirin gibi iltihap gidericiler ve bazen başka ilaçlar kullanılır, hareket aralığını koruyan egzersizler yapılır Sedefli romatizmada genellikle vücudun her iki yanındaki aynı bölgeler etkilenmez Ciddi vakalarda el ve ayak parmakları sosise benzer biçimde şişebilir Yapılan incelemelerde romatoit faktörün negatif, sedimantasyon hızının yüksek olduğu görülür; ürik asit düzeyi yüksek çıkabilir Röntgen filmi hekimin eklem yada kemik hasarı olan bölgeleri görmesini sağladığından yararlıdır

Reiter sendromu

Genellikle erkeklerde görülen bu romatizma tipi, cinsel yolla bulaşan üretrit (idrar yolu iltihabı) gibi bazı hastalıklara ya da şiddetli ishale yol açan dizanteri gibi bir mide-bağırsak enfeksiyonuna tepki olarak gelişir Buna reaktif (tepkisel) artrit de denir


Çünkü eklemler vücutta iltihaplanmayı başlatan enfeksiyona tepki gösterir Belirtiler genellikle cinsel birleşmeyle bulaşan idrar yada üreme yolu enfeksiyonlarından (enfeksiyona bağlı olarak genellikle sık idrara çıkılır ve idrar yaparken yanma hissedilir) ya da mide-bağırsak sorunlarından bir-dört hafta sonra ortaya çıkar Diz, bilek ya da ayaklardan biri duyarlılık kazanır ya da şişer Ateş ve kilo kaybına sık rastlanır Kaburgalarda, sırtta, belde, topukta ve Aşil tendonunda ağrı duyulabilir Ayrıca gözlerde şişme ve kızarma, döküntü ve idrar yolu iltihabı gibi belirtiler sayılabilir Hekim muayeneye, kan tahlillerine ve röntgen filmine dayanarak Reiter sendromu tanısına varır Bu hastalıkta çekilen filmler sakroiliyak eklem çevresindeki kemik sorunlarını ortaya koyar Bazı vakalarda antibiyotikler yararlı olabilir Diğer durumlarda ise hastanın dinlenmesi, ağrıya karşı kortizon içermeyen antienflamatuar ilaçlar ve bazen deri sorunları için kortikosteroitler kullanması gerekir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #84
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Peynir dişin çürümesini önlüyor


Uzmanlar, şekerli, yapışkan gıda yendikten sonra dişlerin fırçalanmasının mümkün olmadığı durumlarda ağzın suyla çalkalanmasını ya da bir bardak su içilmesini öneriyor Yine uzmanlar, şekerli gıda yendikten sonra ağza atılacak bir parça peynirin, şekerin dilleri çürütme etkisini giderme açısından da son derece önemli olduğunu belirtiyor

Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) web sitesinde diş sağlığı için önerilen beslenme şekli anlatıldı Gıda maddeleri, şekerli ve asitli gıdalar ile dişler üzerine yapışıp kalan, kolay temizlenemeyen maddelerin diş sağlığı için sakıncalı olduğunu bildiren TDB, bunları tamamen kesmek yerine belirli bir düzen içinde tüketmenin daha doğru olacağını kaydetti Şekerli, yapışkan ya da asitli gıdaların 3 ana öğün içinde tüketilmesini öneren TDB, "Öğün aralarında elma, havuç gibi sert dişleri temizleyip dişetine masaj yapacak gıdalar yenmelidir Şekerli, yapışkan gıda yendikten sonra dişlerin fırçalanması mümkün değilse ağız suyla çalkalanmalı ya da bir bardak su içilmelidir Yine şekerli gıda yendikten sonra ağza atılacak bir parça peynir, şekerin dişi çürütme etkisini gidermesi açısından son derece önemlidir" uyarısında bulundu Sitede diş çürüğünün eskiye oranla daha fazla görüldüğü vurgulanarak şu bilgiler verildi:


"Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde diş çürüğüne eskiye oranla daha sık rastlanıyor Bunun nedeni beslenme alışkanlıklarının değişmesidir Eski insanlar sert gıdalarla beslendikleri için doğal yollarla dişlerde bir temizlik sağlanırdı Günümüzde hazır gıda endüstrisinin gelişmesiyle birlikte bu tür gıdaların tüketimi de arttı Bisküvi, şeker, çikolata, kola gibi her an elimizin altında olan bu gıda maddeleri dişlerin üzerine yapışıp kalan ve asit oluşturan maddeler oldukları için günümüzde diş çürüğü artışının başlıca sorumluları olarak kabul ediliyorlar Diş dostu olarak kabul edilen gıda maddelerinin başında proteinler gelir Vücudumuzun temel yapı taşını oluşturan bu maddeler hem dişlerin gelişimi sırasında, hem de dişler sürdükten sonra diş sağlığı açısından da mutlaka tüketilmesi gereken gıda maddeleridir Yüksek protein içeriğinin yanı sıra diş sağlığındaki önemi açısından peynir, özellikle şekerli gıda tüketimi sonrası şiddetle tavsiye edilen bir besindir Yer fıstığı da içeriğindeki fosfat nedeniyle çerez türü yiyecekler arasında diş dostu olarak nitelendirilen bir besindir Rafine edilmemiş hububat (beyaz undan yapılmış ekmek yerine kepekli esmer ekmek) diş sağlığı açısından tercih edilmelidir"

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #85
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Büyüme Hormonu Tanımı

Büyüme Hormonu her insanda bulunan ve çocukluk döneminde büyümeyi düzenleyen bir hormondur Bu hormonun yetersiz salgılandığı çocuklarda büyüme yaşıtlarına göre daha yavaş olur

Eğer çocuğunuz yeterince büyümüyorsa Büyüme Hormonu eksikliğinin olup olmadığının ortaya çıkarılması için bir dizi test yapılmalıdır Büyüme Hormonu konsantrasyonu 24 saatlik idrarda ölçülebilir


Bu testlerin amacı, çocuğunuzun Büyüme Hormonu düzeylerinin normal, normalin altında ya da tamamen eksik olup olmadığının anlaşılmasıdır


Uygun dozda ilaç verilebilmesi için çocuğun Büyüme Hormonu düzeyi çok önemlidir Düşük veya yüksek düzeyde Büyüme Hormonu eksikliği olan çocukların hormon tedavisinden yararlanmaları hepimiz açısından oldukça mantıklıdır, fakat ilginç olarak hormon düzeyleri normal çocuklar da zaman zaman bu tedaviden yarar görebilmektedirler Bunun nedeni sözkonusu çocuklarda salınan hormonun büyümeyi sağlayan bölgelerde etkili olmamasıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #86
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Yetişkinlerin üçte biri tansiyon hastası olacak

ABD'de yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, 2025'te dünyadaki yetişkin nüfusun üçte ikisi yüksek tansiyon hastası olacak

Tıp dergisi Lancet'te yayımlanan araştırmaya göre, 2025'te yüksek tansiyon hastalarının sayısı bugünkünden yüzde 60 fazla olacak


Yüksek tansiyon hastalarının sayısının gelişmiş ülkelerde yüzde 24, üçüncü dünya ülkelerinde yüzde 80 artacağı belirtildi


2025'te yüksek tansiyon hastalarının dörtte üçünü gelişmekte olan ülkelerin vatandaşlarının oluşturacağı kaydedildi


Yüksek tansiyon ve buna bağlı hastalıklar büyük ölçüde batı tarzı yaşam biçimine bağlanıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #87
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Türkiye'de 30 bin hemodiyaliz hastası

--------------------------------------------------------------------------------

Türkiye'de, yaklaşık 30 bin kronik böbrek yetmezliği hastası, haftanın 3 günü diyaliz cihazına bağlı olarak 'bir gün böbrek nakli olabilmek umuduyla' yaşamını sürdürmeye çalışıyor Ancak bu hastaların yılda, sadece 500'ü bu imkana kavuşuyor
Türkiye'de 211'i Sağlık Bakanlığı'na bağlı toplam 480 diyaliz merkezinde, kronik böbrek hastalarına diyaliz hizmeti veriliyor Sağlık Bakanı Recep Akdağ, diyaliz hizmetlerinin kronik böbrek hastalarının yaşam umudu olduğunu belirterek, kronik böbrek hastaların verilen diyaliz hizmetlerinin ülkenin her noktasına ulaştırılmasında hayırsever vatandaşlardan ve özel sektörden destek beklediklerini söyledi Akdağ, yaptığı yazılı açıklamada, "Bakanlığımızca bölgelerde gerek cihaz temini gerekse personel eğitiminin sağlanması ve mekanların diyaliz hizmetine uygun hale getirilme çalışmaları, hayırsever vatandaşlarımızın ve özel sektörün desteğiyle hız kazanmaktadır" dedi Diyaliz Merkezleri Yönetmeliği ile yürütülen diyaliz hizmetlerinden yararlanan hemodiyaliz hasta sayısının toplam 26 bin 707 olduğunu ifade eden Bakan Akdağ, şu ifadelere yer verdi:
"211'i bakanlığımıza bağlı toplam 480 diyaliz merkezinde, 211'i bakanlığımıza bağlı toplam 6 bin 413 hemodiyaliz cihazı bulunmaktadır Hemodiyaliz hastası sayısının toplam 26 bin 707 olduğu göz önüne alındığında, cihaz başına düşen hasta sayısının 4,2 olduğu görülmektedir Mevcut cihazların kullanım yılları, modelleri, ülke genelindeki dağılımı dikkate alındığında, cihaz ve merkez sayısında eksiklik ve düzensizlikler göze çarpmaktadır" diye konuştu Türkiye'de diyaliz hizmetine ihtiyacı olup da ulaşamayan hastanın bulunmadığını anlatan Bakan Akdağ, "Ancak hastaların ikamet ettiği yerlerde bu olanağı bulamayıp göç yada zorlu ulaşımla bu hizmete kavuşuyor olması, hizmet kalitesinin artırılması gereğini göstermektedir"


Sağlık Bakanı Akdağ, günün değişen şartları ve Türkiye'de, 'Sağlıkta Dönüşüm Programı' ile sağlanan önemli gelişmelere paralel olarak, diyaliz hizmetleri mevzuatında değişiklik yapılması gerektiğini kaydetti Akdağ, mevzuat değişikliğiyle eğitim ve araştırma hastaneleri bünyesinde yer alan diyaliz üniteleri haricindeki diğer diyaliz merkezlerinin açılış, işleyiş ve denetimlerinin il sağlık müdürlüklerine devredilmesinin gerekli olduğunu vurguladı Akdağ, "Bu yolla gerek bölge şartlarını gerekse hasta potansiyelini birebir izleyebilen planlama ve işleyiş denetimi sağlanabilecektir" dedi Ünite dağılımının ülke çapında yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla, 13 diyaliz ünitesinin 2004 yılı sonuna kadar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde faaliyete geçirileceğini ifade eden Akdağ, "Hemodiyaliz hasta sayısının 26 bin 707, periton diyalizi hasta sayısının 3 bin 855 olduğu, diyaliz hasta sayısı artış oranının binde 40 olarak izlendiği ülkemizde, verilen diyaliz hizmetinin devlet-vatandaş işbirliğiyle daha kaliteli hale getirilebileceği muhakkaktır" ifadelerini kullandı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #88
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Kirli çorap, tırnak mantarına yol açıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Değiştirilmeyen kirli çoraplar ile ortak kullanılan duş ve banyoların tırnak mantarına yol açtığı bildirildi Uzmanlar, tırnak mantarına yakalanmamak için el ve ayakların sürekli temiz tutulması konusunda vatandaşları uyardı


İHA muhabirinin bu konuda derlediği bilgilere göre, 'Onikomikoz' olarak adlandırılan tırnak mantarı enfeksiyonu 'Dermatofit' adı verilen organizmalar tarafından oluşturuluyor Tedavisi mümkün bulaşıcı bir hastalık olan tırnak mantarının mutlaka doktor gözetiminde tedavi edilmesini öneren uzmanlar, "Bu yalnızca bir kozmetik sorun değil, tırnak yatağı ve plağını tutan bir enfeksiyondur Tırnak mantarı tüm tırnak hastalıklarının yaklaşık yüzde 50'sini oluşturur" uyarısında bulundu Tırnakta mantar enfeksiyonu varsa bunun görülebildiğini, kokusunun veya ağrının hissedilebildiğini vurgulayan uzmanlar, hastalığın, tırnaklarda sarı, yeşil veya kahverengi renklenme, tırnaklarda pul pul kalkma, tırnak altında kir birikmesi, ayaklarda kötü koku ve ayak tırnaklarında acı ile ortaya çıktığını kaydettiler Yavaş ve kronik seyreden tırnak mantarının en sık rastlanılan tırnak hastalığı olduğunu belirten uzmanlar, tüm dünyada tırnak mantarının görülme sıklığının değiştiğini ifade ettiler Mantarın genellikle tırnağın altına girerek burada etkili olmaya başladığını ifade eden uzmanlar şu bilgileri verdi:


"Tırnağa hasar veren her şey mantarın içeri girmesini kolaylaştırabilir Zedelenme, el ve ayak tırnağına sert bir cisimle vurulması, ayak tırnağına basılması, tırnakların çok dipten kesilmesi, ayak parmaklarını sıkıştıran küçük ucu sivri ayakkabılar tırnak mantarına yol açabilir Tırnak mantarı bulaşıcıdır Enfeksiyona neden olan mantarlar ortak kullanıma açık, ılık ve nemli yerlerde bulunurlar Soyunma odaları, yüzme havuzu, ortak kullanılan duş ve banyolar, bahçe, manikür veya pedikür aletleri tırnak mantarı bulaştırabilirler Tırnak mantar enfeksiyonu kendiliğinden iyileşmez Doktor tarafından önerilen ilaç tedavisi ve önerilere uymak gerekir Mantar enfeksiyonunda doktorunuz tarafından önerilen ilaç, hastalığa neden olan mantarın yaşadığı ve geliştiği yere tırnak yatağına yaklaşır ve enfeksiyonu ortadan kaldırır Bu şekilde doktorunuz tarafından önerilen doz ve sürede kullanacağınız ilaç ile tedaviniz gerçekleşir Doktorunuz, mantar enfeksiyonunuz için ağızdan alabileceğiniz ilaç yazabilir Ayak tırnak mantarında tedavi yaklaşık 3 ay sürer El tırnak mantarında tedavi yaklaşık 2 ay sürer Hangi tedavinin sizin için uygun olduğunu öğrenmek için lütfen doktorunuza başvurunuz"


Uzmanlar, tırnak mantarından korunmak için şu önerilerde bulunuyor:


"- Ayaklarınızı olabildiğince temiz ve kuru tutun
- Halka açık yüzme havuzu ve duş alanlarında terlik kullanın
- Ayak tırnaklarınızı, parmağın ucunu geçmeyecek şekilde düz olarak kesin
- Manikür ve pedikür için sterilize aletler veya en iyisi kendi aletlerinizi kullandırın
- Ayağınıza uyan, sivri burunlu olmayan rahat ayakkabılar giyin
- Ev içinde kullanılan havluların kişiye özel olmasına dikkat edin
- Ayaklarınız çok fazla terliyor veya nemli kalıyor ise gün içinde çoraplarınızı değiştirin"
Tırnak mantarına yakalanma riski yüksek olanlar ise şöyle sıralanıyor:
"- Diyabeti olanlar
- Dolaşım sorunları olanlar
- Bağışıklık yetersizliği olanlar (AIDS/HIV enfeksiyonu)
- 65 yaş ve üzeri olanlar
- Ayak derisinde mantar enfeksiyonu olanlar
- Ayakları çok terleyen veya sürekli nemli kalanlar
- Atletler, koşucular ve dansçılar gibi ayaklarına fazla yüklenenler"

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #89
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



İşleyen demir körelmiyor

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanların yaş ilerledikçe hafıza kayıpları yaşamasının normal olduğu, egzersiz yaparak beynin canlı tutulabileceği ve kapasitesinin artırılabileceği bildirildi




İnternet sitesi mediclinecom'da yer alan haberde, insanların yaşları ilerledikçe beynin fonksiyonlarını kullanmakta zorlandığı ve fiziksel olarak yıprandığı belirtiliyor Uzmanlar ayrıca, yaşlandıkça beynin daha yavaş çalıştığını, sinir hücrelerinin zayıflayarak öldüğünü belirtiyorlar Uzmanlar, beyinde saklı tutulan mevcut hafızanın yaşlandıkça önemli miktarlarda kaybolmadığını, bunun yerine yeni bilgileri depolayan beyin yapılarının yaş ilerledikçe zayıfladığını vurgularken, yaşlılığın tamamen kötüye gidiş anlamına gelmediğini ve yaşlı beyinlerin daha geniş bir kelime hazinesine, yazılı metinleri daha iyi anlama ve olayları daha geniş açıdan yorumlayabilme özelliğine sahip olduğunu bildiriyorlar Uzmanlar, insan beyninin 1 cm'de 1 trilyon bağlantılı 100 milyar sinir hücresi bulunduğunu ve bu hücrelerin arasında da her 1 saniyede 10 milyar kere uyarı gerçekleştiğine dikkat çekiyorlar




Yapılan bir çalışmada, her 3 kişiden 2'sinin yaşlanmayla birlikte meydana gelen doğal hafıza kaybının farkına varamadığını tespit eden uzmanlar, bir şeyin nerede olduğunu unutmanın değil, bir yere konan şeyi oraya ne zaman koyduğunuzu unutmanın beyin sağlığı açısından tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini kaydettiler Uzmanlar sağlıklı bir hafıza için fazla yemek yememeyi, yeni şeyler öğrenmek ve zihinsel egzersiz yapmayı ve bolca E ve C vitamini tüketmeyi öneriyorlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #90
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Solaryumlar Yararlı mı Zararlı mı ?



Solaryum, son zamanlarda oldukça fazla ilgi gören, sağlık ve estetik ile yakından ilgili bir konudur

Solaryum, son zamanlarda oldukça fazla ilgi gören, sağlık ve estetik ile yakından ilgili bir konudur Bronz bir tenin kişiyi ne kadar canlı, dinamik ve güzel gösterdiği bir gerçektir Ancak hemen her konuda olduğu gibi, solaryumu kullanırken de dikkat edilmesi gereken kurallar vardır Bunun yanısıra, bugün dünyada solaryumun faydası ve zararı konusunda tartışmalar hala sürmektedirOzetle basligimizi da olusturan soruya cevap olarak SOLARYUM hem zararli hem de yararli diyebiliriz

Zararlari

- Gözde katarak oluşumuna sebep olabilir
- Yanıklar
- Deri kanseri gelişimi ( ABD'de yapilan son aratirmalarla solaryumda kullanilan UVA isinlarinin deri kanseri riskini artirdigini ortaya koymustur )
- Erken deri yaşlanması
Solaryum esnasında aynı zamanda Uv A ışını yayılımı olduğundan dolayı bu ışın deride ,kanser haricinde birtakım zararlara da yol açar
Vücut savunma sistemine zarar verebilmektedir
Ayrıca bazı losyon, nemlendirici ve tedavi kremleri ile reaksiyona girerek vücuda zararlı olabilirler

Yararlari

Derinin alt tabakasına nüfuz ederek sedef hastalığına iyi gelir
Ciltteki akne ve sivilce izlerinin tedavisinde kullanılır
Solaryum ışınları metabolizmayı güçlendirerek solunumu düzenler ve soğuk algınlığına yakalanma riskini üçte bir oranında azaltır

Virüslü hastalıklara karşı vücut direncini arttırır
Kalsiyum eksikliğinden kaynaklanan kramplara karşı etkilidir
Güneş banyolarında UV-B ışınları cildin su toplamasına ve soyulmasına neden olurken, solaryumda kullanılan optimize edilmiş ışınlar sayesinde böyle bir durum söz konusu değildir
Solaryum endorfin (mutluluk hormonu) salgılanmasını sağlar, cinsel gücü artırır
Bronz ten kişinin öz güvenini artırır ve kendini iyi hissetmesini sağlar
UV-B ışınları D-vitamini üretimini sağlayarak osteoporoza (kemik erimesi) karşı koruma sağlar
Depresyonlara karşı etkilidir
Kalp ve dolaşım sistemini güçlendirir
Solaryumun,Deri Kanseri riskini artirdigi gercegini gozardi edip yine de Solaryuma giriyorsaniz asagidaki uyarilara dikkat etmenizde fayda var

Sağlıklı bronzluk için dikkat edilecek konular

Solaryum seanslarına başlamadan önce mutlaka cilt testi yaptırın
Böylelikle teninizin rengine ve cildinizin hassasiyetine göre solaryuma gireceğiniz uygun süre ve seansları belirleyebilirsiniz
Doğal bir bronzluğa ulaşmak için toplam 6 - 7 seans yeterli olmaktadır Ancak çabuk bronzlaşmak için seanslar sık sık tekrar edilmemelidir Bir hafta içinde 3 kereden fazla veya aynı gün içerisinde 2 kez solaryuma girmek tehlikelidir
Solaryumda kalacağınız süre ilk seans için 8 - 10 dakika arasında olmalı daha sonraki seanslarda ise 5' er dakika arttırılarak maksimum 20 dakikaya çıkarılmalıdır
Solaryuma girmeden önce cildin bütün kozmetik ürünlerden tamamen arındırılmış olması gerekir Ayrıca solaryum için üretilen özel ürünler olmadıkça, solaryum cihazında hiçbir güneş ürünü kullanılmamalıdır
Seans esnasında gözler kapalı tutulmalı ve koruyucu gözlük takılmalıdır Ayrıca lens kullanan kişilerin, solaryuma girmeden önce lenslerini çıkarmaları gerekmektedir
Prospektüslerinde "UV ışınlarına karşı duyarlılık yaratabilir" uyarısı olan ilaçlardan kullananlar solaryuma girmemelidirler
Alkol alındıktan sonra solaryuma girilmemelidir
Epilasyon, ağda, cilt bakımı sonrasında solaryuma girilmemelidir
Kalıcı makyaj ve lazer uygulamalarından sonra solaryuma girilmemelidir

16 yaşından küçükler solaryuma girmemelidir

Şüpheli durumlarda doktora danışılmalıdır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.