Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ayrılık, hatıraları

Ayrılık Hatıraları 5

Eski 07-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ayrılık Hatıraları 5



Ayrılık Hatıraları Hikayesi - Kuru Çiçek Hikayeleri - Aynur Engindeniz - Aynur Engindeniz Yazıları

5- KURU ÇİÇEK


Tıpkı Refikada olduğu gibi, bu kez de cenazeye götürülmedim Evde yengemle kaldım


Yengem bir türlü kızını unutamıyordu Belki Refika’nın acısı hafifler diye, yeniden bebek sahibi olmaya karar vermişlerdi Dayımla, sürekli doktorlara gidiyorlardı


Tek eğlencesi, saksılara diktiği çiçekleri olmuştu Günün büyük bir bölümünü, bu çiçeklerin başında geçiriyor, her birini “Refikam” diye okşayıp öpüyordu

Cenaze günü de öyle yaptı Nerdeyse bir saate yakın, saksıların başında ağladı Ben, oturduğum minderden onu izlerken, evlat acısının analar üzerindeki kahredici etkisini düşünüyordum


Ben ölseydim, annem ne çok üzülürdü kim bilir…O da ölürdü belki de…Ya Necmiyle

Cevdet’in anneleri…Onlar ne yapıyorlardı şimdi


Gözlerimi yengemden alıp, öğle sıcağında titrek bir hal alan yola doğru baktım İkişerli üçerli kadınlar mezarlığa doğru gidiyordu İçlerinde ölen çocuklardan Cevdet’in annesi de vardı Kim bilir ne kadar ağlamıştı ki, şimdi soluğu çıkmıyor, kolundaki iki kadın yardımıyla, neredeyse sürünürcesine mezarlığa gidiyordu Oturduğum yerden, gözlerinin şişlerini, dudaklarındaki kederi görebiliyordum İşte o an, Cevdet ve Necmi için değilse de, anneleri için derin bir üzüntü duydum Hiçbir anne, ağlamayı hak etmezdi…Ben de ağladım…


Dedemin odasına girip, gizlice annemi aradım Gerçi o saat annemin evde olabileceği bir saat değildi ama, yine de bir umut numarayı çevirdim Bir yandan da, pencereden, yengemi kolluyordum


Telefon uzun uzun çaldıktan sonra, tam kapatmak üzereydim ki, annemin sesini duydum

_Alo

_Anne…

_Kızım, nasılsın…

_Anne, ben eve dönmek istiyorum

_Ama neden, daha tatilin bitmesine çok var

_Eve dönmek istiyorum, burayı sevmiyorum, hem sizi özledim

_Tamam ağlama, babanla konuşurum, ne zaman müsait olursak gelip seni alırız tamam mı?

_Sen neden evdesin, neden işe gitmedin?

_Şey, şimdilik evdeyim kızım

_Kandırmayın beni sakın, alın beni buradan…

…………………………………………………………………

Evin önünde ahşaptan yapılmış, dört direk üzerine oturtulmuş, küçük garip bir ev vardı Ben ev diyordum ama, dedemler “serender o “ diyordu İlk gördüğümde, bu evde nasıl yaşanır, diye düşünmüştüm Merdiveni yok, bir tane küçük bir pencere, aralıklı tahtadan yapılmış duvarlar…Sonraki günlerde gördüm ki, bu bir ev değil, ambardı İçini çok merak ettiğim için, birgün teyzemle içine girdim Kapısına uzun, ağaçtan bir merdiven dayadık (Bu merdivene de “iskele” diyorlardı Küçük eve tırmandık Teyzem bir eliyle merdivene tutunurken, diğer eliyle koca bir anahtarla tahta kapıyı açmaya çalışıyordu Garip zangırtılar sonunda kapı açıldı, içeri girdik


Duvarlarda sıra sıra raflar vardı Bir taraftakilere patates, diğer taraftakilere, seneye ekilecek sebzelerin tohum torbaları diziliydi Hepsinden daha net hatırladığım bir şey var ki, serenderin kokusu…Topraklı patatesler, fırında kurutulmuş mısırlar, köşeye asılan çıralar, kurutulup bir kenara istif edilen, süpürgelik çalıların ve dedemin tamir malzemeleri içindeki gazyağının kokusu bir birine bulanmış, ortaya hiçbir parfümeride bulamayacağımız bu koku çıkmıştı


Bu öyle kendine has, tatlı, yumuşacık bir kokuydu ki, bundan sonraki yıllarda, ne zaman anneannemleri , köyü düşünsem, burnumda ya da genzimde bu kokuyu hissettim


Serenderin iki odası vardı: Tahılların konulduğu bölüm ve kullanılmayan eşyaların konulduğu ikinci bölüm Teyzemle oraya çıktığımızda ikinci bölüme bakamamıştım O, kapısına, eski, siyah beyaz fotoğraflar yapıştırılmış odanın içinde ne olduğunu hep merak ettim

……………………………………………………………

Akşam namazına az bir vakit kalmıştı Dedem merdiveni dayamış, serendere çıkıyordu


Peşine takıldım

_Ben de gelebilir miyim dedeciğim?

_Kızım, şimdi karanlıktır orası…Sonra girersin

_Ama lamba var…

_Senden kaçış yok, iyi ya, söyle teyzeme lambanın fişini taksın


Serendere giden elektrik, evden geliyordu Karşıdan karşıya uzunca bir kablo çekip ucuna ampul takmışlardı ve evdeki fişi takınca lamba yanıyordu


Teyzem lambayı yaktı Karanlığa aldırmadan çoktan serenderin kapısını açan dedem, elimden tutarak beni de içeri aldı Yine o güzel koku…Sarhoş edici…


Anahtarlıktaki diğer anahtarla üzerine fotoğraflar yapıştırılmış kapıyı açtı Hiçbir şey göremiyordum Diğer bölümde asılı duran lambanın ışıkları tahta duvara çarpıyor, tozlu bir akisle aralıklardan içeri sızıyordu ama, bu ışık eşyayı seçmek için kafi değildi Dedem, aradığı her ne ise bu şekilde bulamayacağını anlayanca, diğer bölümdeki ampulü asılı durduğu çividen çıkartıp, biraz çekiştirip, zorlamayla da olsa depo kısmına taktı Şimdi her şey göz kamaştırıcı bir parlaklıktaydı…Öyle ki, yerde duran iş çizmeleri bile üzeri yağlanmışçasına parlıyordu


Dedem, rafların birinden, el yapımı genişçe bir tahta kutu çıkardı Üzerine kömürle beraber “ Ömer “ yazılmıştı

_O ne dede?

_Rahmetli dayın, sanat okuluna giderken yapmıştım ona Ders malzemelerini koyuyordu içine


Dedemin, lambanın ışığıyla aydınlanan yüzüne dikkatli bakınca, siyahlı beyazlı sakallarının titrediğini gördüm Sanki içinden bir şeyler mırıldanıyor gibiydi Normalde de soluk renkli olan gözlerinde hasta bir hal belirdi

_Dayıma ne oldu?

_Uzundur hikayesi, hem senin aklın almaz Büyüyünce öğrenirsin nasılsa…


Daha önce kimse bu ölmüş dayıdan bahsetmemişti, annem bile…Odadaki merak kabartan diğer eşyaların cazibesinden midir bilmem, bu konuyu kurcalamadım


Dedem kutudan birkaç çivi ve çekicini çıkarttı

_Hay Allah! Burada raptiyeler olacaktı…


O ağır hareketlerle, diğer kutuları karıştırırken, ben, gizli bir dünya keşfeden kaşiflerin edasıyla sağı solu incelemeye koyuldum


Tam karşımda, mavi boyalı, boncuklu bir beşik duruyordu Beşiğin içinde peynir kutusuna benzeyen, sarı metal bir kutu vardı Kutunun içindekileri karıştırmaya başladım Bir yığın eski, yırtılmış, sararmış, bazı bölümleri kasıtlı bir şekilde kesilmiş fotoğraf …Hiç birini tanımıyordum


Dedem elimdeki fotoğrafların arasından, küçük bir vesikalık çıkarttı Bu fotoğraftaki kız çocuğu, beyaz yakası siyah önlüğüyle, sanki tam boğulmak üzereyken poz vermiş gibi geldi bana Kendini sıkmaktan, boğazının altındaki gıdısı aşağı sarkmış, yanakları şişmiş, ağzı büzüşmüştü… Gayri ihtiyarı güldüm


_Kim o dede?

O da güldü

_Annen İlkokul diploması için çektirmiştik

_Annem mi? Ama çok komik çıkmış…Aaa, gerçekten de bana benziyor!

_Fotoğrafçı, kıpırdama, fotoğraf güzel çıkmaz demişti ona O da nefes bile almadı ki, güzel çıkayım diye…Fotoğrafçının makineyi hazırlaması biraz sürünce, bizimki de haliyle nefessiz kalmış İşte bu fotoğraf, tam da o dakikada çekilmiştir Hey gidi günler…Haydi bakalım gitme vakti…İşim var daha…

_Ben burada kalabilir miyim biraz daha?

_İşte bak, o hiç olmaz!


Annemin fotoğrafını cebime soktum Giderayak başka neler keşfedebilirim diye ortalığı kolaçan ederken, tahta duvarın dibine doğru dizilmiş kazanların birinin arkasında yeşil bir şeyler gördüm Güçlükle kazanı çekince, bu yeşilliğin, teneke bir kaba dikilmiş, küçük bir deve tabanı fidesi olduğunu gördüm

_Dede, bu çiçeği yengeme götürelim mi?

Dedem merakla yaklaştı

_Ne çiçeğiymiş bakayım hele…


Eğildi, kutuyu alıp ışıya tuttu

_Bu…Bu…Kurumuştu…


Çiçeği de alarak eve gittik Akşam yemeğinde dedem herkese sordu “ Bu çiçeği sulayan oldu mu” diye Kimse sulamamış, hatta çiçeği yıllardır gören bile olmamış Zaten yeşil yaprakları olmasaydı ben de göremeyecekmişim Yıllardır orada, o kazanların arkasında duruyormuş meğer Tamamen kuruduğuna kanaat getirilince oraya konmuş ve unutulmuş


Dedem hayretle sofranın kenarında duran çiçeğe bakıyordu


_Hanım, hatırladın mı, Mehmet vermişti bana bu çiçeği

_Hangi Mehmet ya?

_Ya, posta müdürü Mehmet yok mu, o işte! Hey gidi, dört sene önceydi Anlamadım ki, kuruyup kaybolan bu çiçek, hiç sulanmamasına güneş almamasına rağmen nasıl yeşerdi yeniden…Allah’ın işi işte…

…………………………………………………………

Ertesi sabah, kahvaltıdan sonra dedem çarşı kıyafetlerini giydi Sakallarını taradı, hacı yağını sürdü, meslerini ayağına geçirdi Anneannem dayanamayıp sordu:


_Bey nereye böyle, iki dirhem bir çekirdek?

_Çarşıya

_Perşembe günü ne çarşısıymış bu…

_Bizim posta müdürünü bir ziyaret edeyim Hem göresim geldi, hem de bu çiçek işini anlatacağım…

………………………………………


İki saat sonra dedem evdeydi…Yüzü çökmüş, bakışları şaşkın…Biz daha bir şey sormadan, kapı eşinden doğru:

_Posta müdürü Mehmet bir ay önce ölmüş, dedi…


Bu benim hayatımda şahit olduğum ilk mucize olmuştur Dört senedir sulanmayan ve çoktan kuruyup kaybolmuş çiçek, sahibinin ölümünden sonra yeşermişti…



Aynur Engindeniz

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.