Mevlana'nın Doğumunun 807. Yıldönümü

Eski 09-30-2014   #1
Warrior
Varsayılan

Mevlana'nın Doğumunun 807. Yıldönümü





Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî

Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî (30 Eylül 1207, Belh - 17 Aralık 1273, Konya), şâir düşünce adamı ve mutasavvıf Tasavvufta Mevlevî yolunun öncüsüdür Mevlana portresini ve Mevlana Türbesini ilk defa yaptıran Prenses Gürcü Hatun ile yakın dosttur Bilinen tek Mevlânâ portresinin ve Mevlânâ türbelerinin ortaya çıkışı bu şekilde olmuştur



Kimliği

Mevlânâ 30 Eylül 1207 tarihinde Horasan'ın Belh yöresinde, bugün Tacikistan sınırları içinde kalan Vahş kasabasında doğmuştur Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmşahlar hanedanından Türk Prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır

Babası, 'alimlerin sultânı' unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir Babasına Sultânü'l-Ulemâ unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açıklamaktadır Etnik kökeni tartışmalı olup; Fars, Tacik veya Türk olduğu yönünde görüşler mevcuttur

Mevlânâ, dönemin İslâm kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema (Alîmlerin Sultânı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin'in mânevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir 1273 yılında vefat etmiştir

Mevlânâ, yazdığı Mesnevî adlı eserinde kendi adını Muhammed bin Muhammed bin Hüseyin el-Belhî şeklinde vermiştir Burada yer alan Muhammed isimleri baba ve dedesinin ismi, Belhî ise doğduğu şehir olan Belh'e nispettir Lakabı olan Celâleddin "efendimiz" anlamına gelmekte ve yolundan gidenler tarafından kendisini yüceltmek amacıyla söylenmiştir Bir diğer lakabı olan Hudâvendigâr ise Mevlânâ'ya babası tarafından takılmıştır ve "sultan" manasına gelmektedir Mevlânâ, doğduğu kente nispetle Belhî şeklinde anıldığı gibi hayatını sürdürdüğü Anadolu'ya nispetle kendisine Rûmî de denmektedir Ayrıca müderrisliği nedeniyle Molla Hünkâr ve Mollâ-yı Rûm olarak da anılmaktaydı



İnanç ve öğretileri

Diğer bütün sufiler gibi Celalettin rumi'nin temel öğretisi tevhid düşüncesi etrafında örgülenir Ayrıca "Gel, gel, ne olursan ol yine gel" şeklinde başlayan dizeleri sebebiyle de önemli ve öncü bir hümanist olarak algılanır Mevlananın bazı sözleri ise kendisinin ruh göçü tenasüh ve evrime inandığı şeklinde yorumlanmıştır Celalettin Rumi'nin, adamların ya da genç erkeklerin arasındaki cinsel bağlantıyı bir mecaz olarak kullanarak Tanrı ile bağlantıyı simgelediği düşünülmektedir



Babasının ölümüne kadar olan dönem

Harzemşahlar hükümdarları Bahaeddin Veled'in halk üzerindeki etkisinden her zaman tedirgindi; çünkü o, insanlara son derece iyi davranır, ayrıca onlara her zaman anlayabilecekleri yorumlar getirir, derslerinde kesinlikle felsefe tartışmalarına girmezdi Söylenceye göre, Bahaeddin Veled ile Harezmşahlar hükümdarı Alaeddin Muhammed Tökiş (ya da Tekiş) arasında geçen bir olaydan sonra Bahaeddin Veled ülkesini terk eder; Bahaeddin Veled bir gün dersinde, felsefeye ve felsefecilere şiddetle çatmış, onları İslâm dininde var olmayan bid'atlerle uğraşmakla suçlamıştı Ünlü felsefeci Fahrettin Razî buna çok kızdı ve onu Muhammed Tökiş'e şikayet etti Hükümdar, Razî'yi çok sayar ona özel olarak itibar ederdi Razi'nin uyarıları ve halkın Bahaeddin Veled'e gösterdiği ilgi ve saygı bir araya gelince, kendi yerinden kuşkuya düşen Tökiş, Sultanü'l Ulemaya şehrin anahtarlarını göndererek şöyle dedirtti: Şeyhimiz eğer Belh ülkesini kabul ederse bugünden itibaren padişahlık, topraklar ve askerler onun olsun bana da başka bir ülkeye gitmem için müsaade etsin Ben de oraya gidip yerleşeyim, çünkü bir ülkede iki padişahın bulunması doğru değildir Allah'a hamdolsun ki ona iki türlü saltanat verilmiştir Birincisi dünya ikincisi ahiret saltanatıdır Eğer bu dünya saltanatını bize verip ondan vazgeçselerdi, bu çok geniş bir yardım ve büyük lütuf olacaktıBahaeddin Veled de :İslam sultanına selam söyle bu dünyanın fani ülkeleri, askerleri, hazineleri, taht ve talihleri padişahlara yaraşır biz dervişiz bize ülke ve saltanat uygun düşmez dedi ve ayrılmaya karar verdi Sultan çok pişman olsa da Bahaeddin Veled'i kimse ikna edemedi (1212 ya da 1213)

Nişapur kentinde ünlü şeyh Ferîdüddîn-i Attâr onları karşıladı Aralarında küçük Celâleddîn'in de dinlediği konuşmalar geçti Attâr, Esrarname (Sırlar Kitabı) adlı ünlü kitabını Celâleddîn'e hediye etti ve yanlarından ayrılırken küçük Celaleddin'i kastederek, yanındakilere "bir deniz bir ırmağın ardına düşmüş gidiyor" dedi Bahaeddin Veled'e de, "umarım yakın bir gelecekte oğlunuz alem halkının gönlüne ateş verecek ve onları yakacaktır" diye bir açıklama yaptı (Mevlânâ Esrarname 'yi her zaman yanında taşımış, Mesnevî'sinde Attâr'dan ve onun kıssalarından sık sık söz etmiştir)
Kafile, Bağdat'ta üç gün kaldı; sonra hac için Arabistan'a yöneldi Hac dönüşü, Şam'dan Anadolu'ya geçti ve Erzincan, Akşehir, Larende'de (günümüzde Karaman) konakladı Bu konaklama, yedi yıl sürdü On sekiz yaşına gelmiş olan Celalettin, Semerkandlı Lala Şerafettin'in kızı Gevher Hatun ile evlendi Oğulları Mehmet Bahaeddin (Sultan Veled) ile Alaeddin Mehmet, Larende'de doğdular Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat, sonunda Bahaeddin Veled'i ve Celâleddîn'i Konya'ya yerleşmeye razı etti Onları yollarda karşıladı Altınapa Medresesi'nde konuk etti Başta hükümdar olmak üzere saray adamları, ordu ileri gelenleri, medreseliler ve halk, Bahaeddin Veled'e büyük bir saygıyla bağlandı ve müridi oldu Bahaeddin Veled 1231'de Konya'da öldü ve Selçuklu Sarayı'nda gül bahçesi denilen yere defnedildi Hükümdar yas tutarak bir hafta tahtına oturmadı Kırk gün, imarethanelerde onun için yemek dağıtıldı

Babasının vasiyeti, Selçuklu sultanının buyruğu ve Bahaeddin Veled'in müritlerinin ısrarlarıyla Celâleddîn babasının yerine geçti Bir yıl süreyle ders, vaaz ve fetva verdi Sonra, babasının öğrencilerinden Tebrizli Seyyid Burhaneddin Muhakkik Şems-î Tebrizî ile buluştu Celaleddin'in oğlu Sultan Veled'in İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında anlattığına göre Burhaneddin, Konya'daki bu buluşmada genç Celâleddîn'i o çağda geçerli İslam ilim dallarında sınava soktu; gösterdiği başarıdan sonra "bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin Ne var ki, baban hal ehli idi; sen kal (söz) ehlisin Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi alemi aydınlatabilirsin" dedi Bu uyarıdan sonra, Celâleddîn 9 yıl boyunca Burhaneddin'e müritlik etti, seyr-û sülûk denen tarikât eğitiminden geçti Halep ve Şam medreselerinde öğrenimini tamamladı, dönüşte Konya'da hocası Tebrizi'nin gözetiminde art arda üç kez çile çıkarttı, riyazete (her tür perhiz) başladı

Hocası Celalettin'in arzusunun hilafına Konyayı terkederek Kayseri'ye gitti ve 1241'de orada öldü Celâleddîn, hocasını unutamadı O'nun kitaplarını ve ders notlarını topladı Ne varsa içindedir anlamına gelen Fihi-Ma Fihadlı yapıtında sık sık hocasından alıntılar yaptı Beş yıl boyunca medresede fıkıh ve din bilimi okuttu, vaaz ve irşatlarını sürdürdü

Şems-i Tebrizi'ye bağlanma

1244'te Konya'nın ünlü Şeker Tacirleri Hanı'na (Şeker Furuşan) baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi Adı Şemsettin Muhammed Tebrizi (Tebrizli Şems) idi Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı Ümmî bir şeyhin müridi idi Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu Sonradan Hacı Bektaş Veli’nin "Makalat" (Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı Aradığını Konya'da bulacaktı, gönlü böyle diyordu Yolculuk ve arayış bitmişti Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi'ne doğru yola çıktı ve Mevlânâ'yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu Atın dizginlerini tutarak sordu ona:

- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"
Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:

- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"
Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:

- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"
Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:

- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı; onun için böyle konuştu"
Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı Evet, aradığı O'ydu Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı

Oradan birlikte Mevlânâ'nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkub'un hücresine (medresedeki odası) gittiler ve halvet (iki kişilik kesin bir yalnızlık) oldular Bu halvet süresi hayli uzun oldu ki kaynaklar 40 gün ile 6 aydan söz eder Süre ne olursa olsun, Mevlânâ'nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu Konya'nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl unutturmuştu Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems'i ölümle bile tehdit ettiler Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ'ya Kur'an'dan bir ayet okudu Ayet,

İşte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır (Kehf Suresi, 78 ayet)
anlamına geliyordu Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya'yı terk etti (1245) Tebrizli Şems'in gidişinden son derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems'i aratıyordu Müritlerin bazıları pişmanlık duyup Mevlânâ'dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems'e büsbütün kızıp kinlenmekteydiler Sonunda onun Şam'da olduğu öğrenildi Sultan Veled ve yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems'i alıp getirmek üzere acele Şam'a gittiler Mevlânâ'nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular Tebrizli Şems, Sultan Veled'in ricalarını kırmadı Konya'ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler Ama Mevlânâ ile Tebrizli Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi Dervişler, Mevlânâ 'yı Tebrizli Şems'ten uzak tutmaya çalışıyorlardı Halk da Mevlânâ'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema ve raksa[kaynak belirtilmeli] başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştirip Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi bir küllah giydiği için kızıyordu Tebrizli Şems'e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ'nın ikinci oğlu Alaeddin Çelebi'de vardı

Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems "bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek" deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ'nın oğlu Alaeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer) Sultan Veled'in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü Tebrizli Şems'in türbesi Hacı Bektaş Dergahı'nda diğer Horasan Alperenleri'nin yanındadır


Selahattin Zerküb ve Mesnevi'nin yazılışı

Bu dönemde Mevlânâ, Şems-i Tebrizi ile kendi benliğini özdeşleştirme deneyimini yaşıyordu (bu, bazı gazellerin taç beyitinde kendi adını kullanması gerekirken, Şems'in adını kullanmasından da anlaşılmaktadır) Aynı zamanda Mevlânâ kendine en yakın hemhal olarak (aynı hali paylaşan dost) Selahattin Zerküb'u seçmişti Şems'in yokluk acısını onunla özdeşleştirdiği Selahattin Zerküb ile gideriyordu Selahattin, erdemli ama okuması yazması olmayan bir kuyumcuydu Aradan geçen kısa bir zaman içerisinde müritler de Şems yerine Selahattin'i hedef edindiler Ne var ki Mevlâna ve Selahattin kendilerine karşı duyulan tepkiye aldırmadılar Selahattin'in kızı "Fatma Hatun" ile Sultan Veled evlendirildi

Mevlânâ ile Selahattin on yıl süreyle bir arada bulundular Selahattin'i öldürme girişimleri oldu ve bir gün Selahattin'in Mevlânâ'dan "bu vücut zindanından kurtulmak için izin istediği" rivâyeti yayıldı; üç gün sonra da Selahattin öldü (Aralık 1258) Selahattin cenazesinin ağlayarak değil, neyler ve kudümler çalınarak, sevinç ve şevk içinde kaldırılmasını vasiyet etmişti

Selahattin'in ölümünden sonra, yerini Hüsamettin Çelebi aldı Hüsamettin, Vefaiyye tarikatının kurucusu ve Tacu'l Arifin diye bilinen Ebu'l Vefa Kürdi'nin soyundan olup dedeleri Urmiye'den göçüp Konya'ya yerleşmişlerdi[12] Hüsamettin'in babası, Konya yöresi ahilerinin reisiydi Onun için, Hüsamettin Ahi Türk oğlu diye anılırdı Varlıklı bir kişiydi ve Mevlânâ'ya mürit olduktan sonra bütün servetini onun müritleri için harcadı Beraberlikleri Mevlânâ'nın ölümüne kadar on yıl sürdü O aynı zamanda Vezir Ziyaettin tekkesinin de şeyhiydi ve böylece iki ayrı mâkam sahibiydi

İslâm tasavvufunun en önemli ve en büyük yapıtı kabul edilen Mesnevî-i Manevî (Mesnevî) Hüsamettin Çelebi aracılığıyla yazılmıştır Bir gün birlikte sohbet ederlerken Çelebi bir konudan yakındı ve "müritler", dedi, "tasavvuf yolunda bir şeyler öğrenmek için ya Hâkim Senaî'nin Hadika adlı kitabını okuyorlar ya Attâr'ın "İlâhînâme" 'sini, ve "Mantık-ut-Tayr" 'ını (Kuş Dili) okuyorlar Oysa bizim de eğitici bir kitabımız olsaydı herkes bunu okuyacak ve ilâhi gerçekleri ilk elden öğrenecekti" Hüsamettin Çelebi sözünü bitirirken, Mevlânâ sarığının katları arasından bükülmüş bir kâğıt uzattı genç dostuna; Mesnevî 'nin ünlü ilk 18 beyti yazılmıştı ve hoca, müridine şöyle diyordu: "Ben başladım, gerisini sen yazarsan ben söylerim"

Bu çalışma yıllar boyu sürdü Yapıt, 25700 beyitten oluşan 6 ciltlik bir bütündü Tasavvuf öğretisini çeşitli öyküler aracılığıyla anlatıyor, olayları yorumlarken tasavvuf ilkelerini açıklıyordu Mesnevî bittiği zaman artık epeyce yaşlanmış olan Mevlânâ yorgun düşmüş, ayrıca sağlığı da bozulmuştu 17 Aralık 1273'te de vefat etti Mevlânâ'nın vefat ettiği gün olan 17 Aralık, düğün gecesi anlamına gelen ve sevgilisi olan Rabb'ine kavuşma günü olduğu için Şeb-i Arûs olarak anılır

İlk eşi Gevher Hatun ölünce, Mevlânâ Konya'da ikinci kez Gera Hatun ile evlenmiş ve ondan Muzafferettin Alim Çelebi adında bir oğlu ve Fatma Melike Hatun adında bir kızı olmuştu Mevlânâ'nın soyundan gelen Çelebiler, genellikle Sultan Veled'in oğlu Feridun Ulu Arif Çelebi'nin torunlarıdır; Fatma Melike Hatun'un torunlarıysa Mevlevîler arasında İnas Çelebi olarak anılırlar

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.