Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
islami, sözlük2

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #61
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



GÜMÜŞ YÜZÜK

Erkeklerin gümüş yüzük takınması icmâ ile caizdir Abdullah İbn Ömer der ki: Resulullah (sas) gümüşten bir yüzük edindi Bu yüzük onun elinde idi Sonra Ebû Bekir'in, ondan sonra Ömer'in ve ondan sonra Osman'ın elinde bulundu Nihayet Hz Osman zamanında Eris kuyusuna düştü Üzerinde Muhammedûrresulullah yazılı idi (Müslim, Libâs, 54)
Yine İbn Ömer (ra) şöyle der: Peygamber (sas) attın bir yüzük edindi Sonra onu bıraktı Bilahere gümüşten bir yüzük edindi ve onun üzerine "Muhammedûrresulullah" nakşettirdi ve "Benim bu yüzüğümün nakşı üzerine kimse nakış yapmasın" buyurdular Onu taktığı vakit, taşını avucunun içine çevirirdi Muaykib (ra)'den rivayet edilen hadise göre Eris kuyusuna düşen yüzük odur (Müslim, Libâs, 55)
Peygamber efendimiz, gümüş yüzüğü aynı zamanda mühür olarak kullanmıştır Enes b Mâlik şöyle der: Hz Peygamber (sas), Kisra (Fars İmparatoru), Kayser (Rum İmparatoru) ve Necâşî (Habeşistan Kralı)'na, onları imana davet için mektup yazmak istedi Kendisine, "Onlar mühürsüz mektup kabul etmezler" denilince gümüşten halka bir yüzük yaptırdı ve üzerine "Muhammedûrresulullah" cümlesini nakşettirdi (Müslim, Libâs, 58)
Ulemâ, Resulullah (sas)'in yüzük taşının akik veya göz boncuğundan olduğunu söylemişlerdir (Bunların ikisi de Habeşistan ve Yemen'den çıkarılır) Bazen de kara taşlı bir yüzük taşımıştır Ayrıca Peygamber Efendimiz yüzüğünü bazen sağ bazan da sol elinin küçük parmağına takıyor ve taşını avuç tarafına çeviriyordu Enes b Mâlik (ra) şöyle der: Resulullah (sas) sağ eline gümüş yüzük taktı Yüzükte Habeşistan'dan gelmiş bir taş vardı Yüzüğün taşını avuç içine çevirirdi (Müslim, Libas, 62) Başka bir riveyette de sol elinin küçük parmağına işaret ederek "Peygamber (sas'in yüzüğü şunda idi" diyor (Müslim, Libâs, 63)
Hz Peygamber, yüzüğün orta parmakla ondan sonra gelen parmağa takılmasını yasak etmiştir Hz Ali (ra), orta parmağıyla ondan sonra gelen parmağa işaret ederek "Resulullah (sas) beni şu veya bu parmağıma yüzük takmaktan alıkoydu"
Hattabî, gümüş yüzük takmanın erkeklere ait bir prensip olduğunu dolayısıyla bana takmanın kadınlar için mekruh olduğunu söylemişse de, Nevevî bunu kabul etmemiş ve "Hattâbî'nin söylediği zayıf veya bâtıldır, aslı yoktur, doğrusu kadının gümüş yüzük takmasında kerâhet olmamasıdır" demiştir (Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IX, 457)
Bu konuda fıkıh kitaplarındaki açıklama genellikle şöyledir: Kadın ve erkeklerin gümüş yüzük takmaları caizdir Kadı, Sultan ve benzeri, yüzük kullanmaya ihtiyacı olanlar için sünnettir (Eskiden yüzüğü mühür olarak kullanıyorlardı) İhtiyacı olmayanların takmaması daha faziletlidir Sünnet olan, yüzüğün ağırlığının bir miskal veya daha az olması ve erkek için taşını avucun içine çevirmesidir Kadınlar ise böyle yapmazlar Çünkü yüzük onlar için zinet (süs)tür; erkekler içinse süs değildir Yüzüğün taşını akik ve yakut gibi kıymetli taşlardan yapmak ve üzerine kendi ismini veya Allah'ın ismini yazmak caizdir Ancak Allah'ın ismi yazıldığı takdirde helaya giderken yüzüğün ya çıkarılması veya sağ ele takılması gerekir (bk Abdullah b Mahmud, el-İhtiyâr, IV,159; bk Davudoğlu, age, IX, 457, Aynî'den naklen)
Hulefâ-i Râşidînin de gümüş yüzükleri vardı ve üzerindeki yazılar şöyle idi: Hz Ebu Bekir: Allah ne iyi kudret sahibidir; Hz: Ömer: Vaiz (nasihatçı) olarak ölüm yeter; Hz Osman: Ya belâ ve musîbete sabredeceksin veya pişman olacaksın; Hz Ali:
Mülk Allah'a aittir
İmam Ebû Hanife'nin yüzüğünde ise: Ya hayrı (iyiyi) konuş veya sus; İmam Ebû Yusuf'unkinde: Kendi hissiyle hareket eden pişmanlık duyar; İmam Muhammed'inkinde: Sabreden başarıya ulaşır; Sabreden derviş muradına ermiş ibareleri yazılıydı (bk Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IV,288)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #62
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



GÜNAH

Allah'ın buyruklarına aykırı düşen, dinen suç sayılan davranışlar İslâm şerîatının ve temiz insan fıtratının yapılmamasını emrettiği hususlar Arapça'da günâh'ın karşılığında; İsm, zenb, isyan, cürm kelimeleri kullanılır İsm, günâhın tam karşılık anlamıdır Zenb (cürm), insanın Allah'ın rızasını kazanmasını engelleyen; isyan, Allah'a itaat etmemek-demektir (Cürcânî, et-Ta'rifât, s 9, 107, I51)
Yahudî ve hristiyanlar dinlerinin birçok esaslarını bozdukları gibi günâh kavramım da kendi arzularına uygun olarak değiştirmişlerdir Yahudiler; Allah'ın seçilmiş kulları oldukları inancıyla, kendi ırklarından olmayan insanlara yaptıkları kötülükleri mübah kabul ederler Kendilerinin cehennemde sayılı günler kalacaklarına, sonra yalnızca kendi ırklarının cennete gireceğine inanırlar Bu materyalist millet eskiden günâh keçisi adını verdikleri bir keçiyi sırtına günâhlarını yükledikleri gerekçesiyle çöle salarlar ve böylece günâhlardan kurtulduklarına inanırlardı
Hristiyanlar Hz Âdem (as)'ın işlediği ilk günâhtan dolayı bütün insanların günahkâr doğduğuna; Hz İsa (as)'ın kendisini feda ederek insanların günâhlarım temizlediğine inanırlar Hz İsa (as)'ın ölümünü temsil eden vaftiz ayini ile çocukların günahlarından temizlendiğini kabul ederler Bağışlama yetkisini böylece Tanrının elinden alan hristiyanlar, insanları sonraki dönemlerde kontrol etmek için günâhlarını papazlara itiraf ettirmek süretiyle bağışlarlar Bu işleme Hristiyanlıkta "günâh çıkarma" denir İlk defa dördüncü Latran Konsili'nde (1215) ergenlik çağına giren her hristiyan için yılda bir defa günâh çıkarma kararı alınmıştır Papazların kiliselerde günâh çıkardıkları özel yerlere günâh çıkarma hücreleri denilir Bu hücreler kiliselere 16 yüzyıldan itibaren eklenmiştir
İslâm, bir ırk ve sınıfın imtiyazını, insanların günâhlı doğduklarını, günâhların şahıslar tarafından affedilebileceğini kabul etmez "Yahudiler, "Ateş bize sadece sayılı günler dokunacaktır" derler De ki böyle olacağına dair Allah'tan bir söz mü aldınız" (el-Bakara, 2/80) "Doğan her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar Sonra anası-babası onu yahudî, hristiyan veya mecusi yapar" (Buhâri, Cenâîz, 80; Müslim, Kader, 22) "Annesinden doğan her insan fıtrat üzerine tertemiz doğar" (Müslim, Kader, 25)
İslâm, insanın bir başkasının yaptığından, gücünün yetmediğinden sorumlu olmadığını kabul eder Kişinin sorumlu olabilmesi için olgunluk yaşında ve aklının başında olmasını şart koşar
Kişi kendi hür iradesi ile, isteyerek yaptığı işlerden sorumludur Dileme ve tercih etme insana aittir İşin varlık âlemine çıkması ise Allah'ın yaratması iledir İnsan o işin meydana gelmesine sebep olan irade etme ve bunun sonucu olarak o amele meyletmekten sorumludur: Ayrıca Allah, unutarak liata ile, bilmeyerek, uykuda uyuyup kalmak süretiyle meydana gelen günâhlardan da insanı sorumlu tutmamaktadır
İslâm, insanın günâh işlemesiyle sonuna kadar kötü kalacağını kabul etmez İnsanın günâhının affedilmesini başkalarının tasarrufuna bırakmaz Kulun Allah'a tövbe etmesi, her yerde, her zaman mümkündür "Allah kullarının tövbelerini kabul eder ve yaptıkları günâhları bağışlar" (eş-Şûrâ, 42/25) Hz Peygamber (sas) de insanları tövbe etmeye teşvik etmiştir: "Bütün insanlar hatalıdır; hatalı insanların Allah katında en makbul olanları tövbe edenleridir" (et-Tac, V, 151)
Günâhlarda ısrar etmek, hakkın aynası olmak için yaratılan iman yeri olan kalbi karartır Günâh kalbe işleyip onu karartarak iman nurunu oradan çıkarıncaya kadar katılaştırır Her bir günâhın içinde küfre gidecek bir yol vardır Günâh istiğfar (tövbe) ile hemen yok edilmezse, kalbi kötülüğe sürükler ve Allah'ın itaatinden çıkmış bir kalp hâline getirir
Günâh düşünceden pratiğe geçmemişse cezası olmaz Resulullah (sas), " Allahu Teâlâ ümmetimden nefislerinde yapmayı arzuladıkları şeyleri yapmadıkları ve konuşmadıkları müddetçe affetti (Buhârî, VII, 59) buyurmuştur
Sorumluluk ve ceza açısından günâhlar kebâîr ve sağîr diye iki kısma ayrılır
Kebâir (büyük günâhlar): Allah'ı tanımaya engel olan ve yapılması hâlinde şer'î ceza gereken veya Allahu Teâlâ'nın cehennem azabıyla tehdit ettiği günâhlardır Bir başka görüşe göre Allah'ın yasakladığı her şey büyük bir günâhtır Büyük günahların sayısı hadis rivayetleri gözönünde bulundurularak, yedi, dokuz, yetmiş, ikiyüz olarak tespit edilmiştir (Şerhu Akideti't-Tahâviyye, s 370, 371)
Büyük günâhların belli başlıları şunlardır; Allah'a ortak koşmak, adam öldürmek, zina iftirasında bulunmak, zina etmek, islâmî cihaddan kaçmak, sihir yapmak, yetimin malını yemek, ana-babaya karşı gelmek, Mekke'nin hareminde günâh işlemek, faiz yemek, hırsızlık yapmak, içki içmek, kumar oynamak Bir müslüman hatife almadan, kalbinde tasdik olduğu halde büyük günâh işlerse, dinden çıkıp kâfir olmaz Ehl-i sünnet, büyük günâh işleyen kimsenin kâfir olmayacağını, cehennemde ebedî kalmayacağını, tövbe etmeden ölürse dahî, Allah dilerse fazl-ı keremiyle onu affedeceğini, dilerse adâletiyle cehennemde ona azap edeceğini kabul eder (Şerhu Akideti't-Tahâviyye s 370)
Kebâirin (büyük günâhların) en büyüğü Allah'ı tanımamak, zatında, sıfatında ve fiillerinde O'na ortak koşmaktır Buna ekberu'l-kebâir denir "Allah kendisine şirk kovulmasını kesinlikle affetmez Bunun dışındaki günâhları dilediği kimseler için affeder" (en-Nisâ, 4/48) Allah'ın rahmetinden ümidini keserek serkeşlik yapmaya devam etmek veya azabından emin olarak günâha aldırış etmeden tövbe etmemek caiz değildir Mümin ne kadar günâh işlerse işlesin korku ve ümid arasında olmalı, rabbinden yüz çevirmemelidir "Ey günâhta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; muhakkak ki Allah bütün günâhları bağışlar Şüphe yok ki O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir" (ez-Zümer, 39/53) " Fakat azabımın da pek acıklı bir azap olduğunu kullarıma haber ver" (el-Hicr, IS/50)
Mu'aaaile* büyük günâh işleyenin mümin olmaktan çıkacağını, iman ile küfür arasında (el-Menzile beyne'l-Menziteteyn*) kalacağını; tövbe etmeden ölürse ebediyyen cehennemden çıkmayacağını iddia eder Hâricîler * daha da ileri giderek küçük günâh işleyen müminleri* de küfür ile suçlamıştır Mu'aaaile Kur'an-ı Kerîm'deki "Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası cehennemde uzun süre (hâliden) kalmaktır" (en-Nisâ, 4/33) ayetini delil gösterir Ancak Arab dilinde "Hâliden" kelimesi ebediyet anlamını ifade ettiği gibi, uzun müddet manasını da ifade eder Bu ayette geçen "hâliden"in uzun müddet anlamına geldiği, yukarıda zikredilen ayetteki (ez-Zümer, 39/53) anlam ile desteklenmiştir
Bir mümin, kalbinde tasdik, dilinde ikrar olduğu halde günâh işler veya farzları yerine getirmede gevşeklik gösterir, fakat bu günâhların karşılığında cezayı da hak ettiğine inanıyorsa bu kişi günâhkâr mümindir Allahu Teâlâ'nın böyle bir insanı küfürle vasıflaması, mecâzîdir Yani nimeti inkâr, nankörlük manasındadır Bir müslüman günâhı helâl kabul eder veya yapmadığı farzı inkâr ederse gerçek anlamıyla kâfir olur
İslâm'ın esasları ile hükmetmemek büyük bir günâhtır Eğer İslâm'ın devrini bitirdiği, çağımızda gereksiz olduğu inancı ile İslâm'ın hükümleri uygulanmıyorsa bu küfürdür İman-küfür meseleleri ve müminlerin tekfir edilmesi müstakil eserlere de konu olmuştur Sâlim el Behensavî'nin "el-Hükmü ve Kâdıyyetü Tekfiril-Müslim" adlı eseri bunlardan biridir
Sağır (küçük günâhlar): Dünyada cezayı, ahirette de azabı gerektirmeyen küçük suçlardır Devamlı işlendiğinde küçük günâh küçük olmaktan çıkar Tövbe edilip mağfiret istendiğinde inşaallah affedilir Âlimler "Günâhın küçüklüğüne büyüklüğüne bakma, kime karşı suç işlediğine bak" demişlerdir Allah'ı tanımaya, kulluğa engel olan, Allah ile kulun arasına perde olan herşey günâhtır
Günâhlardan sakınmak, farzları yapmaktan önce gelir Önce kalp günâhlardan temizlenir, sonra farzları yapmakla süslenir Günâhlar ve haramlar dinî duyguyu helâl helâk eder, zehirler Ancak bu zehirler görünürde bal gibidir; tatlı gelebilir fakat insanın manevî duygularını öldürür
Unutulmamalıdır ki her nimet külfet karşılığıdır Cennet ve Cemâlullah'ı isteyenler nefse tatlı gelen günâhlara girmemek için birtakım külfet ve zorluklara katlanmak ve Allah'a sığınmak zorundadır Müminler ihsân sırrı ile Rabblerine kendilerini görüyormuş gibi kulluk ederler Sol omuzlarında günâhlarını yazan bir meleğin olduğunun şuuru içinde hareket ederler
Güç yettiğince günâhlardan sakınıldığında Allah küçük günâhları affedecektir "Eğer size yasaklanmış şeylerin büyüklerinden kaçınırsanız, geri kalan günâhlarınızı diler ve sizi nimet ve ikramlarımızla dolu olan cennete koyarız" (en-Nisâ, 4/31), "O kimseler ki ufak tefek kusurlar hariç, günâhın büyüklerinden ve çirkin söz ve davranışlardan kaçınırlar Şüphesiz ki Rabbinin bağışlaması geniştir" (en-Necm, 53/32)
Allahu Teâlâ mümin kulların günâhlarını yaptıkları bazı ameller veya söyledikleri birtakım söz ve dualar sebebiyle affeder, günâhlarına keffaret eder Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Denizin köpükleri kadar günâhı olsa da Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber, velâ havle velâ kuvvete illâ billâh' diyen yeryüzündeki her insanın günâhına bu söz keffaret olur" (Tirmizî, Vitr, 15) "Hiçbir kul yoktur ki bir günâh yapsın ve kalkıp güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılarak bu günâhdan mağfiret dilesin de, Allah onu affetmesin (Ahmed b Hanbel, I, 10)
Peygamberler mâsumdur, günâh işlemezler Ancak, "zelle" denilen, peygamberlik makamı için kusur kabul edilen amelleri vardır Ehl-i sünnet şefaat, hesap, mizân, sırat, havz, cennet, cehennem, kabir azabı ve münker-nekir sorgusunu hak ve dinin esası kabul etmiştir
Günah ve İsyanın Sonuçları:
- İlimden yoksun kalmak: Zira, ilim, günahkâra verilmez
- Rızkın kesilmesi: Günâhkârın rızkı harama gider, Allah'ın bereket ve ihsanı kalkar
- Kalp ve ruhun bozulması: Fıtrata uygun hal bozulur, hissizlik, vicdansızlık, korkusuzlukla tövbeden uzaklaşır İç dünya kararır, kalp paslanır, haya duygusu ve ahlâk kalkar
- İnsanlardan uzaklaşma: Nefsi ve en yakınlarıyla, toplumla yabancılaşan günâhkâr yalnız kalmaya mahkum olur
- Her günâh iz bırakır: Günâhların sonucu vücud, akıl ve diğer organlarda bir kötülük doğurur Her günâh bir başka günâha yol açar
- Her günâh, İslâm dışı gelmiş geçmiş bütün çirkin ulusların mirasıdır Kibirlenmek Firavun'un; eşcinsellik Lût kavminin mirasıdır
- Günâh ve isyân, Allah'ın azabının hak olmasına yol açar Bela ve musibet gelir Günâhın geçmişe, şimdiye ve gelecek kuşaklara zararı dokunur
- Günâhkârlar, meleklerin tövbe ve istiğfarlarından, Hz Peygamber (sas)'in şefaatinden mahrum kalırlar Günâhlar insanların imanını zayıflatır
Günah hakkında Hz Peygamber (sas)'in buyurduğu bazı Hadîs-i şerifler:
Zulüm üç türlüdür: Bir zulüm var ki Allah onu affetmez Bir zulüm var ki Allah onu affeder Bir zulüm var ki Allah onun mutlaka hesabını sorar: Allah'ın affetmediği zulm şirk'tir Çünkü O, "Şirk büyük zulümdür" (Lokman, 31/13) buyurmuştur Allah'ın affedeceği zulüm ise kulların kendi nefislerine zulmüdür Rableri ile kendileri arasındaki işlerde yaptıkları hatalardır Allah'ın hiç bırakmayıp mutlaka hesap soracağı zulüm de kulların birbirlerine karşı haksızlıklarıdır Allah bunların hesabını sorar ve yapılan haksızlıkları cezalandırır
Yüce Allah: " Ey kulum sen bana kulluk etmedin ama benden umut istedin Ben de sende olanları bağışladım Ey kulum, dünya kadar günâhla gelsen, bana şirk kaşmamışsan, ben de seni dünya kadar mağriretle karşılarım " buyurur
Kula erişen bir musibet, büyük-küçük bir felâket hep kendi günâhı yüzündendir Allah ın affettikleri de pek çoktur
Canımı kudret elinde bulunduran Allah'a andolsun ki, mümine erişen hiçbir tasa, üzüntü, sıkıntı, hatta vücuduna batan hiçbir diken yoktur ki Allah onunla o kimsenin günahlarını affetmesin
Her duyduğunu söylemesi kişiye günâh olarak yeter
Kim bir müslüman kardeşine şefaat eder de şefaat ettiği kimse kendisine bu yüzden bir hediye verir ve o da bunu kabul ederse büyük günâh kapılarından birine gelmiş olur
Hiç bir günâhkâr, diğerinin yükünü çekmez
Allah, canı boğazına gelmemiş olan kulun tövbesini kabul eder
Farz namazı, abdest, huşû ve rükûu'nu tam olarak yapan hiç bir müslüman yoktur ki -büyük günâh işlemedikçe- namazı önceki günâhlara keffâret olmasın
İnsanlar bir münker görüp de onu değiştirmezlerse Allah'ın onlara umumî bir ceza vermesi yakındır
Başkalarının işlediği günâhlar yüzünden bizi de helâk etme Allah'ım! Şu yedi helâk edici şeyden sakınınız: Şirk, büyü, adam öldürmek, faiz, yetim malı yemek, cihaddan kaçmak, masum kadınlara zina iftirasında bulunmak
Kim Ramazan'da inanarak, hak rızası için oruç tutsa geçmiş günâhları affedilir Rüşvet alana da verene de lânet olsun Helâl belli, haram bellidir ve sen sana şüpheli geleni bırak Zina ve fuhuş bir toplumda yaygın hâle gelirse, Allah önceki nesillerde bulunmayan hastalıkları onlara bela olarak verir Bir millet eksik tartar ve eksik ölçerse zulüm, açlık ve yoklukla cezalandırırlar Bir milletin yöneticileri yüce Allah'ın indirdiği hüküm ile hükmetmezse Allah onların birliğini dağıtır Kul, yaptığı isyan ve işlediği günâh dolayısıyla rızkından mahrum kalır
Hesaba çekilmeden, kendini hesaba çek Başınıza gelecekleri bilseydiniz az güler çok ağlardınız Yaptığın bir kötülük seni üzüyorsa sen müminsin Ey kalpleri evirip çeviren Rabbim, kalbimi senin dinin üzere sabit ve sürekli kıl" (İbn Kesîr, I, 508, 528: Buhârî, Libâs, 24, Tıb, l, Savm, 1-15, Ahkam, 9, Buyû', 2, 3; Müslim, Birr, 45 vd; iman,143,144,145,153,154, Mukaddime, 5; Ebû Davûd Buyû, 82; Tirmizî, Tefsir, 44; Daavât, 90, 99; İbn Mâce Ahkâm, 2; Mâlik, Muvatta ; Hudûd, 2,' Ahmed b Hanbel, II, 164, 248; V, 154, 190, 194)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #63
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



GURRE

Aklık, parlaklık; atın alnındaki beyazlık; akıtma, kamerî ayların ilk gecesi ve günü Çoğulu gurer'dir Bir terim olarak ana karnındaki cenînin * suç işleme yoluyla düşmesine sebep olan kimsenin ödeyeceği tazminat demektir
İslâm'da insanın mal, can, ırz dokunulmazlığı gibi temel hakları vardır Yaşama hakkı en başta gelir Bu yüzden çocuk ana karnına düştüğü andan itibaren koruma altına alınmış, ona zarar verene bazı dünyevî veya uhrevî cezalar konulmuştur Bir kimse ana, baba veya bunlardan başkası olsun hâmile bir kadının karnına veya sırtına veya yanlarına yahut başına yahut uzuvlarından bir uzvuna vurduğu veya onu dövmek, öldürmek, azarlamakla korkuttuğu zaman, kadın çocuğunu düşürürse iki durum akla gelir: Çocuk ya ölü yahut diri olarak düşmüştür
Cenîn, annesinden ölü olarak ayrıldığı zaman düşmesine sebep olanın cezası cenînin diyetidir Cenînin diyeti ise erkek olsun dişi olsun, suç kasden veya hata yolu ile işlenmiş bulunsun; gurredir Gurrenin miktarı beş deve yani diyetin yirmide biri veya buna denk olan nakit para olup, bu da Hanefîlere göre 50 dinar (200 gr altın para) veya 500 dirhem (1400 gr gümüş para)dır Diğer çoğunluk hukukçulara göre ise, 600 dirhem (1680 gr gümüş)dür (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 325; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 799; İbn Rüşd Bidâyetü'l-Müctehid, II, 407)
Ebû Hüreyre'den, şöyle dediği nakledilmiştir: "Hüzeyl kabîlesinden iki kadın kavga ettiler Bunlardan birisi diğerine bir taş attı, karnındaki cenîni öldürdü Allah Resulu'nun önünde mahkemeleştiler Hz Peygamber kadının akilesinin cenînin diyeti olan gurreyi ödemesine hükmetti" (Müslim, Kasâme, 36; Buhârî, Tıb, 468, Ebû Dâvûd, Diyât, 19; Nesâî, Kasâme, 39; Ahmed b Hanbel, II-274, 535; ed-Dârimî, Diyât, 21)
Cenînin düşmesine kasden sebep olan suçlunun gurreyi kendi malından ödemesi gerekir Cinsi altın veya gümüşten olur Kastı yalnız Mâlikiler mümkün görür Hata yoluyla öldürmede, suçlunun diyetinin üçte bir ve daha fazla olması hâlinde ise gurre âkıleye aittir
İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre bu konudaki suç, hata veya "şibh amd" (kaste benzer) yoluyla işlenebilir ve diyeti âkile yüklenir Burada cumhûra göre suçlu âkileden biridir Hanefîlere göre anne, cenîni ilaçla veya bazı fiillerle kocasının izni olmaksızın düşürdüğü zaman gurreyi âkilenin tazmin etmesi gerekir Eğer koca, cenîni düşürmek için izin vermiş olur veya kadının kasdı bulunmazsa, haddi tecavüz olmadığı için gurre gerekmez (İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 716; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, VI, 364) Gurre cezası bir yılda, diyet üç yılda; zimmînin diyeti gibi, müslümanın diyetinin üçte bir miktarındaki diyet ise bir yılda ödenir
Dört mezheb imamı da gurrenin asabe ve ashab-ı ferâiz kabîlinden cenînin hısımlarına miras hisselerine göre paylaştırılacağı konusunda görüş birliği etmişlerdir Ancak suçlu baba olursa gurreden bir pay alamaz Çünkü haksız olarak öldüren durumundadır Kâtil ise öldürdüğü kimseden miras alamaz (Ebû Dâvûd, Diyât, 18; Tirmizî, Ferâiz, 17; Ahmed b Hanbel, I, 49)
Hanefîlere göre burada yaratılışı tamamlanmış cenîn ölü olarak düştüğü zaman suçluya keffâret gerekmez; ancak, kendi isteği ile Allah'a yaklaşmak için gücünün yettiği ölçüde hayır yapıp Allah'a istiğfâr etmesi uygun görülmüştür (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, VII, 326, İbn Âbidîn, Reddû'l-Muhtâr, V 418)
Cenîn ana karnından diri olarak ayrıldıktan sonra, suç sayılan fiil sebebiyle ölse, Hanefilere göre bu fiil kasten yapılmış kabul edilmez; "Şibh-i amd" (kasta bemer) veya hata yoluyla işlenmiş sayılır Çünkü kasta kadar, cenînin meydana gelmesi ve yaşaması gerçekleşmez Bu yüzden tam diyet cezası gerekir ve suçlu, diyetten bir paya vâris olamaz Hanefiler bu durumda ayrıca keffâret cezasını gerekli görürler Cenîn ikiz, üçüz olursa diyet de buna göre katlanır Anne, vurmadan dolayı cenînin ölümünden sonra ölse yahut cenîn, annenin ölümünden sonra diri olarak çıkıp sonra ölse, suçluya iki diyet gerekir Birisi anne, diğeri cenîn için Cenîn annenin ölümünden sonra ölü olarak çıkarsa suçluya yalnız annenin diyeti gerekir; Cenîn için birşey gerekmez, sadece ta'zir cezası uygulanır Çünkü suçun, cenînin ölümü veya düşmesine yol açtığını gösteren kesin bir delil yoktur Üstelik cenînin, annenin ölümü sebebiyle ölmesi muhtemeldir Bu taktirde cenîn annenin bir uzvu mesâbesinde sayılır (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, VII, 326, VIII, 326; İbn Abi, dîn, Reddü'l-Muhtâr, V, 417; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 811 İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 408)
Hanefilere göre, gayr-i müslim kadının çocuğu için de gurre cezası uygulanır Çünkü kâfirin diyeti müslümanın diyeti gibidir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #64
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



GURUR-GURURLU

Büyüklenme, kibir, ucub Hakkı çiğneyen, insanları küçük gören, kişinin hâli Kendini yüksek ve değerli tutan Kendini başkalarından üstün; başkasını ise aşağı görme hastalığı
Övünme, şeref anlamlarında da kullanılır
Kibir, kişinin kendisinde bulunan ilim, mevkî ve doğruluk gibi hususiyetleri başkasından üstün görmesidir Bu, Allah'ın kızgınlığına, insanların hoşnutsuzluğuna sebep olduğu için sahibini felâkete götüren bir hastalıktır (et-Tâc, V, 31)
İnsan ruhunun arındırılması gereken kötülüklerden biri olan kibir, Râğıbu'l-İsfahânî'ye (Ö 503/1109) göre, "Kendini beğenen insanın, bu isteğini nefsine tahsis ederek, kendini başkalarından daha büyük görmesidir" (Rağıbu'l-Isfahânî, el-Müfredât, s 421) Kibir, tekebbür ve istikbâr birbirine yakın manada kullanılmışlardır
İmam Birgivî (Ö 981/1573) kibir için, "Kalbin hastalıklarındandır; kendini yüksekte görerek, karşısındakinin üstünde saymaktır; zıddı zaaftır" (Birgivî, et-Tarîkatü'l-Muhammediyye, s 68 vd) demiş, bazı ayet-i kerîmelerle kibri tanıtmaya çalışmıştır Kur'an-ı Kerîm, kibiri, kibirden türeyen davranışları açıklamış, kibir ve örneklerini teşhir ederek zararlarını belirtmiş, ondan kaçınmanın ahlâkî bir zaruret olduğunu ortaya koymuştur:
"Meleklere, Âdem'e secde edin' demiştik İblis müstesna hepsi secde ettiler O kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu" (el-Bakara, 2/34)
"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden yüz çevirteceğim Onlar bütün ayetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler (el-A'râf, 7/146)
"Allah büyüklük taslayanları sevmez" (en-Nahl, 16/23)
Kibir, önce kişinin inanç dünyasına tesir ederek, hak ve doğruya inanmasına engel olur, Allah'ın birliğine, peygamberlere ve âhiret gününe inanmayanların inançsızlığa kibir yüzünden sürüklendikleri anlaşılmaktadır (en-Nahl,16/22; es-Sâffât, 37/35; el-Bakara, 2/87; el-A'râf, 7/75-76, 88; Nûh, 71/7; Yunus, 10/75; el-Mü'minûn, 23/27, 46-47)
Kibir, ferdin Allah'a kul olma ve ona itaat etme görevini engelleyen davranış olduğu için Kur'an bunun neticesine şöyle işaret eder:
"Kim, Allah'a kulluktan, O'na ibadetten çekinir ve büyüklenirse, bilsin ki, (Allah) kıyamette herkesi huzurunda toplayacaktır" (en-Nisâ, 4/172)
Çünkü Allah, zatına dua ve ibadet edilmesini istemekte; büyüklenerek kaçınanların, "küçülmüş kimseler olarak" cehenneme gireceklerini (el-Mü'minûn, 40/60) haber vermektedir Buna karşılık Allah'a ibadette büyüklük göstermeyen melekler övülerek, insanlar da bu harekete teşvik edilmektedir (el-A'râf, 7/206; el-Enbiyâ, 21 / 19)
Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah şöyle buyurdu: "Büyüklük ve azamet örtümdür Bu bakımdan bunlardan biriyle kim bana nizaa kalkışırsa, onu ateşe atarım " (Ebû Dâvûd Libâs, 25; İbn Mâce, Zühd, 16; Ahmed b Hanbel, II, 248)
Allah'ın Resulu (sas) yüce mertebesinde tevâzu * yönünden insanların en ileride olanıydı Abdullah İbn Amr der ki: Resulullah'ın, kızıl bir devenin sırtında cemrelere taş attığını, önünde herhangi bir kimsenin dövülüp kovulduğunu ve "yol açınız, yol açınız" denildiğini görmedim Resulullah (sas) hastalan ziyaret eder, cenazelerin arkasında gider, kölelerin davetine icabet ederdi Ayakkabılarım bizzat pençeler, elbisesini yamalar, aile efrâdıyla beraber evinde onların ihtiyaçlarına koşardı
Bir gün huzur-u saadetine bir adamcağız getirildi Adam Resulullah'ın heybetinden tir-tir titremeye başladı Efendimiz (sas) o adama:
"Canını sıkma! Ben padişah değilim Ben ancak Kureyş soyundan gelen ve kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum" diyerek o kişiyi teskin etti
işe vâlidemiz (ranha), "Ey Allah'ın Resulu, Allah benim canımı sana feda etsin: Yaslanarak ye; çünkü yaslanarak yersen senin için daha kolay olur" deyince, bu ısrarına bir karşılık olarak Resulullah, alnı yere değercesine mübârek başını eğdi ve sonra şöyle dedi:
"Hayır, ben kölenin yediği gibi yer ve kölenin oturduğu gibi otururum"
Büyüklenme üç kısımdır:
a) Cehâlet ve azgınlıktan ötürü bazı kulların kendilerini Allah'tan büyük görmeleri;
b) Peygamber'e karşı, O'nun buyruklarını küçümsemek, O'nu alelâde biri olarak görmek, prensiplerini hafife almak;
c) Etrafında bulunan insanları küçük görüp, kendini büyük görmek
İnsan ruhunu çeşitli aaaahürleriyle körelten zararlarına Kur'an-ı Kerîm'in genişçe bir açıdan baktığı kibir, maddî hayatta zararın ve kaybın sebebidir Kibir örneklerinde gördüğümüz gibi büyüklenenler henüz dünyada iken, hareketlerinin cezasını çekerek helâk olmuşlardır Büyüklenme ve çoğunluğa güvenmenin özellikle savaşta acı sonucuna dikkati çeken Kur'an, Huneyn muharebesindeki durumu şöyle anlatmaktadır: "O vakit, Huneyn'de çokluğunuz size güven vermişti de, bir faydası olmamıştı"(et-Tevbe, 9/25) Şu da var ki ilâhî yardım inananların imdadına yetişti ve Huneyn'de küffâra karşı galip geldiler
Büyüklenmenin manevî zarar ve kötülükleri, ceza ve azap şeklinde tecelli edecektir
Şüphesiz kibirlenme insanlığı yokluğa iter Onun giderilmesi gerekir; fakat bu kuru temenni ile değil, manevî ilâçla ve kibir ağacını kalpten söküp atacak vasıtaları kullanmakla mümkündür Bu da iki şekilde olur:
a) Asıl ilaç; ilim ve ameldir Şifa, bu ikisinin birleşmesiyledir İlim, kişinin kendisini ve Allah'ını bilmesidir Kibrin giderilmesi için bu yeterlidir Kişi bildiği zaman bu var olan kâinat içindeki payını; Allah'ını bildiği zaman kibrin ve azametin onun hakkı olduğunu anlar Kur'an-ı Kerîm bu hususta dikkati çekiyor:
"Canı çıksın insanın, o ne nankördür! Allah onu neden yaratmış? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek, ona şekil vermiş, sonra tutacağı yolu kolaylaştırmıştır Sonra onu öldürür ve kabre koyar" (Abese, 80/ 17: 22)
b) Nesep, güzellik, mal, ilim vb gibi büyüklenmeye iten sebeplerin gelip-geçici olduğunu düşünerek kendisini bu belâdan kurtarmaya çalışmak
Allahu Teâlâ bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:
"Însanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez Yürüyüşünde tabiî ol, sesini de alçalt " (Lokman, 31/18) Hulâsâ; gurur ve kibir sâlih ve muttaki bir müslümanda bulunmaması gereken; tevhid ehline yakışmayan en kötü huylardandır (Ayrıca bk Kibir)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #65
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



GUSÜL (Boy Abdesti)

Tepeden tırnağa kadar vücudun her tarafını hiçbir yer kuru kalmayacak şekilde yıkamak
Fiil kökünden isim olan gusl, sözlükte; yıkanmak ve temizlenmek manasına gelir "Gasele" fiili de, kirin suyla giderilmesi ve temizlenmesini ifade eder
Erginlik çağına gelmiş her müslüman erkeğin ve kadının şu durumlarda boy abdesti alması gerekir
1) Cünüplük; yani cinsî münasebet, ihtilam ve ne şekilde olursa olsun meninin (sperm) şehvetle vücut dışına çıkması
2) Hayız (kadının âdet görmesi) ve nifâs (lohusalık) hâlinin sona ermesi
Bu hallerde gusletmek farzdır Bazı durumlarda da gusletmek, sünnet veya müstehabdır Meselâ; Hac ve Umre yapmak maksadıyla Mekke ve Medine'ye girmeden önce, hac mevsiminde Mina ve Müzdelife'de bulunmadan önce; yağmur duasından önce; herhangi bir hayırlı iş için müslümanlarla bir araya gelmeden ve mübarek gecelerde gusletmek sünnet ve müstehabdır '
Namaz için alınan abdest "küçük abdest" kabul edilerek, gusle "büyük abdest" veya "boy abdesti" adı verilmektedir
Guslün farzları üçtür
I) Ağza su alıp boğaza kadar çalkalamak 2) Buruna su çekmek ve yıkamak 3) Tepeden tırnağa bütün vücudu yıkamak
Vücut yıkanırken en ufak bir yerin kuru kalmamasına dikkat edilmelidir Aksi taktirde gusül yerine gelmemiş olur Onun için kulaklar, göbek çukuru, saç, sakal ve bıyıkların dipleri iyice yıkanır
Guslün sünnetlerine gelince: 1) Gusle besmele ve niyet ile başlamak 2) Avret yerini yıkamak ve bedenin herhangi bir yerinde pislik varsa onu temizlemek 3) Gusülden evvel abdest almak 4) Abdestten sonra, önce üç defa başa, sonra üç defa sağ, üç defa da sol omuza su dökerek her defasında bedeni iyice oğuşturmak 5) Guslederken çok fazla veya çok az su kullanmaktan kaçınmak 6) Kimsenin göremeyeceği bir yerde yıkanmak 7) Tenha bir yerde yıkanılsa bile, avret yerini açmamak 8) Guslederken konuşmamak 9) Gusl bitince bedeni bir havlu ile kurutmak 10) Gusulden sonra çabucak giyinmektir
Guslün adabı aynen abdest adabı gibidir
Gusletmek isteyen kimse önce besmele çekerek gusle niyet eder Ellerini bileklerine kadar yıkar ve üzerinde yapışıp kurumuş bir şey varsa onları temizler Sonra herhangi bir pislik olmasa bile avret yerlerini ve uyluklarını yıkar Sonra sağ avucu ile ağzına bolca su alarak iyice çalkalar; bunu üç defa tekrar eder; oruçlu değilse suyun boğazına ulaşmasını sağlar Sonra yine sağ eli ile burnuna üç defa su çekerek iyice temizler Bundan sonra namaz abdesti gibi bir abdest alır Şayet yıkandığı yere su toplanıyorsa, ayaklan, abdest alırken değil gusülden çıkarken yıkar Abdest aldıktan sonra, önce başına, sonra sırayla sağ ve sol omuzlarına üçer defa su döker Her defasında vücudun her tarafını iyice oğuşturur Hiçbir yerinin kuru kalmaması için dikkat eder Bunun için saçlarının, sakallarının diplerine, göbeğinin içine suyun ulaşmasını sağlar Eğer vücudunun bir yerinde, herhangi bir yaradan dolayı ilaç veya sargı varsa ve fazla su bunlara zarar verecekse, bunların üzerinden suyu hafifçe geçirmekle yetinir; bu da zarar verirse sadece eliyle üzerini mesheder
Cünüb bir kimsenin veya hayız ve nifâs hâlindeki bir kadının bu durumdayken yapması haram olan hususlar, şunlardır:
Namaz kılmak; Kur'an niyetiyle Kur'an'dan bir parça okumak (ancak dua niyetiyle okumak caizdir Ayrıca Kur'an ayetlerini çocuklara kelime kelime öğretmek, Kelime-i Şehâdet getirmek, tesbih ve tekbirde bulunmakta da sakınca yoktur); Kur'an-ı Kerîm'e ve onun en ufak bir parçasına dokunmak ya da tutmak (fakat bitişik olmayan bir kılıf veya kutu içerisinde ise tutmak caizdir); Kâbe-i Muazzamayı tavaf etmek ve zaruret olmadığı halde bir mescide girmek ve içinden geçmek; Üzerinde ayet yazılı olan bir levhayı veya buna benzer birşeyi tutmak
Guslü gerektirmeyen hallere gelince;
Henüz şehvet duygusu oluşmamış ve bulûğa ermemiş çocuğun cinsî yakınlaşmada bulunması Tenâsül uzvundan şehvetle açık bir sıvı hâlinde meni akması Cinsî bir şehvet duyulmasına rağmen meninin dışarıya çıkmaması Şehvetten, başka bir şeyden (hastalık, heyecan vs) dolayı meninin akması, kızın bekâretini gidermeyen cinsî bir yakınlaşma (çünkü kızlık zarı haşefenin sünnet yerine kadar girişini engeller) Bu gibi durumlarda gusül farz değildir
Gusletmeleri farz olanların, gusülsüz olarak yapmaları caiz olan hususlar da şunlardır:
Zikretmek; tesbih etmek; salât ve selâm getirmek; Kur'an ayetlerini kelime kelime öğretmek; dua maksadıyla Kur'an'dan ayetler okumak: Kelime-i şehâdet getirmek; Kur'an'a bakmak; bitişik olmayan bir kap içerisinde bulunan mushafa dokunmak; uyumak (Cünübün abdest aldıktan sonra uyuması daha iyidir) Cünüp iken yemek yeneceği veya içileceği zaman elleri yıkamak ve ağzı çalkalamak gerekir Bunların yanısıra, Ramazan'da cünüp olarak sabahlayan kimse veya gündüz uyuyarak ihtilam olan kimsenin orucu bozulmaz
Cünüb olan kimsenin ise;
Dinî kitaplardan herhangi birini elle tutması ve okuması; elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi ve eliyle tutmadığı bir kağıda Kur'an ayetleri yazması mekruhtur
Gusl, Allah'u Teâlâ'nın müslümanlar için emrettiği en önemli maddî-manevî temizlik biçimidir Cenâb-ı Hak, "Eğer cünüb iseniz yıkanıp temizlenin" (el-Mâide, 5/6) buyurmaktadır Bu yıkanmanın şeklini de Hz Peygamber (sas) kendi tatbikatıyla bize öğretmiştir Guslün daha çok manevî bir temizleme aracı olduğu unutulmamalıdır Çünkü vücudumuzun herhangi bir yerinde görünür bir pislik veya kir-pas olmasa bile cünüb olan kimsenin ibadetlerini yerine getirebilmesi için mutlaka gusletmesi gerekir Ayrıca gerekli şartları yerine getirilmeyen yıkanma, ne kadar itinalı yapılırsa yapılsın guslün yerine geçmez ve bununla cünüblükten kurtulmak mümkün olmaz Cünüb olan kimse ilk fırsatta gusletmeye çalışmalıdır Bu durumda ancak, içinde bulunduğu namaz vaktinin çıkmasına kadar müsaade vardır; daha fazla geciktirnıesi günâh kazanmasına sebep olur
Guslün vücud için faydalarına işaret eden doktorlar bu hususta şunları söylemektedir: İnsanın başına gusletmesi gerektiren bir hal gelince bütün damarlarda büyük bir sarsıntı olur Vücutta bir yorgunluk ve gevşeklik meydana gelir Bu yorgunluk ve sarsıntıyı gidermek için vücudun her tarafını yıkamak lâzımdır Demek ki; guslü gerektiren hallerde sadece bazı organlar değil, vücudun tamamı yıkanma ihtiyacı hissetmektedir Çünkü gerek cünüblükte, gerekse hayız ve nifâs hâlinde, başta kalp olmak üzere bütün organlar ve kan dolaşımı, yorgunluklarını, ancak güzel bir boy abdesti ile tertemiz bir zindeliğe terkedeceklerdir Allah'ın her emrinde olduğu gibi gusül abdestinde de bizim bildiğimiz ve bilemediğimiz daha birçok hikmet ve faydalar bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #66
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



GÜZEL KOKU

Peygamberimiz bir hadîsinde "Bana kadın ve güzel koku sevdirildi Gözümün nuru da namazdır" buyururlar
Bu hadis, Peygamberimizin güzel ve iyi olan şeye sevgisini dile getiriyor Peygamberimiz, güzel kokuyu namazla birlikte anmıştır Böylece, güzel kokunun değerini ve yerini belirtmiştir
Aşağıdaki hadislerden de anlaşılacağı üzere Peygamberimiz, güzel kokuyu reddetmediği gibi, saçına ve sakalına koku sürülmesine de itiraz etmezdi
Enes İbn Mâlik; "Hz Peygamber (sas) hoş kokuyu reddetmezdi" (Buhârî Libâs) buyuruyor
Azre İbn Sâbit de, "Bir kere Enes İbn Mâlik'in torunu ve Basra kadısı Sümame İbn Abdullah'ın huzuruna gitmiştim, Sümame bana güzel bir koku uzattı da şöyle dedi "Alınız, dedem Enes İbn Mâlik güzel koku hediye edilince reddetmezdi Allah Resulu'nun de güzel kokuyu reddetmemek itiyadında olduğunu söylerdi'
Rebîatü'r-Re'y, Enes İbn Mâlik'e soruyor: "Allah Rasülü saçını boyadı mı? Bu gördüğüm saç kırmızıdır"
Enes İbn Mâlik de "Hayır boyamadı O kırmızılık saçına sürdüğü kokudandır" buyurmuştur
Yine Enes İbn Mâlik, Ömer İbn Abdülaziz'in sorusunu da, "Allah Resulu saçına koku sürmek itiyadında idi Ondan kızarmıştır" cevabını verdi
Hz Âişe de "Ben Allah Resulu'nu hoşlandığı en güzel koku ile kokutacağım, hatta çaldığım koku onun başında ve sakalında parlayıp şakıdığım görünceye kadar devam ederdim" buyurmaktadır
Bu hadisten anlaşıldığı kadarıyla Peygamberimiz kokuyu saç ve sakalına sürerdi Yüzüne ve başka yerlere sürdüğü hakkında bir rivayet yoktur
Hz Âişe başka bir hadiste de, "Veda Haccı'nda, ben Allah Resulu'nu ihramdan çıktığında ve ihramlanmak istediğinde tutya (denilen güzel koku)yla kokulardım" buyurmuştur
Ebû Saîd el-Hudr? de şöyle demiştir: "Allah Resulu'nun "her baliğ olan kimseye cuma günü gusletmek, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek vacibdir' dediğine şeha3det ederim"

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #67
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



GÜZEL SÖZ

Âlemde en üstün vasıflarla yaratılan varlık; insandır Sahip olduğu bu üstün meziyetler, insana diğer varlıklara verilmeyen yükümlülükleri de yüklemiştir Akıl, anlama kabiliyeti, işitme, görme, konuşma gibi üstün meziyetlerden insan "hesaba çekilecektir "kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur" (el-İsrâ, 17/35) Her eşyanın var oluşunun bir maksat ve gayesi olduğu gibi insan ve onun uzuvlarının da yaratılışlarının birtakım gayeleri vardır Eşya, ancak gayesine göre kullanıldığı takdirde gerçek değerini bulur
Konuşma kabiliyeti insanlar için verilmiş değerlerin en önemlilerinden biridir Bu kabiliyet ile insan, hemcinsleriyle anlaşma imkanına sahip olur Toplum hâlinde yaşamak mecburiyetinde olan insan, her gün defalarca bu kabiliyetini kullanarak etrafında dost veya düşman halkaları meydana getirir
Hayatımızı ilâhî ölçülere göre sürdürmemizi emreden Yüce Allah, çevremizde dost kazanmamızın sırrını açıklarken şöyle buyurur: "(insanlar) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? İyilikle kötülük bir olmaz (Sen, kötülüğü) en güzel olan şeyle sav; o zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir"(el-Fussilet, 41/33,'34)
İnsanlara karşı iyi muamele ve güzel söz söyleme İslâm'ın prensiplerindendir Firavun'u hak din'e davet için giden Hz Musa ve Harun (as)'a Allah; "O'na yumuşak şöyle, konuşun" (Tâhâ, 20/44) emrini vererek kâfire yapılan tebliğin yumuşak ve güzel söz ile yapılması gereğini ifade etmiştir Sözlerin en güzeli, insanları hakk'a, doğruya, olgunluğa, insanca yaşamaya sevkeden Allah'ın kelâmıdır: "Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer, ikişerli bir kitap halinde indirdi" (ez-Zümrüt, 39/23) Sözlerin en güzeli olan Allah kelâmını ümmetine tebliğ eden Hz peygamber (sas) de birçok hadislerinde, insanlara karşı güzel söz söylemeyi emir ve tavsiye etmiş; bizzat kendisi de hayatı boyunca kaba sözden sakınmış; şahsına hakaret eden insanlara bile; "Allah'ım; onlara hidayet et, çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar" diyerek duada bulunmuş ve rıfk ile muamele etmiştir O'nun bu yüksek ahlâkı, gün gelmiş, düşmanlarının bile sevgi ile etrafında imanla toplanmalarına vesile olmuştu Yahudilerden bir grup Hz Peygamber'e (sas) gelip, güya selâm veriyormuş edasıyla "Essâmu Aleyküm=Ölüm üzerinize olsun" deyince, yanında bulunan Hz Âişe dayanamayarak, "ölüm sizin üzerinize olsun, Allah size lânet etsin, Allah size gazap etsin" diye cevap verince Hz Peygamber (sas), "Yavaş ol Âişe! Yumuşak hareket et; sert hareketten ve çirkin sözden sakın " buyurmuştur Câbir İbn Abdullah, Hz Peygamber (sas)'in "Kötü söz ve harekette bulunanla kendini kötü söz ve hareketlere zorlayanı ve çarşılarda bağırıp çağıranı Allah sevmez" buyurduğunu rivayet eder Müslüman, elinden ve dilinden zarar görülmeyen insandır; başkalarına dil uzatmak, lânet etmek, kötü iş yapmak ve kötü söz söylemek, müslümana yakışmayan hallerdir Müminin en düşük ahlâklısı, kötü sözlü olanıdır İslâm, değil müslümana, kâfirlere bile lânet edilmemesi gerektiğini Peygamber (sas), diliyle yasaklamıştır: "Allah'ın lâneti ile, Allah'ın gazabı ile ve ateş ile lânetleşmeyiniz" (Ebû Dâvûd, Edeb) Ebu Hureyre'nin rivâyetine göre; Peygamber (sas)'den müşriklerin aleyhine Allah'tan dua etmesini isteyen birine Hz Peygamber (sas) "Ben, lânet edici olarak gönderilmedim; ancak rahmet olarak gönderildim" buyurmuştur" (Müslim, Birr, 87) Gerçekte Resulullah, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir (Enbiyâ, 21/107)
Güzel söz; gönül alan, onur kırmayan, hak ve doğruyu gösteren bütün sözlerdir Fertler arasında sevginin, hak ve doğrunun üstün tutulması; nefret ve düşmanlığın giderilmesi, hakka uygun sözlerle mümkün olmaktadır Allah, bir toplumun, diğerini ayıplamamasını, kusurlarını araştırmamasını, aleyhinde iftira ve gıybette bulunmamasını emretmektedir (el-Hucurât, 49/11, 12) Bu konuda Hz Peygamber'den şu hadisler nakledilmektedir:
"Mümin dil uzatıcı değildir, lânet okuyucu değildir, kötü iş yapan değildir, kötü söz söyleyen değildir" (Tirmizî, Kadir, 1978)
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre; Resulullah zamanında iki adam arasında karşılıklı sövme oldu: Bunlardan biri sövdü, diğeri sustu Peygamber (sas) de oturuyordu Sonra diğeri aynı sözü geri çevirdi Bunun üzerine Peygamber (sas) kalktı ve meclisten dışarıya çıktı Hz Peygamber'e "niçin kalktın" diye sorulunca, "Melekler kalktı, ben de onlarla beraber kalktım Bu sövülen, sükût ettiği müddet, melekler buna sövene, sözü geri çeviriyorlardı Ne zaman ki, bu adam, sövenin sözünü geri çevirdi, melekler kalktı, gitti" buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Edeb, II, 572); "Sövülen iki kimsenin söyledikleri sözün günâhı; sövülen hududu aşmadıkça, ilk söze başlayan üzerinedir" (Müslim Birr, 68); "Müslümana sövmek fâsıklıktır" (Nesâî; Tahrimu'd-Dem, 27); "Size, kötü olanlarınızı haber vereyim mi; koğuculukla dolaşıp insanlar arasını bozan ve temiz kimselere ayıp isnad edenlerdir" (İhyâ, Cüz, III, 135) Hz Ali, "Çirkin laf edenle onu yayan, günâh işlemekte eşittir" (Beyhakî, Şuabu'l-İman); İbn Abbas da, Hucurât suresinin 11 ayetini izah ederken "Bir kısmınız bir kısmınıza dil uzatmasın Muhakkak Allah, çirkin söz kaçıranı, kasden çirkin söz söylemeye yelteneni sevmez" demiştir (Edebü'l-Müfred, I, 344)
Yüce Allah sözün en güzelinin,
"Tevhid = Allah'ı birleme" kelimesi olduğunu ifade etmiştir (İbrahim, 14/25; 5-10) Müslümanın her türlü kötü söz ve hareketlerden kaçınması gerektiği gibi, dilini Allah'ı zikir ile ve insanları Allah'a davet ile meşgul etmelidir Güzel sözlerle insanları Hakka çağıran ve kötülüklerden alıkoymaya gayret edeni medh eden Yüce Allah, "İçinizden hayra çağıran, iyiliği buyurup, kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Âl-i İmran, 3/104) buyurmuştur
Hz Peygamber (sas) bütün hayatı boyunca fıtratı ve Allah'ın emri gereği (Hicr,15/88) müminlere karşı şefkat ve merhametle muamele etmiş; huysuzluk, kati yüreklilik ve kaba konuşmaktan sakınmıştır (Âl-i-İmrân, 3/109) Allah'a ve ahiret gününe iman eden ümmetine de, ya hayır söylemesini, ya da susmasını tenbih etmiştir (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 120) Bir kimsenin, diğer bir kimseye "fâsık" veya "kâfir" diye söz atmasını da yasaklayan Hz Peygamber (sas), "O, kimsede bu haller mevcud değilse, bu gibi sözler onu söyleyene döner" (Riyazü's-Sâlihîn, III, 146) demiştir Bir adam şarap içmiş, bunun üzerine de İslâmî ceza ile cezalandırılmıştı Hazır bulunanlardan bazıları suçluya "Allah seni kahretsin, rezil etsin" demişlerdi Söylenen sözleri hoş görmeyen Hz Peygamber;
"Hayır, öyle söylemeyiniz, bu adamın aleyhine şeytana yardım etmeyiniz" (Riyazü's-Sâlihîn, III, 146) buyurarak, suçlu da olsa bir insana kahredici sözler söylemenin doğru olmadığına işaret etmiştir İnanan bir insana, şer olarak, müslüman kardeşine hakaret etmesi kâfidir (Riyazü's-Sâlihîn, III,156) Müslümanlar hakkında kötü zan ifade eden sözlerden de kaçınılmalıdır (el-Hucurât, 4/92) Çünkü zannın kötüsü, sözlerin en çirkini ve en yalanıdır (Riyazü's-Salihin, 3/155)
Sözü işitip en güzeline uymakla mükellef olan müslüman (ez-Zümer, 39/17, 18), hayatta bulunan müslüman kardeşine sövmekten nehyedildiği gibi, müslümanın ölülerine de sövmemekle ve ayıplarını araştırmamakla emrolunmuştur (Riyazü's-Sâlihîn, III, 147)
Allah'ın verdiği ilâhî nimetlere şükretmek, imanının ve İslâm'ının gereğidir Ancak şükür, basit bir "teşekkür" ifadesinden ibaret değildir; müslüman, sözlü teşekkürüne ilâveten bedenî ve malî ibâdetlerle de şükrünü eda edebilmelidir Nimetler, şükrünü eda edemeyeceğimiz kadar çoktur Tövbe ederek bağışlanmamızı arzu eden Yüce Allah, yaptığımız her tür iyilikleri sadaka kabul ederek, bu yolla affımıza vesileler yaratmıştır
Hz Peygamber (sas), "Her iyilik bir sadakadır" (Edebü'l-Müfred, I, 245) buyurmuştur Hadiste geçen ma'ruf kelimesinin manası geniştir Allah'a ibadeti ve O'nun rahmetine yakınlık için söylenen sözlerle yapılan işler, insanlara söz ve işlerle yapılan ihsan ve yardımlar, ma'ruf kelimesi ile ifade edilmiştir
İnsanlar (müslümanlar), iyilik ve takva üzerine birbirleriyle yardımlaşmalıdırlar (el-Mâide, 5/2) İyilik yapma imkânına sahip olmayanlar ise, hiç olmazsa güzel söz ve tatlı 'dil ile din kardeşinin gönlünü hoş tutmalı ve bu yolla da Allah'a şükrünü eda etmelidir Çünkü güzel söz ve tatlı dil, Allah katında bir sadaka kabul edilmiştir Hz Peygamber "Yarım hurma ile olsa dahi ateşten korunmaya çalışınız Bunu da bulamazsanız tatlı sözlerle" buyurmuştur Hadîsin devamında, söylenen güzel bir sözün sadaka hükmüne geçtiğini müjdelemiştir (Riyazü's-Sâlihîn, II, 109)
Eşyanın, yaratılış gayesinin dışında sarfedilmesi, onun değerini düşürür Lisanın (konuşma kabiliyetinin) yaratılış gayesi, hakkı söylemek ve muhataba meramım ifade edebilmektir Sözü yerinde kullanmak onu tesirli kılarken, yerli-yersiz sarfedilen söz de, tesiri azaltır; anlatılmak istenen manayı daha da karmaşık duruma getirdiği gibi o nisbette muhatabı da sıkar Cevâmiu'l-kelim = Veciz söz (az kelime ile çok mana ifade etme) Kur'an ve hadislerin edebî üslûbundan birini teşkil etmektedir
İnanan insan, dinî ve dünyası için, lüzumsuz olan her türlü şeyden yüzçevirir (el-Müminun, 23/3) Lisanı, gereksiz ve boş sözlerle meşgul etmek, insan hakkına tecavüz sayılan gıybet, iftira, dedikodu, yalan sözler, söyleyenin kalbini kararttığı, günâha sevkettiği gibi, dinleyeni de yanlış kararlara, fâhiş hatalara tamiri mümkün olmayacak derecede felâketlere sürükleyebilir
Mümtehine suresinin ilk ayetinde Cenâbı Allah; "Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanlar)ı dostlar edinmeyin (Kendileriyle aranızdaki sevgi yüzünden onlara (Peygamber'in maksadını) ulaştırırsınız (değil mi?)" buyurmaktadır Müfessirler bu âyetin nüzul sesebi hakkında şu hadiseyi naklederler: Hz Peygamber (sas) Mekke'ye karşı sefer hazırlığına girişir Bu, müslümanlarca bilinen bir sırdır Sahâbeden Hâtıb b Ebî Beltaa, Mekke'de küffâr içinde kalan evlâtlarını ve ailesini tehlikeden korumak maksadıyla, Hz Peygamber'in bu hazırlığını, Mekke'ye dönmek üzere olan Sare isimli bir şarkıcı kadına verdiği mektupla bildirmek ister Cebrâil vasıtasıyla durumdan haberdar olan Hz Peygamber (sas), Hz Ali, Talha, Ammâr, Zübeyr ve Ebû Mersed'i göndererek kadından mektubu aldırır Yaptığını itiraf eden Ebû Beltaa, özür dileyerek Hz Peygamber tarafından affedilir Konuşulmaması gereken yerde konuşmak, sırrı ifşa etmek, birçok tehlikeli olayların meydana gelmesine sebep olabilir
Allah, razı olduğu kullarının vasıflarını sıralarken; "Rahman'ın kullan ki yeryüzünde mütevazî olarak yürürler, câhiller kendilerine laf atarsa "selâm" derler" (el-Furkân, 25/63);
"Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve "bizim işlerimiz bize sizin işleriniz size Size selâm olsun; biz câhilleri istemeyiz' derler" (el-Kasas, 28/55) buyurmaktadır Lüzumsuz söz ve sataşmalardan sakınan müminler böylece dövülürken, bunun aksine boş ve lüzumsuz sözlerle meşgul olanlar için de şu ikaz yapılmaktadır: "Însanlardan kimi vardır ki, bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için (masal, hikâye, türkü) gibi eğlence (türünden boş) sözleri satın alırlar İşte onlara, küçük düşürücü bir azap vardır Ona ayetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner Onu, acı bir azap ile müjdele" (Lokman, 31/6, 7) Bazı masal kitaplarını getirip Mekkelilere okuyarak onları eğlendiren, dolayısıyla Kur'ân'ı dinlemelerine engel olan Nadr İbn Haris ve benzerleri hakkında nâzil olan bu ayet, boş lafların hakkı dinlemeye engel olduğunu veciz bir şekilde ifade etmektedir Müddessir suresi 45 ayette de boş söz ve boş davalara dalmanın cehenneme gitme sebebi olduğu belirtilmektedir
Her iş ve sözü imanı ile uygunluk gösteren değerde olan müslüman, ahirette lüzumsuz söz söyleme ve dinlemeden uzaktır: "Orada boş söz değil, yalnız selâm işitirler" (Meryem, 19/62) lüzumsuz söze kulak asmayan müslümanlar, daima hakkı dinler, hakkı söyler ve yalandan sakınırlar (el-Furkan, 25/72, el-Ahzâb, 33/70) Dünyada lüzumsuz söz ve boş davalarla meşgul olanlar, yalan, iftira, dedikodu ile kalplerini karartanlar, ahirette hesaba çekildikleri zaman, dünyada olduğu gibi lüzumsuz ve yalan lakırdılar etmeye başlayınca onların ağızlarına mühür vurulur ve diğer uzuvları aleyhlerinde şahidlik etmeye başlar (Yâsin, 3/65, 41/21)
Lüzumsuz ve faydasız sözlerden kaçınmak, daima hak ve doğruyu konuşmak, müminin prensibidir Önemsenmeden söylenen öyle lüzumsuz söz vardır ki, insanı cehennemin en derin yerine sevkeder (Müslim, Hadis, no: 2988) Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den rivayetine göre Hz Peygamber (sas); "Bir mecliste lüzumsuz sözler konuşan kimse, kalkarken 'Sübhaneke'llahümme ve bi hamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbü ileyke' derse, oradaki hataları bağışlanır" buyurmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #68
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



H

HABER-İ MEŞHÛR

Âhâd haberler içinde râvî sayısı en fazla olan hadis Herkes tarafından bilinen ve nakledilen haber manasına gelen haber-i meşhûrun hadîs ıstılahındaki tarifi şöyledir: En az üç isnadla rivayet edilen, fakat tevâtür derecesine erişmeyen hadîslere "meşhûr" denir (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s 219) Tarifte yeralan "en az üç isnad" şartı ilk tabakada aranmaz Bu sebeple her tabakada en az üç râvîsi olduğu halde bir veya iki sahabîden rivayet edilen hadîsler de meşhûr hadîs sayılırlar Nitekim "Ameller ancak niyetlere göredir" hadîsi sadece Hz Ömer tarafından rivayet edildiği için, sonradan çok meşhûr olmasına rağmen mütevâtir değil, meşhûr hadis kabul edilir (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 104, 108) Rivayet edenlerin sayısı her tabakada eşit olursa o hadise "müstefiz" denir Buna göre müstefiz hadîs, meşhûrun bir çeşidi olmaktadır
Tariften anlaşıldığı üzere bir haberin meşhûr olması, onu rivayet edenlerin sayısı bakımındandır Bu itibarla meşhûr hadisler, sıhhat bakımından sahih, hasen, zayıf, hatta mevzû olabilirler Sahih olan meşhûrun misali şu hadistir: "Allah Teâlâ, ilmi, insanların arasından çekip almak sûretiyle değil, alimleri vefat ettirmek sûretiyle ortadan kaldırır Nihayet ortada alim kalmayınca, halk birtakım câhilleri kendilerine lider seçer Bunlara birşeyler sorulur, onlar da bilmeden fetva verirler Böylece hem kendileri doğru yoldan saparlar, hem de başkalarını saptırırlar" Hasen olan meşhûrun misali şudur: "İlim öğrenmek her müslümana farzdır" Zayıf olan meşhûr hadîse örnek: ise "İlmi, Çin'de bile olsa, öğreniniz" hadîsidir
Halk arasında hadîs olarak meşhûr olmuş ıstılah anlamının dışında kullanılan meşhûr rivayetlerden bazıları ise şunlardır: "Kendini (nefsini) iyi tanıyor Rabbini de bilir", "Ben bilinmeyen bir hazine idim"; "Ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir" (Subhi es-Sâlih, Hadîs İlimleri ve Hadis Istılahları, Çev Yaşar Kandemir, Ankara 1973, s 195-196)
Hadîslerin meşhûr olması nisbîdir Dolayısıyla bazı hadîsler sadece muhaddisler arasında meşhûr olduğu halde bazıları hem hadîsçiler hem diğer âlimler hem de halk arasında meşhûrdur Meselâ, "Resulullah (sas) bir ay müddetle rükûdan sonra kunût olarak Ra'l ve Zekvân kabîlelerine beddua etmiştir" hadîsi özellikle hadisçiler arasında meşhûrdur "Allah indinde helâlın en sevimsizi, bir kimsenin eşini boşamasıdır" hadîsi İslâm hukukçuları arasında meşhûrdur "Ümmetim, hata, unutma ve zorlanmak suretiyle yaptıkları hareketlerden mesûl tutulmamıştır" hadîsi de usulcüler arasında meşhûrdur "Halka iyi muamele etmek sadakadır", "Bizi aldatan bizden değildir" hadîsleri ise halk arasında meşhûr hadislerdendir
"Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların zarar görmediği kimsedir" hadîsi, hem hadisçiler hem bütün İslâm alimleri hem de halk arasında meşhûrdur (Nureddin Itr, Menhecü'n-Nakd fi Ulûmi'l-Hadîs, Dımaşk 1392/ 1972, s 387-389; Subhi es-Sâlih, Age, s 195-197

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #69
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



HABERLERİN TETKİKİ

Gelen haberlerin doğruluğunu tetkik etmek, fâsık kimselerin getirdiği bilgileri hemen kullanmayıp araştırmak
İslâm'ın ilk günlerinden günümüze kadar toplum içinde yayılan haberlerin doğruluğunun araştırılmadan kabul edilmesi anlaşmazlıklara sebep olduğu gibi huzursuzluk ve problemler çıkarmaktadır Onun için islâm her probleme çözüm getirdiği gibi bu hususu da halletmiş ve müslümanların bu konuda nasıl davranacaklarını Kur'an nassıyla belirlemiştir: "Ey iman edenler; Bir fâsık size bir haber getirirse onu iyice araştırınız Yoksa bilmeyerek bir kavme kötülük yaparsınız da yaptığınız işten pişman olursunuz" (el-Hucurât, 49/6) buyurulmaktadır Bu ayetin nüzul sebebi olarak Hz Peygamber devrinde meydana gelen şöyle bir olay rivayet edilmektedir: Resulullah, Huzaa kabilesinin ileri gelenlerinden olan Haris b Dirâr'ın İslam'ı tebliğ etmesine, müslüman olanların zekâtlarını toplamasına izin verir Toplanan zekâtın teslimi ile ilgili olarak bazı hususlar üzerinde anlaşırlar Buna göre Resulullah (sas) zamanı gelince Hâris b Dırar'a bir elçi gönderecek, o da topladığı zekâtı teslim edecektir
Hâris kabilesi içinde İslâm'ı tebliğ etti; müslüman olanların da zekâtlarını topladı Aralarında belirlenen zaman gelince de Resulullah (sas)'ın elçisini beklemeye koyulur Fakat kimsenin gelmediğini görünce Hâris, kabilesinin ileri gelenlerini toplayarak durumu anlatır, elçinin gelmemesini, yaptığı bir hatadan dolayı Resulullah'ın elçi göndermekten vazgeçtiği şekilde yorumlar Toplanan zekâtı alarak birlikte Hz Peygamber'e gitmelerini ister Onlar da bunu kabul ederler ve birlikte Medineye doğru çıkarlar
Diğer taraftan günü gelince Resulullah (sas) toplanan zekâtı almak üzere Hâris'e elçi olarak Velid b Ukbe'yi görevlendirir Velid bir süre gittikten sonra geri döner ve Resulullah (sas)'e Hâris'in zekâtı vermediğini, bununla da kalmayarak kendisini öldürmeye kalkıştığını söyler Bunun üzerine Resulullah (sas) askerî bir birlik hazırlayarak Hâris'in üzerine gönderir
Hâris ve arkadaşları Medine yakınlarında üzerlerine gönderilen bir birlikle karşılaşırlar Durumu öğrenince hep beraber Resulullah'a gelirler Hâris yemin ederek zekâtı topladığını, fakat onu almak için kimsenin gelmediğini anlatır Bunun üzerine yukarıda sözkonusu olan ayet nazil olur (İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-azim, VII, 350 el-Hucurât, 40/6 ayetin tefsiri)
Ayetin nüzul sebebi anlamını hiçbir tevil ve yoruma gerek bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır Buna göre fıskı sabit olan bir kimsenin şehadeti ve rivayetleri kabul edilemez Fâsıkların haberlerinin mutlaka araştırılması gerekir Haberlerin araştırılmadan kabul edilmesi halinde, ayette bildirildiği üzere, pişman olunacak sonuçlarla karşılaşılması kaçınılmazdır
Burada açıklanması gereken nokta fısk'ın ve fâsıkın ne ve kim olduğu konusudur İslâm tarihinin ilk dönemlerinde fısk, genellikle imandan çıkarmayan yasak davranışlar; fâsık da bu yasak davranışları yapan kimse olarak kabul edilmiştir Bu anlamıyla fısk İslâm şeriatın'ın koymuş olduğu sınırlardan çıkmak demektir Kelimeyi Lisanu'l-Arab, "İsyan ederek Allah'ın emrini terketmek" olarak tanımlarken, Rağıb el-İsfâhânî de fâsıkı,"İman ettikten sonra şerîatın bazı hükümlerini çiğneyen ve uygulamayan kimse olarak açıklamaktadır Muhammed Hamdi Yazır fısk'ı üç mertebeye ayırır: 1- Günahı çirkin saymakla birlikte açıkca işlemek, 2- Günahın üzerine düşmek, yani günahta ısrar etmek, 3- Çirkin olduğunu inkâr ederek günah işlemek fıskın bu üçüncü çeşidi küfürle aynı kategoride ve aynı anlamdadır
Ayetin tefsirinde müfessir Kurtubî şöyle demektedir: "Fıskı sabit olan kimsenin haberlerindeki sözleri geçersizdir Çünkü haber emanettir; fısk ise onun iptalini gerektirir"
Diğer bir hukukçu müfessir Cessâs da sözkonusu ayetin tefsirinde şunları söyler: "Ayetteki "tahkik ve tetkik edin" ifadesi fâsıkın şehadetinin kabulünün yasaklandığını gösterir Çünkü şehadet birliğini haber vermektir Fâsıkın şehadeti kabul edilmediği gibi diğer hususlardaki haberleri de kabul edilmez"
Durumu belirsiz olan, yani adil veya fâsık olduğu kesin olarak bilinmeyen kimsenin şehadet ve rivayetleri kabul edilir mi? Hanefî bilginleri böyle bir kimsenin şehadet ve haberinin kabul edileceği görüşündedirler Çünkü ayette ancak fâsıkların haberlerinin araştırılması emredilmektedir Müminlerin temel niteliği ise adalettir Başka bazı bilginler ise durumu belirsiz olan kimsenin haberinin de ancak durumun araştırılmasından sonra kabul veya reddedilebileceğini söylemektedirler Bunlara göre araştırma sonunda adaleti kesinlik kazanırsa haberi kabul edilir, fıskı sabit olursa haberi reddedilir
Söz konusu ayetin hemen devamında, "İçinizde Allah'ın peygamberi vardır" (el-Hucurât, 49/8) buyrulmaktadır Fahreddin er-Râzî bu cümleyi şöyle açıklar: "Ey kullarım, herhangi bir güçlüğün çözümünde Allah Resulune başvurunuz" Buna göre bu ayet, bugün bize gelen haber ve rivayetler konusunda takınmamız gereken tavır konusunda da uyarıda bulunmaktadır Öyleyse müminler gelen haberler konusunda bir çıkmazla karşılaştıkları zaman öncelikle bu haberi Kur'an ve Sünnet ölçülerine vurarak çıkan sonuca göre hareket etmek zorundadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #70
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



HÂBİL (VE KÂBİL)

Kur'an-ı Kerîm'de kıssaları yeralan, Hz Âdem (as)'ın iki oğlu Kur'an'da bu isimler zikredilmeden, tafsîlâta yer verilmeden kıssanın sadece ibret alınacak tarafları anlatılır
İslâm dini etrafa nur ve huzur saçtıkça, putperestler kadar yahudî ve hristiyanların da yeni dine ve daha genel olarak, yeni olan herşeye düşmanlık duyguları kabarıyor, hasetleri sınır tanımıyordu Bazı Yahudîler İslâm'a ezici bir darbe vurmak için Hz Peygamber (sas) ve önde gelen bazı sahabîleri öldürmek için tuzak kurmuşlardı Yemeğe çağırma bahanesiyle biraraya toplayıp yok edeceklerdi Fakat Allah'ın (cc) lütfuyla Hz Peygamber'in bu suikastten haberi oldu ve yemeğe gitmedi Buna rağmen Hz Peygamber onlara kahır elini değil, lütuf elini uzattı Bilhassa onların neslinden gelecek müslümanlar olacağı umuduyla, affetme büyüklüğünü gösterdi
Hâbil ve Kâbil kıssası, yahudîlerin Hz Peygamber'e karşı düzenledikleri suikast planlarıyla büyük benzerlik gösterdiğinden, Kur'an onları ince ve anlamlı bir şekilde kınamaktadır Kıssanın önemli tarafları anlatılarak, hikmetini anlamak müslümanlara bırakılıyor Zaten Kur'an'da uygulanan ilâhî metodlardan biri de budur
Siyer müelliflerinden çoğu ve İbn İshâk'ın rivayetine göre Hz Havva yirmi batında, ikizler hâlinde kırk çocuk doğurmuştur Bu ikizlerden biri oğlan, diğeri kız oluyordu Allah Teâlâ Âdem (as)'a, bu ikizlerden her birinin kız ikizini, diğer ikizin erkeği ile evlendirmesini vahyetmişti Bu hükme uyularak, Âdem (as)'ın büyük oğlu Kâbil ile daha küçük oğlu Hâbil de birbirinin kız ikiziyle evleneceklerdi Fakat Kâbil'in ikizi olan kız (Aklimâ), Hâbil'in ikizinden daha güzeldi Bu sebeple Kâbil bu değişmeye razı olmamış, Aklima ile kendisi evlenmek istemişti Âdem (as) bu isteğin gayr-i meşrû olduğunu ne kadar izah etti ise de Kâbil'e söz dinletemedi Sonunda Kâbil'in ikizi Aklimâ hakkında birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı kabul görürse Aklimâ ile onun evlenmesini çare göstermiş, bunun üzerine birer kurban takdim etmişlerdi (Tecrid-i Sarîh terc, IX, 84)
Tefsirlerde ve diğer İslâmî eserlerde geçtiği gibi Kâbil ziraatçı, Hâbil ise çobandır Kâbil'in kurbanı değersiz cılız başaklardan oluşan bir demetti Üstelik cılız başaklar arasındaki dolgun bir başağı kurban etmeğe kıyamayarak yemiş, Hâbil ise beğendiği bir koyunu, hem de geciktirmeden, kurban etmişti (Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, I, 162) Hâbil'in kurbanı kabul görmüş, o zaman âdet olduğu üzere gökten inen beyaz bir ateş parçası Hâbil'in kurbanını yakmıştı (Tecrîd i Sarîh tercümesi, IX, 84; İbn Kesir, Tefsir, III, 76-79)
Kıssanın bundan sonrası Kur'an-ı Kerîm'de şöyle ifade edilir: "Onlara Âdem'in iki oğlunun kıssasını hakkıyla oku (çünkü onlar bu kıssanın tıpatıp uyduğu kimselerdir) Hani Âdem'in iki oğlu birer kurban takdîm etmişlerdi de (her nedense) birinden kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti (Kurbanı kabul edilmeyen, diğerine; Ahdim olsun) seni katledeceğim' dedi Diğeri ise, Allah ancak muttakîlerden (kurban) kabul eder Öyleyse Allah'tan kork, niyetini düzelt Eğer sen, beni öldürmek için elini kaldırsan bile, ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim Çünkü ben Rabbü'l-âlemîn olan Allah'tan korkarım Dilerim ki sen, kendi günâhınla birlikte benim günâhımı da yüklenesin ve de cehennemlikler den olasın İşte zalimlerin cezası budur' dedi
Nihayet (Kâbil Hâbil'i) öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürerek zarara uğrayanlardan oldu
Sonra Allah kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini ona göstermek üzere, yeri eşeleyen bir karga gönderdi (Çünkü ilk defa bir ölüm oluyor ve Kâbil gömmeyi düşünemiyordu Yapacağı işi bir kargadan öğrenince) "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek konusunda, bu karga kadar (bile) olamadım' dedi de ettiğine yananlardan oldu" (el-Mâide 5/27-31)
Bazı rivayetlere göre, karga başka bir kargayı öldürdü veya bir karganın leşini buldu ya da beraberinde getirdi, yeri eşeleyerek gömdü ve Kâbil'e örnek oldu
Kâbil'in duyduğu pişmanlık "tövbe pişmanlığı" değildi Yapmaya cesaret topladığı hâdisenin, karşılığını görmediği, katlanmak zorunda kaldığı vicdanî eziyyet ile çektiği sinir yorgunluğu içindi
Bu fecî hâdise cereyan ettiği sırada, Hz Âdem bütün oğullarını Kâbil'e emânet etmiş ve başka bir yere gitmişti Dönüşünde hâdiseyi duyunca çok üzüldü ve Kâbil'e lânet-beddua etti Bunun üzerine Kâbil de kızkardeşini alarak babasının yanından uzaklaştı, Yemen taraflarına giderek ölünceye kadar oralarda kaldı (Taberi, Tarih, I, 80)
Sonuç olarak, denilebilir ki daha önce "yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek olanları mı yaratacaksın?" (el-Bakara 2/30) diye, hayretle soran meleklerin ifadeleri ilk defa gerçekleşiyor; insanları iğfal edeceğini söyleyen şeytan yeryüzünde ilk başarıyı kazanıyordu Bu mücâdele, insanlar için imtihan yeri olarak yaratılan dünya hayatının tabiî bir gerçeğiydi
Hz Osman'ın şehid edilmesi hâdisesi üzerine Sa'd b Ebî Vakkâs, "Şehadet ederim ki Hz Peygamber şöyle buyurdu: "Öyle bir fitne gelecek ki oturan, ayakta olandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacak" Hz Sa'd, "Eğer evime girer beni öldürmeye yeltenirse ne yapayım' der Hz Peygamber, "HzÂdem'in oğlu gibi ol' buyurur" (Ahmed b Hanbel, I, 185)
Kur'an ı Kerîm'de kısaca temas edilen bu kıssa ile ilgili İsrailiyyat çeşitli kaynak ve araştırmalara yansımıştır (Bu konudaki geniş bilgi için bk A Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat s 272 vd)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #71
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



HABÎS

Bozuşmuşluk, kokuşmuşluk ve değersizlik nedeniyle kendisinden iğrenilen şey; Kur'anî anlamıyla ise, itikadî bâtıl, sözde yalan ve davranışlarda çirkinlik demektir
Cenâb-ı Allah, şu imtihan dünyasında iyinin kötüden, güzelin çirkinden ve temizin kirliden ayrılması için izafî gerçekler ve birtakım şerlerde yerleştirmiştir İnsanların ve hayvanların gıdalarını aldıkları yiyecekleri aaaabolizma sindirimle ayrıştırır ve yararlılarını ve temizlerini alarak hayatın kaynağı hâline getirirken, işe yaramaz olan posalarını ise dışarı atar Bu bakımdan, posası var diye ne hayata gıda olan yiyecek ve içeceklere itiraz edilir, ne de insan yemek ve içmekten vazgeçebilir Hatta öyle ki, aaaabolizma gıda olacak bölümle posayı ayırma işleminden bir lezzet alır ve yaptığı bu işlem sonucu hayatiyet ve canlılık kazanır Yine, sözgelimi altın madeni toprakta som altın şeklinde bulunmaz; belki o çok kıymetli altının bir gramını elde etmek için kilolarca ağırlıktaki taş-toprak fazlası diğer tarafa ayrılır Aynen bunun gibi, insanın yaratılışına da, bedenî, zihnî ve kalbî melekelerini işletsin, hem bu çalışmasının sonucunda manevî bir zevk duysun ve hem de sonuçta altın olan gerçek insaniyetini elde etsin diye birtakım şerler, posa olup atılacak nitelikler yerleştirilmiştir Yaratılışındaki bu aslî değil, şerlere ve çirkin görülen yönlere meyleden insan, sonunda inancıyla, sözüyle ve davranışlarıyla altın niteliğini yitirip, posa yığını hâline gelir; buna karşılık, insana yakışır zihnî ve kalbî bir mücâhedeyle şer cihetine galip gelen insan ise, mücâhedesinin derecesine göre belli ayar da altın olur İşte, fıtratın ve kalb-i selîmin de onayladığı bu altın özellikler, itikad, söz, davranış ve sonuçta bizzat insanın kendisi- Kur'an'da "tayyib' kelimesiyle nitelenir ve kökü yerde sağlam, dalları göklerin derinliğine uzanmış ve her yıl meyvesini düzenli veren bir ağaca benzetilirken; posa olan özellikler ve posalaşmış insanlar ise, kökünü kurtların kestiği veya hiç kök atamamış, gövdesi sürünüp duran ve dolayısıyla meyve vermek şöyle dursun, ancak yakılacak odun özelliği kazanmış bir ağaca benzetilir; böyle bir ağaç ve bu ağacın hâli de "habîs' kelimesiyle adlandırılır (İbrahim 14/24-26)
Bu bağlamdan olmak üzere, gönüle ferahlık ve zihne açıklık veren "tayyib' beldenin ve toprağın bitkisi, ürünü, meyvesi Allah'ın izniyle en tatlı ve yararlı şekilde çıkarken; "habîs', yani çürümüş, kokuşmuş ve biteklik özelliğini kaybetmiş belde ve toprakta ise çer-çöpten başka birşey bitmez (el-A'râf 7/58) İyi-kötü tüm yönleri ve hâdiseleriyle hayat insanlar için, altını tortusundan ve taş-topraktan ayıran bir kazan gibidir ve bu kazanda kaynayan insanların "tayyib'iyle" habis'i birbirinden ayrılır; "tayyib"le "habis", bir başka deyişle "temiz"le "murdar" bir arada bulunamaz (el-Mâide 5/100) Zinâ ve zinâ iftirası gibi ameller "habîs' amellerdir ve habislere yakışır; mü'minler ise tertemiz olarak her türlü habislikten uzaktır; bu nedenle habis kadınlar habis erkekler tayyib kadınlar da tayyib erkekler içindir (en-Nur 24/26) Resulullah da müminlere habislere haram kılarken, tayyibleri helâl kılar; dolayısıyle her helâl tayyib, her haramsa habîstir (el-A'raf 7/157)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #72
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



HABLULLAH

Allah'ın ipi, zimmeti Hablullah tâbiri Kur'ân'da Allah'a izafe edilerek yalnız bir yerde geçmektedir Habl; ip mânâsınadır Aynı zamanda bu kelime Allah'a verilen söz, zimmet, güvenme, ağırlık, ulaşma, ulaştırma ve sebep anlamlarına gelir
Cenâb-ı Hak, Hz Peygamber'e bir takım emirler vermekle, Ehl-i Kitaba karşı tavrını koymasını istemekte ve onlara cevap vermesini emir buyurmaktadır Sonra Allah (cc) mü'minleri ele almakta, onların ehl-i kitab'tan bir gruba uydukları takdirde tekrar küfre dönebilecekleri tehlikesine dikkat çekmekte Söz ehli kitabı ve mü'minleri hedef almakta ve neticede, "Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a, İslâm'a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın" (Âlu İmrân, 3/103) denilmektedir Bu âyetten açıkça anlaşılmaktadır ki, "hablullah"tan kasıt evvelemirde Kur'ân ve onun, teklif ettiği din olan İslâm'dır İnsanlar ancak Kur'ân'a ve İslâm'a sımsıkı sarıldıkları takdirde parçalanmaktan uzak durabilirler
Dar bir yolda, bir patikada yürüyen kimsenin ayağının kaymasından korkulur Ama ö kişi, iki tarafı sâbitleştirilmiş bir ipe (bağa) tutunarak yürürse korkusuzca yoluna devam eder
İşte aynı şekilde Hakk'ın yolu da çok ince bir yoldur Birçokları o yolda yürürken kayabilirler Hak yolda yürümek için de Allah'ın açıklamasına ve O'nun rehberliğine ihtiyaç vardır Öyleyse burada bağ (habl) kavramı, din yolunu takip ederek kendisiyle amaçlanan yere ulaşmamız imkânını bahşeden herşey için kullanılır "Meğer ki Allah'ın ahdine ve mü minlerin ahdine sığınmış olsunlar" (Âlu İmrân, 3/112) âyetinde geçen "habl", ahd (söz), bağ olarak tefsir edilmiştir Çünkü ahd, bağ gibi amaçlanan yere giderken kişiden korkuyu gidermektedir (Fahreddin er-Razî, Mefatihu'l-Gayb, 8/162)
Buradaki (habl) kelimesi bazılarına göre Allah'ın insanlara gönderdiği din anlamına gelmektedir (Tefsîru'l-Celâleyn)
Bundan başka, âyette "hablullah" ile kasdedilen şeyin Kur'ân-ı Kerîm olduğu birçok müfessir tarafından beyan edilmiştir Bu müfessirler görüşlerine delil olarak şu hadîsleri zikrederler:
1- Zeyd b Erkâm'dan gelen bir rivâyete göre Peygamberimiz (sas) şöyle buyurdu: "Dikkat edin, ben sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum Bunların biri Allah'ın kitâbdır O, Allah'ın ipidir Her kim ona tâbi olur sa doğru yolda ve kim de onu terkederse dalâlette (sapıklıkta) olur" (Müslim, Faadailü's-ashab, 37)
2- Peygamberimiz (sas) Kur'ân hakkında; "Bu Kur'an hablullahtır, nurdur ve faydalı bir şifadır Kendisine yapışanı korur; ona uyanı kurtuluşa götürür" buyurmuştur (Dârımî, Fezailü'l-Kur'an, I)
3- Diğer bir rivâyette de yine Kur'ân-ı Kerîm'in Allah'ın ipi olduğu vurgulanarak şöyle denilmektedir: "Allah'ın kitâbı (Kur'ân) gökten yere uzatılmış bir iptir, yani hablullahtır" (Ahmed b Hanbel, II/17, 26) Zemahşerî, âyetin anlamını, "Allah'a güveniniz de ve O'ndan yardım isteğinizde bir olunuz, ayrılıp dağılmayınız veya, Allah'ın kullarına olan ahdine sarılmada bir olunuz, ki, bu ahd iman ve tâattir" şeklinde tefsir eder Veya Hz Peygamber, "Kur'ân Allah'ın sağlam bir bağıdır" dediği için buradaki habl'den maksat "Allah'ın kitabıdır, yani Kur'an dır" (Zemahşerî, Keşşâf, I, 191)
Üstad Mevdûdî de hablullah'ı, Allah tarafından belirlenen bir hayat tarzı olarak ele almakta ve onun sayesinde insanların Allah'la olan ilişkilerinin sağlam olacağını ve aynı zamanda onları birbirine bağlayacağını açıklamaktadır (Mevdûdî, Tefhim'ul-Kur'an, I, 218)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #73
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



HAC

İslâm'ın temel ibadetlerinden biri Arafat'ta belirli vakitte bir süre durmaktan, daha sonra Kâbe-i Muazzama'yı usûlüne göre ziyaret etmekten ibaret olan ve İslâm'ın şartlarından birisini teşkil eden ibadet
Hac, HCC kökünden bir mastar olup; müslümanlara göre, bir farzın edası, hristiyanlara göre ise ibadet ve teberrük amacıyla mukaddes toprakları ziyaret etmek, demektir Kur'an-ı Kerîm'in 22 suresinin adı da "Hac Suresi"dir
Hac ibadeti maksadıyla ziyaret edilecek olan yerler; Kâbe, Arafat ve çevresidir Zamanı ise hac ayları diye isimlendirilen; Şevval, Zilkâde ve Zilhicce aylarıdır Hac'da her fiil için özel zamanlar vardır Ziyaret tavafının, kurban bayramı sabahından, ömrün sonuna; Arafat'ta vakfenin ise, arefe günü zevalden, kurban bayramı sabahı şafak sökünceye kadar yapılabilmesi gibi Diğer yandan bu büyük ziyarete hac niyetiyle ve ihramlı olarak yönelmek de gereklidir
Ebû Hureyre'den (ö 58/677) şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah elçisine hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca şöyle buyurdu: Allaha ve Resullüne iman' Sonra hangisi? denildi Allah yolunda cihad', buyurdu Sonra hangisi sorusuna ise; "mebrûr hac", cevabını verdi" (Buhârî, Cihad l; Hac, 4, 34, 102; Umre, 1; Müslim, İman,135,140; Tirmizî, Mevâkît, 13, Hac, 6,14, 88; Dârimî, menâsik, 8, Salât, 24, 135)
"Umre, ikinci bir umreye kadar olan günâhlara keffârettir Mebrûr haccın karşılığı ise ancak cennettir" (Nesaî, Hac, 3, Zekat, 49, İmân, 1; Dârimî, Menâsik, 7, Salât, 135; Tirmizî, Hac, 6; Ahmed b Hanbel, I, 387, III,114, 412, IV, 342) Mebrûr hac; kendisine hiçbir günâh karışmayan, eksiksiz olarak ifa edilen makbul hac, anlamına gelir
eş-Şevkânî (ö 1255/1839) amellerin fazileti ile ilgili birbirinden farklı olan hadisleri, Hz Peygamber'e soru soran muhatabın durumuna göre verilmiş cevaplar olarak değerlendirir (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, el-Matbaatü'l-Osmâniyye, Mısır (FY), IV, 282 vd) İmam Mâlik (ö179/795)'e göre, farz hatta nafile hac düşman korkusu olmadıkça cihaddan daha üstündür Ancak düşman korkusu olursa, cihad, nafile hactan önde gelir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1985, III, 11)
Hac ve umre ile, her yıl Kabe'nin ihyâsı gerçekleşir Umre'yi bir yılın veya ömrün herhangi bir gününde ifa imkânı vardır Umre, belirli günlerde yapılabilen hac ibadetinden daha kolaydır Hac küçük günâhlara keffâret olur ve ruhu ma'siyet kirlerinden temizler Hatta bazı Hanefi bilginlerine göre, büyük günâhları da örter Mebrûr hac yapanın cennete gireceğini bildiren hadisle, yine Hz Peygamber'in şu hadisleri bu konuda önemli delil teşkil eder " Kim hac yapar, bu esnada cinsî temastan korunur, çirkin söz ve davranışlardan uzak durursa, annesinden doğduğu gündeki gibi günâhlarından kurtulur" (Buhârî, Muhsar, 9,10; Nesaî, Hac, 4; İbn Mâce, Menâsik, 3; Dârimî, Menâsik, 7; Ahmed b Hanbel, II, 229, 410, 484, 494) "Hac ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir O'ndan birşey isterlerse, onlara cevap verir Af isterlerse, onları affeder " (İbn Mâce, Menâsik, 5) "Allah'ım, hac yapanı ve hacının kendisine dua ettiği kimseleri mağfiret et" (İbn Huzeyme, Sahîh; el-Hâkim)
Kâdî Iyâz (ö 544/1149) şöyle demiştir: Ehli sünnet, haccın büyük günâhlara, ancak tövbe edilirse keffâret olacağı konusunda görüş birliği içindedir Namaz ve zekât gibi Allah'a ait veya para borcu gibi kula ait bir borcun düştüğünü söyleyen bilgin yoktur Kul hakları zimmette devam eder Allahu Teâlâ kıyamet günü hak sahiplerini, haklarını almak üzere toplar Ancak yüce yaratıcının bu alacaklılara vereceği birtakım nimetlerle onları razı etmesi ve bir ikram olmak üzere borçlulara müsamaha göstermesi de mümkündür (ez-Zühaylî, age, III, 12)
Hac ibadeti, dünyanın çeşitli yörelerinden, renk, dil ve ülke ayırımı gözetilmeksizin, milyonlarca müslümanı bir araya getirir Tanışıp, görüşmelerine, ekonomik bakımdan bütünleşmelerine, düşmanları karşısında tek saf hâlinde yardımlaşmalarına zemin hazırlar Böylece, şu ayetlerdeki mana tecelli eder "İnsanları hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar Böylece onlar dünyevî ve uhrevî menfaatlerini görsünler ve belli günlerde, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları kurban ederken, Allah'ın adını ansınlar Siz de onlardan yeyin, yoksula ve fakire yedirin " (el Hac, 22/27, 28)
Hac, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan müminler arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirir İnsanlar, gerçekten eşit olduklarını birlikte yaşayarak gösterirler Arap olanla olmayanın, beyazla siyahın takva dışında bir üstünlüğünün bulunmadığı inancı vicdanlara yerleşir
Haccın Hükmü ve Delilleri:
İslâm âlimleri haccın ömürde bir defa farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir Delilleri; Kitap ve Sünnettir Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe'yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97)
"Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" (el-Bakara, 2/196) "İnsanlarıhacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar" (el-Hac, 22/27)
Hadislerde şöyle buyurulur: "Şüphesiz Allah size haccı farz kıldı, haccı ifa ediniz" (Müslim, Hac, 412; Nesaî, Menâsik, 1; Ahmed b Hanbel, II, 508) " Îslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (sas)'in, Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât' vermek, Beytüllah'ı haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak"(Buhârî, İman, l, 2; Müslim, İman,19-22; Tirmizî, İman, 3; Nesâî, İman, 13)
Hz Peygamber haccın farz kılındığını ashab-ı kirâma duyurunca, içlerinden birisi; "Her yıl mı?" demiş, Resulullah (sas) susmuştur Bu soru üç defa tekrar edilince; " Eğer evet deseydim, hac üzerinize her yıl farz olurdu, buna da güç yetiremezdiniz" buyurmuştur (Müslim, Hac, 412; Nesaî, Menâsik,1, Ahmed b Hanbel, II, 508) İbn Abbas (ra)'dan yapılan rivayette, soru soranın el-Akra' b Hâbis olduğu belirtilir ve şu ilave yeralır: "Kim birden fazla hac yaparsa bu nafile hac olur" (İbn Hanbel, II, 508; Nesâî, Menâsik,1; eş-Şevkânî, age, IV, 279) Bu hadis, haccın farz olarak tekrarının gerekmediğini gösterir İslâm hukukçuları, haccın bir defadan fazla farz olmadığı ve fazla haccın nafile sayılacağı konusunda görüş birliği içindedir (İbnü'l-Humam, Fethu'l Kadîr, Kahire 1316, II, 122; eş-Şevkânî, age, IV, 280) Hadiste şöyle buyurulur: " Hac ve umreyi peşi peşine yapınız Bu ikisi, körüğün; demir, altın ve gümüşün pasını yok ettigi gibi, fakirliği ve günâhları yok eder Mebrûr haccın sevabı ancak cennettir" (Tirmizî, Hac, 2; Nesâî, Hac, 6; İbn Mâce, Menâsik, 3) Bazı durumlarda birden fazla hac yapmak gerekebilir Adak harcı ve bozulan bir nafile haccı kaza etmek gibi Bazen hac haram olur Haram para ile haccetmek gibi Bazen de mekruh olur Hizmete muhtaç olan ana-babanın iznini almadan haccetmek gibi Ebeveyn bulunmayınca dede ve ninelerden, borcunu ödeyecek başka malı bulunmayan borçlu ve kefilin alacaklılardan izin almaksızın, hac yapması da mekruhtur Hanefilere göre bu kerâhet, tahrîmendir
Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlere göre, haram para ile yapılan hac, gasbedilen arazide kılınan namazda olduğu gibi farz veya ikinci defa hac yapılıyorsa nafile olarak sahih olur Bu kimsenin üzerinden farz veya nâfile düşer Hanbeliler ise, haram malla yapılacak hacca icazet vermezler Çünkü bu mezhep, gasbedilen arazide kılınacak namazı da sahih kabul etmez (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', II, 223; ez-Zühaylî, age, III, 223)
Haccın Fevri veya Ömrî Oluşu:
Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, iki görüşten tercih edilende Mâlikîler ve Hanbelîlere göre, hac fevrîdir Yani yükümlünün, gerekli şartları taşıdığı ilk yılda haccetmesi gereklidir Haccı, yıllar boyunca geciktirirse fâsık olur ve şahitliği reddedilir Çünkü haccı geri bırakmak küçük ma'siyettir Bunda ısrar etmek kişiyi fıska götürür Böyle bir kimse hac yapmadan malı telef olsa, borç para alıp haccetmesi hâlinde, ilâhî mağfirete nail olacagı umulur Haccın geciktirilmeden ifasına, hacla ilgili âyetler delâlet ettiği gibi, şu hadisler de bunu destekler: "Hac yapmakta acele ediniz Çünkü sizden biriniz ölümün kendisine ne zaman geleceğini bilmez" (Ebû Davûd, Menasik, 5; İbn Mâce, Menâsik, 1; İbn Hanbel, I, 214, 225) " Bir kimseyi hastalık, açık bir ihtiyaç, bir sıkıntı veya zalim bir sultan alıkoymaksızın hac yapmazsa; ister yahudi, isterse hrıstiyan olarak ölsün"(eş-Şevkânî, age, IV, 284)
Şâfîlere ve imam Muhammed'e göre, hac ömrî (terâh)dir; Yani, hac için gerekli şartları taşıyan yükümlü, bunu ilk yılda yapmak zorunda değildir Ancak bu kimsenin hac veya umreyi, geciktirmeksizin yapması sünnettir Çünkü tâat sayılan amelleri çabuk yapmak, hayırlı işlerde acele etmek İslâm'ın tavsiye ettiği hususlardandır Ayette; "Ey müminler, hayır işlerine koşunuz, birbirinizle yarış ediniz" (el-Bakara, 2/148) buyurulur Hac kendisine farz olan kimse, mesken yapma, çocuğunu evlendirme gibi sebeplerle, hatta sebepsiz olarak haccı başka bir yıla geciktirebilir Çünkü hac farîzası hicretin altıncı yılında geldiği halde, Hz Peygamber bunu, bir özür olmaksızın onuncu yıla tehir etmiştir Eğer geciktirmek caiz olmasaydı, bunu onun da yapmaması gerekirdi Bu görüş, müslümanlara kolaylık sağlayacağı için daha uygundur Çünkü çoğunluk İslâm hukukçularının dayandığı hadisler zayıf olduğu gibi, haccın, hicretin altıncı yılında Âl-i İmrân Suresinin nüzulü sırasında farz kılındığında şüphe yoktur (eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I,199; ez-Zühaylî, age III, 17, 18)
Haccın Şartları:
Haccın Şartları erkekleri ve kadınları içine alan genel veya yalnız kadınlarla ilgili özel şartlar olmak üzere ikiye ayrılır Bunlar tam olarak bulununca hac ve edası farz olur Aksi halde farz olmaz
Genel Şartlar Bunlar; farz oluşunun, sıhhatinin veya edasının şartları kabilinden olur Müslüman, akıllı, ergin, hür ve haccetmeye gücünün yeter olması gibi
1 Müslüman Olmak! Kâfire hac farz olmaz İbadeti eda ehliyeti bulunmadığı için, onun yapacağı hac geçerli değildir Münkir hac yapsa, sonra İslâm'a girse, ona İslâm'ın haccı farz olur Hanefilere göre, kâfir, şeriatın furûu ile muhatap olmadığı için haccı terkten dolayı hesaba çekilmez Çoğunluk hukukçulara göre ise o, furû (İslâmî emir ve yasaklar)a muhataptır ve ahirette bunlardan hesaba çekilir
2 Ergin ve akıllı olmak: Çocuk ve akıl hastaları hacla yükümlü değildir Çünkü bunlar şer'î hükümlerle yükümlü tutulmamışlardır Akıl hastasının yapacağı hac veya umre, ibadet ehliyeti bulunmadığı için sahih olmaz Bu ikisi hac yapsa, sonra çocuk büluğ çağına ulaşsa, akıl hastası iyileşse, bunlara hac farz olur Çocuğun bülûğdan önce yaptığı hac nafile sayılır Hadiste şöyle buyurulur: "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, gençlik çağına girinceye kadar çocuktan, şifa buluncaya kadar akıl hastasından" (Ebû Davûd, Hudud,17; İbn Mâce, Talâk, 15) Akıl hastalığı, bayılma, sarhoşluk ve uyku ihramı ortadan kaldırmaz (el-Kâsânî, age, II, 120-122, 160; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II,120 vd; el Meydânî, el Lübâb, I,177; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, I, 308 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 218-222, 241, 248-250)
3 Hür olmak: Köle, esir ve mahkûma hac farz değildir Çünkü hac, süresi uzun, belli bir yolculuğu gerekli kılan ve yolculuğa güç yetirilmesi şart kılınan bir ibadettir: Hürriyetten yoksun olan kimsenin bunu ifa etmesi mümkün olmaz
4 Vakit: Arafat'ta vakfe ve ziyaret tavafı için belirli vakitlere yetişmedikçe hac farz olmaz Şu ayetler haccın vakitli bir ibadet olduğunu gösterir: " Sana yeni doğan aylan (hilaller) sorarlar De ki: "O, insanların faydası için vakit ölçüleridir" (el-Bakara, 2/189) " Hac ayları bilinen aylardır" (el-Bakara, 2/197) Hanefi ve Hanbelîlere göre, hac ayları; Şevvâl, Zilkâde ve Zilhicce'nin ilk on günüdür Buna Abadile adıyla anılan (İbn Mes'ud İbn Abbâs, İbn Ömer ve İbnü Zübeyr)'den nakledilendir "En büyük hac (hacc-ı ekber) günü, kurban bayramı günleridir" hadîsi delil olarak gösterilir (Buhârî, Hac, 33, 34, Umre, 9; Müslim, Hac, 123; Nesâî, Menâsik, 77; Dârimî, Menâsik, 38; Muvatta ; Hac, 63)
Bu sürenin dışındaki vakitler, farz hac için ihrama girmeyi ve haccın rükünlerini ifaya elverişli değildir Ancak hac niyetiyle ihrama, bu aylardan önce girilse, ihram geçerli ve yapılacak hac sahih olur Delili: "Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız" ayetidir (el-Bakara, 2/196) Bu durumda hac ayları girmedikçe hac fiillerinden birşey yapmak caiz olmaz Hanefilere göre ihram bir şart olup, bunun öne alınması, abdestin namaz vaktinden öne alınması gibidir Çünkü ihram, hac yapacak kişinin kendisine bazı şeyleri yasaklaması ve bazı şeyleri de gerekli kılmasıdır Yine bu, ihramı, Mîkat'tan önce başlatmak gibi olur Bununla birlikte hac aylarından önce ihrama girmek mekruhtur İbn Abbâs'ın (ö 68/687) naklettiği; "Hac için, ancak hac aylarında ihrama girilmesi sünnetlerdendir" hadisi delildir (Buhâri)
Mâlikîlere göre, hac ayları tam üç aydır İhramın vakti, Şevvâl'in başından, yani Ramazarı bayramının ilk gecesinden itibaren başlar, Kurban bayramı sabahı şafak sökünceye kadar devam eder Bir kimse bayram sabahı şafak sökmezden önce, bir an, ihramlı olarak Arafat'ta dursa hacca yetişmiş olur Geride ziyaret tavafı ve sa'y gibi ibadetler kalır (İbnü'l-Hümâm, age, II, 220 vd; İbn Kudâme, el Muğnî, III, 271; eş-Şirâzî, el Mühezzeb, I, 200; ez-Zühaylî, age, III, 63-65)
5 Haccı ifaya gücünün yetmesi (istitâa) Bu; beden, mal veya yol emniyeti ile ilgili olabilir Ayette, "Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97) buyurulur Ayetteki "hacca yol bulabilen, hacca gitmeye gücü yeten" ifadesi Hanefîlere göre "bedenî, mâlî ve emniyet" unsurlarını kapsamına alır Bunlar haccın edasının şartlarını oluşturur
a Beden sağlığı ve sağlamlığı Buna göre; yatalak, hasta, kör, felçli, iki ayağı kesik, binit üzerinde kendi başına duramayan yaşlı kimse, tutuklu bulunan ile zalim yöneticilerin hac için vize vermediği kimseler üzerine hac farz olmaz Çünkü Allahu Teâlâ, haccın farz olması için "gücün yetmesi"ni şart koşmuştur İbn Abbâs "istitâa"yı yol azığı (zâd) ve binit (râhile) olarak tefsir etmiştir Ayette, "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez" (el-Bakara, 2/286) buyurulur
b Gerekli maddî güce sahip olmak Bu yolda tüketeceği yiyecek ve oraya varabilmek için bineceği vasıtadan ibarettir Buna göre, bir kimseye haccın farz olabilmesi için, hac süresince hem kendisinin, hem de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin nafakalarını ve nakil vasıtasını temin gücüne sahip olmalıdır Mekkeliler ve Mekke çevresinde oturanlar için nakil aracına sahip olmak şart değildir; yaya yürüyecek durumda bulunmaları yeterlidir
c Yol emniyeti Haccın farz olması için yol güvenliğinin bulunması şarttır Bu, Ebû Hanife'ye göre, vücûbunun, bazılarına göre ise edasının şartlarındandır
Kadın için yol emniyeti; beraberinde neseb veya sihrî (evlilikle doğan hısımlık) hısımlardan fâsık olmayan akıllı, ergin veya murâhık (12 yaşla buluğ arası erkek çocuğu) mahrem birisinin veya kocasının bulunmasıyla gerçekleşir Kadının yanında kocası veya mahrem bir hısımı olmaksızın, Mekke'ye üç gün üç gece (sefer mesafesi) ve daha uzak yerden gelerek hac yapması tahrîmen mekruhtur O, mahremsiz hac yaparsa kerâhetle birlikte caiz olur Mahremin bulunması vücûb şartıdır Eda şartı diyenler de vardır Günümüzde yaygın fesat sebebiyle, kadın süt erkek kardeşiyle yolculuk yapamaz Çünkü genç sıhrî hısımlarda olduğu gibi, süt hısmıyla başbaşa kalmak (halvet) mekruhtur Şâfiîler buna "kadının, kafilede güvenilir diğer kadınlarla birlikte hac yapabileceği" esasını ilave ederler (el-Kâsânî, age, II, 121-125; el-Meydânî, el-Lübâb, I,177; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, II,194-199; eş-Şîrâzî, age, 196-198; ez-Zühaylî, age, III, 25-32)
Haccın Yalnız Kadınlarla İlgili Özel Şartları:
Kadınlarla ilgili iki şart vardır
1 Hacda yol arkadaşının bulunması:
Hac yapacak kadının yanında kocası veya mahrem bir hısımının bulunması gereklidir Aksi halde kendisine hac farı olmaz "Kadın, yanında mahrem hısımı bulunmadıkça üç günden fazla yolculuk yapamaz" (eş-Şevkânî, age, IV, 290) "Bir kadın, yanında kocası bulunmadıkça hac yapmasın" (eş-Şevkânî, age, IV, 491) hadis-i şerifleri buna delildir Şâfiîler ise, kadına, güvenilir kadınlarla birlikte olunca, haccı gerekli görürler Yol arkadaşı olarak tek kadın yeterli değildir Mâlikilere göre ise, kadın, yalnız kendilerine emanet edilmiş kadın arkadaşları veya yalnız erkekler yahut da erkek-kadın karışık bir toplulukla birlikte hac yapabilir Bu iki mezhebin dayandığı delil; "Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97) ayetinin genel anlamıdır Bu yüzden, kadın kendisi aleyhine kötülükten güvende olunca, ona hac gerekli olur
Mahrem hısım ifadesi, nesep, süt veya sıhrî hısımlık yüzünden kendisiyle evlenmek ebediyyen haram olan kimseleri içine alır Oğul, torun, baba, dede, süt oğul, süt kardeş, damat, kayınpeder gibi Kızkardeşin, hala veya teyzenin kocası olmak geçici evlenme engeli doğurduğundan, eniştelerle hac yolculuğu caiz olmaz
Şâfiî ve Mâlikîlerle diğer fakihler arasındaki bu görüş ayrılığı, bir farzı ifa için yapılacak yolculuğa mahsustur Hac yolculuğu böyledir İhtiyârî yolculuklar icmâ' ile buna kıyas edilmez Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Bir erkek, bir kadınla yanlarında mahrem bir hısımı bulunmadıkça yalnız kalmasın Kadın, yanında mahrem hısımı bulunmadıkça yolculuk yapamaz" Bir adam kalktı
"Ey Allah'ın elçisi, karım hac yolculuğuna çıktı Ben ise falanca gazveye yazıldım Hz Peygamber şöyle buyurdu: "Git ve karınla birlikte haccet" (Buhârî, Nikâh, III, Cihâd,140,181; Müslim, Hac, 424)
2 İddetli Olmaması
Hac yapacak kadının boşanma veya vefattan dolayı iddetli olmaması gereklidir Çünkü yüce Allah şu ayetle iddetli kadınların evden çıkışını yasaklamıştır: "Boşadığınız kadınları evlerinden çıkarmayın Kendileri de çıkmasınlar" (et-Talâk, 65/1) Haccın başka bir vakitte edası mümkündür İddet ise ancak özel bir vakitte sözkonusu olur (ez-Zühaylî, age, III, 36,37)
İslâm'da haccın bazı engelleri vardır, bu engeller İslâm âlimleri tarafından şöyle tesbit edilmiştir
1 Ebeveyn: Ana veya baba Mekkeli olmayan çocuğunu nafile hac veya umre için ihrama girmekten alıkoyabilir Ancak bu ikisi farz hacca engel olamaz Çünkü ebeveyne hizmet, bir cihaddır Farz hacda ana babadan izin almak sünnettir
2 Evlilik: İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, koca, karısının farz haccına engel olamaz Çünkü bu, ilk yükümlülük yılında (fevrî') farz olmuştur Şâfiîlere göre ise, koca, karısını farz veya sünnet hacdan alıkoyabilir Çünkü kocanın hakkı önceliklidir Hac ibadeti ise ömür boyu ifa edilebilir
3 Kölelik: Efendinin kölesini farz ve sünnet hacdan alıkoyma hakkı vardır Ancak köle onun izniyle ihrama girmişse, artık hac veya umreyi tamamlamasına engel olamaz
4 Hapislik Haksız olarak veya maddî sıkıntı içinde olduğu halde bir borçtan dolayı hapiste bulunmak hac engelidir
5 Borçluluk: Vâdesi gelen borcunu ödemek için başka bir malı olmayan borçlunun hac yapmasına, alacaklı engel olabilir Vâdesi gelmeyen borçlar hac engeli teşkil etmez
6 Hacr altında bulunmak: Sefîh olan kimse veli veya vasînin izni olmadıkça hac yapamaz
7 İhsâr: Hac veya umre için ihrama girmiş olan kimsenin, düşmanın engel olması veya hastalık gibi bir sebeple hac veya umreyi tamamlayamadan ihramdan çıkmak zorunda kalmasıdır Böyle bir engelle karşılaşan kimseye de "muhsar" denir Ölüm veya malını 'verme dışında engeli aşmaya gücü yetmeyen, hacı, engelin kalkması umulan bir süre bekledikten sonra ihramdan çıkabilir Ancak bu durumda kurban kesmesi gerekir
8 Hastalık: Bir kimse ihrama girdikten sonra hastalansa, Ebû Hanife'ye göre, muhsar sayılır ve ihramdan çıkabilir Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b Hanbel'e göre ise; ihramda iken hastalanan kimse, uzun sürse bile, iyileşinceye kadar ihramlı olarak kalır (el-Kâsânî, age, II, 130, İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 240; İbn Âbidîn, age, II, 200):
Haccın Sıhhatinin Şartları
Yapılacak haccın geçerli olması için dört şartın bulunması gereklidir:
1 İslâm: Haccın, hem farz olma ve hem de sıhhat şartıdır
2 Özel yerler: Arafat ve Kâbe
3 Özel vakit: Arafatta vakfe, arafe günü zevalden itibaren, Kurban bayramı sabahı şafak sökünceye; ziyaret tavafı ise, bayram sabahından, ömür sonuna kadar yapılabilir Ancak ziyaret tavafını bayramın ilk üç gününde yapmak vacib olduğu için, ziyaret tavafını bundan sonraya bırakana, vacibi terkettiği için, kurban kesmek gerekli olur
4 İhram: Hac veya umre niyetiyle, diğer zamanlarda helâl olan bir kısım, fiil ve davranışları, kişinin kendisine hac veya umre süresince haram kılması demektir Halk arasında ihramlı erkeğin örtündüğü iki parça örtüye de "ihram" denilmektedir
İhrama Girme Yerleri (Mikatlar)
Mîkat, ihrama girme yeri ve zamanı demektir Çoğulu mevâkît'tir Bir terim olarak, Mekke çevresinde, çeşitli bölge ve ülkelerden hacca gelenlerin ihrama girecekleri özel yerleri ifade eder Bir kimsenin, hac veya umre için, mikatları ihramsız geçmesi caiz olmaz Aksi halde kurban veya mikat yerine dönmek gerekir Ancak mikat yerinden önce ihrâma girmek ittifakla caizdir Hatta Hanefilere göre, bir sakınca doğmayacaksa, ihramı öne almak daha faziletlidir "Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız" (el Bakara, 2/196) ayetinde buna delâlet vardır Mikatları beklemeksizin, ailesinin bulunduğu yerden ihrama girmek hac ve umreyi eksiksiz tamamlamak demektir Hz Ali (ö 40/660) ve Abdullah b Mes'ud'un (ö 32/652) görüşü budur Çünkü bunda daha çok meşakkat ve daha büyük tazîm vardır
İhrama girme yerleri, Mekke'de, Mekke (Harem) ile mikatlar arasında (hıl bölgesi) veya mikatların dışında kalan bölgelerde (âfâkî) oturanlara göre değişiklik gösterir (el-Kâsânî, age, II, 163-167; İbnü'l-Hümâm, age, II, 131-134; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 178 vd; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 202-204; İbn Kudâme, el-Muğnî, III; 257-267)
1 Mekke'de oturanlar: Bunların hac için ihrama girme yeri yine Mekke'dir Hz Peygamber ashab-ı kirâma hac için ihrama, Mekke'nin içinde girmelerini emir buyurmuştur (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III,16) Mekke dışında, harem dâhilinde evi olanlar da böyledir Mekkelilerin umre için mikat yeri ise, dilediği herhangi bir yerden, hıll'in harem bölgesine en yakın olan yeridir Ancak umrede ihrama girmek için hıll'in en fazîletli yeri Hanefi ve Hanbelîlere göre "Ten'îm", sonrâ "Ci'râne", sonra "Hudeybiye"dir Resulullah (sas) Abdurrahman b Ebî Bekr'e Hz Âişe'ye Ten'îm'de ihrama girerek umre yaptırmasını emir buyurmuştur (Buhârî, cihâd, 125, Umre, 6; Müslim, Hac,135,136; Ahmed b Hanbel, III, 309, 394; Tirmizî, Hac, 91)
2 Hıll'de oturanlar: Harem bölgesiyle, beş mikat yerinin çevrelediği alan arasındaki bölgeye "hıll" denir Hıll'de oturanların hac veya umre için ihrama girme yeri (mikat), ailelerinin bulunduğu yer veya bu yerle harem arasında kalan, hıll'den dilediği herhangi bir yerdir Hac ve umreyi tamamlamayı emreden ayetle (el-Bakara, 2/ 196) Hz Ali ve İbn Mes'ud'un görüşü buna delildir Hanefîler bu görüşü benimsemiştir İmam Mâlik'e göre, bunların mikat yeri, kendi evleridir
3 Mikatların çevrelediği alan dışında oturanlar (âfâki): Arabistan'da mikatlar dışında oturanlarla, dış ülkelerden hac veya umre niyetiyle Hicaz'a gidenler için geldiği bölge veya ülkeye göre ihrama girme yerleri (mikat) belirlenmiştir İbn Abbâs (ra)'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Nebî (sas), Medineliler için Zülhuleyfe'yi, Şamlılar için el-Cuhfe'yi, Necidliler için Karnü'l-Menâzil'i ve Yemenliler için Yelemlem'i mikat olarak belirledi Bunlar, belirtilen bölge veya ülke tarafından gelen diğer belde yolcuları için de mikat yeridir" (Buhârî, Hac, 7, 9, 11,12, Sayd,18; Müslim, Hac,11-12; Ebû Dâvûd, Menâsik, 8; Nesâî, Menâsik,19, 20, 23; Ahmed b Hanbel, I, 238) Câbir (ra)'den merfû olarak rivayet edilen Müslim hadisinde bunlara, Iraklılar için Zat-ı ırk ilâve edilmiştir (Ebû Dâvûd, Menâsik, 8)
Gelinen ülkelere göre mikatlar şöyledir:
a Türkiye, Suriye, Mısır, Mağrib ve Avrupa tarafından deniz yoluyla gelenlerin mikatı Cuhfe (Râbiğ)'dir Cuhfe ile Mekke aiası yaklaşık 187 km dir
b Medine'den gelenlerin mikatı Zülhuleyfe (Âbâr-ı Ali) olup, Mekke'ye yaklaşık 464 kmdir En uzak mikat yeri burasıdır
c Irak, İran ve diğer doğu ülkelerinden gelenlerin mikatı Zât-ı Irk'tır Bu yer Mekke'ye yaklaşık 94 kmdir
d Kuveyt ve Necid yönünden gelenlerin mikatı bugün es-Seyl denilen Karnü'l-Menâzil'dir
e Yemen'den gelenlerin mikatı Mekke'nin güneyinde bulunan Yelemlem olup, Mekke'ye 54 kmdir,
İhrama girme yerlerini Hz Peygamber tayin ettiği için hac, umre, ticaret veya başka bir amaçla gelen her müslümanın buralarda veya daha önce ihrâma girmiş olması lâzımdır Eğer yol, bu noktalardan geçmiyorsa buraların hizalarından ihrâma girilir Medine'ye gelenler, hac için Mekke'ye doğru yola çıkınca Zülhuleyfe'de bugün Âbâr-ı Alî denilen yerde ihrama girerler
Mikatlardan içeride bulunan kimseler, ihramsız Mekke'ye girebilirler Fakat hac veya umre için, bulundukları yerden ihrama girerler Mikat içinde, fakat Mekke dışında bulunan, bulunduğu yerde; Mekke'nin içinde oturanlar ise, kaldığı evde ihrama girerler
Dışarıdan hac veya umre için gelen kimse mikatı ihramsız geçerse ya bir kurban keser veya geri dönüp mikat yerinde ihrama girer Mekke'ye girme niyeti olmaksızın mikatı ihramsız geçene birşey lâzım gelmez
İhram:
Hac dışında yapılması mübah olan bazı şeyleri kendisine haram kılmak demektir Hanefilere göre, ihram haccın rüknü değil şartıdır Bu da niyet ve telbiye ile gerçekleşir Hac veya umreye yahut her ikisine niyet etmek ve Allah için telbiye getirerek ihrama girmekle hac ibadeti başlamış olur
İhrama girerken yapılması sünnet veya müstehap olan fiillerin başlıcaları şunlardır:
1 Abdest veya boy abdesti almak Temizlenmek için abdest veya boy abdesti alınır Hz Peygamber ihram için boy abdesti almıştır (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III,17) Bu, temizlenmek için olup, taharet (abdestlilik) için değildir Bu yüzden, hayızlı ve nifaslı kadınlar da bunu yaparlar İbn Abbâs'ın merfû olarak naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: "Nifaslı ve hayızlı kadınlar boy abdesti alır, ihrama girer, Beytullah'ı tavaf dışında, haccın bütün menâsikini ifa ederler" (Tirmizî, Hac, 98; Ahmed b Hanbel, I, 364; Ebû Dâvûd, Menâsik, 9) Diğer yandan Hz Peygamber (sas), Esmâ binti Umeys'e nifaslı (lohusa) iken boy abdesti almasını emir buyurmuştur (Müslim, Hac, 109, 110)
İhrama girecek kimsenin tırnaklarını kesmesi, tıraş olup, bıyıklarını kısaltması, koltuk altlarını ve edep yerini tıraş etmesi müstehaptır
2 Erkekler, dikişli elbiselerini çıkarır ve birisi göbekten aşağısını örtmek, diğerini omuzuna almak üzere iki temiz ve yeni peştemela bürünür Başı açık, ayakları çıplak olup, terlik veya nalın giyebilir Hadiste şöyle buyurulur: "Sizden biriniz, bir izâr (alt peştemal), bir ridâ (üst peştemal) ve iki nalınla ihrama girsin Nalın bulamazsa, mest giysin, mestlerin topuklarından aşağısını ayırsın" (eş-Şevkânî, age, IV, 305) İbn Abbâs rivayetinde "topuklardan aşağısını ayırma" ifadesi yoktur (Buhârî, Hac, 21; Müslim; Hac, 1-3; Dârimî, Menâsik, 31; Tirmizî, Hac, 19; Ahmed b Hanbel, I, 215, 221, 228, 279, II, 3, 4, 8, 34, 47)
İhrama giren kadınlar, elbiselerini çıkarmazlar başlarını ve ayaklarını açık bulundurmazlar Yalnız yüzleri açık bulunur, telbiye ederken seslerini yükseltmezler
3 Çoğunluğa göre, ihramdan önce bedenini kokulamak caizdir Hanefî ve Hanbelîlere göre, elbiseyi kokulamak caiz değildir Şâfiîler elbise konusunda da aksi görüştedir Delil, Hz Âişe'den nakledilen şu hadistir: "Ben Nebî (sas)'i, ihrama girerken bulabildiğim en güzel koku ile kokuluyordum"(Buhârî, Hac,18, Libâs, 79, 81; Müslim, Hac, 37; Dârimî, Menâsik, 10; Tirmizî, Hac, 77) Buna göre, kokunun eserinin ihramdan sonra devam etmesinde bir sakınca yoktur Ancak artık ihram süresince yeniden kokulanmak, hatta kokulu sabun kullanmak caiz görülmemiştir
4 İhram namazı Boy abdesti veya abdest alındıktan ve ihramdan önce; ittifakla iki rekat ihram namazı kılınır Delil şu hadistir: "Nebî (sas) Zülhuleyfe'de iki rekât namaz kıldı, sonra ihrama girdi" (ez-Zeylaî, age, III, 30 vd) Bu namazın birinci rekâtında Kâfirûn, ikinci rekâtında ise İhlâs suresini okumak sünnettir Mâlikî ve Hanbelîlere göre, ihrama farz namazın arkasından girilir Çünkü İbn Abbâs (ra)'tan, Resulullah'ın böyle yaptığı nakledilmiştir
5 Telbiye Hanefîlere göre, ihram namazından sonra telbiye getirilir Çünkü Hz Peygamber böyle yapmıştır Efdal olan da budur Vasıtaya bindikten sonra telbiye getirip, sonra niyet edilebilir (ez-Zeylaî, age, III, 21) Telbiye şudur:
"Lebbeyke Allahumme Lebbeyk, Lebbeyke Lâ şerîke Leke Lebbeyk Inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülke, Lâ şerîke leke" (Buharî, Hac, 26, Libâs, 69; Müslim, Hac,147, 269, 271; Dârimî Menâsik, 22, Tirmizî, Hac, 97)
Hanefilere göre bir kimse mikatta niyet ederek telbiye getirince ihrama girmiş olur Telbiye, yolda, iniş çıkışlarda, yol arkadaşlarıyla karşılaşmalarda namazların ardından tekrarlanır ve zaman zaman ses yükseltilir Telbiye, Mâlikîler dışında çoğunluğa göre, Kurban bayramı günü Akabe cemresine ilk taşın atılmasıyla kesilir Çünkü Hz Peygamber böyle yapmıştır (Nesâî, Menâsik, 229, İbn Mâce, Menâsik, 69; Ebû Dâvud, Menâsîk, 27, 28; Tirmizî, Hac, 78, 79) Ancak taşlamadan önce tıraş olunursa, telbiye kesilir Umre yapan ise tavafa başlamakla telbiyeyi keser

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #74
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



HAÇ (SALİB)

Hristiyanlıkta Hz İsa'nın çarmıha gerilişin ve insanlığı ezelî günâhından kurtarmak için çektiği acıları ve ölümünü hatırlatan en önemli sembol Haç; hem İsa'nın bir işareti hem de hristiyanların inançlarının ve dinlerine bağlılıklarının bir alâmetidir Yani duruma göre; hayır duâ, takdis ve bir iman ikrarı hareketidir (Ancyclopedia Britannica, USA 1970, VI, 811; SGF Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London,1970; s 217) Haç, Hristiyanlık'tan önce de, dünyanın pekçok yerinde dinî mânâda ve diğer hususlarda sembol olarak kullanılırdı Ancak dinî inanç, ibâdet ve diğer konularda ne derece kullanıldığı kesin olarak bilinememektedir (En Britannica, VI, 812) Haç: hristiyanlara göre, İsâ'nın çarmıha gerilişini tasvir eden dinî bir semboldür (Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s 230)
Haç ile ilgili olarak işaret edilmesi gereken hususlardan biri de çarmıha germe işidir Çarmıh, Farsça, dört çivi demektir ve çapraz olarak üst üste konmuş iki tahtadan meydana gelen ve değişik şekilleri olan bir işkence aracıdır Çok eskiden beri ölüm cezasına çarptırılanlar çarmıhın üzerine gerilerek işkence ile öldürülürdü Çarmıh ile işkence usûlünü Yunanlılar pek az olarak, özellikle kölelere ve yol kesicilere uygularlardı Romalılar da çarmıhı köleleri, yabancıları ve aşağı tabakadan olan kimseleri cezalandırmak için kullanırlardı (Brandon, age, s 217)
Çarmıha gererek işkence etme geleneğini doğuya Romalıların getirdiği söylenmektedir Onların doğuyu ele geçirmesinden önce, Asurlular ve İbrânîler suçluların ölülerini kazığa bağlarlar, böylece suçluları halka gösterirler ve adâletin kuvvetini belirtirlerdi
Hristiyanlara göre çarmıha gerilmiş en ünlü kişi İsa'dır Roma'lı hâkim Pontius Pilatus, İsa'yı ölüme mahkûm etmiş ve Roma askerlerine öldürtmüştür Bu yüz den ilk hristiyanlar, İsa'nın çarmıha gerilmiş şeklini tasvir eden haç'ı, dinlerinin sembolü olarak kullanmışlardır MS 312'de hristiyanlığı kabul eden Konstantin, ölüm cezası olarak çarmıha germe geleneğini kaldırdı Bu tarihten sonra; hristiyanların haç'a bağlılıkları daha da arttı (En Britannica, VI, 812)
İsa'nın haça gerilişi üzerinde ısrarla ve özel bir şekilde duran ilk kişi Pavlus'tur (Brandon, ag:e, s 217) Dolayısıyla Pavlus'un teolojisinde haç fikri en mühim yeri işgal etmektedir Çünkü Pavlus'a göre, Hz İsa'nın yeryüzünde sürdüğü hayat pek önemli değildir: O yalnız enkarnasyon (ekmek-şarap âyini) sırrına ve haçta ölümüne ehemmiyet vermektedir İsa'nın haç'a yükseltilmesi, aynı zamanda göklere yükseltilmesinin şartıdır Haç, inananlar için, "hikmet, adalet ve kurtuluş" demektir Hz Âdem'in, cennette yasak meyveden yemek sûretiyle işlediği ve bütün insanlara sirâyet eden ezelî günâhtan kurtuluş ve nihâyet, Hz İsa'nın şeytanî kuvvetlere karşı kazandığı zafer demektir (Schımmel, age, s 127-128)
İslâm'a göre Hz İsa haç'a gerilmemiştir Onun hayatı gibi, son durumu ile ilgili en doğru ve en güvenilir bilgi Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde verilmektedir: "Bu, bir de inkârlarından Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarından ve Meryem oğlu İsa Mesih'i -Allah'ın elçisi- öldürdük" demelerinden ötürüdür Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler Bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi katına yükseltti"(en-Nisâ, 4/156-158)
Barnaba İncili'nde de konu ile ilgili şu bilgiler verilmektedir:
"Askerler Yahuda'yla birlikte İsa'nın bulunduğu yere yaklaştıklarında, İsa çok sayıda kişinin yaklaştıklarını işitip, korkuyla geri eve çekildi Ve on bir (havârî) uyumakta idiler O zaman kuluna gelen tehlikeyi gören Allah, elçileri Cebrâil, Mikâil, İsrâfil ve Uriel'e İsa'yı dünyadan almalarını emretti
Kutsal melekler gelip, İsa'yı güneye bakan pencereden çıkardılar Onu götürüp, üçüncü göğe, daima Allah'ı tesbih ve takdis etmekte olan meleklerin yanına bıraktılar
Yahuda herkesin önünden hızlı hızlı İsa'nın yukarı alındığı odaya daldı Ve şâkitler uyuyorlardı Bunun üzerine, mucizeler yaratan Allah yeni bir mucize daha yarattı öyle ki, Yahuda konuşma ve yüz bakımından İsa'ya o şekilde benzetildi ki, onun İsa olduğuna inandık Ve o bizi uyandırdı Muallimin bulunduğu yeri arıyordu Bunun üzerine biz hayret ettik ve cevap verdik: "sen Rab, bizim muallimimizsin; bizi unuttun mu?" O gülümseyerek dedi: "Şimdi, benim Yahuda İskariyot olduğumu bilmeyecek kadar budalalaştınız!"
Ve o bunu derken askerler girdiler, ellerini Yahuda'nın üzerine koydular; çünkü o, her bakımdan İsa'ya benziyordu"(Barnaba İncili, 215-216)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük-2-

Eski 11-04-2012   #75
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük-2-



HACAMAT (HİCAMAT)

İki omuz arasından, sırttan, başın arka tarafından yahut vücudun herhangi bir yerinden tedavi maksadıyla bardak, şişe veya boynuzla kan aldırma Peygamberimiz (sas)'in sağlıkla ilgili tavsiyelerinden ve bizzat tatbik ettiği sünnetlerindendir
Hacamat, sebebi belli bir hastalığın tedavisi olmaktan ziyade kan fazlalığının vücutta meydana getirdiği rahatsızlıkları gidermek için kullanılan genel bir tedavi usûlüdür
Eskiden yaygın olarak "hacamat bıçağı" veya "hacamat zembereği" denilen bir aletle tatbik edilen bu usûl, bugün yerini enjektörle kan almaya bırakmıştır Hacamat bıçağı, tarak biçiminde, vücutta bir sıra çizik meydana getiren bir alettir Bir yüzünde birçok yarık bulunan bakır bir kutu içinde tetikli bir zembereğe bağlı olan bıçaklar, düğmesi basılınca zembereğin boşalmasıyla yarıklardan dışarı fırlar ve vücutta çizikler meydana getirir Bardak vb bir şeyle çizikler üzerinden kan çekilir Bir cins sülük de bu iş için kullanılmaktadır Sülük vücudun ağrıyan bölgelerine konularak kanı emmesi sağlanır
Hangi araç ve metodla olursa olsun önemli olan kan aldırmaktır Uzman bir hekimin muayenesi ve tavsiyesiyle yaptırılan hacamat faydalı ve İslâm'da caiz olan bir tedavi usûlüdür
Ameller niyetlere göre değer kazanır Sünnete uymak niyetiyle ve bize emanet olan vücudumuzun sağlığına kavuşması için yaptırdığımız hacamat bir ibadet değeri taşır Çünkü ibadetlerimizi ve diğer görevlerimizi ancak sağlıklı bir bedenle tam olarak yerine getirebiliriz
Peygamberimiz (sas)'in yaptığı ve yapılmasını tavsiye ettiği işlerin şüphesiz bir anlamı ve hikmeti vardır Onun hayatı bizim için örnektir: "Andolsun Allah'ın Resulu'nde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır" (el-Ahzâb, 33/21)
Mirac gecesinde yanından geçtiği bir melek grubunun Peygamberimize: "ümmetine hacamatı emret!" diye söylediğini Abdullah b Abbâs (ra) rivayet etmektedir (Ali Nâsıf, et-Tâc, III, 203)
Hz Peygamber (sas) bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir Haccâm'a hacamat yaptırmış ve başından kan aldırıp haccâma ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur: "Kan aldırma yollarının en güzeli hacamattır (yahut hacamat sizin en iyi tedavi yollarınızdır)"(Buhâri, Tıb 13; Müslim, Musakat 62, 63; Ebû Dâvûd Nikâh 26, Tıb 3)
Hz Peygamber (sas) ihramlı iken hacamat yaptırmıştır (Buhârî, Savm, 22; Müslim, Hac 87, 88; Ebû Dâvûd Menâsik 35) İhramlı iken saç kestirmemek şartıyla hacamatın caiz olduğu hususunda âlimler arasında görüş birliği vardır Aynı şekilde Hz Peygamber (sas) oruçlu iken de hacamat yaptırmıştır Yani kan aldırmıştır (Buhârî, Tıb II; Ebû Davûd, Siyâm 29)
Nâfi (ra)'den rivayet edildiğine göre İbn Ömer (ra) (Kendisine): Nâfi, kan (fazlalaşmak suretiyle) beni yedi Bunun için sen bana bir hacamatçı getir ve genç bir hacamatçı seç Ne yaşlı ne de çocuk hacamatçı seçme demiştir
Nâfi der ki; İbn Ömer (ra) şöyle dedi: Ben, Resulullah (sas)'den şu buyruğu işittim: "Hacamat olmak aç karnına daha faydalıdır Hacamat olmak aklı ve hıfzetme (ezberleme) gücünü arttırır Hâfız olanın da hıfzetmek kabiliyetini kuvvetlendirir Artık kim hacamat olmak isterse Allah'ın ismini anarak perşembe günü hacamat olsun " (İbn Mâce, Kitâbu't-Tıb, 22)
İbn Hacer Buhârî şerhindeki Hacamat bölümünde özetle şu bilgiyi verir: Buhârı, Sahîhinde "Hangi saat hacamat olur" başlığı altında bir bâb açmış ve burada Ebû Mûsa'nın geceleyin hacamat olduğuna dair bir eseri ile Hz Peygamber (sas)'in oruçlu iken hacamat olduğuna dair İbn Abbâs (ra)'ın bir hadîsini rivayet etmiştir
İbn Hacer bununla ilgili olarak şöyle der: Hacamat olmak için uygun vakitler hakkında birkaç hadis vârid olmuş ise de hiçbiri Buhârî'nin sözkonusu ettiği şarta uygun değildi Bana öyle geliyor ki: Buhârî hacamat işinin ihtiyaç olduğu zaman yapılabileceğine ve bunun belirli bir vakte bağlı olmadığına işaret etmek istemiştir Çünkü hacamat işinin geceleyin yapıldığını ve Hz Peygamber (sas)'in oruçlu iken hacamat olduğuna dair hadîsi rivayet etmiştir
Hacamatın yani kan aldırmanın insan sağlığına birçok katkıda bulunduğu tıbbî bir gerçeğe dayanır Özellikle bazı deri hastalıklarının tedavisinde hacamatın faydası görülmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.