Mehmet Akif ve Tevfik Fikret'i Düşman Eden Şiir |
07-23-2009 | #1 |
KRDNZ
|
Mehmet Akif ve Tevfik Fikret'i Düşman Eden ŞiirTevfik Fikret' le Mehmet Akif' i karşı karşıya getiren olaylar 1912 de gelişti İttihat ve Terakki' nin bir oyunuyla 18 Ocak 1912' de meclis dağıtılınca ilk tepki Tevfik Fikret' ten geldi Olayın hemen ertesi günü yazdığı "Doksan Beşe Doğru" şiirinde Fikret, bu olayı, II Abdülhamit in 13 şubat 1878 de (hicri tarihle 1295) Meclis-i Mebusan' ı kapatmasına benzetiyor, özgürlük ve yasa adına özgürlüklerin ve yasanın çiğnendiğini söylüyordu "Doksan Beşe Doğru"nun yayımlanmasını, ittihat ve terakki ye bağlı kalemlerin fikret e saldırısı izledi şair dinsizlikle, vatansızlıkla karalanmak istendi Mehmet Akif in çıkışı tam bu sırada geldi Önce "Sebilü r-Reşad" da yayımlanan, aynı yıl içinde kitap olarak basılan "Süleymaniye Kürsüsü'nde" adlı şiirinin bir yerinde Mehmet Akif, genel olarak edebiyatçılara yönelttiği ağır eleştirisini şu mısralarla bağlıyordu: "Şimdi Allah'a söver, sonra biraz bol para ver, Hiç utanmaz, protestanlara zangoçluk eder" Mehmet Akif in kastettiği kişi Fikret' ti Robert Kolej' deki öğretmenliği ima ediliyor, inançlarını para uğruna sattığı belirtiliyordu Fikret böyle bir suçlama karşısında susacak insan değildi; ama nedense hemen cevap vermedi; ancak iki yıl sonra, 14 kasım 1914 te, "bir cevab" alt başlığını ekleyerek "tarih-i kadim e zeyl"i yazdı Doğrudan akif e seslenerek girdiği bu şiirde fikret, dinsel inançlarındaki gelişmeyi sergiledikten sonra, geçmişte bilmeden iman ettiğini belirtiyor, inancını yitirişini anlatıyordu Artık hak ka başka yoldan varılacağını anlamıştı "hilkatin", "tabiatın" tapıcısıydı o dini, yaşamak diniydi Mehmet Akif le Tevfik Fikret in çatışması bu şiirle kapandı Daha doğrusu mehmet akif, 1915 te gönderildiği Berlin den döndükten sonra yayımladığı "hatıralar" da konuya yeniden döndü ama bu şiiri 1917 de Safahat ın beşinci kitabı olarak yayımlandığında ilgili bölümü çıkardı tTevfik Fikret yaşamıyordu artık Dürüst bir şair olan Mehmet Akif in bir başka şaire duyduğu saygının kanıtıydı bu Nitekim bu çatışmada Mehmet Akif in konumunun, Tevfik Fikret e saldıran ittihat ve terakki yandaşlarıyla aynı olmadığı da bir gerçektir Gerçi Mehmet Akif o sıralar, yani 1912 de Fatih, Şehzadebaşı, Süleymaniye, Beyazıt camilerinde vaazlarıyla düşüncelerini yaymaya çalışmakta bir yandan da ittihat ve terakki nin şehzadebaşındaki "ilmiye örgütü"nde Arapça dersleri vermekteydi ama ittihat ve terakki ile ilişkilerinin ötesinde, inanmış, samimi bir müslüman dı Mehmet Akif Fikret in düşünceleri de kendisinin islam birliği ideolojisi için tehlikeli bir rakipti Birbirinin tersi düşünceleri de savunsalar, iki şairin kişilikleri arasında büyük benzerlik vardı İkisi de haksızlığa dayanamıyorlardı İkisi de düşünce ve inançlarından ödün vermektense aç kalmayı yeğleyecek bir kişiliğe sahipti İkisi de ülkenin içinde bulunduğu durumdan hoşnut değildi; ama bu hoşnutsuzluğun nedenleri farklı olduğu gibi, kurtuluş için öne sürdükleri çözümler de farklıydı Onları karşı karşıya getiren inanç ayrılığıydı Tarih-i Kadim İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu Ve başlar bize maval okumaya Ninniler uydurup uyutur bizi dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun, zifiri karanlık hayatından Gösterir bize evvel zamanı, tek doğru, en güzel örnek, der Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden Senin tarih dediğin işte budur, alnında altı bin yıllık buruşuklar ve bir o kadar da kuşku Başı geçmişe bir düşe değer, sürünür ayağı bomboş bir geleceğe, bir deri bir kemik, ayakta zorla durur Ben hiç tiksinmem ondan, karşıma alırım onu arada bir, anlat bakalım, derim, şu eskilerden Bir parça feylesofa benzer o, bir parça sırtlana benzer, berbat suratıyla da bir hortlağa Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin, başlar paslı, boğuk bir sesle bir bir bana anlatmaya, sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse: Hep yıkım üstüne yıkım, acı üstüne acı! Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu, çöküverir ağır gölgesi bir bulutun, kanlar yağar dört bir yana En başta bir kanlı bayrak Kanlı bir taç gelir arkasından Sonra araçlar sökün eder kan içinde: Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak, mancınık, top, tüfek, sapan Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri En son alay alay esirler geçer Yenen bir kişiye yenilen on kişi, çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu Yıkımlara, acılara alkış tut, yüksekten bakanlar önünde eğil, insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk, doğruluk lafta, yürekte değil, iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda Bir gerçek var, tek bir gerçek: Eli kolu bağlayan zincir Bir tek şey var sözü geçen: yumruk Hak güçlünün, kötünün yanı Uzun lafın kısası: Ezmeyen ezilir! Nerde bir şeref var, iğreti Nerde bir mutluluk var, yama Bir şeyin ne başına inan ne sonuna Din şehit ister, gökyüzü kurban Her yanda durmadan kan akacak, durmadan her yanda kan! İşte böyle inler, sayıklar o, anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü ne yolda, nasıl sürdüğünü Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında Duyarım sesinin titreyen kuyusunda yankısını korkunç bir iniltinin, ben de başlarım birdenbire titremeye, toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık indir bu acıklı sahnenin perdesini! Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık! Sen de, gelenekçi iskelet, yazdığın kara yazılara bir son ver, aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var? Bizden iyi geceler onlara, bizden onlara iyi uykular! Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş, koşuyorsun karanlıklara doğru? Kanla oynamış gibisin, kırmış geçirmişsin insanoğlunu Sen buna kahramanlık mı dedin? Onun kökü kan ve hayvanlık be? Şehirler çiğne, ordular dağıt, kes, kopar, kır, sürükle, ez, vur, yak ve yık Yalvarmalara yakarmalara boş ver, gözyaşlarına iniltilere aldırma Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri, ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda, kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer, mezar taşına dönsün her ocak, damlar çöksün yetimlerin başına Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk! Hey bana bak, başbuğ musun ne? Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle! Her başarı bir yıkım bir mezarlık, işte bir yavrucak yatıyor şurda, ey cihangir, onu gör de utan! Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril, nice acılar verdin bütün insanlara, inim inim inlettin bütün insanları Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol, hep senin yüzünden yoksulluğu insanların Göz yaşından incilerin nerde hani? Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen! Eski çağlar nasıl kanmış size? Ey kan içen kargalar, bütün karanlıklar sizinle dolu! Artık yeter fikri susturduğunuz, yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın Hadi gidin tarih korusun sizi, -haydutlara en iyi sığınaktır gece-, gidin, yok olun siz de o mezarlıkta İşte müjdelerin en güzeli, işte en gerçek özgürlük düşümüzdeki gelecek çağlarda: Ne savaş, ne savaşan, ne salgın, ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen, ne yakınma, ne de zulmün kahrı, ne tapılan, ne tapan, ben benim, sen de sen! Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman, kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini, savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne? Belki duyulmadık bir öykü, belki korkunç bir masal Çok sürmez köhne kitap, fikri gömen sayfaların bugün olmazsa yarın yırtılacak Ama kim yapacak dersin bu işi? Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki, hangi güç kalkar, ben yaparım der? Yerlerin ve göklerin sahibi mi? Tamam, işte oldu şimdi! Yeri göğü elinde tutan o kibirli, o somurtkan ve dokunulmaz Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi? Gökyüzü, sen söyle, yüzyıllarca sel gibi akan su, - şimdi esrik bir ağzın türküsü, kuru sesi zindandaki bir adamın, iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi, bir geniş "oh!", bir derin "eyvah!", bir yakarış, bir övgü, Şimdi tüy gibi bir rüzgar, Şimdi ağzın bir kasırga Dokunaklı bir yakınma şimdi, sabredemeyen bir başa kakma, bir titreme, bir çan sesi, bir savaş davulunun gümbürtüsü, için için ağlamasi çaresizliğin, kahrın iyilikbilir kişnemesi, bir söylev, apaçık, gürül gürül, Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış, bir rahatlık bir iç sıkıntısı, Şimdi korkunç bir haykırma - bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla inleyen boş kubbe, sen söyle! Sen ki her sesi yankılayansın, söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde, daha yukarlardaki şu tanrı katına hangi sesin yankısı varabilmiş ki? Hangi dua kabul olmuş bugüne dek? Binlerim seni, göklerin tanrısı, din ulularından dinlerim seni: "Ne benzer var, ne noksanı, canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce Odur veren yiyeceği içeceği, düşleri gerçek yapan o, bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan, açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan, el uzatan yoksullara ve çaresizlere, her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören" Seni böyle övüp duruyorlar işte Oysa senin en üstün özelliğin ne, "Ortaksız" oluşun değil mi? Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden Ve topu ortaksız ve tek Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var, ve topunun yukarlarda bir gökyüzü Bütün ordan gelir yüreğe doğan Topunun güneşi, ayı, yıldızları var, ve topunun görünmez bir tanrısı Topunun adanan bir cenneti var, ve topunun bir varlığı, bir yokluğu, ve topunun saygıdeğer bir peygamberi Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm Ama tanrılar ne derse onu yapacak İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine "Ne bileyim?" diyor kime sorsam Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa? Belki aldanmak yaşamanın bir gereği Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir, belki ben hiç bir şeyin farkında değilim, karıştırmaktayım "yok" la "var" ı Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı? Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden Kimbilir, öbür dünya belki de var Madem bu beden o ölümsüzün işi, ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde? Hadi diyelim aslımız toprak bizim, sen gel onu kederden bir çamur yap - her yeri kanla, göz yaşıyla dolu - insaf be, bu kadarı da olur mu? Sen gel hem yoktan var et, sonra da ettiğini boz, kötüle Hiç bir yaradandan ummam bunu: Yaradan yok eder, ama perişan etmez! En zorlu düşmanın işte, tanrı,
boğmak ister seni ulu katında, çok iyi tanırsın sen o yılanı, onun kızgın zehrinden bir vakitler bize bir tadımlık vermiştin hani Kuşku! En zalim en güçlü düşman Bunu ya bildin ya koydun kafamıza, ya da bilemedin işin nereye varacağını "şeytanlık, düzen, sapıklık" denen şey var ya, bugün yerinden yurdundan edecek seni o Tapınağında ışıklarını söndürüyor, elleriyle parçalıyor heykelini Sense, iler tutar yerin kalmamış, göçüp gidiyorsun olanca gücünle Burçlarında yıkılmalar falan hani? Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının? O kızgın soluğun hani nerde? Ne cehennemlerinde bir kaynama var? Ne büyük acını gören bir göz Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama Oysa bir ufak parçası kopsa insanın, bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma Sen Yeryüzü ve Gökyüzü'nle göç gir de, bir inilti bile duyulmasın ortalıkta Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor Zaten yalana ağlasa ağlasa, bir ikiyüzlüler ağlar, bir de ahmaklar |
|