Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriSALKIMSÖĞÜT Akıyordu su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi kanadından yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı, gidenleri geri çağırmadı, baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına! Ah ne yazık! Ne yazık ki ona dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! Nal sesleri sönüyor perde perde, atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! Atlılar atlılar kızıl atlılar, atları rüzgâr kanatlılar! Atları rüzgâr kanat Atları rüzgâr Atları At Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat! Akar suyun sesi dindi Gölgeler gölgelendi renkler silindi Siyah örtüler indi mavi gözlerine, sarktı salkımsöğütler sarı saçlarının üzerine! Ağlama salkımsöğüt ağlama, Kara suyun aynasında el bağlama! el bağlama! ağlama! |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriBAHRİ HAZER Ufuklardan ufuklara ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu; Hazer rüzgârların dilini konuşuyor balam, konuşup coşuyordu! Kim demiş "çört vazmi!" Hazer ölü bir göle benzer! Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur Hazer! Hazerde dost gezer, ey! düşman gezer! Dalga bir dağdır kayık bir geyik! Dalga bir kuyu kayık bir kova! Çıkıyor kayık iniyor kayık, devrilen bir atın sırtından inip, şahlanan bir ata biniyor kayık! Ve Türkmen kayıkçı dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş Başında kocaman kara bir papak; bu papak değil : tüylü bir koyunu karnından yarıp geçirmiş başına! Koyunun tüyleri düşmüş kaşına |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriMAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ O mavi gözlü bir devdi Minnacık bir kadın sevdi Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruliii hanımeli açan bir ev Bir dev gibi seviyordu dev Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruliiii hanımeli açan evin O mavi gözlü bir devdi Minnacık bir kadın sevdi Mini minnacıktı kadın Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruliiii hanımeli açan eve Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, dev gibi sevgilere mezar bile olamaz : bahçesinde ebruliiiii hanımeli açan ev |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriŞEYH BEDREDDİN DESTANI'NDAN 1 Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi, duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler, gümüş ibriklerde şarap, bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak Çelebi Sultan Memet tahta çıkmış hünkâr idi Çelebi hünkâr idi amma Âl Osman ülkesinde esen bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi Köylünün göz nuru zeamet alın teri timar idi Kırık testiler susuz su başlarında bıyık buran sipahiler var idi Yolcu, yollarda topraksız insanın ve insansız toprağın feryadını duyar idi Ve yolların sonu kale kapısında kılıçlar şakırdar köpüklü atlar kişner iken çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi tarumar idi Velhasıl hünkâr idi, timar idi, rüzgâr idi, ahüzar idi 2 Bu göl İznik gölüdür Durgundur Karanlıktır Derindir Bir kuyu suyu gibi içindedir dağların Bizim burada göller dumanlıdırlar Balıklarının eti yavan olur, sazlıklarından ısıtma gelir, ve göl insanı sakalına ak düşmeden ölür Bu göl İznik gölüdür Yanında İznik kasabası İznik kasabasında kırık bir yürek gibidir demircilerin örsü Çocuklar açtır Kurutulmuş balığa benzer kadınların memesi Ve delikanlılar türkü söylemez Bu kasaba İznik kasabası Bu ev esnaf mahallesinde bir ev Bu evde bir ihtiyar vardır Bedreddin adında Boyu küçük sakalı büyük sakalı ak Çekik çocuk gözleri kurnaz ve sarı parmakları saz gibi Bedreddin ak bir koyun postu üstüne oturmuş Hattı talik ile yazıyor "Teshil"i Karşısında diz çökmüşler ve karşıdan bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona Bakıyor : Başı tıraşlı kalın kaşlı ince uzun boylu Börklüce Mustafa Bakıyor : Kartal gagalı Torlak Kemâl Bakmaktan bıkıp usanmayıp bakmağa doymı***** İznik sürgünü Bedreddine bakıyorlar 9 () En yumuşak, en sert, en tutumlu, en cömert, en seven, en büyük, en güzel kadın : TOPRAK nerdeyse doğuracak doğuracaktı Sıcaktı Bulutlar doluydular Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere Birden- -bire kayalardan dökülür gökten yağar yerden biter gibi, bu toprağın verdiği en son eser gibi Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına çıktılar Dikişsiz ak libaslı baş açık yalnayak ve yalın kılıçtılar Mübalâğa cenk olundu Aydının Türk köylüleri, Sakızlı Rum gemiciler, Yahudi esnafları, on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın düşman ormanına on bin balta gibi daldı Bayrakları al, yeşil, kalkanları kakma, tolgası tunç saflar pâre pâre edildi ama, boşanan yağmur içinde gün inerken akşama on binler iki bin kaldı Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek toprağı, ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber! diyebilmek için on binler verdi sekiz binini Yenildiler Yenenler, yenilenlerin dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak Edirne sarayında damızlanmış atların eşildi nallarıyla Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zarurî neticesi bu! deme, bilirim! O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim Ama bu yürek o, bu dilden anlamaz pek O, "hey gidi kambur felek, hey gidi kahbe devran hey," der Ve teker teker, bir an içinde, omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri, yüzleri kan içinde geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları 10 Karanlıkta durdular Sözü O aldı, dedi : "- Ayasluğ şehrinde pazar kurdular Yine kimin dostlar yine kimin boynun vurdular?" Yağmur yağıyordu boyuna Sözü onlar alıp dediler ona : "- Daha pazar kurulmadı kurulacak Esen rüzgâr durulmadı durulacak Boynu daha vurulmadı vurulacak" Karanlık ıslanırken perde perde belirdim onların olduğu yerde sözü ben aldım, dedim : "- Ayasluğ şehrinin kapısı nerde? Göster geçeyim! Kalesi var mı? Söyle yıkayım! Baç alırlar mı? De ki vermeyim!" Sözü O aldı, dedi : "- Ayasluğ şehrinin kapısı dardır Girip çıkılmaz Kalesi vardır, kolay yıkılmaz Var git al atlı yiğit var git işine!" Dedim : "- Girip çıkarım!" Dedim : "- Yakıp yıkarım!" Dedi : "- Yağış kesildi gün ağarıyor Cellât Ali, Mustafayı çağırıyor! Var git al atlı yiğit var git işine!" () 14 Yağmur çiseliyor, korkarak yavaş sesle bir ihanet konuşması gibi Yağmur çiseliyor, beyaz ve çıplak mürted ayaklarının ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi Yağmur çiseliyor, Serezin esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkânının karşısında Bedreddinim bir ağaca asılı Yağmur çiseliyor Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir Ve yağmurda ıslanan yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir Yağmur çiseliyor Serez çarşısı dilsiz, Serez çarşısı kör Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü Yağmur çiseliyor |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriKARAYILAN HİKÂYESİ Antepliler silâhşor olur, uçan turnayı gözünden kaçan tavşanı ard ayağından vururlar ve arap kısrağının üstünde taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar Antep sıcak, Antep çetin yerdir Antepliler silâhşor olur Antepliler yiğit kişilerdir Karayılan Karayılan olmazdan önce Antep köylüklerinde ırgattı Belki rahatsızdı, belki rahattı, bunu düşünmeye vakit bırakmıyordular, yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar Yiğitlik atla, silâhla, toprakla olur, onun atı, silâhı, toprağı yoktu Boynu yine böyle çöp gibi ince ve böyle kocaman kafalıydı Karayılan Karayılan olmazdan önce Düşman Antep'e girince Antepliler onu korkusunu saklayan bir fıstık ağacından alıp indirdiler Altına bir at çekip eline bir mavzer verdiler Antep çetin yerdir Kırmızı kayalarda yeşil kertenkeleler Sıcak bulutlar dolaşır havada ileri geri Düşman tutmuştu tepeleri, düşmanın topu vardı Antepliler düz ovada sıkışmışlardı Düşman şarapnel döküyordu, toprağı kökünden söküyordu Düşman tutmuştu tepeleri Akan : Antep'in kanıydı Düz ovada bir gül fidanıydı Karayılan'ın Karayılan olmazdan önceki siperi Bu fidan öyle küçük, korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun, namlıya tek fişek sürmeden yatıyordu yüzükoyun Antep sıcak, Antep çetin yerdir Antepliler silâhşor olur Antepliler yiğit kişilerdir Fakat düşmanın topu vardı Ve ne çare, kader, düz ovayı Antepliler düşmana bırakacaklardı "Karayılan" olmazdan önce umurunda değildi Karayılan'ın kıyamete dek düşmana verseler Antep'i Çünkü onu düşünmeye alıştırmadılar Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi, korkaktı da bir tarla sıçanı kadar Siperi bir gül fidanıydı onun, gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzükoyun ak bir taşın ardından kara bir yılan çıkardı kafasını Derisi ışıl ışıl, gözleri ateşten al, dili çataldı Birden bir kurşun gelip kafasını aldı Hayvan devrildi kaldı Karayılan Karayılan olmazdan önce kara yılanın encâmını görünce haykırdı avaz avaz ömrünün ilk düşüncesini : "İbret al, deli gönlüm, demir sandıkta saklansan bulur seni, ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm" Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp bir tarla sıçanı kadar korkak olan, fırlayıp atlayınca ileri bir dehşet aldı Anteplileri, seğirttiler peşince Düşmanı tepelerde yediler Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp bir tarla sıçanı kadar korkak olana : KARAYILAN dediler "Karayılan der ki : Harbe oturak, Kilis yollarından kelle getirek, nerde düşman varsa orda bitirek, vurun ha yiğitler namus günüdür" (Kuvâyi Milliye'den) |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriÖLÜME DAİR Buyrun, oturun dostlar, hoş gelip sefalar getirdiniz Biliyorum, ben uyurken hücreme pencereden girdiniz Ne ince boyunlu ilâç şişesini ne kırmızı kutuyu devirdiniz Yüzünüzde yıldızların aydınlığı başucumda durup el ele verdiniz Buyrun oturun dostlar hoş gelip sefalar getirdiniz Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor? Osman oğlu Hâşim Ne tuhaf şey, hani siz ölmüştünüz kardeşim İstanbul limanında kömür yüklerken bir İngiliz şilebine, kömür küfesiyle beraber ambarın dibine Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız simsiyah başınızı Kim bilir nasıl yanmıştır canınız Ayakta durmayın, oturun, ben sizi ölmüş zannediyordum, hücreme pencereden girdiniz Yüzünüzde yıldızların aydınlığı hoş gelip sefalar getirdiniz Yayalar-köylü Yakup, iki gözüm, merhaba Siz de ölmediniz miydi? Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp çok sıcak bir yaz günü yapraksız kabristana gömülmediniz miydi? Demek ölmemişsiniz? Ya siz? Muharrir Ahmet Cemil? Gözümle gördüm tabutunuzun toprağa indiğini Hem galiba tabut biraz kısaydı boyunuzdan Onu bırakın Ahmet Cemil, vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan, o ilâç şişesidir rakı şişesi değil Günde elli kuruşu tutabilmek için, yapyalnız dünyayı unutabilmek için ne kadar çok içerdiniz Ben sizi ölmüş zannediyordum Başucumda durup el ele verdiniz, buyrun, oturun dostlar, hoş gelip sefalar getirdiniz Bir eski Acem şairi : "Ölüm âdildir" - diyor, - "aynı haşmetle vurur şahı fakiri" Hâşim, neden şaşıyorsunuz? Hiç duymadınız mıydı kardeşim, herhangi bir şahın bir gemi ambarında bir kömür küfesiyle öldüğünü? Bir eski Acem şairi : "Ölüm âdildir" - diyor Yakup, ne güzel güldünüz, iki gözüm Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir Fakat bekleyin, bitsin sözüm Bir eski Acem şairi : "Ölüm âdil" Şişeyi bırakın Ahmet Cemil Boşuna hiddet ediyorsunuz Biliyorum, ölümün âdil olması için hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz Bir eski Acem şairi Dostlar beni bırakıp, dostlar, böyle hışımla nereye gidiyorsunuz? |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriKIZÇOCUĞU Kapıları çalan benim kapıları birer birer Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran Şiirleri19 Yaşım Benim ilk çocuğum ilk hocam ilk yoldaşım 19 yaşım Sana anam gibi hürmet ediyorum edeceğim Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum gideceğim Benim ilk çocuğum ilk hocam ilk yoldaşım 19 yaşım * Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım Oturuyor 19 yaşım yatağımın başucunda ellerimin avucunda bana diyor ki; -- kafamızda getirelim geri o delikanlı günleri cancazım o dehşetli güzel günleri * Köpüklü şahlanışların dönüm yeri Dünyanın altıda biri; kan içinde doğuran ana İstasyondan istasyona yalınayak tankları kovala***** açlıkla yarış Şarkıların boyu kilometre ölümün boyu bir karış * Kafkas; güneş Sibirya; kar Seslenebildiğiniz kadar ses- -lenin 24 saatte 24 saat Lenin 24 saat Marks 24 saat Engels Yüz dirhem kara ekmek 20 ton kitap ve 20 dakika şey! * Ne günlerdi heheheeey onlar ne günlerdi ahbap! ! Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım Duruyor karanlıkta 19 yaşım Lambayı yakıyorum ona hayretle muhabbetle hürmetle ve daha bilmem neyle bakıyorum bakışıyoruz * Yılların arkasında çırptı kanadını 'Strasroy Ploşaat' ın saat kulesi Yaşıyor herhangi bir 24 saatini Vatandaş kavgasının darülfünun talebesi; Balık çorbası tüfek talimi tiyatro balet KİTAP Patetes kamyonu başında süngü tak bekle nöbet KİTAP KİTAP Madde şuur istismar fazla kıymet KİTAP KİTAP KİTAP Manikür; hayır Diş fırçası; evet KİTAP KİTAP KİTAP Bu ne 24 saat bu ne 24 saattir ahbap! ! * Aşk; yoldaş Profesör; yoldaş Zenci; coni Alman; Telman Çinli; Li Ve 19 yaşım yoldaş da yoldaş yoldaş da yoldaş yoldaşım Yılların arkasında yuvarlanıyor başım başım yuvarlanıyor Uzun saçlarından tutuştu yıllar yıllar yanıyor yanıyor da yanıyor * Oku Yaz Boz Bağır Çağır! Bütün kuvvetinle nefes al KaFanda kalbinde etinde iskeletinde ihtilal İhtilal; gündüz-gece Gece ormanda çam dalları yakarak bembeyaz yusyuvarlak aya bakarak hep bir ağızdan şarkılar söyleniyor Ve bu anda kuvvetli dinç bir ağrıdan gelen deli bir sevinç sıçrar atlar köpüklenir çatlar kafanda * Haaayydaa beyaz orduları dumanlı ufuklar gibi önüne katan bir kızıl süvarisin bir kızıl süvariyim bir kızıl süvariyiz bir kızıl Geçti üç yıl Ey benim 19 yaşım Ormanda çam dalları yaktığımız hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek aya baktığımız gecelerin üstünden Ben yine söylüyorum aynı şarkıları Döndürmedi rüzgar beni havada yaprağa ben kattım önüme rüzgarı Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin gözüme bakabilir elimi sıkabilirsin Ve sen ki Sen BENİM İLK ÇOCUĞUM İLK HOCAM İLK YOLDAŞIM 19 YAŞIM |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran Şiirleri21 – 1 – 924 Lambayı yakma bırak sarı bir insan başı düşmesin pencereden kara Kar yağıyor karanlıklara Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum Kar… Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar Ve şehir kör bir insan gibi kaldı altında yağan karın Lambayı yakma bırak! Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların dilsiz olduklarını anlıyorum Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran Şiirleri23 Sentlik Asker 23 Sentlik asker Mister Dalles sizden saklamak olmaz hayat pahalı biraz bizim memlekette Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz koyun eti Ankara'da 23 sente yahut iki kilo kuru soğan yahut bir kilodan biraz fazla mercimek elli santim kefen bezi yahut yahut da bir aylığına yirmi yaşlarında bir tane insan erkek ağzı burnu eli ayağı yerinde üniforması otomatiği üzerinde yani öldürmeğe öldürülmeğe hazır belki tavşan gibi korkak belki toprak gibi akıllı belki gençlik gibi cesur belki su gibi kurnaz (her kaba uymak meselesi) belki ömründe ilk defa denizi görecek belki ava meraklı belki sevdalıdır Yahut da aynı hesapla Mister Dalles (tanesi 23 sentten yani) satarlar size bu askerlerin otuz beşini birden İstanbul'da bir tek odanın aylık kirasına ¤¤¤¤en beş onda altısını yahut bir çift iskarpin parasına Yalnız bir mesele var Mister Dalles herhalde bunu sizden gizlediler: Size tanesini 23 sente sattıkları asker mevcuttu üniformanızı giymeden önce de mevcuttu otomatiksiz filan mevcuttu sadece insan olarak mevcuttu tuhafınıza gidecek mevcuttu hem de çoktan mı çoktan daha sizin devletinizin adı bile konmadan Mevcuttu işiyle gücüyle uğraşıyordu mesela Mister Dalles yeller eserken yerinde sizin New-York'un kurşun kubbeler kurdu o gökkubbe gibi yüksek haşmetli derin Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek Halı dokur gibi yonttu mermeri ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına ebemkuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri Dahası var Mister Dalles sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz zulüm gibi hürriyet gibi kardeşlik gibi sözlerin dövüştü zulme karşı o ve istiklal ve hürriyet uğruna ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek ve yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber diyebilmek için yürüdü peşince Bedreddin'in O tornacı Hasan köylü Mehmet öğretmen Ali'dir kaya gibi yumruğunun son ustalığı: 922 yılı 9 eylülüdür Dedim ya Mister Dalles Herhalde bütün bunları sizden gizlediler ucuzdur vardır illeti Hani şaşmayın yarın çok pahalıya mal olursa size bu 23 sentlik asker yani benim fakir cesur çalışkan milletim her millet gibi büyük Türk milleti (1953) |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran Şiirleri28 Kânunusani -Ta ata aa ta ta Ha ta tta ta Tarih sınıf-ların mücadelesidir 1921 Kânunusani 28 Karadeniz Burjuvazi Biz On beş kassap çengelinde sallanan On beş kesik baş Yoldaş Bunların sen isimlerini aklında tutma fakat 28 kânunusaniyi unutma! "Siyah gece "Beyaz kar "Rüzgar "Rüzgar" Trabzondan bir motor açılıyor Sa-hil-de-ka-la-ba-lık! Motoru taşlıyorlar Son perdeye başlıyorlar! Burjuva Kemal'in omuzuna binmiş Kemal kumandanın kordonuna Kumandan kahyanın cebine inmiş Kahya adamlarının donuna Uluyorlar Hav hav hak tü Yoldaş unutma bunu Burjuvazi ne zaman aldatsa bizi böyle haykırır: - Havhavhaktü - Gördün mü ikinci motörü? - içinde kim var? - Arkalarından gidiyorlar - İkinci motör birinciye yetişti - Bordoları bitişti - Motörler sarsılıyor - Dalgalar sallıyor Sallıyor dalgalar - Hayır İki motörde iki sınıf çarpışıyor - Biz Onlar! - Biz silahsız Onlar kamalı - tırnaklarımız - Kavga son nefese kadar - Kavga - Dişlerimiz ellerini kemiriyor Kamanın ucu giriyor - girdi - Yoldaşlar ey! artık lüzum yok fazla söze: Bakın göz göze - Karadeniz On beş kere açtı göğsünü On beş kere örtüldü Onbeşlerin hepsi Bir komünist gibi öldü |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran Şiirleri8 eylül 1960 Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda birakıp yazımı durup dururken rüya görüyorum bir oteldeholdeayakta durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç durup dururken bir kurt uluyor aya karşıbahtsız öfkeliaç durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçedesalıncakta durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan durup dururken kafamda güneşli bir duman durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran Şiirleri895 Numaralı Katar! 895 numaralı katar! 895 numaralı katarın üçüncü mevki vagonunda Üç yolcu var!Sefalet Felaket Ve Mehmet! Tren düdükleri öter Mehmet'in üstünden Medeeeet! Medeeeet! Uzanır raylar uzanır Memleket memleket Yok mu raylarda merhamet Mehmetçik Mehmet; Mehmetçik Mehmet! Dağ taş Mehmet dolu Kiminin pantolonu Kiminin donu! Bu uzun rayların sonu Varır kışlasına Selimiye' nin Selimiye'nin avlusu Mehmetçik dolu Hepsinin dirseklerine kadar sıvanmış kolu Mehmetçiğin kolu bitle dolu Bit Mehmet'i yer Mehmetçik biti |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriAçlık Ordusu Yürüyor Açlık ordusu yürüyor yürüyor ekmeğe doymak için ete doymak için kitaba doymak için hürriyete doymak için Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak yürüyor ayakları kan içinde Açlık ordusu yürüyor adımları gök gürültüsü türküleri ateşten bayrağında umut umutların umudu bayrağında Açlık ordusu yürüyor şehirleri omuzlarında taşıyıp daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri fabrika bacalarını paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşı***** Açlık ordusu yürüyor ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta Açlık ordusu yürüyor yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor yürüyor ayakları kan içinde 9 Ağustos 1962 |
Nazım Hikmet Ran Şiirleri |
08-24-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran ŞiirleriAdsız Şiirler Baba! her yılbaşında sana söyleyecek bir tek sözüm var : "Seni ne kadar çok seversem o kadar çok olsun ömründen geçen yıllar" Baba! -------------------------------------------------- Hasretini yokluğunu sensizliği bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki yüreğimin etinde gitgide çoğalarak gitgide derinden işleyerek öyle dayanılmaz oldu ki bu seni boğabilirdim senden kurtulmak için çünkü seni o kadar seviyorum 25 Şubat 1943 -------------------------------------------------- Denizin üstünde ala bulut yüzünde gümüş gemi içinde sarı balık dibinde mavi yosun kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür Bulut mu olsam gemi mi yoksa balık mı olsam yosun mu yoksa? Ne o ne o ne o Deniz olunmalı oğlum bulutuyla gemisiyle balığıyla yosunuyla 15 Eylül 1958 -------------------------------------------------- İşte geldik gidiyoruz hoşça kal kardeşim deniz biraz çakılından aldık biraz da masmavi tuzundan sonsuzluğundan da biraz ışığından da birazcık birazcık da kederinden bir şeyler anlattın bize denizliğin kaderinden biraz daha umutluyuz biraz daha adam olduk işte geldik gidiyoruz hoşça kal kardeşim deniz 27 Eylül 1958 -------------------------------------------------- Seni düşünürüm anamın kokusu gelir burnuma dünya güzeli anamın Binmişin atlıkarıncasına içimdeki bayramın fır dönersin eteklerinle saçların uçuşur bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü Sebebi ne seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın sen böyle uzakken senin sesini duyup yerimden fırlamamın sebebi ne? Diz çöküp bakarım ellerine ellerine dokunmak isterim dokunamam arkasındasın camın Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm alacakaranlığımda oynadığım dramın 7 Ağustos 1959 -------------------------------------------------- Gülüm iki gözümün bebeği ölmekten korkmuyorum ölmek arıma gidiyor onuruma yediremiyorum ölmeği 15 Ağustos 1959 -------------------------------------------------- Aya gidilecek daha da ötelere teleskopların bile görmediği yere Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç kalmayacak korkmayacak kimse kimseden emretmeyecek kimse kimseye yermeyecek kimse kimseyi umudunu çalmayacak kimse kimsenin? İşte ben komünistim bu soruya karşılık verdiğim için 26 Ağustos 1959 -------------------------------------------------- Merih'e giden kosmos gemisinde turistler yeryüzüyce yazılmış şiirler okuyacak Her sözü beste beste renk renk kat kat açarak en sırlı çekirdeğe ulaşabilecekler Aralık 1959 -------------------------------------------------- Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek atom bahçelerine yürüyünce aydınlık yalnız meraklıları değil bütün insanlık şiirin aynasında kendini seyredecek Aralık 1959 -------------------------------------------------- hoş geldin bebek yaşama sırası sende senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma ince hastalık yürek enfarktı kanser filan işsizlik açlık filan tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını kuraklık falan karasevda ayyaşlık filan polis copu hapisane kapısı falan senin yolunu gözlüyor atom bombası falan hoş geldin bebek yaşama sırası sende senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan 10 Eylül 1961 -------------------------------------------------- Kırdılar tazecik yeşil dallarımızı Kırdılar kitap tutan ellerimizi Kanına girdiler çocuklarımızın Nisan 1960 -------------------------------------------------- Laypzig'de bir yağmur yağıyor incecikten yağıyoruz vitrinler ağaçlar insanlar bir de otomobillerin hızı bir de geçmiş zamanlar bir de saman sarısı bir de ben yağıyoruz yağan yağmurla beraber incecikten 18 Eylül 1960 -------------------------------------------------- İnsanların türküleri kendilerinden güzel kendilerinden umutlu kendilerinden kederli daha uzun ömürlü kendilerinden Sevdim insanlardan çok türkülerini İnsansız yaşayabildim türküsüz hiçbir zaman Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin Bu dünyada yiyip içtiklerimin gezip tozduklarımın görüp işittiklerimin dokunduklarımın anladıklarımın hiçbiri hiçbiri beni bahtiyar etmedi türküler kadar 20 Eylül 1960 -------------------------------------------------- günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde doğar kaç milyon kaçı yaşadım diyebilirdi kaçı yaşadım diyebilecek kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi kaçı yiyebilecek 13 Ağustos 1961 -------------------------------------------------- Yaşım altmış on dokuzumdan beri bir düş görürüm yağmur çamur yaz kış uykuda uyanık takılmış düşümün peşine yürürüm Neleri alıp götürmedi benden ayrılık; kilometrelerle umut tonlarla keder taradığım saçlar sıktığım eller Bir düşümle ayrılmadık Avrupa'yı Asya'yı Afrika'yı düşümle dolaştım bir Amerikanlar vize vermediler denizlerden dağlardan çöllerden çok adamları sevdim adamlara şaştım Mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin ekmeğimin katığıydı sürgünde her biten akşamdaydı her başlayan günde : ulu kurtuluş düşü memleketimin 1962 Babam ağabeyim kardeşim arkadaşım! Ne zulüm ne ölüm ne korku başımı eğemez! Yalnız senin elini öpmek için eğilir başım Babam ağabeyim kardeşim arkadaşım 1 Ocak 1932 |
|