Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Beslenme, Diyet ve Sağlık

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
arşiv, makaleleri, sağlık

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #46
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Bir yaşına kadar parmak emme normal

--------------------------------------------------------------------------------

Çocuklarda 1 yaşına kadar parmak emmenin normal olduğunu belirten uzmanlar, 5-6 yaşından sonra bu durumun tehlikeli geleceğin habercisi olabileceğini kaydettiler


Derlenen bilgilere göre, çocuklar emme faaliyetlerinden büyük keyif alıyorlar bebekler annelerini emerek onla aralarında duygusal bir bağ kuruyor ve bu arada karınlarını da doyurulorlar Uzmanlar, çocuklarda 1 yaşına kadar emme faaliyetinin faydalı ve normal olduğunu belirtiyor Uzmanlara göre bebek beslenmesi bittikten sonra da parmağını emerse bu yeterince emme faaliyetinin yerine getirilmediğini diğer bir deyişle yeterince doyurulmadığını düşündürebilir Yapılan araştırmalara göre, 5-6 yaşlarına kadar parmak emmenin zararlı olmadığını anlatan uzmanlar, "Ancak sosyal ortamlarda ebeveynler çocukların bu davranışından rahatsızlık duyarlar ve bu emme davranışı ebeveynler için sorun olur" dediler Uzmanlar ebeveynlere şu önerilerde bulunuyor:


"Çocuğunuzu ürkütmeden hatta onunla beraber emme taklidi yaparak duygularını anlamaya çalışınız Emme davranışı çocuk gelişiminde bir gereksinim olmakla beraber 6 yaşından sonra duygusal bir sorun olarak değerlendirilir Bu nedenle çocuğunuzla olan iletişiminizi tekrar gözden geçirin Ev ortamına katılacak yeni bir kardeş veya var olan ortamdaki değişiklikler çocuğunuzda kaygı yaratabilir bunları göz önüne alın Sonuçta bu davranış eleştirilmeden ilgisini başka yönlere çekilerek ortadan kaldırılabilir"

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #47
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



'Tylol hot' şeker hastalarına sakıncalı

'Tylol Hot' grip ilacı, içerisinde fazla şeker bulundurmasından dolayı Amerikalı uzmanlarca şeker hastalarına önerilmiyor


İlacın üzerinde uyarı bulunması gerektiğini belirten uzmanlar, poşette olduğu ve tatlı olduğu için tercih edilen ilacın içerisinde çok fazla şeker bulunduğundan, özellikle şeker hastalarının kullanmasının uygun olmadığını bildirdiler Uzmanlar, bir poşetinde 7 küp şeker bulunan ilacın, kullanılması halinde diyabet hastalarının günlük şeker limitinin 3 katına çıktığını belirtirken, hastaların ilacı kullanırken dikkatli olunmasını gerektiğini vurguluyor Uzmanlar, ilacın her bir poşetinde bulunan şeker miktarının, diyabet hastası için günlük limit olan 20 grama eşdeğer olduğunu belirtirken, ilacın günde üç kez kullanılması halinde şeker hastasını hiperglisemi denilen şeker komasına sokmak için yeterli" diyerek, şeker hastalarını uyarıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #48
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Bademcik ameliyatı sonrası

Basit ve riski az bir ameliyat olan bademcik ameliyatından sonra hastaların büyük bir bölümü gün içinde taburcu edilir Ancak tabuncu olduktan sonra da dikkat edilmesi gereken hususlar olduğunu unutmamak gerek
KANAMA
Bademciğe ait ameliyat bölgesi açık yara şeklinde olduğu için, ameliyat sonrası kanamalar olabilir Kırmızı taze kan veya kanlı kusmalar olduğunda en kısa zamanda doktorunuza haber verin veya hastaneye gidin

AMELİYAT SONRASI AĞRILAR
Bademcik ameliyatına bağlı açık yara bölgesi tam olarak kapanana kadar, yaklaşık 2 hafta süreyle bir miktar ağrınız olabilir Ağrıların şiddeti kişiden kişiye farklılıklar gösterir Çoğu kişide basit ağrı kesiciler yeterli olurken, bazı kişilerde daha sık ve daha güçlü ağrı kesiciler gerekebilir Ağrılar genellikle yutma sırasında oluşan boğaz ağrılarıdır Boğaz ağrısı bazen kulağa vuran ağrılar şeklinde olabilir
Erişkinlerde ağrılar, çocuklara kıyasla biraz daha şiddetlidir ve daha uzun sürer

DİYET BİLGİLERİ
Ameliyatınızdan sonra anestezinin etkisi tam olarak geçene kadar (4 saat) bir şeyler yemeniz ya da içmeniz sakıncalıdır Ne zaman ağızdan gıda alacağınızı hemşireniz size bildirir
Genel olarak bol su içmeniz, yumuşak, soğuk ve boğazınızı tahriş etmeyen gıdalar almanız sizin için daha iyi olur
1gün: Küçük miktarlarda ancak sık aralıklarla soğuk çay, şerbet, komposto, süt, dondurma
2gün: Bunlara ilave olarak oda sıcaklığında, yoğurt, ayran, muhallebi, puding
3-4gün: Yumuşak gıdalar, patates püresi, rafadan yumurta, makarna Miktarları tedricen artırınız
5günden itibaren: Tahriş edici, batıcı ve çok sıcak olmamak kaydıyla, doktorunuza danışarak kademeli olarak normal diyetinize geçebilirsiniz Yaklaşık 10 gün süreyle, ağrı kesicilerin yardımı olmadan, gıdalarınızı tam ve rahat yutamayabilirsiniz

AKLINIZDA BULUNSUN
Ameliyattan sonraki ilk 7 gün;
1- Sıcak ve asitli ürünlerden kaçınınız (örn: Portakal veya limon suyu, kola),
2- Çikolata ve çikolatalı ürünler yemeyiniz,
3- Pipet kullanmayınız,
4- Bol sıvı alınız (su, süt vb),
5- Kırmızı renkte gıda ve içeceklerden kaçınınız,
6- Acı ve baharatlı gıdalardan kaçınınız,
7- Yutarken ameliyat yerini çizebilecek ekmek kenarı, galeta gibi sert ve katı gıdalardan kaçınınız ve iyice çiğnedikten sonra yutunuz
KONUŞMA
Ameliyat sonrası konuşmanızın biraz genizden gelmesi ve ses tonunda küçük bir değişiklik olması normal Bu, ses tellerinizin zarar gördüğü anlamına gelmez

ATEŞ
Ameliyat sonrası ateşinizin 05-1 derece yükselmesi normaldir Daha yüksek veya uzun süreli ateş genellikle susuz kalmaktan kaynaklanır Bol sıvı almanıza rağmen ateşiniz hala yüksek olması bir enfeksiyon belirtisi olabilir, doktorunuzu arayınız

AMELİYAT SONRASI DÖNEMDE YAPILACAKLAR
Çocukların ameliyattan sonra 3 gün evden çıkmayarak dinlenmesi gerekir Çocuğunuz ameliyattan 5-7 gün sonra okuluna dönebilir, ancak en az 10 gün süreyle programlı spor faaliyetlerinde bulunmaması gerekir
Erişkinlerde iyileşme süresi daha uzundur ve ameliyattan 1 hafta sonra doktorla yapacakları ilk görüşmeden önce işe gitmemeleri önerilir Ameliyatı izleyen 2 hafta boyunca da sportif ve yorucu faaliyetlerden kaçınılmaları gerekir

NEFES KOKUSU
Boğazda bademciklerin alındığı yerde beyaz, kirli-gri renkte bir zar oluşur Bu zar doğal iyileşme sürecinin bir parçasıdır, ortalama 2 hafta içinde kaybolur Özellikle az sıvı alan ve yetersiz beslenen kişilerde olmak üzere, bazen nefeste hafif bir koku ortaya çıkabilir Kokudaki artışla birlikte yutma güçlüğü ve ağrıda bir artış olması durumunda doktorunuzu danışmanız da fayda var

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #49
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Sigara ve alkolü bırakabilirsiniz

--------------------------------------------------------------------------------

Ramazan ayının içki ve sigara gibi kötü alışkanlıklardan kurtulmak için fırsat olarak değerlendirilebileceği bildirildi


Oruç tutan bağımlıların tedaviyle vazgeçmeye çalıştıkları alkol ve sigaradan, Ramazan'da bir süre de olsa uzaklaştıklarını ifade eden uzmanlar, "Ramazanda bir ay süreyle alkol almayan kişi, sigarayı da azaltırsa, bu tür kötü alışkanlıklarından kurtulabilir" dediler İçki içmenin azaldığı Ramazan ayında, alkolden uzak durmanın daha kolay olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Ramazan'da, iradelerini sınayan kişiler, buna yeni bir irade katarak, alkol ve sigaradan da uzak durabilirler Kişi Ramazan'dan sonra da kendisini kontrol ederek, içkili yerlerden uzak durup, bu tür kötü alışkanlıklarından vazgeçebilir" diye konuştu


Bu arada, Ramazan ayında her yönüyle vücudunu dinlendiren kişinin, alkol ve sigaradan kurtulmak için bunu fırsat olarak kullanabileceğine dikkati çeken uzmanlar, bu dönemde alkol almayan kişilerin, alkolü bırakmayıp sadece ara verdiklerini, sigarayı da akşamları içtiklerini belirttiler Bağımlıların alkolü ve sigarayı bırakabilmesi için uzman hekime başvurmaları gerektiğini savunan uzmanlar, "Ramazan'ı bahane edip, 'Bundan sonra da içmeyeceğim' diyen kişilerin tedaviyle desteklenmesi gerekir Hastaların bağımlılık durumlarına göre ilaç tedavileri kullanılıyor Kişinin, Ramazan ayında, tedaviye başlaması, bu tür bağımlılık yapan alışkanlıklarından kurtulmasını kolaylaştırır" dediler

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #50
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Grip hastaları Tylol Hot ve A-ferin diyor

AC Nielsen tarafından Ocak 2004 'de yapılan araştırmada, çok sık karşılaşılan ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilen Grip ve Soğukalgınlığında, tüketicilerin bilinç düzeylerini ve tutum/davranışlarını sorgulayan sorular yöneltildi

6 ilde yürütülen çalışmada 16-64 yaş grubundan 1416 kişiyle görüşüldü


Bu çalışmanın sonuçlarına gore:

-Son 3 ayda Grip ve Soğukalgınlığı geçirme oranı %53


-Bu 3 aylık dönemde Grip ve Soğukalgınlığına bağlı işgücü kaybı 18 gün


-Genç yaş grubunda Grip ve Soğukalgınlığına bağlı işgücü kaybı daha yüksek


-Grip ve Soğukalgınlığında doctor dışı tedavi yöntemleri ön planda (%71)


-Genç yaş grubunda ve yüksek sosyo-ekonomik seviyede Grip ve Soğukalgınlığı tedavisinde en çok hatırlanan ilaç Tylol Hot


-En fazla tercih edilen ürünler Tylol Hot ve A-ferin


-"Ecazneden ilaç alarak tedavi uygulayan" ve "evde bulunan ilaçlar ile tedavi uygulayan" denekler araında en çok kullanılan ilaç Tylol Hot


-Doktorun önerdiği/reçetelediği ilaçlar arasında ilk sırayı alan Tylol Hot, ikinci sırada A-ferin bulunmaktadır


-Şeker hastaları için de Tylol Hot-D öneriliyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #51
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Çocukların dişleri neden çürür?

--------------------------------------------------------------------------------

Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerdikleri için daha kolay ve hızlı çürüyor Bu nedenle ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat etmeyen çocukların süt dişleri çok çabuk çürümeye yüz tutuyor


Türk Dişhekimleri Birliği'nden (TDB) alınan bilgiye göre, çocuklar, çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk sıcak hassasiyeti ve hafif ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar Olayı ancak dayanılamayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir Çocukların ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemediğini belirten uzmanlar, çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumunun diş fırçalama alışkanlığını belirlediğini söyledi Özellikle annelerin emzik ya da biberonu şeker, reçel gibi gıdalara batırarak çocuklara vermelerinin çocuklardaki diş çürüklerinin nedenleri arasında yer aldığını belirten uzmanlar, bununla birlikte uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdaların içirilmesinin de çürüğü tetiklediğinin altını çizdiler Çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı ya da ilaç henüz geliştirilemediğini vurgulayan uzmanlar, "Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır Bunlardan birisi; 'fissür örtücü' dediğimiz malzemedir Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde bulunan 'fissür' adı verilen oluklarda başlar Bahsettiğimiz malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığının sızması engellenerek çürük başlaması önlenir Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabilir" diye konuştular


Çürüğü engellemenin başka bir yolunun da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmak olduğunu anlatan uzmanlar, şu bilgileri verdi:
"Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler ağızda göründüğünde) temizleme işlemi başlamalıdır Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeylerini) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra (ortalama 2,5-3 yaşında ) başlanması uygundur Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalar Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir Bu nedenle fırçalamadan sonra anne-babanın kontrolü iyi olur"

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #52
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Erkek kısırlığı tedavi edilebilir

--------------------------------------------------------------------------------

Kısırlık tarif olarak çiftlerin bir yıl boyunca korunmaksızın, istemelerine rağmen çocuklarının olmaması olarak tanımlanabilirToplumda görülme oranı yüzde 15 civarındadır Bu oran Türkiye'de yılda yaklaşık 75-80 bin yeni çifte tekamül eder ki, oldukça büyük bir rakamdır Erkek ve kadın arasındaki dağılımda; üçte bir erkek sorunlu, üçte bir kadın sorunlu, üçte bir ise erkek ve kadın birlikte aynı anda sorumludurlar Yani yaklaşık yüzde 50'ye yüzde 50 bir dağılım gösterir

Erkek kısırlığı son yıllarda meydana gelen gelişmeler nedeniyle çok büyük oranda tedavi edilebilir, ya da sperm elde edip gebelik sağlanabilir konuma gelmiştir

Çocuğu olmayan çiftler tedavi için başvurduklarında erkek her koşulda ve bir ürolog/androlog tarafından muayene edilmeli ve tedavisi üstlenilmelidir

Muayenenin ilk aşaması hastadan bilgi alınmasıdır Hastanın çocukluk çağına kadar geri gidip bilgi alınması, hastalığın nedenlerine ait detaylarla hekimi uyarması açısından çok önemlidir Daha sonra cinsel organlara ait yapılacak muayene yine çok önemlidir Görülebilecek gelişme bozuklukları ya da anomaliler, yine nedene yönelik olarak hekime fikir verecektir

Hasta incelemesinin ikinci aşaması yapılacak tetkiklerdir İlk olarak semen analizi (meni tahlili) yapılır ve bu sonuca göre başka tetkikler sırasıyla istenebilir Hormonlar, genetik testler gibi

Semen analizinde dikkat edilmesi gereken özellik; örneğin 3-4 günlük cinsel perhiz sonrasında klinikte ve masturbasyon yöntemiyle verilmesidir Semen analizi hekimi yönlendiricidir, asla hastanın kısır ya da üretken olduğunu kesin olarak belirlemez Öykü, muayene ve laboratuar analizleri sonuçları birlikte tedaviye esas olacaktır Tedavide amaç ise doğal yolla gebelik için gerekli spermi verebilecek konuma hastayı getirebilmek, ya da tüp bebek yöntemlerinden biri kullanılacak şekilde hastadan sperm elde edebilmektir

Erkek kısırlığının en sık görülen nedenleri arasında ilk sırada varikosel yüzde 42'lik bir oranda bulunmaktadır Daha sonra enfeksiyonlar, hormonal nedenler, genetik nedenler, inmemiş testis, testis yetmezliği, cinsel fonksiyon bozuklukları sayılabilir

Erkek kısırlığında tedavi planlaması nedene yönelik olarak düzenlenmektedir Amaç, sperm sayı ve kalitesini normale yakın hale getirebilmektedir Varikosel tespit edilen hastalarda, ameliyat mikroskobu altında ameliyat yapılmalıdır Hormon yetmezliklerinde gerekli hormon takviyesi yapılabilir, ya da enfeksiyon varsa antimikrobik tedavi yapılmalıdır Sigara ve yoğun alkol alımının olumsuz etkileri kanıtlanmış olduğundan kullanılmaları engellenmelidir

Semen analizinde sperm yok ise, doğrudan kaynağından, yani testisten sperm elde etmeye yönelik yöntemlerden biri seçilebilir Hekim bu konuda en uygun kararı verecektir Eğer testisten biyopsi yöntemiyle sperm aranacaksa, bugün artık kabul edilmiş yöntem mikroskopik TESE operasyonudur Eski yöntemlere göre yüzde 50 daha fazla sperm bulma şansı verir Elde edilecek spermler, bir daha bulunabilme güçlüğü nedeniyle çok kıymetli olduğundan, bu spermlerin dondurularak saklanabilecek olanakların olduğu klinikler, bu alanda daha yararlı olacaktır

Günümüz şartlarında tıp artık erkek kısırlığı alanında eskiye oranla çok az hastada çaresiz kalmaktadır Bu nedenle bilgi birikimi çok iyi olan hekimler ve çok iyi donanımlı laboratuar olanakları ile oluşturulmuş tüp bebek klinikleri en iyi tedavi seçeneklerini hastaları için uygulamaktadırlar Bu olanaklardan yararlanmak erkek kısırlığı olan hastalarımız için en uygun seçim olacaktır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #53
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



'Şişmanlık' gelişmiş ülkelerin baş sorunu

--------------------------------------------------------------------------------

Dünya ülkelerinin korkulu rüyası haline gelen ve mücadele edilmesi gereken bir alana dönüşen 'şişmanlık' konusunda tehlike çanları çalıyor


Şişmanlığı, enerji alımının enerji tüketiminden daha fazla olduğu durumlarda, yağ dokusunun artışıyla ortaya çıkan sosyal, psikolojik ve ciddi tıbbi sorunlar yaratabilen önemli bir sağlık problemi olduğunu belirten hekimler, şişmanlık insidansının gelişmiş ülkelerde yüksek oranlarda görüldüğü gibi özellikle gelişmekte olan ülkelerde de yaşam koşullarının değişmesine bağlı olarak giderek arttığına dikkat çekiyorlar


Kalıtım, yanlış beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik gibi nedenlerden kaynaklanan ve modern toplumların problemi olan şişmanlık, beraberinde bir çok sağlık problemine yol açıyor Şişmanlığın nedenleri araştırılarak bugün çeşitli faktörlerin şişmanlığı meydana getirdiği ortaya konuldu Kalıtım, beslenme alışkanlıkları, hareket azlığı, endokrin veya metabolizma hastalıkları ve psikolojik nedenlere bağlı faktörler, şişmanlığa sebep olan nedenleri oluşturduğu kanısına varıldı

İŞTE ALTIN KURALLAR
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artık ciddi bir hastalık kategorisinde ele alınarak tedavi edilme yoluna gidilen şişmanlığın önünün alınabilmesi için çeşitli araştırmalar yapılıyor Diyetisyenler, yaptıkları çalışmalar sonucunda şişmanların başta çok fazla yemek alışkanlığından kurtulmaları gerektiğini belirtiyorlar 'Şişmanlıktan kurtulmak istiyorum' diyenlerin yapmamaları ve uymamaları gereken kurallar şöyle:
- Hızlı yemek, büyük lokmalar almak, az çiğnemek, yemekte çatalı, kaşığı hiç bırakmamak
- Öğün atlamak, öğün aralarında sürekli bir şeyler atıştırmak
- Yemek yerken başka aktivitelerle uğraşmak
- Sıkıntılı veya stresli durumlarda aşırı yemek
- Ziyaret ve davetlere sık sık katılmak ve ikramları reddetmemek
- Akşam yemeğinden sonra yatıncaya kadar sürekli yemek
- Su içmemek veya az içmek
- Özellikle çalışan kişilerde, akşam eve geldikten sonra yemek zamanına kadar atıştırmak ve sonra tekrar yemek yemek

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #54
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



'Utangaçlık' sorunu ve çözüm önerisi



Her 10 kişiden birinde utangaçlık sorununa rastlanıldığı, utangaçların yüzde otuzunun hiç evlenmediği ve tek başına yaşadı belirlendi


Utangaçlık sorunu olanların önemli bir bölümü korkularından kurtulmak için kendini ya alkole ya da uyuşturucu maddeye veriyor


Edinilen bilgilere göre, utangaçlık sorunu olanların en sık başvurduğu yollardan birisi alkol kullanımı Bir çok kişi, utangaçlığını alkolle eritmeye çalışıyor Yapılan araştırmalar, aşırı utangaç kişilerde, böyle olmayanlara göre en az iki kat daha yüksek bir oranda alkolizme ve alkol kullanımının yol açtığı diğer sorunlara rastlandığını gösteriyor Sık başvurulan bir diğer çözüm yolu, topluluk karşısında duyulan sıkıntıyı azaltacak uyuşturucu maddelerin kullanılması olarak gösteriliyor Bu kişilerin yaklaşık yüzde onbeşi yaşamlarında en az bir kez bir uyuşturucu maddeye bağımlı duruma geliyorlar Üçüncü bir yöntem, utangaçlık krizine yol açabilecek toplumsal etkinlikleri tümüyle dışlayan bir yaşam tarzı geliştirmek İş ve okul ortamında ön plana çıkmayı ve kendini göstermeyi gerektiren durumlardan uzak durmak, basit ve göze batmayacak işlere yönelmek bu yaşam tarzının temel taktikleri arasında sayılabilir


Uzmanlar, her üç yöntemin de küçümsenmeyecek bireysel kayıplara yol açtığını belirterek, şu bilgileri verdi:


"Alkolizmin ve madde bağımlılığının neden olduğu sorunlar herkes tarafından biliniyor Çok sayıda toplumsal etkinlikten uzak durmaya dayalı bir yaşam tarzının sonucuysa, düşük toplumsal ve mesleki başarı ve yalnızlık Aşırı utangaç kişiler, içinde bulundukları toplumun ortalamasına göre, daha düşük bir eğitim görüyor, daha az para kazanıyor ve karşı cinse uzak durmalarına bağlı olarak, eş bulmakta daha fazla güçlük çekiyorlar Bu kişilerin yüzde otuza yakın bir bölümü hiç evlenmiyor ve tek başına yaşıyor Eğer sorun yalnızca topluluk önünde konuşmakla sınırlıysa, genellikle, kişiyi üç dört saatliğine aşırı utangaçlığın bedensel belirtilerinden kurtaran ilaçlar kullanılıyor Beta bloker adı verilen bu ilaçlar, yaşanan içsel karmaşayı kalp çarpıntısı, soluk soluğa kalma, ses titremesi ve yüz kızarması gibi yollarla dışa vuran sinirsel ileti sistemini bloke ediyor Beta blokerlerin sahne sanatçıları arasında yaygın bir kullanımı olduğu bilmiyor Daha uzun süreli bir rahatlama içinse, beyindeki sinirsel iletimi sağlayan maddeler üzerinde etkili bazı ilaçlar kullanılıyor Yapılan çalışmalar, söz konusu ilaçların, aşırı utangaçlık hastalığı olan kişilerin yüzde yetmişinde önemli bir düzelme sağlayabildiğini gösteriyor, ilacın yanısıra bazı psikoterapi teknikleri de uygulandığında, bu oran daha da yükseliyor"

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #55
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Uzun boylu olmak en ideali

--------------------------------------------------------------------------------

Bilim adamları; vücut şekli, boy ve yağ dağılımının "eskiye oranla" sağlık üzerinde daha çok etkisinin olduğunu ortaya çıkardı İngiltere'den elde edilen veriler, sağlık riskleri göz önünde bulundurulduğunda, en ideal boyun uzun olduğunu gösterdi


Ancak uzun boylu olmanın da; göğüs kanseri, prostat, kolorektal, lösemi ve lenf kanserine yakalanma gibi kendine özgü riskleri bulunuyor Bilim adamları, uzun boylu insanların daha çok yaşaması ile kanserin yaşlılık hastalığı olması arasında bir bağ olduğunu düşünüyor


Diğer taraftan, Bristol Üniversitesi Epidemioloji Profesörü David Gunnell'a göre kısa insanlar kalp hastalıkları ile felce yakalanma riskine sahipler Gunnell, "Bu yıl yayınlanan ve 4 kadını inceleyenlerin de dahil olduğu birçok çalışma, kısa bacaklı insanların uzun bacaklı insanlara oranla kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskinin daha fazla olduğunu gösteriyor Kısa boylu erkeklerin de aynı riskle karşı karşıya olduklarını biliyoruz" dedi


Bu ay başında New England Journal of Medicine (New England Tıp Dergisi), doğarken fazla kilolu ve 14 yaşında daha uzun olan kızların ileriki yaşlarda göğüs kanserine yakalanma riskinin çok daha fazla olduğunu öne sürdü Vücut şekli ve sağlık riskleri arasındaki bağlantı, uzun bir süredir inceleniyordu


Örneğin, yağların kalçalarda ve yanlarda yoğunlaştığı armut şeklinde vücudun yağların belde yoğunlaştığı elma şeklindeki vücuda göre daha sağlıklı olduğunu biliyoruz
20 yıldan fazla süredir devam eden araştırmalar, elma şeklinde bedene sahip olan insanların kalp ve şeker hastalığına daha çok yakalandığını doğruladı


2 hafta önce İngiltere Ulusal Obezite Forumu'nda açıklanan yeni rapor, bel genişliği 89 cm'den fazla olan kadınlar ile 101 cm'den fazla olan erkeklerin şeker ile kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskinin 4 kat arttığını gösteriyor


Ancak kilo alımı, diyet ve egzersizle kontrol edilebilir Uzmanlara göre, kilo verin sağlık sorunlarınız azalsın; boy ise, doğmadan önce belirleniyor


Avustralya'da yapılan bir araştırma, boy ile beslenme arasındaki güçlü ilişkiyi ortaya çıkararak, kısa ve geniş bir nesil büyüttüğümüz hakkındaki endişeleri açığa çıkardı
Sidney Üniversitesi okutmanlarından Dr Jenny O'Dea, Avustralya'nın birçok fakir bölgesinde yetişen çocuk ve yetişkinlerin boylarının 2 cm uzamasını engelleyen bir çeşit yetersiz beslenme ile karşı karşıya olduğuna inanıyor


O'Dea; bu çocukların çikolata, şeker, cips ve hafif içecekler gibi kendilerini şişmanlatan besinler tükettiklerini; protein, demir ve kalsiyum gibi potansiyel boylarına eriştirici besinler yemediklerini söylüyor


Sonuç olarak bu kişiler boylarına oranla şişmanlayarak ileride yakalanabilecekleri hastalıklara davetiye çıkarmanın yanı sıra Avustralya'yı saran obezite salgınına katkıda bulunuyor


Diğer incelemeler, anne sütüyle beslenmemenin, çocukluk döneminde yetersiz beslenmenin ve düşük sosyo ekonomik geçmişin boy uzaması üzerinde güçlü negatif etkileri olduğunu gösteriyor


ABD'nin Teksas Eyaleti'nde yapılan bir araştırma, kilolu ancak hareketli erkeklerin zayıf ancak hareketsiz erkeklere oranla daha sağlıklı olduklarını ortaya koydu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #56
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Grip ve soğuk algınlığı hakkında

Grip, influenza denilen virüsün bronşlar ve akciğerden oluşan solunum sisteminde meydana getirdiği, özellikle sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başında salgınlara yol açan yüksek derecede bulaşıcı viral bir enfeksiyondur

İşgücü kaybı açısından bakıldığında tüm dünyada işe devamsızlığın %10'undan sorumludur Dünya nüfusunun yaklaşık %10-20'si her yıl gribe yakalanmaktadır

Grip olan kişilerin aksırık, öksürük ve hatta konuşmaları ile üst solunum yollarındaki salgılardan yayılan virüs yüklü su damlacıkları havaya geçerek orada saatlerce asılı kalabilir Bu damlacıklar nefes yolu ile alındıklarında, alt ve üst solunum yoluna yerleşirler ve orada hızla çoğalırlar Kuluçka süresi 1-3 gün arasında değişir ve bu dönemde kişide hastalık belirtisi olmamasına karşın hastalık bulaştırıcı özellik bulunmaktadır Bu özellik grip belirtileri başladıktan sonra 4-6 gün kadar da devam eder

BELİRTİLERİ NELERDİR?




Başlangıcı genellikle anidir Kişi kendini iyi hissediyorken, 1-2 saat içinde önce; üşüme, titreme, terleme, baş ağrısı, kas ağrıları ve ateş (38°C-40°C) başlar, daha sonrasında ise burun akıntısı, baş dönmesi, öksürük, boğaz ağrısı, göğüste yanma, ağrı, gözlerin sulanması ve gözlerde ışığa hassasiyet şikayetlerinden bir ya da birkaç tanesi tabloya eklenebilir

Bu belirtiler 3-5 gün kadar sürse de genellikle 2-3 gün içinde düzelme başlar

EN ÇOK KİMLER RİSK ALTINDADIR?


Küçük çocuklar ve 65 yaşından büyük olan kişiler,
Şeker hastaları,
Astım ve kronik akciğer hastalığı olanlar,
Transplantasyonlu organ nakli yapılmış hastalar,
Böbrek hastaları,
Bakımevlerinde ve huzurevlerinde kalanlar,
Bağışıklık sistemini baskılayıcı tedavi gören kişiler,
Anne adayları,
Bebekler,

Türkiye'de bu gruplara giren yaklaşık 30 milyon kişi yaşamaktadır

GRİPTEN NASIL KORUNMALI?




Grip virüsünün vücuda girmesi ile başlayan bu bulgular genellikle 5-7 günde iyileşme ile sonuçlansa da, bazen kulak (otit) veya akciğer enfeksiyonları (zatürre) gibi bazı ciddi enfeksiyonlara yol açabilirler Bu nedenle korunma çok önemlidir



Korunma için;

Dengeli beslenmeli: Vücudun ihtiyacı olan protein, yağ, şeker ve vitamin yeterli olarak alınmazsa, vücut direnci düşer ve solunum organları mukoza hücreleri de bu durumdan etkilenir Özellikle besleyici değeri düşük, yağdan zengin hamburger gibi yiyeceklerin aşırı tüketilmesi grip hastalığına davetiyedir

Yeterli miktarda su içilmeli: Solunum mukoza hücrelerinin nemli olması, virüs taşıyan damlacıkların etkisine karşı direnci sağlar Bu nedenle özellikle su içme ihtiyacının azaldığı kış mevsimi de dahil olmak üzere, her dönemde günde 8-10 bardak su içilmelidir

Düzenli spor yapılmalı: Yetişkin biri için haftada 3 gün, günde 1 saat olmak üzere spor yapılması gereklidir Spor vücut direncinin arttırılması için çok önemlidir

Stresten uzak yaşamalı: Stres, vücut direncini azaltarak hastalıklara davetiye çıkaran en önemli etkenlerdendir




Sigara içmemeli: Sigara da aynı stres gibi vücut direncini azaltır Ayrıca virüs yüklü damlacıklar, sigara içilen ortamlarda, dumana yapıştıkları için hastalık yapıcı özellikleri artar

Tokalaşmayın: Grip olan bir kişi ile tokalaşmak, salgın zamanlarında iş yerlerinde bir çok kişi tarafından kullanılan cihazları kullanmak ta bulaş yollarındandır Çünkü virüs bu gibi yerlerde 2-3 saat canlı kalabilir Bu nedenle temizlik önemlidir

Kalabalık yerlerden mümkün olduğu kadar uzak durun: Toplu taşıtlar, sinema, tiyatro gibi kalabalık yerlerde grip olan bir kişinin aksırması ile virüsler büyük bir hızla (160 km/saat) hareket ederek 3-4 metre uzağa yayılabilir

Düzenli uyuyun: Bir gece uykusuz kalındığında, virüslere karşı savaşan vücut hücreleri yarı yarıya azalmaktadır

Çıplak ayak dolaşmayın: Özellikle kış aylarında, zemin ısısı düşük olacağından, refleks olarak solunum mukoza hücrelerini de besleyen vücut damarlarında daralma olacak ve sonuç olarak kan dolaşımı yavaşlayacaktır Mukoza hücrelerindeki nemlilik oranının azalması ile birlikte savunma gücü de azalacak ve virüslerin girişi kolaylaşacaktır

Sıcak ortamlardan kaçının: Özellikle kış mevsiminde daha çok kapalı ve sıcak ortamların tercih edilmesi de solunum mukoza hücre zarlarının kurumasına neden olarak virüslerin vücuda girişini kolaylaştırır

GRİP NASIL TEDAVİ EDİLİR?




Her şeyden önce istirahat, mümkünse yatak istirahati önemlidir Yatarken başın yukarıda tutulması (2 ya da daha fazla sayıda yastık ile yatmak) geniz akıntısının vereceği rahatsızlığı azaltacaktır

Yakınmalar düzeldiğinde hemen normal aktiviteye dönülmemeli, tam bir iyileşme için bir süre daha dinlenmeye devam edilmelidir




Bulunulan ortamın uygun ısıda olmasına ve iyi havalandırılmasına dikkat edilmeli, havanın kuruması engellenmeli, nemli olması sağlanmalıdır

Hastalık süresince, özellikle yüksek ateş varsa bol sıvı alınması çok önemlidir Bu nedenle su içinde eritilerek kullanılan anti-gribal ilaçlar, sıvı alımının artırılması, hızlı etki sağlaması açısından önerilir Hastalıkta; su, meyve suyu ve kafeinsiz içecekler tercih edilmelidir Yeteri kadar sıvı alınması sinüslerdeki ve göğsünüzdeki ifrazatın daha az birikmesine ve vücuttan daha kolay temizlenmesine yardım eder

Hastalık dönemlerinde beslenmeye dikkat etmeli, iştahsızlık varsa enerji ihtiyacını gidermek için karbonhidrattan zengin diyet uygulanmalıdır

Antibiyotik türü ilaçlar, ancak viral bir enfeksiyon olan gribin üzerine bakteriyel bir başka enfeksiyon eklendiğinde ancak bir hekimin önerisi ile kullanılabilir

Grip sırasında aspirin kullanılmamalıdır

SOĞUK ALGINLIĞI NEDİR?

Soğuk algınlığı; çeşitli virüslerin yol açtığı, üst solunum yollarında bazı belirtilere yol açan 'hafif' seyirli bir hastalıktır

En sık görülen virüsler:
Rhinovirüsler %15-40,
Coronavirüsler %10-20,
Parainfluenza virüsü %5-10,
Respiratuar sinsityal virüsler %6,

Soğuk algınlığı kişiden kişiye bulaşır Başlangıçta bu bulaşmanın aksırma, öksürme ile etrafa saçılan damlacıkların içindeki virüslerin havada kalması ile olduğu sanılmaktaydı Ancak şimdi mevcut kanıtlar bulaşmanın virüsü almış hastanın elinden hassas insanlara geçmesi ve hassas bireylerin de ağız-burun mukozalarına sürmeleri ile olduğu yönündedir Bu nedenle soğuk algınlığının bulaşmasını engellemenin yolu ellerin sık yıkanmasıdır

Yapılan araştırmalarda havanın soğukluğunun soğuk algınlığı hastalığının başlaması ve seyretmesi ile ilintili olmadığını, psikolojik stres, üst solunum yollarını etkileyen alerjiler ve adet dönemlerinin hastalığa yakalanma riskini artırdıkları saptanmıştır


Soğuk algınlığına bir çok virüs sebep olabileceği için de vücut hiçbir zaman bu virüslerin tümüne direnç geliştiremez Bu sebeple her sene tekrar tekrar soğuk algınlığı geçirilebilir

Soğuk algınlığı belirtileri: Ateş, baş ağrısı, eklem ve kas ağrısı, yorgunluk hissi, akan ya da dolu burun, hapşırma, boğaz ağrısı, göğüs doluluğu, koku ve tat duygusunun azalması, kulaklarda basınç hissi ve ses kalitesindeki değişiklikler

SOĞUK ALGINLIĞI TEDAVİSİ:


Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri yoktur Tedavi belirtilere göre yapılmalıdır Su içinde eritilerek kullanılan ve soğuk algınlığına ait belirtileri gideren ilaçlar, sıvı alımının artırılması ve hızlı etki sağlaması açısından da önerilmektedir Ayrıca istirahat edilmesi ve stresten uzak durulması da vücut direncinin yeniden kazanılmasına yardım eder

Virüsler, mikrobun bulaştığı yerlerde (kapı tokmağı, telefon gibi) canlı kalabildikleri için, bu yüzeylere temastan sonra virüsleri rahatlıkla burnumuza veya gözlerimize transfer edebiliriz Bunu engellemek için ellerimizi sık sık sabunlu su ile yıkamalıyız

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #57
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Rahim ağzı kanserine karşı aşı umut verici

Rahim ağzı kanserine karşı geliştirilen aşının klinik deneylerinin umut verici olduğu bildirildi

Aşının, rahim ağzı kanserlerinin çoğundan sorumlu tutulan papiloma virüsüne (HPV) karşı işe yaradığı kaydedildi

Klinik deneylerin dört yıl süreyle 755 kadın arasında yürütüldüğü ve deneklerin yüzde 94'ünün HPV'den korunduğu belirtildi Bu süre zarfında deneklerin sadece 7'sinin HPV ile enfekte olduğu, ancak hiçbirinin kanser belirtisi göstermediği vurgulandı
750 kişilik karşılaştırma kümesindeki kadınların ise 11'ine papiloma bulaştı, bu kadınların 12'sinde de kanser öncesi semptomlar görüldü

Rahim ağzı kanseri, kadınlar arasında meme kanserinden sonra ikinci sırayı alıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #58
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Çocuklarda astım alerjik kökenli

--------------------------------------------------------------------------------

Çocukluk çağının önemli hastalıklarından 'Astım'ın belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın, alınacak çevre tedbirleri ile belirgin derecede azalmasının mümkün olduğu, çevre tedbirlerinin yetersiz kaldığı durumlarda ise hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanıldığı bildiriliyor


Uzmanlar, astımı, "Hava yollarının çeşitli uyaranlara artmış cevabının söz konusu olduğu, tekrarlayıcı, kendiliğinden veya tedavi ile tamamen veya kısmen geri dönüşümlü öksürük, hırıltı, nefes darlığı gibi belirtilerinin yer aldığı bir hastalık" olarak tarif ediyor


Astımın, çocukluk çağında yüzde 90 oranında alerjik kökenli olduğunu vurgulayan uzmanların belirttiğine göre, yıl boyu maruz kalınan ev içi alerjenlerin bronşlarda yol açtığı alerjik iltihabi durum, soğuk hava, egzersiz, viral solunum yolu enfeksiyonları, kimyasal buharlar, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi nonspesifik uyaranlarla temas sonucu astım belirtileri ortaya çıkıyor


Astım teşhisi alan çocukların çoğunun, hayatın ilk 2 yılında belirti verdiğinin tespit edildiğini, ilk yıllarda öksürük ve hırıltının ana uyaranının viral solunum yolu enfeksiyonları olduğunu ifade eden uzmanlar, bu yaşlarda akciğerlerin gelişiminin henüz tamamlanmamış ve küçük hava yolu çaplarının dar, kıkırdak dokunun az olmasının, tekrarlayıcı bronş daralmasına katkıda bulunduğuna dikkat çekiyor


Uzmanlar, 4-5 yaşlarında akciğerlerin gelişiminin tamamlanması ile erken yaşlarda astım belirtileri gösteren birçok çocukta klinik olarak düzelme gözlendiğini, düzelmeyen bir grup hasta ve daha geç astım teşhisi almış çocukların bir kısmının da ergenlik çağında klinik bir iyilik dönemine girdiklerini kaydediyor


NASIL TEŞHİS EDİLİR?


Öksürük, hırıltı veya nefes darlığı belirtilerinin ve gece kötüleşmesinin şiddetle astımı düşündürdüğünü vurgulayan uzmanlar, yattıktan sonra veya sabaha karşı yaklaşık 30 dakika süreyle devam eden ve bronş genişletici ilaçlara olumlu cevap veren öksürüğün, aksi ispat edilene kadar astım kabul edilmesi gerektiğini bildiriyor


Uzmanlar, astımda akciğer fonksiyonlarının ölçülmesinin, gerek teşhis gerekse tedaviye cevabın değerlendirilmesi açısından büyük önem taşıdığını da hatırlatıyor


Astıma sebep olması muhtemel alerjinin hangi maddeye karşı geliştiğinin tespit edilmesinde deri testleri kullanıldığını ifade eden uzmanlar, ön kol ön yüzüne veya sırta delme metodu ile uygulanan bu testte, ciltteki kızarma ve kabarmanın şiddetine göre değerlendirme yapılıp, hastanın neye alerjisi olduğunun tespit edildiğini belirtiyor


Uzmanlar, alerji deri testi uygulamasının mümkün olmadığı 3 yaş altı çocuklar, yaygın alerjik egzaması olan hastalar, antihistaminik içeren ilaç kullanmakta olanlar, ciltte dermografismus adı verilen cilde bastırma sonucu kabarma reaksiyonu verenlerde, kanda spesifik immünoglobulin E düzeyi belirlenmesi yöntemiyle alerjen tespiti yapılabildiğini kaydediyor


Tüm alerjik hastalıklarda olduğu gibi astımda da birinci basamak tedavinin, alerji geliştirilmiş maddeden uzak durmak olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Uygun öneriler doğrultusunda alınacak çevre tedbirleri ile hastalık belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın belirgin derecede azalması mümkündür" diyorlar


Uzmanlar, çevre tedbirlerinin yeterli olmadığı durumlarda, hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanıldığını bildiriyor Bunların, sadece bronşları gevşetici özelliğe sahip rahatlatıcılar ve alerjik iltihabın meydana getirdiği aşırı bronş duyarlılığını azaltmak yoluyla tedavi edici özelliğe sahip olanlar olarak ikiye ayrıldığını ifade eden uzmanlar, son yıllarda bu amaca yönelik kana karışma oranı en aza indirilmiş, kortizonlu ilaçlara has yan etkileri ağızdan alınanlara kıyasla çok az olan yeni jenerasyon kortizon bazlı sprey ilaçlar geliştirildiğini de kaydediyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #59
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Çikolata, her derde deva

--------------------------------------------------------------------------------

Evrensel bir tat olan çikolatanın, her derde deva olduğu bildirildi Araştırmalara göre, çikolata beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor İnsan bedeni, çikolata yendiğinde aşık olunduğu zamanlardaki gibi hoş reaksiyonlar veriyor


Middlesex Üniversitesi uzmanlarından Dr Neil Martin'in yaptığı araştırma sonuçlarına göre, çikolatanın kokusu bile insanı baştan çıkarıyor Çikolata, beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor Çikolata, beynin "endorfin" salgılamasına neden oluyor Bu salgı, mutluluk duygusu duymamızı sağlıyor Çikolata, beyin gibi bedeni de gevşetip rahatlatıyor Çikolatanın içindeki "phenylethylamine" adlı bileşim, endorfin gibi fiziğimize mutluluk veriyor Yani insan bedeni, çikolata yendiğinde, aşık olunduğu zamanlardaki gibi hoş reaksiyonlar veriyor Çikolatanın aynı zamanda çok besleyici olduğu, içinde büyük oranlarda magnezyum, demir ve kalsiyum bulunduğu söyleniyor Küçük bir parça çikolata, almamız gereken minerallerin en az beşte birini içeriyor


Harvard Üniversitesi'nde 8 bin erkek üzerinde yapılan araştırma, çikolatanın ömrü uzattığını da ortaya çıkarıyor Çikolata yiyenlerin ömürlerinin en az 1 yıl uzadığını belirten uzmanlar, bunu içindeki antidiyoksidan maddelere bağlıyorlar Çikolatanın içindeki yağ, 3 kaynaktan geliyor Kakao yağı, bitki yağları ve süt içindeki yağlar Kakaonun içindeki "stearic asit" içeren yağ, bir çeşit doymamış yağ Doymamış yağların da sağlığa ve özellikle kalbe zararlı olduğu biliniyor Ancak kakao içindeki stearic asit vücuda girince "oleic asite" dönüşüyor Aynen zeytinyağı içindeki oleic asit gibi Bu yağ türü de kalp için çok faydalı Çikolatanın dişleri çürüttüğü ön yargısı olmasına rağmen, araştırmalar tam tersini gösteriyor Kakao içinde bulunan bir bileşim, diş çürümelerini engelliyor Kakao yağı içindeki bu bileşim dişi kaplıyor ve dışarıdan gelecek bakterileri engelliyor Çikolata aynı zamanda uyarıcı bir madde olan kafeini de içeriyor


ÇİKOLATA HER ZAMAN YARARLI DEĞİL


Elbette her şeyin azı karar, çoğu zarar Çikolata da fazla yendiğinde insan vücuduna birtakım zararlar verebiliyor Eğer bir oturuşta, koca bir çikolatayı yerim diyorsanız, uyuşturucu madde bombardımanına hazır olun Çünkü bu kadar fazla çikolatanın içindeki maddeler, insanın beynini uyuşturuyor Migren hastalarının da tercih etmemesi gereken çikolata, migrene bağlı ağrıları şiddetlendiriyor


Acaba çikolata kalp için zararlı mı? Bu sorunun cevabı, kilo aldırıcı bir özelliği olduğu için, ne yazık ki "evet" Çünkü çikolata, içeriğinde çok fazla şeker bulunduran, oldukça kalorili bir yiyecek Tabii bu çikolatanın çeşidine de bağlı İyi kalite çikolatalar kakao yağından yapıldığından, kullanılan diğer doymuş yağlara nispeten yaklaşık üçte bir daha az kalorili Ayrıca doymuş yağlar kötü kolesterol (LDL) içeriyor, kandaki kolesterol miktarını yükseltiyor Ancak tüm çikolataların kakao yağından yapılmadığını unutmamak gerekir Emin olmak için çikolatanın içeriğini okumakta fayda vardır


Son günlerde her şeyin sahtesi çıktı Çikolatanın da yapayı var Ancak çikolatanızın gerçek olup olmadığını çok rahat biçimde anlayabilirsiniz Gerçek çikolatanın görünümü kadifemsidir İyi bir çikolata ne çok tatlı ne de çok acıdır Ağzınıza aldığınızda hemen kırılmalı ve bu kırılma sesini duymalısınız Ayrıca iyi çikolata damağa yapışmadan kolayca erimelidir Ve dil çikolata üzerinde bir pürüz hissetmemelidir Eğer çikolatanızın üzerinde beyazlaşma varsa, çikolatanızın tarihi geçmiş demektir Aynı zamanda çikolata buzdolabında değil, oda sıcaklığında ve kapalı bir kutuda muhafaza edilmelidir


Türkiye'de 1860'larda başlayan çikolata üretimi, bugün yıllık 400 bin tonluk üretim kapasitesine ulaşmış durumda Türkiye 500 trilyon liralık çikolata pazarına sahip Kişi başına 1 kilogramın altında çikolata tüketiyor Buna karşın dünya çikolata tüketim hacmi 6 milyon ton civarında Dünya çikolata pazarının cirosu ise 54 milyar dolar Çikolata kişi başına 115 kg'lık tüketimle en çok İsviçre'de tüketiliyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)

Eski 05-08-2008   #60
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)



Lejyoner hastalığı nedir?

Lejyoner hastalığı Legionella pneumophila olarak adlandırılan bakterinin neden olduğu bir akciğer infeksiyonudur Halk arasında ‘’zatürre’’ olarak bilinen bu hastalığa neden olan bakteri ilk olarak 1976 yılında Philadelphia'da bir otelde Amerikan Lejyonerlerinin toplantısına katılanlarda ortaya çıkan bir salgın sonucu keşfedilmiştir Bu nedenle enfeksiyon, salgından etkilenenlerin anısına Lejyoner hastalığı olarak ve keşfedilen yeni bakteri de Legionella pneumophila olarak adlandırılmıştır

Memorial Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü hekimlerinden UzmDr Ayfer Utkusavaş Lejyoner hastalığının belirtileri, tedavi yöntemleri hangi şartlarda ortaya çıkabileceği ile ilgili bilgi verdi

Bu bakterinin enfeksiyon yapma potansiyeli oldukca zayıftır Bakteriye maruz kalan bireylerin yalnızca %1-5’inde hastalık ortaya çıkabilir Bireyde hastalığın ortaya çıkabilmesi için bir yatkınlık olması gerekir Normal bağışıklık sistemine sahip sağlıklı bireylerde, etken alınsa bile çoğu kez hastalık gelişmez Hastalığın ortaya çıkması için bireyin bazı risk faktörlerini taşıyor olması gerekir



En önemli risk faktörleri, kişinin solunum yolu direncini veya genel vücut direncini zayıflatan etkilerdir Bunlar : 50 yaşın üzerinde olmak, sigara tiryakiliği, alkol bağımlılığı, bağışıklık sisteminin çeşitli nedenlerle baskılanmış olması (organ nakli, uzun süreli kortizon tedavisi, kanser tedavisi), kişinin kronik bir akciğer hastalığının olmasıdır Sudaki bakterinin akciğerlere ulaşabilmesi için iki temel mekanizma ileri sürülmektedir

Birincisine göre; bakteri önce üst solunum sistemine yerleşmekte ve buradan akciğere aspirasyon yoluyla ulaşmaktadır “Aspirasyon” ağızdaki materyalin alt solunum yoluna istenmeden kaçması ve yetersiz öksürme refleksi nedeniyle geriye çıkarılamaması olarak tarif edilebilir

İkinci teoriye göre ise; suyun küçük su damlacıkları (aerosol) haline gelmesi ve havada asılı kalması sonucunda bakteriyi içeren bu damlacıklar nefes alma ile akciğere ulaşmaktadır Lejyoner hastalığının belirtileri bakterinin alınmasından sonraki 2-10 gün arasında ortaya çıkar Hastada birkaç gün süre ile halsizlik ve yorgunluk yakınması olur Hastaların çoğunda ateş yükselir (>3850C) Giderek alt solunum yolu enfeksiyonu belirtileri gelişir Öksürük, göğüs ağrısı ve nefes darlığı ortaya çıkar

Hastalar çoğu kez balgam çıkaramaz Bulantı, kusma, karında rahatsızlık hissi ve ishal görülebilir Diğer yaygın belirtiler başağrısı ve kaslarda ağrı olup; bazı olgularda huzursuzluk, dalgınlık, sıkıntı, bilinç bulanıklığı ve komaya kadar ilerleyebilen sinir sistemi bulguları gözlenebilir



Hastanın şikayetleri, hekimin muayene bulguları veya akciğer filmi hastalığın diğer akciğer enfeksiyonlarından ayrılması için yeterli değildir Bu nedenle teşhiste birinci koşul hastalığın akla getirilmesidir Hastalık için ciddi klinik şüphe varsa balgam, serum ve idrar örnekleri alınarak incelemeye gönderilmeli ve hemen empirik (körlemesine) antibiyotik tedavisinin başlanarak sonuca göre tavır alınması gerekmektedir Tedavi süresi 14-21 gündür Penisilin ve penisilin türevi antibiyotikler tedavide etkisizdir Bu nedenle kuşkulu durumlarda hastanın mutlaka hekim tarafından izlenmesi ve uygun antibiyotik tedavisinin başlanması gerekir Hasta akciğer infeksiyonunun başlangıcında uygun antibiyotikle tedavi edilirse ve özellikle hastada bağışıklık sistemini baskılayan bir hastalık yoksa sonuç yüz güldürücüdür

Bağışıklık sistemi baskılanmış olan hastalarda, organ nakli alıcılarında, uygun antibiyotik tedavisinin yapılmadığı durumlarda; hastanede kalma süresi uzayabilir, komplikasyonlar görülebilir ve hastalık ölümle sonuçlanabilir

Lejyoner hastalığına neden olan bakteri doğal çevrede yaygın olarak mevcuttur; göller, nehirler, dere, çay vb akarsular gibi yüzey sularının, termal su banyoları ve çamurların normal florasında bulunur Şebeke suyunun işlenmesi esnasında kullanılan tekniklere rağmen çok küçük konsantrasyonlarda da olsa doğadaki sulardan şehir şebeke suyuna geçebilir Ardından bina su sistemleri içinde yerleşir ve koşullar uygun ise çoğalır, yani, teorik olarak, suda her zaman bulunabilir



Sonuç olarak koruyucu önlemlerinin uygulanması koşulu, suda bakterinin araştırılması esasına dayandırılamaz Maliyetin çok yüksek olması ve elde edilecek sonuçların bilimsel ve epidemiyolojik değer taşımaması nedenleriyle su sistemlerinin Rutin olarak Legionella varlığı yönünden araştırılması önerilmemektedir Lejyoner hastalığının seyahat veya otelde kalma ile ilişkisi sudan bakterinin bireye ulaşması için gerekli koşulların oluşup oluşmadığına bağlıdır Suyu aerosol haline getiren araçlar (havalandırma sistemlerinin soğutma kuleleri, duş başlıkları, jakuziler, dekoratif fıskiyeler…) turistik tesislerde yaygın kullanılmaktadır ve bakterinin bireye ulaşmasına aracılık edebilmektedir Lejyoner hastalığına yol açan bakterinin tesisata yerleşmesinin önlenmesi amacıyla otellerin su sistemlerinde düzenli aralıklarla bakım yapmaları gerekmektedir Su sistemlerinde Legionella bakterisinin araştırılması seyahat-ilişkili Lejyoner hastalığı tespit edilen bir vaka bildirildiğinde vaka-kaynak ilişkisinin ortaya konulabilmesi için yapılması gereken bir çalışmadır

Amaç; aynı otelde ortaya çıkabilecek yeni vakaları ve/veya salgınları önlemektir Bu tür tesislerin iki yıl süre ile; bir yandan kontrol önlemlerini uygularken bir yandan da önlemlerin yeterli olup olmadığını araştırmak üzere su örneklerini düzenli olarak laboratuvara göndermesi gereklidir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.