Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
>islami, sözlük

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #61
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MA'KÛL İLİMLER:
His organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe (deney, gözlem) ile ve hesâb edilerek elde edilen ilimler, fen bilgileri
Ma'kûl ilimler, matematik, mantık, fizik ve kimyâ gibi tecrübî ilimlerdir İslâmiyet bunları men etmez, emreder Ma'kûl ilimler din bilgilerinin anlaşılmasına ve onların tatbîk edilmesine yardımcıdırlar Bu bakımdan lüzûmludurlar Bunlar zamanla, art ar, değişir, ilerler Bunun içindir ki: "Tekmîl-i sınâ'ât telâhuk-ı efkâr iledir, yâni san'atın, fennin, tekniğin ilerlemesi, fikirlerin, deneylerin, birbirine eklenmesi ile olur" denmektedir İslâmiyet, her ilmi, her fenni ve her tecrübeyi emr eden bir dindir Müslümanlar fenni sever ve fen adamının tecrübelerine inanır (Abdülhakîm Arvâsî)

MÂL:
İnsanın arzuladığı, ihtiyâç, yâni lâzım olunca, kullanmak için saklanabilen ayn, yâni madde, cisim
Allahü teâlâ bir kuluna mal ve ilim verir, bu kul da; haramlardan kaçınır, akrabâsını sevindirir, malından hakkı olanları bilip verirse, Cennet'in yüksek derecesine kavuşur (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Mal ve şöhret hırsının insana zarârı, koyun sürüsüne giren iki aç kurdun zarârından daha çoktur (Hadîs-i şerîf-Mârifetnâme)
Âhir zamanda dînin korunması, mal ile olacaktır (Hadîs-i şerîf-Tasvîr-i Ahlâk)
Kur'ân-ı kerîmde zemmedilen yâni kötü denilen dünyâ; haramlar ve mekrûhlardır Mal, kötülenmemiştir Çünkü cenâb-ı Hak, mala hayr adını vermektedir Malın, Allah yolunda harcananı güzeldir Hazret-i İbrâhim'in çok malı vardı Yalnız yarım milyonu sığ ır olmak üzere davarları, ova ve vâdileri dolduruyordu (Ahmed Fârûkî)
Malı zarardan korumanın ilâcı, zekât vermektir (İmâm-ı Rabbânî)
Mal, mevkî peşinde koşanlardan hiçbiri murâdına (isteğine) kavuşamamıştır Malı, hayr için isteyen ve hayırlı işlerde kullanan, râhata, huzûra kavuşmuştur Mal, bir deryâya benzer, çok kimse bu denizde boğulmuştur (Muhammed Hâdimî)
İnsanın izzeti (şerefi), îmân ve mârifet (Allahü teâlâyı bilme, tanıma) iledir Mal ve mevkî ile değildir (Muhammed Ma'sûm)
Mal, para peşinde koşmak, Allahü teâlânın emirlerini unutturursa, bundan büyük felâket olmaz (Muhammed Hâdimî)
Hanım, çocuklar, mal ve mülk; Allahü teâlânın emânetleridir Emânetlerini dilediği (istediği) zaman alır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Senden daha çok malı ve parası olan kimseyi kıskanma!O, malına ve parasına hasretle ölür İbâdeti ve tâati çok olan kimselere gıpta et yâni onlar gibi ibâdet etmeyi iste Yaşayanlar da sonunda ölecekleri için, onların dünyâlıklarına özenmeye değmez (İmâm-ı Şâfiî)
Malı helâlden kazanırsan suâli; haramdan kazanırsan cezâsı vardır (İmâm-ı Rabbânî)

Mâl-ı Habîs:
Zor ile gasb edilen ve rüşvet olarak alınan, çalınan mallar ve kendine emânet olan mallar, izinsiz ticârette kullanılarak elde edilen kârlar ve dâr-ül-harbde yâni kâfir memleketlerine gidenin (tüccârın, seyyâhın), kafirlerden, rızâsı olmadan aldığı m allar
Mâl-ı habîsi kullanmak, haramdır Sâhiplerine geri verilmeleri, sâhipleri bilinmiyorsa, fakirlere sadaka verilmeleri lâzım olur Başkasının mülkünü, ondan izinsiz kullanmak haramdır (Abdülganî Nablüsî)

Mâl-ı Mütekavvim:
Kıymetli mal İslâm'a göre yenilmesi, içilmesi, kullanılması ve faydalanılması mümkün olan mal
Müslümanlar için; şarab, domuz ve besmelesiz kesilen veya kesmeden öldürülen hayvan, mâl-ı mütekavvim değildirler Alış-verişin sahîh (doğru) olması için malın da mütekavvim olması lâzımdır (İbn-i Âbidîn)

MÂLÂYA'NÎ:
Dünyâ ve âhirete faydası olmayan iş, boş söz, lüzumsuz şey
Allahü teâlânın, bir kulunu sevmemesinin alâmeti, onun mâlâya'nî ile vakit geçirmesidir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Bir kimsenin müslümanlığının güzelliği, mâlâya'nîden kaçması ve lüzûmlu şeyleri yapması ile anlaşılır (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Ben bu mertebeye; doğru söz söylemek, emânete riâyet etmek ve mâlâya'nîyi terk etmekle ulaştım (Lokman Hakîm)
Câbir bin Sümre buyurdu ki: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem az konuşurdu Lüzumlu olduğu zaman veya bir şey sorulunca söylerdi" Bundan anlaşılıyor ki, her müslümanın mâlâya'nî, faydasız şey söylememesi, susması lâzımdır (Muhammed Rebhâmî)
Bir kimse, ibâdetlerini ihlâs ile (sırf Allah için) yaparsa, Allahü teâlâ da, ona mâlâya'nîden kurtulmak nîmetini ihsân eder (Cüneyd-i Bağdâdî)
Îtikâdı (inancı) düzeltmeden önce ahkâm-ı şer'iyyeyi (helâli, haramı, farzı, vâcibi) öğrenmenin hiç faydası olmaz Bu ikisi birlikte düzeltilmedikçe de, ibâdetlerin faydası yoktur Bu üçü birlikte yapılmadıkça, kalbin tasfiyesi (temizlenmesi) ve nefs in tezkiyesi (süslenmesi) hiç yapılamaz Bu dört temel vazîfe, yardımcıları ve tamamlayıcıları ile birlikte yapılmalıdır Meselâ, farzlar, sünnetleri ile birlikte yapılmalıdır Farzların yardımcısı ve tamamlayıcısı, sünnetlerdir Bunlardan biri yapılmadıkça, geriye kalan her şey lüzumsuz ve faydasızdır Böyle lüzumsuz şeylere mâlâya'nî denir Bir farzı yapmayıp, bunun yerine, nâfile ibâdet yapmak, mâlâya'nî ile vakit geçirmek olur (İmâm-ı Rabbânî)

MÂLİK:
1 Sâhib olan, mülk edinen
İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi mâlik oldu İkisi mü'min ikisi de kâfir idi Mü'min olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleymân (aleyhimesselâm) idi Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri, yâni Mehdî de, mâlik olacaktır (Hadîs-i şerîf-Alâmet-ül-Mehdî)
Her müslüman, mâlik olduğu zekât malının miktârını, her zaman düşünmeli, nisâb miktârı olduğu günü, bir yere yazmalıdır (Senâullah Dehlevî) Yüzlerce dile mâlik olsa da vücûdum, Lütfunun şükrünü nasıl yapabilirim
(İmâm-ı Rabbânî)
2 Cehennem meleklerinin en büyüğü, âmiri, bekçisi
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhakkak ki kâfirler, Cehennem azâbında devamlı kalacaklardır Kendilerinden o azâb hafifletilmez Onlar bunun için (kurtulmaktan) ümidi kesmişlerdir Biz onlara zulüm etmedik, fakat kendileri zâlim idiler (Mâlike şöyle) çağrışıyorlar: Ey Mâlik! (İste de) Rabbin bizi öldürsün, (azâbdan kurtulalım) Mâlik de; "Siz (azâb içinde) kalacaksınız" der (Zuhrûf sûresi: 74-77)
Cehennem'e atılan kâfirler, orada ayakları boyunlarına bağlı, günâhtan yüzleri kararmış bir hâlde; feryâd ve figân ederler ve; "Ey Mâlik cezâmızı bulduk Bu ateşten bukağılar (ayak bağları) bize ağır geldi ve derilerimiz eriyip aktı Ne olur bizi bur adan çıkarın Biz bir daha isyân etmeyiz" derler Mâlik de; "Kurtuluş ümidleri geçti Siz buradan daha çıkamazsınız Sesinizi kesin ve konuşmayın Çünkü siz, buradan çıkarılsanız da yine eski hâlinize, küfür ve isyânınıza döneceksiniz" der (İmâm-ı Gazâlî)

Mâlik-ül-Mülk:
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Yaratılmışların ve onlarda bulunan her şeyin sâhibi olan
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Habîbim) de ki: "Ey Mâlik-ül-mülk olan Allah'ım! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden dilersen ondan alırsın Kimi dilersen onun kadrini yükseltir, kimi dilersen onu alçaltırsın Hayır yalnız senin elindedir Şüphesiz ki sen, her şeye hakkıyla kâdirsin (Âl-i İmrân sûresi: 26)
Kim Mâlik-ül Mülk ism-i şerîfine devâm ederse, Allahü teâlâ ona çok mal ve mülk ihsân eder Onu kimseye muhtaç etmez (Yûsuf Nebhânî)

MÂLİKÎ:
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Mâliki mezhebine tâbi olan, bağlı olan kimse (Bkz İmâm-ı Mâlik)
Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve Eshâbının bildirdiği îtikâd üzere bulunanların) amelde ( yapılması ve kaçınılması gerekli işlerdeki) mezhebi dörttür Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî Bu dört mezhebden herhangi birine uymak câizdir Dört mezheb de haktır (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
İbâdetlerin en kıymetlisi, farz-ı ayn olanlardır Farzlardan sonra en kıymetlisi, Şâfiî mezhebinde sünnet namazlar, Hanbelî mezhebinde cihâd (Allah yolunda harb etmek)dır Hanefî ve Mâlikî mezheblerinde ise, ilim öğrenmek ve öğretmek ve sonra cihâddı r (M Tâhir Sünbül Mekkî)
Sivâd-ı a'zam yâni müslümanların çoğu, fıkh âlimlerinin yolundadır Bunların yolundan ayrılanlar Cehennem ateşinde yanacaklardır Ey mü'minler! Cehennem'den kurtulmuş olan tek fırkaya tâbi olunuz Bu da Ehl-i sünnet vel-cemâat denilen fırkadır Allah ü teâlânın yardımı, koruması ve muvaffak kılması bu fırkada olanlaradır Allahü teâlânın gadabı ve azâbı bu fırkadan ayrılanlaradır Bu fırka-i nâciye (Cehennem'den kurtulacak olan fırka, topluluk) bugün dört mezhebde toplanmıştır Bu dört hak mezheb, Hanefî, Mâlikî, Şâfiî veHanbelî mezhebleridir Bu zamanda bu dört mezhebden birine tâbi olmayan kimse, bid'at (bozuk îtikâd) sâhibi olup Cehennem'e gidecektir (Tahtâvî)

Mâlikî Mezhebi:
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri Kurucusu İmâm-ı Mâlik bin Enes'tir (Bkz İmâm-ı Mâlik)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #62
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MÂLİYYET (Mâliyet):
Alış fiyatı ile birlikte taşıma ile işçilik ücretleri, vergi gibi masrafların hepsi
Semenin (bedelin) cinsi söylenmedi ise, söz kesilirken orada kullanılan semen anlaşılır Burada, piyasadaki paraların mâliyeti ve revâcı, yâni geçer kıymeti eşit ise alış veriş sahîh, geçerli olur (İbn-i Nüceym)

MA'LÛM:
Bilinen şey
Allahü teâlânın bâzı kimselerin îmâna gelmeyeceğini bildiğini Kur'ân-ı kerîmde bildirmektedir Allahü teâlâ onların kendi arzûları ile küfür (îmânsızlık) üzere kalmaya niyet edip, îmân etmek istemeyeceklerini ezelî (başlangıcı olmayan) ilmi ile biliy ordu İlim, mâlûma tâbidir Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın onları kâfir bildiği ve böyle haber verdiği için değildir Böyle olsaydı, mâlûm ilme tâbi olurdu O hâlde kâfirler kendi istek ve ihtiyârlarıyla (tercihleriyle) kâfir olmuşlardır (Seyyid Şerîf Cürcânî)
Belli olan şeyi isbât etmeye lüzûm yoktur İnsana en mâlûm olan şey, kendi varlığıdır İnsan bir an kendini unutmaz Uykuda iken, serhoş iken de rûh kendini unutmaz İnsanın kendi kendini tanıması için, bir şey isbât etmeye lüzûm yoktur (Ali bin Emrullah)

MA'NÂ (Mânâ):
Lafızdan (sözden) anlaşılan, kastedilen şey
Mânâ asl olup, kelime ve lafız (söz) kalıbları içerisinde ifâde olunurlar Kelimeler ve lafızlar, bu mânâların ortaya çıkmasında vâsıtadırlar Mânânın çok çeşitleri vardır Meselâ, lugat (sözlük) mânâ bir dilde konuşulan, herkes tarafından bilinen, a nlaşılan meşhûr, yaygın olan mânâdır Istılâhî (terim) mânâ, bir lafzın sözlük mânâsından çıkarılarak belli bir ilim dalında kullanıldığı husûsî mânâdır Meselâ, Arabçada "salât" kelimesinin lugat (sözlük) mânâsı duâ olduğu hâlde, fıkıh ilmindeki mânâsı namaz demektir Kelimeler, değişik ilimlerde başka başka mânâ ifâde ederler Bunun içindir ki, yalnız konuşma Arabçasını bilen, fıkıh, tefsîr ve hadîs kitablarını okuyup anlayamaz Ayrıca, o ilmin ıstılahlarını da bilmesi ve pekçok ilmi senelerce okuyup öğrenmesi lâzımdır (M Sıddîk bin Saîd)
Müslümanlar, Kur'ân-ı kerîmi, Allahü teâlânın indirdiği gibi okumalıdır Mânâsını bilmeden okumak da sevâbdır Mânâsını anlıyarak okumak elbette daha çok sevâb ve daha iyidir (İmâm-ı Gazâlî)
Kur'ân-ı kerîmin hakîkî mânâsını anlamak, öğrenmek isteyen bir kimse din âlimlerinden kelâm, fıkıh ve ahlâk kitablarını okumalıdır Bu kitapların hepsi Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden alınmış ve yazılmıştır Kur'ân tercümesi diye yazılan kit ablar, doğru mânâ veremez Okuyanları, bunları yazanların fikirlerine, düşüncelerine ve maksadlarına esir eder ve dinden ayrılmalarına sebeb olur (S Abdülhakîm Arvâsî)

Mânây-ı İltizâmî:
Bir lafzın (sözün) asıl konulduğu mânânın lâzımı olan (ondan ayrılmayan) mânâ
İnsan sözünün mânâsı ve mâhiyeti, hayvân-ı nâtık (konuşan, düşünen canlı)dır Düşünen canlının lâzımı olan, pekçok mânâlar vardır Meselâ, ilim öğrenme ve yazı yazma kâbiliyeti insanın mâhiyetini meydana getiren bir mânâ değildir, fakat bu mâhiyetin lâzımı, ondan ayrılmayan bir mânâdır Bu mâhiyeti taşıyan kimsede, ilim öğrenme ve yazı yazmaya kâbiliyeti olma husûsiyetinin bulunması da lâzım gelir Dolayısıyle, ilim öğrenme ve yazı yazma insan lafzının mânây-ı iltizâmîsi olmaktadır

Mânây-ı Murâdî:
Bir sözde anlatılmak, ifâde edilmek istenilen, kastedilen mânâ
Müctehîd olmak (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîften hüküm çıkarabilmek) için, Arabî yüksek ilimleri tamâmen öğrenip Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilmek, her âyet-i kerîmenin mânây-ı murâdîsini, âyet-i kerîmelerin geldikleri zamanları ve gelme sebeblerini ve ne hakkında geldiklerini, fıkıh ilminin usûl ve kâidelerini, yüz binlerce hadîs-i şerîfi ezberden bilmek gibi daha pekçok şartlara sâhib olduktan başka, Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin açık ve kapalı mânâlarını kavramak, bu mânâlar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli îmâna, sâf, temiz bir kalbe sâhib olmak lâzımdır (Abdülhakîm Arvâsî)
Bir âyetin mânâsını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette, ne irâde ettiğini anlamak demektir Bir âyetin herhangi bir tercümesini okuyan kimse mânây-ı murâdîyi öğrenemez Tercüme edenin, bilgi derecesine göre yaptığı meâlini öğrenir Bu sebebden Kur'ân-ı kerîmin mânâsını anlamak için tercümesini okumamalıdır (Abdülhakîm-i Arvâsî ve Hasan Hüsnü Erdem)

Mânây-ı Mutâbıkî:
Bir lafzın asıl konulduğu mânânın tamâmı, hepsi
Hayvân-ı nâtık (düşünen canlı) sözünün mânâsı, insan lafzının mânây-ı mutâbıkîsidir Çünkü hayvân-ı nâtık, insan lafzının tam karşılığıdır

Mânây-ı Zâhirî:
Bir lafzın görülen, anlaşılan, meşhûr mânâsı
Âl-i İmrân sûresinin başında bildirildiği üzere, Kur'ân-ı kerîmin âyetleri iki türlüdür Biri muhkemât olup, mânâsı açık, meydanda olan âyetlerdir İkincisi, müteşâbihat denilen, mânâsı kapalı olan âyetlerdir Bunlara mânây-ı zâhirîsini vermeyip, meş hûr olmayan mânâ verilir Bunların mânây-ı zâhirîsini vermek, akla ve şerîate (dîne) uygun olmazsa, meşhûr olmayan mânâyı vermek yâni te'vîl etmek îcâbeder Mânây-ı zâhirîsini vermek günâh olur Meselâ tefsîr âlimleri, Allahü teâlâ hakkında "yed" kelimesine mânây-ı zâhirîsi olan "el" mânâsını vermeyip, meşhûr olmayan kudret ve gücü yetmek mânâsını vermişlerdir (Abdülhakîm Arvâsî)

Mânây-ı Zımnî:
Bir lafzın konulduğu mânânın tamâmının içerisindeki cüz'î, husûsî mânâlardan herbiri
İnsan lafzının tam mânâsı, karşılığı hayvân-ı nâtık (konuşan, düşünen canlı)dır Bu mânâyı meydana getiren nâtık (düşünen) ve hayvân (canlı) mânâlarından her biri, insan lafzının mânây-ı zımnîsidir (Molla Fenârî, Teftezânî)
Kur'ân-ı kerîmin mânâsını anlayabilmek için, ilm-i lugat, ilm-i metn-i lugat, ilm-i bedî', ilm-i beyân, ilm-i me'ânî, ilm-i belâgat, ilm-i usûl-i tefsîr gibi çeşitli ilimleri iyi öğrenmek, sarf, nahv, mantık gibi âlet olan bilgilerde derinleşmek, âyet-i kerîmelerin mânây-ı zâhirîsini, mânây-ı zımnîsini, mânây-ı murâdîsini, mânây-ı iltizâmîsini ve her âyet-i kerîmenin ne zaman, ne sebeble ve kimler için nâzil olduğunu (indiğini), âyet-i kerîmelerin hangi hadîs-i şerîfle ve nasıl açıklandığını iyi bilmek lâzımdır Ancak böyle bir İslâm âlimi, Kur'ân-ı kerîmi tefsîr edebilir, âyet-i kerîmelerdeki murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın buyurmak istediği mânâyı anlıyabilir (Abdülhakîm Arvâsî)

MANASTIR:
Hıristiyanlıkta ibâdet edilen ve din adamlarından bir râhib veya râhibenin idâre edip, barındığı binâ
Eskiden manastırlar, kendi mülkleri olan bir arâzî üzerinde kurulur ve bu arâziyi işleterek elde ettikleri mahsûllerle kapalı bir ekonomi içinde yaşarlardı Manastırda başrâhibden başka çeşitli görevliler bulunurdu Manastırlar bâzan cezâlı din adaml arı için nezârethâne, hapishâne olarak kullanılırdı Orta çağda manastırların zenginliği ve kudreti artarak önemli derebeylik merkezleri hâline geldi Başlangıçta bölge piskoposunun rûhânî yetkisine bağlı olan manastırlar, daha sonra papalığa bağlandılar (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; müslümanların, hıristiyanlara ve yahûdîlere yapmakla mükellef oldukları muâmele şeklini bildirdiği mektûbunda buyurdu ki: "Onların dînî reislerini, (başkanlarını) makamlarından indirmeyin Onları ibâdet ettikleri yerden çıkartmayın Bunlardan seyâhat edenlere mâni olmayın Bunların manastırlarının hiçbir tarafını yıkmayın Bunların kiliselerinden mal alınıp müslüman mescidleri için kullanılmasın" (Hadîs-i şerîf-Mecmua-i Münşeât-üs-Salâtin)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #63
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MA'NEVÎ:
Mânâya, rûha ve gönüle âit olan, inançla ilgili Maddî olmayan
Târih boyunca, îmânlılar ile îmânsızlar çarpışmakta, kuvvetli, çalışkan olan taraf, gâlib ve hâkim olmakta, inançlarını, düşüncelerini yaymaktadır Bu çarpışma, harb vâsıtaları ile olduğu gibi, neşr (yayın) yolu ile de yapılmaktadır Îmânsızlar, müsl üman şekline girerek, din adamı görünerek, İslâmiyet'i içerden yıkmaya uğraşıyorlar Bu mânevî yıkıntıyı durdurabilmek için, Ehl-i sünnet âlimlerinin (Resûlullah efendimiz ve O'nun sohbetinde yetişmiş kıymetli arkadaşlarının gösterdiği yolda yürüyenlerin), doğru bilgilerini yaymaktan başka kurtuluş yolu yoktur (S Abdülhakîm Arvâsî)

Ma'nevî Bağ:
1 Herhangi bir şekilde, iki şey arasında zihinde kurulan irtibat, ilgi Buna mânevî râbıta da denir
Her şeyden, her mahlûktan (yaratılandan) Allahü teâlâya giden bir yol vardır Çünkü her mahlûkun kendisi ve sıfatları, O'nun kudretinin (kuvvetinin, gücünün) eseridir Bu eserin sâhibini bulan uyanık bir kimse, o gizli yolu ve o mânevî bağı görür, an lar İnsan, her şeyin bir yapıcısı olduğunu, hiçbir şeyin kendiliğinden meydana gelmediğini düşünerek, âleme ve içindekilere baktığı zaman, bunların da bir yaratıcısı vardır şeklinde mânevî bir bağ kurarak, her şeyin yaratıcısının Allahü teâlâ olduğunu kolayca anlar (Muhammed Ma'sûm)
2 Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, dînine bağlılık gibi mânevî değerler
Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkânsızdır Çünkü Türkler, müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukâvemetli (dayanıklı) insanlardır Îmân sâhibidirler Türkleri yıkmak için, evvelâ itâat, söz dinleme duygusunu kırmak ve mânevî râbıtalarını (bağl arını) parçalamak, dînî metânetlerini (sağlamlıklarını) zayıflatmak îcâb eder (Patrik Gregoryus)

Ma'nevî Fâide:
Rûha, kalbe ve gönüle âit fâide
Oruç, insanlara hem maddî, hem de mânevî faydalar sağlar Bütün bir sene çeşitli yemekleri eritmek için, yorulan insan mîdesi ve bağırsakları, senede bir ay dinlenerek sağlığını korumuş olur Bu, orucun maddî faydasıdır Mânevî faydası da şudur: Oruç tutan insan, aç kalmış bir insanın çektiği ızdırâbı, bizzat hissederek, fakir insanlara yardım etmek ihtiyâcını duyar Bu da insanların, birbirlerine yardım etmelerine sebeb olur (Hayri Aytepe)

Ma'nevî Hastalık:
Kalbe gelen yanlış îtikâd (inanç); insanın doğruyu, gerçeği görmesine mâni olan perde; îtikâdî bozukluk ve düşünce Dünyâya ve haramlara düşkün olma; kibir ve riyâ gibi kalb hastalığı
Allahü teâlânın var ve bir olduğu, Muhammed aleyhisselâmın, O'nun resûlü olduğu ve hattâ O'nun getirdiği her emrin ve haberlerin doğru olduğu, güneş gibi meydandadır Düşünmeğe, isbât etmeye hiç lüzum yoktur Fakat bunu görmek için müdrike yâni anlay ış hâssası bozuk olmamak ve mânevî hastalığı bulunmamak lâzımdır Müdrike (anlayıcı) kuvveti hasta ve bozuk olunca, düşünmek, incelemek lâzım olur Fakat kalb hastalıktan kurtulur, gözden mânevî perdeler kalkarsa, bunları açık olarak görür Meselâ, s afrası bozuk olan kimse, şekerin tadını duymuyor Şekerin tatlı olduğunu ona anlatmak, isbât etmek lâzım olur Fakat, hastalıktan kurtulunca, isbât etmeye lüzûm kalmaz (Ahmed Fârûkî)

Ma'nevî Huzûr:
Allahü teâlâyı anarak emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak sûretiyle kalbde meydana gelen rahatlık
Kalbler, Allahü teâlâyı zikr ederek, mânevî huzûra kavuşur (İmâm-ı Gazâlî)

Ma'nevî Kuvvet:
Müdrike (anlayıcı) kuvvetlerinin üçüncüsü olup, insanların havâssına, seçilmişlerine mahsûs anlayıcı kuvvet
Müdrike (anlayıcı) kuvvetlerin üçüncüsü mânevî kuvvettir Mânevî kuvvetle anlaşılan şeyler, akıl ve his kuvvetleriyle anlaşılamaz İnsan akıl kuvveti ile anlaşılan şeyleri hayvanların en üstünü olan ata, senelerce uğraşsa anlatamaz Bunun gibi, mânev î kuvvetle anlaşılanları, meselâ mârifetullah'ı (Allahü teâlâyı tanımayı, bilmeyi) seçilmiş âlimler, başka insanlara senelerce söylese, onlar anlayamaz (Abdülhakîm Arvâsî)

Ma'nevî Mîrâs:
Âlem-i emrdeki (gözle görülmeyen âlemdeki) şeyler yâni îmân, mârifet (tanıma, bilme), rüşd (doğru yolda olmak) gibi nîmetler (güzellikler, iyilikler)
Âlem-i halktan (gözle görülen âlemden) olup, görünen nîmetlere şükr etmek, mânevî mîrâsa kavuşmakla olur Mânevî mîrâsa kavuşmak ise, o yüce Peygamber efendimize tam uymakla olabilir Bunun için O'na tâbi olmağa çalışmalıdır Emirlerine yapışıp, yasa klarından kaçınmalıdır (İmâm-ı Rabbânî)

Ma'nevî Temizlik:
İnsanın iç temizliği, kalb temizliği; kalbini her türlü bozuk inanış ve düşüncelerden fenâ huylardan arındırmak
Müslümanlık, maddî ve mânevî temizliktir; vücûd temizliği ve kalb temizliği emreder Müslümanlık, dünyâ ve âhiret seâdetini (mutluluğunu) sağlayan tek yoldur İnsanın kendisine gelen her hayr (iyilik) ve şer (kötülük) Allahü teâlâdandır Müslümanlığı n emirlerini yapan bir insan, dünyâda her türlü kötülükten ve her türlü zarardan kendisini korumuş olur (Hayri Aytepe)

MÂNİ' (El-Mâni'):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Din ve dünyâya âit zararları gideren, men' eden
El-Mâni' ism-i şerîfini söyleyen kimse, kendisine gelecek belâdan korunmuş olur (Yûsuf Nebhânî)

MANTIK:
1 Konuşma, düşünce, söz
Bir adamın mantığı düzgün olursa, diğer amelleri de düzgün olur Fakat bir kimsenin mantığı bozuk olursa, diğer amelleri de bozuk olur (Yahyâ bin Ebî Kesir)
Müslüman mantıklı hareket eder Çünkü o kendi fikrine göre değil, büyük İslâm âlimlerinin bildirdiklerine göre hareketlerini ayarlar (M Sıddîk Gümüş)
2 Doğru muhâkeme ve doğru düşünmeyi öğreten ilim
Mantık üzerine yazılan kıymetli kitaplardan biri Îsâgûcî olup, yüzyıllar boyu medreselerde okutuldu ve üzerine birçok şerhler, açıklamalar yazıldı (Taşköprüzâde)

MARAZ:
Hastalık
Taâmın (yemeğin) evvelinde, Besmele-i şerîfeyi söylemeyen kimse için üç zarar vardır: Şeytan, kendisiyle birlikte taâm yer Yediği taâm, bedenine maraz olur Taâmda bereket olmaz (Kudûrî)

Maraz-ı Kalbî:
Kalb hastalığı, bozuk îtikâd; kibir, hased (kıskançlık), kin ve riyâ (gösteriş) gibi kalb hastalıkları Kalbin Allahü teâlâdan başka şeylere tutulması
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Onların kalblerinde maraz vardır Cenâb-ı Hak (Kur'ân-ı kerîm âyetlerini indirmekle onların şüphe, kin ve nifak) marazlarını artırmıştır Yalan söylemeleri sebebiyle onlar için şiddetli bir azâb vardır (Bekara sûresi: 10)
Maraz-ı kalbîye tutulmuş olanların hiçbir ibâdet ve tâati faydalı olmaz (İmâm-ı Rabbânî)

Maraz-ı Mevt:
Ölüm hastalığı, insanı iş görmekten men eden ve başladığı târihten îtibâren en az bir yıl içinde ölüme götüren hastalık
Ömer bin Abdülazîz, maraz-ı mevtinde; "Allah'ım, ben o kimseyim ki, bana emirlik verdin Ben kusûr ettim Yanlış işleri yapmaktan beni nehyettin (sakındırdın) Ben ise isyân ettim" diye üç defâ söyledi ve sonra da; "Lâ ilâhe illallah, ibâdete lâyık o lan ancak Allahü teâlâdır" dedi ve başını göklere çevirip; "Ben öyle kimseleri görüyorum ki, onlar ne insan ne de cindir" buyurdu ve bir müddet sonra rûhunu teslîm etti (İbn-ül-Cevzî)

MA'RİFET (Mârifet):
Bilme, tanıma, gönülle bilme Allahü teâlânın sıfatlarını ve isimlerini hakkıyla bilme, tanıma Ma'rifetullah
Mârifetin hakîkati, Allahü teâlâyı kalb ile sevmek, dil ile anmak, O'ndan başka her şeyden ümidini kesmektir (Ahmed bin Hadreveyh)
Ma'rifet sâhibi dünyâya değer vermez; nefse âit düşünceleri kesilir, yok olur Ma'rifetin alâmetlerinden biri, ma'rifet sâhibinde Allahü teâlâ tarafından bir heybetin meydana gelmesidir Ma'rifeti artanın heybeti de artar (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Mârifet, her durumda kulun, Allahü teâlânın verdiği nîmetlere şükretmede, âciz kaldığını, genç ve kuvvetli zamanlarında zayıf olduğunu bilmesiyle ele geçer (Ebû Hasan bin Saî)
Ma'rifet ve Allahü teâlâya yakın olma hâli, farzları edâ etmekle ve sünnet-i seniyyeye tâbi olmakla ele geçer (Ebü'l-Kâsım Nasrâbâdî)
İnsanın izzeti, îmân ve ma'rifet iledir Mal ve mevki ile değildir (Muhammed Ma'sûm)

MA'RİFETULLAH:
Allahü teâlâyı tanıma, bilme (Bkz Ma'rifet)
İlimlerden öyleleri vardır ki, onları ancak ma'rifetullaha sâhip olanlar bilirler Onlar bu ilimlerden haber verdikleri zaman, ma'rifetullaha sâhib olmayanlardan başkası onları inkâr etmez (Hadîs-i şerîf-Sülûk-ül-Ulemâ)
Ma'rifetullah, keşfle, kalb gözünün açık olmasıyle, ilhâm ve kalbe gelen mânevî bilgilerle hâsıl olur Hocadan öğrenilmez İbâdetlerin yapılması ve bütün şerîat (İslâm) bilgileri ise, üstâddan öğrenmekle elde edilir İlhâm ile elde edilemez Şerîat b ilgileri, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü teâlânın peygamberler ve kitâblar göndermesine lüzum olmazdı (Hâdimî)
Bu dünyâda en kıymetli şey ma'rifetullaha kavuşmaktır (Muhammed Ma'sûm)
Kalbinde hardal tânesi kadar dünyâ sevgisi bulunan kimse ma'rifetullaha kavuşamaz (İmâm-ı Rabbânî)

MA'RÛF (Mârûf):
Dînin ve aklın beğendiği şey
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
İçinizden, insanları hayra çağıracak, ma'rûfu emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir (Âl-i İmrân sûresi: 104)
Mü'minler, ma'rûf olan şeyleri emr eder (Âl-i İmrân sûresi: 114)
Ma'rûfu ve (o ma'rûfu) yapanı sevin Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, bereket ve âfiyet onlarla berâberdir (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Zâlim kimselere, söz ile ma'rûfu emretmek, cihâdın en kıymetlisidir (Muhammed Hâdimî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #64
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MÂSİVÂ:
Allahü teâlâdan başka her şey Âlem, tabîat, mahluklar
Allahü teâlâyı tanıyan, mâsivâdan yüz çevirir (Ca'fer-i Sâdık)
Akla hayâle gelen, düşünülen, görülen her şey mâsivâdır (İmâm-ı Rabbânî)
Dervişlik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, dağda ve mağarada bulunmak değildir Dervişlik; gönlü, mâsivâdan çevirmektir Kalb bir ayna gibidir Karşısına gelen her şeyi gösterir Kalbden mâsivâ silinip atıldığı zaman, kalbde Allah sevgi sinden başka hiçbir şey kalmaz (Kâdı Muhammed Semerkandî)
Bize ve size her şeyden önce lâzım olan şey, kalbi Allahü teâlâdan başka şeylerin hepsinden kurtarmaktır Kalbin bu selâmete erebilmesi için, Hak teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbden geçmemesi lâzımdır Kalbden hiçbir şeyin geçmemesi için de mâsivâyı unutmak lâzımdır Bunları unutmağa fenâ denir (Bkz Fenâ) (İmâm-ı Rabbânî)

MA'SİYYET (Mâsiyet):
İtâatsizlik, isyân Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar
Ma'siyet, insanı küfre sürükler (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş ma'siyettir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
İyiler de, kötüler de, iyilik yapar Fakat yalnız sıddîklar (iyiler), ma'siyetten sakınır (İmâm-ı Rabbânî)
Ma'siyet yapınca, hemen tövbe etmelidir Gizli işlenen günâhın tövbesi gizli, açık işlenen günâhın tövbesi de açık olur Tövbeyi geciktirmemelidir (Ma'sûm-i Fârûkî)
Ma'siyete tövbe etmemek, bu günâhı yapmaktan daha kötüdür (Ca'fer bin Sinân)
Her izzet ve her nîmet, Allahü teâlâya itâat ve ibâdet etmekten; her kötülük ve sıkıntı da, ma'siyetten hâsıl olur Herkese dert ve belâ, günâh yolundan gelir Râhat ve huzûr da, itâat yolundan gelmektedir (Ahmed bin Yahyâ Münîrî)
İnsanın günâhından korkması, tâat; korkmaması ise, ma'siyettir En büyük günâh, bir ma'siyetin ma'siyet olduğunu bilmemektir Bundan daha kötüsü, ma'siyet olan bir şeyi, tâat, Allahü teâlânın beğendiği şey olarak bilmektir Onun için dînî bilgileri l âzım olduğu kadar mutlaka öğrenmelidir (Ahmed bin Âsım Antâkî)

MASLAHAT:
Bir işin hayırlı, iyi olmasına vesîle olan şey Çoğulu, mesâlih'tir Maslahatın zıddı mefsedet yâni bozukluktur
İslâm hukûku, maslahatları nazar-ı îtibâra almış, hükümleri bunların üzerine koymuştur Bir maslahatın dînen makbûl olabilmesi için şu şartların bulunması lâzımdır: 1- Bir şeyin maslahat olduğu kat'î (kesin) olarak bilinmelidir 2- Umûmî (genel) olma lı, husûsî ve şahsî menfaatler maslahat olamaz 3- Maslahatta mefsedet (bozukluk) olan bir şey bulunmamalı veya mefsedet bulunsa bile maslahat tarafı ağırlıkta olması lâzımdır 4- Nasslara (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere) ve icma'a aykırı olmamalı Nasslarda, umûmî veya husûsî sûrette de olsa, maslahat olduğu anlaşılan şeyle hüküm edilebileceğine dâir bir delâlet, işâret olmalıdır (Şâtıbî)
Şarabın haram kılınmasındaki maslahat; aklın, malın, insanın şerefinin korunmasıdır Aynı maslahat diğer müskirâtın (sarhoş edici şeylerin) haram kılınmasında da mevcuttur (Serahsî)

MA'SÛM:
Suçsuz, günahsız Günâh işlemekten korunmuş kimse (Bkz İsmet)
Peygamberler hakkında bilip inanmamız gereken sıfatlardan birisi de İsmet'tir Yâni Peygamberler büyük ve küçük günâhlardan ma'sûmdurlar Hiç günâh işlemezler İnsanlardan ma'sûm olan yalnız peygamberlerdir (Kutbüddîn-i İznikî)
İnsanlar içinde ruhları en yüksek ve en olgun olanlar peygamberlerdir Bunlar hatâ etmekten, şaşırmaktan, gafletten, hıyânet etmekten, taassup ve inattan, nefse uymaktan, garaz, kin bağlamaktan, ma'sûmdurlar Peygamberler Allahü teâlânın kendilerine bildirdiği şeyleri söylerler ve açıklarlar (Muhammed Bahît-ül-Mutî)

MÂŞÂALLAH:
Beğenilen şeyler görüldüğünde söylenilen; "Bu, Allahü teâlânın dilediği ve ihsân ettiği şeydir" mânâsına mübârek bir söz
Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği bir şeyi görünce, mâşâallah demeli, ondan sonra söylemelidir Önce mâşâallah denirse nazar değmez Nazar değmesi haktır Yâni göz değmesi doğrudur Bâzı kimseler bir şeye bakıp, beğendiği zaman gözlerinden çıkan şuâ zararlı olup, canlı ve cansız her şeyin bozulmasına sebeb oluyor Bunun misâlleri çoktur Fen, belki bir gün bu şuâları ve tesirleri anlıyabilecektir (Mevlânâ Muhammed Osman)

MÂTEM:
Ölünün arkasından ağlama; yas tutma
Mâtem tutan kimse, ölmeden tövbe etmezse, kıyâmet günü şiddetli azâb görecektir (Hadîs-i şerîf-Müslim)
İnsanı küfre sürükleyen iki şey vardır Birisi, bir kimsenin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için mâtem tutmaktır (Hadîs-i şerîf-Müslim)
İslâmiyet'te mâtem tutmak yoktur Peygamber efendimiz mâtem tutmayı yasak etti Eğer mâtem tutmak olsaydı, Resûlullah efendimizin Tâif'de mübârek ayaklarının kana boyandığı ve Uhud'da mübârek dişinin kırılıp, mübârek yüzünün kanadığı ve vefât ettiği gün mâtem tutulurdu Sonra hazret-i Ömer, hazret-i Ali ve hazret-i Hüseyn şehîd edildikleri için mâtem tutardık Bunların hepsini çok seviyoruz Şehîd edildikleri için çok üzülüyoruz Fakat mâtem yapmıyoruz (Abdülhakîm bin Mustafâ)

MATERYALİZM:
Allahü teâlâyı inkâr ve maddeyi her şeyin esâsı kabûl eden görüş, düşünce; toplum hayâtını ve fertler arasındaki münâsebetleri ve davranışları belirleyen tek faktörün madde olduğunu savunan felsefe akımı; maddecilik
Materyalizm, beşerî değer ölçülerini yoketmek için ne mümkünse yapmaktadır İnsanın değerini, sahib olduğu madde ile tâyin etmektedir İslâm'ın; "Yüksek bir izzete, şerefe sâhib olarak" yaratıldığını haber verdiği insanı, yıkmak peşindedir Mânevî ve ulvî (yüksek) değerlerin hor görüldüğü ve gözden düşürüldüğü cemiyetler, madde karşısında daha hırslı duruma gelmekte, birer dünyâperest kesilen insan yığınları, mânevî ve mukaddes değerlerin yerine maddeyi, parayı, lüksü, isrâfı, maddî zevk ve eğle nceleri koymaktadırlar Yâni materyalizm, insanın idealist karakterini çökertmeye çalıştıkça, ondaki rûhî boşluğu büyültmektedir Böylece madde karşısında derin bir mânevî açlık duygusuna itilen kişi ve kitleler, mâbedlerin yerine batakhânelere ilgi duymaktadır (S Ahmed Arvâsî)
İslâm âlimleri, binlerce yazdıkları kitaplarda tabiiyyecilerin, materyalizmi savunanların sözlerini ve müslüman olmıyanların İslâmiyet'e sokmak istedikleri uydurmaları deliller ve tartışmalar ile reddederek hepsini susturmuşlar, din düşmanlarının fit ne ve fesâd ateşlerini söndürmüşlerdir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MATLÛB:
Kavuşmak istenilen, aranılan şey, maksat (Bkz Maksad)
Tâlib (isteyen, arayan), matlûba tam bağlanınca, rehber aradan büsbütün kalkar Böylece tâlibi matlûba aracı olmadan kavuşturur (İmâm-ı Rabbânî)
"Lâ ilâhe illallah" kelimesinin iki makâmı vardır Birinci bakımdan bâtıl tanrıların ibâdete hakları yok edilmekte ve hak olan ma'bûdun ibâdete hakkı var olduğu bildirilmektedir İkinci bakımdan ise, maksûd olmayan ve matlûb olmayan maksadlara (gâyel ere) olan bağlantıları yok edilmekte ve hakîkî matlûba olan bağlılığın varlığı bildirilmektedir (Muhammed Bâkibillah)

Matlûb-ı Hakîkî:
Gerçekte taleb olunacak, kavuşmak istenilecek ve gönül bağlanacak olan Allahü teâlâ Hakîkî Matlûb
Hakîkî matlûbdan başka hiçbir şeye gönül bağlamamalı, faydası olmayan şeylerle uğraşmamalıdır (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)

MÂTÜRÎDÎ:
1 Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve Eshâbının yolunda olanların) îmânla ilgili bilgilerde tâbi olduğu iki imâmından biri Ebû Mansur-ı Mâtürîdî
İmâm-ı Mâtüridî'nin kendisinin ve babasının ismi Muhammed'dir Ebû Mansûr künyesiyle bilinir Semerkand'ın Mâturîd kasabasında doğduğu için Mâtürîdî diye meşhûr oldu Doğum târihi kesin olarak bilinmemekte olup, 852 (H238)'de doğduğu tahmin edilmekt edir 944 (H333)te Semerkand'da vefât etti (Kefevî Taşköprüzâde)
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe fıkıh bilgilerini toplayarak kısımlara kollara ayırdığı ve usûller, metodlar koyduğu gibi, Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmın (Peygamberimizin arkadaşlarının) bildirdiği îtikâd, îmân bilgilerini de to pladı ve yüzlerce talebesine bildirdi Bu talebelerinden İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin yetiştirdiklerinden Ebû Süleymân Cürcânî ve bunun talebelerinden Ebû Bekr-i Cürcânî meşhûr oldu Bunun talebesinden de Ebû Nasr-ı İyâd kelâm ilminde (îmân bilgilerin i anlatan ilimde) Ebû Mansûr Mâtürîdî'yi yetiştirdi Ebû Mensûr Mâtürîdî, İmâm-ı a'zam'dan gelen îmân bilgilerini kitaplara yazdı Yoldan sapmış olanlarla mücâdele ederek, Ehl-i sünnet îtikâdını kuvvetlendirdi, her tarafa yaydı (Ahmed Zühdü Paşa, Taşköprüzâde, Seyyid Abdülhakîm)
Îtikâdda imâm olan İmâm-ı Eş'arî ve İmâm-ı Mâtürîdî; hocalarının îtikâddaki müşterek olan mezheblerinden dışarı çıkmamış, mezheb kurmamıştır Bu ikisinin, hocalarının ve dört mezheb îmâmının tek bir îtikâdı (îmânı) vardır Bu da Ehl-i sünnet vel cemâ at ismi ile meşhûr olan îtikâddır (Taşköprüzâde, Seyyid Abdülhakîm)
Her müslümanın, îtikâdda (îmânla ilgili bilgilerde) Ehl-i sünnetin iki imâmından birine yâni Mâtürîdî veya Eş'arî'ye tâbi olması lâzımdır Bu iki imâmdan birine tâbi olmak insanı bid'at (bozuk) îtikâddan (inanıştan) korur ( Muhammed Hâdimî)
2 Îmân bilgilerinde Ebû Mansûr Mâtürîdî'nin bildirdiği gibi inanan kimse

MÂ'ÛN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yüz yedinci sûresi
Mâ'ûn sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Yedi âyet-i kerîmedir Son âyet-i kerîmesinde Mâ'ûn kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede, İslâm dînini tekzîb eden (yalanlayan) ve Allahü teâlânın emirlerine karşı gelerek cimrilikte bulunan kimsel erin, uygunsuz hareketlerinden bahsedilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî)
Allahü teâlâ Mâ'ûn sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Dîni (müslümanlığı) yalan sayanı gördün mü? İşte yetimi şiddetle iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur İşte (bu vasıflarla berâber) namaz kılan (münâfık) ların vay hâline ki, onlar namazlarından gâfildirler Onlar riyâkârların (inanmış görünenlerin) tâ kendileridir Onlar, zekâtı da men'ederler (Âyet: 1-7)
Kim Mâ'ûn sûresini okursa, eğer zekâtını vermiş ise, Allahü teâlâ onu mağfiret eder (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

MAZLÛM:
Zulme, haksızlığa uğramış kimse
Üç kimsenin duâsı muhakkak kabûl olur Mazlûmun, misâfirin ve ana babanın (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Kafir bile olsa, mazlûmun duâsı red olmaz (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Mazlûmun bedduâsından korkunuz Çünkü onunla Allahü teâlânın arasında bir perde yoktur (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
İyi bir müslüman olarak ölüme hazır ol! Mazlûmların bedduâsından çok sakın ve hiç kimseye zulmetme! (Muâz bin Cebel) Aldatmasın seni, diktatörün sarayları, kumaşı, Saray bahçesini, sular dâim, mazlûmların göz yaşı
(İmâm-ı Rabbânî) Alma mazlûmun âhını, Çıkar âheste âheste
(Atasözü)

MAZMAZA:
Abdest ve gusül alırken ağzı su ile yıkamak
Hanefî mezhebinde mazmaza guslün farzlarından ve abdestin sünnetlerindendir (Halebî)
Mazmaza ve istinşakta (suyu burna çekmek) mübâlağa etmek (dolu dolu yıkamak) guslün (boy abdestinin) sünnetidir (Kutbüddîn-i İznikî)

MEÂL:
Tefsîr âlimlerinin yaptıkları tefsirlerin (açıklamaların) ışığı altında, âyet-i kerîmelere verilen mânâ, açıklama
Kur'ân-ı kerîm gibi ilâhî belâgat ve î'câzı (kimsenin benzerini söyleyemeyeceği bir vasfı, özelliği) hâiz (sâhib) bir kitâb yalnız Türkçe'ye değil, hiçbir dile hakkıyle çevrilemez Kur'ân-ı kerîmin nazm-ı celîlini, aslındaki i'câz ve belâgatını muhâf aza ederek tercüme etmek mümkün değildir Mûteber tefsîr kitablarının ışığı altında verilen mânâlara da tercüme değil, meâl demek uygundur (Hasan Hüsnü Erdem)

ME'ÂNÎ İLMİ:
Sözün yerinde kullanılmasından, hâle, duruma göre uğrayacağı değişikliklerden bahseden ilim (Bkz İlm-i Meânî)

MEÂRİC SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmişinci sûresi
Meâric sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Kırk dört âyet-i kerîmedir Üçüncü âyet-i kerîmede geçen el-Meâric kelimesinden dolayı Sûret-ül-Meâric denilmiştir Meâric, ma'recin çoğulu olup yükselme dereceleri demektir Sûrede, kıyâmetin nasıl olacağı ve hâlleri ile Cehennem azâbı bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî, Râzî)
Allahü teâlâ Meâric sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Melekler ve ruh oraya (arş-ı ilâhîye) bir günde varırlar Bu günün uzunluğu (dünyâ senesi ile) elli bin senelik yoldur (Âyet: 4)
Kim Meâric sûresini okursa, Allahü teâlâ ona emânetlerini ve vâdlerini gözetenlerin sevâbını verir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

MEÂRİF:
Kalb bilgileri Çokluk şekli ma'rifet'tir (Bkz Ma'rifet)

MEBDE-İ TEAYYÜN:
İlâhî kemâllerin, yüksekliklerin ilm-i ilâhîde başlangıcı ve ilk kaynağı
Allahü teâlâdan gelen feyzler, nîmetler hep mebde-i teayyünden gelir (İmâm-ı Rabbânî)
Mebde-i teayyün âşık ile ma'şûk arasında berzahtır (yâni köprüdür) (M Ma'sûm)

MEBDE' VE MEÂD:
Başlangıç ve sonuç, dünyâ ve âhiret; mahlûkların (yaratılmışların) nereden ve nasıl vücûda geldiği, onları kimin yarattığı, yaratılış hikmetleri, sonunda ne olacakları ve ölümden sonraki hâlleri
Kelâm; Allahü teâlânın zât ve sıfatlarından, nübüvvet (Peygamberliğe âit mes'elelerden) ve mebde' ve meâd bakımından yaratılmışların hâllerinden bahseden ilimdir Tecrübî ilimler de mahlûkların hâllerinden bahseder fakat mebde' ve meâd bakımından değ il Sâdece, onların hissedilebilen, tecrübe ve müşâhede olunabilen (deney ve gözleme) tabiî durumlarını ele alır Meselâ ana karnındaki çocuğun nasıl teşekkül edip, meydâna geldiğini ve doğuncaya kadar geçirdiği safhaları inceler Fakat onu kimin yarattığından, yaratılış hikmetinden, dünyâya gelip îmânla ölürse Cennet'e, îmânla ölmezse Cehennem'e gireceğinden bahsetmez Mebde' ve meâd hâlleri olan bu hususlardan kelâm ilmi bahseder Kelâm ilmi gibi, felsefe de, mahlûklardan mebde' ve meâd îtibâriyle bahseder Ancak, kelâm ilmi, bunda nakli yâni Kur'ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfi esas aldığı hâlde, felsefe aklı esas alır Söylediklerinin dîne uygun olup olmadığına bakmaz Bu yüzden, dîne aykırı pekçok fikir ortaya atar (Abdüllatîf Harpûtî)

MEBÎ':
Satılan veya satın alınan mal
Mebî', akd yâni sözleşme yapılınca, müşterinin mülkü olur ise de, teslim alınmadan önce kullanılması câiz değildir Bunun için teslim almadan önce tam mülkü değildir Teslim almadan zekât hesâbına katılmaz (İbn-i Nüceym)
Mebî' tâyin (belli) edilince teayyün eder yâni belirtilen malın kendisinin verilmesi, teslim edilmesi lâzım olur Benzerini vermek olmaz (Mevkûfâtî)
MECÂZ: Bir münâsebet, ilgi sebebiyle konulduğu asıl mânâdan başka bir mânâda kullanılan lafız (söz) veya mânâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: "İstersen köye sor" (Yûsuf sûresi: 82) Âyet-i kerîmede mecâz vardır Çünkü, bir yer olan "köy" zikredilmesine rağmen, içerisinde yaşayan insanlar kasdedilmiştir (Şeyhzâde)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevvereye hicret ettikleri zaman O'nu gören Medîneliler; "Üzerimize bedr (dolunay) doğdu" dediler Burada bedr kelimesinde mecâz vardır Çünkü, bedr gökteki yıldızlardan birisi olduğu hâlde, onunla Peygamber efendimiz kastedilmiştir (Sekkâkî, Teftâzânî)
Kelâmda asl olan mânây-ı hakîkattır Mânây-ı hakîki (ilk konulduğu mânâ) kastedilmesi mümkün olmadığı zaman mecâzî mânâ ele alınır Evlâd (çocuklar) lafzı, sözü asıl mânâsı îtibâriyle ahfâd (torunlar) lafzını içerisine almaz Fakat bir kimse malını e vlâdına vakfetse, ancak evlâdı bulunmasa, bu takdirde, evlâdından ahfâdı kastedilir (Ali Haydar Efendi)

MECELLE:
Tanzîmât'ın îlânından sonra, Ahmed Cevded Paşa'nın başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan; İslâm hukûkunun muâmelâta (alışveriş, şirketler, hibe vb) âit hükümlerinin Hanefî mezhebine göre maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunla r veya bu kânunları içerisine alan mecmûa
Günlük işlerde dînin emirlerine uygun davranabilmek için her müslümanın Mecelle kitabının başındaki yüz maddeyi iyi bilmesi ve anlaması lâzımdır Kitabda bir başlangıç ile on altı kısım vardır Hepsi bin sekiz yüz elli bir (1851) maddedir (M Sıddîk Gümüş)
Tanınmış hukukçulardan Ali Haydar Bey, Âtıf Bey ve Hâcı Reşîd Paşa (rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmâin) Mecelle'yi ayrı ayrı şerh etmişlerdir Her biri çeşitli cildler hâlinde basılmıştır Bunları okuyan garb bilginleri, İslâm hukûkuna ve ondaki bilgi lerin inceliğine ve çokluğuna hayran kalmaktadır (M Sıddîk Gümüş)
Mecelle'nin içerisindeki maddelerden bâzıları şöyledir: 1) Kendi malı sanarak, başkasının malını telef eden öder 2) Birinin ayağı kayıp, başkasının malını telef etse öder 3) Başkasının elbisesini çekip de yırtan tamam kıymetini öder Elbiseyi tutup , sâhibi çekmekle yırtılsa, yarısını öder 4) Mazlum olanın, başkasına zulm etmeğe hakkı yoktur 5) Birinin malının telef olmasına sebeb olan öder Ahırın kapısını açıp, hayvan kaçarak zâyi olsa öder

MECÎD (El-Mecîd):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin güzelliği ile tanınan, övülen
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ, nîmetler vermesi sebebiyle övülendir, Mecîd'dir (Hûd sûresi: 73)
Yâ Rabbî! İbrâhim aleyhisselâm ve âlinin (akrabâsının) şerefini ve şânını yükselttiğin gibi Muhammed aleyhisselâmın, dünyâda nâmını âli (yüce) ve meşhûr, güzel dînini dâim, ümmetini çok, âhirette sevablarını sonsuz, kendisini, herkese şefâatçi, Cennet'te yüksek ve nûrlu bir yer olan Vesîle makâmına kavuşturmakla O'nun şânını ve şerefini, derecesini yükselt O'nun âlinin (akrabâlarının) ve eshâbının (mübârek arkadaşlarının) derecelerini yükselt (Yâ Rabbî!) Sen Hamîd'sin Yâni her insanda ve her kalbde övülensin, bütün hamdler yani övgüler sanadır Sen Mecîd'sin (Hadîs-i şerîf-Kitâb-üs-Salât)
Yâ Rabbî! İbrâhim aleyhisselâmın ve âlinin feyz ve bereketini artırdığın gibi, Muhammed aleyhisselâmın mübârek isminin anılmasını, O'na tâbi olanları (uyanları), ümmetini (inananları) çoğalt, yolunu dâim eyle Âlinin ve eshâbının feyz ve bereketini, iyiliklerini artır (Yâ Rabbî) Sen Hamîd'sin, Mecîd'sin (Hadîs-i şerîf-Kitâb-üs-Salât)
Baras hastası, Eyyâm-ı Biydde kamerî ayın on üç, on dört ve on beşinde oruç tutup iftar vaktinde de, el-Mecîd ism-i şerîfini söylerse, Allahü teâlâ ondan sebebli veya sebebsiz olarak bu hastalığı giderir (Yûsuf Nebhânî)

MECNÛN:
Deli (Bkz Cünûn ve Deli)
İmâm-ı Ali Rızâ hazretleri Nişâpûr'a gelince, Ehl-i sünnetten yirmi binden çok âlim ve talebe kendisini karşıladı Dedelerinden gelen bir hadîs-i şerîf okuması için yalvardılar İmâm hazretleri, bütün dedelerinin isimlerini sayarak, şu kudsî hadîsi o kudu: "Lâ ilâhe illallâh kal'amdır Bunu okuyan, kal'ama girmiş olur Kal'ama giren de, azâbımdan kurtulur" İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel hazretleri buyurdu ki: "Bu hadîs-i kudsî, râvîlerinin (bildirenlerin) isimleri ile berâber, mecnûna okunursa aklı başına gelir Hastaya okunursa şifâ bulur" (İbn-i Esîr)
Mecnûn olanlar ibâdet için ehil değildirler (Molla Hüsrev)

ME'CÛC:
Çok eski zamanlarda, bir duvar arkasında bırakılmış, kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak olan Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundan gelecek olan kötü bir millet Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır (Bkz Ye'cûc ve Me'cûc)

MECÛSİ:
Ateşe tapan
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
O îmân edenler, o yahûdîler, o yıldızlara tapanlar, o hıristiyanlar, o mecûsîler, o Allah'a ortak koşanlar (var ya), muhakkak ki Allah, kıyâmet günü aralarında hükmünü verecek, hak ve bâtılı ayıracaktır Çünkü Allah her şeye şâhid bulunuyor (Hac sûresi: 17)
Bütün çocuklar müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir Bunları sonra anaları, babaları, hıristiyan, yahûdî ve mecûsî yapar (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u ulûmiddîn)
Mecûsîler, Kisrâ denilen Acem şahlarından Küştüseb zamânında yaşayıp yaşamadığı tam bilinmeyen Zerdüşt adlı birinin uydurduğu bâtıl bir dîne bağlıdırlar Mecûsîler ölülerini gömmezler Kulelerde saklarlar ve akbabalara yedirirler (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

MECZÛB:
1 Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan
Evliyâdan bir kısmı öldükten sonra Huzûr-i ilâhîde her şeyi unuturlar Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz Duâları duymazlar Bir şeye vâsıta, sebeb olmazlar Dünyâdaki, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur (Ahmed Saîd-i Dehlevî)
2 Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu
Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenlerin, arada vâsıta olmadan maksada kavuşmaları çok güçtür Bunlara bütün tasavvuf derecelerini geçmiş olan bir Ehl-i sünnet âliminin yardımı lâzımdır Onun sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devâdır Bakışları ş ifâdır Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, meczûb olan sâlik (tasavvuf yolcusu) de böyle bir nîmettir Bu da tâlibleri (tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenleri) yetiştirebilir (İmâm-ı Rabbânî)

MED:
Uzatmak, çekmek, Kur'ânı kerîmde uzatan harflerden (elif, vav, yâ) biriyle kendilerinden önceki harfleri çekmek
Kur'ân-ı kerîm okurken yapılan hatâ dört şekilde olabilir Birinci şekil, i'râbda hatâdır Yâni harekelerde ve sükûnda(cezm, şedde de) olabilir Meselâ şeddeyi hafif okur veya medleri kısa okur veya bunların aksini yapar İkincisi, harflerde, üçüncüs ü kelimelerde ve cümlelerde olur Dördüncü olarak vakf ve vasılda yâni durulacak veya geçilecek yerde olur İlk üç şekilde mânâ değişip, küfre sebeb olacak mânâ hâsıl olursa, namaz bozulur Dördüncüde mânâ değişse de namaz bozulmaz (Alâüddîn Haskefî)

MEDENÎ:
1 Topluluk hâlinde yardımlaşarak yaşayan, kibâr, nâzik, terbiyeli, görgülü kimse
İnsan medenî olarak yaratılmıştır Hayvanlar medenî yaratılmadı Şehirde birlikte yaşamağa mecbûr değildirler İnsan, nâzik zayıf yaratıldığı için, pişmemiş yemek yiyemez Gıdâ elbise ve binânın hazırlanması lâzımdır Yâni san'atlara ihtiyâcı vardır Bunun için de araştırmak, düşünmek, tedkîk etmek (incelemek), tecrübe yapmak (denemek) ve çalışmak lâzımdır Fen ve san'at, insanlığa yaratılış îcâbı lâzımdır (Kınalızâde Ali Efendi)
2 Medîne'de nâzil olan âyet-i kerîmeler ve sûreler
Kur'ân-ı kerîmdeki sûrelerin seksen yedisi Mekkî (Mekke'de nâzil oldu, indi), yirmi yedisi Medenî'dir (Übeyd bin Ka'b)
Kur'ân-ı kerîmdeki hudûd (cezâlar) ve mîrâs paylarını (ferâizi) bildiren sûrelerle, kafirlerle cihâda izin veren ve cihâd (muhârebe) hükümlerini bildiren ve münâfıklardan bahseden sûreler Medenî'dir (Zerkeşî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #65
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MEDENİYYET:
Memleketleri îmâr edip, insanları râhat ve huzûra kavuşturmak
Medeniyyet; tâmir-i bilâd ve terfih-i ibâddır, yâni beldeleri îmâr etmek, binâlar, fabrikalar yaparak, memleketleri kalkındırmak ve fenni ve her çeşit gelirleri milletlerin hürriyetleri, râhat ve huzûr içinde yaşamaları için kullanmak demektir Bütün insanları rûh, düşünce ve beden bakımlarından râhat yaşatmaktır Medeniyet, yalnız ilim ve fen demek değildir İlim ve fen, medeniyyet için, ancak bir âlet bir vasıtadır İlimde, fende çok ileri olan milletlere, fen vâsıtalarını ne yolda kullandıklarını incelemeden medenî demek büyük gaflettir Pek yanlıştır Fabrikaların, motorlu vâsıtaların, gemi, tayyâre, atom cihazlarının çok olması, gözleri kamaştıran yeni buluşların artması, medeniyeti ve medenî olduklarını göstermez Bunları medeniyet sanmak her silâhlıyı gâzi, mücâhid sanmaya benzer Mücâhid olmak için en yeni harp vâsıtalarına mâlik olmak lâzımdır, fakat, bunlara mâlik olan, eşkıyâlık da yapabilir Medenî insan ve medeniyyet sâhibi toplum olmak için İslâmiyet; îmân, ibâdet, iş, ah lâk ve cemiyet hayâtında uyulması gereken her şeyi bildirmiştir Bunlar; Allahü teâlânın bildirdikleri, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın öğrettikleri, Eshâb-ı kirâmın naklettikleri ve İslâm âlimlerinin açıkladıklarıdır İnsanlığın bunaldığı her şeyin, çözüm ve çâresi bunların içinde vardır (İmâm-ı Rabbânî)

MEDH:
Övme, iyi taraflarını anlatma; bir kimse hakkında iyi şeyler söyleme
Medh olunmağı sevmek, insanı kör ve sağır eder Kabâhatlerini, kusurlarını görmez olur Doğru sözleri, kendisine yapılan nasîhatları işitmez olur (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Şâyet biriniz diğerini mutlaka medh edecek olursa; "Öyle sanırım ki, o şöyle iyidir, böyle iyidir" desin ve bu sözü de medh ettiği adamda, bu sıfatların bulunduğunu zannederek söylesin (Hadîs-i şerîf-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Kalb hastalıklarından biri de medh ve senâ olunmağı sevmektir Medh olunmağı sevmenin sebebi, insanın kendini beğenmesi, yüksek, iyi sanmasıdır Medh olunmak, böyle kimseye tatlı gelir Bunun hakîkî üstünlük, iyilik olmadığını, olsa da geçici olduğun u düşünmelidir (Muhammed Hâdimî)
Oğlum! Kaş göz işâretleri ile, hiç kimseyi küçük düşürecek hareketlerde bulunma! Başkasının yanında kendini veyâ âileni medhetme! (Lokman Hakîm)
Sizde olmayan meziyetlerle sizi medheden kimsenin, bir gün, sizde olmayan kötülüklerle kötüleyeceğini de unutmayınız (İmâm-ı Ahmed bin Hanbel)

MEDÎNE-İ MÜNEVVERE:
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Mekke-i mükerremeden hicret ettikten sonra, yerleştiği, ilk İslâm devletini kurduğu ve kabr-i şerîfinin bulunduğu şehir Hicretten önceki adı Yesrib olup, hicretten sonra Medînet-ür-Resûl (Peygamber ş ehri) veya Medîne-i münevvere (nurlu şehir) adıyla anılmıştır
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Onlar (münâfıklar) ; "Eğer Medîne'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olanımız oradan en hakir ve zaîf olanı muhakkak çıkaracaktır" diyorlardı Hâlbuki şeref, kuvvet ve gâlibiyet Allah'ındır, Peygamberinindir, mü'minlerindir Fakat münâfıklar bunu bilmezler (Münâfikûn sûresi: 8)
Sizden biriniz Medîne-i münevverede vefât etmeğe gücü yetiyorsa, orada vefât etsin Çünkü ben Medîne-i münevverede vefât edenlere şefâat ederim (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ül-Haremeyn)
Medîne-i münevvereye Mesîh Deccâl'in (değil kendisi) kokusu bile giremeyecektir O fitne günlerinde Medîne'nin yedi kapısı olacak ve her kapıda muhâfız iki melek bulunacaktır (Hadîs-i şerîf-Ahbâru Mekke)
Medîne-i münevvere, Mekke-i mükerremenin batısında ve Kızıldeniz'in doğusunda yer alan kuzeye doğru meyilli çölün ve güneye doğru uzanan az dalgalı bir ovanın bittiği yerde kurulmuştur Çok verimli ve tarıma elverişli topraklarında her çeşit sebze, ç eşitli meyveler ile muz ve hurmanın en iyileri yetişir Arabistan yarımadasının diğer bölgelerine göre serin bir iklime sâhibdir (Eyyûb Sabri Paşa)
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Mekke-i mükerremede insanları on üç sene müddetle İslâm dînine dâvet ettikten sonra Allahü teâlânın emri ile Medîne-i münevvereye 622 senesi Rebî-ul-evvel'in sekizinci Pazartesi günü hicret etti Burada İslâm iyet'i her tarafa yaydı On sene sonra yâni 632 senesi Haziran'ında, Rebî-ul-evvelin on ikinci Pazartesi günü Medîne-i münevverede vefât etti (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Peygamber efendimizin yaptırdığı Mescid-i Nebî içerisinde yer alan "Kabrim ile minberim arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir" buyurarak medh ettiği Ravza-i mütahhera (Cennet bahçesi), Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi, Uhûd şehidliği, başta hazr et-i Osman olmak üzere pekçok Sahâbe-i kirâmın (Peygamberimizin arkadaşları) kabirlerinin bulunduğu Cennet-ül-Bakî' kabristanı gibi mübârek yerler Medîne-i münevverededir (Eyyûb Sabri Paşa)

MEDLÛL:
Delîlin (alâmet ve işâretin) delâlet ettiği, gösterdiği şey
Delîl bulunmayınca, medlûlün de bulunmayacağı söylenemez Çünkü, Allahü teâlânın varlığına delîl olan âlem (Allahü teâlâdan başka her şey) yaratılmadan önce, medlûl olan yaratanın yok olduğu söylenmiş olur ki, bu bâtıldır, hükümsüzdür Çünkü, Allahü teâlâ, âlem yaratılmadan önce de vardı O'nun başlangıcı ve sonu yoktur Ezelîdir, ebedîdir O halde delîl olmadan da medlûl olabilir Duman olmadığı hâlde ateşin bulunması gibi (Fahreddîn Râzî)

MEDRESE:
İslâm medeniyetinde üniversite seviyesindeki eğitim ve öğretim müesseseleri
İnsanlığın bugün sâhib olduğu ilim ve teknik seviyedeki en büyük pay, İslâm memleketlerinde kurulan medreselerde yetişen müslüman âlimlerindir (İslâm Târihi Ansiklopedisi)
Din ilimlerinden başka, hey'et (astronomi), hesab (matematik), hendese (geometri), hikmet, tıb gibi ilim dallarına da mühim yer veren medreseler; din ve dünyâ ilimlerini, birlikte yürütürdü İnsanı dünyânın esiri yapmadan, dünyânın fâtihi ve sâhibi y apmak maksadıyla, devletin temel taşı olan din ve devlet adamlarını en mükemmel şekilde yetiştirmeyi sağlardı (İslâm Târihi Ansiklopedisi)
İmâm-ı Rabbânî, zamânının fen bilgilerinde en mütehassıs idi Bir mektûbunda; "Oğlum Muhammed, bu günlerde Şerh-i mevâkıf kitâbını tamamladı Yunan felsefecilerinin hatâlarını anladı" buyuruyor Bu kitab, İslâm medreselerinin yüksek kısmında son zama nlara kadar okutulan bir fen kitabıdır (M Sıddîk Gümüş)

MEDYÛN:
Borçlu, borçlanmış kimse
Dâyine (alacaklıya), medyûnun medyûnu hasm olmaz Yâni bir kimse ölendeki alacağını, ölene borçlu olandan isteyemez (Mecelle)
Medyûna zekât verilir (İbn-i Âbidîn)

MEFHAR-İ MEVCÛDÂT:
Mahlûkâtın (yaratılmışların) övündüğü Muhammed aleyhisselâm
Mefhar-i mevcûdât efendimizin, güzel huylarından, edeblerinden bâzıları şunlardır:
İnsanların en rahat davrananı, en kahramanı, en adâletlisi, en çok affedeni, en cömerdi idi
Kendisinden bir şey istendiğinde, "yok" dediği görülmemiştir
İnsanların en doğru konuşanı idi
Kendi evinde iken, tek başına kalkar, yiyeceğini alır yerdi İstediği bir şeyi yemek için evdekileri zorlamazdı
Suyu oturarak, üç yudumda ve süzerek içerdi Ağzını doldura doldura yutmazdı Bunun için şöyle buyururdu: " Ciğer hastalığı ağzını doldurup yutmaktan gelir" (El-Hadâik-ul-Verdiyye, Abdülmecîd Hânî)
Mefhar-i mevcûdât efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurdular: "Peygamberlere minberler kurulacak üzerine oturacaklar Benim minberim olacak, ben üzerine oturmayacağım Rabbimin huzûrunda ayakta dikileceğim Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyuracak; "Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?" "Yâ Rabbî! Hesâblarını hemen görüver" diyeceğim Hemen çağrılıp hesapları görülecek; kimi O'nun rahmetiyle, kimi de benim şefâatimleCennet'e girecek Şefâat etmeye öylesine devâm edeceğim ki, elime isimleri Cehennemliktir diye yazılı bir liste verilecek ve Cehennem hâzini (bekçisi) şöyle diyecek: "Ey Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ! Ümmetin hakkında Rabbimin gazabı için, hiçbir şey bırakmadın" (Şifâ-i Şerîf, Menâhil)
Mefhar-i mevcûdât Muhammed-i Mustafâ'ya salevât (Süleymân Çelebi)

MEFHÛM-I MUHÂLİF:
Lafızda zikredilmeyen mânânın, bizzat zikredilen mânâya, hükümde zıt olan mânâ Mefhûm-ı muhâlif; Şâfiîlere göre, hüküm için sahîh, mûteber bir delîl olduğu hâlde, Hanefîlere göre böyle değildir
Mefhûm-ı muhâlifi kabûl edenlerin delîllerinden birisi şudur: Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem: " Sâimede (yılın ekserisini çayırlarda otlayarak beslenen deve, koyun gibi hayvanlara) zekât vardır" buyurmuştur (Hadîs-i şerîfe göre Sâime olmayanlarda zekât yoktur Böyle olduğunu Hanefîler dâhil, bütün âlimler kabûl etmiştir Ancak, İmâm-ı Mâlik (raleyh), sâime olmayan hayvanlar için de zekât lâzım geldiğini söylemiştir (Serahsî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #66
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MEFHÛM-I MUVÂFIK:
Lafızda (sözde) zikredilmeyen mânânın bizzat zikredilen mânâya hükümde uygunluğu
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ana-babaya öf bile deme (İsrâ sûresi: 23)
Âyet-i kerîmede zikredilen ana-babaya öf demek yasaklandığı gibi mefhûm-ı muvâfık ile onları dövmek ve sövmek de yasaklanmıştır (Molla Hüsrev)

MEGÂZÎ:
Harp tarihi, gazâlara (savaşlara) dâir bilgiler, menkıbeler, hikâyeler
Megâzî kitabları, dînin temeline âit kitablardan değildir İslâm dîninin sağlamlığı megâzî kitaplarının doğruluğuna bağlı değildir Bu kitaplarda mübâlağa (abartma) bulunur Bunlar, târih kitabı gibidir (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Megâzî sâhasında ilk yazılan kitap Vâkıdî'nin Megâzî'sidir (Kâtib Çelebi)

MEHÂRİC-İ HURÛF:
Kur'ân-ı kerîm harflerinin herbirinin ağızdan ses olarak çıktığı yer
Kur'ân-ı kerîmi tecvîd üzere okumasını bilmek farz olup, tecvîdi bilmeyen mehâric-i hurûfu gözetemez Harflerin ağzındaki yerlerini gözetemeyen bir kimsenin okuduğu Kur'ân-ı kerîm ve kıldığı namaz sahîh (doğru) olmaz (Ebüssü'ûd Efendi)

MEHDÎ:
Kıyâmete yakın geleceği, Peygamber efendimiz tarafından haber verilen ve İslâmiyet'i ve adâleti yeryüzüne hâkim kılacak olan mübârek zât
Yeryüzünü küfür kaplamadıkça ve her yerde küfür ve kâfirlik yayılmadıkça hazret-i Mehdî gelmez (Hadîs-i şerîf-El-Kavl-ül-Muhtasar)
Mehdî ile müjdelenmiş olun Mehdî, Kureyş kabîlesinden ve benim Ehl-i beytimden biridir O, insanların ihtilâf içinde oldukları ve ictimâî sarsıntılar içinde bulundukları bir zamanda çıkar Mehdî, daha önce zulüm ve cevr ve eziyet ile dolu olan dünyâyı adâlet ve insaf ile doldurur (Hadîs-i şerîf-El-Kavl-ül-Muhtasar fî Alâmât-il Mehdî)
Mehdî'nin başı hizâsında bir bulut olacaktır Buluttan bir melek; "Bu Mehdî'dir Sözünü dinleyiniz" diyecektir (Hadîs-i şerîf-El-Kavl-ül-Muhtasar)
Beklenilen Mehdî, hazret-i Fâtıma'nın soyundan olacaktır Mekke'de ortaya çıkacaktır O zaman müslümanlar halîfesiz olacaktır O istemediği halde, zor ile halîfe yapılacaktır Ortaya çıkacağı zaman, yaşı ve ömrü kesin olarak bildirilmiş değildir (Ahmed Zeyni Dahlan)
Allahü teâlâ, İslâmiyet'i nasıl Resûlullah efendimizle sallallahü aleyhi ve sellem başlatmışsa, hazret-i Mehdî ile sona erdirecektir Sayıları Bedr gazasında bulunan Eshâb-ı kirâm kadar olan bir grup insan hazret-i Mehdî'ye bî'at edecek (emrine girec ek) ve her zâlim onun karşısında mağlûb olacaktır Zamânı son derece imrenilecek bir şekilde adâletle dolacaktır (İbn-i Hacer-i Mekkî)

MEHR (Mehir):
Erkeğin evlenirken kadına vereceği ve kadının hakkı olan altın, gümüş veya her hangi bir mal yâhut menfaat
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Nikâh ettiğiniz kadınların mehirlerini seve seve verin Şâyet ondan bir kısmını gönül hoşluğu ile kendileri size bağışlarsa, onu âfiyetle, râhatça yiyin (Nisâ sûresi: 4)
Mehr vermemek niyyeti ile nikâh yapan kimse, kıyâmet günü hırsızlar arasında haşr olunacaktır (bulunacaktır) (Hadîs-i şerîf-Riyâdünnâsihîn)
En bereketli kadın, mehri az olandır (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Mehrin en azı on dirhem yâni yedi miskal ağırlığındaki gümüş değerinde olan bir miskal (beş gram yâni üçte iki lira) altından az olmamalıdır Mehrin en çoğu ise tahdîd edilmemiştir (sınır konmamıştır) (B Mergınânî)
Zevcesinin (hanımının) mehrini vermemek ve insanların dinlerini öğrenmelerine mâni olmak kul haklarının en büyüğüdür (Hâdimî)
İslâmiyet'te mehr parası evlenmek için değildir Evliliğin düzenli, mes'ûd olarak devâm etmesi, kadının hak ve hürriyetlerinin korunması, din câhili huysuz erkeğin elinde oyuncak olmaması içindir Mehr parasını vermek ve çocukların nafaka paralarını her ay ödemek korkusundan erkek zevcesini boşayamaz

Mehr-i Misl:
Mehir söylenmeden veya mehir vermemek şartı ile yapılan bir nikahtan sonra, kadının, baba tarafından akrabâsının kadınlarına bakılarak bunlara verilen mehir kadar verilmesi kararlaştırılan altın, gümüş, mal veya herhangi bir menfeat

Mehr-i Muaccel:
Miktarı tesbit edilen (belirlenen) ve nikâh sırasında erkeğin evleneceği kadına peşin olarak ödemesi gereken altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfaat
Mehr-i muaccelin verilmesi, nikâh yapılınca vâcib olur (Abdurrahmân Cezîrî)
Zevci (kocası) ölen kadın mehr-i muaccelin bir kısmını almadığını söylerse, bunu mîrâstan alır (İbn-i Âbidîn)
Mehr-i muaccel, çehiz masrafı olarak düğünden önce verilir (Feyzullah Efendi)
Nikâh yapılırken, muaccel ve müeccel mehrlerin miktarları tesbit edilir Bir kağıda yazılıp dâmâd ve mevcûd (bulunan) iki şâhid imzâlayıp zevceye (hanıma) teslim edilir (Abdullah Mûsulî)

Mehr-i Müeccel:
Miktarı nikah yapılırken tesbit edilip, ödenmesi daha sonraya bırakılan yâni erkeğin evleneceği kadına sonra ödeyeceği altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfeat
Mehr-i müeccel, nikâh yapılırken belli edilirse de, verilmesi üç şeyden biri meydana gelince, yâni vaty (hanıma yakın olma hâli) halvet (başbaşa bir odada yalnız kalmaları) ve ikisinden birinin vefâtı ile ödemesi vâcib olur Zevce (hanım) ölünce, zev c (koca) mehr-i müecceli vârislerine (yakınlarına) verir Zevc (koca) ölünce, mîrâsından (geriye kalan malından) zevcesine (hanımına) verilir (Abdurrahmân Cezîrî)
Zevc (koca) zevcesine (hanımına) olan mehr-i müeccel borcunu ayırmalı, öldükten sonra zevcesine verilmesi için vasiyet etmelidir Vasiyet etmedi ise ölünce mîrâs taksim edilmeden (paylaşılmadan) önce mehrin hepsinin mîrâstan zevcesine hemen ödenmesi lâzımdır Zevcesini boşayınca, mehrini ödemeyen kimse, dünyâda hapis, âhirette azâb olunur (Muhammed Hâdimî)
Mehr-i muaccel veya mehr-i müeccel nikahta bildirilmedi ise, kadına mehr-i misl verilmesi vâcib olur (Abdurrahmân Cezîrî)

MEJDEK:
Mîlâdî dördüncü asırda İran'da komünizmi ilk kuran şahıs
Komünistliği mîlâdî dördüncü asırda ilk çıkaran Mejdek adında bir İranlıdır Mecûsî idi Peygamber olduğunu söylerdi Ona göre; ateşe tapılacaktır Her şey herkesin malıdır Zevceleri (kadınları) değiştirmek helâldir Herkesin malları ve yaşayışları eşittir Şahsî tasarruf yoktur Bütün insanlar eşit ve her şeyde ortaktırlar Biribirinin zevcesini (hanımını) isterse ona vermesi lâzımdır Zenginler mallarını fakirlere vermelidir (Ahmed Âsım Efendi)
Mejdek'in kurduğu bozuk yol, tembellerin, serserilerin ve kadına düşkün olan aşağı kimselerin işine geldiğinden çabuk yayıldı Acem (İran) Şahı Kubâd Şâh da zevkine düşkün biri idi Bu da Mejdek'in fikirlerini kabûl etti Kubâd Şâh'ın oğlu Nû'şirevân idâreyi ele alınca Mejdek'i seksen bin adamı ile birlikte kılıçtan geçirterek komünizm belâsını ortadan kaldırdı (Hüseyin bin Halef)

MEKÎL:
Kile ve ölçek ile yâni hacim ile ölçülen mal
Buğday, arpa, hurma ve tuz dâimâ mekîldir Tartı ile kullanılmaları mekîl olmalarını değiştirmez Müsâvî (eşit) olmaları lâzım olduğu zaman hacimlerinin müsâvî olması lâzım olur (İbn-i Âbidîn)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #67
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MEKKE-İ MÜKERREME:
Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın bulunduğu, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem doğduğu mübârek şehir
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
O (Allahü teâlâ) sizi Mekke'nin batnında (hudûdu içinde), onlara (kâfirlere) karşı muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekti Allahü tealâ ne yaparsanız hakkıyla görendir (Feth sûresi: 24)
Şüphesiz âlemler için bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed) Mekke'deki (Kâbe) dir (Âl-i İmrân sûresi: 96)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicret esnâsında Mekke-i mükerremeden ayrılırken Kusvâ adlı devesini harem-i şerîfe doğru döndürüp mahzûn bir halde " (Ey Mekke!) Vallahi sen Allahü teâlânın yarattığı yerlerin en hayırlı, Rabbim katında en sevgili olanısın Senden çıkarılmamış olsaydım, çıkmazdım Bana senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur Kavmim beni senden çıkarmamış olsaydı çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva kurmazdım" dedi (Hadîs-i şerîf-Halebî, Abdülhak-ı Dehlevî)
Mekke-i mükerreme Arabistan Yarımadasının batısında, Kızıldeniz'in doğusunda 21°-30° kuzey enlem, 20°-40° doğu boylamları arasında yer alır Karataşlı sıradağlar arasında uzun ve kavisli bir vâdide yer almıştır Şehrin uzunluğu üç, genişliği bir kilo metredir Etrafı taşlık olup, zirâate (tarıma) elverişli arâzisi yoktur Şehrin ortasında Mescid-ül-Haram denilen büyük câmi ve Kâbe-i muazzama vardır Mekke-i mükerremenin târihi, İbrâhim ve oğlu İsmâil (aleyhisselâm) zamânına kadar uzanır (İslâm Târihi Ansiklopedisi)
Yeryüzünün en kıymetli yeri kabr-i seâdet (Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi), bundan sonra Kabe-i muazzama ve bunun etrâfındaki Mescid-i Haram denilen câmidir Bundan sonra Medîne'deki Mescid-i Nebevî (Peygamberimizin mescidi) içindeki Ravda-i muk addese denilen meydandır Daha sonra Mekke-i mükerreme şehridir Görülüyor ki; Ravda-i mütahhera (temiz Cennet bahçesi) Mekke'den daha üstündür demek doğrudur (İmâm-ı Rabbânî)
Yeryüzünde bir tâne Kâbe vardır O da Mekke-i mükerreme şehrindedir Mü'minler hac etmek için Mekke-i mükerreme şehrine gider ve orada Allahü teâlânın emr ettiği şeyleri yaparak hacı olurlar (Eyyûb Sabri Paşa)

MEKKÎ:
Peygamber efendimizin Mekke-i mükerremeden, Medîne-i münevvereye hicretinden (göç etmesinden) önce nâzil olan (inen) âyet-i kerîmeler Âyet-i kerîmelerin Mekkî olmalarında âlimlerin arasında meşhûr olan görüş budur Bu hususta başka görüşler de vardı r
Mekkî ve Medenî (Medîne-i münevvereye nisbet edilen, yâni hicretten sonra nâzil olan) âyet-i kerîmelerin kendilerine mahsus husûsiyetleri vardır Mekkî âyet-i kerîmeler, umûmiyetle; Allahü teâlâya, meleklerine, kitablarına, peygamberlere (aleyhimüsse lâm) âhiret gününe (öldükten sonraki hayâta) îmân gibi İslâmiyet'in esâsı, temeli olan hususlar, ferdin ve milletin terbiyesi, şirkin (Allahü teâlâya eş, ortak koşmanın) putlara tapmanın bozukluğu, yanlışlığı, delillerle açıklanması vs gibi hususlardan bahseder Mekkî âyet-i kerîmeler kısadırlar Medenî âyet-i kerîmelerde ise, îmânla ilgili konuların yanında daha çok İslâmiyet'in yaşanması, ibâdetler, insanların birbirleri ile muâmeleleri, âile ve cemiyet içindeki durum ve vazîfeleri gibi hususlar bildirilir (Zerkeşî)

Mekkî sûreler:
İçerisindeki âyet-i kerîmelerin çoğunun Mekkî (hicretten önce inmiş) yâhut, baş kısmı Mekkî âyet-i kerîmeler olan sûreler
Mushafların (Kur'ân-ı kerîmlerin) bir çoğunda, sûrelere başlık olarak yapılan dikdörtgen içinde şu bilgiler görülür: Bu sûre Mekkî'dir Şu âyet-i kerîmeler müstesnâ Onlar Medenîdir veya bu sûre Medenîdir Şu âyet-i kerîmeler müstesnâ Onlar, Mekkîdi r (Zerkeşî)

MEKR:
1 Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Habîbim) onların (kâfirlerin) seni tekzîbine (yalanlamalarına) ve senden yüz çevirmelerine mahzûn olma, üzülme Onların sana yaptıkları mekrden dolayı, gönlün daralmasın (Çünkü, Allah seni, onların mekrinden muhâfaza eder, korur, onlara karşı sana yardım eder) (Neml sûresi: 70)
2 İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolun kendisi için iyi olduğunu zannederek aldandığı, gururlandığı, gafle tte bulunduğu, taşkınlık yaptığı ve günahlara daha da daldığı bir sırada, Allahü teâlânın onu âniden azâbı ile yakalayıvermesi
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlânın mekrinden emîn mi oldular Hüsrâna uğrayanlardan (küfr yâni îmânsızlık ve günâhlar ile, ibret almamak ve tefekkürü terk etmek sûretiyle zararda olanlardan) başkası Allahü teâlânın mekrinden emîn olmaz (A'râf sûresi: 99)
İnsanın, işine göre, ömür ve rızkı değişir İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir Böylece birine, ölümüne yakın iyi işler yaptırıp, son nefeste îmân ile gönderir Başkasına kötü amel işletip, îmânsız gönderir Bunun için, Resûlullah salla llahü aleyhi ve sellem her zaman; "Allahümme yâ mukallibelkulûb, sebbit kalbî alâ dînik" duâsını okurdu (ki, Ey Büyük Allah'ım! Kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin Kalbimi, dîninde sâbit kıl, yâni dîninden döndürme, ayırma! demektir) Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân bunu işitince: "Yâ Resûlallah! (sallallahü aleyhi ve sellem) Sen de, dönmekten korkuyor musun?" dediklerinde: "Allahü teâlânın mekrinden beni kim te'mîn eder? (bana kim garanti, güven verebilir?)" buyurdu Çünkü, hadîs-i kudsîde: "İnsanların kalbi Rahmân'ın kudretindedir Kalbleri, dilediği gibi çevirir" buyrulmuştur Yâni, Celâl ve Cemâl sıfatları ile kötüye ve iyiye çevirir (İbn-i Kemâl Paşa)
Şükrünü yerine getirmediği halde kendisine çok dünyâlık, mal, mülk vs verilen ve bunların kendisi için Allahü teâlânın mekri olduğunu bilmeyen kimsenin aklında bozukluk vardır (Hazret-i Ali)
Allahü teâlâdan yüz çeviren birçok kimsenin dünyâ nimetleri içinde yaşadığı görülüp, mahrûm kalmadıkları zan olunuyor ise de, bunlara dünyâ için çalışmalarının karşılığını vermektedir Yalnız dünyâ için çalışanlara verdiği dünyâlıklar, hakîkatte azâb ve felâket tohumlarıdır Allahü teâlânın mekridir Nitekim, Mü'minûn sûresi, elli beş ve elli altıncı âyetinde meâlen; "Kafirler, mal ve çok evlâd gibi dünyâlıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yardım mı ediyoruz sanıyor Peygamberime (sallallahü aleyhi ve sellem) inanmadıkları ve dîn-i İslâmı beğenmedikleri için, onlara mükâfât mı ediyoruz, diyorlar Hayır öyle değildir Aldanıyorlar Bunların nîmet olmayıp, musîbet olduğunu anlamıyorlar" buyruldu Kalblerini Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen dünyalıklar, hep harâblıktır, felâkettir Şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir (Senâullah Dehlevî)
3 Allahü teâlânın, mekr yapanların mekrini kendilerine çevirmesi, kötülüklerini, kurdukları tuzakları bozması, mekrlerine karşılık onları cezâlandırması Buna mekr-i ilâhî de denir
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Yâ Muhammed aleyhisselâm!) Hani bir zaman kâfirler seni habsetmeleri yâhut öldürmeleri, yâhut seni Mekke'den çıkarmaları için mekr yapıyorlardı Onlar mekr yaptılarsa da Allahü teâlâ onların mekrlerini kendi üzerlerine çevirdi (mekr-i ilâhîsi ile muâmele etti Onları Bedr'e getirdi Müslümanları gözlerine az gösterdi Onlar da müslümanlara hücûm ettiler Fakat mağlûb oldular, yenildiler, hezîmete uğrayıp, öldürüldüler) (Enfâl sûresi: 30)
Allahü teâlânın mekri insanların mekrinden başkadır Çünkü onların mekrinde başkasına kötülük ve zarar vermek esastır Mekr-i ilâhî böyle değildir Allahü teâlânın mekri, mekr yapanların mekrini bozmak, mekrlerine karşı onları cezâlandırmak sûretiyle umûma hayır ve iyilik olduğu gibi, onlara hadlerini ve mekr yapmanın fenâlığını bildirmek ve bâzılarının tövbelerine sebeb olmak bakımından da mekr yapanların bizzat kendileri için de hayr ve hikmettir Allahü teâlâ mekr yapanların mekrine, onların beklemedikleri, ummadıkları bir şekilde mukâbele ettiği, karşılık verdiği, bozduğu, gaflet hâlinde iken onları ansızın yakaladığı için, Allahü teâlânın bu fiiline mekr denmiştir Yoksa Allahü teâlâya doğrudan mekr isnâd edilemez, mâkir (mekir yapan) denilemez İnsanların mekri ile lafız (söz) bakımından bir benzerlik vardır Esasta insanlarınkinden başkadır (Râzî, Senâullah Dehlevî)

Mekr-i İlâhî:
Allahü teâlânın mekr (hîle) yapanların mekrini kendilerine çevirmesi, kötülüklerini, kurdukları tuzaklarını bozması, mekrlerine karşılık onları cezâlandırması

MEKRÛH:
Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anlaşılmış olan yasaklar
Mekrûh olduğu bildirilen yasak işleri özürsüz yapmak günahtır (Seyyid Abdülhakîm)
Küçük ve büyük abdesti sıkıştırırken ve yel zorlarken namaza durmak mekruhtur Namaz arasında zorlarsa, namazı bozmalıdır Bozmaz ise günâha girer Cemâati kaçırsa bile, bozması iyi olur Kerâhetle kılmaktan ise, cemâat sünnetini kaçırmak evlâdır Na maz vaktini veya cenâze namazını kaçırmamak için mekrûh olmaz (İbn-i Âbidîn)

MEKTÛBÂT:
Din büyüklerinin yakınlarına ve sevdiklerine gönderdiği, nasihat mektublarından meydana gelen kitap
Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretleri Mektûbât kitâbında buyuruyor ki: "Bu kısa ömrde, en mühim işleri yapınız Geceleri ibâdet yapmağı ve seher vakitlerinde ağlamağı büyük nîmet biliniz Karanlık geceleri, Allahü teâlâyı hatırlamak ile aydınlatınız T icârette doğru ve güvenilir olunuz Fâizden, dîne uygun olmayan alış verişlerden sakınınız" Gel kardeşim dinle benden hoş sözü Söylüyorum sana, esrârı özü Ahmed-i Serhendî bunu şerh eyledi Gör de Mektûbât'ı bak neyledi İlm-i nâfi cümle Mektûbâttadır Her ne varsa mahzende hepsi andadır O kitabdır seâdet hazînesi, Onda tevhîd madde mânâ bilgisi
(M Sıddîk Gümüş)

Mektûbât-ı Rabbânî:
Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî hazretlerinin îmân, îtikâd ve tasavvuf bilgilerini öğreten mektublarından meydana gelen pek kıymetli kitab
Allahü teâlânın kitabından ve Resûlullah'ın hadîslerinden sonra İslâm kitablarının en üstünü, en fâidelisi, Mektûbât(-ı Rabbânî)dır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MELÂHİME:
Geçmiş ve gelecek devirlere âit haberler, târihî bilgiler ve bunları anlatan kitablar Harb târihi
Melâhime kitabları dînin temeline âit kitablardan değildir Böyle kitablarda mübâlağa bulunur İslâm dîninin sağlamlığı melâhime kitablarının doğruluğuna bağlı değildir Bu kitablar târih gibidir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MELÂİKE:
Allahü teâlânın nûrdan yarattığı latîf, mâsum ve günah işlemeyen kulları Melekler (Bkz Melek)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #68
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MELÂMÎ:
Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışan, bu yolda farzları yapıp, haramlardan sakınan, şöhretten kaçındıkları için nâfile ve sünnetleri gizli yapan kimse Nefislerini kınadıkları için melâmî adı ile anılmışlardır
Melâmîler sıdk (doğruluk) ve ihlâsı (yaptıklarını yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapma hâlini) kazanmağa çalışır İbâdetlerini, yaptığı iyilikleri gizler, sünnetleri ve nâfile ibâdetleri çok yaparlar Bu ibâdetlerin görünmesinden korkarlar (Molla Câmî)
Melâmîlerin doğru yolda olanlarına kalender denir Melâmîlerin yalancı taklidcileri, zındıklardan, dinsizlerden bir kısımdır ki, her türlü günâhı işlerler Kalblerimiz temizdir, her işi Allah rızâsı için yapıyoruz derler Riyâdan, gösterişten kurtulu p, hâlis Allah adamı olmak için günâh işliyoruz, derler Allahü teâlânın ibâdete ihtiyâcı yoktur Kulların günâh işlemesi O'na zarar vermez Asıl günâh mahlûkları incitmek, can yakmaktır İbâdet de insanlara iyilik, ihsân etmektir derler Bunlar zındık, dinsizlerdir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Çeşitli kıymetli isimler altında saklanan dinsizler, az değildir Meselâ melâmî ismi böyledir Hiç ibâdet yapmayan, her çeşit günâhı, kötülüğü işleyen, İslâmiyet'e uymayan sapıklar, kendilerine melâmî dediler Hâlbuki melâmîler, beş vakit namaz gibi farzları câmide kılarlar, haramlardan kaçınıp, nâfile ve sünnetleri evlerinde gizli kılar ve şöhretten sakınırlar (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MELE-İ A'LÂ:
En yüksek topluluk, meleklerden veya onların büyüklerinden meydana gelen cemâat, topluluk Melekler âlemi
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biz size yakın olan göğü yıldızların ziyâsı ile süsledik Onu itâattan çıkan her şeytandan koruduk Ki onlar mele-i a'lâ-yı dinleyemezler (Sâffat sûresi: 6-9)
Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği kimseler, sâlihler, dünyâda iken iyi işler yapmış olanlar, vefât ettikten sonra ruhları mele-i a'lâ arasına katılır Mele-i a'lânın işi, Rablerine yönelmiş olarak devamlı O'nu anmaktır (Şâh Veliyyullah Dehlevî)
Mele-i a'lâ, Allah ile kulları arasında elçilik vazîfelerini görürler, insanların kalblerine hayır, iyi şeyleri ilhâm ederler, onlar da herhangi bir sebeble hayır düşüncelerinin uyanmasına vesîle olurlar Allahü teâlânın dilediği yerlerde toplanırlar (Şâh Veliyyullah Dehlevî)

MELEK:
Allahü teâlânın nûrdan yarattığı gözle görülmeyen mâsum (kötülüklerden korunmuş) varlıklar Çokluk şekli, melâike'dir
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Melekler Allah'ın sözünün önüne geçmezler Hep O'nun emri ile hareket ederler (Enbiyâ sûresi: 27)
O'nun (Allahü teâlânın) katındaki melekler, kendisine ibâdet etmekten ne kibirlenirler ne de yorulurlar Gece gündüz hep Allahü teâlâyı tesbîh ederler, usanmazlar (Enbiyâ sûresi: 19,20)
Bir kimse bir mü'minin ihtiyâcını karşılamak için yürüse, Allahü teâlâ yetmiş bin meleği ona sâyebân eder Eğer sabah vakti ise akşama kadar, akşam vakti ise sabaha kadar ona rahmet ile duâ ederler Allahü teâlâ her bir ayağını kaldırdıkta onun bir günâhını affeder ve bir derece yükseltir (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibbân)
Melekler, nûrdan, cinler, dumanı olmayan hâlis bir ateşten yaratıldı (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Melekten gelen ilhâm İslâmiyete uygun olur Şeytandan gelen vesvese İslâmiyetten ayrılmaya sebeb olur (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Melekler, Allahü teâlânın kıymetli kullarıdır Allahü teâlânın emirlerine isyân etmezler Emr olunduklarını yaparlar Evlenmezler, doğurmazlar, çoğalmazlar Allahü teâlânın azameti, celâli ve büyüklüğünden korkudadırlar Kendilerine verilen emirleri yapmaktan başka işleri yoktur (İmâm-ı Rabbânî)
Melekler nûrânî cisimlerdir Muhtelif şekillere girebilirler Melek ile cin yaratılış bakımından birbirine yakındır Melekler, muhteremdir, kıymetlidir Cin hakirdir, kıymetsizdir Melekte nûr (ışık) kısmı, cinde ise alev maddesi fazladır Elbette nû r, zulmetten efdâldir, daha kıymetlidir Meleklerin, cinnîlere yakınlığı, insanın hayvana yakınlığı gibidir (Seyyid Abdülhakîm Efendi)
Sayısı en çok mahlûk, meleklerdir Bunların sayılarını Allahü teâlâdan başka kimse bilmez Göklerde, meleklerin ibâdet etmedikleri boş bir yer yoktur Göklerin her yeri, rükûda veya secdede olan meleklerle doludur Göklerde, yerlerde, otlarda, yıldız larda, canlılarda, cansızlarda, yağmur damlalarında, ağaçların yapraklarında, her molekülde, her atomda, her reaksiyonda, her harekette, her şeyde meleklerin vazîfeleri vardır Her yerde Allahü teâlânın emirlerini yaparlar (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Melek-ül-Mevt:
Ölüm meleği, Azrâil aleyhisselâm (Bkz Azrâil Aleyhisselâm)
Allahü teâlâ Kur'ân-kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ey Resûlüm onlara) de ki: Sizin canınızı almaya vekil kılınan Melek-ül-mevt canınızı alacak; sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz (Secde sûresi: 11)
Melek-ül-mevt, rûhunu almağa geldiği zaman, tövbe edinceye kadar izin iste! O meleği kovamazsın Kudretin var iken, o gelmeden önce tövbe et! O da, bu saattir Zîrâ, Melek-ül-mevt, âni gelir (İbrâhim bin Edhem)
Yavrucuğum! Tövbeni tehir etme! Zîrâ melek-ül-mevt âni gelir (Lokman Hakîm)

Melek-ül-Mukarreb:
Huzûru ilâhide bulunan melekler
Kıyâmet, Cumâ günü kopar Melek-ül-mukarreb, yer ve gökler, o günün dehşetinden korkarak feryâd ederler (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed ibni Hanbel)

MELEKE:
Yerleşmiş huy, alışkanlık, tabiat
Din bilgisini öğreniniz Geliş-gidişlerinizde, oturup kalkmalarınızda, kısaca her vakit kalbinizi Allahü teâlâyı anmak ve hatırlamakla meşgul ediniz Böylece dâimâ Allahü teâlâyı hatırlama melekesi hâsıl olur (Ebü'l-Hayr Fârûkî)
Dünyâda ve âhirette seâdete kavuşmak, rahat etmek isteyen kimse bütün uzuvlarının günâh işlemesine mâni olmalıdır Günâh işlememek kalbinde meleke hâlini almalıdır Bunu başarabilen kimseye müttekî veya sâlih denir (Hâdimî)

MELEKÛT ÂLEMİ:
Gözle görülmeyen âlem, ruh ve mânâ âlemi Buna yalnız Melekût da denir (Bkz Âlem)
Eğer şeytanlar, âdem-oğlunun (insanoğlunun) kalblerinde dolaşmasaydı; onlar melekût âlemine bakarlardı (Hadîs-i şerîf-Ahmed bin Hanbel)
Mîdesini dolduran kimse, melekût âlemine yükselemez (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Kadir gecesi, melekût âleminin esrârından (sırlarından) bâzı sırların keşf olduğu gecedir Allahü teâlânın; "Muhakkak O'nu (Kur'ân-ı kerîmi) kadr gecesinde indirdik" buyurmaktan murâdı da budur (İmâm-ı Gazâlî)
İlmin kaynağı ve hidâyetin (doğru yolun) ışığı olunuz Evinizde oturun, gece ibâdetle evinizi nûrlandırın Gönüllerinizden mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) çıkarın, fazla süslenmeyin, iki eski elbise yeter Böyle yapmakla, mülk (madde)âlemin den saklanır (gizlenir), melekût âleminde bilinmiş (tanınmış) olursunuz (Abdullah ibni Mes'ûd)

MELİK (El-Melik):
1Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Zâtında, sıfatlarında, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şey varlığında ve varlıkta kalmasında O'na muhtaç olan, her şeyin sâhibi, yaratıcısı
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
O Allahü teâlâ hak ma'bûd'dur O'nun ortağı yoktur O melik'tir, mülkü hiç yok olmaz (Haşr sûresi: 23)
Her gün öğle vakti kim el-Melik ism-i şerîfini yüz kere söylerse, kalbi temizlenir ve üzüntüsü gider (Yûsuf Nebhânî)
2 Pâdişâh, hükümdar
Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Habeşistan meliki Necâşi'ye gönderdiği dâvet mektubunun bir kısmı şöyledir:
"Bismillâhirrahmânirrahim!
Allahü teâlânın resûlü Muhammed (aleyhisselâm) den Habeş meliki Necâşî Eshame'ye!
Ey melik! Ben seni, eşi ortağı olmayan Allahü teâlâya îmâna, O'na ibâdet etmeye, ve bana tâbi olmaya, Allahü teâlânın bana gönderdiklerine inanmaya dâvet ediyorum Çünkü ben; Allahü teâlânın bunları tebliğ etmeye me'mûr resûlüyüm Şimdi ben sana lâzım olan tebligâtı yapmış, dünyâ ve âhiret seâdetini sağlayacak nasihatı etmiş bulunuyorum Nasihatımı kabûl ediniz Hidâyete eren, doğru yola kavuşanlara selâm olsun (Kastalânî, İbn-i Hişâm)

Melik-i Adûd:
Hükûmeti, idâreyi kuvvet zoru ile ele geçiren kimse, sultan Buna halîfe-i câire de denir
Biz bu işe peygamberlikle ve Allah'ın rahmeti ile başladık Bundan sonra hilâfet ve rahmet olur Ondan sonra, melik-i adûd olur Ondan sonra da, ümmetimde zulm, işkence ve fesâd olur İpekli giymek, içki içmek ve zinâ helâl yapılır ve yardımcıları çok olur Kıyâmete kadar böyle gider (Hadîs-i şerîf-İzâlet-ül-Hafâ)
Hazret-i Muâviye'nin melik (sultan, devlet başkanı) olacağına hadîs-i şerîfle de işâret vardır Bunun için hazret-i Muâviye, hazret-i Hasen hilâfeti (halîfeliği) kendisine teslim ettikten ve Eshâb-ı kirâm oy verdikten sonra, halîfe-i âdil olmuştur B u büyük sahâbiye melik-i adûd demek ve bu kelimeye zâlim gibi ağır mânâlar vermek büyük iftirâdır Hele melik-i adûdu azgın kral diye tercüme etmek ise, büyük bir hatâ ve yanlıştır (Şâh Veliyyullah Dehlevî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #69
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MEL'ÛN:
Lânetlenmiş, tard olunmuş, kovulmuş (Bkz La'net)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ey mel'ûn! Âdem'e niçin secde etmedin? (buyurunca) İblis dedi ki: Ben ondan daha hayırlıyım Beni ateşten onu ise topraktan yarattın (A'râf sûresi: 12)
Dünyâ (Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhirete zarar veren şeyler) mel'ûndur Dünyâda, Allahü teâlâ için olanlardan başka her şey mel'ûndur (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Dünyâlık (haram ve mekrûh) olan şeyler mel'ûndur Allah için olan şeyler, Allahü teâlânın râzı olduğu şeyler, mel'ûn değildir (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Ahlâkını, hareketlerini, sözlerini ve şeklini kadınlara benzeten kimseye muhannes denir Böyle yapanlar mel'ûndur Bunlar için hadîs-i şerîfte; "Kendilerini kadınlara benzeten erkeklere ve erkeklere benzeten kadınlara Allahü teâlâ la'net etsin" buyruldu (Abdülhak-ı Dehlevî)

MEMLÛK:
Hür olmayan insan İslâm hukûkunda harbde esir alınıp, İslâm memleketine getirilen kimse, köle (Bkz Köle)

MEMNÛ':
Yasak Dînen yasak edilmiş
Almak memnû' olan şeyi vermek dahi memnû' olur Meselâ rüşvet almak, alan hakkında memnû' olduğu gibi, vermek dahi veren hakkında memnû'dur (Mecelle: 34)
İşlenmesi memnû' olan şeyin istenmesi dahi memnû' olur Yâni bir şeyin işlenmesi yasak ise, o şeyin yapılmasını başkasından istemek ve yapılmasına vâsıta ve âlet olmak dahi memnû'dur Meselâ, bir kimsenin başkasına eziyet ve mal veya canına zarar ver mesi ve rüşvet alması ve yalan yere şâhitlik yapması memnû' işlerden olduğu gibi, bunları başkasına yaptırması veya teşvik etmesi ve zorlaması da memnû'dur (Mecelle: 35)
Zarûretler, memnû' olan şeyleri mubâh kılar Mâni zâil, yok oldukta memnû' avdet eder (geri gelir) Meselâ bir kimsenin avret mahalline (yerine) bakmak memnû' ise de, yara ve başka hastalık hâlinde zarûret hâli sebebiyle hekim (doktor) ve cerrâh ebe gibi kimselerin bakması mubâh olur (Mecelle: 21)

MEN VE SELVÂ:
Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile Allahü teâlânın İsrâiloğullarına gökten yağdırdığı kudret helvası (men) ve bıldırcın eti (selvâ)
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biz Tîh sahrâsında sizin üzerinize bulutla gölge yaptık Size men ve selvâ gönderdik ve dedik ki:Size rızık olarak verdiğimiz bu helâl, güzel şeylerden yiyin (fakat sonrası için biriktirmeyin dedik Biriktirdikleri ise kurtlandı, yiyemediler Böyle y aparak itâatsizlikte bulunmakla) onlar bize zarar vermediler, bize zulmetmediler Bilâkis kendi nefislerine zulmettiler (Bekara sûresi: 57)
İsrâiloğulları Tîh sahrâsına düştüklerinde yiyecek istediler Mûsâ aleyhisselâmın duâsı bereketiyle Allahü teâlâ onlara men indirdi Men'in ne olduğu husûsunda değişik rivâyetler vardır Demişlerdir ki: "Allahü teâlâ bu men'den her gece yapraklar üze rine her kişi için yetecek miktârda yağdırdı Bunu yiyen İsrâiloğulları; "Ey Mûsâ! Tatlı yemekten usandık Allahü teâlâya duâ et de bize yiyecek et versin" dediler Mûsâ aleyhisselâm duâ etti Allahü teâlâ onlara selvâ indirdi Her kişi men ve selvâd an bir gece ve bir gün yiyeceği kadar alırdı İsrâiloğulları bu nîmetin de kıymetini bilmediler Men ve selvâdan bıktık; bakla, soğan, gibi şeyler isteriz dediler Nîmete şükretmediler Men ve selvâyı da depo edip biriktirmeye başladılar Fakat bunlar kurtlanıp bozuldu, yiyemediler (Sa'lebî, Kisâî, Nişancızâde)

MENÂKIB:
Menkıbeler Velîlerin, Allahü teâlânın sevgili kullarının güzel iş, hareket, söz ve kerâmetlerini konu edinen hikâye ve hâtıralar, bu hususta yazılmış kitapları Menkabenin çokluk şeklidir (Bkz Menkıbe)
Menâkıb, Allahü teâlânın ordularından bir ordudur Allahü teâlâ onunla tasavvuf yolcularının (müridlerin) kalblerini kuvvetlendirir Bu sözümüzün delîli; "Biz sana peygamberlerin kıssalarını anlatıyoruz, bununla kalbini tesbit ve takviye ediyoruz" meâlindeki Hûd sûresi 20 âyet-i kerîmesidir (Cüneyd-i Bağdâdî)
Evliyânın menâkıbını dinlemek, onlara olan muhabbeti, sevgiyi artırır; Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) menkıbeleri îmânı kuvvetlendirir (Seyyid Sıbgatullah)

MENÂSİK:
Nüsükler Hacda belli yerlerde ve belli zamanlarda yapılan belli ibâdetler, vazifeler Nüsük kelimesinin çoğuludur (Bkz Nüsük)
Haccın menâsikini benim yaptığım gibi yapın (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Tavâf (Kâbe etrâfında yedi kere dönmek) ve sa'y (Safâ ve Merve arasında gelip gitmek) hac ve ömrenin menâsikindendir (MZihni Efendi, AHaskefî)

Menâsik-i Hac:
Haccın nüsükleri
Âdem aleyhisselâm menâsik-i haccı yaptığında, melekler gelerek kendisini tebrik etti ve haccın mebrûr (kabûl) olsun; biz burayı senden iki bin sene evvel ziyâret ettik dediler (İmâm-ı Gazâlî)

MENDÛB:
Yapılması hâlinde sevâb, yapılmazsa günâh olmayan şeyler Edeb ve müstehab da denir
Namaz vakti girmeden önce abdest almak mendûbdur (İbrâhim Halebî)
Abdest alıp namaz kıldıktan sonra bu abdest bozulmadan tekrar abdest almak mendûbdur (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Mendûbları yapmak sevâb olur, yapmamak, suç değildir Sevâbından mahrûm kalınır (Alâüddîn Haskefî)

MENFEAT:
Fayda, çıkar
Bir malı, bir evi kirâya vermek; menfeatini belli bir karşılıkla satmak demektir (Abdullah Mûsulî)
Her menfeat getiren borç ribâ (fâiz)'dir (İbn-i Âbidîn)
Bir kimse ibâdetlerini dünyâ menfeati düşünmeden yaparsa, ihlâsla amel edenlerden olur (Hâdimî)
Bir kimse dünyâ menfeati için sana yaklaşırsa, ondan uzak dur Menfeatini düşünen kimseyi kendin için tehlikeli kabûl et (Ebüssü'ûd el-Bâzinî)

MENHÎ:
Nehyedilen, yasaklanan şey
Abdest alırken bâzı menhîler vardır Bunları yapmak haram veya mekrûhtur Sağ el ile sümkürmek, kıbleye ve mushafa karşı ayak uzatmak mekrûhtur Mushaf yüksekte ise, mekrûh olmaz Tahâretlenmek için birinin yanında avret (ayıb) mahallini açmak haramd ır (Halebî)
Dîn-i İslâm'ın temeli, îmânı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir Ayrıca dînimizce bildirilen bâzı menhîler vardır ki, bütün müslümanların bunları iyi öğrenmesi lâzımdır (Yûsuf Sinânüddîn)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #70
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MENÎ:
Yerinden şehvetli (lezzetli) veya şehvetsiz olarak kopup, ayrılıp, erkekten koyu beyaz, kadından akıcı sarı olarak gelen sıvı
Erkek olsun kadın olsun menî şehvetle çıkınca veya ihtilâm ile yâni rüyâda şehvetlenip uyandığı zaman menî veya mezy akmış olduğunu gören kimse, cünüp olur yâni gusül (boy) abdesti alması lâzım gelir (İbn-i Âbidîn)
Dayak yemek, ağır bir şey kaldırmak veya bir yerden düşmek gibi sebeplerle (şehvetsiz) menî çıkınca, Hanefî ve Mâlikî mezheblerinde gusül abdesti almak lâzım olmaz Şâfiî mezhebinde ise, lâzım olur Şâfiî mezhebini taklid eden Hanefî'nin, buna da dik kat etmesi lâzımdır (İbn-i Âbidîn)
Hanefî mezhebinde menî, mezy ve idrârdan sonra çıkan vedî ismindeki beyaz, bulanık, koyu sıvı, kaba necâsettir (İbn-i Âbidîn)

MENKIBE (Menkabe):
Bir zâtın güzel iş, söz ve hallerini, hayâtını konu edinen hikâye ve hâtıralar Çoğulu menâkıbdır (Bkz Menâkıb)
Ebû Bekr'in radıyallahü anh bir menkıbesinde şöyle anlatılır: Hazret-i Ebû Bekr bir defâsında şüpheli bir şey yemişti Bunu anlayınca, hemen zorla istifrâ edip (kusup), mîdesini boşalttı ve sonra şöyle duâ etti: "Allah'ım! Bilmeden yaptım Çıkarabild iğim kadarını çıkardım Beni bundan ve damarlarımda kalanlardan hesâba, sorguya çekme" diye yalvardı (A Şa'rânî)
Osman radıyallahü anh hakkında bir menkıbe de şöyledir: Bir gün hazret-i Osman, kölesinin kulağını biraz şiddetli çekmişti Sonra bu yaptığına pişmân oldu Kölesine; "Ben senin kulağını nasıl çekmişsem, sen de benim kulağımı öyle çek" buyurdu Köleni n edebinden yapmak istemediğini görünce ısrâr etti Aynısını yaptırıp, onunla helâllaştı (Yûsuf Nebhânî)
Hazret-i Ebû Bekr'in menkıbeleri, tevâzuu ve cömertliği dillerde destan olmuştur 142 hadîs-i şerîf bildirmiştir Kur'ân-ı kerîmi toplayarak İslâmiyete en büyük hizmeti yapmıştır Ensâb ilminde çok ileri olup eşi yok idi (M Sıddîk Gümüş)

MENKÛL:
1Nakledilebilen, taşınabilen
Menkûl malların kabz edilmeden önce satılması câiz değildir (Mecelle)
Vakıf veya mîrî yer üzerindeki ağaçlar ve binâlar menkûl kabûl edilir (Mecelle)
2Başkasından bildirilen, ulaşan haber, söz (Bkz Nakil)

MENNÂN (El-Mennân):
"Çok ihsân eden" mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden)

MENSÛH:
Hükmü yürürlükten kaldırılmış Sonraki hükümle değiştirilmiş dînî hüküm (Bkz Nesh)
Dört mezheb imâmının ve bunların yetiştirdiği büyük âlimlerin bir hadîs-i şerîfi görmemelerine imkân ve ihtimâl yoktur Onlardan hiçbirinin bir hadîs-i şerîfe uymaması bu hadîsin mensûh veya tevili, îzâhı olduğuna icmâ hâsıl olur (Senâullah Dehlevî)
Mezheb imâmının bildirdiği bir meseleye muhâlif bir hadîs-i şerîf görülürse, bunu mezheb imâmı veya talebesi olan müctehidler görmüş olup, mesûh olduğu veya delîli noksan olup, sıhhati (doğruluğu) sâbit olmadığı bilinmeli Bu meselenin başka sahîh ha dîsten alınmış olduğu düşünülmelidir (Dâvûd bin Süleyman)
Ehl-i sünnet âlimleri, Kur'ân-ı kerîmdeki muhkem (hüküm bildiren), müteşâbih (mânâsı kapalı), nâsih (hükmü kaldıran) ve mensûh âyet-i kerîmeleri ayırmışlardır Mukallid olanların bu hususta müctehid imâmlara tâbi olmaları lâzımdır (İbn-i Hümâm)

MERDÛD:
1 Reddedilen, kabûl edilmeyen
Bir kimse, dinde olmıyan bir şey, bir yenilik meydana çıkarırsa, bu şey merdûddur (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır Teberrî etmedikçe, tevellî olmaz; yâni düşmandan uzaklaşmadıkça, dosta dostluk olmaz Düşmanlık, düşmanlara yapılmalıdır Dostlara düşmanlık merdûddur (İmâm-ı Rabbânî)
"Peygamber efendimizi rüyâda gördüm Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk da yanında idi Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Yâ Ebâ Bekr! Ahmed'in (İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin) makbûlü (Kabûl ettikleri, beğendikleri) benim makbûlümdür ve Allahü teâlânın makbûl üdür Ahmed'in merdûdünü ben ve Allahü teâlâ sevmeyiz" (Ahmed Fârûkî)
İnsanoğlu son nefeste rûhunu teslim edeceği zaman, susayarak ve yüreği yanıp tutuşarak dört yanına bakar İnsan bu hâldeyken, şeytan fırsat bulup, îmânını almak için, başının ucuna gelir O merdûd, elinde bir kadeh tutar İçinde buzlu su, hastanın ba şının ucunda o kadehi çalkalar ve; "(Hâşâ) Âlemlerin yaratıcısı yoktur dersen, bu suyu sana veririm" der (İmâm-ı Gazâlî)
2 Allahü teâlânın huzûrundan kovulmuş, reddedilmiş mânâsına, şeytan

MERFÛ' HADÎS:
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş mübârek arkadaşlarının); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdikleri hadîs-i şerîf Buna, hadîs-i mevsûl de denir (Bkz Hadîs)

MERHABA:
1"Hoş geldiniz" mânâsına iltifât tâbiri
Fakîrler, bir adamı Resûlullah efendimize gönderdiler Adam; "Ben, fakirlerin sana gönderdikleri bir elçiyim (görevliyim)" deyince; Peygamber efendimiz; "Sana ve seni gönderenlere merhabâ, onlar benim sevdiğim kimselerdir" buyurdu (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Buhârî ve Müslim'in rivâyet ettiği (naklettiği, bildirdiği) mîrâc (Peygamberimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece) ile ilgili hadîs-i şerîfte, Resûl aleyhisselâm, mîrâc yolculuğunda yedi semâ (gök) katında da; "Merhabâ" diye rek karşılanmıştır (Abdülhak-ı Dehlevî)
Kelime-i şehâdet getirmenin (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh demenin) yüz otuz kadar faydası vardır Bunlardan ölürken olan faydasından birisi de; Merhabâ ey mü'min! Sen cennetliksin" denmesidir (M Ali Nâsıf) Merhabâ ey uşşâka sâkî merhabâ Merhabâ ey âli sultân merhabâ Merhabâ ey derde dermân merhabâ Merhabâ ey şefî'-i rûz-i cezâ Merhabâ sen rahmetenli'l-âlemîn
(Süleymân Çelebi)
2"Râhat oturun" mânâsına bir iltifat tâbiri

MERHALE:
Menzil, konak İki konak arası Bir kimsenin bir günde yürüdüğü yol
Merhale otuz dört kilometre ve beş yüz altmış beş metredir Bir kimsenin bir günde yürüdüğü yoldur Akşama kadar hep yürümesi şart değildir Kısa günde sabah namazından, öğleye kadar yürümesi kâfidir (İbn-i Âbidîn)

MERHAMET:
Şefkat, acıma, bağışlama
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ kullarına çok merhamet edicidir (Bekara sûresi: 207)
Allahü teâlâ sonsuz mağfiret ve nihâyetsiz merhamet sâhibidir (Zümer sûresi: 53)
Birbirlerine merhamet edenlere Allahü teâlâ merhamet eder O, merhamet edicidir Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, gökte olanlar da size merhamet etsin (Hadîs-i şerîf-Mişkât)
Allahü teâlâ merhameti yüz parçaya ayırdı Doksan dokuzunu kendi katında alıkoydu Yeryüzüne birtek parça indirdi Bu bir parça yüzünden mahlûkât (yaratıklar) birbirine merhamet ederler (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Şeytan; "Allahü teâlâ rahîmdir, affeder" diyerek insanı günâh işlemeğe sürükler Hâlbuki kıyâmet günü düşmanlara merhamet olunmayacaktır (İmâm-ı Rabbânî)
Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur Sükût eden selâmete erer Hayır söyleyen kâr eder, kazanır Kötü konuşan, günâhkâr olur Diline hâkim olmayan pişman olur (Lokman Hakîm)
Gençlikte Allahü teâlânın kahrından, azâbından korkmak, titremek lâzımdır İhtiyarlıkta affına, merhametine sığınmalıdır (Ahmed Fârûkî)

MERTEBE:
Derece, makam
Mukarreb olan büyükler nefislerine köle olmaktan kurtulmuşlardır Allahü teâlâ için hâlis kul olmuşlardır Bu mertebe mukarreblerin en üstün derecesidir (İmâm-ı Rabbânî)
Vilâyet yâni evliyâlık mertebelerinin sonu, en yükseği Abdiyyet makâmıdır Vilâyet derecelerinde, Abdiyyet makâmının üstünde hiçbir derece yoktur (İmâm-ı Rabbânî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #71
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



LA'B:
Oyun, boş şey Oyun ile boş yere vakit geçirme
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biliniz ki, dünyâ hayâtı elbette la'b ve lehv (eğlence) ve zînet yâni süslenmek ve tefâhür yâni öğünme ve malı, parayı ve evlâdı çoğaltmaktır (Hadîd sûresi: 20)
Dünyâ hayâtı la'b ve lehvdir Allah'tan korkanlar için âhiret hayâtı elbette hayırlıdır Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz (En'âm sûresi: 32)
Kıyâmet günü makbûl olanlardan, kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iyi işleri yapınız Sünnet-i seniyyeye yâni Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin yoluna sarılınız! Bu yola uymayan hiçbir şeyi yapmayınız E shâb-ı kehf, (rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmâin) her tarafı fitne kapladığı zaman, bir hicret yapmakla yüksek dereceye kavuştular Siz, Muhammed aleyhisselâmın ümmetisiniz Ömrünüzü lehv ve la'b ile ziyân etmeyiniz! Çocuklar gibi top oynamakla vaktinizi elden kaçırmayınız (İmâm-ı Rabbânî)

LAĞV YEMİNİ:
Geçmiş birşey için zan ile boş yere yapılan yemîn (Bkz Yemîn)

LAHD (Lahid):
Kabir kazıldıktan sonra, kabrin taban sathından kıble cihetine kabir boyunca, içine ölü sığacak kadar genişlik ve derinlikte kazılan yer
Beşikten lahd'a kadar ilim öğreniniz (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Meyyit (ölü), lahd içine, sağ yanı üzere konur Şak yapılmaz, yâni kabir kazıldıktan sonra ortasına çukur açıp; meyyit buraya konulmaz Toprak çürük, nemli ise, erkeği lahdin veya doğruca kabrin içine tabut ile koymak câiz olur Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmek mekrûh olur Kadınları her zaman tabut ile gömmek efdaldir (daha iyidir) (İmâm-ı Rabbânî) Götürüp lahde koysalar, arkaya bakmadan dönseler Süâllerimi sorsalar, bilmem hâlim nice olur
(Ahmed Yesevî)

LÂHİK:
1 Namaza imâm ile berâber başladığı hâlde, kendisine uyku, gaflet veya benzeri bir sebebden dolayı abdest bozulması hâli ârız olup da (meydana gelip de) namazın tamâmını veya bir kısmını imâm ile kılamayan kimse
Lâhik, imâma uyan cemâat gibi hareket eder Kaçırdığı rek'atleri kendi başına kılarken imâma uymuş gibi davranır Bunun için kendi başına kıldığı rek'atlerde, üzerine sehv secdesi (yanılma, unutma secdesi) gerekecek bir yanılma olsa, bundan dolayı se hv secdesi yapmaz (İbn-i Âbidîn)
Lâhik olan kimse, cemâati terk ettikten sonra eğer dünyâ kelâmı söylememiş ise, imâmın ardında gibidir Lâkin, câmiden çıktıktan sonra, pek yakın yerden abdestini almalıdır Çok ileriye giderse, namazı bozulur diyen âlimler vardır (Kutbüddîn-i İznikî)
Namazda imâma uyanlar dört çeşittir Bunlar; müdrik (iftitah yâni başlama tekbirini imâm ile birlikte alan), muktedî (iftitâh tekbîrine yetişemiyen), mesbûk (imâm, rek'atlerin birini veya ikisini kıldıktan sonra uymuş olan) ve lâhiktir (Kutbüddîn-i İznikî)
2 Kavuşan, ulaşan, yetişen
Peygamber efendimiz, bir kabir yanında hazır oldukları vakit; "Dünyâ ve âhiret selâmeti, müslümanlardan ve mü'minlerden bu kabirde bulunanların üzerine olsun Biz inşâallah size lâhik oluruz Siz bizden evvel göçtünüz Biz de, size tâbi olup, sonradan varırız Yâ Rabbî! Bizi ve bunları mağfiret et ve günâhlarımızı affet" buyururdu (Hadîs-i şerîf-Müslim)

LAHN:
Hatâ etmek, doğrudan sapmak Çoğulu elhândır
1Tecvîd ilminde, tecvîd kâidelerine uymamaktan doğan okuyuş hatâsı Fıkıh kitablarında namaz kılanın namazın farzlarından olan kırâette yaptığı hatâ zelletül-kârî adı altında incelenmiştir (Bkz Zelletül-Kârî)
Lahn, dört şekilde olabilir: Birinci şekil i'râbda hatâdır Yâni harekelerde ve sükünde olabilir Meselâ, şeddeyi hafif okur veya medleri (uzunları) kısa okur veya bunların aksini yapar İkinci şekilde, harflerde olur; harfin yerini değiştirir veya h arf ilâve eder, yâhut azaltır Veyâhut harfi ileri geri alır Üçüncü hatâ, kelimelerde ve cümlelerde olurNihâyet, vakf ve vaslde hatâ olur Yâni duracak yerde durmaz, geçer Geçecek yerde durur Bu dördüncü şekil hatâda, mânâ değişse de bozulmaz İlk üç şekilde, mânâyı değiştirip, küfre sebeb olacak mânâ hâsıl olursa, namazı bozar (İbn-i Âbidîn)
Lahn; bir hafi, başka harf okumak şeklinde olursa, harfler çok farklı ise, bozar Meselâ, sat yerine ta söylemek, sâlihât yerine tâlihât okumak İhlâs sûresinde Ehad yerine ehat demek gibi Harflerin farkı az ise, çok âlimler, mânâ değişirse, eğer bi lerek okudu ise, bozulur; ağzından kaçtı ise, bozulmaz dediler Dat yerine zı demek, sin yerine sat, te yerine tı demek gibi Fetvâ böyle ise de, ihtiyâtlı olmak lâzımdır Dâllîn yerine zâllîn böyledir Kelimeyi değiştirince, mânâ bozulursa, Kur'ân-ı kerîmde benzeri bulunsa da bozar Mânâ değişmezse, bozmaz (İbn-i Âbidîn)
2 Tegannî, sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mânâ bozulacak şekilde, harfleri ve kelimeleri değiştirerek, sesi alçaltıp, yükselterek, çeneyi oynatarak okumak
Lahn ve nağme (vezinli ses) bulunmayan güzel sesi dinlemek mutlaka mubahtır, mahzuru yoktur Sıkıntı gidermek için nağme ile kendi kendine okumak câiz diyenler vardır Fakat başkalarını eğlendirmek veya para kazanmak için okumak haramdır (Mazhâr-ı Cân-ı Cânân)
Lahn yaparak, tecvîdi, Kur'ân-ı kerîmi, şartlarına, usûlüne uygun olarak okumayı bozmak bid'at, dinde sonradan çıkan bir şey olup, dinlenmesi de büyük günahtır (Abdülganî Nablüsî)
Kur'ân-ı kerîmi, zikri, duâyı lahn ile okumak icmâ ile yâni müctehid âlimlerin sözbirliği ile haramdır (Seâdet-i Ebediyye)
Lahn ile tegannî ederek okuyan imâmın arkasında kılınan namazı iâde etmek lâzımdır (İbrâhim Halebî)
Namaz vakitlerini bilmeyen, tegannî, elhan ederek okuyan kimse, ezan okumaya ehil değildir Böyle kimseyi müezzin yapmak câiz değildir (Bezzâziyye)

Lahn-ı Celî:
Açık ve herkesin bildiği tecvîd hatâsı
Lahn-ı celî harflerde veya harekede yâhut sükunda olur Meselâ tı harfini dal, sad'ı sin okumak lahn-ı celîdir (İbn-i Âbidîn)

Lahn-ı Hafî:
Gizli hatâ olup, ancak tecvîd ilmi ile uğraşanlar bilir
Lahn-i hafîde mânâ bozulmaz İhfâyı, iklâbı vb yapmamak, kalın okunacak yerde ince, ince okunacak yerde kalın okumak, uzatılacak yerde kısa okumak, kısa okunacak yerde uzatarak okumak gibi (İbn-i Âbidîn)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #72
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



LÂİM:
Levm eden, kınayan, iyi ve güzel bulmayan
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Dinden çıkarsanız Allahü teâlâ sizin yerinize başkalarını getirir Onları sever Onlar da Allahü teâlâyı severler Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetlidirler Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir lâimin levminden korkmazlar İşte bu, Allah'ın bir ihsânıdır ki, onu dilediğine verir Allah, ihsânı bol olan, (her şeyi) çok iyi bilendir (Mâide sûresi: 54)
Siz Allahü teâlânın hadlerini (cezâlarını) yakın ve uzak olan herkes hakkında dosdoğru infaz ediniz (uygulayınız) Sakın hiçbir lâimin kınaması sizi Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekten alıkoymasın (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

LAÎN:
Lânet edilmiş, kovulmuş Allahü teâlânın rahmetinden mahrum olan şeytân (Bkz Lânet)

LAKAB:
Bir kimseyi övmek veya yermek (kötülemek) için takılan adlar
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Bir takım kimseler diğerleri ile alay etmesin Olur ki, alay edilenler, Allah indinde alay edenlerden daha hayırlıdır Kadınlar da, diğer kadınlarla alay etmesinler!Olur ki, alay edilen, eğlenceye alınan kadınlar, onlardan daha hayırlıdırlar Birbirinizi ayıplamayınız ve birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayınız Bir kimse îmân ettikten sonra, fâsıklık ne çirkin bir addır Kim ki bu yasak edilen şeylerden tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir (Hucurât sûresi: 11)
Müslüman bir kimseye kötü lakap takmak veyâ takılan kötü lakabla onu çağırmak dil âfetlerindendir İyi lakabla çağırmakta bir beis, sakınca yoktur (İmâm-ı Birgivî)

LAKÎT:
Geçim sıkıntısı veya nâmus korkusu (zinâ ithamlarından kaçınmak) için terkedilmiş, bir yere bırakılmış çocuk
Lakîti terketmek günâh, görünce alıp ölümden kurtarmak şehirde sünnet, tenhâ yerde ise farzdır Kuyuya düşen âmâyı (körü) kurtarmak da böyledir Dâr-ül İslâm'da (İslâm diyârında) bulunan çocuk, hür ve mü'min olur Lakît için, bu benim çocuğum diyen b ir adamın sözü kabûl edilir Kadın söylerse iki şâhid istenir İlim öğretilir Sonra san'ata verilir Hükûmetten izin almadan sünnet ettirilmez, malı satılamaz Hükûmetten izinsiz yapılan masraflar, çocuğa teberrû yâni hediyye olur (Kâşânî)

LA'NET (Lânet):
Bedduâ; bir kimsenin kötülüğünü, Allahü teâlânın af ve merhametinden mahrum olmasını, ihânet edenlerin veya kötülüklerin gerektiği cezâya çarptırılmasını istemek
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruluyor ki:
Allahü teâlâ ve Resûlüne eziyyet edenlere, dünyâda ve âhirette de lânet olsun (Ahzâb sûresi: 57)
Ben, lânet etmek için, insanların azab çekmesi için gönderilmedim Ben, herkese iyilik etmek için, insanların huzûra kavuşması için gönderildim (Hadîs-i şerîf-Ahmed ibni Hanbel)
Kadın elbisesi giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına lânet olsun (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Bir kul, herhangi bir şeye lânet ederse, o lânet semâya yükselir Fakat göklerin kapısı bu fenâ söze karşı kapanır; yere iner, onun da kapıları kapanır Sonra sağa sola başvurur, girecek yer bulamayınca, lânete müstehak olana gider Eğer lânete lâyık değilse, bu defâ lânet edene rücû eder (döner) (Hadîs-i şerîf-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Ey oğul! Hiç kimseye lânet etme Zîrâ lânet eylediğin adam, lânete müstehak değil ise, yaptığın lânet sana döner Hayvanlara dahi lânet etme Zîrâ, melekler sana lânet ederler ( Süleymân bin Cezâ)
Her kim bir binek ve yük hayvanına, lânet olsun derse, o hayvan (hal diliyle) der ki: "Âmin, lâkin yüce Allah'a hangimiz daha fazla âsî ise, lânet onun üzerine olsun" (Fudayl bin Iyâd)

LÂŞE:
Leş Kendiliğinden ölmüş veya İslâmiyet'in emrine uygun olmayarak kesilmiş veya öldürülmüş hayvan ve böyle hayvanın eti (Bkz Leş)

LATÎF (El-Latîf):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından Lütf ve ihsân edici, dâimâ güzel muâmelede bulunan
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Gözler O'nu idrâk edemez Ama O, gözleri idrâk eder O latîftir, (her şeyden) haberdârdır (En'âm sûresi: 142)
Allah kullarına çok latîftir Kimi dilerse onu rızıklandırır Kuvvetli, güçlü ancak O'dur (Şûrâ sûresi: 19)
Allahü teâlânın rahîm, hakîm ve latîf olduğuna inanmak, tevekkülün esaslarındandır O'nun inâyeti (yardımı), şefkati, karıncadan insana kadar, her mahlûka, yarattığına yetişir Kullarına olan merhameti, iyiliği; bir ananın yavrusuna olan merhâmetinde n daha çoktur Lütfu, merhameti o kadar çoktur ki, dünyâyı ve dünyâda olan herşeyi en iyi şekilde yaratmıştır (İmâm-ı Gazâlî)
El-Latîf ism-i şerîfini söylemeye devâm edenin üzüntü ve elemi gider, rahat ve huzur bulur (Yûsuf Nebhânî)
2 Yumuşak, hoş, güzel, nâzik Âdem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl bir nazar, Gör bu latîf çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar
(M Sıddîk bin Saîd)
3 Gözle görülmeyen
Melekler cismdir, latîftir Gaz hâlinden de daha latîftirler Nûrânîdirler Diridirler, akıllıdırlar, insanlardaki kötülükler meleklerde yoktur (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

LATÎFE:
1 Hoş, tatlı söz, şaka
Arkadaşlarınıza latîfe yapınız Onlarla edebli ve hoşça vakit geçiriniz Kalb kırmayınız Lâkin şunu biliniz ki, bir topluluğu güldürenlerde hayır yoktur (İmâm-ı Mâverdî)
Latîfenin fazlası iyi görülmemiştir Çünkü, latîfenin çokluğu gülmeyi artırır Çok gülmek kalbi öldürür, heybeti giderir Böyle latîfelerden sakınmalıdır (İmâm-ı Gazâlî)
Resûlullah efendimiz latîfe yapmış ve söylemiş, latîfeleri hep hak üzere ve fâideli olmuştur (Muhammed Hâdimî)
2 Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her biri
Âlem-i emrde bulunan beş latîfenin insanda birer sûreti, benzeri vardır Bu beş latîfeye kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâ isimleri verilmiştir Evliyânın çoğu bunları birbirinden ayırmamış ve hepsine rûh demişlerdir (İmâm-ı Rabbânî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #73
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



LÂÜBÂLÎ:
Başkalarıyla saygısızlığa varacak şekilde senlibenli; çekinmesi ve sakınması olmayan
Kur'ân-ı kerîm; bir erkeğin, yabancı bir kadınla halvetini yâni yalnız başına kapalı bir yerde berâber kalmasını, yabancı kadınların seslerini dinlemesini ve zarûretsiz lâübâlî bir şekilde konuşmasını da haram kılmıştır (Yûsuf Sinânüddîn)

LAZY:
Hiçbir dîne inanmıyanlar ile müşriklerin (Allahü teâlâya ortak koşanların) azâb görecekleri, Cehennem'in altıncı tabakası
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Şüphe yok ki hem âhiret, hem dünyâ bizimdir İşte sizi alevlendikçe alevlenen Lazy ateşi ile korkuttum Oraya ancak kâfir olan (peygamberini) inkâr eden ve (îmândan) yüz çevirenler girer (Leyl sûresi: 13-15)

LEBBEYK:
1 Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke lâ şerîke lek (Allahım! Senin emrine her zaman itâat ederim Senin ortağın yoktur Dâvetine can ve gönülden uyarım Şüphesiz hamd (övgü), nîmet (vermek) sana mahsûstur Mülk de senindir Senin ortağın yoktur) (Bkz Telbiye)
Hac yapacak kimse, ihrâma girince yüksek sesle telbiye eder Lebbeyk diyerek ihrâma giren hacı, Allahü teâlânın dâvetine ve haccediniz emrine uyduğunu düşünmeli ve buna göre kendini hazırlamalıdır (Saîdüddîn Fergânî)
2 "Efendim, buyurunuz, emrediniz!" mânâsında, çağırana cevâb ifâdesi
Muâz bin Cebel (radıyallahü anh) şöyle anlatmıştır Bir gün Resûl-i ekrem efendimiz bir hayvana binmişti Ben de arkalarında bulunuyordum Bana "Ey Muâz!" diye seslendiler Ben de "Lebbeyk yâ Resûlallah!" dedim Üç kerre ismimi söyledikten sonra; "Cenâb-ı Hakk'ın kulları üzerinde olan hakkı nedir biliyor musunuz?" buyurdu "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedim Bunun üzerine; "Cenâb-ı Hakk'ın kulları üzerindeki hakkı, onların kendisine ibâdet etmeleri ve başka hiçbir varlığı ona şirk (ortak) koşmamalarıdır" buyurup, tekrar sordular: "Kullar bu vazîfelerini yerine getirirlerse, Allah'tan bekledikleri hakları (Allahü teâlânın onlara vâdettiği karşılık) nedir bilir misin?" buyurdular Ben yine "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince; "Bu takdirde kulların Allah üzerindeki hakkı (onlara vâdettiği) nîmet ve kullarına azâb etmemesidir" (Hadîs-i şerîf-Müslim)

LEDÜNNÎ İLMİ:
Allahü teâlânın vergisi, ihsânı olan mânevî ilim (Bkz İlm)
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Orada kendi indimizden bir rahmet (vahy ve nübüvvet veya uzun ömür) verdiğimiz ve ona ledünnî ilmi öğrettiğimiz kullarımızdan birini (Hızır'ı) buldular (Kehf sûresi: 65)
Ledünnî ilim yetmiş iki derecedir İlk derecesinden olan, bir ağaca bakınca yapraklarının sayısını, bir denize bakmakla damlalarının adedini, bir çöle bakınca kumlarının sayısını bilir (Seyyid Abdülhakîm)
Hızır aleyhisselâm, güzel ahlâk sâhibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatli idi Allahü teâlânın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini bilir, Hak teâlânın bildirmesiyle Ledünnî ilmine muttalî (vâkıf) idi (Sa'lebî, İmâm-ı Rabbânî) Matematik fizik kimyâ bu esrârı çözmüyor Ledünnî ilminde üstâd bir Süleymân isterim
(Süleymân bin Ahmed)

LEHV:
Eğlence Âhirette faydası olacak şeylerden alıkoyan her şey
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biliniz ki, dünyâ hayâtı elbette la'b (oyun) ve lehv ve zînet yâni süslenmek ve tefâhur yâni öğünme ve malı parayı ve evlâdı çoğaltmaktır (Hadîd sûresi: 20)
Her türlü lehv haramdır Yalnız zevce (hanım) ile oynamak, at ve silâh ile tâlim, yarış yapmak câizdir (Hadîs-i şerîf-Nasb-ur-Râye)
Allahü teâlânın rızâsını kazanmayı düşünmeden yapılan işler hep lehvdir Bunların faydası çok çabuk geçtiği, kaybolduğu için sanki hiç faydası yok gibidirler (Senâullah-i Pânî Pûtî)

Lehvel-Hadîs:
Müzik, her türlü boş oyun, eğlence
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, bilgisizce (hissettirmeden) Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlence yerine tutmak için lehvel-hadîs'e müşteri çıkar İşte bunlara şiddetli bir azâb vardır (Lokman sûresi: 6)
Lehvel-hadîs ile ilgili âyet-i kerîmenin nâzil olmasının (gönderilmesinin) sebebi şöyle bildirilmiştir: Müşriklerden Nadr bin Hâris ticâret yapmak için Fâris (İran) diyârına giderdi Oradan Acemlerin hikâye ve efsâne kitablarını getirirdi Bunları Ku reyşlilere, Mekke halkına; "Muhammed size Âd ve Semûd kavminin kıssalarını bildiriyor, gelin ben de size Rüstem'in, İsfendiyâr'ın, Kisrâ'nın hikâyelerini anlatayım" diyerek pekçok kimsenin Kur'ân-ı kerîmi dinlemesine mâni olurdu Ayrıca bir de şarkıcı câriye satın almıştı Bir kimsenin müslüman olacağını işitince, hemen şarkıcı câriyesini alıp müslüman olmaya karar veren kimsenin yanına gider, şarkıcı câriyeye, haydi bu kimseye yedir-içir, şarkı söyleyiver derdi Böylece o kimseyi eğlendirip, gördün mü senin için bu daha iyi değil mi? derdi Bunun üzerine hem Nadr bin Hâris ve hem de böyle yapanların uygunsuz hareketleri üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur (Muhammed bin Hamzâ Senâullah-ı Dehlevî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #74
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



LEŞ:
Kendiliğinden ölen veya Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip de başka sûretle öldürülen veya Ehl-i kitâb olmayan kâfir ve mürtedlerin kestikleri yenmesi haram hayvanlar Ölmüş hayvan
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Şöyle ki, Kur'ân'da yenmesi haram olanlar, leş ve akıcı kan ve pis domuz ve Allah'tan başkasının adı ile kesilmiş olandır (En'âm sûresi: 145)
Kasten, yâni hatırında olduğu hâlde, bilerek Besmele çekmeden kesilen hayvanı ve Besmelesiz tutulan av hayvanını, kitâbsız kâfirlerin, mürtedlerin kestiği, avladığı hayvanı yemek haramdır Böyle tutulan balığı yemek haram değildir Kesmeyip de, bir y erine bıçak saplayarak, ensesine ve alnına vurarak veya boğarak veya ilâçlayarak, elektrikleyerek öldürülen kara hayvanları leş olur Bunları yemek haram olur (Hâdimî, İbn-i Âbidîn)
Murdar eti, yâni leş eti ve domuz eti ve şarap gibi kendileri kat'î (açık, kesin) delîlle haram olanlar, hiçbir zaman helâl olmaz Sâhibi satsa, hediye etse, helâl etse de, yemek olmaz Bunlara helâl diyen, yerken bilerek Besmele çeken îmânını kaybed er (Hâdimî, İbn-i Âbidîn )
Ölüm korkusu olunca, ölmeyecek kadar leş ve başkasının malı yenebilir (İbn-i Âbidîn)

LEŞKER-İ DUÂ:
Duâ ordusu Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, sâlih müslümanlar, velîler topluluğu (Bkz Duâ Ordusu)
Leşker-i gazâ (cephede savaşan asker), leşker-i duânın yardımına muhtâçtır İhlâs ile yapılan duâ muhakkak kabûl olur (İmâm-ı Rabbânî)
Leşker-i duâ, leşker-i gazâdan akvâdır (daha kuvvetlidir) (İmâm-ı Rabbânî)

LEŞKER-İ GAZÂ:
Gazâ ordusu, savaşan askerler Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak, din, nâmus ve vatanlarını korumak için düşmanla savaşan müslümanlar (Bkz Gazâ)

LETÂFET:
Hoşluk, yumuşaklık, tatlılık
Allahü teâlâ, kıyâmette, ilâhlık makâmında tecelli buyurup, yedi kat gökleri sağ kudret eline alıp buyurur ki: "Ey alçak dünyâ! Senin içinde rablık dâvâsı edenler ve ahmakların rab tanıdıkları âcizler nerededir ve senin güzellik ve letâfetinle aldatt ığın ve âhireti unutturduğun kimseler nerededir?" (İmâm-ı Gazâlî) Hilye-i nebîyi güç iken beyân Başlarız, ona oldukça imkân Geniş, güzel latîfti gözü Nûr saçardı hep mübârek yüzü Gümüş teninde letâfet vardı İrice mühr-i nübüvvet vardı
(M Sıddîk bin Saîd)

LEVH-ÜL-MAHFÛZ:
Korunmuş levha; Allahü teâlânın takdir ettiği her şeyin yazılı bulunduğu, nasıl olduğu bizce bilinmeyen ve her türlü te'sirden korunmuş levha
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Dünyâda olacak her şey, dünyâ yaratılmadan evvel ezelde Levh-ül-mahfûza yazılmış, takdir edilmiştir Bunu size bildiriyoruz ki, hayatta kaçırdığınız fırsatlar için üzülmeyesiniz ve kavuştuğunuz kazançlardan, Allah'ın gönderdiği nîmetlerden mağrûr olmayasınız (Hadîd sûresi: 23)
Allahü teâlâ Levh-ül-mahfûza önce şunları yazdı: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur Muhammed (aleyhisselâm) O'nun kulu ve Resûlüdür Verdiğim hükme râzı olan, belâlara sabreden, nîmetlere şükreden kimseyi doğrular arasına yazdım O kimse, kıyâmet günü onların arasında dirilir Hükmün dışında bir şey bekleyen, belâlara karşı sabırlı olmayan, nîmetlere şükür yolunu tutmayan Benden başka ilâh arasın (Hadîs-i şerîf-El-Burhân-ül-Müeyyed)
Levh-ül-mahfûzda, ilk yazılan Besmeledir Âdem'e (aleyhisselâm) ilk gelen, Besmeledir (Ya'kûb-ı Çerhî)
Cebrâil (aleyhisselâm) her sene bir kerre gelip, o âna kadar inmiş olan Kur'ân-ı kerîmi, Levh-ül-mahfûzdaki sırasına göre okur, Peygamber efendimiz dinler ve tekrâr ederdi Âhireti teşrif edeceği (vefât edeceği) sene, iki kerre gelip tamâmını okudula r (İmâm-ı Süyûtî, Zerkeşî, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

LEVM:
Kınama (Bkz Lâim)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey îmân edenler! Dinden çıkarsanız, Allahü teâlâ, sizin yerinize başkalarını getirir Onları sever Onlar da Allahü teâlâyı severler Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetlidirler Allah yolunda cihâd ederler ve hiçbir levm edenin levminden korkmazlar (Mâide sûresi: 54)

LEYL SÛRESİ:
Kur'ân- kerîmin doksan ikinci sûresi
Leyl sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Yirmi bir âyet-i kerîmedir Geceye yeminle başladığı için sûreye, Sûret-ül-Leyl denilmiştir Sûrede cömertlik ve cimrilik anlatılmaktadır
Allahü teâlâ Leyl sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Cehennem ateşinden çok korkan, Allah'ın söz verdiği nîmetlere kavuşmak için, malını Allah yolunda verir (Âyet: 5)
Kim Leyl sûresini okursa, Allahü teâlâ ona, râzı oluncaya kadar (istediğini) verir ve zorluklardan muâf tutar ve ona kolaylık verir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

LEYLE-İ BERÂT:
Mübârek gecelerden, Şâban ayının on beşinci gecesi (Bkz Berât)

LEYLE-İ İSRÂ:
Mübârek gecelerden Mi'râc gecesi (Bkz Mi'râc)

LEYLE-İ KADR:
Daha çok Ramazân-ı şerîf ayı içinde bulunduğu bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmin gelmeye başladığı mübârek gece (Bkz Kadr Gecesi)

LEYLE-İ Mİ'RÂC:
Mübârek gecelerden, Resûlullah efendimizin Mîrâca çıktığı Receb ayının yirmi yedinci gecesi (Bkz Mi'râc Gecesi)

LEYLE-İ REGÂİB:
Mübârek gecelerden, Receb ayının ilk Cumâ gecesi (Bkz Regâib Gecesi)

LIHYE-İ SEÂDET:
Peygamber efendimizin sakal-ı şerîfleri
Hırka-i seâdet dâiresinde Peygamber efendimizin altmışa yakın Lehye-i seâdeti bulunmaktadır Bunlardan yirmi dört kadarı altın ve kıymetli taşlarla süslü muhâfazalarda veya sedef kutularda saklanmaktadır (Bkz Sakal-ı Şerîf) (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #75
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



LİÂN:
Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri Buna mulâane de denir
Liân için önce erkek "Sözüm doğrudur" diye yemin eder Dört kerre tekrar eder, beşincide; "Yalan söylüyorsam Allahü teâlânın lâneti benim üzerime olsun" der Sonra kadın dört defa; "Allah şâhidim olsun ki, bu adam bana zâni (zinâ edici) demekle yalan söyledi" diye yemin eder Beşincide; "Doğru söyledi ise, Allahü teâlânın gadâbı benim üzerime olsun" der Sonra hâkim bunları bir talâk-ı bâin ile ayırır Liân yapıldıktan sonra, adam sözünden dönerek veyâ başka bir afîfe kadını kazf ederek (zinâ isnâd edip isbat edemeyip) had cezâsı uygulanmadıkça eski hanımıyla tekrar hiçbir zaman evlenemez (M Mevkûfâtî)

LİFÂFE:
Kefenin bir parçası (Bkz Kefen)
Lifâfe baştan ve ayaklardan aşırı uzunlukta olup kefenin en geniş parçasıdır Baş üstünden ve ayak altından uçları büzülüp bezle bağlanır (Halebî)
Kadının kefeni beş parça olup sünnettir: Kamîs, izâr, lifâfe, himâr ve göğüs bezidir (Halebî)

LİVÂ:
Sancak
Peygamber efendimizin râyesi, bayrağı siyâh idi Livâsı daha küçük olup, beyaz idi (İmâm-ı Kastalânî)
Peygamber efendimizin livâsının üzerinde "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah" yazılı idi (Ebü'l-Ferec ibni Cevzî)
Tebük seferinde Resûlullah efendimiz, en büyük livâsını hazret-i Ebû Bekr'e ve en büyük bayrağını da Zübeyr bin Avvâm'a verip taşıttırdı (Vâkıdî)

Livâ-i Hamd:
Hamd (şükür) sancağı Kıyâmet gününde, canlılar dirilip, Arasat meydanında toplanınca, Allahü teâlâ tarafından Peygamber efendimize ihsân edilecek olan ve altında bütün inananların toplanacağı sancak-ı şerîf
Kıyâmette herkes sustuğu zaman ben söyleyiciyim Kimsenin kımıldayamadığı vakitte onlara şefâat ediciyim Kimsede ümid kalmadığı zamanda onlara müjde vericiyim O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir Livâ-i hamd benim elimdedir İnsanların en hayırlısı en cömerdi en iyisiyim O gün emrimde binlerce hizmetçi vardır Kıyâmet günü peygamberlerin imâmı, hatîbi ve hepsine şefâat edici benim Bunları öğünmek için söylemiyorum (Hadîs-i şerif-Tirmizî, Dârimi-Mişkât)
Allahü teâlâya sığınarak ve O'ndan yardım dileyerek bildiriyorum ki, Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın resûlüdür, peygamberidir Âdemoğullarının seyyidi, efendisidir Kıyâmet gününde kendisine uyarak Cehennem'den kurtulanların en cömerdidir Kıyâ met günü kabirden ilk önce o kalkacaktır İlk önce o şefâat edecektir İlk önce O'nun şefâati kabûl olunacaktır Cennet kapısını önce o çalacaktır Kapı O'na hemen açılacaktır Livâ-i hamd denilen sancak O'nun elinde bulunacaktır Âdem aleyhisselâm v e O'nun zamânından Kıyâmete kadar gelen her mü'min, Livâ-i hamd sancağı altında toplanacaktır (İmâm-ı Rabbânî)

LİVÂTA:
Erkekler arasındaki cinsî sapıklık Homoseksüellik
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? (A'râf sûresi: 80) Tefsîr âlimleri buradaki çirkin işin livâta olduğunu bildirdiler (Celâleyn)
Lût kavmi gibi livâta yapanları, suç üstü yakalarsanız, ikisini de öldürünüz (Hadîs-i şerîf-Birgivî Şerhi)
Erkek, erkek ile livâta yaparken arş titrer, sallanır Melekler de bu iğrenç işe muttali (haberdâr) olup, yâ Rabbî emr etsen de, yeryüzü o ikisini ta'zir etse (cezâlandırsa), gökyüzü onların üzerine taş yağdırsa derler Allahü teâlâ; "Ben (hilm sâhibiyim) acele etmem Benden bir şey kaçmaz" buyurur (Hadîs-i şerîf-Hüsn-üt-Tenebbüh)
Üç şeyden dolayı, Allahü teâlâ gadaba gelip Arş titrer Haksız yere adam öldürme, erkeğin erkeğe, kadının kadına gidip livâta yapmasıdır (Ebû Tâlib Mekkî)
Livâta yapanlarda çok tehlikeli olan İt uru ve Aids hastalığı hâsıl olmaktadır (Seâdet-i Ebediyye)

LOKMAN HAKÎM:
Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim ve hikmet; akıl, anlayış, idrâk verilen peygamber veya velî Kur'ân-ı kerîmde ismi zikr edildi Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadası'nın Umman taraflarında yaşadı Uzun bir ömür yaşadıktan sonra ibâ det hâlindeyken Kudüs ile Remle arasında vefât etti
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhakkak biz Lokman'a hikmet verdik ve sana verilen hikmet nîmetine şükret dedik (Lokman sûresi: 12)
Lokman, oğluna nasîhat ederek dedi ki: "Ey oğulcuğum! Allahü teâlâya şirk (ortak) koşma Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür (Lokman sûresi: 13)
Lokman, peygamber olmayıp ibâdet eden bir kuldu Allahü teâlâ onu günâhlardan korudu Çok tefekkür ederdi Îmânı kuvvetli idi Allahü teâlâyı sever, Allahü teâlâ da onu severdi Allahü teâlâ ona hikmet (akıl, anlayış, idrâk, ilim) ihsân eyledi (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)
Lokman Hakîm, Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadasının Umman taraflarında yaşadı Dâvûd aleyhisselâmın peygamberliğinden önce Lokman Hakîm müftî idi Davûd aleyhisselâm peygamber olduktan sonra, Lokman Hakîm ondan ilim öğrendi Dâvûd aleyhisselâma ümmet oldu Lokman Hakîm cenâb-ı Hak tarafından peygamberlik ve hakîmlikten birini seçmek için serbest bırakılınca, hikmeti seçti Sebebi sorulunca; peygamberlik büyük bir iştir, hakkını yerine getiremem diye korktum dedi Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim, hikmet, akıl, anlayış verildi (Katâde)
Lokman Hakîm'in hikmetli nasîhatlerinden bâzıları şöyledir:
Ey oğulcuğum! Namazını dosdoğru kıl İyiliği emret Kötülükten nehyet Sana (bu yüzden) isâbet eden şeylere sabret Çünkü bunlar kat'î (kesin) sûrette farz edilen işlerdendir (Lokman sûresi: 17)
Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir Çok insanlar onda boğulmuşdur Takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak) gemin, îmân, yükün, tevekkül (Allahü teâlâya güvenmek) hâlin, sâlih (iyi) amel, azığın olsun Kurtulursan Allahü teâlânın rahmetiy le, boğulursan, günâhın sebebiyledir
Ey oğlum! Borçlu olmaktan sakın Çünkü gündüz zillet (aşağılık), gece gam ve keder içinde olursun
Ey oğlum! Merhâmet eden merhâmet bulur Sükût eden selâmete erer Hayır söyleyen kâr eder Kötü konuşan günâhkâr olur Diline hâkim olmayan pişman olur
Çalış, kazan, çalışmayıp herkese muhtâc kalanın dîni ve aklı noksan olur ve iyilik etmekten mahrûm kalır ve herkesten hakâret görür (Ahmed Sâvî, İmâm-ı Gazâlî)

LOKMAN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz birinci sûresi
Lokman sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Otuz dört âyet-i kerîmedir Lokman aleyhisselâmın kıssası anlatıldığı için, sûre bu ismi almıştır Sûrede; Kur'ân-ı kerîmin iyilere hidâyet ve rahmet vesilesi olduğu, iyilerin husûsiyetleri ve mükâfâtları, k ötüler ve uğrayacakları azâb, Lokman Hakîm'in oğluna nasîhatları, Allahü teâlânın ilminin ve kudretinin sınırsızlığı bildirilmektedir
Allahü teâlâ Lokman sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Lokman (aleyhimürrahme) oğluna nasîhat ederek dedi ki; "Ey oğulcuğum! Allahü teâlâya şirk (ortak) koşma! Çünkü şirk; elbette büyük bir zulümdür (Âyet: 13)
Kim Lokman sûresini okursa, Lokman'a (aleyhimürrahme) kıyâmet günü refîk (arkadaş) olur (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.