Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Beslenme, Diyet ve Sağlık

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ansiklopedisi, sağlık

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi





Tiroid bezi rahatsızlıkları ya da daha bilinen adıyla "guatr", ülkemizde sık görülen bir rahatsızlıktır Özellikle Karadeniz Bölgesi'nde su ve toprakta iyot tuzu eksikliği görülebilmesi nedeniyle sıkça karşılaşılır

İyot, tiroid hormonunun yapıtaşı olup eksikliğinde tiroid bezi TSH hormonu etkisiyle gittikçe büyür ve nodüler bir yapı kazanır hatta dışarıdan gözle görülebilir hale de gelebilir Önceleri yeterli hormon salgılayabilirken daha sonra büyük boyutta nodüler ancak yetersiz hormon salgılar hale gelir Erken tanı konulamazsa hastalarda gittikçe ağırlaşan klinik bulgular görülmeye başlar,
Tiroid bezi, insan boynunda gırtlak önünde bulunur, insan metabolizmasının hızını ayarlayan T3 ve T4 hormonlarını salgılar Bu hormonlar vücut ısımızdan, sindirim sisteminin çalışmasına; kalp atım sayımızdan terleme miktarımıza kadar birçok yaşamsal fonksiyonu yönetir Tiroid bezinin çalışması, beyindeki "hipofiz bezi" dediğimiz organdan salgılanan TSH ile kontrol edilir
Tiroid bezinin az ya da çok çalışması guatr dediğimiz tiroid bezi rahatsızlıklarına yol açar
TİROİD BEZİNİN YETERLİ HORMON ÜRETEMEMESİNE "HİPOTİRİDİ" DENİR
Belirtiler:
" Yorgunluk
" Kabızlık
" Kalpte yavaşlama
" Üşüme, soğuğa tahmmülsüzlük
" Hareketlerde ve zihinsel hızda yavaşlama
" Adet düzensizliği ve kısırlık
" Cilt ve cilt altında ödem ile kilo alma
" Metabolizma hızında yavaşlama
" İştah azalması
" Ses kalınlaşması
" Uykuya eğilim ve uyku apne sendromu
" Gözlerde şişme
" İleri dönemde koma hali ve solunum durması
Hipotiroidi yani tiroid bezinin az çalışması tanısı, kanda T3, T4 ve TSH hormonlarının düzeyi bakılarak konulur Özellikle T4 hormonunun düşmesi tüm hipotiroidilerde yani tiroidi az çalışan kişilerde görülür
Hipotiroidi ( Az çalışan tiroid) tedavisi: Hastaya ağızdan hap olarak olarak T3 hormonu ya da T3- T4 mixt hormon tedavisi yapılır, günlük 25 mikrogramla başlayan doz gittikçe artırılır
TİROİD BEZİNİN FAZLA MİKTARDA HORMON ÜRETMESİNE VE SALGILAMASINA "HİPERTİROİDİ" DENİR

Belirtiler:
" Terleme, sıcak basması
" Kilo kaybı
" Ayak bileğinde ödem
" Aşırı derecede güçsüzlük
" Çarpıntı
" İshal
" Artmış iştaha karşın kilo kaybı
" Gözlerde ileri derecede büyüme ve öne doğru ilerleme (Egzoftalmi)
" Ellerde titreme
" Saç dökülmesi
" Sinirlilik hali
Hipertiroidi nedenleri, hipofizden fazla TSH salgılanması ya da bağışıklık sisteminin etkisiyle tiroid bezinin fazla çalışması ile olabilir Ayrıca hormon salgılayan tek ya da çok sayıda tiroid nodülü de gözlenebilir
Hipertiroidi tedavisi: Tedavinin amacı üretilen hormon düzeyinin azaltılmasıdır Hastalarda ilaç tedavisi sonuç vermediği zaman radyoaktif iyot tedavisi ya da cerrahi tedavi uygulanabilir
HASTA ÖTİROİD SENDROMU (NORMAL TİROİD FONKSİYONU İLE GİDEN HASTALIK HALİ)
Ağır hastalık ya da ağır egzersiz, fiziksel travma tiroid hormonunun etrafta tutulmasını ve TSH salınımını etkileyebilir Herhengi bir guatr rahatsızlığı olmadığı halde kişilerde vücutta oluşan diğer anormal durumlar nedeniyle hormon yetersizliği görülür En belirgin özellik, T3 değerinin kanda düşük olarak tespit edilmesidir T4 değerleri değişiklik gösterebilir Ötiroidik durumun tespiti için TSH değerlerinin normal olması önemlidir
TİROİDİT (Tiroid iltihabı)
Genellikle üst solunum yolları enfeksiyonlarını takiben, virüslere bağlı olarak ortaya çıkar Boğazda ağrı, yanma, hassasiyet, sıcaklık artışı olur, ağrı çene altına kadar vurabilir Boyun bölgesinde lenf bezi büyümesi de gözlenebilir Ani ateş, ağrı, sedimentasyon yükselmesi gözlenebilir Tiroid fonksiyonlarına göre tedavi düzenlenir
HASHİMOTO TİROİDİTİ
Bağışıklık sistemine bağlı (otoimmün) gelişen kronik gidişli iltihabi bir hastalıktır Guatr bezi genellikle asimetrik olarak büyür ve zamanla hormon yetersizliği gelişir Hastalarda başlangıçta; boğazda ve boyunda ağrı, halsizlik, çarpıntı, boyun bölgesinde ateşlenme ve hassasiyet görülür Önceleri sıcaklık basması, terleme, çarpıntı gibi bulgular oluştuğu halde, zamanla tiroid bezinde harabiyet geliştiği için; hastada kilo alma, üşüme, kalpte yavaşlama gibi bulgular oluşabilir Başlangıçta kanda TSH hormon düzeyi artar, serum T4 düzeyleri düşer ve hipotiridi bulguları gelişir Hipotiroidi durumu geliştikten sonra tamamlayıcı tedavi uygulanır
TİROİD BEZİ RAHATSIZLIKLARININ ÖNLENMESİ
Özellikle iyot eksikliği olduğu bilinen bölgelerde iyotlu tuz kullanımının önerilmesi, hastalığın sık görüldüğü bölgelerde sularda iyot analizi yapılması da önemlidir Ayrıca tiroid fonksiyon testlerinin tarama testi olarak kullanılması ve erken tanı konulması hastalığa bağlı birçok malüliyeti engelleyecektir Gebelerde ilk haftalarda tiroid hormonunda eksiklik ya da fazlalığın tespit edilmesi, hem annenin sağlıklı bir gebelik geçirmesi açısından hem de bebekte oluşabilecek sakatlıkların önlenmesi açısından çok önemlidir
Uz Dr Murat Görgülü

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Halk arasında damar sertliği olarak bilinen "ateroskleroz", atardamarların esnekliğini kaybedip kalınlaşması ile oluşan bir damar hastalığıdır

NEDEN OLUŞUR?

Atardamarlar, vücudun canlılığını devam ettirmesi için şart olan kanı organlara taşırlar Atardamarların 3 tabakası vardır Bazı faktörlerin etkisiyle en içteki tabaka (intima) tahrip olur ve bu tahrip olan bölgeye kandaki kolesterol, pıhtılaşma faktörleri vb maddeler birikmeye başlar Kolesterolün damar duvarında birikmesi ile damar kalınlaşır, damar iç hacmi daralır ve kan geçişi azalır Ayrıca pıhtılardan kopan parçalar vücudun başka bölgelerinde daha küçük damarların tıkanmasına yol açabilir Damar sertliği sadece kalp damarlarını değil; beyin, böbrek ve çevre damarlarını da ilgilendirir Türkiye de kalp ve damar hastalıklarından ölümler, tüm ölümlerin % 34'ünü oluşturmaktadır
DAMAR SERTLİĞİ HANGİ KALP HASTALIKLARINA NEDEN OLUR?

Kalbin kasılmasını sağlayan miyokard adı verilen kas tabakasının beslenmesi (oksijenlenmesi), ''koroner'' denen (kalbe özel) damarlar vasıtasıyla gerçekleştirilir Ateroskleroz veya başka bir nedenle miyokard'a gelen kan miktarı azalırsa, myokard yeterli seviyede oksijenlenemez ve ''iskemi'' (dokunun kanlanamaması) meydana gelir İskemi, koroner kalp hastalığına neden olur Kalbin myokard kas tabakası, tam beslenemediği için yeterli kasılamaz, bu da hastada kendini ''angina pectoris'' (göğüs ağrısı) şeklinde gösterir Koroner kalp hastalığında en çok korkulan olay; koroner damarlardan hiçbirinin, kalp kasının kanlanmasını (dolayısıyla oksijenlenmesini) yeterince sağlayamamasıdır Böylece kalp kasılamaz ve vücuda kan gönderemez Bu olay halk arasında kalp krizi olarak bilinen "myokard infarktüsü"dür

DAMAR KİREÇLENMESİ ( ARTERİO SKLEROZ)

Vücuttaki kan damarlarının bir kısmının veya tamamının sertleşmesi sonucu, esnekliklerini kaybetmesine; halk arasında damar kireçlenmesi tıp dilinde ise Arterio Skleroz veya Atheroma denir Nedeni, kan damarlarının iç kısımlardaki hücrelerin esnekliğini kaybedip, zayıflaması veya kandaki yağlı maddelerin birikinti yaparak, damarı darlaştırmasıdır Özellikle diyabet (şeker hastalığı) gibi bir diğer damar hastalığı ile birlikte olduğunda bu hastalık çok daha hızlı ve şiddetli seyredebilir Belirtileri baş dönmesi, baş ağrısı, titreme, yürürken sendeleme, düşünme ve öğrenme gücünde zayıflama, sinirlilik veya damarın sertleştiği bölgelerde ağrılar görülür İlk belirtiler görüldüğünde önlem alınacak olursa, korkulacak bir şey yoktur Hastanın neşe ve cesaretini kaybetmemesi ve doktorun tavsiyelerini yerine getirmesi iyileşmede atılacak ilk önemli adımdır Damar sertliği teşhisi konan kimse, perhiz yapmalı, alkol ve sigara gibi keyif verici maddeleri bırakmalı, yumurta, tereyağı ve benzeri yiyecekleri terk etmeli, tuzu da azaltmalıdır Ayak damarlarında meydana gelebilecek herhangi bir hastalığı önlemek için de dar ayakkabı giymekten kaçınmalıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Hemoglobin, kırmızı kan hücrelerine (eritrosit) rengini veren ve oksijenin kanda taşınmasını sağlayan bir proteindir Demir ise hemoglobinin temel yapısına giren bir elementtir

Akciğerlerden alınan oksijenin hemoglobine bağlanarak dokulara aktarılmasında büyük önem taşır Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre hemoglobin değerlerinin erkeklerde 14 gr/dl, hamile olmayan kadınlarda 12 gr/dl'nin altına düşmesi "anemi" olarak tanımlanır Demir eksikliği ve buna bağlı olarak oluşan anemi ise "demir eksikliği anemisi" olarak adlandırılır Tüm dünyada erkeklerin % 20'sinde, kadınların % 35'inde ve hamilelerin % 50'sinde görülür Gelişmiş ülkelerde bu oran çok daha az, ülkemiz gibi az gelişmiş ülkelerde ise çok daha yüksektir
Belirtiler?
Halsizlik, iştahsızlık, çabuk yorulma, başağrısı, başdönmesi, çarpıntı, nefes darlığı, huzursuzluk gibi genel; tırnaklarda kolay kırılma, tırnaklarda uzunlamasına kabarık çizgiler, düzleşme ve çukurlaşma, dil papillalarında düzleşme, dilde yanma, ağız köşelerinde ülserasyon ve fissurlar ve yutma güçlüğü gibi özel belirtileri vardır
NEDENLERİ:

1) Demir ihtiyacının artması: Gebelik, emzirme, büyüme çağındaki çocuklar, düşük doğum tartılı ve erken doğan bebeklerde ihtiyaç artar Diyetle alınan demir ihtiyacı karşılamaya yetmez

2) Demirin yetersiz alımı: Çocukların anne sütü yerine demir desteği olmayan mamalarla beslenmesi, inek sütüne 1 yaşından önce geçilmesi, çocuğun günde yarım litreden fazla süt içmesi ve daha büyük çocuklarda hazır gıdalarla beslenme, sosyo-ekonomik durum bozukluğu nedeniyle hayvansal gıdaların yeterince alınamaması buna yol açar Erişkinlerde çay, kahve tüketiminin fazla olması, diyetle fazla miktarda kalsiyum alınması, etin kavrularak ya da fırında fazla pişirilmesi ve sosis, salam gibi hazır besinlerin tüketimi demirin biyoyararlanımını azaltır Sakatat, dana eti, koyun eti, tavuk eti, kuru baklagil, kuru meyve ( kayısı-üzüm ), pekmez, yeşil sebze, fındık, fıstık, susam, tahin gibi demirden zengin besinlerin tüketilmesi önerilir

3) Demirin yetersiz emilimi: Bazı kişilerde demir bağırsaklardan yeterince emilemez

4) Kan kaybı: Özellikle mide - bağırsak sistemindeki iyi ya da kötü huylu tümörler, kadınlarda aşırı adet kanaması, sık ve fazla sayıda doğum, düşük ve küretajlar buna yol açabilir
TANI VE TEDAVİ:
Aneminin nedenlerinin iyi araştırılması gerekir Altta yatan neden bulmadan rastgele demir ya da vitamin vermek, kan transfüzyonu yapmak, teşhisin gecikmesine, hastanın probleminin ilerlemesine yol açabilir
Demir eksikliği olan bebek ve çocuklarda zeka gelişimi ve koordinasyon bozulur, dikkat ve algılama azalır, büyümede gerilik olur Demir eksikliğinde enfeksiyonlara duyarlılık artar, tırnak-deri-mukoza değişiklikleri ortaya çıkar Gebelerde morbidite ve mortalite, bebek ölümleri oranı, düşük doğum ağırlıklı bebek dünyaya getirme ve enfeksiyonlara yakalanma riski artar Bağışıklık sistemi bozulur Demir eksikliği anemisi olan bireylerde hava kirliliğine bağlı olan kurşun zehirlenmelerine duyarlılık artar
Demirin bağırsaktan emilimindemi artırmak için…
" C vitamini demirin emilimini artırır Bu nedenle yumurtayı portakal suyu veya domatesle, köftenin yeşil salata ile tüketilmesi demirim emilimin artırmak açısından önemlidir
" Mayalı ekmekteki demir mayasız ekmeğe göre daha çok emilir
" İyi pişmemiş kuru baklagiller ya da kepek ekmeği demirin emilimin azaltır
" Posalı gıdalarla beslenme demirin emilimini azaltır
" Gıdaları saklamakta kullandığımız alüminyum, paslanmaz çelik ve teneke de demirin emilimin azaltır
Uz Dr Deniz Şahin Şimşek

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Gözün görmeyi sağlayan sinir tabakası olan retinadaki kılcal damarların etkilenmesiyle ortaya çıkan tablodur

Bu küçük kılcal damarlarda, kırmızı kan hücreleri ve pıhtılaşma hücrelerinde oluşan değişiklikler sonucu retina beslenemez ve oksijensiz kalır Damar cidarlarında bozulmalar oluşur, damar geçirgenliğinde artış olur Bu da damar dışında yani retina içinde kanamalar ve serum sızıntısına neden olur Düşük oksijen seviyesi anormal yeni damarların oluşumuna yolaçabilir Oluşan bu damarlar retinanın kendi damarları kadar sağlam olamazlar ve taşıdıkları kanı kolayca duvarlarından sızdırmaya başlarlar Bu safhadan sonra Proliferatif Diyabetik Retinopati (PDR) dönemi başlar
Görmeyi tehdit eden ciddi komplikasyonlardan bazıları:
1 Yeni ve acil oluşmuş olan damarların kanamalı sebep olduğu göz jeli içi vitreus kanamaları
2 Oluşan anormal damar ve zarların çekintisine bağlı retina dekolmanı/yırtılması
3 Opak membranların oluşması sonucu görme keskinliğinin azalması
4 Rubeozis iridis
5 Göz tansiyonun yükselmesi ve son olarak
6 Sönmüş göz evresi (burnt-out stage)
Hem Tip 1 hem Tip 2 diabeti olan hastalar için bu risk vardır Bu sebepten dolayı diyabeti olan herkes en azından 6 ay ile 1 yılda bir kere olmak üzere kapsamlı (damla ile) göz ve göz dibi muayenesi yaptırmalıdır Özellikle 10-15 yılın üzerinde diyabet hikayesi olan hastalar için bu kontroller çok daha önemlidir
Bu hastalıktan dolayı kan damarı duvarlarında meydana gelen bozulmalar ve yeni oluşan damarlardan kolaylıkla damar dışına sızan kan göz içine dolar ve görmemizi bulanıklaştırır Eğer bu kanamalar görme merkezini de etkilerse (makula = sarı noktayı) görme keskinliği çok azalır Bu durum mukala ödemi olarak adlandırılır ve PDR dediğimiz yeni damar oluşum savhasına gelmiş hastaların yaklaşık yarısında bu gözlenmektedir
Nasıl Tespit Edilir?
Öncelikle görme keskinliği ölçülür ve ardından hastanın göz bebekleri damla ile genişletilerek retina (göz dibi) detaylı bir şekilde taranır Etkilenen alanlar tespit edilirse gerekli görüldüğü takdirde FFA denilen test yapılır Bu test damarınızdan verilen boyalı bir madde sayesinde göz dibinizin fotoğrafı çekilir ve sızdıran damarlar ve beslenemeyen bölgeler tespit edilir Bu yöntem sayesinde tedavi kararı daha kolay alınır
Tedavi Yöntemleri Görme kaybı riskini yüzde 50 oranında azaltması sebebiyle, klinik önem taşıyan maküler ödemlerde bütün gözlere, görme keskinliğine bakılmaksızın LFK (Lazer fotokoajulasyon) tedavisi yapılmaktadır Tedavideki esas gaye kanayan ve sızdıran damarları kapayıp, hastanın görme seviyesini korumaktır

Lazer tedavileri ile yetersiz kalan gözlerde veya kontrol altına alınamayan hastalarda ileriye dönük daha ciddi komplikasyonlar ortaya çıkar
Bunlar arasında :
1 Ağır Persistan vitre içi hemarojiler (en sık konulan indikasyon)
2 Makulayı (görme noktasını) tutan traksiyonel retina dekolmanı
3 Ağır, ilerleme gösteren (agresif) fibrovasküler proliferasyonlar
4 Yoğun IVH (intra vitreal hemoraji) ile birlikte bulunan Rubeosis İridis (iriste yeni damarlanmaların oluşumu)
5 Yoğun persistan (tekrarlayan) subhialoid hemorojiler
Yukarıda sayılan bu 5 durumda PPV (Pars Plana Vitvektomi) yapılması zorunluluğu vardır Vitrektomi, göz içine girilerek kanın temizlenme şeklidir Bu yüzden, son aşamalara gelmeden hastalarımız bilinçli olarak periyodik göz dibi kontrollerini yaptırmalılar İyi bir kan şekeri düzeyi ve sürekli takip altında olmalarında fayda vardır Unutmayalım ki Diyabetik Retinopati hiçbir semptom (belirti) vermez Eğer belirtiler ortaya çıkmış ise hastalık ileri safhalara gelmiş demektir ki bu da tedavilerini zorlaştırır ve görme kaybı açısından riskleri yüksektir

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Kalbin normal atışlarına, fazladan atış eklenmesine "Ekstrasistol" bir başka deyişle "fazladan atış" denir Kalbin bir atışı, vaktinden önce olur

Sonra, bir süre atış olmaz Bu atışlar, tek tek veya arka arkaya meydana gelir Kalp hastalıklarında görüldüğü gibi; fazla sigara, aşırı alkol tüketmek, heyecan ve hazmı güç yemeklerden sonra da görülebilir Kalbin çalışması bir düzen ve ahenk içindedir Öyle programlanmıştır ki istirahat halinde bir dakikada 50 ile 100 atım yapar 50'nin altındaki atımlar bradikardi 100'ün üzerindeki atımlar da taşikardi olarak adlandırılır Ekstra atımlar içermeseler de bradikardi ve taşikardi halleri de bir ritim bozukluğudur Aktif spor yapanlarda görülen bradikardi, çok aşağı değerlerde olmamak kaydıyla masum kabul edilebilir İstirahat halindeki taşikardiler ise kalp yetmezliğinin dışında kansızlık, gebelik, KOAH (müzmin tıkayıcı akciğer hastalığı), tiroit hormonlarının aşırı salgılandığı guatr durumlarında görülebilir Ekstrasistoller ise normal atım sayısı içinde görülebilecekleri gibi taşikardik veya bradikardik konumlarda da ortaya çıkabilir
Ekstrasistol nasıl teşhis edilir?
Kalbe ait ani ölümlerin en başta gelen nedenlerinden biri ekstrasistol'dür Bu yüzden ekstrasistollerin masum ya da tehlikeli oluşlarını tespit etmek hayati bir önem taşımaktadır "Ben onunla yaşamaya alıştım" diyerek kesinlikle hafife alınmamalıdır İzlenmesi gereken doğru yol öncelikle kardiyoloji kontrolünden geçerek teşhis konmasını sağlamak, koruyucu ve tedavi edici bir strateji oluşturmaktır Elle nabız kontrolünde düzensizlik saptanması en tipik bulgusudur Tansiyon ölçümü sırasında nabız atımındaki düzensizlikleri işitmek de mümkündür EKG (elektro kardiyografi) ile mevcut ekstrasistol net olarak tanımlanabilir Gelişi güzel zamanlarda ortaya çıkan ya da sürekli olmayan ekstrasistolleri yakalayabilmek için 24 saat taşınabilir Holter EKG kullanılır
Ekstrasistol sorunu olanlar nelere dikkat etmelidir?
* Sigara içmeyin
* Alkol kullanmayın
* Çay - kahve tiryakiliğiniz var ise buna son verin
* Ağır spor yapmayın
* Düzenli ve dengeli beslenmeye özen gösterin, ağır yiyeceklerden kaçının
* Doktorunuza danışmadan içeriğini bilmediğiniz ilaçları kullanmayın
* Stresten uzak kalmak için yüreğinizdeki hoşgörü reçetesini uygulayın
Ekstrasistol nasıl tedavi edilir?
Bunun için tam bir sistemik muayeneden geçmek gerekir
Doktorunuz öncelikle ekstrasistolun masum (iyi huylu) ve riskli (kötü huylu) ayrımını yapar
Riski arttıran uyarıcı etkenlerden uzaklaştırılır: Sigara, stres, alkol, çay, kahve ve kalbi tetikleyen ilaçlar Risk oluşturan hallerde kabul edilmiş tıbbi kriterlerle sebebe yönelik tedavi stratejileri oluşturulur Gerek duyulan ilaçlar ancak uzman doktor denetiminde ve kontrollü olarak kullanılır İnatçı ve ilaçlara yanıt vermeyen durumlar elektro fizyolojik yöntemle ablasyon, deri altına yerleştirilen kalp pili, defibilatör ve nadiren ameliyat edilerek tedavi edilir
Doç Dr Kani Gemici

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi





Kalp krizi, kalbi besleyen koroner atardamarların ciddi ölçüde tıkanmasına bağlı olarak kalp kasının bir bölümünün hasara uğraması veya ölmesiyle (miyokard enfarktüsü) ortaya çıkar

Kalbi besleyen koroner kan damarlarındaki tıkanma, damar çeperlerinde plak oluşmasına ('damar sertliği', ateroskleroz) ya da pıhtı oluşmasına (koroner tromboz) bağlı olabilir Göğsün ortasında, ani olarak ortaya çıkan ve sıkışma şeklinde ağrı ile çok büyük bir ızdırap arasında değişen şiddetlerde olabilen, 30 dakika ya da daha uzun süren ve istirahat ile geçmeyen ağrı ortaya çıkar Ağrı bazen omuzlara, boyna ya da kollara yayılır Göğüste, nefes darlığının eşlik ettiği rahatsızlık hissi ya da ağrı, huzursuzluk, soğuk ve nemli deri, bulantı ya da kusma ya da bilinç kaybı oluşabilir Bu durum, zaman zaman mide yanması ile de karışabilir

Enfarktüs sırasında ne yapılmalıdır?

Enfarktüs krizi geçiren hasta; kalp bölgesinde ani bir ağrı hisseder Bütün benliğini ölüm korkusu sarar Nefes almakta zorluk çeker Yapılacak ilk iş, hastanın 45 derece bir meyille oturmasını sağlamaktır Sonra; vakit geçirmeden doktor çağrılır Acil olarak en yakın hastaneye başvurmak gerekir
Enfarktüse neden olan risk etmenleri:

Değiştirilemeyen etmenler: Ailede kalp krizi geçiren kişi bulunması, 45 yaşın üzerinde ve erkek olma, değiştirilmesi mümkün olmayan risk etmenleridir

Değiştirilebilecek etmenler: Sigara içme, yüksek kolesterol, yüksek kan basıncı, şeker hastalığı, şişmanlık, çok yağlı beslenme ve hareketsizlik
Tedavi seçenekleri nelerdir? İlk tedavi önlemleri oksijen, nitrogliserin, düşük doz aspirin ya da ağrı tedavisi olabilir Kalpteki ritim bozukluklarını giderici antiaritmik ilaçlar ve kalp kasındaki hasarın ilerlemesini önlemek için beta-blokerler verilebilir Hasta krizden sonraki ilk birkaç saat içinde hastaneye yatırılırsa pıhtıları eritmek için trombolitik ilaçlar verilebilir Ancak günümüzde eğer ulaşılabiliyorsa ilk önce anjiyo-plasti (daralan kalp damarlarının genişletilmesi) tercih edilmelidir Hastanın diğer kalp damarlarında da tıkanmalar varsa koroner arter köprüleme (bypass) ameliyatı yapılabilir
Uz Dr Özlem Esen

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Faset sendromu bel ağrısının üzerinde yeterince durulmayan ancak sık görülen bir nedenidir Halk arasında bel omurlarında kireçlenme olarak bilinen bu durum çoğu kez bel ve boyun fıtığı ile birlikte bulunabilir ve bu nedenle bir ağrı kaynağı olarak göz ardı edilebilir

Faset eklemler omurganın arka tarafında yer alan omurları birbirine bağlayan ve omurganın hareketinde önemli rol oynayan küçük eklemlerdir Bu eklemlerin çok karmaşık bir sinir ileti sistemleri mevcuttur Bu nedenle de ağrıya oldukça duyarlı oldukları açıktır Yaşlanmaya, darbelere, travmalara bağlı olarak faset eklemlerde oluşan bozulmalar şiddetli boyun, sırt ve bel ağrılarına sebep olabilir Omurganın boyun ve bel bölgesi sırt bölgesine kıyasla çok daha hareketli olduğundan faset eklem bozukluklarına bağlı ağrılar daha çok bel ve boyun bölgesinde görülür
Faset eklemlerde bozulmalar, yaşlanmanın sonucu olarak ortaya çıkabileceği gibi ağır işlerde çalışan gençlerde, sert spor yapanlarda da görülebilir Ayrıca dengesiz yük taşıma da faset sendromuna yatkınlığı artırır
Belirtileri nelerdir?
Faset eklem bozulmalarına bağlı ağrılar belin yan tarafında hissedilir Ağrı, kalçaya ve bacağın üst kısmına yayılabilir Bel fıtığı ağrısı öne eğilmekle artış gösterirken, faset sendromu ağrısı daha çok geriye yaslanmak ve yana dönmekle şiddetlenir Faset eklemlerde ortaya çıkan kireçlenmelerin çok artması durumunda omurilikten çıkan sinirler bası altında kalabilir Bunun sonucunda da bel ya da boyun fıtığı ağrısına benzeyen bir ağrı ortaya çıkabilir Bu durumda olay boyundaysa omuza ve kola yayılan boyun ağrısı, beldeyse kalçaya ve bacağa yayılan bel ağrısı karşımıza çıkar
Tedavi:

Faset sendromunun neden olduğu ağrıların tedavisinde faset eklem enjeksiyonu ve faset eklem denervasyonu gibi girişimsel yöntemleri uygulamaktayız Bu yöntemler özel girişim odasında ve "Floroskopi" adı verilen radyolojik görüntüleme yöntemi kılavuzluğunda gerçekleştirilir İşlem için genel anesteziye yani narkoza gerek yoktur Hastaya uygun pozisyon verildikten sonra damardan sakinleştirici ilaçlar verilir ve lokal anestezi (mevzi uyuşturucu) ilaçları uygulanır Ardından, floroskopi cihazıyla ilgili eklemler ve eklemlerin sinirlerinin geçtiği yerler görüntülenir Eklem içine özel iğnelerle girilerek ilaç enjeksiyonu yapılır Bel ve boyun fıtığı ile faset sendromu birlikte sık görüldüğünden bu enjeksiyonlar bel ve boyun fıtığı için uygulanan epidural ve transforaminal enjeksiyonlarla aynı seansta da yapılabilir
Faset sendromu için uygulanan bir diğer girişimsel tedavi yöntemi ise faset eklem denervasyonudur Bu işlemde faset eklemlerin ağrısını ileten sinirler bloke edilir yani ağrıyı iletmeleri engellenir Bu sinirler hareket ya da duyuyla ilgili sinirler değildir Sadece ağrı iletiminden sorumludur Bu nedenle bu sinirlerin duyarsızlaştırılması sonucunda herhangi bir fonksiyon ya da his kaybı oluşmaz Sadece ağrı ortadan kalkar Faset eklem denervasyonu için kullanılan en modern yöntem radyofrekans termokoagülasyon yöntemidir Bu yöntemde sinire yüksek frekanslı radyo dalgaları ile oluşturulan kontrollü ısı uygulanır ve sinirin ağrıyı iletimi kesilir
Tüm bu girişimsel tedavi yöntemleri uzun seanslar boyunca değil, tek bir seans olarak uygulanır Girişimden sonra hastalar 3-4 saat ya da en fazla 1 gece gözlem altında tutulup evlerine gönderilirler Ardından hastalara yapmaları gereken egzersizler ve vücutlarını doğru kullanmak için dikkat edilmesi gereken noktalar anlatılır Bu şekilde uygulanan sistematik bir tedaviyle faset sendromu ağrıları dindirilebilmektedir
Uz Dr Mehmet Çelik,

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Bacaktaki toplardamarların iltihabı demek olan flebit, oldukça sık rastlanan bir hastalıktır "Flebit" bacaktaki yüzeysel toplardamarların ya da bacak ve leğen kaslarındaki derin toplardamarların iltihabı anlamına gelir

İltihap çoğunlukla damar içi pıhtılaşmaya, yani tromboza yol açar, iltihapla sonuçlanan damar içi pıhtılaşmaya ise "tromboflebit" denir
Flebit'in belirtileri nelerdir?
Yüzeysel tromboflebitte derialtında görülen toplardamarlar iltihaplanarak şişer, kızarır ve duyarlı bir hale gelirler İltihap, genellikle damarın bir bölümünde başlar, sonra yukarıya doğru ağrılı, kırmızı bir çizgi biçiminde yayılır İltihaplı damar, derinin hemen altında sert bir kordon gibi ele gelebilir Hastayı gece uyutmayan belirgin bölgesel bir ağrı vardır Tedavi edilmezse, iltihap alanı genişler ve ağrı artar Bazen çok ağrılı, uzun bir iltihap çizgisi de görülebilir; hastanın ateşi yükselebilir, bacağı şişebilir Yüzeysel tromboflebit daha çok bacağın alt yarısında oluşur Genellikle genişlemiş (varisli) damarlarda görülür Ender rastlanılmakla birlikte koldaki toplardamarlarda da olabilir
Derin toplardamar tromboflebitinde ağrı baldırda hissedilir ve bilek hareketleriyle artar Bilek çevresindeki dokular şişebilir Ancak, ağrılı bir kızarıklıkla kendini belli eden yüzeysel tromboflebitin tersine, derin flebitin dıştan görünen hiçbir belirtisi olmayabilir Genellikle bacakta şişlikler ortaya çıkar
Flebit'in sebepleri nelerdir?
Yüzeysel tromboflebitin başlıca nedeni varisli damarlardır Aileden geçen ve kadınlarda daha yaygın olan bu durum, genç erişkinlik çağında ortaya çıkar ve yıllar geçtikçe ilerler Bacak yüzeysel toplardamarları genişleyince çeperleri incelir ve kıvrımlar yapar Genişlemiş damarlarda kan akımı yavaşlar ve kandaki plazma ve hücreler çökmeye yüz tutar Böylece kanın akışı iyice yavaşlar ve flebitin ilk aşaması olan kan pıhtılaşmasına yol açar Pıhtılaşmadan sonra damar çeperi pıhtıyı çözmek için iltihap oluşturur Bu dönemde hasta ağrı, duyarlılık ve kızarıklık gibi belirtilerin farkına varır

Bazen bir darbeden sonra da flebit oluşur Derinin hemen altındaki ince çeperli toplardamar, sözgelimi bir sehpaya çarpma sonucu yaralanabilir Normalde damarın içi, kaygan bir yüzey oluşturarak pıhtılaşmayı önleyen bir hücre tabakasıyla kaplıdır Darbe sonucu bu tabaka zedelenince, düzensiz yüzeye değen kan, pıhtılaşmaya başlar Toplardamarlardaki varis genellikle gebelik sırasında ağırlaşır Bunun iki nedeni vardır: Rahmin leğen toplardamarlarına baskı yaparak bacak toplardamarlarını şişirmesi; gebelikte bedendeki bütün destek dokularını gevşeten hormonların salgılanması (çeperleri gevşeyen damarlar genişler) Damar içine enjeksiyon yapılması da yüzeysel tromboflebite neden olabilir Herhangi bir nedenle hastanede yatan hastaya uzun süre damardan sıvı verilmesi, yani serum takılması gerekebilir Bu durumda iğne damarı tahriş edebilir ve sonuçta pıhtılaşma, ardından da iltihap ortaya çıkar
diğer nedenler arasında ise; kanın pıhtılaşmaya yatkın olduğu bazı kan hastalıkları ile büyük ameliyatlar sonrası ya da hastanın uzun süre hareketsiz kaldığı durumlar sayılabilir Bazı kanser türlerinde, özellikle pankreans kanserinde, daha önce hiçbir varis ya da flebit yakınması olmayan kişinin bacaklarında apansızın yüzeysel flebit oluşabilir Bu tür flebitin bir özelliği 'gezici' olmasıdır Bir gün bir bacağın alt kesiminde ortaya çıkan flebitin birkaç gün sonra öteki bacağın üst kesiminde oluştuğu görülür Flebit ciddiye alınmalıdır, ama başka belirtiler olmadan, kanserin ilk belirtisi olarak yorumlanması yanlıştır Derin toplardamar tromboflebitinde, kaslar içinde, bacak boyunca uzanan geniş toplardamar tıkanır ve iltihaplanır Varisli damarlar dışında, derin toplardamar tromboflebitinin nedenleri, yüzeysel tromboflebitinkilerle aynıdır: Kan dolaşımında yavaşlama, kanın yapısında bir değişiklik ve damar çeperinde zedelenme
Flebit'in tedavisi nedir?
Yüzeysel tromboflebitin ciddi bir tehlikesi yoktur Hasta toplardamar, içinde kan barındırmayan, bağ dokusundan bir bant, haline gelebilir; ama yeni damarlar açılacağından bu durum belirti vermez Ayrıca yineleme eğilimi göstermesine karşılık, ciddi bir tehlike yaratmaz Buna karşılık, derin toplardamar tromboflebiti oldukça ciddi tehlikeler yaratabilir Öncelikle, toplardamardaki pıhtı büyüyerek önemli bir uzunluğa ulaşır Sonra bir parça kopar ve ana dolaşıma katılır Alt ana toplardamardan (bedenin alt kesiminden gelen bütün kanı toplayan, karnın arka tarafındaki geniş toplardamar) geçerek kalbe girer Oradan da akciğerlere kan götüren atardamara pompalanır Büyüklüğüne göre, bu atardamarın akciğere dağılan dallarından birini ya da birkaçını tıkar Eğer pıhtı yeterince büyükse tam tıkanma bile yapabilir ve oluşan akciğer enfarktüsü ani ölümle sonuçlanır Küçük bir pıhtı ise akciğerin uç kısmına ulaşır ve daha az zarar verir Derin toplardamar tromboflebitinin ikinci bir etkisi de bacak damarlarının içindeki küçük kapakçıkların hasar görmesidir Bu durum bazen bacağın sürekli şiş kalmasına ya da yara (ülser) açılmalarıyla sonuçlanan deri sorunlarına yol açar Ciddi bir tehlike yaratmadığından yüzeysel tromboflebitin tedavisinde belirtilerin hafifletilmesiyle yetinilir
İlk yapılacak şey; bir hastaneye başvurmaktır Hastaya genellikle yatırılarak, kanın pıhtılaşmasını geciktiren bir tedavi uygulanır Hastaneye gidene kadar ise bacağın yukarı kaldırılması ( kalp seviyesinin üzerinde tutulması) yararlı olur

Derin tromboflebitin tedavisi genellikle pıhtı oluşmasının önlenmesine yöneliktir Kanın pıhtılaşma hızını azaltan antikoagulan (pıhtılaşmayı önleyici) ilaçlar kullanılır Bunların uygun bir dozda alınması, bacaktaki pıhtıların büyümesini önler Günümüzde iki tür antikoagulan madde kullanılmaktadır: Enjeksiyonla verilen ve hemen etki eden heparin ve hap biçiminde de alınan, iki üç gün içinde etkisini gösteren warfarin Önce heparin uygulanır, birkaç gün sonra warfarin'e başlanır ve en az 6 ay boyunca sürekli kullanılır Yüzeysel tromboflebitte tek sorun, özellikle varis varsa iltihabın yinelenmesidir Bir nöbet genellikle bir hafta ya da daha uzun sürer Sonra ağrı ve duyarlılık hafifler ama bazen duyarlılık haftalarca sürebilir Akut dönem geçtikten sonra bölgedeki deride kahverengi bir leke kalır Bunun yok edilmesi olanaklı değildir Derin toplardamar trombozu tedavisine zaman geçirmeden başlanırsa, bir sorun çıkmaz Ancak tedaviye karşın "flebit sonrası bacak" ( past tromboflebitik sendromu) denilen durum ortaya çıkabilir Bilek gölgesi sürekli şiş kalır ve daha sonra yaralar oluşabilir Bu durumun tedavisinde varis çorabı giyilir, bedendeki fazla suyu azaltan ilaçlara ve belki de yaraların iyileşmesi için cerrahiye başvurulur Bazı vakalarda flebit sonucu bacağın altındaki toplardamarların kapakçıkları hasar görür ve sonuç olarak yüzeysel toplardamarları derin sistemle birleştiren geniş damarlar oluşur Bu damarların bağlanmasıyla yaralar tedavi edilebilir "Flebit sonrası bacak" oluşmasa da, bir derin toplardamar trombozunu izleyen ağrı ve şişlik haftalarca kalabilir Bazen şişlik geçer, ama hasta bacakta günün sonuna doğru hafifçe şişme izlenebilir Varis çorabı giymenin, ayağı yükseğe kaldırmanın ve egzersizin yararı açıktır Ama erken dönemde uzun yürüyüşler hastayı zorlar
Sigaranın uzun dönümde derin flebit olasılığını artırdığı öne sürülmektedir Yüksek dozda doğum kontrol hapı kullanan kadınların (özellikle 35 yaşın üstünde, şişman ve sigara içenlerde) damar hastalıklarına yakalanma olasılığı oldukça yüksektir Bu yüzden söz konusu özellikleri taşıyan kadınların gebeliği önleme konusunda başka yöntemlere başvurmaları yerinde olur Flebitin en büyük tehlikesi toplardamarlarda oluşan bir pıhtının koparak kan dolaşımında sürüklenip akciğerlere taşınması ve bu organlarda enfarktüse yol açmasıdır Söz konusu durum daha çok derin toplardamar tromboflebitinde görülse de, flebitin her türü dikkatli bakım ve tedavi gerektirir Bu yüzden belirtiler önemsiz bile görünse, üzerinde durulmalı, mutlaka bir doktora danışılmalıdır
Op Dr Naci Yağan

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Kadınlarda gebelik ve çocuğa süt verdiği dönemin dışında memelerden süt gelmesi durumuna "galaktore" adı verilmektedir

Gebelikte ve çocuğun emdirildiği dönemde süt gelmesi normal bir durumdur Genç kızlarda memelerden süt gelmesi beraberinde adet görememe tablosu mevcutsa bu önemli bir durumu işaret etmektedir Kadınlarda gebelikte ve emzirme dönemlerinde kandaki prolaktin ve oksitosin hormonları artışı olmaktadır Halbuki patolojik olan bu durumda kanda sadece prolaktin artışı bulunmaktadır
Prolaktin hormonu hipofiz bezinin ön tarafından salınan bir hormon olup normalde düşük düzeylerdedir Prolaktin salgılayan hücrelerde artış veya bu hücrelerin fonksiyonlarının artışına bağlı prolaktin düzeyleri yüksekliği görülebilmektedir
Belirtileri nelerdir?
Kadınlarda adet görememe ve göğüslerden süt gelmesi (galaktore) belirtileri veren bir tablodur Bir genç kız veya kadın gebe olmadığı halde adet göremiyor ve göğüslerinden süt geliyor ise hipofizde anormalliğin olabileceği düşünülmelidir Normalde çok düşük olan prolaktin hormonu çok yükselmiş ve adeti engellemektedir Ayrıca sakinleştirici ilaçların uzun süreli kullanımında, meme başlarının aşırı uyarılmasında da memelerden süt gelmesi görülebilmektedir Bu durumlarda adet görememe yakınması yoktur Hipofiz bezinden kaynaklanan tümoral bir oluşuma bağlı ise mikroadenom adını alır Daha da büyürse görme sinirlerine baskı yaparak her iki gözde veya tek gözde görmede azalma hatta körlük seviyesine bile gelebilirler Erkeklerde ise kısırlık veya iktidarsızlık ortaya çıkabilir

Teşhis ve tedavi:

Teşhis için yapılan muayene sonrasında herhangibir ilaç kullanıp kullanmadığı, memelerini aşırı uyaran durumların olup olmadığı, gebe olup olmadığı gözden geçirilir Kandaki prolaktin seviyesini 20ng/ml üstünde olması, çekilen beyin manyetik rezonans (mr) görüntülemede hipofizde yer kaplayan bir oluşumun tespit edilmesi ile tanı kesinleştirilir Memelerden süt gelmesi ve adet görememe kitlenin büyümeden teşhis edilmesini sağlar Genellikle bu dönemde kitleler 10 mm in altındadır ve tedavileri daha yüz güldürücüdür Tedavide kesin sonuca gitmek için mikrocerrahi ile burundan hipofiz bezine ulaşılır ve tümöral bölüm çıkarılır Kötü huylu kitleler değildir İlaç tedavisinde bromokriptin ve cabergolin kullanılmaktadır
Prof Dr Kadir Tahta

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Tekrarlayan düşükler; genetik, rahime ait anomaliler, endokrin sisteme ait hastalıklar, immunolojik ve hematolojik faktörler, enfeksiyon veya çevresel etkenlere bağlı olarak gelişmektedir

Ancak bu önemli sorunu yaşayan çiftlerin hala ortalama % 50'sinde neden açıklanamamaktadır
- Tekrarlayan gebelik kayıpları nasıl tanımlanır?
Üç veya daha fazla sayıda gebeliğin ardışık olarak erken dönemde( 20 haftada ya da daha öncesinde) kaybedilmesi, 'tekrarlayan gebelik kayıpları' olarak adlandırılır Üreme çağındaki fertil çiftlerde tekrarlayan düşük sıklığı, %05-1 oranındadır Düşük nedeninin bulunmasına yönelik ileri ailelerde de başlanmaktadır Tekrarlayan gebelik kayıpları birçok disiplinin birlikte çalışmasını gerektiren kompleks bir sorundur (Jinekoloji, Genetik, Epidemiyoloji, İmmünoloji, Hematoloji ve Endokrinoloji)

- Tekrarlayan gebelik kayıplarının sebepleri nelerdir?
Genetik nedenler
Tüm nedenlerin % 4,7'si genetik olup, resiprokal veya robertsonian translokasyon ile inversiyonlar en sık görülen yapısal kromozom anomalileridir Sorun, kadın ve erkeğe kromozom analizi yapılarak değerlendirilmeli, genetik bir sorun varlığında tüp bebek yöntemi uygulanarak 'Preimplantasyon Genetik Tanı' (PGT) yapılmalıdır Böylece hasta embriyoların ayrılarak, sadece normal embriyoların anne rahmine yerleştirilmesi ile sağlıklı bebekler dünyaya gelebilmektedir Ayrıca bazı tekrarlayan düşük olgularında kadın ve erkekte genetik bir sorun olmamasına rağmen embriyolarda kromozomal anomali sıklığında artış olabilmektedir PGT yöntemi böyle durumlardaki düşüklerde embriyoların etkisini belirlemede önemli bir 'tanı yöntemi'olarak da kullanılmaktadır
Rahime ait anatomik nedenler
Septum adı verilen ve rahim içini daraltan doğumsal şekil bozuklukları, myomlar, kürtaj sonrası gelişebilen rahim içi yapışıklıklar bu nedenler arasında sayılabilir Böyle durumlarda yeni bir gebelik öncesi yapılacak 'histeroskopi' ve 'laparoskopi' gibi endoskopik yöntemlerle sorun giderilmelidir
Hormonal nedenler
Tiroid hastalıkları, iyi kontrol edilmemiş diyabet ve prolaktin yüksekliğinin uygulanacak laboratuvar tetkikleri ile saptanarak tedavi edilmesi, başarı şansını artırmaktadır Ayrıca tekrarlayan düşüklerde yüksek androjen düzeyleri ve polikistik yumurtalık sendromu (PCOS) sıklığında artış da bildirilmekte; metformin tedavisinin ise PCOS olan kadınlarda insülin direncini azaltarak tedaviyi olumlu etkilediği gözlenmektedir
Pıhtılaşmaya ilişkin sorunlar
'Antifosfolipid Sendromu' kadının kendi pıhtılaşma faktörlerine veya bazı hücrelerine karşı antikor üreterek, bebeği besleyen damarlarda tıkaç oluşumuna yol açması olarak tanımlanabilir 'Trombofili' yani pıhtılaşma eğiliminin artması da, tekrarlayan düşüklerde önem taşımaktadır Doğumsal veya edinsel şekilleri mevcuttur Protein C ve protein S ile antitrombin III aktiviteleri, Faktör V Leiden ve Factor II gen mutasyonları, açlık plazma homosistein düzeyleri araştırılmalıdır
Pıhtılaşma defekti saptanan kadınlara aspirin ve heparin gibi kanı sulandıran ilaçlar kullanılmaktadır
İmmunolojik nedenler
Gebelikte annenin bağışıklık sisteminde bazı değişiklikler oluşmakta, gelişen bebekteki babaya ait antijenler tanınarak, bebeğin yabancı bir madde gibi görülmesi ve reddedilmesi önlenmektedir Ancak bazı durumlarda bu koruyucu mekanizmada oluşan defektler, tekrarlayan düşüklere neden olabilmektedir Natural Killer (NK) (öldürücü hücreler) ve Th1/Th2 Sitokin oranın değişmesi olası nedenler arasında araştırılmaktadır Tekrarlayan düşüklerde eşler arasındaki HLA doku grubu benzerlik veya farklılıklarının da rol oynayabileceği düşünülmektedir İleri araştırmalar yapılarak seçilen belirli bir hasta grubunda bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek, embriyonun yabancı bir madde olarak algılanmasını ve reddedilmesini önlemek için intravenöz immunoglobulin (IVIG) tedavisi yapılabilir Tüp bebek yöntemi ile birlikte planlandığında tedavinin başlangıcında uygulanmaya başlanmakta, gebelik süresince de belli aralıklarla tekrarlanmaktadır
Öneriler:
Gebelik öncesinde yaşam koşullarının düzenlenmesi de önem taşımaktadır Mümkün olduğunca stresten uzak bir yaşam, sağlıklı beslenme, yüksek kafein ve sigara tüketiminden kaçınılması gerekmektedir Obezite mevcutsa diyet önerilerek boy/kilo indeksinin uygun düzeye gelmesi sağlanmalıdır

Op Dr Hale Karagözoğlı

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi





Enuresis nocturna (Gece idrar kaçırma) çocuk sağlığı ve hastalıklarında çok sık rastlanılan bir durumdur Anne babalar, bu durumda genellikle çocuklarının ruhsal bir sıkıntılarının olabileceğinden endişe ederler

Aslında çoğu zaman, durumun bununla hiçbir ilgisi yoktur Birçok anne ve baba, çocukları beş yaşına gelene kadar bu sorunun artık ortadan kalkmış olması gerektiğini ve geçmediği takdirde bir hastalığın söz konusu olduğunu düşünürler Oysaki bu inanış doğru değildir
İKİ ÇEŞİT GECE ALT ISLATMA VARDIR:
***Birincil:*** Çocuk, doğduğundan beri en az ayda iki kez yatağını geceleri ıslatmaktadır
***İkincil : *** Çocuk, son 6 aydır tamamen kuru olmasına rağmen tekrar altını ıslatmaya başlamıştır
İkincil gece alt ıslatmanın arkasında genelde bir neden vardır ve bu neden ortadan kaldırıldığında sonuç alınabilir Bu sebepler arasında; başka bir eve taşınma, boşanma veya okul sorunları gibi ruhsal durumlar olabilir Bunların yanı sıra; idrar yolu infeksiyonu veya şeker hastalığı gibi fiziksel hastalıklar da söz konusu olabilir Bir de çocuğun yaşantısı içinde düzen değişiklikleri olabilir, örneğin; çok su içmeye başlama, uyku saatlerinin kayması gibi Neticede doktorunuza başvurduğunuzda, olası değişiklikleri onunla paylaşırsınız ve hep birlikte sorunun üstesinden gelmeye çalışırsınız
Çoğu zaman birincil alt ıslatma ile karşı karşıya kalınır Burada stres veya davranışsal sorunlar söz konusu değildir Araştırmalara göre; birincil gece alt ıslatmanın en önemli nedeni kalıtsaldır Eğer tek ebeveyn, çocukken aynı durumu yaşadıysa çocuğunda olma olasılığı % 44; her iki ebeveyn de bu durumu yaşadıysa, çocukta olma olasılığı % 77 olarak saptanmıştır Yani çocuğunuz altını bu şekilde ıslatıyorsa ona kızmayın; çünkü bu büyük ihtimalle sizin ona verdiğiniz genlerle ilgilidir Bu durumu ilgilendiren iki gen tespit edilmiştir: ENUR1 ve ENUR2
ENUR1, 13 kromozomda; ENUR2 de 12 kromozomda bulunmaktadır Bu genleri taşıyan çocuklarda gece alt ıslatma olasılığını yaşama, bu genleri taşımayanlara kıyasla daha çoktur
Anne veya baba çocukken gece altını ıslatmadıysa, çocuklarında bunu yaşama olasılıkları %15'dir
ÇOCUKLARDA ALT ISLATMANIN NEDENLERİ:
" İdrar kesesi kasları arasında dengesizlik vardır Yani idrarın dışarı çıkmasını engelleyen kas, mesanenin kasılmasını sağlayan kaslardan daha zayıf olabilir
" Mesane küçük olabilir ve normal miktarda idrar için yetersiz olabilir
" Normal boyuttaki mesanelerinin tutabileceği idrardan daha fazlası üretilebilmektedir Bunun nedenleri:
- Çocuk yatmadan 2 saat önceki süre içinde çok sıvı tüketiyor olabilir
- Başka bir hastalığı nedeniyle idrar sökücü kullanıyor olabilir
- İdrar yolu infeksiyonu veya şeker hastalığı olabilir
- Hormonal dengesizlik olabilir
Bazı ebeveynler, ısrarla çocuklarının çok zor uyandığını ve gece uyandırıp tuvalete götürmek istediklerinde bile uyandıramadıklarını ifade ederler Bunun gerçeklik payının olduğunu gösteren tıbbi yayınlar var Genellikle çocuklar, anne babalarının geceleri altını ıslatmayı durdurduğu yaşa kadar altlarını ıslatmaya devam ederler Bu durumun önüne geçmek için bazı yöntemler vardır ve bunlar hakkında doktorunuza başvurmanız gerekmektedir
Uz Dr Gökhan N Mamur

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Glokom görme sinirinde ilerleyici tahribat yapan, sinsi karakterde yıllarca sessiz sedasız ilerleyen ve körlüğe kadar götürebilen, genellikle göz içi basıncı yüksekliğiyle seyreden kronik bir hastalıktır

Göz içi basıncı bazen normal dediğimiz sınırlar içinde olmasına rağmen kişi yine de "glokom hastası" olabilir Glokom, çoğu kez hiçbir belirti vermez, sadece az sayıdaki bazı hastalarda şiddetli ağrı, kusma, kızarıklık ve görme azalması tablosuyla acil bir hastalık olarak karşımıza çıkabilir Glokom hastalığında oluşmuş hasar düzeltilemez; ancak zamanında tedavi ile gelecekteki hasarları önlemek mümkün olabilir

Gözün içinde "hümör aköz" denilen bir sıvı vardır Bu sıvı sürekli olarak salgılanır, göz içindeki damarsız yapılar olan lens ve korneanın beslenmesini ve metabolizmasını sağlar ve "trabekülüm" denilen bölgeden göz dışına çıkarak tekrar kan akımına karışır Hümör aközün salgılanması ve boşaltılası hep bir denge içindedir ve gözde gün boyu hafif değişkenlikler gösteren bir basınç sağlar Hümör aközün salgılanamaması gözün sönmesine, göz dışına yeterince veya hiç çıkamaması ise göz içinde birikime ve basınç artışına yol açar Normal göz içi basıncı genellikle 6-21 mmHg arasıdır ve gün boyu değişkenlik gösterir Gün içinde 5 mmHg veya daha fazla basınç farkı olması glokom şüphesi uyandırır Gözün göz içi basıncına dayanıklılığı kişiden kişiye farklılık gösterebilir Bazı gözlerde normal sayılan değerler bile glokom hasarı yapabilirken -ki bunlara normal tansiyonlu glokom diyoruz-, bazı kişilerde ise yüksek sayılan 22-26mmHg göz içi basınçları bile göze hiç zarar vermeyebilir ki bunlara da "oküler hipertansiyon" denir
Glokom teşhisi ve tedavisi: Teşhis koyabilmek için detaylı göz muayeneleri, göz tansiyonu ölçümleri, kornea kalınlığı ölçümü (pakimetri), OCT, HRT gibi çeşitli görüntüleme yöntemleri, görme alanı incelemeleri gibi testlerden yararlanılır Ayrıca hastaların takibi sırasında da zaman zaman bu testlerden istifade edilirGlokomda; yaşa göre, hangi nedenden olduğuna göre ya da oluşum mekanizmasına göre çeşitli sınıflamalar mevcuttur
Ortalama 10 bin doğumda bir görülür Glokomlu bebeklerde göz içi basıncı yükselince kornea saydamlığını yitirip buğulanır, göz yaşarmaya başlar Bu belirtiler anne babanın ilgisini çeker, çekmelidir 3 yaşından önce göz içi basıncı artmış ve bu durum fark edilmemişse göz büyümeye başlar Bu durum tek taraflıysa rahatça tanınır, çift taraflıysa tanı gecikebilir Bu tip glokomlarda tedavi hemen her zaman cerrahidir
Açık açılı olarak adlandırılan glokomlar yüksek basınçlı ya da normal basınçlı olabilir En sık görülen tipi yüksek göz içi basınçlı olanıdır Toplumda yaklaşık %2-2,5 oranında görülür ve hastaların yarısından çoğu durumunun farkında değildir Tedavisiz bırakıldığında yıllar içinde sinsi bir şekilde retinanın sinir liflerini tahrip etmeye başlar ve zamanla gözü kör edebilir Sinir lifi tahribatı çeşitli görüntüleme yöntemleri ve görme alanı incelemeleriyle takip edilir Ailede glokom olması, miyopluk, diyabet ve hipertansiyon bu tip glokom için risk faktörüdür
Normal basınçlı açık açılı glokomda ise göz içi basıncı genel olarak normal kabul edilen sınırlar içindedir, yani 22 mmHg'yı aşmaz Bu gözlerin görme siniri lifleri normal sayılan göz içi basınçlarına dahi dayanamamaktadır Migren ve Reynaud fenomeni (soğukta parmakları çok üşüyüp moraranlar), tansiyonu gece çok düşen kişiler normal tansiyonlu glokom için risk faktörü taşırlar Asya ırkında bu tip glokom daha sık gözlenir Özellikle yaşlılıkta sıktır
Kortizon kullanımı, travma, inflamasyon ve bazı özel göz durumları ise ikincil etkiyle açık açılı glokoma neden olabilir
Açık açılı glokomda amaç göz içi basıncını azaltarak sinir lifleri tahribatını engellemektir Tıbbi tedaviye görme sinirindeki tahribat durdurulabildiği sürece devam edilir Tedaviye rağmen hasar artıyorsa cerrahi müdahale yapılır Ayrıca takip güçlüğü olan, ilaç kullanımında veya kontrole gelişte ihmalkar davranan kişilerde göz uzmanı erkenden glokom ameliyatı yapmak gereğini duyabilir
Açık açılı glokomların ameliyatında hümör aközkün gözü rahatça terk etmesini sağlayacak bir kanal açılır Lazer uygulanması da glokom tedavi seçenekleri içindedir Seçilecek yöntem hastadan hastaya değişebilir
Kaynak: Op Dr Mustafa Temel

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Zatürre, çeşitli mikroplar veya kimyasallar nedeniyle akciğerlerin iltihaplanması anlamına gelir Zatürrede akciğer içindeki hava keseciklerinde iltihabi bir sıvı toplanır

Yaşlılar, altta yatan kalp veya solunum yolu hastalığı olanlar (kronik bronşit gibi), diyabetliler, böbrek yetmezliği olanlar, bağışıklık yetmezliği bulunanlar (AIDS hastaları, doğumsal bağışıklık bozukluğu olanlar gibi) ve alkolikler özellikle risk altındadır Zatürre, gripten sonra da gelişebilir

Zatürre, genellikle, mikrop içeren damlacıkların hasta kişinin öksürmesi veya hapşırmasıyla havaya karışması ve kişinin bunu soluması ile bulaşır Ayrıca, kişinin ağız, burun ya da boğazında hastalık yapmadan bulunabilen bazı mikroplar, vücut direncinin düşmesiyle hastalık yapar hale gelebilir
Belirtiler:
Zatürrenin belirtileri arasında öksürük, balgam (genellikle koyu renkli), ateş, göğüs ağrısı, nefes darlığı ve kimi zaman kan tükürme bulunur Bazen "tipik olmayan zatürre" söz konusudur Bu durumda ateş fazla ön planda değildir Baş, vücut ve eklem ağrıları, hatta karın ağrısı olabilir Öksürük ya kurudur ya da az miktarda balgam çıkarılır
Tanı ve tedavi:
Zatürre tanısında, akciğer filmi, kan tahlili ve balgam incelemelerinden yararlanılır Tümöral olaylar da bazen bronşları tıkayarak zatürreye zemin hazırlayabilir Bu nedenle, özellikle ileri yaşta, sigara içme öyküsü olan hastaların mutlaka bu yönden de araştırılmaları uygun olacaktır

Antibiyotiklerin keşfinden önce son derece öldürücü olan zatürre, günümüzde başarıyla tedavi edilebilmektedir Başka bir hastalığı bulunmayan, genç ve genel durumu iyi olan hastalarda zatürre ayaktan tedavi edilebilir, ancak 65 yaşın üzerindekilerin, altta yatan başka hastalığı olanların, solunum yetmezliği bulunanların ya da ağır zatürresi olanların hastanede yatırılarak tedavi edilmeleri uygun olur
Tedaviye başlandıktan sonra genellikle birkaç gün içinde ateş düşer ve kişi kendini daha iyi hissetmeye başlar Muayene bulgularının ve akciğer filminin düzelmesi daha uzun zaman alır

Zatürreden korunmada genel sağlık tedbirlerine uyulmasının yararı olacaktır İyi beslenme, sigaradan uzak durulması da önerilebilir Özellikle kış aylarında, kapalı kalabalık ortamlar enfeksiyonların yayılmasını kolaylaştırabilir Zatürreye neden olan mikroplar hava yoluyla yayılabileceğinden bu tür yerlerde mümkünse bulunmamak önerilebilir

Bunların dışında, zatürrenin sık sebeplerinden biri olan "pnömokok" isimli mikroplara karşı aşı da, risk grubundaki kişilere uygulanabilir Pnömokok aşısı, bu mikrobun 23 tipini içerir Bağışıklık yetmezliği olanlar, altta yatan kronik bir hastalığı bulunanlar (akciğer, kalp, böbrek, bazı kan hastalıkları ve diabet gibi), 65 yaşın üzerindekiler ve dalağı alınmış olanlar, zatürre gelişimi açısından daha büyük risk taşımaktadır Aşının yan etkileri genellikle hafiftir Aşı yapılan yerde küçük bir kızarıklık, şişlik ve ağrı görülebilir Aşı sonrası ilk bir gün içinde hafif bir ateş olabilir Nadiren de olsa alerjik reaksiyon gelişebilir Aşı, ateşli hastalıklar, enfeksiyonlar gibi aktif başka bir hastalık sırasında uygulanmamalıdır Yılın herhangi bir zamanında yapılabilir Aşı, ölü bir aşıdır ve aşıya bağlı zatürre hastalığı geçirilmez Genellikle tek doz aşı yeterlidir, ancak özellikle 65 yaş üzerindekilerde ve bağışıklık yetmezliği olanlarda ilkinden 5 yıl sonra ikinci bir aşı gerekebilir
Uz Dr İlkay Keskinel

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Gözlerimiz her ne kadar küçük birer organsa da çok çeşitli dokulardan oluşan, oldukça kompleks yapılardır Bu nedenle çok çeşitli tümörleri de olabilmektedir

Diğer organların tümörleri gibi göz tümörleri de iyi ya da kötü huylu olabilir İyi huylu olmakla birlikte bazı tümörler bulunduğu yer itibariyle organın önemli bir parçasına baskı yapmak suretiyle oldukça zarar verici olabilir Ya da bazen iyi huylu giden bir tümör kötüleşebilir

İyi huylu olanlar arasında dermoid kistler, kan kistleri, vs gibi çeşitli türde kistler, şalazyon, molluscum contagiosum, çeşitli yerlerde yerleşebilen ben'ler, keratoakantoma, skuamoz hücreli papillom, başta konjonktiva olmak üzere gözün çeşitli dokularının melanizisi, mukosel sayılabilir

Dermoid kistlerin yüzeyel olanları çoğu kez göz çukurunun üst-dış yada üst-iç kısmında yerleşir, derin olanları ise göz çukurunun derinlerinde yerleşir

Mukosel normal sinüs sekresyonunun drenajının burun veya çevre dokuların enfeksiyonu, tümör yada başka nedenlerle bozulmasıyla oluşur Genellikle frontal (alın) yada etmoid (burun kökü arkası) sinüslerden kaynaklanır

Kötü huylu göz tümörleri arasında ise kapaklarda cilt dokusundan kaynaklanan bazal hücreli karsinom ve skuamöz hücreli karsinom, göz yaşı bezlerinden kaynaklanan sebase bez karsinomu, pigment hücrelerinden kaynaklanan malign melanom, damar dokusundan kaynaklanan ve sıklıkla AİDS'le birlikte görülen Kaposi sarkomu, ayrıca hemainjiomlar, rhabdomiyosarkomlar, göz sinirinden kaynaklanan tümörler, ve başka yerlerdeki tümörlerden göze atlayan tümörler sayılabilir

Malign melanom yetişkinlerde doğrudan gözden başlayan en yaygın tümördür Gözün iris dediğimiz renkli kısmından, hemen arkasında merceğin asılı olduğu kısmından, yada daha sıklıkla damar tabakadaki hücrelerden başlayabilir En sık 60'lı yaşlarda görülür 30 yaşından önce görülme oranı %4 civarındadır

Rhabdomiyosarkomlar çoğu kez çocuklukta görülür ve gözün hızlı ilerleyen öne doğru çıkması ile kendini gösterir

Retinoblastomlar çocukluk çağının en yaygın tümörüdür, büyük çoğunluğu 3 yaşından önce belirgin olur 20000 canlı doğumda 1 görülür Hastaların 1/3 'inde diğer gözde de olur Ailesel geçişin etkisi vardır

Başka yerlerden göze atlayan tümörlerden çocuklukta görülenler arasında sinir dokusundan kaynaklanan ve genellikle göğüs ya da karında başlayan nöroblastomlar, bir kemik tümörü olan Ewing sarkomu, akut miyeloid lösemi sayılabilir Erişkinlerde başka yerden göze atlayan tümörler ise daha çeşitlidir ve başka yerlerdeki tümörlerin ilk belirtisi olarak %25 vakada gözde ortaya çıkmaktadırlar
Belirtiler:
Tümör eğer gözün açık kısımlarında ise zaten kendisi görülebilir Bunun dışında, süregelen ve bir türlü kapanmayan yaralar, gözün öne doğru çıkması yada bir yana yer değiştirmesi, kapak düşüklüğü, çift görme, göz yaşarması, özellikle çocuklarda olmak üzere göz bebeğinde beyazlık görülmesi, gözde kızarıklık, büyüme gibi belirtiler olabilir
Teşhis:
Bazen rutin göz muayenesi ile tümör teşhis edilebilir -İhtiyaç duyulduğunda- rutin muayeneye ek olarak fundus floresan anjiyografi, göz ultrasonu, renkli dopler ultrason, tomoğrafi, MR (magnetik rezonans görüntüleme), biyopsi,… gibi testlerden bir yada birkaçını da uygulamak gerekebilir Tomoğrafi ve MR hem gözdeki yaygınlığı hem de başka organlara yayılma gösterip göstermediğini anlamada çok yararlı olmaktadır
Tedavi:
Tedavide tümörün cinsine ve yerine göre, lazer, röntgen ışınları, radyoaktif plaklar, hormonlar, ilaçlar, dondurma, dar yada geniş kapsamlı çeşitli türde rezeksiyon ameliyatları kullanılmaktadır Hastanın geleceği hakkında söz söylemede tümörün cinsi, tipi, büyüklüğü, yerleştiği yer, yaygınlığı, göz yuvarlağı dışında olup olmadığı, hastanın yaşı, başka organlara yayılım,… gibi pek çok faktör etkilidir
Özellikle son zamanlarda transpupillertermoterapi, kombine tedaviler değer kazanmıştır Transpupiller termoplasti+radyoaktif plak buna bir örnektir Ayrıca bir kerede yüksek doz ışın tedavisi ile yine son zamanlarda özellikle başka yerden atlayan küçük tümörlere fotodinamik tedavi uygulamaları da yapılmaktadır
Op Dr Mustafa Temel

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Guatr, tiroid bezinin iltihabi veya tümoral olmayan büyümesidir Büyüme ultrasondaki görünüme göre 2 yönlü olabilir

1 Yaygın olarak bezin büyümesine Diffüz Guatr denir

2 Nodül adı verilen farklılaşmış yapılar içeren bez büyümesine ise Nodüler Guatr denir Nodül miktarı birden fazla ise buna Multinodüler Guatr denir
Tiroid hastalığında testlerin sonucuna göre de 3 farklı durumla karşılaşılır:
1 Eutiroid: Ultrasonda tiroid bezinde patoloji saptanmasına rağmen tiroid hormonu kanda normaldir
2 Hipertiroidi: Tiroid hormonunun kanda artması sonucu ortaya çıkan durumdur
3 Hipotiroidi: Kandaki hormon miktarının azalması durumudur
Yukarıda söz ettiğimiz 2 ayrı tiroid bezi sınıflaması da birbiri ile iç içe görülmektedir Genel olarak guatr yapan etkenler ise; İyot eksikliği, tiroid hormonunun yapımında bozukluk yapan besinlerin çok yanması ( Lahana, fasulye türleri, karnabahar, brokoli, patates vb), kimyasal maddeler, ilaçlar, bazı mikrobik enfeksiyonlar (E Coli enf), gebelik ve hormonal değişiklikler olarak sıralanabilir
Guatr doğumdan ölüme kadar her yaşta görülen bir hastalıktır Doğumsal olarak daha çok hipotiroidi tiplerini, 50- 60 yaşta kronik troidit hastalığını, 20-30 yaşlarında nodüler ne hipertiroidi tiplerini, 60-70 yaşlarında ise tiroid kanserlerini daha fazla görülmektedir
Belirtiler:
Guatr hastalığında hormon düzeyleri değişmemiş ise bulgu hiç olmayabilir Fakat bezin büyümesine bağlı olarak; boğazda şişlik, gerginlik ve sıkışma hissi, nefes darlığı, yutma güçlüğü, boyun damar genişlemesi ve boyunda ağrı ve hassasiyet olabilmektedir Tiroid hormon miktarı değiştiği zaman esas belirtiler ortaya çıkar Bunu 2 ayrı grupta inceleyebiliriz:
1- Hipotiroidi (Tiroid bezinin az çalışması); yorgunluk, halsizlik, uyuşukluk ve uyku hali, konsantrasyon bozukluğu, sersemlik hissi, depresyon, saç dökülmesi, ciltte kuruma ve soğukluk hissi, kabızlık, kilo alma, göz kapakları ve bacaklarda şişlik, terlemede azalma, balmumu gibi cilt, soğuğa tahammülsüzlük, üşüme, ses kalınlaşması, ses kısılması, konuşmada ağırlaşma, reflekslerde azalma, tansiyon, kolesterol yüksekliği ve nabız düşüklüğü, adet düzensizliği, hamile kalmada zorluk, çocuklarda boy kısalığı ve gelişme geriliği gibi belirtilerle kendini gösterir

2 Hipertiroidi (Tiroid bezinin çok çalışması) ise; sinirlilik, aşırı heyecan, duygusallık, kilo kaybı, terleme ve vücut sıcaklığında artma, ellerde titreme, nabız sayısında ve tansiyonda artış, cilt terleme ve nemlilik hissi, saç dökülmesi, sıcağa tahammülsüzlük, bağırsak hareketlerinde artma, adet düzensizliği, gözde canlı bakış, bazen tek gözde büyüme, bazen çift görme şeklinde ortaya çıkar
Dünya Sağlık Örgütü verileri, günlük bir toplu iğne başı kadar iyot almadığı için dünya nüfusunun % 54' ünün iyot eksikliğine bağlı tiroid hastalıkları ile karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır
İyot, insan vücudunda az miktarda bulunan normal büyüme ve gelişme için gerekli bir elementtir İyot, vücutta beyin ve sinir sistemi gelişimi ile vücudun ısı ve enerjisinin oluşumunda gerekli olan tiroid hormonunun yapımında kullanılır Dünya Sağlık Örgütü verileri, günlük bir toplu iğne başı kadar iyot almadığı için dünya nüfusunun % 54' ünün iyot eksikliğine bağlı tiroid hastalıkları ile karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır Dünyada bugün 40 milyon çocuk yeterli iyot alamadığı için zeka geriliği ile karşı karşıyadır
Ülkemizde özellikle Karadeniz Bölgesi' nde sıklıkla rastladığımız iyot eksikliğini önleme adına bir düzenleme yapılmış ve tuzlara iyot konulması zorunlu hale getirilmiştir Ülkemizde guatr oranının % 30 civarında olduğu dikkate alınırsa; halkımızın bu konuda çok özenli olması gerekliliği bir kez daha ortaya çıkmaktadır
Tiroid hastalığı için ilk planda T3, T4 ve TSH adı verilen 3 farklı hormonun kan analizi incelenmelidir Buradan alınan sonuç paralelinde tiroidin ultrasonu yapılmalı ve tek nodul çıktı ise tiroid sintigrafisi çekilmelidir Bu tetkikler bize tedavi ve takipte neler yapmamız gerektiğini gösterecektir Hastada kronik tirodit yani kronik tiroid iltihabı düşünülürse ya da Graves adı verilen hipertroidi tipi düşünülüyor ise tiroid antikoru bakılmalıdır
Tiroid hastalığında hem hipertroidi hem de hipotroidi durumunda psikolojik birçok sorun ile karşılaşmamız mümkündür Çoğunlukla depresyon konsantrasyon zorluğu, sıkıntı hissi sık görülmektedir
Tiroid hastalıkları özellikle hormon miktarında düşüklükle seyreden hipotiroidi durumunda sperm sayı ve kalitesi etkilenebilir Spermler daha yavaş ve düzensiz hareket ettiği için çocuk yapabilme yetisi kaybolabilir
Graves ve Hashimoto tiroiditi adı verilen Otoimmun (Vücudun kendi dokusunu yabancı kabul edip reaksiyon göstermesi) tiroid hastalıkları; Tip 1 Şeker hastalığı, Addison hastalığı, Vitiligo (Cilt pigment kaybı), Pernisyöz anemi (Kansızlık), Romotoid artrit, Sistemik Lupus Eritamatozus, Kronık aktif hepatit ve Safra yolları sirozu gibi hastalıklarla beraber bulunabilirler
Gebelik tiroid hormonu üzerinde yükselme etkisi yapar Ancak gebelik bitiminde ilk bir yıl içinde gebelik sonu tiroidi adı verilen bir problemle karşılaşılabilir Bu hastalarda gebelikten sonra 1- 1 5 ay sonra çarpıntı, halsizlik zayıflama, sinirlilik, terleme, titreme gibi şikayetleri başlar Haftalar veya aylar sonra hasta hipotroidi fazına girebilir Bu fazda da uyku hali, kilo alma, halsizlik, vücutta şişlik gibi bulgular oluşur Tiroid problemi olan annelerin bebeklerinde sorun yaşanabilir Bu nedenle her yeni doğan bebeğe topuktan TSH testi zorunlu yapılmaktadır Özellikle tiroid ilaçları kullanması zorunlu annelerin bebekleri çok daha özenli bir takipte tutulmalıdırlar
Tedavisi:
1 İlaç tedavisi: Bu hasta hipertiroidi hastası ise tiroid hormon miktarını düşürmek maksatlı ilaçlar kullanılır Tiroid hormonu kanda azalmış ise bu durumda hormon ilacı başlanır
2 Cerrahi tedavi: Hastalarda yapılan incelemede kanserleşme eğilimi olan kişilerde daha çok ameliyat önerilmektedir Ayrıca rahatsız edecek kadar büyüme oluşan tiroid yapılarının da ameliyat ile alınması önerilmektedir
3 Radyoaktif iyot tedavisi: Daha çok yaşlı, tiroid hormonu fazla ve genel bir büyümesi olan hastalarda bu yöntem kullanılabilmektedir
Tiroid hastalığında tedavi zamanında yapılmadığı takdirde hastanın hem yaşam kalitesi düşmekte hem de ileriki dönemde daha ciddi hastalıklarla karşılaşma ihtimali artmaktadır Tiroid hastalarında, özellikle tek ve soğuk nodül bulunan vakalarda kanser oluşma riskinin daha fazla olduğu saptanmıştır Bu nedenle bu hastalık gurubunda takip ve tedavinin çok dikkatli ve özenli yapılmasını önerilir

Uz Dr Soner Dileklen

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.