Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Sözlük Ağı

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
islami, sözlük

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #151
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Arabulmak

Dargın olanları uzlaştırmak, barıştırmak, birbirine yakınlaştırmak

Müslümanlar, aralarında dargınlığa varacak söz ve davranışlardan sakınmalıdırlar Her şeye rağmen dargınlık olursa dargınlıklarını gidermeye, anlaşmazlıkları çözmeye gayret etmelidirler Bunun da mümkün olmadığı yerlerde, müslümanların, diğer müslüman kardeşlerinin aralarını bulmaya çalışıp, onları barıştırmaları ahlâkî görevleridir Çünkü Allah'u Teâlâ: "Müminler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını düzeltin" (el-Hücûrât, 49/10) buyurmuştur

Allah'u Teâlâ, başta aile hayatı olmak üzere, toplum hayatında barış ve anlaşmanın hayırlı bir iş olduğunu bildirmiştir (en-Nisâ, 4/128) Bu sebeple Hakk Teâlâ'nın:"Allah'tan korkunuz ve aranızı düzeltiniz, " (el-Enfâl, 8/1) emrine uymayı hayatımız için bir düstûr kabûl etmeliyiz

Diğer taraftan, Hz Peygamber (sas) müslümanlara arabuluculuk yapmalarım tavsiye ettiğini, kendilerinin de bizzat gidip dargın ve birbiri ile anlaşamayan müslümanları barıştırdığını biliyoruz

Bir gün Resulullah ashabına: "Size, namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şey göstereyim mi?" buyurdu Onlar: "Evet, ya Resulullah, " dediler Peygamberimiz de sözüne devamla: "Arabulmak, barıştırmaktır; Çünkü aranın bozulması saçı kökünden kazır demiyorum, dini kazır" (Tirmizî, Kıyâme, 56), buyurdu

Bir gün, Medine yakınlarındaki Kuba halkı döğüşmüş, hatta birbirlerini taşlamışlardı Bunu haber alan Peygamber Efendimiz, ashabına: "Haydi bizimle geliniz de onların aralarını düzeltelim," buyurmuş ve Kuba'ya gitmişti (Buhârî, Sulh, 2) Başka bir hadislerinde de Resulullah şöyle buyurmuştur: "Halkın arasını düzelten ve bunun için iyilik kasdiyle söz taşıyan ve yine iyilik düşüncesiyle yalan söyleyen, yalancı değildir" (Buhârî, Sulh, 1)

Bilindiği gibi yalan büyük günahlardandır Karı-koca ve diğer insanların arasını bulmak için buna müsaade edilmesi arabuluculuğun ne kadar önemli bir ahlâkî görev olduğunu göstermektedir

Hz Peygamber:

"Birbirinize kin tutmayın, birbirinizle hasedleşmeyin, birbirinizden arka dönüp uzaklaşmayın Ey Allah'ın kulları! Birbirinizle kardeş olun Bir müslümanın din kardeşini üç günden fazla terk etmesi (yani dargın durması) helâl olmaz," (Müslim, Birr ve Sıla, 23) buyurmuştur

Öyleyse, birbirine dargın olan müslümanların, Peygamber Efendimizin yasakladığı bir konuda kendilerine yardımcı olmaya çalışan, yani onları barıştırmaya, aralarını bulmaya gayret eden müslüman kardeşlerine yardımcı olmaları da ahlâkî görevleri arasındadır Dargın müslümanlar, inatla dargınlıklarını devam ettireceklerine, dinin üç günden fazla dargın durmayı yasakladığını, atalarımızın: "Müslümanın müslümana küslüğü tülbent kuruyuncaya kadardır," dediğini düşünerek arabuluculuk yapmak isteyenlerin bu hayırlı teşebbüslerini bir barışma vesilesi saymalıdırlar

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur; ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna Bunları, Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz" (en-Nisâ, 4/114)

Bu ayet bize, arabuluculuğun, diğer iyiliklerde olduğu gibi, çıkar gözetilmeden sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini, ancak böyle bir düşünce ile yapılan arabuluculuğun ahlâki bir değer ifade edebileceğini göstermektedir

Dinimiz, arabuluculuğu büyük bir fazilet olarak teşvik ederken, aksine arabozmak için söz taşımayı da büyük günah saymıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #152
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Amel-i Kesîr

Çok amel, çok iş

Amel sözlükte; iş, eylem, hareket demektir Kesîr ise çok anlamına gelir Sıfat tamlaması olarak "çok hareket" demektir Fıkıhta namazı bozan işlerle ilgili olarak kullanılan bir terimdir Bir kimse namazda iken, dışarıdan gören kimsenin onun namazda olmadığında şüphe etmeyeceği derecede ilâve hareketler yapıyorsa buna "amel-i kesir" denir Eğer dışarıdan bakan kişi, namaz kılanın namazda olup olmadığında şüphe ederse, buna "amel-i kalîl (az hareket)" denir Namazda yapılan çok hareket (amel-i kesir) namazı bozar Meselâ namaz kılan kimsenin, namaz içinde ceketini çıkarması, çorap giymesi, birisiyle konuşması gibi Paltonun eteklerini toplama, takke veya sarığı düzeltme gibi hareketler ise az hareket (amel-i kalîl) sayılır ve namazı bozmaz Ayrıca maliki mezhebinde amel-i kesîr'in namaz cinsinden de olmaması gerekir Hareketin kasten veya unutarak olması sonucu değiştirmez

Namaz kılan, namaz cinsinden ilâve bir hareket yaptığı zaman, -rükû' yahut secdeleri fazla yapmak gibi-, eğer bunu kasten yapmışsa, hareketin azı da çoğu da namazı bozar Eğer bunu unutarak yapmışsa, namazı bozmaz Nitekim sözlü olan fazlalıklar, fâtiha'yı iki defa okumak gibi, kasten olsa bile, mutlak olarak namazı bozmaz Ancak yanlışlıkla olmuşsa "sehiv secdesi*" yapılır

Namazda göğsün kıbleden başka tarafa çevirilişi namazı bozar Ancak bunu yapmaya zorlanılmış olur veya zorunlu sebeplerle yapılmış bulunulursa, bu şekilde namazın rükünlerinden bir rükûn edâ edilinceye kadar kalınmadıkça namaz bozulmaz Eğer insan bu hareketi isteyerek ve özürsüz olarak yapmışsa namaz bozulur Aksi hâlde, göğsü çevirme az olsun çok olsun namaza zarar vermez (el-Cezîrî, Kitabü'l-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, I, 305-306)

Fürû' kitaplarında amel-i kesîr ve kalîl için şu ölçüler verilmiştir:

1) Uzaktan bakanın namaz kılan şahsın, yapması sebebiyle namazda olmadığına şüphe etmediği iş amel-i kesîr; namazda olup olmadığında şüphe ettiği iş ise amel-i kalîl'dir

2) Âdet olarak iki elle yapılan iş amel-i kesîrdir Bunun bir elle yapılması hükmü değiştirmez Sarık sarmak, kemer bağlamak gibi Âdeten bir el ile yapılan iş amel-i kalîldir Takke giymek ve çıkarmak gibi Ancak bunu üç defa tekrar ederse ameli kesîr olur

3) Birbiri ardınca yapılan üç hareket amel-i kesir, değilse amel-i kalîl sayılır

4) Amel-i kesîr kasten yapılan iştir

5) Durum namaz kılanın görüşüne bırakılır Onun çok gördüğü iş ameli kesir, az gördüğü ise amel-i kalîldir (İbn Âbidîn Terc, İstanbul 1982,II, 537, 538)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #153
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Amel

İş, vazife, hareket, idare, daire, işlemek, yapmak, davranış, etki, ibadet, hayırlı iş Daha ziyade canlıların bir maksatla yaptıkları işe amel denir Yapılan işte bir gaye ve maksat yoksa buna fiil denir, amel denmez (Râgıb el-Isfahânî, Müfredât, 348) Çoğulu "a'mâl" gelir Gramerde amel, âmilliği, yani bir kelimenin diğer bir kelime üzerindeki tesirini ifade eder

Amel, iyi (sâlih) ve kötü (seyyi') amel olmak üzere ikiye ayrılır insan yeryüzüne, nasıl davranışlar göstereceği, iyi ve kötü amellerden neler yapacağı belli olsun diye çıkarılmıştır Ayetlerde; "Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur" (el-Mülk, 67/2), "şüphesiz ki, sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz (Ey Muhammed) sabredenleri müjdele" (el-Bakara, 2/155), "Her can ölümü tadacaktır Biz, sizi denemek için hayır ve serle imtihan ederiz Siz ancak bize döndürüleceksiniz " (el-Enbiya, 21/35) buyurulur

İslâm'da bir iyiliğin ve sâlih amelin dünya ve ahirette ecir ve sevap kaynağı olması için bu ameli işleyen kimsenin imanlı olması şarttır Bu konuda iman ön şarttır İman da; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allâh'tan olduğuna inanmayı kapsamına alır

Ayetlerde şöyle buyurulur: "Asra yemin olsun ki, insan şüphesiz maddî manevi büyük kayıp içindedir Ancak iman edenler, sâlih amel işleyenler, birbirine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır" (el-Asr, 103/1-3), "İnkâr edip, imansız olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını feda (tasadduk) etseler bile kabul olunmayacaktır Onlar için can yakıcı bir azap vardır Onların bir yardımcıları da yoktur" (Âli İmrân, 3/91)

Sâlih (iyi) amelin özü, Allah'u Tealâ'nın emirlerini üstün tanımak, Allah'ın hükümlerini yeryüzünde uygulamak, onun din ve şeriatını korumak, yarattıklarına şefkat beslemek ve yardım etmektir Salih ameller ikiye ayrılır Birincisi; bedenî ibadetler gibi, yükümlünün önce ve bizzat kendisine yarar sağlayan ve kendisinin iyileşmesine yarayan amellerdir Namaz, cihat, küfürle mücadele, Allah'ın dinini yeryüzünde hakim kılmak için gayret sarfetmek ve bunun gerçekleşmesi için Allah'a dua istiğfarda bulunmak, oruç tutmak bunlar arasında sayılabilir ikincisi; zekât ve sadaka gibi başkalarına yararı olan amellerdir (M H Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 6079, 6080)

Allah'ın yasakladığı işler de kötü amel sayılır Allâh'u Teâlâ insana irade-i cüz'iyye vererek, iyi ile kötü, hayır ile şer arasında ona belli ölçüde serbestlik tanımıştır insan kendi isteği ile tercihini yapar Bu yüzden de yaptığı işlerden sorumlu olur Dünyadaki amellerinin sonucuna göre de ahirette karşılık görür

Kur'an-ı Kerîm'de iyi ve kötü amellerden ve bunların sevindirici veya üzücü sonuçlarından söz eden pek çok ayetler vardır:

"Onlar, Allah'ın yanında bir başkasını ilâh edinip, ona kulluk etmezler Ölümü hak edenler dışında, Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar Zina etmezler Kim de bunları yaparsa işlediği günahın cezasını görür kıyamet günü azâbı kat kat olur O korkunç azâbın içinde hor ve hakir bir halde ebediyen kalır Ancak tevbe eden, imanında samimi kalıp salih amel işleyen bunun dışındadır İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir Allah gafûrdur, rahimdir (Çok affeden ve çok merhamet edendir)" (el-Furkan, 25/68-70) "Kim tevbe edip, salih amel işlerse, şüphesiz o, Allah'a hakkiyle yönelmiş olur" (el-Furkan, 25/71)

Yukarıdaki ayetlerde zikredilen adam öldürme ve zina gibi en ağır kötü amellerden sonra, tövbe edenlerin azaptan istisna edilmesi, katilin ve zaninin de tövbesinin geçerli olduğunu gösterir

"Kim bir mümini kasden öldürürse, onun cezası; içinde devamlı kalmak üzere Cehennem'dir" (en-Nisa, 4/93) Bu ayet, katilin affedilmeyeceği anlamında değildir Ayet Medine'de nazil olmuş olsa bile mutlak*tır Manası, katilin tövbe etmeden önce vefat etmesine hamledilmiştir

Hz Peygamber'e hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca şu cevabı vermiştir: "Kişinin elinin emeği ve hayırlı olan (mebrûr) alış-veriştir" (Ahmed b Hanbel, III, 466, IV, 141; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1967, III, 60, 61)

Amellerin değeri imandan sonra niyete*de bağlıdır Yüce duygu ve amaçlar taşımayan veya kötü amaçlar için yapılan bazı âmeller kişiye fayda sağlamaz Meselâ, ashâb-ı kirâm Medine'ye hicret ederken Mekke müşriklerinin kötülük ve baskılarından kurtulmak, Medine'de daha güzel ibadet, taat ve amellerde bulunmak, İslam'ı, oradan cihana yaymak gibi düşüncelerle dolu idiler İçlerinden birisi ise, nişanlı olduğu kadın hicret ettiği için, sadece onunla evlenmek niyet ve düşüncesiyle Medine'ye gelmişti işte Hz Peygamber, diğer muhacirlerin büyük ecir ve mükafatlara nail olduklarını bildirirken onun da istediği kadına kavuşmakla niyetine ulaştığını, ancak hicret sevabından mahrum kaldığını haber verdi Bunun üzerine "Ameller ancak niyetlere göredir" (Buhârî, Bedü'l- Vahy, 1; Müslim, İmâre, 155) buyurdu

"Biriniz müslümanlığı iyi yaşadığı zaman, kendisine işlediği her iyi amel on katından yediyüz kata kadar katlanmış olarak yazılır Yaptığı her kötülük de misliyle (ceza) olmak üzere yazılır" (Buhârî, İman, 31; Müslim, İman, 205)

"Birr (iyilik, sıla) ahlâk güzelliğidir İsm (günah ve günaha sebep olan şeyler) ise, kalbini gıcıklayan ve insanların bilmesini hoş görmediğin şeylerdir" (Müslim, Birr ve Sıla, 14; Tirmizî, Zühd, 52; Dârimî, Rikâk, 23)

"Gerçek müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların selâmette kaldığı kimsedir" (Buhârî, İman, 4-5; Müslim, İman, 64)

"Nerede ve hangi hâlde olursan ol Allah'tan kork Kötülük işlemişsen hemen bir iyilik yap ki, o iyilik kötülüğün günahını silsin insanlara güzel muamelede bulun" (Tirmizî, Birr ve Sıla, 55; Ahmed b Hanbel, Müsned, III, 5; Dârimî, Rikâk, 47)

Başkalarını iyi ve güzel ameller işlemeye davet etmek, Allah ve Resulünün övdüğü bir davranıştır

Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur:

"Hayrın işlenmesine vesile olan kimseye o hayrı işleyenin ecri kadar ecir vardır" (Müslim, İmâret, 133; Ebû Dâvud, Edeb, 115; Tirmizî, İlim, 14)

"Doğru bir yola çağıran kimse, ona tabi olanların ecirleri kadar kendisi de ecir alır Bu, tabi olanların ecrinden bir şey eksiltmez Kötü bir yola davet eden kimse de, ona tabi olanların günahlarından hiç bir şey eksiltmez" (Müslim, İlim, 16, Zikir, 1; Ebû Dâvud, Sünnet, 6; Tirmizî, ilim, 15)

"İslâm'da güzel bir çığır açan kimse hem o çığırın, hem de o çığırla amel edenlerin ecrini kazanır" (Müslim, Zekât, 70; Ebû Dâvud, Sünnet, 6)

Sonuç olarak yukarıda verilen ayet ve hadislerden de anlaşıldığı gibi, amel yalnız ibadetlerden ibaret olmayıp, günlük hayatta bir müslümanın diğerine veya topluma karşı yaptığı güzel iş, yardım ve muameleler de bu niteliktedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #154
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Âlu Ya'kub

Hz İbrahim'in oğlu Hz İshak'ın oğlu Hz Ya'kub ve onun neslinden gelenler için kullanılan Kur'anî bir tabir

Âlu Ya'kub hakkındaki bilginin toplandığı Yusuf suresinde ilâhî ifadeyle Hz Ya'kub, oğlu Hz Yusuf (as)'a şöyle demiştir: "Rabbin seni (peygamber olarak) seçecek, sana rüyaların tabirini öğretecek, daha önceki ataların İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Âlu Yakub'a (Ya'kuboğulları'na) da nimetini tamamlayacaktır Şüphesiz ki Rabbin alîm'dir, hakim'dir" (Yusuf, 12/6)

Gerek bu ayette gerekse Hz İbrahim (as) ve onun ailesiyle ilgili ayetlerde Cenâb-ı Allah'ın bu nesli ve bu nesilden gelenleri tevhîd akidesinin tebliğcileri ve bu tebliğ ile görevliler olarak seçtiği görülmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #155
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Alu Imrân Sûresi

Kuran-ı Kerîm'in üçüncü suresi Sure, Medine'de nazil olmuştur Surenin 33 ayetinde Musa (as)'ın babası İmrân'dan bahsedildiği için 'İmrân Âilesi' anlamına bu adı almıştır

Söz konusu ayette " Nuh 'u İbrahimoğulları ve İmrân Ailesini âlemlere üstün kıldı " denilmektedir

Bu sure, hicretin ikinci yılında meydana gelen Bedir savaşı sonrasıyla üçüncü yılında vukûu bulan Uhud savaşını konu edinip müslümanların Medine-i Münevvere'deki hayatlarından bazı bölümlerin dile getirildiği iki yüz ayetten ibarettir

Âli imrân Suresi, nazil olduğu yıllardaki Medine'de yaşayan müslümanların çevresini kuşatan hile, desîse ve karışıklıkları sonsuz bir canlılıkla tasvir etmekte düşmanlarının yalnız hareketlerini değil, aynı zamanda içerideki kin ve hasedi, zihinlerdeki korkunç plânları da bir tablo halinde gözler önüne sermektedir

Sure bize, Medine'deki ihlâslı müslümanların durumunu aktarırken adeta içinde bulunduğumuz zamanı da yeniden geldiğimiz nokta ile birleştirip sergilemektedir Bu endişe veren durum karşısında hidayet rehberimiz olan Kur'an-ı Kerîm, özellikle bu suredeki ayet-i celileler; tuzak ve fitneleri önlemek, yaygara ve şüpheleri bastırmak, kalpleri ve atılmış adımları sabitleştirmek, fikir ve ruhlara hitap etmek, hadiseleri tahlil edip ortaya ibretler çıkarmak, İslâm'ın tasavvur olunan binasını kurmak ve buna gölge düşürecek hususları yok etmek, İslâm topluluğunu İslâm düşmanlarının amansız hile ve tuzaklarından korumak için onları uyaran prensip ve kanunlar ortaya koymaktadır Şöyle ki:

"Allah Başka ilâh yok Ancak, Hayy ve Kayyum 'dur "( 1 )

"O, sana kitabı hak ve kendinden öncekileri tasdik edici olarak indirdi Bundan önce de insanlara yol gösterici olarak Tevrat ile İncil'i indirmişti Bir de hak ile batılı ayırt eden Furkan'ı indirdi Gerçekten Allah'ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli azap vardır Allah, 'Aziz'dir, intikam sahibidir "(3-4)

"Şüphesiz ki gökte ve yerde hiç bir şey Allah'dan gizli kalmaz "(5)

"Şu inkâr edenlerin malları ve çocukları Allah'a karşı onlara bir şey sağlamaz ve onlar, ateşin çırasıdırlar" (10)

"Karşılaşan şu iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır Biri Allah yolunda döğüşüyordu Diğeri de kâfir idi Onlar, öbürlerinin kendilerinin iki katı olduklarını görüyorlardı Allah, dilediğini yardımı ile destekler Görebilen için bunda ibretler vardır "(13)

"Doğrusu Allah indinde tek geçerli din, İslâm 'dır Ancak, kendilerine kitap verilenler kendilerine ilim geldikten sonra, ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki Allah, çabuk hesap görücüdür"(19)

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz Ve o, ahirette en büyük zarara uğrayanlardandır "(85)

"De ki, "Ey mülkün sahibi olan Allahım, sen mülkü dilediğine verirsin Sen mülkü dilediğinden alırsın Sen dilediğini aziz edersin Sen dilediğini zelil edersin Hayır yalnız senin elindedir Sen, şüphe yok ki her şeye kadirsin"(23)

"Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler Kim böyle yaparsa Allah'dan ilişiği kesilmiş olur Ancak onlardan sakınmış olma hâliniz müstesna Allah, size kendisinden korkmanızı emrediyor Ve dönüş Allahadır "(28)

"Doğrusu İbrahim'e yakın olanlar ona uyanlar; şu Rasûl ve iman edenlerdir Ve Allah, inananların dostudur "(68)

"Yoksa Allah'ın dininden başka din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde ne varsa ister istemez ona teslim olmuştur Ve ona döndürüleceklerdir "(83)

"Ey iman edenler, eğer kendilerıne kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız imanınızdan sonra sizi çevirir, kâfir yaparlar "(100)

"Ey iman edenler, Allah'dan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun Ve her hâlde müslüman olarak can verin "( 102)

"Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün Hani siz düşman idiniz de o, kalplerinizin arasını uzlaştırdı Ve onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz Siz, ateş çukurunun tam kenarında idiniz, o, sizi oradan kurtardı Doğru yola erişesiniz diye işte Allah, ayetlerini size böylece açıklar "( 103)

"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz Ma'rûfu emreder, münkerden nehy edersiniz Ve Allaha inanırsınız Ehl-i Kitap da inanmış olsaydı kendileri için hayırlı olurdu İçlerinden iman edenler olmakla beraber çoğu, gerçek dinden çıkmış fâsıklardır "(110)

"Ey iman edenler, sizden olmayanı dost edinmeyin Onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar Sıkıntıya düşmenizi isterler Öf keleri ağızlarından taşmaktadır Sînelerinin gizlediği ise daha büyüktür Size âyetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz "(118)

"İşte siz o kimselersiniz ki, onlar sizi sevmezken, siz onları seversiniz Kitapların bütününe inanırsınız Onlar ise ancak sizinle karşılaştıkları zaman, 'iman ettik' derler Yalnız başlarına kaldıkları vakit de size öfkelerinden parmaklarının uçlarını ısırırlar De ki "öfkenizden geberin", gerçekten Allah, onların sinelerindeki özü hakkıyla bilir "(119)

"Size bir iyilik dokunursa onları üzer Başınıza bir felâket gelirse buna sevinirler Sabreder sakınırsanız onların hilesi size zarar vermez Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını ilmi ile kuşatır"(120)

Bu ayetlerden aynı düşmanların yeryüzünde İslâm'ı ve Müslümanları nasıl hedef aldıkları, İslâm akîdesini bozmak için içteki fâsık ve münafıklarla birlikte nasıl çalıştıkları rahatlıkla anlaşılmaktadır Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'in kıyamete kadar sürecek dünya hayatının bir kitabı ve müslümanların hidayet rehberi olduğu bir gerçektir Bu gerçeğe ve onun ayetlerine ancak şeytanın adamları kulak tıkar ve gözlerini kapatırlar

Âli İmrân Suresi böyle bir yapının yanında üç temel meseleyi dile getirmektedir Bunların birincisi genel hatlarıyla din olayı ve özel anlamıyla İslâm'dır Din, sadece Allah'a iman etmek ve bu kuru iman anlayışıyla yetinmek demek değildir Din kesin bir ifadeyle sağlam bir tevhid inancıdır Yani tek bir 'ilâh'ın üstün hâkimiyetine katıksız olarak iman etmektir Bütün insanlık ve kâinat üzerinde hakim ve tek tasarruf sahibi olan ilâhî kudretin birliğini ve yegâneliğini kabul etmektir

Surenin muhtevasında mevcut olan ikinci husus ise; müslümanlarla Rabb'leri arasındaki durumun tasviridir Müminlerin Allah'a olan teslimiyetleri, ondan gelen her şeyi tartışmasız, yorumsuz ve memnuniyetle kabul edip büyük bir titizlikle onun emirlerine uymaları ve ona bağlanmalarıdır

"Onlar ki: "Ey Rabbiniz, biz gerçekten iman ettik Artık günahlarınız bağışla ve bizleri ateş azabından koru" diyenler, sabredenler, sadakat gösterenler, onun huzurunda divan duranlar, infâk edenler, seherlerde Allah'tan mağfiret isteyenlerdir Allah'ın ayetlerini az bir pahaya (küçük bir dünya menfaatine) değişmeyenlerdir "

Suredeki üçüncü önemli meseleye gelince; Kur'an, müminlerden başkasını dost edinmekten kaçınmayı, kâfirlerin bir değeri olmayan aldatmalarına kulak verilmemesini, Allahın emirlerinden uzak ve İslâm'a uymayan kötü yaşayış tarzlarını kabul edip onları dost edinmenin iman ile bağdaştırılamayacağını son derece büyük bir açıklıkla ifade etmektedir

Birbirleri arasında çok sıkı ilişki bulunan bu üç mesele, yani insanlığın Allah'ı bilip ona tam bir iman ve teslimiyetle bağlanması, 'tevhîd'in anlamını kavrayarak hayatını buna göre düzenlemesi ve böyle sağlam bir İslâmî anlayışa sahip olarak, Allah'ın düşmanları karşısında izleyeceği tavizsiz bir tutum ve davranışla kâfirlerin dostluğundan uzak kalınması hususları sûrenin temelini oluşturmaktadır

Surenin bir kısmı Necrân Hristiyanları hakkında nazil olmuştur Necrân, Hicazla Yemen arasında bir şehir idi O zamanlar burada çok sayıda Monhofist (Yakûbî) mezhebine mensup Hristiyan oturuyordu Necrân Kâbesi diye ünlü bir kilisesi vardı Roma İmparatorları buraya büyük maddî yardımlarda bulunurlardı

Âli İmrân suresinin faziletine dair bazı hadis-i şerifler varid olmuştur Ezcümle: Ebû Ümâme (ra)'den rivayete göre Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuşlardır: "Kur'an okuyun, çünkü o, kıyamet gününde ehl-i Kur'an olanlara şefaat eder Bakara* ve Âli imrân surelerini okuyun Çünkü bunlar kıyamet gününde iki bulut, yahut iki gölgelik veyahut iki kuş bölüğü gibi gelir, sahiplerine şefaat ederler Bakara suresini okuyun Çünkü ona sahip olmak bereket, onu okumayı terk etmek nedâmettir Kötüler ona sahip olamazlar " (Müslim, Salâtu'l Müsâfirîn, 42, 804)

Ebû Yahya Süleym İbn Âmir'in rıvayetine göre Ebû Ümâme şöyle demiştir: "Bir kardeşiniz şöyle bir rüya görmüştür: Bakmış ki insanlar bir dağ yolunda yürüyorlar Dağın tepesinde de iki yeşil ağaç bulunuyor Ağaçlar söyle sesleniyorlar: 'içinizde Âli İmrân suresini okuyan var mı?' Eğer biri,evet' derse dallarını sarkıtıyor, adamı yukarı çekiyorlar"

"Birisi Abdullah ibn Mes'ud'*un yanında Bakara ve Âli imrân surelerini okudu Ona: "içinde ism-i âzam bulunan iki sureyi okudun O ism-i âzam ki onunla yapılan her dua kabul olur, her istek yerini bulur" dedi

Hz Ka'b şöyle demiştir: "Her kim Bakara ve Âli İmrân surelerini okursa bunlar kıyamet günü gelir, o adam hakkında, ya Rabbi, bunun için aleyhinde diyecek bir şeyimiz yok, derler" (Dârimî, Fedâilu'l-Kur'an, 15)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #156
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



ÂLU İMRÂN

Hz Musa (as) ile kardeşi Hz Harun (as)'un babaları İmrân'ın adına nisbet edilen aile, İmrân ailesi Aynı zamanda Hz Meryem'in babasının da adının İmrân olmasından dolayı İmrân ailesi denince hangisinin kasdedildiği hakkında iki görüş ortaya çıkmıştır Ayet-i Kerime'de bu konuda açıklık yoktur "Allah, Âdem'i, Nuh'u İbrahim ailesini ve İmrân ailesini (Âl-i İmrân'ı) birbirlerinin soyundan olarak âlemlerden üstün kılmıştır Allah hakkıyla işiten ve her şeyi çok iyi bilendir" (Âli İmrân, 3/33-34) Bu ayeti izleyen ayetlerde Hz Meryem'den söz edildiği için burada kastedilen ailenin Hz Meryem'in babası İmrân'ın ailesi olduğu kanaatı ileri sürülmektedir Fakat ulû'l-azm peygamberler olan Hz Âdem, Hz Nuh ve Hz İbrahim (as) sayılırken ayette bunlardan hemen sonra Âli İmrân'dan söz edildiğine göre burada kasdedilenin Hz Musa ve ailesi olduğu hususunda ikinci bir görüş ileri sürülmektedir ki, genellikle bu görüş tercih edilir Kur'an-ı Kerim'in Âli İmrân suresi de adını yukarıda söz konusu ettiğimiz ayette geçen Âli İmrân tabirinden almaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #157
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Alu İbrahim

Hz İbrahim'in soyundan gelenler, onun ümmeti ve milleti olanlara verilen isim Kur'an-ı Kerîm'de birçok yerlerde Hz İbrahim (as)'in adı tekrarlanmaktadır Bunlardan birinde "Gerçekten Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim Hânedânını (Âli İbrahim) ve İmrân ailesini âlemler üzerine seçkin kıldı" (ÂIi İmrân, 3/33) buyurulmaktadır Bazı müfessirler, Âli İbrahim tabirinden, İsmail ve İshâk (as) ile onların zürriyetinin kasdedildiğini söylemektedirler Ayrıca Hz Muhammed (sas)'in de bunlara dahil olduğu belirtilmektedir Bu arada Âli İbrahim tabirinin Hz Peygamberin (sas) ümmetini de içine aldığını söyleyenler olmuştur Buna delil olarak namazlarda oturma anında okunan salât duası gösterilmektedir Bu ifadelerde Âli İbrahim'den bütün müminlerin kasdedilmiş olduğu belirtilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #158
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Altın Kullanmak

İslâm dini süslenmeyi mübah görmüş, ve hatta bazen ve gerektiği yerlerde teşvik etmiştir

Cenâb-ı Hak; "De ki Allah'ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?" (el-A'râf 7/32) buyurmuştur

Fakat bunların yanında erkeklere haram, kadınlara da helâl gördüğü ziynet eşyaları da vardır Erkeklere haram olan ziynet eşyaları, altın ve saf ipektir Hz Ali ibn Ebu Talib (ra)'dan rivayet edilen bir hadisde Resulullah Hz Muhammed (sas) şöyle buyurmuşlardır:

"Resulullah (sas), ipeği sağ eline, altını da sol eline alarak buyurdu:

"Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır" (Tirmîzî, Libâs 1; İbn Mace Libâs 19)

Yine bir gün, bir adamın elinde altın yüzük gördüğü zaman, onu çıkarıp attı ve buyurdu ki:

"Herhangi biriniz tutuşmuş bir ateş parçasını eline almaya yeltenir mi hiç?"

Resulullah (sas) oradan ayrıldıktan sonra adama, yüzüğü alıp ondan faydalanmasını söylediler Bunun üzerine adam: "Resulullah onu alıp attıktan sonra vallahi almam" dedi (Müslim, Libâs 52)

İsrafa dalanların yanında gördüğümüz, altın kalem, altın saat, altın çakmak altın sigara kutusu, altın ağızlık ve benzerleri de fakihlerce altın yüzük gibi görülmüştür Gümüş yüzük kullanmayı ise İslâm helâl görmüştü

Abdullah ibn Ömer'den rivayet edilen bir sünnette, "Resulullah gümüşten bir yüzük edinmiş ve eline takmıştı" (Ebû Dâvud, Hatem 4; Tirmîzî, Libâs 43) Ayrıca sahabe-i kirâmın gümüş yüzükleri vardı

İslâm, altını erkeklere haram kılmakla, ahlâkî ve terbiyevî yüce bir hedefe yönelmiştir İslâm, erkeğin erkekliğinin korunması gerektiğini, zayıflığın ve başkasının önünde eğilmenin doğru olmadığını belirtmek ister Perişan olmanın belirtilerinden erkeği muhafaza eder Allah'ın, kadının terkibinden daha başka bir uzvî bir terkiple yarattığı erkeğe, kadınlara benzemek ve çeşitli süslerle öğünmek yakışmaz Bu haramlaştırmanın arkasında ayrıca sosyal bir hedef de yatmaktadır

Altın ve gümüş eşyanın kullanılması keyfiyeti, İslâm'ın genel olarak israfa karşı açtığı savaşa ait programın bir parçasıdır Kur'an nazarında israf, milletleri helâk oluşla tehdit eden çözülme ve bozulmanın bir benzeridir Zira israf sosyal bozulmanın başlangıcıdır israf hayırlı ve doğru bütün yolların, prensiplerin düşmanıdır Kur'an-l Kerim'de:

"Bir memleketi yok etmek istediğimiz zaman nimet ve refahdan şımarmış ele başlarına emir veririz Ama onlar yoldan çıkarlar Artık o memleket yok olmayı hak eder Biz de onu yerle bir ederiz " (el-İsrâ 17/16)

İslâm, müslümanın hayatındaki israfın bütün belirtilerini haram kılmıştır Erkeklere altın ve ipekli giymeyi haram kıldığı gibi, erkek ve kadın bütün müslümanlara altın ve gümüş kap kullanmayı da haram kılmıştır

Bundan başka bu hükmün değerli bir iktisadî yönü vardır Altın, dünya piyasalarında en önemli bir maddedir Bunun için onun erkeklerin kadınlar gibi süs eşyası veya kap-kacak olarak kullanmasını doğru bulmamıştır

İslâm, kadının doğuştan süse ve ziynet eşyasına karşı meyilli olduğunu gözönüne alarak erkekleri sapıtma ve şehveti kamçılama yolunda kullanmamak şartıyla, yukarda belirtilen haramlaştırma hükmünden kadınları istisna etmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #159
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Amel-i Salih

İyi, güzel, faydalı, sevaba ve Allah'ın rızasına sebep olacak, haram sınırına girmeksizin kişinin iman, iyi bir niyet ve ihlâs ile yapmış olduğu davranışlar

"Amel", iş manasına gelir "salih" ise, elverişli, yararlı, yarayışlı demektir Dolayısıyla amel-i salih; kişiye ahiret saadetini sağlamaya, Allah'ın rızasını kazanmaya elverişli olan, Allah katında bir değer ifade eden davranışlardır

İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran, onu çepeçevre sararak koruyan salih amellerdir Amel-i sâlih Kur'an-ı Kerîm'de doksan küsür yerde doğrudan doğruya veya dolayı olarak emredilmiştir Sâlih amelden sözeden ayetler genellikle, önce imana değinerek başlarlar Bunların hep "İman edip salih amel isleyenler" şeklinde oldukları görülmektedir Bu da iman ile amelin, bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğunu ortaya koyar iman olmadan güzel davranışların hiçbir önemi olmadığı gibi, salih amel olmadan da kuru bir imanın tadı yoktur

Bir müslümanın imanını salih amellerle bütünleştirmesi, dünya ve ahiret hayatına bağlı olarak bütün davranışlarını güzelleştirmesi gerekir İslam'ın müminlerden istediği iman ve salih amel budur Nitekim Cenâb-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de kurtuluşa erebilecek kimseleri şöyle tanıtıyor: "Asr'a yemin olsun ki hiç şüphesiz insan hüsrandadır Ancak iman edip salih amel işleyenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna" (el-Asr, 103/1-3) "Muhakkak ki iman edip salih amel işleyenler, yaratıkların en hayırlısıdırlar" (el-Beyyine, 98/7) Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi imanın yanında mutlaka salih amel gerekir Bu da İslâm'ın bütün emir ve yasaklarının yeryüzünde uygulanması, insanların hayatına hakim kılınması için gereken amelî ve sözlü tebliğdir Allah'ın emirlerini uygulayıp, bunları kendi nefislerinde yaşayarak toplumda yerleşmesi için çalışmak amel-i salihtir En hayırlı yaratık olmanın şartı budur Kur'an-ı Kerîm'de salih amel'den söz eden bütün ayetlerde hemen hemen önce imandan söz edilmektedir

"Kadın, erkek iman etmiş olarak kim salih amel islerse ona güzel bir hayat yaşatacağız Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz " (en-Nahl, 16/97)

"İşte o gün hükümranlık Allah'ındır, O aralarında hükmeder İnanıp salih amel isleyenler, en güzel Cennetlerdedir" (el-Hacc, 22/56)

"İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini örteriz Onları yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız" (el-Ankebût, 29/7)

"İman edip salih amel isleyenleri iyilerin arasına koyarız " (el-Ankebût, 29/9)

Amel-i salih ister istemez ihlâsı çağrıştırır, işin salih olması ancak Allah rızasının mutlaka gözetilmesi ile gerçekleşir Amel, Allah rızası için olacak ve insan bu amelinin karşılığını yalnız Allah'tan isteyip yalnız ondan bekleyecektir İnsanların hoşnutluğunu ve beğenisini kazanmak için yapılan ameller asla amel-i salih değildir Zira buradaki niyet bozukluğu insanı ihlâssızlığa ve riyaya götürür Riya ile yapılan amellere ise Cenâb-ı Hak iltifat etmez ve karşılığını da vermez

Amel-i salih, Allah'ın rızası gözetilerek yapılmış bir amel olursa kişinin duasının kabul olunmasına sebep ve vesile olabilir İnsan sıkıntı anlarında daha önceden yapmış olduğu salih bir amelden dolayı Allah'ın izniyle sıkıntıdan kurtulabilir

Bu hususta müttefekun aleyh olarak nakledilen hadis meşhurdur Pek uzun olan bu hadiste kısaca şu olay anlatılır: "Üç kişi yağmurdan korunmak için bir mağaraya girerler ve mağaranın ağzına bir taş yuvarlanıp mağaranın kapısı kapanır Duadan başka çareleri yoktur Onlardan birisi anne-babasına hürmette en ufak bir kusurda bulunmadığını, diğeri çalıştırdığı işçinin hakkına son derece riayet ettiğini ve kendi uhdesinde kalmış olan işçinin hakkını yine onun namına çalıştırıp büyük bir meblağlarak yıllar sonra ona verdiğini, öbürü ise her türlü imkân ve uygun bir ortam mevcut olduğu hâlde zina etmediğini, bütün bunları da sadece Allah rızası için yaptıklarını söyleyerek o sıkıntının giderilmesini dilerler Sonunda Allah'ın izniyle tas yuvarlanır gider ve onlar da kurtulur" (Buhârî, Edeb, 5; Müslim, Zikir, 100) Burada bizler için ibretler mevcuttur: Kişi sıkıntıya düşebilir O anlarda Allah'a dua ederken zikretmesi gereken amel-i salihi bulunmalı, o güne kadar kişi, amel defterine bu türden ameller kaydettirmelidir ihlâsla yapılan amel, inciye benzer Ne kadar küçük olursa olsun o yine de çok kıymetlidir

Allah, kendisine ulaşmamız için vesileler aramamızı emreder (el-Mâide, 5/35) "Vesile" kelimesinin akla getirdiği mana ise Allah'ı razı edecek amel vb dir (İbn Kesîr, Tefsir, II, 563)

Bu arada hayırlı evlâd da amel-i salih cümlesinden sayılmıştır Hayırlı evlâd yetiştirmek zamanımızda müslümanlar için hayli önem arzeden bir meseledir Resulullah (sas): "İnsan ölünce ameli kesilir (amel defteri kapanır) Ancak üç şey müstesna (onlar yazılmaya devam eder): Sadakayı cariye (insanların uzun zaman istifade ettiği çeşme, yol, köprü, hastahane, cami), kendisinden istifade olunan ilim (kitap vb), kendisine duacı olan salih evlâd" buyurmuştur (Ebû Dâvud, Vesâyâ; 14; İbn Mâce, Mukaddime; 20) Evlâtların, amel-i salih olacak şekilde yetiştirilip ardımızdan bizlere hayır dua eder bırakılması önemli görevlerimizdendir

Bunun aksine, makbûl olmayan çocuklara "amel-i gayr-i salih" denilmiştir Hz Nûh (as), kendisine isyan edip gemiye binmediği için sularda boğulan oğlunu tufandan sonra yeniden Allah'tan isteyince Allah'u Teâlâ cevaben "Ey Nûh, o, senin ailenden değildir Çünkü o, amel-i gayri salih (salih olmayan bir amel-sahibidir" (Hûd, 11/46) buyurdu

Ameli salih, imanın tabii bir semeresidir Eğer bir kalpte iman yerleşmiş ise, bu imanın gerektirdiği hareketler, yavaş yavaş ve kendiliğinden tezahür etmeye başlar Bu kaçınılmazdır Çünkü iman sadece dil ile ikrar edip monoton bir hayat tarzını benimsemek demek değil; bilâkis dil ile ikrarın yanında, müspet ve hareketli bir gerçekten ibarettir Salih amelde, vicdanda yer eden imanın, vakit kaybetmeden kendini dış dünyaya açıklaması demektir İslâm'da sözü edilen iman, işte bu şekilde salih amellerle tamamlanan bir imandır Bu imanın pasif kalmaya asla tahammülü yoktur Müminin içinden çıkıp dışına aksetmesi gerekir Eğer bir iman, bu tabii hareketi sağlayamıyorsa, o ya sahtedir veya ölüdür İman, güneşten uzak kapalı bir kutuda yetiştirilmeye çalışılan çiçek misali, sadece kişinin iç dünyasında gizlenip kalamaz Böyle bir iman yok olmaya mahkûm veya ölüme terkedilmiş demektir O ancak salih ameller ile beslendikçe kuvvet kazanır ve hayat bulur

İmanın kıymeti buradan gelmektedir iman; amel, hareket, bina ve imar işidir Kişiyi Allah (cc)'a yöneltir

"İnanıp salih ameller işleyenlere gelince Onların yaptıklarına karşılık, varacakları Cennet konakları vardır " (es-Secde, 34/19)

"İnanıp salih amel işleyenler, Cennet bahçelerindedirler Rablerinin katında onlara diledikleri verilir İşte büyük lütuf budur" (eş-Şûrâ, 42/22)

"Kim salih amel işlerse lehine, kim kötü amel işlerse aleyhinedir " (Fussilet, 41/46) "Allah'a iman edip salih amel işleyenlerin günahları affedilir " (et- Teğabun, 64/9)

"Allah, yeryüzüne salih kullarım vâris ve hakim olacaktır, diye hükmetmiştir " (el-Enbiyâ, 21/105)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #160
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Âmentü

İman ettim anlamında, iman esasları hakkında kullanılan tabir

Âmentü kelimesi Arapça olup 'âmene" fiilinin nefs-i mütekellim vahdesi (di'li geçmiş zamanın 1 tekil şahsı)dır Türkçe'de "inandım" demektir Terim olarak ise, iman esaslarını ifade için kullanılır Zira Arapça'da inanç esaslarını topluca bildiren cümleler "âmentü" kelimesiyle başlamaktadır ki şu cümlelerdir: "Âmentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusulihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'lkaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ" Bu cümlelerin Türkçe karşılığı şöyledir: "Ben, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şer her şeyin Allah'ın yaratmasıyla olduğuna inandım" İşte müslümanın âmentüsü yani inanç esasları bu cümlelerde formüle edilmiştir Bu formül elbette ayet ve hadislere dayanmaktadır Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: "Fakat birr (kişiyi Allah'a yaklaştıran her iyi şey), Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden (in bu imanı)dır" (el-Bakara, 2/177) Bu ayette ve Nisâ suresinin şu ayetinde Cenâb-ı Allah iman esaslarından beşini bir arada zikretmektedir "Ey iman edenler! Allah'a, O'nun peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a iman (da sebât) edin Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününü inkâr ederek kâfir olursa, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır " (en-Nisâ, 4/136) Cenâb-ı Allah bu ayette müminlere, Allah'a, O'nun peygamberi Hz Muhammed'e, peygamberine indirdiği Kitab (Kur'an)'a, daha önceki peygamberlere indirdiği mukaddes kitaplara inanmalarını emretmekte ve Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr edenlerin doğru yoldan tam olarak sapıp kâfir olduklarını bildirmektedir

Ömer (ra)'den sahih senetle rivayet edilen bir hadiste Hz Peygamber (sas), iman esaslarını altı madde hâlinde bildirmiştir Cibrîl hadîsi* diye meşhur olan bu hadise göre Cebrâîl (as), Hz Peygamber'in yanında ashabdan bir kısmının bulunduğu bir zamanda insan kılığında gelmiş ve Hz Peygamber'in dizinin dibine oturarak İslâm, iman, ihsan ve kıyamet hakkında bilgi edinmek ve bunları ashaba öğretmek istemiştir İmanla ilgili soruya Hz Peygamber şöyle cevap vermiştir: "İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, bir de hayrı ve şerri ile kadere inanmandır" Cebrâîl de "doğru söyledin" diye tasdik etmiştir (Buhârî, İmân, 37; Müslim, İmân, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, İmân, 4; İbn Mâce, Mukaddime, 9; Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 51) Hz Peygamberin bu ve benzeri hadislerinde, iman esaslarını altı madde halinde bildirmesiyle, iman esasları Âmentü dediğimiz cümlelerde altı madde halinde ifade edilmiştir Ehl-i Sünnet mensuplarınca ondört asırdır bu maddeler iman esasları olarak kabul edilmiş ve bu hususta icmâ-ı ümmet* tahakkuk etmiştir

Her ne kadar iman esaslarını bildiren ayetlerde (el-Bakara, 2/177; 285; en-Nisâ, 4/136) kadere imân zikredilmemişse de kadere ve kazaya imân, Allah Teâlâ'nın ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmanın gereğidir Bu sıfatlara inanma zarureti olduğu gibi bu sıfatlara iman da kaza ve kadere inanmayı gerekli kılar Kaza ve kadere inanmak demek, iyi kötü, hayır fer, acı tatil her şeyin Allah'ın bilmesi, dilemesi, takdiri ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır Ayrıca, Kur'an-ı Kerim'de mevcut bir takım ayetler kadere inanmamızı istemektedir Meselâ: "Şüphesiz biz, her şeyi bir takdir ile (kaderle, bir ölçüye göre) yarattık" (el-Kamer, 54/49), "O (Allah), her şeyi yaratıp ona bir nizam vermiş "mahlûkâtın mukadderatını tayin etmiştir" (el-Furkan, 25/2) gibi ayetler bunlardandır Kaza ve kadere imanla ilgili ayet ve hadisler birbirini teyid ederek kesinlik ifade eder

Bir insanın mümin sayılabilmesi, önce Allah'ın varlığına ve birliğine inanmasıyla gerçekleşir Kısaca "La ilâhe illallah * Muhammedün Resulullah" kelime-i tevhid*ini (birleme cümlesini) diliyle söyleyip kalbiyle buna inanan İslâm'a ilk adımını atmış olur Ancak hemen belirtelim ki bu cümle ile bütün iman esasları özlü ve toplu bir şekilde ifade edilmiş olur Allah'ı yegane ilâh tanıyan ve Hz Muhammed'i O'nun elçisi (peygamberi) kabul eden kişi, Hz Muhammed'in Allah tarafından getirdiği hükümlerin ve esasların tamamını toptan kabullenmiş ve benimsemiş demektir Zaten İslâmî bir terim olarak iman şöyle târif edilmektedir: "Hz Muhammed (sas)'in, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen İslâmî esasların, hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna gönülden, tereddütsüz inanmak ve bunların yeryüzünde uygulanmasından yana olmaktır" Bu inanca sahip kişiye de mümin denir Bütün bunlara iman edip uygulanmasını istemeyenlerin imanı yok hükmündedir

Demek ki mümin sayılabilmek için sadece Allah'a inanmak yetmiyor Allah'a inanmakla beraber Hz Muhammed'in O'nun peygamberi olduğuna ilâhi emir ve yasakların insanlar arasında uygulanmasının lüzumuna inanmak gerekiyor Yine, âmentü esasları dediğimiz imanın şartlarına yani Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şer her şeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmak icab ediyor Hatta bunlar da yeterli olmayıp; bunlarla beraber Kur'an ve mütevâtir hadislerle bildirilen ve halkın, derin bir tefekkür ve muhâkemeye ihtiyaç duymadan bilebileceği dînî hükümlere de inanmak ve uygulanmasını istemek zarûreti vardır Meselâ, beş vakit namazın farz olduğuna, rekatlarının belli sayıda olduğuna, Ramazan orucunun, zekâtın, gücü yetene hac etmenin farz olduğuna; haksız yere insan öldürmenin, şarap içmenin, ana-babaya asî olmanın, hırsızlık ve zina etmenin faiz ve yetim malı yemenin, vb haram olduğuna inanmak şarttır

İman bir bütün olup bölünme kabul etmediğinden, mümin sayılabilmek için bütün bu saydıklarımıza topluca ve herbirine ayrı ayrı inanma ve yeryüzünde bu hükümlerle hükmetmenin gereğini kabul etme mecburiyeti vardır Bu, inanılması zarûrî hususlardan birinin inkârı, tamamını inkâr sayılmaktadır ve kâfir olmaya sebeptir Hiç kimseye, imân konuları arasında bazılarına inanmak ve bazılarını reddetmek hakkı tanınmamıştır 'Biz bazılarına inanırız, bazılarına inanmayız' demek küfürdür (el-Bakara, 2/85; en-Nisâ, 4/150-151)

Âmentü esaslarının mana ve mahiyeti hakkında özetle şunları söylememiz mümkündür: 1) Allah'a inanmanın manası şudur; Allah'ın var olduğuna; birliğine, eşi, dengi, benzeri olmadığına; yegane yaratıcı olduğuna; O'ndan başka bir ilâh bulunmadığına; Allah'ın Kur'ân'da bildirilen yüce sıfatlarına, her türlü kemâl sıfatlarla muttasıf her türlü eksikliklerden uzak olduğuna; oğlu, kızı bulunmadığına; hiçbir şeye muhtaç olmadığına vb inanmak, 2) Allah'ın gözle görülmeyen nurânî ve ruhânî yaratıkları olan meleklerin varlığına inanmak, 3) Allah'ın, insanlar arasından, kendisiyle kulları arasında elçilik yapan peygamberler seçtiğine ve bunlardan ismi Kur'an'da bildirilenlerin tek tek peygamberliğine inanmak, 4) Allah'ın, peygamberlerden bazılarına kitaplar indirdiğine, bunlardan özellikle Hz Muhammed (sas)'e indirilen Kur'an'a ve Kur'an'da zikredildiği üzere Hz Musâ'ya indirilen Tevrat'a, Hz Dâvûd'a indirilen Zebur'a, Hz İsâ'ya indirilen İncil'e inanmak, 5) Ahiret gününe, kıyametin kopacağına, dünya hayatının son bulacağına, herkesin öleceğine ve tekrar diriltileceğine; hesaba, Sırata, Mizâna, Cennet'e, Cehennem'e vb inanmak, 6) Kadere, hayır ve şer her şeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmak gerekmektedir

Mümin sayılabilmek için bunlara toptan inanma gereği olduğu gibi, her birine ayrı ayrı inanmak da zarurîdir Bunlardan ve zarurât-ı dîniyye (kesin dini emir ve yasaklar)dan herbirine inanmak gerekir Bunlardan birini inkâr, tamamını inkâr sayıldığından, küfürdür Zira imanda bölünme olmaz

"Kalbinde arpa (zerre) ağırlığınca iman olduğu hâlde "Lâ ilâhe illallah" diyen Cehennem ateşinden çıkar (Cennet'e girer)" (Buhârî, Tevhîd, 19; Müslim, İmân, 316, 325, 326; Nesâî, İmân, 18; Tirmizî, Birr, 61) hadisinin anlamı şudur: Cidden az bir imana sahip kimse Cehennem'de ebedî kalmaz Cezasını çektikten sonra Cehennem'den çıkarılır, Cennet'e sokulur Burada "az bir imanı olan" demek, "inanılması gerekenlerden bazılarına inanan, bazılarına inanmayan" demek değildir İman bir bütün olduğundan, bu küfürdür Müminler, iman esaslarına inanma açısından eşittirler Ancak, imanlarının kuvvetli ve zayıf oluşları açısından farklıdırlar Bir de İslâm'ın emirlerinin yerine getirilmesi açısından farklıdırlar "Kalbinde en küçük iman bulunan"dan maksat, zayıf bir imana sahip olup amellerde kusur eden demektir Helâl saymaksızın bazı haramları işleyen, farzları terk edenler cezalarını çektikten sonra Cennet'e gireceklerdir (el-Aynî, Umdetu'l-Kârî, Beyrut, (ty), I, 168, 172, 173)

Şunu da belirtmek gerekir ki; bu ve benzeri hadislere bakıp da gayr-i müslimlerin (Ehl-i Kitâb'ın) Cennet'e gireceğini sanmak imkânsızdır Çünkü -Allah Kur'an-ı Kerîm'de onların kâfir olduğunu açıkça bildirmiştir (el-Mâide, 5/17, 72-73; Nisâ, 4/151-152) Cennet'i hak etmenin ilk şartı imandır İman da, önce Allah'a Hz Muhammed'in peygamberliğine inanmak ve bütün Kur'anî hükümlerin hiçbirin ihmâl etmeden, eksiksiz olarak toplumda uygulanmasını istemekle gerçekleşir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #161
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Amil

Bir işi meydana getiren, bir eserin ortaya çıkmasına katkıda bulunan çalışan, amel yapan, görevli ve bir kimsenin mal, mülk gibi hususlarıyla ilgili bütün işlerini üzerine alan, memur ve tahsildar gibi kimselere verilen isim

Kur'an-ı Kerîm ahlâki anlamda âmili; iyilik yapanlar ve kötülük yapanlar olarak iki kısımda ele alır

İyilik amilleri Allah'ın rızasını kazanmak için çalışanlar, kötülüklerden sakınanlar, bollukta ve darlıkta kazandıklarını Allah yolunda harcayanlar; kızdıkları zaman öfkelerine hakim olanlar, başkalarının kusurlarım bağışlayanlar; bir kusur işledikleri zaman, yani nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak istiğfar edenler, isledikleri kusurlarda bile bile ısrar etmeyenlerdir Onlar için en güzel ecir ve mükâfaat vardır

"Ve onlar, bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler Günahları da Allah'dan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar yaptıklarında bile bile ısrar etmezler İşte onların mükâfatı, Rab'leri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları Cennetlerdir Amellerin ecri ne güzeldir" (Âli İmrân 3/135-136)

"Ben, içinizden, erkek kadın hiçbir âmilin işlediğini boşa çıkarmam" (Âli İmrân 3/195)

Kötülük âmilleri hayırdan ve hidayetten uzak yaşayıp Hakk'a karşı gelen ve hidayet rehberini arkalarına atanlardır Resulullah bir hidayet âmili iken ona karşı gelen Mekkeli müşrikler şer âmilidirler Bugün onların izini takip ederek cahili düzenler kuran ve insanları zulümle buna itaate zorlayan insanlar da şer âmilleridirler Gönülden ve isteyerek tağuta itaat edenler de şer âmilleridirler Elbette bunların mükâfatı hayır ve iyilik âmillerininkinin aksi olacaktır Hak Teâlâ bunlara karşı meydan okumaktadır Allah'ın meydan okuması kulları için ne büyük felâkettir Ve şer âmilleri bu felâketi hak etmişlerdir

"De ki: "Ey kavmim, gücünüz yettiğince âmil olun (yapacağınızı yapın) Ben de âmilim (vazifesini yapan biriyim) Yakında (dünya) yurd(un)un sonunun kimin olduğunu bileceksiniz Muhakkak ki zulmedenler, kurtuluş yüzü görmezler " (el-En'âm, 6/135)

Zekat Âmilleri

İslâm'da âmil malı ve idari bir terim olarak kullanılıp memur ve tahsildar anlamına gelir Kur'an-ı Kerim'de zekâtların harcama yerleri belirtilirken ayette geçen vergi toplama memurlarına "âmil" denilmektedir "Sadakalar (zekât) ancak (dilenmeyen)fakirlere, yoksullara, onu (zekâtı) toplamak için (devlet tarafından) görevlendirilen memurlara" (et-Tevbe, 9/60) Bu ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre, vergi işleriyle uğraşanlar İslâm'ın ilk devirlerinden itibaren vardı ve devlet bu konu üzerinde durmakta idi İslâm devletinin gelirlerini oluşturan, müslümanların ödediği zekât ile gayr-i müslimlerden alınan ganimet *, fey * cizye * ve haraç* gibi vergilerin tarhı, tahakkuku, tahsili ve hak sahiplerine dağıtılması geniş bir memur kitlesinin görevlendirilmesini gerektirmektedir işte bütün bu görevleri yerine getiren memurlara İslâm hukuk literatüründe "âmil" denilmektedir Ancak ilk dönemlerde bu görevin alanı değişik olabiliyordu Meselâ Hz Peygamber (sas) Muâz b Cebel'i (ra) Yemen'e gönderdiği zaman âmil ünvanı ile göndermişti fakat Muâz (ra)'ın yetkileri adlî, malî, idarî ve hukukî otorite alanlarını kapsıyordu Gerek Resulullah döneminde ve gerekse daha sonraki dönemlerde âmillerin yetki ve görevleri değişik sahaları kapsamaktaydı Âmil kavramı birbirinden çok farklı anlamlarda kullanılmıştır Hatta vali, emîr ve âmil gibi tabirlerin birbirleri yerine kullanıldığı da görülmüştü

Burada ele aldığımız âmil kavramı ile zekât toplama memurları kastedilmektedir Bunlar topladıkları zekâtları devlet merkezine getirir veya miktarını bildirirlerdi Devlet hazinesi olan "Beytu'l-Mâl*"da toplanan zekâtlar ayette belirtilen sekiz sınıf arasında paylaştırılır, Âmiller de bu sekizde bir'den paylarını alırlardı Fakat her âmil topladığı zekât miktarının mutlaka sekizde birini alır diye bir hüküm söz konusu değildir Devlet âmile emeği karşılığında belli miktarda bir gelir tahsis ederdi Zekâtın devlet tarafından toplanması Kur'an'ın bir emridir (et-Tevbe, 9/103) Buna devletin bütün müslümanların zekâtlarını toplamak üzere görevlendirdiği bu âmiller, özellikle zahirî mallar dediğimiz meyve, hububât ve hayvanların zekâtlarını toplamakla görevlidirler Bu tür malların zekâtlarının mutlaka devlet görevlisi olan bu âmillere verilmesi gereklidir Gizli mallar dediğimiz altın, gümüş ve benzeri menkul değerlerin zekâtları ise sahipleri tarafından hak ve ihtiyaç sahiplerine verilebilir Bu tür malların sahipler isterlerse bu zekâtlarını da âmillere teslim edebilirler Fakat hububât, hayvanlar ve meyve gibi malların zekâtı ayrıca mal sahibi tarafından ihtiyaç sahiplerine verilmiş olsa da âmil bu zekâtı devlet adına yeniden alır Bu uygulama ile zekâtta hakkı olan kimselerin bu hakları korunmuş olmaktadır

Hz Peygamber (sas) âmillik görevini gerektiği gibi yerine getiren kimsenin Allah yolunda cihada çıkmış kimse kadar sevap kazandığını ifade buyurmuşlardır (Ebû Dâvud, İmâre, 7; İbn Mâce, Zekât, 14)

Resulullah görevlendirdiği zekât toplama memurlarını görevden dönüşleri sırasında bizzat kendisi denetler ve hesaplarını kontrol ederdi Ufak da olsa bir su-iistimal gördüğünde onları ashaba teşhir ederdi Süleymoğulları kabîlesine âmil olarak gönderilen İbn Lutbiyye adındaki bir görevli vazifesini bitirip Medine'ye geri döndüğünde hesabını Resulullah'a verirken şöyle demişti: "Ey Allah'ın Resulü! Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana verilen hediyelerdir" Bu sözleri işiten Peygamber (sas) hayretle şöyle demişti: "Tuhaf şey! sen doğru adamsan söyle bakalım, sen ananın babanın evinde otursaydın bu mallar sana hediye edilir miydi? Bunu bu deneyiverseydin" Sonra Resulullah âmillerin hediye almalarını kesinlikle yasaklamıştı (Buhârî, el-Hiyel, 15)

İslâm hukuku her konuda olduğu gibi âmillerde de bulunması gereken özellikleri, bu görevleriyle ilgili olarak yapmaları gereken hususları belirlemiş ve onların tayin, azil ve teftişleriyle alâkalı hükümler koymuştur Bu göreve tayin edilenler tefvizî yani tam yetkili ve tenfizî yani sınırlı yetkili olarak iki ayrı görevle görevlendirilir

Bir zekât toplama memurunda bulunması gereken özellikler İslâm hukukçuları tarafından şu şekilde belirlenmiştir: 1-Müslüman olmak, 2-Mükellef yani âkil ve baliğ olmak 3-Devletçe güvenilir olmak, 4-Tam yetkili âmil ise, zekât ile ilgili İslâm'ın hükümlerini bilmek 5-Getirildiği bu göreve tam ehil birisi olmak, 6-Hür olmak

Bunun dışında, âmiller göreve giderken ayrı yetkilere de sahip olabilmektedirler Bunlar bazen tam yetkili olup zekâtın hem toplanması hem de hak ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması yetkilerine sahip olurlar Bazen âmil sadece zekâtı toplamakla yetkili olur Âmillerin bir diğer yetkileri de zekâtını aldıkları malların ne kadar ürün verebileceğini tahmin etmektir Bu da vergilerin toplanmasında esas alınır

Bu âmillerin bir diğer görevleri de gittikleri yerlerde İslâm'ın öğretilmesi ve irşad işleri ile meşgul olmalarıydı Bu âmillerin bir kısmı devlet merkezi Medine'nin dışında görevlendirilirdi Bunların gönderdikleri mallar da merkeze geldiğinde, bu malları tasnif ve muhafaza etmek üzere Medine'de görevlendirilen âmiller vardı Nakitlerin dışında kalan malların özellikle sürülerin korunması, otlatılması, hurma ve hububâtın muhafazasını yapan âmiller görev yapardı Medine merkezindeki âmillerin başında Hz Ebû Hureyre geliyordu Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, merkezin dışına giden âmiller yalnız zekât toplama işiyle değil öğretim, kazaî, malî vb hususlarda da yetki ve görevleri vardı Bu görev ve yetkiler bizzat devlet başkanı olan Hz Peygamber tarafından belirlenirdi Daha sonra gelen Halîfeler de aynı uygulamayı sürdürdüler Bazen da Resulullah (sas) bu görevlilere merkezden yazılı genelgeler gönderir ve onlardan bazı hususları yerine getirmelerini isterdi

Bu âmiller sebepsiz olarak kimseye asla sıkıntı veremez, zekâtını toplarken müslümanlara karşı haksız bir tavır takınamazlardı Bunun yanında zekâtını kaçırmak isteyenleri de Resulullah'a bildirirlerdi Hz Peygamber (sas) hayatta olduğu müddet içinde Haşimoğullarından hiç kimseyi âmil olarak görevlendirmemiştir Zira Ehl-i Beyt'in zekât ve sadakalardan yararlanması yasaktır Âmillerde bu görevlerine karşılık kendi ihtiyaçları kadar bir maaş alırlardı Bu ihtiyaçlar kişiye göre değişmekte idi Fakat âmil kendisinin ve aile efradının geçimlerini sağlayacak ve bir hizmetçi tutacak kadar maaş alırdı Ayrıca zengin de olsa yaptığı iş karşılığında ücret alma hakkına sahiptir

Âmillik görevi zamanla değişik şekiller almış ve tarihin ilerlemesiyle birlikte gelişmeler katetmiştir Bu görev dört halife devrinde ayrı bir statüye sahipken, Emevî ve Abbâsîler'de de kısmen farklı bir şekil almıştır Daha sonraları Selçuklular, Memluklular ve Osmanlılar dönemlerinde bu görev değişik şekillerde sürdürülmüştür (Geniş bilgi için bk Uzunçarşılı, İH -Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, TTK yayınları)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #162
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Anne-Baba

Toplum yapısının temeli olan ailenin kurucuları ve en önemli iki unsuru

Allah'ın insanlardan korunmasını istediği beş kutsal şeyden biri de, neslin devamıdır Neslin devamını Allah (cc), canlıların kabiliyet ve yapılarına göre belli kanunlara bağlamıştır Neslini devam ettirebilmek için en büyük zorluklarla karşılaşan canlı da insanoğludur İnsan, canlıların en güçlüsü olmasına rağmen, doğduğu anda en zayıf olanların başında gelir Bazı hayvan yavruları doğumdan hemen sonra, bir kısmı da kısa bir zaman sonra ayağa kalkabildiği, ihtiyaçlarını gidermeye başlayabildiği hâlde insanoğlu ancak, doğumundan yıllar sonra bu seviyeye gelebilir Neslin devam edebilmesi için bütün bu zorlukları çeken ana babalardır Anne, yavrusunu dokuz ay karnında taşır, hamilelik süresince pek çok güçlükle karşılaşır, hayatî tehlikeleri de göze alarak çocuğunu doğurur Hiç bir şeye gücü yetmeyen bebeğini büyütmek için, uykusundan, istirahatinden, sıhhatinden feragat eder Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:

"Biz, insana, ana-babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik Özellikle de anasını tasviye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış, emzirmesi de tam iki sene sürmüştür Binaenaleyh; bana ve ana-babana şükret " (Lokman, 31/14) Aile ve çocuğun ihtiyaçlarını temin etmek için baba yılmadan, usanmadan çalışır, yemez yedirir, giymez giydirir Çocuğun bir yeri ağrısa, onlar daha fazla rahatsız olurlar Çocuklarının rahatını kendi rahatlarına tercih ederler Bu zahmetli meşgale, değişik safha ve şekillerde olmak üzere yirmi otuz yıl devam eder Hatta, ana-babanın çocuğuna gösterdikleri ilgi hayat boyu sürer gider

Allah'ın, ana-baba ve çocuklar arasında yarattığı sevgi ve saygıdan kaynaklanan işte bu hak-görev ilişkisi, insan neslinin yozlaşmadan, sıhhatli ve sağlam bir şekilde devam edebilmesinin ve vazgeçilmez bir şartıdır

Ana-babanın çocuklar üzerindeki haklarını şöyle sıralayabiliriz:

1 İtaat (saygı): Çocukların ana-babalarına karşı en önemli görevleri onlara itaat etmek, yapılması haram olmayan isteklerini yerine getirmektir Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: "Biz insana, ana-babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın (ilah tanımadığın) bir şeyi bana ortak koşman için sana emrederlerse, artık onlara bu hususta itaat etme" (el- Ankebût, 29/8) Bu ayet ashabtan Sa'd b Ebi Vakkâs hakkında nazil olmuştur Hz Sa'd olayı şöyle anlatmaktadır: "Ben anneme hürmet ve itaat eden bir çocuktum, müslüman olunca annem bana:

-Sa'd! bu yaptığın nedir? Ya sen bu yeni dinini bırakırsın, yahut da ben yemem içmem ve sonunda ölürüm Sen de benim yüzümden; "anasının katili!" diye ayıplanırsın, dedi Ben; "Anneciğim böyle yapma İyi bil ki, ben bu dini bırakmam!" dedim Ve iki gün iki gece bekledim Kadın ne yedi, ne içti Bunun üzerine:

"-Vallahi anne, iyi bil ki, senin yüz canın olsa da bunlar birer birer çıksa, ben bu dinimi yine bırakmam Artık ister ye, ister yeme" dedim Bu azmimi görünce annem bu direnmesinden vazgeçti Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerîme nazil oldu (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, XII, 121 )

Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde: "Allah size, annelerinize itaatsizliği Haram kıldı" (Buhârî, Edeb, 4)

Yukarıda zikredilen ayet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi ana-babaların istek ve arzularını yerine getirmek, onlara karşı çıkmamak Allah'ın emridir Ancak, ana-baba çocuğundan Allah'a karşı gelmesini, O'nu inkâr etmesini, farz kıldığı bir şeyi yapmamasını, haram kıldığı şeyleri yapmasını emrederse; onların bu istekleri yerine getirilmez Çünkü Allah'a isyan olan hususta, ana-baba da olsa, insanlara itaat edilmez

2 Ana-babaya iyi davranmak Allah'u Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, insanın kimlere karşı görevleri olduğunu sıralarken şöyle buyurur:

"Yüce Rabb'ın şöyle emretti; Yalnız Allah'a ibadet edeceksiniz, ana-babalarınıza iyilik yapacaksınız Şayet bunlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara "öf " dahi deme, yüzlerine bağırma, onlara tatlı söz söyle Onlara, merhamet belirtisi olarak tevazu kanadını aç da, "Ya Rab, küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi, sen de onlara merhamet et" de "(el-isrâ, 17/23-24)

Peygamber Efendimiz de "kime iyilik yapayım?" diye üç defa soran bir sahabiye, üç defasında da, "annene" cevabını verdikten sonra dördüncü soruda, babasına iyilik yapması gerektiğini söylemiştir (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)

Ana-baba, çocuklarına yeteri kadar iyilik yapmamış olsalar, hatta bazı zararları dokunmuş olsa da, çocuklar, onlara yine de iyi davranmak mecburiyetindedir Çünkü insanlar yaşlandıkça çocuklaşır Çocukluğumuzdaki yanlış ve zararlı davranışlarımızı güler yüzle karşılayanlar bize muhtaç duruma gelince onlara, bize yaptıkları gibi iyi davranmamız aynı zamanda bir şükran borcudur

3 Maddî ihtiyaçlarını gidermek Yaşlanıp kendi ihtiyaçlarını temin edemez hâle gelince ana-babaların bütün ihtiyaçlarını temin etmek çocukların görevidir Bu görev sadece ahlâkı olmayıp, hukuken de vardır Bu görevini yerine getirmeyen kimse İslâmî yönetim tarafından buna zorlanır Allah bu görevi evlâtlara yüklemektedir: "Ey Peygamber! Sana ne sarfedeceklerini soruyorlar De ki, sarfedeceğiniz mal ana-baba, akrabalar, yetimler, düşkünler ve yolcular içindir Yaptığınız her iyiliği Allah bilir " (el-Bakara, 2/215)

Ashab-ı Kirâm'dan Ebu'd-Derdâ Hz Peygamber'in (sas) kendisine dokuz önemli şey tavsiye ettiğini, bunlardan birinin de; ana-baba da dahil olmak üzere aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu belirtir (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 9) Yine Peygamberimiz, cihada katılmak isteyen bir sahabiyi, ihtiyaçlarından dolayı, ana-babasının yanına göndermiştir (Buhârî, el-Edebu'l-Müfred, 9)

4 Saygısızlık etmemek İslâm ümmetinin prensibi büyüklere saygı, küçüklere sevgidir Saygıya en lâyık olanlar, saygıda kusur etmeyi dahi aklımızdan geçirmememiz gerekenler de ana-babalarımızdır Bir gün Peygamberimiz (sas) ashabına;

-"Size, büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?" diye üç defa sordu Üç defasında da "evet bildir, Ey Allah'ın Resulü" diyen-ashab-ı kirâma bunların sırasıyla; "Allah'a ortak koşmak, ana-babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek" olduğunu belirtir (Buhârî, Edeb, 6)

"Ana-babamı ağlar hâlde terkederek, hicret etmek üzere senin emrini almaya geldim" diyen bir sahabiye Peygamberimiz (sas):

-"Onlara dön, nasıl ağlattınsa onları öylece güldür, sevindir" der ve henüz müslüman dahî olmayan ana-babasının yanına gönderir

5 Rızalarını almak İnsanın dünyadaki en büyük görevi şüphesiz ki, Allah'ın rızasını kazanmaktır Bundan hemen sonra rızasını almamız gerekenler ise, ana-babalarımızdır Çünkü, yukarıda geçen ayetlerde de görüldüğü gibi Allah'u Teâlâ, kendisine ibadetten hemen sonra ebeveyne iyiliği emretmiş , Peygamberimiz de (sas): "Allah'ın rızası, babanın rızasında, gazabı da gazabındadır" (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 1; Tirmizî, Birr, 3) buyurmuştur İyilik yapmada babadan önce gelen annenin durumu da, tabii ki böyledir

Peygamberimiz (sas) çok öfkeli bir şekilde üç defa, "Yazıklar olsun o kimseye " dediğinde Ashab-ı Kiram; "Kimdir o? Ey Allah'ın Resulü! " diye sorunca;

"Ana-babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı hâlde, Cennet'e giremeyip Cehennem'i boylayan kimse" der (Müslim, Birr, 9)

Abdullah b Amr b el-Âs'ın anlattığına göre, bir adam peygamberimiz (sas)'e gelerek cihada gitmek için izin istedi Peygamberimiz de ona; "Annen baban sağ mıdır?" diye sordu Adam: "Evet", deyince Resulullah (sas): "O hâlde sen önce onların rızasını almaya çalış, " buyurarak ona bu görevini hatırlattı (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 377)

6 Kötü söz söylememek Onları incitecek her tür kötü söz ve davranıştan kaçınmak gerekir Bu kötü davranışların ebeveyne doğrudan yapılması haram olduğu gibi, onlara kötü söz söylenmesine sebep olmak da haramdır Cenâb-ı Allah'ın, "Onlara öf dahî demeyin" yasağı yanında Peygamberimizin şu hadis-i şerîfi de çok dikkat çekicidir:

"Bir kimsenin ana-babasına sövmesi büyük günahlardandır"

-Ashab-ı Kirâm: "Bir kimse ebeveynine nasıl söver?" deyince,

-Efendimiz (sas): "Biri başkasına kötü bir söz söyler, o da tutar bunun ebeveynine söver" diye cevap verdi (Buhârî, Edeb, 4)

7 Öldüklerinde hayırla anmak, dua etmek Ana-baba ölmekle onlara karşı olan sorumluluklar bitmez Onların temiz hatıralarını devam ettirmek gerekir İnsanları insan yapan da bir bakıma, nesilden nesile miras olarak intikal eden bu güzel duygu ve hatıralardır Peygamberimizin; "Sevgi, verâset yoluyla kazanılır" (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 22) hadîsi de bu gerçeği ifade etmektedir Böylece, nine ve dedelerle torunlar arasında bir sevgi bağı kurulmuş olur Onları hayırla anmak, bağışlanmaları için dua etmek, Allah'u Teâlâ'nın Kur'an-ı Kerîm'de bize öğrettiği dualardandır; "Ey Rabbimiz! İnsanların hesaba çekileceği kıyamet gününde beni, annemi, babamı ve bütün müminleri bağışla " (İbrahim, 14/41 )

Bir sahabî; "Ölümlerinden sonra da ebeveynim için yapmam gereken bir iyilik var mı?" diye sorunca Peygamberimiz (sas) şöyle buyurdu:

"Evet dört haslet vardır:

Onlara hayır duada bulunmak ve Allah'tan, bağışlanmalarını dilemek Varsa vasiyetlerini yerine getirmek Dostlarıyla ilişkiyi devam ettirip ikramda bulunmak Akrabalarıyla ilişkiyi devam ettirmek ki, senin bütün akrabaların ancak onlar vasıtasıyla varolmuştur (Buhârî, el-Edebü'lMüfred, 19)

Ölümlerinden sonra yapılacak duanın ebeveyne faydasını Peygamberimiz (sas) şöyle dile getirir: "İnsan ölünce amel defteri kapanır Ancak şu üç şeyle sevabı devam eder: Sadaka-ı câriye, insanların faydalanacağı bir ilim ve arkasından hayır dua eden bir evlât" (Buhârî, et-Edebü'l-Müfred, 19)

Ayrıca onlara karşı iyi, güzel olan her davranışta bulunmak, kötü, çirkin her hareketten de sakınmak, onlara karşı olan görevlerimizdendir

Hayatta ve öldükten sonra ebeveynine karşı görevlerini yerine getiren, onları memnun edip hayır dualarını alan kimse, dünya ve ahiretin en büyük mutluluklarından birini kazanmış olur Çünkü Peygamberimiz (sas) böylelerinin bereketli uzun bir ömre sahip olacaklarını, ebeveynin kendileri için yapacakları duaların Allah tarafından mutlaka kabul edileceğini ve Cennet'i kazanacaklarını müjdelemektedir

Hz Peygamber (sas) çocukların ebeveynlerine karşı sorumluluklarının ne kadar büyük olduğunu şöyle dile getirmektedir:

"Çocuk, hiç bir iyilikle babanın hakkını ödeyemez Ancak onu köle olmuş bir vaziyette bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa hakkını öder" (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 6)

Üzerimizde bu kadar çok emek ve hakları olan anne ve babalarımızı sevmek ve onların sevgisini başka şeylerle değişmemek en önemli ahlakî görevlerimiz arasındadır Bu görev, hayatta iken onlara karşı hürmet, şefkat ve merhamet göstermekle kendilerini hoşnut etmeye çalışmakla yerine getirilir Gerçek anne-baba sevgisinin, "annemi, babamı seviyorum", demekten ibaret olmadığını, onlara karşı maddî-manevî her türlü görevin yerine getirilerek bu sevginin ispat edilebileceğini unutmamamız gerekir

Büreyt'den rivayet edilen bir hadîs-i şerifte; adamın biri Kâ'be'yi tavaf ederken annesini omzunda taşıyarak tavaf ettirmiş Resulullah'ın yanına gelerek:

"-Hakkını ödedim mi?" diye sormuş Resulallah buyurmuşlar ki:

"-Hayır, sana hamile iken alıp verdiği bir nefesin hakkı bile değil"

Bu şefkat dolu tasvirin, insanları anne babalarına teşekküre yönelttiği oldukça açıktır

Abdullah b Mes'ud (ra) Hz Peygamber (sas)'e sordu:

"-Ya Resulullah, amellerin hangisi daha üstündür?" Resulullah:

"- Vaktinde kılınan namaz" buyurdular

Abdullah b Mes'ud diyor ki tekrar sordum:

"-Sonra hangisidir?"

"-Anne-babaya iyiliktir" diye cevaplandırdılar

"-Sonra hangisidir?" dedim

"-Allah yolunda savaşmaktır " diye buyurdular

Hülâsa anneye ve babaya her türlü ikram ve ihsanda bulunmak, onların ihtiyacı olduğu takdirde bütün maddî ihtiyaçlarını gidermek, onlara "öf" bile dememek, onlara karşı daima tatlı dilli olmak, en güzel tavır ve davranışlarla karşılık verip en ufak bir şekilde onları üzmemek bıkkınlığı ifade edebilecek bir tavır takınmamak gerekir Gönüllerini kıracak en küçük bir sözden bile kaçınmak, her hususta rızalarını kazanmağa çalışmak, onları kendisinden memnun etmek, yaşlandıklarında onların her türlü hizmetine koşmak, hastalık anlarında tedavî ve bakımlarını yaptırmak çocukların görevidir Hasta veya yatalak hâllerinde onların hizmetlerinde bulunmak Cennet'in kapılarını aralayan bir davranıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük A

Eski 11-04-2012   #163
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük A



Aşure,Aşura

Aşure, Kamerî ayların ilki olan Muharremin onuncu gününe verilen bir isimdir Âşûre günü adını alan bu günde oruç tutulurdu Âşûre orucu denen bu oruç, İslâmdan önce Araplarca bilinirdi

Âşûre kelimesinin İbrânice aşûrdan geldiği ve o günde Arapların oruç tuttuğu dikkate alınırsa, kelimenin bütün Sâmî diller arasında ortak bir kelime olduğu anlaşılır (Buhârî, Savm, 1; Umdetül-Kârî fi Şerhi Sahîhil-Buhârî, V, 351) Bu kelime Yahudîlerde büyük keffâret günü için kullanılmıştır (Tevrat, Levililer, 16, 29 vd) Hz Peygamber Medîneye geldiği zaman Yahudilerin Âşûre günü oruç tuttuklarını gördü ve bunun ne orucu olduğunu sordu Cevap olarak şöyle dediler:

"Bugün, iyi bir gündür Allah, İsrailoğullarını Firavunun zulmünden bugün kurtarmıştır Musa (as) Allaha şükür için bugünde oruç tutmuştur Biz de tutarız dediler Hz Peygamber; "Biz Musanın sünnetine sizden daha yakınız, dedi ve o gün oruç tuttu ve ashabına da tutmalarını emir buyurdu " (Buhârî, Savm, 69; Tecrîd-i Sarih, VI, 308, 309)

Hz Âişeden nakledilen şu hadiste, Allah Resulunun Mekke döneminde de aşûre orucu tuttuğu anlaşılır

"Cahiliye devrinde Kureyş, Âşûre gününde oruç tutardı Hicretten önce Hz Peygamber de aşûre orucu tutardı Medineye hicret ettikten sonra bu oruca devam etti Ashabına da tutmalarını emretti Ertesi yıl, Ramazan orucu farz kılınınca, aşûre günü orucunu bıraktı, isteyen bu orucu tuttu, dileyen de bıraktı" (Buhârî, Savm, 69; Tecrîd-i Sarîh, VI, 307, 308)

İslâm bilginleri aşûre orucunun vacip değil, sünnet olduğunda görüş birliği etmişlerdir Yalnız İslâmın başlangıcındaki hükmü konusunda, Ebû Hanîfe vacip derken, İmam Şâfiî müekked bir sünnet olduğunu söylemiştir Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, bu oruç müstehap olmuştur Ayrıca Yahudilere benzememek için Muharremin 9, 10 ve 11nci günlerinde oruç tutmak güzel görülmüştür

Bugün bütün sünnî müslümanlarda Muharremin 10u oruç günü kabul edilirken, bazı tarihi sebeplerden dolayı da mukaddes sayılır Özellikle Hz Nûhun gemisinin bugünde tufandan kurtulup Cudi dağının tepesine oturduğunu anlatan söylentiler önemlidir

Âşûre adlı tatlının menşei de buna dayanır Gemidekiler o günü kutlamak istemişler ve geminin ambarında arta kalan erzakı karıştırıp bir aş pişirmişler İşte aşûre pişirme âdeti buradan kalmıştır Yine Âdem (as)in tövbesinin bugünde kabul edildiği, Hz İbrahimin bugünde ateşten kurtulduğu, Hz Yakubun, oğlu Hz Yusufa bugünde kavuştuğu kaynaklarda kaydedilen rivayetler arasındadır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.