Çanakkaleden İnsanlık Dersleri |
04-05-2007 | #1 |
angelesdream
|
Çanakkaleden İnsanlık DersleriÇanakkale\'de İnsanlık Dersi Çanakkale'de İnsanlık Dersi > > Baştanbaşa bir destandır Çanakkale Mehmetçiğin aslanlaştığı aynı >zeminde şefkat kahramanı kesildiği yokluğun varlığa galebe çaldığı imanın zaferinin bayraklaştığı toptan bir milletin istikbalini pazara çıkarıp ölüm kalım mücadelesi verdiği yerdir Çanakkale > >Anlatılamayacak kadar çok harikulâde hadisenin vuku bulduğu, ehl-i keşfin işaretiyle, Rasûlüllah'ın da ruhaniyeti ile hazır bulunduğu Çanakkale hakkında pek çok kıymetli eser kaleme alınmıştır Bu nadide eserleri okurken insan, kimi zaman göz yaşlarıyla, kimi zaman coşan bir gönülle, kimi zaman mahzun ve mükedder, kimi zaman da iftiharla olup bitenleri sanki bir sinema ekranından seyrediyormuş gibi olur ve 80 yıl önceki olayları hayalinde bir kere daha yaşar Akıl almaz hadiseler, dehşetengîz olaylar zaman zaman insana gayri ihtiyarî "olamaz böyle şey" dedirtir > >Japonların maziden çok iyi ders aldıklarını, Hiroşima ve Nagazaki'nin bir kısmını II Dünya Harbi sonundaki durumuyla aynen bıraktıklarını, çocuklarını önce modern fabrikaları gezdirip ardından bu iki şehri ve tahribin boyutlarını gezdirip göstererek, "Eğer siz, çalışmaz ve o modern fabrikaları daha da ileri götürmezseniz, birileri gelir yine sizin memleketinizi bu hale çevirir" şeklinde ders verdiklerini okumuştum Tarihten ders alabilen milletlerin geleceğe daha güvenle bakacakları da bilinen bir gerçektir > >İşte Çanakkale, ders alacak o kadar çok yönü olan bir hadisedir ki, belki de Asr-ı Saadet istisna edilecek olursa bir benzeri görülmemiş bir mücadeledir Evet o derslerden biri de imanla gerilmiş Mehmetçiğin akıllara durgunluk veren insanlık dersidir Ateş çemberi içinde mürüvvet >sergilemesi, şefkat ve merhamet kanatlarını sonuna kadar yerlere sermesi, aciz ve muhtaçların imdadına koşması eşine az rastlanır bir düzeydedir Bu minvalde sayısız örneklerinden bir kaçını müsaadenizle arzedeyim > >* * * >Hüseyin isminde bir er yaralanmış ve sargı yerinde tedaviye alınmıştı Ancak yarası çok ağırdı Durumunun ümitsiz olduğunu kendisi de >hissediyordu Onu çok seven arkadaşları etrafında pervane gibi dönüyor, son anlarında can dostlarını mutlu etmek için elinden geleni yapıyorlardı Bu arada hastalara taze ekmek gelmişti Hemen bir yarım somun da ona uzattılar Hüseyin somunu aldı, tam ısıracakken birden durakladı; ve yeniden ekmeği başucunda bekleyen Mehmetçiklere uzattı Onların yemesi için ısrarı üzerine, sahabe ahlakını çağrıştıran şu sözleri söyledi: > >"Kardaşlarım! Bu ekmeği benim yemem doğru değildir Ben nasıl olsa şimdi işe yaramadan öleceğim alın, bunu çarpışacak yiğitlere yedirin de ekmek boşa gitmesin" > >* * * >General Guro anlatıyor: > >Bir gün, bir taarruz sonrası cepheyi dolaşıyordum, yaralı bir Fransız subayını gördüm ve elini sıkmak istedim Elimi sıkmadı ve "benim değil, şu Türk subayının elini sıkınız, o olmasaydı ben şimdi ölmüştüm" diyerek ilerde baygın yatan Türk subayını gösterdi Sebebini sordum, subay şöyle devam etti: > >"İkimiz de ağır yaralı idik O kendi yarasına aldırmadan sargı paketini çıkardı ve benim şaşkın bakışlarım arasında boynumdaki yarayı sardı Rica ederim, yalvarırım onu kurtarınız" > >General çok meraklanır, acaba bu Mehmetçik neden kendi yarasına bakmamış da, düşmanını tedaviye çalışmış Merakını yenemeyip işin aslını soruşturur ve şunları öğrenir > >O Fransız subayı yaralanmıştır Bir kenara çekilir, elini cebine atar ve cebinden cüzdanını çıkarır Cüzdanın içinden yaşlı bir kadın fotoğrafı çıkarıp, bakar, bakar, sonra öper, yüzüne gözüne sürer Mehmetçik, onun annesi olduğunu tahmin etmiş ve demiştir ki: "Beni bekleyen ne annem var, ne de babam Ben ölsem arkamdan ağlayan kimsem olmaz Ama bu arkadaşın onu bekleyen bir annesi var Bari o sağlığına ve annesine kavuşsun" > >* * * >Harbin en çok kızıştığı bir hengamda birkaç İngiliz subayı esir alınır Hemen cephe gerisine götürülür Yaralı olanlarının tedavisine bakılır > >Mehmetçik yokluklar içinde mücadele vermektedir Haftada bir etli yemek bulurlarsa bayram ederler, çoğu zaman da bir kuru ekmekle geçiştirirlerdi Fakat karşı taraf içeceği şaraptan çukulatasına kadar herşeyi tam tekmildi > >Derken yemek vakti sargı yerine taze ekmek getirilir Mehmetçik, taze ekmeği esir subaylara verirler ve kendileri kuru ekmeğe talim olurlar İngiliz subaylar, bu işte bir iş var, ekmeği zehirlemiş olmasınlar sakın, diyerek yemeğe yanaşmazlar Bizim Mehmetçik ne kadar yeyin, dediyselerde anlatamazlar Nihayet, ingilizce bilen Türk subayı gelir İşi öğrenir ve sebebini sorar Mehmetçikten Tam bir Anadolu delikanlısının saffeti içinde şöyle cevap verir: > >"Kumandanım, madem bu adamlara bakacağız, yedireceğiz Bari taze ekmek yesinler, onlar bayat ekmeğe alışık değillerdir Biz zaten askere gelmeden evvel de köyde bayat ekmek yiyorduk" > >* * * >Çanakkale'de yedi oğlundan dördünü şehid veren Samsun'un Bekdiğin köyünden Ali Çavuş'un hikayesi de çok ilginçtir Harbin son dönemleridir Mehmetçik süngüyle hucuma kalkar ve düşmanı geri püskürtür Geri kaçarken bazı yaralı düşman askerleri de siperlerde kalır daha geri gidemezler Ali Dayı, düşman askerlerinden iki tane Anzak askerini bu şekilde siperde yaralı bulur Bunları tutar tedavileri için cephenin arkasına getirir Orada bir kısım tedavileri ile ilgilenir Nihayet harp biter Sekiz ay bu cephede harp eden Ali Dayı, harp bitince bu iki esiri yanında İstanbul'a getirir Kimse zarar vermesin diye de üzerlerine Türk askeri üniformasını giydirir Oradan doğru memleketi Samsun'a Samsun'un Bekdiğin köyüne alır getirir Köylü bu iki yabancıya kucak açar bunları bağrına basar Derken iki Avustralyalı 1916 yılında Samsun'da yaşamaya başlarlar Kendilerine gösterilen tarlayı ekerler, biçerler Sıcak bir dostluk atmosferi oluşur Hayat alabildiğine hoş ve huzurlu devam ede dururken, > bir gün Ali Dayı bunları melûl mahzun görür Sebebini sorar >Memleketinden çok uzakta olan bu iki asker, kendi topraklarını ve akrabalarını özlemiştir Ali Dayı durumu anlar Hemen ne yapabileceğini düşünür Nihayet, çareyi hanımının altınlarını istemede bulur Bu ikisini alır doğru İstanbul'a Araştırır, soruşturur hemen yakında Avustralya'ya kalkacak bir gemi bulur Ali Dayı, eşinin altınlarını bozdurur, bu iki Anzak askerinin biletlerini alır, yanlarına azık temin eder ve uğurlar > >* * * >İşte, imanla yoğrulmuş bu şefkat abideleri, haksız yere kimseye >kıymamışlar Hatta, civanmertlikleri sayesinde düşmanları tarafından bile takdir görmüşlerdir Öyle ya fazilet odur ki, düşman dahi takdir etsin Şimdilerde bu ruha başta bizim ve daha sonra da bütün insanlığın ne kadar ihtiyacı var Evet bu yüce duyguları biz nereden aldık ve nasıl kaybettik Üzerinde uzun uzun durulmaya değer > > Ali Ünsal (wwwherkulorg) > *************************************** > Çanakkalede yaşanmış bir olay > >O zamandan bu zamana hangi ozelliklerini kaybetti ve ısrarla >kaybettirilmeye devam ediyor da bu hale geldi bu millet dusunmek gerek > >Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor Kimi Urfalı , kimi Bosnalı , Kimi Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor > >Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır Zor nefes alıp vermektedirAlçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışırNefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından > >"Ölme ihtimalim çok fazla Ben bir pusula yazdımArkadaşıma >ulaştırın" > >Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: > >"BenBen köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç >aldıydımKendisini göremedimBelki ölürümÖlürsem söyleyin hakkını helal etsin" > >"Sen merak etme evladım" der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar > >Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de "söyleyin hakkını helal etsin" olur > >Aradan fazla zaman geçmez Oraya sürekli yaralılar getiriliyor Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor İşte yine bir künye ve yine bir pusulaKomutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştırPusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz > >PUSULADAKİ NOT: > >"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim Kendisi beni göremedi Biraz sonra taarruza kalkacağızBelki ben dönememArkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim" |
04-05-2007 | #5 |
[KAPLAN]
|
Hala daha içimizdeki ateş sönmedi ve kolay değil onu söndürmek Öyle yazmamım sebebi, bu gidişatın sonunda olacaklardır Tabiki bu gidişatı değiştirmek yine milletin elindedir Yeniden tek yürek, tek bilek olma zamanı gelmiştir |
|