Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Fizik / Kimya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
biyolojinin, tarihcesi

Biyolojinin Tarihçesi

Eski 06-29-2007   #1
virüs
Varsayılan

Biyolojinin Tarihçesi



" Biyo " canlı veya yaşam " loji " bilim anlamına geldiğinden, biyolojinin kelime anlamı, canlı bilimi yada yaşam bilimi olarak verilebilir
Biyoloji: Canlıların yapıları, yaşayışları ve çevre ile ilişkilerini, canlılık özelliklerini araştıran fizik ve kimyanın ilkelerini de kullanarak yaşamı açıklamaya çalışan pozitif bir bilimdir Kısaca canlı doğayı inceler
* Biyoloji biliminin gerçek amacı; canlılar dünyasından insanlığa faydalı sonuçlar çıkarmaktır
Biyoloji 2 büyük alana ayrılır:
1- BOTANİK (Bitki Bilimi)
2- ZOOLOJİ (Hayvan Bilimi)



Tarihi Gelişimi



* İlk insanın çevresindeki bitki ve hayvanlardan yararlanmasıyla başlar

* Eski Mısır'da mumyalama

* Çinlilerin zararlı böcekleri yiyen karıncaları kullanması



MÖ7yy'da TALES > Yaşamın çamur içinde başladığını

MÖ6 yy'da İtalya'da ALKMAİON (ALKMEYN) > Atar, toplar damarı incelemesi

MÖ4yy'da ARİSTO > Sınıflandırmada

MS3yy'da ARİSTO, GALENOS, İBNİ SİNA > Şifalı otlar

MS17 yy'da Mikroskobun keşfi

R Hooke > Hücre keşfi

J Rey, C Linneus > Sınıflandırma, İkili adlandırma

MS19yy'da A Vaysman, E Benidin > Hücre bölünmesi ve kromozomların varlığı

MS20yy'da C Mendelin çalışmalarını ileri götüren Boveri, Morgan, Betis > Kalıtım

1997'de İskoçyalı bilim adamı Dr Wilmut > Kopyalama



Ortaçağ

Ortaçağ İslâm Dünyası'ndaki biyoloji araştırmalarını, bitkibilim ve hayvanbilim çerçevesinde değerlendirilecek olunursa, bu alanların daha çok Aristoteles ve Dioscorides gibi Yunan bilginleri tarafından derlenmiş olan bilgi birikimine dayandırılmış olduğunu söylenebilir Ancak, bu birikime Müslüman araştırmacıların yaşamış oldukları çevreden edindikleri bilgilerle kişisel gözlemleri de eklemek gerekir

Erken tarihli biyoloji yapıtları, genellikle ansiklopedik bir nitelik taşır Bunlarda, bitkilerle ve hayvanlarla ilgili yüzeysel gözlemlerin yanı sıra, hikayelere ve hadislere de yer verilmiştir İncelenen bitkiler, daha çok tıbbî bitkilerdir Hayvanlara ilişkin açıklamaların ise, özellikle at, deve ve koyun gibi gündelik yaşantıyı doğrudan doğruya etkileyen canlılar üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir

Bitkibilimle ilgilenenler genellikle doktorlardır; bunlar tedavi sırasında daha çok bitkilerden yapılan ilaçlar kullanılmaktadır Hayvan türlerinden ve onların yararlarından ve zararlarından söz eden hayvanbilim ise, Aristoteles tarafından kurulmuş ve Ortaçağ İslâm Dünyası'nda özellikle Câhiz ile Demirî'nin yapıtları sayesinde tanınmıştır

Ancak Müslüman hayvanbilimcilerin, Yunanlıların bilimsel birikiminden yeterince yararlandıklarını ve hayvanbilimi, mesela bir coğrafya veya bir tıp ölçüsünde geliştirdiklerini söylemek olanaklı değildir

İslâm ülkelerinin zengin bir hayvan örtüsü ile kaplı olduğu, Aristoteles'in Hayvanların Tarihi'nin daha 8 yüzyılın sonlarında Arapça'ya tercüme edildiği ve İslâm Hukuku'nun hayvanlara büyük bir ilgi gösterdiği hesaba katıldığında, Müslüman düşünür ve bilginlerin hayvanbilim alanındaki bilimsel kayıtsızlıklarını anlamak oldukça güçtür


Yeniçağ

Bu dönemde geliştirilen mikroskop aracılığı ile Malpighi, Leewenhook ve Swammerdan gibi bilim adamları, değişik canlı yapılar üzerinde araştırmalar yapmış ve böylece Hücre Kuramı'nın kurulmasını sağlamışlardır Ayrıca, Willis, Hooke ve Mayow yapmış oldukları çalışmalar sırasında canlı ve cansız yapıların çok küçük parçacıklardan oluştuğunu ve temel yapılarının benzer olması dolayısıyla işlevlerinin de birbirine benzemesi gerektiğini düşünmüşlerdir

Yakınçağ

Bu dönemde doğa bilimlerinden botanik ve zooloji alanlarındaki çalışmalar gelişmiş ve özellikle Darwin'in dedesi Erasmus Darwin ve Lamarck'ın yapmış olduğu araştırmalar sonucunda, yeni bitki ve hayvan türlerinin oluşumunu açıklamaya yönelik Evrim Kuramı'nın temelleri atılmıştır

Bu dönemde hücrenin yapısı ve işlevlerine ilişkin çalışmalar biyolojiyi büyük ölçüde etkilemiştir Bunun yanı sıra genetik alanında çok önemli adımlar atılmış ve özellikle son dönemde yapılan araştırmalarla klonlama yöntemine götüren yol açılmıştır Ayrıca kimyaya dayanan hormon çalışmaları, tarım alanındaki verimi arttırmış ve canlıların kökeni ve evrimiyle ilgili araştırmalar, yeni bilimsel bulgularla güç kazanmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Mikrobiyolojinin Tarihçesi

Eski 06-29-2007   #2
virüs
Varsayılan

Mikrobiyolojinin Tarihçesi



01 İlk Çağlarda İlk insanlar, hayatın başlangıcı, doğa, doğal olaylar (yağmur, kar, dolu, şimşek, yıldırım, gök gürültüsü, zelzele, su taşkınları, vs), ay, dünya, yıldızlar, güneş, bulaşıcı hastalıklar ve ölüm gibi kavramlar üzerinde fazlaca durmuşlar, içinde bulunduğu veya yakın ilişkide oldukları toplumların törelerine göre bazı izahlar ve yorumlar yapmışlar ve bunlara inanmışlardır Çözümleyemedikleri konularda, bunları, insan veya doğa üstü kuvvetlere, ilâhlara, cinlere ve şeytanlara veya mucizelere bağlamışlardır Hastalıklar ve ölümlerin, tanrılar veya insan üstü güçler tarafından, yeryüzündeki kötü kişilere ceza olarak gönderildiğine inanmışlar ve bu inançlarını da yüzyıllar boyu devam ettirmişlerdir Kötülüklerden ve kötü ruhlardan kurtulmak için, bu insan üstü kuvvetlere tapılması, adak verilmesi korku ve saygı duyulması ve dua edilmesi, o devirlere ait dinsel kişiler tarafından sıkı bir şekilde öğütlenirdiBu amaçları gerçekleştirmek için, özel yerler, tapınaklar yapıldığı gibi, tanrıların gazabından korunmak için de çeşitli hayvanların yanı sıra bazen insanlar da kurban edilirdi

Yapılan arkeolojik kazılarda, kaya tabakaları arasında bakteri fosillerine benzeyen oluşumlara rastlandığı ve bunların milyonlarca yıl öncesine ait olduğu bildirilmiştir Hatta, kömür tabakaları içinde bakteri fosillerinin bulunduğu Renault tarafından da iddia edilmiştir Permian tabakalarında rastlanılan dinozorların hastalıklı kemiklerinin bakteriler tarafından meydana getirilmiş olacağına kuvvetle bakılmaktadır Dinozorlardan ayrı olarak, mağara ayıları ve diğer hayvanların fosillerindeki kemik bozuklukları ve eosen devrine ait üç tırnaklı atlarda tesadüf edilen diş çürüklerinin de mikrobial orijinli olabilecekleri ileri sürülmüştür

Milattan Önce 8000-7000 yılları arasında Mezopotamya bölgesinde yaşayan insanların hastalıklar, ölümler ve bunların nedenleri hakkındaki bilgi ve görüşleri yok denecek kadar azdı Bunların, insan üstü kuvvetler tarafından oluşturulduklarına inanıyorlar, bunlardan korkuyorlar ve bu duygularını da saygı ve tapınma tarzında gösteriyorlardı Zamanla, halk, bazı bitki ve hayvanların zehirleyici nitelikte olduklarını ve bir kısım bitkilerin de bazı hastalıklara iyi geldiğini öğrenmiş ve böylece, yenecek veya yenmeyecek, bitki ve meyveleri belirlemişler ve hastalıkların sağaltımında kullanılacak olanları da saptamışlardır İlkel yaşantının hüküm sürdüğü bu dönemde hayata, doğaya ve doğal olaylara insan üstü kuvvetlerin hakim olduğuna inanılırdı

Eski Mısırlılar döneminde (MÖ 3400-2450), yağmur sularını toplamak ve lağım sularını akıtmak için kanallar, arklar ve borular yapılmıştır Eski krallık devresinde başlayan bu tür çalışmalara yeni krallıklar döneminde de (MÖ 1580-1200) devam edildiğine rastlanılmaktadır Bu tarihlerde bazı sağlık kurallarının konulduğu ve bunlara titizlikle uyulduğu papirüslerden anlaşılmaktadır En eski papirüs olan Kuhn papirüs 'ünde (MÖ 1900) köpeklerdeki paraziter hastalıklardan ve muhtemelen, sığırlardaki sığır vebasından bahsedilmektedir Bunların sağaltımı için hayvanların kendi hallerine bırakılması ve tütsü edilmeleri önerilmektedir Smith papirüs 'ünde (MÖ1700) yaraların sağaltımında taze etin, ve hemorajilerde koterizasyonun kullanılabileceğine dair bilgiler bulunmaktadır Bu papirus, o devirlere ait bazı önemli tıbbi bilgiler de vermektedir Ebers papirüs 'ünde (MÖ 1550), hastalıkların esas nedenlerinin şeytanlar olduğu ve hastalıkların ancak sihir ve dualarla giderilebileceği belirtilmektedir Bazı hastalıkların tedavisinde sinek ve timsah pisliklerinin ve farelerin yararlı olacağına da inanılıyordu Hayat soluğunun da sağ kulaktan çıktığı zannediliyordu Heredot 'un eserlerinde, Mısırlıların tuzu antiseptik olarak kullandıkları belirtilmektedir Elliot Smith tarafından bulunan ve MÖ 1000 yılına ait olduğu sanılan mumyalarda spinal tüberkulozise rastlandığı açıklanmıştır

Eski Yunanlılar dönemi MÖ 3400 yıllarına kadar uzanmaktadır Ancak, bu periyoda ait bilgiler pek yeterli değildir 1850-1400 yıllarında bazı sağlık kurallarının konulduğu, ventilasyona dikkat edildiği, ark ve kanalların açıldığı, mabetlerin ve yerleşim yerlerinin kaynak su ve ağaçlık yerlerde kurulmasına özen gösterildiği anlaşılmaktadır Tababet ve tedavinin kurucusu veya babası sayılan Hipokrat (Hippocrates, MÖ 460-377), halk sağlığı ve hastalıkları konusunda 7 cilt kitap yazmış ve bunlarda sıtma, lekeli humma, çiçek, veba, sara ve akciğer veremine ait bilgilere yer vermiştir Tıp alanına deneysel yöntem, gözlem ve araştırma prensiplerini getirmiş olan Hipokrat, hastalıkları vücüdun vital sıvılarındaki bozukluklara bağlamış ve hastalıkları akut, kronik, epidemik ve endemik olarak sınıflandırmıştır Ayrıca, yaraların sağaltımında kaynatılmış su ile irrigasyonu, operatörlerinin ellerini ve tırnaklarını temizlemelerini, yaraların etrafına bazı ilaçların sürülmesi gerektiğini de vurgulamıştır Bilgin, hastalıkların topraktan çıkan fena hava ile su, yıldız, rüzgarların yönü ve mevsimlerin etkisiyle oluştuğuna da inanmıştır (miasmatik teori) Hipokrat, aynı zamanda, 4 element (ateş, hava, su, toprak), 4 kalite (sıcak, soğuk, nem, kuru) ve vücudun 4 sıvısı (kan, mukus, sarı safra, siyah safra) üzerinde de bilgiler vermiş, bunları ve birbirleri ile olan ilişkilerini açıklayan görüşler getirmiştir Senenin çeşitli mevsimlerinde ısının ve nemin değişmesinin hastalıkların çıkışında önemli rol oynadığını da savunmuştur Aristo (Aristoteles, MÖ 384-322), veba, lepra, verem, trahom ve uyuz hastalıkları ve bunların bulaşma tarzları hakkında bazı açıklayıcı bilgiler vermiştir Ayrıca, temasla bulaşmaya da dikkati çekmiş ve vebalı hastaların soluk havasının bulaşıcı olduğunu da belirtmiştir Empedokles (Empedocles, MÖ 450-?), Sicilya'da bataklıkların kurutulmasının malaryayı kontrol altına alacağına değinmiş ve malarya ile bataklıklar arasında bir ilişkinin varlığını gözlemiştir Aristofan (Aristophanes, MÖ 422-385) malarya ve bulaşması hakkında bilgiler vermiştir Zamanla, miasmatik görüş ve düşünüş, yerini vücuttaki doğal delikler (porlar) teorisine bırakmıştır Bunun taraftarları arasında, Eskülap (Esclepiades, MÖ 124), Temison (Themison, MÖ 143-23) ve Tesalus, (Thesallus, MS 60) gibi düşünürler bulunmaktadır Bu bilginler arasında da bazı farklı görüşlerin olmasına karşın, genelde birleştikleri ortak nokta, vücudun doğal delikleri arasındaki uyumun değişmesinin hastalık ve ölümlerin nedeni olacağıdır Galen (Gallenos, MS 120-200), hastalıkların nedenleri hakkında daha ziyade, miasmatik görüşe katılmış ve desteklemiştir Bilgin, Hipokrat 'ın 4 sıvı teorisini kabul etmekte, sıvıların azalması veya artmasını hastalıkların nedeni olarak göstermekteydi Galen, gözlemlerine göre, şahısları 4 gruba (kanlı, flegmatik, safralı ve melankolik) ayırmıştır Galen, aynı zamanda, kan almanın bazı hastalıkların sağaltımı için yararlı olacağını da düşünmüştür

Anadolu'da büyük bir imparatorluk kuran Hititler (Etiler, MÖ 2000) hastalıkların ilahi kuvvetler tarafından oluşturulduğuna inanırlardı

Romalılar döneminde, su ve lağım kanallarının yapıldığı, temiz gıda ve içme suyuna önem verildiği anlaşılmaktadır

Eski İbraniler (MÖ 1500), Babilliler’in hastalıkların nedenleri ve ölümler hakkındaki görüşlerini, genellikle, benimsemişlerdi Bu dönemde, hastalıklardan korunmak için bazı kuralların konulduğu ve adli tıbba ait de bazı esasların saptandığı açıklanmaktadır Ancak, İbraniler arasında, hastalıkların günahkâr insanlara, ilâhi kuvvetler tarafından gönderildiği görüşü yaygındı Liviticus 'un kitabında, doğumdan sonra kadınların çok iyi temizlenmeleri gerektiğine, menstrasyon hijyenine, bulaşıcı hastalıklardan korunmaya, temiz olmayan eşyalara dokunmamaya, izolasyon ve dezenfeksiyonun bazı hastalıkların (veba, uyuz, antraks, sara, trahom, verem, frengi) kontrolünde gerekli olduğuna dair bazı açıklamalar bulunmaktadır Bu dönemde, difteri, lepra, gonore ve diare bilinmekteydi Musa peygamber (MÖ 1300), zamanında bazı sağlık kuralları konulmuşsa da, bunlara sonradan uyulmamıştır Bu dönemde, özellikle, gıda hijyenine önem verilmiş, domuz eti, ölmüş hayvanın eti, deniz kabuklu hayvanların eti, kan ve yağın yenmemesi öğütlenmiştir

Hindular (MÖ 1500) döneminde, Sanskrit'ler de, hastalıkların nedenleri olarak şeytanlar, cinler ve büyücüler gösterilmektedir Büyük kral Asoka (MÖ 269-232) zamanında hayvan hastanelerinin kurulduğu ve tarihi yazılarda tedavi ile ilişkili bazı bilgilerin bulunduğu açıklanmıştır Hindistan ve Seylan'da MS 368'de, hastanelerin kurulduğu belirtilmektedir Sustrata (MS 500) doğal ve doğa üstü olarak 120 hastalık bildirilmiştir Bu dönemde, malaryanın sinekler tarafından bulaştırıldığı bilinmekte ve farelerin de vebadan öldüklerinde evlerin terk edilmesi gereğine dikkat çekilmektedir Sustrata, bunların yanısıra, çocuk bakım ve hijyenine ait bilgiler de vermektedir Sacteya adlı sanskritte de insanları çiçeğe karşı aşılamada kullanılan yöntemler bildirilmektedir

Eski Çin Medeniyeti (MÖ 3000-2000) döneminde yazılan "Materia Medika" adlı kitapta kan dolaşımına ait bilgiler verilmekte, dolaşımın kanın kontrolünde yapıldığı, kanın sürekli ve günde bir defa dolaştığı bildirilmektedir Ayrıca, kitapta, akupunktur ve nabız hakkında da bazı bilgilere yer verilmiştir Bu dönemde, Çin'de frengi, gonore ve çiçek hastalıkları bilinmekte ve bunlara karşı bazı önlemlerin de alınmakta olduğu belirtilmektedir Milattan Sonra 2 asırda haşhaşın ağrı kesici olarak kullanıldığı da zannedilmektedir Wong Too (MS 752), insan ve hayvanlarda rastlanılan hastalıklar ve bunların sağaltım yöntemlerini "Dış Alemlerin Sırları" adlı eserinde 40 bölümlük bir yazıda toplamıştır Konfüçyüs (MÖ 571-479) döneminde kuduzun tanındığı ve bazı önlemlerin alındığı bilinmektedir Eski Çin döneminde, hastalıkların nedeni olarak, erkek ve olumsuz unsur olan Yang ile dişi ve olumlu öğe olan Yu 'nun arasındaki düzenin bozulmasına bağlanmaktadır

Milattan önceki dönemlere ait olan Eski Japonya'da, hastalıkların ilahi kuvvetler tarafından insanlara ve hayvanlara gönderildiğine inanılır ve bazı sağlık kurallarına da dikkat edilirdi

Eski İran'da, hastalıkların nedenleri ilahi ve büyüsel kuvvetlere bağlanmaktadırZerdüşt dinini temsil eden Avesta adlı kitapta hastalıklara, hekimlere ve sağlık kurallarına ait bölümler bulunmaktadır İyilik tanrısı olan Ahura Mazda ve karanlıkların ruhu (şeytan) Ahirman kabul edilir ve bunlara saygı gösterilir ve dualar edilirdi

Babil döneminde (MÖ 768-626), sağlık kurallarına dikkat edildiği, hastalıkları önlemek ve sağaltmak için bazı ilaçların kullanıldığı, bu konulara değinen 800'den fazla tabletten anlaşılmaktadır Hastaları tedavide, ayin ve dualar edilir ve büyüler kullanılırdı Zincir vurmak ve kamçılamak da dahil olmak üzere, insanların içindeki şeytan ve kötü ruhları çıkarmak ve atmak için 50'ye yakın çare belirtilmekteydi Hastalanan şahısların cinlere ve şeytanlara yakalanması tarzında düşünülürdü Bu dönemde, lepranın bilindiği, bulaşıcı olduğu ve hasta kişilerin ayrılması gerektiğine de inanılırdı

Milattan önceki Türklerde, insan ve hayvanlardaki hastalıklara ve jeolojik ve meteorolojik olaylar ile fena ruhların (Erklik) yol açtığına inanılırdı İyi ruhlar ise insan ve hayvanları korurlardı Ülgen en büyük tanrıyı, Erklik de kötülükleri temsil ederdi Şamanlar, kötü ruhların yaptıkları fenalıkları ve hastalıkları önlerlerdi Ruhlara inanma temeli üzerine kurulan Şamanizm'de şamanlar (ruhlarla ilişki kurabilen dinsel kişiler), hastaları iyi etmek için çeşitli dualar okur, danslar yapar ve eşyaları ateşten geçirirlerdi

Müslümanlık döneminde, insan ve hayvan hastalıkları hakkında bir çok yazılar yazılmış ve gözlemler yapılmıştır İlk hastanenin Şam'da MS 707'de kurulmuş olduğu açıklanmıştır Bağdat'da yaşamış olan Ebubekir Mehmet bin Zekeria El Razi (MS 854-925), yazdığı "Tıp Ansiklopedisi'nde" çiçek ile kızamık hastalıklarını tanımlamış ve bulaşıcı hastalıkların fermentasyona benzediğini bildirmiştir Buharalı İbni Sina (Avicenna, MS 980-1038), bulaşıcı hastalıkların gözle görülmeyen kurtçuklardan ileri geldiğini ve korunmak için temizliğin önemli olduğunu vurgulamıştır Ayrıca, yazdığı kitaplarda, bazı hastalıkları da (plörizi, verem, deri ve zührevi hastalıklar) tanımlamış ve korunmak için de bazı ilaç adlarını vermiştir Abu Marvan İbn Zuhr (MS 1094-1162), tıp konusunda 6 cilt kitap yazmış ve birçok hastalıkları da (mediastinal tümor, perikarditis, tüberkulozis, uyuz, vs) tarif etmiştir Ak Şemsettin (MS 1453), kitabında malaryanın aynı bir bitki tohumu gibi, görülmeyen bir etkeni olduğunu ve vücuda girdikten sonra ürediğini açıklamıştır
02 Orta Çağda
Orta Çağ döneminde de Hipokrat ve Galen'in görüşleri kabul görmüş ve fazlaca taraftar toplamıştır Roger ve Roland (11 ve 12asırlar arasında) Salorno'da kurulan ilk bağımsız medikal okulda çalışmışlar, kanseri tanımlamışlar, paraziter hastalıklarda cıvalı bileşikleri kullanmışlar ve irinin yaranın içinde meydana geldiğini bildirmişlerdir Orta Çağ döneminde, veba, lepra, erisipel, kolera, terleme hastalığı (muhtemelen influenza) ve frengi gibi hastalıklar oldukça fazla yaygındı Milyondan fazla insanın bu hastalıklardan öldüğü açıklanmıştır Venetian Hükümeti, infekte gemileri limanlara sokmamak için bazı karantina önlemleri almış ve bir halk sağlığı örgütü kurmuştur (1348) Boccacio (1313-1375), yazdığı Dekameron (decameron) adlı eserinde, öldürücü ve yaygın olan vebanın bulaşması hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir Bu dönemde, sirke antiseptik olarak tavsiye ediliyordu

03 Rönesans Döneminde
Rönesans Döneminde (1453-1600), bilimde ve özellikle tıp alanında yeni gelişmeler meydana gelmiştir Hastalıkların nedenleri olarak gösterilen ilahi ve insanüstü kuvvetlere inanışa ve miasmatik görüşlere karşı çıkılmaya başlandı Deneylere, gözlemlere ve bu tarzdaki araştırmalara önem verildi Paracelcus (1493-1541), hastalıkları 5 esas nedene (kozmik, gıdalardaki zehirler, ay ve yıldızlar tarafından kontrol edilen doğal olaylar, ruh ve şeytanlar, ilahi nedenler) bağlamıştır Çiçek, tifo, kızamık gibi hastalıklar 1493-1553 yılları arasında oldukça yaygın ve öldürücü seyretmekteydi Fracastorius (1478-1553), yayımlandığı kitabında (1546), bulaşıcı hastalıkların jermler (Seminaria morbi) tarafından sağlamlara nakledildiği, bulaşmada direkt temas, hastaların eşyası ve havanın önemli olduğu üzerinde durmuştur Böylece, ilk defa jerm teorisi ortaya atılmış ve bulaşmada da canlı varlıkların (Contagium vivum) rol alabileceği düşünülmüştür Fracastorius, ayrıca, veba, frengi, tifo ve hayvanlardaki şap hastalığı üzerinde de bazı çalışmalar yapmıştır Bir şahısdan diğerine geçen hastalıkların, o şahısda da aynı veya benzer hastalık tablosu oluşturduğu, Fracastorius'un gözlemleri arasında yer almaktadır Von Plenciz (1762), Fracastorius'un görüşlerini benimseyerek, hastalıkların gözle görülemeyen küçük canlılar aracılığı ile bulaşabileceğini ileri sürmüştür

04 Mikroskobun Geliştirilmesi
Mikroskopların temelini oluşturan ilk basit büyütecin Roger Bacon (1214-1294) tarafından yapıldığı ve bazı objelerin incelendiği bilinmektedir Hollandalı bir gözlükçü olan Zacharias Janssen 1590 yılında, iki mercekten oluşan basit bir büyüteç yaparak, bazı objeleri 50x ve 100x büyütebilmiştir Cornelius Drebbel ve Hans'ın da, 1590-1610 yılları arasında benzer tarzda bazı büyütme aletleri geliştirdikleri açıklanmıştır Galileo Galilei (1564-1642), 1610 yılında, İtalya'da, bir tüp içine yerleştirdiği bir seri mercekle, daha fazla büyütme gücü elde etmiştir Kepler, 1611'de, iki mercekten oluşan bir büyütme aleti geliştirmiştir Petrus Borellus (1620-1689), yaptığı büyüteçle uzakları daha iyi görebildiğini açıklamıştır Robert Hooke (1635-1703) ve Nehemiah Grew geliştirdikleri büyütme aletleri ile (200x) bazı objeleri ve bitkileri incelediklerini açıklamışlardır Hooke, 1665'de, yayımladığı Micrographia adlı eserinde yüksek organizmaların ve flamentöz mantarların mikroskobik görünümlerini çizmiş ve bunlar hakkında bilgiler vermiştir Athanasius Kircher (1602-1680), 32 defa büyütebilen aleti yardımı ile vebalı hastaların kanında bazı kurtçukları gördüğünü iddia etmiştir Histolojinin kurucusu olarak tanınan İtalyan bilgin Marcello Malpighi (1628-1694), basit bir mikroskop yardımı ile akciğer dokusunu incelemiştir Jan Swanmmerdan 1658'de, alyuvarları mikroskopla incelemiştir Pierre Borrel (1620-1671), bakterileri görebildiğini iddia etmiştir

Hollandalı bir tüccar ve amatör bir mercek yapımcısı olan Antony van Leeuwenhoek (1632-1723), 200 defadan fazla büyütebilen ve iki metal arasına yerleştirilmiş bikonveks mercekten oluşan büyütme aleti ile yaptığı çeşitli incelemelerde mikroskobik canlılar dünyasını bulmayı başarmıştır Bu nedenle kendisine mikrobiyolojinin kurucusu gözü ile bakılmıştır Yaptığı araştırmalar arasında, kanal ve ark sularında protozoa, bir gece bekletilmiş yağmur sularında bakteri, diş kiri, biber dekoksiyonu, mantar,yaprak, salamander kuyruk kan dolaşımı, seminal sıvı, idrar, gaita, vs, materyaller, esas konusunu oluşturmuştur İlk bakterileri 1676 yılında görerek, şekil ve hareketlerini izlemiş ve şekillerini çizerek bu konuda hazırladığı 200'den fazla mektubunu Londra'daki "Phylosophical Transaction of the Royal Society" ye göndermiş ve İngilizce olarak yayımlanması sağlanmıştır Bu mektuplarında, özellikle, diş kiri ve biber infusyonundan yaptığı muayenelerde milyonlarca küçük canlıya (hayvancıklara, animaculate) rastladığını da belirtmiştir Araştırıcı, aynı zamanda, bakterileri yüksek ısıda tuttuğunda veya sirke ile muamele ettiğinde öldüklerini de belirtmiştir

Huygens, 1684'de, iki mercekli oküleri geliştirmiştir Chester Moor Hall ve John Dalland, 1773'de, birbirlerinden bağımsız olarak, dispersiyonu düzelten mercekler geliştirdiklerini açıklamışlardır JN Lieberkühn, 1739'da, A van Leeuwenhoek'in mikroskobunu daha da geliştirmiştir Chevalier, 1824'de, mikroskopta birçok mercekleri bir araya getirerek başarılı olarak kullanmıştır JJ Lister, 1830'da, modern mikroskobun prensiplerini koymuştur Ernest Abbe (1840-1905), 1870'de, akromatik objektif ve kondansatörü yapmış ve kullanmıştır A Abbe ve Carl Zeiss (1816-1866), apokromatik mercek sistemini bulmuşlardır Andrew Ross (1798-1853), 1843'de binoküler mikroskobu yapmıştır JJ Woodvard, 1883-1884'de, mikroskop yardımı ile fotoğraf çekmeyi, Heimstadt, Carl Reichert (1851-1922) ve Lehmenn, ilk olarak fluoresans mikroskobu yapmayı başarmışlardır Louis de Broglie elektron mikroskobun esasını bulmuştur Max Knoll ve Ernst Ruska ilk elektron mikroskubu yapmışlardır (1933)

05 Spontan Generasyon Teorisi (Abiyogenezis)
Uzun yıllar, canlıların kendiliğinden meydana geldikleri görüşü, oldukça fazla bir taraftar bulmuştu Bunlara göre, canlılar, çamurdan, dekompoze organik materyallerden, sıcak sulardan ve benzer karakterleri gösteren durumlardan orijin almaktadır Van Helmont (1477-1544), farelerin meydana gelebilmesi için, toprak içeren bir tülbent içine buğday ve biraz da peynir konulduktan sonra ahır veya benzer bir yerde hiç dokunulmadan uygun bir süre bekletilmesinin yeterli olacağını iddia etmiştir Ayrıca, havada kalmış etlerde kurtçukların oluşması da bu görüş için destek kabul ediliyordu

Francesco Redi (1626-1697), canlıların bir önceki canlıdan gelmekte olduğu görüşünü savunan ve bunu deneysel olarak gösteren ilk bilim adamıdır F Redi, iki kavanoz içine et ve balık koyduktan sonra birinin ağzını sıkıca bağlamış ve diğerini açık bırakmıştır Deneme sonunda, ağzı kapalı olan kavanozdaki et ve balıkta kurtçukların bulunmadığını, buna karşılık açık olanda ise kurtçukların varlığını göstermiştir Tülbent üzerinde sinek kurtlarının bulunmasına rağmen içinde olmaması, kurtçukların sinekler tarafından meydana getirildiği görüşünü de doğrulamıştır Araştırıcı, ayrıca, kurtçuklardan sineklerin meydana gelişini de izlemiştir Böylece, etin belli bir süre içinde kurtçuklara dönüşü veya etin kurtçuk meydan getirmesi görüşü (spontan generasyon) gölgelenmiş ve reddedilmiştir Biyolog, şair ve lisancı F Redi, 105 parazitin tanımını yapmıştır Bu görüşleri nedeniyle kilisenin zulmüne uğramış, odun yığınları üzerine konulmuş ve kanaatini değiştirmediği için de yakılmıştır

Louis Joblot (1647-1723), samanı iyice kaynattıktan sonra ikiye ayırarak kavanozlara koymuş, bunlardan birinin ağzını iyice kapatmış diğerini ise açık bırakmıştır Açık olan kavanozda birkaç gün sonra mikroorganizmaların ürediğini buna karşılık, kapalı olanda ise böyle bir şeyin oluşmadığını gözlemiştir Böylece, L Joblot, bir kere ve iyice kaynatılarak her türlü canlıdan arındırılmış bir ortamda, yeniden bir canlının oluşamadığı ve canlıların kendiliğinden meydana gelemeyeceğini ispatlamıştır Bu da, F Redi gibi, dekompoze hayvan ve bitki materyallerininin kendiliğinden bir canlı oluşturma yeteneğine sahip olamayacağı görüşünü benimseyerek, abiyogenezis teorisinin olanaksız olduğunu kanıtlamıştır

John Needham (1713-1781), yaptığı denemede, ısıtılmış ve ağzı kapatılmış et suyu içeren bir kavanozda bir süre sonra canlıların ürediğini gözlemiş ve benzer durumu ısıtılmamış ve ağzı kapalı olan kavanozda da saptamıştır Bu araştırmasına göre, J Needham, spontan generasyon görüşüne katılmış ve desteklemiştir Buna göre, ısıtılarak tahrip edilen mikroorganizmalar sonradan yeniden hayatiyet kazanarak kendiliğinden oluşmuşlardır Hayvansal dokuların "vejetatif veya vital kuvvetleri" olduklarına ve cansız materyalleri canlı hale getirebileceğine de inanmıştır Bu görüş, bir natüralist olan Buffon tarafından da doğrulanarak kabul görmüştür

Lazzaro Spallanzani (1729-1799), yaptığı bir seri deneme sonunda, J Needham'ın çalışmalarını ve görüşünü reddetmiş ve ısıtmanın yeterli derece ve sürede yapılmadığını ileri sürmüştür L Spallanzani, ısıtmanın yeterli derece ve sürede yapıldıktan ve ağızlarının, mantar yerine, ateşle ve hava girmeyecek derecede kapatılması halinde herhangi bir animakulatın meydana gelmeyeceğini açıklamıştır Needham, bu görüşe karşı olarak, uzun süre kaynatmanın organik maddelerdeki "vejetatif veya vital kuvvetleri" yok edeceğini ve spontan jenerasyon için gerekli olan güçleri ortadan kaldıracağını belirtmiştir Buna karşı, Spallanzani verdiği yanıtta, aynı süre kaynatılmış et suyu veya saman enfusyonunun ağzı açık bırakılırsa belli bir süre sonra içinde tekrar animakulatların meydana geleceğini belirtmiştir

Lavoisier, 1775 yılında yaptığı denemelerde havada oksijenin varlığını saptamış ve bunun yaşam için gerekli olduğunu vurgulayarak, spontan jenerasyon teorisinin doğruluğunu iddia etmiştir Araştırıcı, kaynatmakla şişelerin içindeki oksijenin dışarı çıktığını buna bağlı olarak da et suyu veya saman infusyonunda canlıların oluşmadığını da savunmuştur

Schulze ve Schwann, Lavoisier'in oksijeni bulmasından yaklaşık 61 yıl sonra, yaptıkları bir seri çalışmada, eğer hava sülfürik asit veya potasyum hidroksit solüsyonundan (Schulze, 1836) veya çok sıcak bir cam tüpten (Schwann, 1837) geçirildikten sonra et suyuna veya saman infusyonuna gelirse herhangi bir mikroorganizmanın üremediğini gözlemlemişlerdir Ancak, bu denemeye karşı çıkanlar, havanın bu tarz işleme tabi tutulmasının havadaki hayat jermlerinin asitten veya sıcak cam tüpten geçerken tahrip olacaklarını ve böylece abiyogenezis'in oluşamayacağını savunmuşlardır Schwann, ayrıca oksijenin yalnız olarak, ortamda mikroorganizmaların oluşmalarına veya üremelerine yeterli olamayacağını da açıklamıştır

Schröder ve von Dush, 1854 ile 1861 yılları arasında, Schulze ve Schwann'ın araştırmalarına bazı yenilikler ilave etmişlerdir Şöyle ki, bunlar havayı asit veya ısıtılmış tüpten geçirmek yerine, pamuktan geçirerek et suyu veya saman infusyonuna vermişler Deneme sonunda, ortamda herhangi bir animakulata rastlamadıklarını açıklamışlardır Bu deneme ile , hem pamuğun mikropları tutabileceğini ve hem de asit veya sıcak havanın animakulat oluşmasına zararlı bir etkisi olmadığını da göstermişlerdir Ancak, bazıları, havadaki tozlarda bulunan bazı canlıların, havanın asit veya alkaliden veya pamuktan geçirilişi sırasında tutulacağını iddia etmişlerdir Sonraları, pamukta da mikroorganizmaların bulunabileceği ortaya konulmuştur

John Tyndall (1820-1893), ön tarafında cam bulunan ağaçtan bir kültür kutusu hazırlamış ve iki yan tarafına camdan küçük pencereler yerleştirmiş ve tozları tutması için de , kutunun iç yüzü gliserinle sıvamıştır Yandaki küçük camdan gönderilen ışık (ışınları) yardımı ile kutunun içinde tozların bulunmadığı saptanmış ve optikal olarak temiz bulunmuştur Sonra kutu içindeki tüplere pipetle steril besiyerleri konmuş ve tüpler alttan ısıtılarak steril hale getirilmiştir Tüpler içindeki besiyerleri oda sıcaklık derecesine kadar ılıtıldıktan sonra besiyerlerinin steril olarak kaldıklarını gözlemlemiştir Bu denemenin sonucuna göre, toz içermeyen havanın mikropsuz olacağı görüşüne varılmıştır Tyndall, yaptığı bir seri çalışmada, mikroorganizmaların iki formunun olabileceğine dikkati çekmiştir Termolabil (vejetatif formlar) ve termostabil (sporlu mikroorganizmalar) Fraksiyone sterilizasyonla sıvıların mikroorganizmalardan arındırılmasının mümkün olabileceğini de saptayarak kendi adı ile anılan Tindalizasyon (Tyndallization, fraksiyone sterilizasyon) yöntemini bulmuştur

06 Hastalıklarda Jerm Teorisi
Mikroorganizmaların bulunmasından sonra, spontan jenerasyon (abiyogenezis) teorisi, yavaş yavaş yerini, bir canlının diğer canlıdan türeyebileceği (biyogenezis) görüşüne bırakmıştır

Viyanalı bir doktor olan Marcus Antonius von Plenciz, 1792'de, "Hastalıklarda Jerm Teorisi" adı altında yayımladığı bir eserinde konu üzerinde görüşlerini açıklamış ve her hastalığın kendine özgü görülmeyen bir nedeni olduğuna dikkati çekmiştir

Louis Pasteur (1822-1895), kuduz, tavuk kolerası ve antraks hastalıkları üzerinde bazı araştırmalar (korunma ve aşılama) yapmış ve ayrıca şarap ve biranın maya hücreleri tarafından fermente edildiğini de (fermentasyon) saptamıştır Bunların yanı sıra, optimal koşulların dışında üretilmeye çalışılan mikroorganizmalalar da bazı değişmelerin meydana gelebileceğini, özellikle, virülensde oluşan varyasyonların, aşılama ile koruyucu etki göstereceklerini saptamıştır Pasteur, 1879-1880 yılları arasında, hayvanlardaki antraks hastalığına karşı hazırladığı iki attenüe suşla (Pasteur-1 ve -2) bağışıklık elde etmiş ve koyunları bu hastalıktan korumuştur Bu çalışmaların yanı sıra, 1885'de, kendi yöntemi ile virüs fiksli tavşan omuriliğini bir desikatöre uygun bir süre (8-14 gün) koyarak kurutmuş ve böylece hazırladığı aşı ile korunmanın mümkün olabileceğini ortaya koymuştur Bu konu üzerinde de Paris'te bir konferans vermiştir Fermentasyon üzerindeki çalışmaları sonunda da, Pasteur aşağıdaki esasları ortaya koymuştur:

1) Bira veya şarapta meydana gelen her değişme, bunları fermente eden veya bozan mikroorganizmalar tarafından ileri gelmektedir
2) Fermente eden etkenler, hava, kullanılan alet ve maddelerden gelmektedirler
3) Bira veya şarap herhangi bir mikroorganizma içermezse, hiç bir değişikliğe uğramaz

Pasteur, yaptığı çalışmaların sonucuna göre, kendi adı ile anılan pastörizasyonun esasını da kurmuştur

Bir İngiliz cerrahı olan Joseph Lister (1827-1912), Pasteur 'ün prensiplerini cerrahiye uygulamıştır Operasyonlarda dezenfektan bir maddeye (asit fenik) batırılmış sargılar kullanarak infeksiyonun önüne geçmiştir Böylece, Lister cerrahide, antiseptiklerin önemini ve antisepsinin yerini ortaya koymuştur (1852)

Schoenlein, 1839'da, deri hastalıklarından olan favus ve pamukçuk'un mantarlardan ileri geldiğini saptamıştır

Edwin Klebs (1834-1913), Löffler ile birlikte difteri hastalığının etkenini izole etmeyi başarmışlardır Bilim adamı, bunun yanısıra, travmatik infeksiyonlar, malarya ve kurşun yaraları üzerinde de bazı faydalı çalışmalar yapmıştır Hayvanlarda da, deneysel olarak, ilk tüberkulozis lezyonlarını oluşturmayı başarmıştır

Karl Joseph Eberth (1835-1926), insanlarda tehlikeli bir hastalık olan tifonun etkenini (Eberthella typhosa) bulmuştur

Robert Koch (1843-1910), mikroorganizmaları saf üretebilmek için katı besiyerlerini geliştirmiş ve karışık kültürlerden saf kültürler elde etmeyi başarmıştır Böylece, bakteriyolojiye yeni teknikler getirmiştir Koch, aynı zamanda, hastalıklar üzerinde de bazı kriterler ortaya koymuştur Bunlar da "Koch postulatları" olarak bilinmektedir

1) Hastalıklar spesifik etkenler tarafından oluşturulurlar,
2) Etkenler izole edilmeli ve saf kültürler halinde üretilmelidir,
3) Duyarlı sağlam deneme hayvanlarına verildiklerinde hastalık oluşturabilmeli ve
4) Tekrar saf kültürler halinde üretilebilmelidirler

Bu 4 görüş uzun yıllar geçerliliğini korumuştur Koch, mikroorganizmaları anilin boyaları ile boyama yöntemlerini de geliştirmiş ve bakteriyoloji alanında uygulanabilir hale getirmiştir Antraks hastalığının bulaşma tarzını ve etkeninin sporlu olduğunu da saptayan Koch, 1882'de, tuberkulozis'in etkenini de izole edebilmiş ve sonraları, tuberkulozlu hastaların teşhisinde çok yararlar sağlayan bir biyolojik madde olan "Tüberkülin"i de hazırlamıştır


Otto Obermeier (1843-1873), 1873' de, Borrelia recurrentis 'i bulmuştur Karl Weigert (1845-1904) bakterileri boyamada anilin boyalarını kullanmıştır B Bang (1848-1932), sığırlarda yavru atımlarına yol açan hastalığın etkenini (Brucella abortus) bulmuştur Agostino Bassi, 1835' de, ipek böceği hastalığını açıklamış ve bunun kontak ve gıda ile bulaştığını göstermiştir George Gaffky (1850-1918), tifonun etkenini (E typhosa) saf kültürler halinde üretmiş ve tifonun etiyolojisini açıklamıştır John Snow, 1839'da, epidemik koleranın sulardan bulaştığına dikkati çekmiştir William Welch (1850-1939), 1892'de, gazlı kangrenin etkenini (C welchii) ve Hansen'de 1874'de, lepra hastalığının etkenini (Hansen basili, M johnei) tanımlamışlardır Nicolaier, 1885'de, topraktan tetanoz mikrobunu izole etmiş ve hastalığı hayvanlarda deneysel olarak meydana getirmiştir K Shige, 1898'de, dizanteri basilini bulmuş Mleprae'nin de kültürü üzerinde çalışmalar yapmıştır Friedrich Löffler (1852-1915), Koch ile birlikte difteri basilini üretmeye çalışmışlar ve 1884'de saf kültürler halinde üretebilmişlerdir W Löffler, 1882'de, domuz erisipel etkenini bulmuştur David Bruce (1855-1931), malta hummasının, nagana hastalığının ve uyku hastalığının etkenlerini bulmuş ve uyku hastalığının çeçe sineği ile bulaştığını da ortaya koymuştur Ronald Ross (1857-1923), 1896'da, Plasmodium malaria 'nın yaşam tarzını saptamış ve bunu aydınlatmıştır Theobald Smith (1859-1934), Texas sığır hummasının kene ile nakledildiğini saptamıştır Albert Neisser (1885-1916), insanlarda gonore'nin etkeni olan gonokok'ları bulmuştur Hideye Noguchi (1878-1928), kültür teknikleri ve hayvan zehirleri üzerinde çalışmalar yapmıştır Treponema pallidum 'u da saf kültürler halinde üretmiştir

07 Virolojinin Tarihçesi
Bakteriler üzerinde yapılan çalışmalardan sonra, nedenleri saptanamayan bir çok hastalıklar konusunda da yoğun araştırmalar yapılmaya başlanmıştır Bakterileri geçirmeyen filtrelerin bulunması, bu yöndeki incelemeleri daha kolay hale getirmiştir Pasteur, Berkefeld ve Chamberland kendi adları ile tanınan ve bakterileri tutan filtreleri yapmayı başarmışlardır Iwanowski, 1892'de, ilk defa tütün mozaik virusunu bulmuştur Yine aynı yıllarda, Löffler ve Frosch, sığırlarda önemli hastalıklara yol açan şap virusunun filtreleri geçtiğini saptamışlardır Nicolle ve Adil Bey, 1899'da, sığır Vebası virusunun filtreleri geçebildiğini açıklamışlardır Tword, 1915'de, İngiltere'de ve d'Herelle, 1917'de, Fransa'da bakteriyofajları bulmuşlar ve bunların süzgeçleri geçtiklerini göstermişlerdir W Reed ve ark1901'de, insanlarda sarı humma (Yellow fever) hastalığı etkeninin filtreleri geçtiklerini kanıtlamışlardır

08 İmmunolojinin Tarihçesi
İnsan ve hayvanları hastalıklardan koruma çalışmaları çok öncelere kadar uzanmaktadır Bu yöndeki ilk adımı, bir İngiliz olan, Edward Jenner (1749-1823) atmıştır Bağışıklığın kurucusu olarak tanılan araştırıcı, sığır çiçeği alan bir şahsın, insan çiçeğine karşı bağışık olacağını ve hastalanmayacağını göstermiş ve aşılama ile immunitenin elde edilebileceği görüşünü yerleştirmiştir Pasteur de aynı tarzda, hazırladığı birçok aşılarla (tavuk kolerası, koyun antraksı ve kuduza karşı yaptığı aşılar) ve bunlarla elde ettiği bağışıklık o devir için çok önemli buluşlar arasındadır Emil Roux ve Alexander Yersen, 1888'de, difteri toksinini bulduktan sonra, Emil Von Behring de difteriye karşı antitoksin elde etmeyi başarmıştır August Von Wassermann (1886-1925), frenginin teşhisinde Bordet Gengou, fenomenini uygulamış ve kendi adı ile bilinen Wassermann reaksiyonunu ortaya koymuştur Nuttal, 1888'de, hayvanların kanında B anthracis için bakterisidal etkiye sahip maddelerin bulunduğunu saptamıştır Paul Ehrlich (1854-1916) ve Bordet bağışıklığın humoral ve Elie Metschnikoff (1845-1916) da hücresel (fagositoz) yönlerini açıklamış ve bunların önemi üzerinde durmuşlardır Jules Bordet (1871-1962) ve Gengou ile birlikte komplement fikzasyon reaksiyonunu bildirmişlerdir Albert Calmette (1868-1933) ve Guerin ile birlikte BCG 'yi hazırlamışlardır H Durham ve Max Gruber, 1896'da, mikroorganizmaların spesifik antiserumlar tarafından aglutine olduklarını göstermişlerdir

09 Mikolojinin Tarihçesi
Mantarların varlığının tanınması çok eski zamanlara (Devonian ve Prekambium) kadar uzanmaktadırBitkiler üzerinde mantarların ürediğini ve bazı zararlara neden olduğuna ait ilk bilgileri Vedas (MÖ 1200) vermektedir

Romalılar zamanında, depolarda saklanan danelerde ve tahıllarda mantarların ürediğini Pliny (MS 23-79) bildirmektedir Yine bu dönemlerde, mantarlara ait bazı resimlerin çizildiği, Pompei'deki kazılardan anlaşılmaktadır Loncier, çavdar mahmuzunu (Claviceps purpurae mantarının sklerotiumu) tanıyan ve bunun morfolojik özellikleri hakkında bilgi veren kişi olarak tanınmaktadır (1582) Clusius (1526-1609), mantarlar üzerinde araştırmalar yapmış ve elde ettiği bilgileri 28 sayfalık bir monograf içinde yayımlamıştır

Gaspard Bauhin (1560-1624), mantar üzerinde araştırmalar yapmış ve hazırladığı "Pinax Theatri Botanici" adlı eserinde 100 kadar mantarın özelliklerini bildirmiştir (1623) Marcello Malpighi (1628-1694), Rhizopus, Mucor, Penicillium ve Botrytis gibi bazı mantarlar üzerinde araştırmalar yapmış ve bunlara ilişkin özlü bilgiler vermiştir (1679) Van Sterbeeck (1630-1693), yenilebilen mantarlarla zehirli olanlar arasında ayrımları belirtmeye çalışmış ve bu konudaki görüşlerini yayımlamıştır

Hooke (1635-1703), mantarlar üzerinde birçok araştırmalar yapmış ve bunları "Micrographia" adlı yapıtında resimleyerek Royal Society 'ye sunmuştur Araştırıcı, özellikle, iki mantar üzerinde (Phragmidium ve Mucor) incelemeler yapmış, bunların bitki olduklarına ve bitkilerden orijin aldıklarına inanmıştır (1667)

Tournefort (1656-1708), çeşitli mantarlar ve likenler üzerinde incelemeler yaparak bunları, morfolojik ve diğer karakterlerine dayanarak, 6 gruba (1-Fungus, 2-Boletus, 3-Agaricus, 4-Lycoperdon, 5-Coralloides, 6-Tubira) ayırmış ve "Element de Botanique" adlı eserinde yayımlamıştır (1694) Sebastian Vaillant (1669-1750), mantarlar üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapmış, bazılarını alfabetik olarak klasifiye etmiş, önemli gördüklerinin de resimlerini çizmiş ve "Botanicon Parisiense" adlı kitabında açıklamıştır (1727)

Antonio Micheli (1679-1737), mantarlar üzerinde yaptığı inceleme ve araştırmaları grup isimlerinden yararlanarak sınıflandırmış (Clavaria, Clathrus, Geaster, Lycoperdon, Phallus, Tuber gibi) ve bunları "Nova Genera Plantarum" adlı eserde yayımlamıştır (1729) Araştırıcının, çizdiği resimler ve verdiği bilgilere dayanarak spesifik identifikasyon yapılabilir Bu eserin çok değerli olduğu ve mantarların ayrımlarında bazı önemli anahtarları açıkladığı bildirilmektedir Kendisinin yaptığı özel klasifikasyonda bazı büyük mantarlara özel yer vermiş ve bunları Fungi lamellati (Agaricaceae), Fungi porosi (Polyporaceae) ve Fungi romosi (Clavariaceae) diye 3 gruba ayırmıştır Botrys ve Rhizopus gibi bazı mantarları da saf kültürler halinde üretmiştir

Carl Von Linne (Linneaus, 1707-1778), bir botanikçi olan bu araştırıcı, kendi yaptığı klasifikasyon içinde mantarları "Species Plantarum" adlı yapıtında "Cyrptogamia Fungi" sınıfında toplamış ve Agaricus, Boletus, gibi bazı generik isimler de kullanmıştır (l753) Gleditsch (l7l4-l786), mantarların sporları ve sporulasyon özellikleri üzerinde araştırma ve incelemeler yapmış ve bu karakterlerine göre mantarları 2 ana bölüme ayırmıştır

Builliard, Discomycetes, Pyrenomycetes, Mucorales ve Mycetozoa 'lar üzerinde araştırmalar yapmış ve bulgularını "Champignon de France" de yayımlamıştır (l79l) Hendrik Persoon (l76l-l836), mantarlara ilişkin incelemelerini, taksonomik bir yapıt olan "Synopsis Methodica Fungorum" da toplamıştır (l80l) Ayrıca kendisinin 3 volum halinde olan, l822 ve l828 yıllarında yayımlanan "Mycologia Europaea" adlı çalışmaları da vardır Araştırıcı, mantarları 2 sınıf, 6 ordo ve 71 genusa ayırarak bir klasifikasyon yapmıştır

Schweinitz (l780-l834), Kuzey Amerika'da, North Carolina eyaletinde 3000 ve Pennsylvania'da da l200 mantar toplayarak incelemiş ve bunları "Synopsis Fungorum Carolina Superioris ve Synopsis Fungorum in America Boreali Medico Degantium" adlı yayınlarda açıklamıştır Elias Fries (1794-1878), bugünkü mantarlar sistematiğinin esasını kurmuş ve İsveç'de de mantar klasifikasyonu ile bir fonun kurulmasında önderlik etmiş olan araştırıcı çalışmalarını "Systema Mycologicum" adlı eserde toplamıştır

Josef Cordo (l809-l849)' nun, mantarlar üzerindeki çalışmalarını 6 cilt halinde olan "İcones Fungorum Hucusque Cognitorum" adı altında yayımlanmıştır Anton de Bary (1831-1888), mantarların yaşam dönemleri üzerinde incelemeler yaparak bir çok kapalı noktaları aydınlığa kavuşturmuştur Mycetozoa 'nın yaşam siklusunu dönemini 1859'da açıklamıştır Harton Peck (1833-1917) de 2500 tür mantar üzerinde çalışmıştır

Andrea Saccardo (1845-1920), mantarlar üzerinde 1880 yılına kadar yapılmış inceleme ve araştırmaları, 25 cilt halinde olan ve ilki 1882'de yayımlanan "Sylloge Fungorum" adlı eserde toplamıştır Son cilt, ölümünden sonra 1931'de yayımlanmıştır Bu çalışmalarda, 80000 mantar türü bildirilmiştir

Tulasne'nin güzel resimlerle süslenmiş olan "Selecta Fungorum Carpologia" adlı eseri 1861-1865 yılları arasında ve 3 cilt halinde basılmıştır Bunlardan sonra bir çok araştırıcı, mantarlar üzerinde çok değerli çalışmalar yapmış ve bunları sınıflandırmaya çalışmışlardır Patouillard, Quelet, Cooke (1871-1883), Massee (1892-1895), Bresadola (1927-1932), ayrıca, Engler, Prantl, Rabenhorst, Sydows, Oudemans, Seymour, gibi araştırıcılar da mantarlar üzerinde inceleme ve çalışmalar yapmışlardır

Mantarlar, bitkilerde olduğu gibi, insan ve hayvanlarda da çeşitli hastalıklara (mycoses) neden olurlar Mantarların bitkilerde hastalık oluşturduğuna dair birçok yayınlar vardır (Fontana (1767), Prevot (1807), Berkeley (1832), Kühn (1858), de Bary (1866), Hartig (1874), Woronin (1878), Whetzel (1918) Lafar, mayaların endüstride kullanılmaları hakkında, "Technische Mykologie (1904)" adlı yayında bilgi vermiştir

Balıklarda (sazanlarda) Saprolegnia türü mantarlardan ileri gelen infeksiyonlar hakkındaki bilgilere, 1748 yılında yayımlanan "Transactions of the Royal Society" adlı bilimsel dergide rastlanmaktadır Richard Owen (1804-1892), Avian Aspergillosis üzerinde çalışmalar yapmış ve bulgularını neşretmiştir (1832) Agostina Bassi (1773-1856), ipek böceklerindeki mantar hastalıkları üzerinde çalışmalar yapmış ve bulgularını bir monografta ayrıntılı olarak açıklamıştır (1837) Berg (1806-1887), insanlardaki Candida albicans infeksiyonları üzerinde araştırmalar yapmış ve bulgularını yayımlamıştır David Gruby (1810-1898), insanlardaki Dermatophyt infeksiyonları ile ilgilenmiş ve bunlara ait bir rapor düzenlemiştir Sabouraud (1864-1938), medikal mikoloji üzerinde çok değerli çalışmalar yapmış ve bu konuda da bir kitap yayımlamıştır (1910)

Bugün mantarların çeşitli yönlerini (morfolojik, fizyolojik, biyokimyasal özellikleri ve antijenik yapıları, patojeniteleri epidemiyolojileri ve diğer karakterleri) açıklayan çok değerli araştırmalar yapılmakta ve henüz kesinlik kazanmamış veya tam olarak bilinmeyen yönleri aydınlatılmaya çalışılmaktadır

10 Mikrobiyoloji Alanında Nobel Ödülü Kazanan Bilim Adamları
1901 Emil Von Behring Difteri antitoksini ve serumlarla sağaltma yöntemleri
1902 Sir Ronald Ross Malarya üzerinde araştırmalar
1905 Robert Koch Verem etkeninin bulunması ve verem üzerinde çalışmalar, bakteri kültürleri üzerine araştırmalar
1907 CLA Laveran Hastalık yapan protozoonlar
1908 Elie Metschnikoff Bağışıklığın hücresel yönü ve fagositoz
1908 Paul Ehrlich Humoral bağışıklık
1913 CRobert Richet Allerji ve anaflaksi
1919 Jules Bordet Bağışıklık ve komplement fikzasyon reaksiyonu
1928 CJH Nicolle Tifüsun naklinde bitlerin rolü
1930 Karl Landsteiner İnsan kan gurupları üzerinde araştırmalar
1939 Gerhard Domagk Prontosilin bulunması ve antibakteriyel etkisi
1945 Sir Alexander Fleming, EBoris Chain, Sir HWalter Florey Penicilinin bulunması ve etkileri
1948 PHermann Müller DDT’nin bulunması
1951 Max Theiler Yellow fever aşısı üzerinde araştırmalar
1952 SAbraham Waksman Streptomisinin bulunması
1954 JFranklin Enders, Thomas HWeller, Frederich CRobbins Poliomiyelit virusu ve diğer virusların hücre kültürlerinde üretilmeleri
1958 Joshua Lederberg, George VBeadle, Edward LTatum Mikrop genetiği
1960 Sir FMBurnet Transplante dokuların immunolojik kontrolleri
1965 Andre Lwoff, Jacques Monod, François Jacob RNA’nın bulunması
1966 Charles Huggins, Peyton Rous Kanser ve kanatlı sarkomu üzerinde çalışmalar
1967 RGranit, HRHartlin, GWald Fotoreseptörlerin fonksiyonları
1968 RWHolley, HGobind, MW Nirenberg protein sentezinde genetik kodların çalışması
1969 MDelbrück, ADHershey, ELuria Bakteriyofajların hakkında yayınlar
1970 JAxelrod SBernard Katz, Ulf von Euler, Earl WSutherland AMP’nin metabolizmadaki önemi
1971 ESutherland AMP’nin metabolizmadaki önemi
1972 Porter,RR, Edelman,GM İmmunoglobulinler üzerinde sütrüktürel çalışmalar
1973 KVon Frisch, KLorenz, NTimbergen Evolusyon ve analoji üzerinde çalışmalar
1974 Cde duve, GEPalade Hücre anatomisi,sitokrom ve mitokondrialar hakkında yayınlar
1975 DBaltimore, RDulbeco, HM Temin RNA’ya bağlı DNA polimerase üzerinde
1976 Baruch Blumberg Serum hepatiti
1976 Daniel CGajdusek Latent virus hastalıkları
1977 Rosalyn Yellow Radio immunoloji üzerinde çalışmalar
1977 Andrew Schally, Roger Guillemin Üç ayrı hormon serbest bırakma faktörleri üzerinde araştırmalar
1978 NOSmith, DNathans, W Arber Restriksiyon enzimlerinin bulunması ve bunların kullanılması
1980 BBenarerraf, GSnell, JDausset Histokompatibilite antijenlerinin bulunması
1980 P Berg, WGilbert rekombinant DNA teknolojisinin gelişmesi
1980 FSanger DNA sekans analizlerinin yapılması
1982 AKlug Kristalografik elektron mikroskobun gelişmesi, virus yapısının aydınlatılması

1984 CMilstein, GJFKöhler Monoklonal antikorların elde edilmesi
1984 NKJerne İmmunolojide teorik çalışmalar
1986 ERuska Transmisyon elektron mikroskobunun gelişmesi

1987 STonegawa antikor çeşitliliğinin genetik prensipleri

1988 JDeisenhofer, RHuber, HMichel Bakteri membranlarnda fotosentetik reaksiyon merkezleri
1988 GElion, GHitching Kanser, malarya ve viral infeksiyonların tedavisinde kullanılan ilaçların geliştirilmesi
1989 JMBishop, NEVarmus, SAltman Onkogenlerin bulunması
1989 TRCech Katalitik RNA’ların bulunması
1990 JEMurray İmmunsupresif ajan kullanarak transplantasyon
1992 EHFisher, EGKrebs Protein kinasenin bulunması
1993 RJRobets, PASharp DNA’nın farklı segmentlerindeki genler
1993 KBMullıs PCR’nin bulunması
1993 MSmıth Site directed mutagenezis



Türkiye 'de Mikrobiyolojinin Kurulması
Yurdumuzda mikrobiyoloji alanındaki ilk çalışmalar aşı yapmakla başlamış ve buna da çiçek hastalığı ve aşı hazırlama çabaları önderlik etmiştir Bu yöndeki aktiviteler, 1840 yılından sonra giderek gelişmiş ve çiçek aşısı hazırlanarak başarı ile kullanılmıştır

Pasteur 'ün, Paris Tıp Akademisi'nde, 27 Ekim 1885'de verdiği "Isırıldıktan Sonra Kuduzdan Korunma" adlı bildiri dünyada büyük yankılar yarattıktan ve aynı tebliğ 31 Ekim 1885'de İstanbul'da yayımlandıktan sonra, kuduz üzerindeki çalışmaları yakından izlemek amacı ile, Osmanlı Hükümeti tarafından, Tıbbiye Mektebi Dahiliye Muallimi Dr Aleksander Zoeros Paşa başkanlığında, Veteriner Hekim Hüseyin Hüsnü ve Zooloji Muallimi Dr Hüseyin Remzi Beyler 'den oluşan üç kişilik bir heyet, Pasteur 'ün yanına Fransa'ya gönderildi (1886) Bu heyetle birlikte, Padişah Abdulhamid, Pasteur 'e verilmek üzere, bir nişan ve laboratuarına yardım için 1000 altın göndermiştir Paris 'de Pasteur 'ün yanında 6 ay kalan ve kuduz hastalığı aşısının hazırlanması ve kullanılması konularındaki tüm bilgileri öğrenen heyet, yurda döndükten sonra da bu hastalık üzerindeki "Daül-kelb Ameliyathanesi"nde aşı yapımına başlamıştır (1887) Vet Hekim Hüseyin Hüsnü ile Dr Hüseyin Remzi Beyler de, Pasteur ve Chamberland'ın eserini "Mikrob Emrazı Sariye ve Şarboniyenin Vesaili Sirayeti ve Usulü Telkihiyesi" adı altında tercüme etmişler ve yayımlamışlardır (1887) Ayrıca, Dr Remzi Bey, "Kuduz İlleti ve Tedavisi" adlı 19 sayfalık bir broşür neşretmiştir (1890)

Tıp Mekteplerinde 1891'de okutulmaya başlanan bakteriyoloji dersi, Veteriner Mekteplerinde ancak 1893'den sonra ve Dr Rıfat Hüsamettin Bey tarafından okutulmaya başlanmıştır İstanbul 'da 1893 'de, kolera vakalarının çıkması üzerine, önleyici tedbirlerin alınması ve hastalığın üzerinde gerekli araştırmaların yapılması için, Fransa'dan Dr Andre Chantemesse getirildi İstanbul'da 3 ay kadar kalarak kolera konusunda çok olumlu çalışmalar yapan bu kişiye, Rutbei Üla ile nişan verildi Bu arada, Dr Chantemesse, ülkemizde bir bakteriyoloji laboratuarının kurulması üzerinde ısrarla durdu ve böyle bir müessese kurulduğunda bunun idaresi için Dr Maurice Nicolle'i tavsiye etti Dr M Nicolle, 1893'de, İstanbul'a geldi ve Gülhane'de Tıbbıye Mektebi civarındaki bir binada çalışmaya başladı Bu laboratuar, sonradan, Bakteriyolojihane-i Osmani olarak adlandırıldı ve Dr Nicolle buranın müdürlüğüne atandı Çalışma konularının fazla olması nedeniyle, bu bina da sonraları dar gelmeğe başladı Bu yüzden, Nişantaşı 'ndaki Süleyman Paşa konağına nakledildi Bu yeni binada, bakteriyoloji üzerinde kurslar düzenleyen Dr Nicolle, doktor kursiyerlerin yanı sıra çok takdir ettiği Veteriner Dr Refik Güran'ı da seçerek iştirak ettirdi

Dr Maurice Nicolle (1862-1920), İstanbul'da kaldığı 8 sene içinde, laboratuarları başarı ile yürütmüş, çok kıymetli çalışmalarda (sığır vebası, keçi ciğer ağrısı, şark çıbanı, P aeruginosa'nın pigmenti, sığır babesiozu, pnömokok, vaksin virusu) bulunmuş ve ülkemizde mikrobiyolojinin yerleşmesi ve gelişmesinde büyük katkıları olmuştur

Osmanlı İmparatorluğu zamanında bakteriyoloji ve viroloji çalışmaları hem insan hekimliğine ait çeşitli müesseselerde (Telkihhane-i Şahane, Daülkelb Ameliyathanesi, Bakteriyolojihane-i Şahane, Mekteb-i Tıbbıye-i Askeriye ve Mektebi Tıbbiye-i Mülkiye ve diğer laboratuvarlarda) ve hem de Veteriner Hekimliğe ait organizasyonlarla (Bakteriyolojihane-i Baytar'i, Baytar Mektebi Alisi, Askeri ve Sivil Baytar Mektepleri, Pendik Bakteriyoloji hanesi ve diğer müesseselerde) yürütülmüştür

Dr M Nicolle 'den başka, çalışmaları ve buluşları ile adları dünya literatürlerine geçmiş çok değerli meslektaşlarımız bulunmaktadır Bunlardan kısaca bahsetmek yerinde olur Ahmet Refik Güran (1870-1963), Dr M Nicolle ile birlikte 7 sene gibi uzun bir süre çalışmış, mikrobiyoloji alanında birçok değerli çalışmalar yapmış ve yayımlamıştır Bakteriyolojihane-i Osmani'de; sularda bulunan kolibasillerin envari, Vebaibakari hastalığı ve serumu, lökosit sayımı, keçi ciğer ağrısı hastalığı; Baktriyolojihane-i Baytari'de: Barbon aşısı, şarbon aşısı, şarbon serumu, tavuk kolerası aşısı, kuru serum, kan alma ve vermeye yarayan alet ve periton kanülü yapan Dr Refik Güran, ayrıca ilk Türk peptonunu da yapmayı başarmıştır

Yukarıda bildirilen çalışmaları yanı sıra, daha birçok önemli incelemeleri ve ihtira beratı almış olduğu buluşları da olan Dr Refik Güran, yurdumuzda bakteriyolojinin kurulmasında, gelişmesinde, bakteriyoloji laboratuar veya enstitülerinin açılmasında, bakteriyologların yetişmesinde çok büyük katkıları olmuş bir bilim adamımızdır

Adil Mustafa Şehzadebaşı (1871-1904), Dr R Güran'ın çok yakın çalışma arkadaşlarından biridir Dr Nicolle ile birlikte ve özellikle sığır vebası üzerinde yaptıkları araştırmalarla kendilerini dünya literatürlerine geçirmişlerdir Bu iki bilim adamı, ilk defa, sığır vebası etkeninin filtreleri geçtiği ve süzüntünün hastalık yapıcı nitelikte olduğunu deneysel olarak ispat etmişlerdir (1897) Fransa'da Prof Nocard'in yanında da çalışarak difteri serumu hazırlayan Dr Adil Bey, ayrıca, malleus ve piroplasmosis üzerinde de değerli araştırmalar yapmıştır Kendisi, sivil ve askeri okullarda da bakteriyoloji öğretmenliğinde bulunmuştur

Nikolaki Mavridis (Mavraoğlu) (1871-1955), Veteriner mikrobiyoloji alanında çok değerli çalışmalar yapmıştır Özellikle, sığır vebası, keçi ciğer ağrısı, malleus, tavuk kolerası, barbon ve diğer hayvan hastalıkları üzerinde kıymetli çalışmaları vardır Mavraoğlu, Refik Güran ve Adil Şehzadebaşı Bey 'lerin çok yakın çalışma arkadaşlarıdır

Osman Nuri Eralp (1876-1940), bakteriyoloji ve viroloji üzerinde değerli araştırmalar yapmış bir bilim adamıdır Çalışmalarını, özellikle, tüberküloz, tüberkülin, şarbon, sığır vebası, kolera, gonokok, frengi, sütte yaşayan ve sütle bulaşan mikroorganizmalar ve diğer konular kapsamaktadır

Rıza İsmail Sezginer (1884-1963), Baytar Yüksek Mektebinde salgın hastalıklar, bakteriyoloji ve gıda kontrolü dersleri vermiş, İstanbul mezbahasının kurulmasında önemli rol oynamış ve bunun laboratuvar şefi olmuş ve ayrıca kıymetli çalışmalar yapmış olan bir bakteriyoloğumuzdur

Ahmet Şefik Kolaylı (1886-1976), sığır vebası virusunun insanlarda hastalık oluşturmadığını, sığır vebasına tutulan hayvanların kesilerek etlerinin askerlere yedirilebileceğini, böyle etleri yiyenlerde hastalık görülmesi halinde kendisinin kurşuna dizilmesini isteyen ve bu cesareti gösteren değerli bir bilim adamıdır Çatalca'da bulunan aç ve gıdasız askerlerin bu etleri yemesinden sonra Edirne şehri düşmandan bu askerler sayesinde kurtarılmıştır Şefik Kolaylı Bey özellikle, sığır vebasına karşı serum hazırlamış ve böyle müesseselerde bulunmuştur Ayrıca, tüberkülin, mallein, tavuk kolerası ve barbon aşıları da hazırlamış, sığır vebası, antraksın teşhisi, çiçek aşısı, keçilerin bulaşıcı salgın ciğer ağrısı üzerinde de çalışmıştır

Yukarıda adları bildirilen bilim adamlarının dışında, kendilerini bu işe adamış daha birçok kıymetli bakteriyologlarımız bulunmaktadır Bunlar arasında, Cafer Fahri Dikmen, Josef, Ahmet Hamdi, Ethem Eren, Mustafa Hilmi, İbrahim Erses ve diğerleri sayılabilir

Başlangıçta, hayvan hastalıklarına karşı hazırlanan aşı ve serumlar ile insan hastalıklarını ilgilendiren biyolojik maddeler aynı bina içinde yapıldığından, Veterinerler ile Doktorlar birlikte çalışmaktaydılar Sonra iş hacminin ve eleman miktarının artması üzerine laboratuarlar birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmıştır

Bakteriyoloji ve viroloji alanında, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, çalışmış, değerli araştırmalar ve yayınlar yapmış birçok doktorlar da bulunmaktadır Bunlar arasında, Hüseyin Remzi, Rıfat Hüsamettin Paşa, Hasan Zühtü, Kemal Muhtar, Sait Cemal, Aleksandr Zoeros Paşa, Ahmet Sadi, Cemalettin Muhtar, Rıza Arif ve diğerleri Bu kişilerin de aynı şekilde, yurdumuzda mikrobiyolojinin gelişmesinde ve yerleşmesinde önemli katkıları olmuştur


Prof Dr Mustafa Arda
Kaynak : Temel Mikrobiyoloji

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.