Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
>islami, sözlük

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #166
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HAKÎKAT:
1 Bir lafzın (sözün) asıl mânâsı
Aslan denilince, bilinen yırtıcı hayvan kastedilir, bu mânâda kullanılırsa, hakikat olur, cesur insan mânâsında kullanılırsa, mecâz yâni hakîkî mânâsının dışında kullanılmış olur (Molla Hüsrev)
2 Gerçek
Fizik ve kimyâ reaksiyonlarında maddenin yok olmadığı bugün kesin olarak bilinmektedir Lavoisier adındaki Fransız kimyâgeri; "Kimyâ tepkimelerinde, madde gayb olmaz ve yoktan meydana gelmez" hakîkatini tecrübe ile isbat etmiş ise de, her şeyin kimy â tepkimesi, kimyâ kânunu ile yapıldığını zan ederek; "Tabiatta bir şey yaratılmaz ve hiçbir şey yok edilemez" demiştir Bugün, yeni keşf edilen çekirdek olayları, nükleer reaksiyonlar, maddenin enerjiye döndüğünü, yok olduğunu, Lavoisier'in aldanmış olduğunu göstermektedir (M Sıddîk bin Saîd) Alan sensin veren sensin kılan sen, Ne verdinse odur dahi nemiz var Hakîkat üzre anlayıp bilen sen, Ne verdinse odur dahi nemiz var
(Azîz Mahmûd Hüdâyî)
3 Kötülüklerin kalbden tekellüfsüzce, zorlanmadan gitmesinin gerçekleşmesi, fenâ(Allahü teâlâdan başka her şeyi unutma) mertebesi
Tarîkat ve hakîkatten maksat, ihlâsı (her şeyi Allahü teâlânın rızâsı için yapma hâlini) elde etmektir (İmâm-ı Rabbânî)
Şerîatin (dînin) emirlerini yapmak, tarîkatin ve hakîkatin hâllerine kavuşmak, hep nefsin tezkiyesi, yâni temizlenmesi ve kalbin tasfiyesi yâni parlaması içindir Nefs temizlenmedikçe ve kalb Allahü teâlâdan başkasının sevgisinden selâmet bulmadıkça, kurtulmadıkça hakîkî îmân hâsıl olmaz, ele geçmez Felâketlerden, azâblardan kurtulmak için, hakîkî îmâna kavuşmak lâzımdır (İmâm-ı Rabbânî)
4 Mâhiyet
Kur'ân-ı kerîmde bulunan bilgiler üç kısımdır: Bir kısmını, hiçbir kuluna bildirmemiştir Zâtının ve sıfatlarının hakîkati ve gaybden haber vermek böyledir İkinci kısım, yalnız peygamberlerine bildirdiği esrâr (sırlar)dır Üçüncü kısım bilgileri, pe ygamberine bildirmiş ve bütün ümmetine bildirmesini emretmiştir (Hâdimî)

Hakîkat-i Câmia:
Toplayıcı hakîkat Tasavvufta kalb
İnsan, âlem-i kebîrde yâni insan dışında bulunan her şeyi kendinde topladığı için, mahlûkların en kıymetlisi olduğu gibi, hakîkat-ı câmia olan kalb de Âlem-i sagîrdeki yâni insanda bulunan her şeyi kendinde topladığı için çok kıymetlidir (Ahmed Fârûkî Serhendî)
İnsan çeşit çeşit şeylere bağlı kaldıkça, kalbi temizlenemez Pis kaldıkça seâdetten, mutluluktan mahrûmdur, uzaktır Hakîkat-ı câmia denilen kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmesi, onu karartır, paslandırır Bu pası temizlemek lâzımdır Temizl eyicilerin en iyisi, sünnet-i seniyye-i Mustafaviyyeye (Peygamber efendimizin bildirdiklerine) uymaktır Sünnet-i seniyyeye tâbi olmak, uymak, nefsin âdetlerini (alışkanlıklarını), kalbi karartan isteklerini yok eder (Ahmed Fârûkî)




HAKÎM (El-Hakîm):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Hikmet sâhibi, ilmi kâmil, işi güzel, uygun işler yaratıcı ve kullar arasında hükmedici
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ hakkıyla bilendir ve Hakîmdir (Hucurât sûresi: 8)
Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki emr olunduklarını onlara apaçık anlatsın Artık Allah kimi dilerse saptırır, kimi de dilerse doğru yola götürür O, her şeye gâlibdir ve hakîmdir (İbrâhim sûresi: 4)
Günâhtan kaçmaya kuvvet, ibâdet yapmaya kudret, ancak azîz ve hakîm olan Allahü teâlânın yardımı iledir (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Allahü teâlâ kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir Nitekim Nisâ sûresi yirmi sekizinci âyetinde meâlen; "Allah (ü teâlâ) size emirlerinin kolay, hafîf olmasını diledi (istedi) Çünkü insanlar zayıf olarak yaratılmıştır" buyurmaktadır Allahü teâlâ hakîmdir; her şeyi yerinde uygun olarak yapar Raûftur, acımaya lâyık olmayanlara da acıyıcıdır Rahîmdir, âhirette sevdiklerine yâni nîmetine şükreden mü'minlere Cennet'i ihsân edicidir (İmâm-ı Rabbânî)
El-Hakîm ism-i şerîfini söyliyen, hikmete kavuşur ve kendisine gizli mânâlar açılır Geceleyin abdest alıp büyük bir teslimiyetle el-Hakîm ism-i şerîfini söyliyenin kalbini Allahü teâlâ mânevî sırlar hazînesi yapar (Yûsuf Nebhânî)
2Hikmet ehli Din bilgilerini fen bilgileri ile isbât eden âlim




HÂKİM:
Haklı ve haksızı ayırıp, hak ve adâlet üzere hükmeden, karar veren
Hak ve adâlet üzere bir gün hâkimlik yapmayı, bir sene devamlı gazâ etmekten (Allah yolunda harb etmekten) daha çok severim (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Hâkim-i Mutlak:
Tam ve gerçek hükmedici olan Allahü teâlâ
Akıllı o kimsedir ki, nefsine hâkim olur da ölüm sonrası için hazırlanır Âciz ve ahmak olan o kimsedir ki, nefsinin yularını salıverir ve Hâkim-i mutlak (olan) Allahü teâlâya karşı boş ümitlere kapılır (İmâm-ı Rabbânî)


HÂKKA SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin altmış dokuzuncu sûresi
Hâkka sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Elli iki âyet-i kerîmedir İlk âyet-i kerîmede geçen el-Hâkka kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede, Kur'ân-ı kerîmin doğruluğu ve Allahü teâlânın kelâmı olduğu açıklanmakta, kıyâmet ve kıyâmetin vukûu sırasın da meydana gelecek şiddetli hâdiselerle, eski kavimler ve onların taşkınlık ve bozgunculukları bildirilmektedir (Râzî, Ebüssü'ûd, Taberî)
Allahü teâlâ Hâkka sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp, silkilecektir O gün kıyâmet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır (Âyet: 13-15)
Kim Hâkka sûresini okursa,Allahü teâlâ onun hesâbını kolay eyler (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)



HÂL:
Durum, vaziyet, tavır Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi mânâlar Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir Bu yönden makam ile arasında fark vardır Makam, tasavvuf yolun da bulunan kimsenin çalışmakla kazandığı mânevî derecedir
Hâller ve vecdler (kendinden geçmeler), matlûbun yâni ele geçirilmek istenilenin başlangıçlarıdır Maksat değildir (İmâm-ı Rabbânî)
En güzel hâl; şerîate (dînimizin emir ve yasaklarına) uymaktır (İmâm-ı Rabbânî)
Tasavvuf yolunda ilerleyenlerin bilgileri hâl ile kavuşulan bilgilerdir Hâller de amellerden hâsıl olur Amelleri dürüst, doğru olan ve ibâdetleri hakkı ile yapan kimselerde hâller hâsıl olur Bu hâller birçok şeyleri öğrenmelerine sebeb olur (İmâm-ı Rabbânî)

Hâl Ehli:
Hâli tavrı güzel olan gönül sâhibi kişi Velî zat (Bkz Evliyâ)
Almayı, vermekten daha tatlı gören hal ehli olamaz (Ebû Medyen Mağribî
)




HALÂL (Helâl):
Yasak edilmiş olmayan, yâhut yasak edilmiş ise de, İslâmiyet'in özr, mâni ve mecbûriyet saydığı sebeblerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeyler
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey mü'minler! Allahü teâlânın size helâl ettiği tayyib yâni güzel şeyleri kendinize haram etmeyiniz! Helâllere haram demeyiniz! Allahü teâlâ helâl ettiği şeylere haram diyenleri sevmez (Mâide sûresi: 87)
Duânın kabûl olması için helâl lokma yiyin (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ıSeâdet)
Bir kimse, hiç haram karıştırmadan, kırk gün helâl yerse, Allahü teâlâ, onun kalbini nûr ile doldurur Kalbine, nehirler gibi hikmet (faydalı ilim) akıtır Dünyâ muhabbetini, kalbinden giderir (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Allahü teâlâ, peygamberlerine emrettiğini, mü'minlere de emretti ve buyurdu ki: "Ey peygamberlerim! Helâl yiyiniz ve sâlih (iyi) işler yapınız!" (Mü'minûn sûresi: 51) Mü'minlere de emretti ki; "Ey îmân edenler! Sizlere verdiğim rızıklardan helâl olanları yiyiniz" (Bekara sûresi: 172) (Hadîs-i şerîf-Câmi-ul-Usûl, Mişkât, Müslim)
Allahü teâlâya itâat etmek, bir hazîneye benzer Bu hazînenin anahtarı duâ, anahtarının dişleri de helâl lokmadır (Yahyâ bin Muâz)
Haram yiyenlerin yedi âzâsı, istese de istemese de günâh işler Helâl yiyenlerin her âzâsı ibâdet eder Hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir (Sehl bin AbdullahTüsterî)
Bizim yolumuzda el, helâl kârda (işte); gönül ise hakîki yârdadır (Allahü teâlâdadır) (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Her gün helâlinden alış-veriş yapmam, geceleri ibâdet, gündüzleri oruçla geçirmemden bana daha sevimlidir (Muâviye bin Kurre)

Halâl Lokma:
Haram olmayan, dinde yenilmesi yasak edilmeyen yiyecek
Helâl lokma yemeyen kimse, Allahü teâlâya itâat etme gücünü kendisinde bulamaz Helâl lokma yiyen kimse de Allahü teâlâya isyankâr olmaz (Ali Râmitenî)




HALEF-İSÂDIKÎN:
Selef-i sâlihînden yâni Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînden sonra gelen Ehl-i sünnet âlimleri
Halef-i sâdıkîn, îmân (inanç) ve amel bilgilerinde ve kalb bilgilerinde, hep Selef-i sâlihîne (Hicrî ilk iki asırda yaşayan müslümanlara) tâbi olmuşlar, bunların yolundan hiç ayrılmamışlardır (İbn-i Asâkir)



HÂLET-İ NEZ':
Ölürken rûhun çıkacağı an
Allah'ım! Bizi ve dînimizi her türlü zarardan koru Hâlet-i nez'de îmânımızı alma O anda şeytanı bize musallat etme Bizi dünyâ ve âhiret hayırları ile rızıklandır Allah'ım! Sen her şeye kâdirsin (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)



HALF ETMEK:
Yemin etmek (Bkz Yemin)



HÂLIK (El-Hâlık):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Her şeyi taktîr ve tâyin eden, yaratan
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
O öyle Allah ki, Hâlıktır, Bâridir (yaratan var edendir), Musavvirdir (bütün varlıklara şekil verendir), Esmâ-i hüsnâ (en güzel isimler) O'nundur Bütün göklerde ve yerde olanlar O'nu tesbîh eder OAzîzdir (her şeye gâlib ve her kemâle sâhibdir), Hakîmdir (hikmet sâhibidir) (Haşr sûresi: 24)
O'ndan başka ilâh yoktur Her şeyin hâlıkı ancak O'dur ( En'âm sûresi: 102)
Pek ufak bir parçasını gördüğümüz bu kâinâtın (evrenin) bir hâlıkı ve anlamağa aklımızın ermediği pek muazzam bir kudret sâhibi vardır Bu hâlıkın hiç değişmemesi ve sonsuz var olması lâzımdır İşte bu hâlık, Allahü teâlâdır (Ahmed Âsım Efendi)
Rahmân, Kuddûs, Müheymin ve Hâlık (yaratıcı) gibi yalnız Allahü teâlâya mahsûs olan isimleri insanlara isim yapmak haramdır (A Nablüsî)
Gece yarısı bir miktar zaman el-Hâlık ism-i şerîfini söyleyen kimsenin kalbi ve yüzü nûrlanır (Yûsuf Nebhânî) Hâlıkın dururken mahlûka tapma, Şeytana uyup da yolundan sapma
(Lâ Edrî)


__________________
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #167
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HÂLİD BİN SİNÂN ABESÎ ALEYHİSSELÂM:
Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberlerden Îsâ aleyhisselâm ile son peygamber Muhammed aleyhisselâm arasında geçen fetret devrinde, Aden beldesinde bulunan bir kavme gönderilmiştir
Hâlid bin Sinân Abesî aleyhisselâmın kavmine musallat olan ve bir mağaradan çıkan ateş, uzak mesâfelere yayılıyor, ekinleri ve hayvanları yakıyor, sonra tekrar geri çekiliyordu İnsanlar âciz kalmıştı Bu sırada Hâlid bin Sinân aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi Hâlid bin Sinân aleyhisselâm, Allahü teâlânın izniyle mağaradaki ateşi söndürdü Sonra mağaraya girerek kendisinin üç günden önce çağırılmamasını vasiyyet etti Fakat kavmi ve çocukları şeytanın vesvesesine kapılarak üç günden önce çağırdılar Bu çağırma sebebiyle başında bir elem (ağrı) olduğu hâlde mağaradan çıktı ve "Beni, kavmimi ve vasiyyetimi zâyi ettiniz" buyurarak yakın zamanda vefât edeceğini bildirdi Vefâtından sonra cenâzesini defn etmelerini ve kabrini kırk gün gözetmelerini, kırk gün sonra kuyruğu kesik bir merkebin de içinde bulunduğu bir sürü, kabrinin yanına gelince kabrini açmalarını vasiyyet etti Böyle yapıldığı zaman kabrinden çıkıp kabir ehlini ve kabir hayâtını aynen kendilerine anlatacağını bildir di Belirtilen işâret ortaya çıkınca, mü'minler Hâlid bin Sinân aleyhisselâmın kabrini açmak üzere harekete geçtilerse de, çocukları; "Bize öldükten sonra kabirden çıkan kimsenin çocukları derler" diyerek engel oldular Böylece câhillikleri büyük bir hıyânete sebeb oldu Dolayısıyla babaları olan bir peygamberi ve onun bu vasiyetini de yerine getirmediler
Muhammed aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiğinde, Hâlid bin Sinân aleyhisselâmın kızı hayatta idi Peygamber efendimizin huzûruna kavuşmakla şereflendi Peygamber efendimiz ridâsını (hırkasını) sererek üzerine oturttu ve taltif buyurarak; "Merhabâ ey kavmi vücûdunun zâyi (yok) olmasına sebeb olduğu peygamberin kızı!" buyurdu (İbn-ül-Esîr-Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #168
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HÂLİDİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin tasavvuftaki yolu Nakşibendiyye yolunun bir kolu olan Hâlidiyye yolu daha çok Anadolu, Irak ve Sûriye taraflarında yayılmıştır
Hâlidiyye yolunun büyüğü olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri; "Bizim büyüklerimizin yolunda tasavvuf, İslâm dîninin emirlerini yapmak içindir Ama tasavvufu hakkıyla yapmak da herkesin işi değildir Bu yolun büyükleri kendilerine bağlı olanlardan gâfil değildirler Hangi şekilde olursa olsun bu büyüklere bağlılık büyük nîmettir" buyurdu




HALÎFE:
Birinin yerine geçen
1 Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı)
Allahü teâlâdan istedim ki, benden sonraAli halîfe olsun Melekler dedi ki: "Yâ Muhammed! Allahü teâlânın dilediği olur Senden sonra halîfe, Ebû Bekr-i Sıddîk'tır (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Peygamber efendimiz, hazret-i Muâviye'ye; " Halîfe olduğun zaman, yumuşak ol veya güzel idâre et!" buyurdu (Hadîs-i şerîf-İzâlet-ül-Hafâ)
Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Mustafâ'dan sonra müslümanların halîfesi, müslümanların reîsi Ebû Bekr-i Sıddîk'tır Ondan sonra halîfe, Ömer-ül-Fârûk'tur Ondan sonra Osmân-ı Zinnûreyn, ondan sonra Ali bin Ebî Tâlib'dir (radıyallahü anhüm) B u dördünün üstünlük sıraları, halîfelik sıraları gibidir (Bkz Hilâfet) (Ömer Nesefî)
2 Bir tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin halîfelerinden Muhammed Ma'sûm hazretleri şöyle buyurdu:
"Dünyâ hayâtı gâyet kısadır Ebedî saâdete kavuşmak, dünyâ hayâtına bağlıdır Saâdetli kimse; bu kısa dünyâ hayâtındaki fırsatı ganîmet bilip, âhirette kurtuluşa sebep olacak işleri yapan ve âhiret azığını hazırlayandır" (Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

Halîfe-i Âdile:
Halîfe olacağı, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin işâreti ile anlaşılan halîfe Hazret-i Ebû Bekr'in halîfeliği böyledir

Halîfe-i Câbire:
Halîfeliği kuvvet zoru ile ele geçiren

Halîfe-i Râşide:
İnsanlara, İslâm dînini anlatma vazîfesini Peygamber efendimiz gibi yapan ve âyet-i kerîmelerde veya hadîs-i şerîflerde halîfe olacağı işâret olunan halîfe Buna, Halîfe-i âdile de denir (Bkz Hulefâ-i Râşidîn)




HALÎL:
Dost
Kelime-i tevhîdi (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah sözünü) çok söyleyenlerde, Allahü teâlâya karşı fevkalâde sevgi hâsıl olmaktadır Artık o, Allahü teâlânın halîlidir Her kim, nefsinin boş arzularından sıyrılırsa, artık onda, Allahü teâlâdan başkasına bağlılığa yer kalmaz (İmâm-ı Süyûtî)



HALÎLULLAH:
Allahü teâlânın dostu mânâsına İbrâhim aleyhisselâmın lakabı Halîlürrahmân da denir
İbrâhim aleyhisselâm Halîlullah'tır Çünkü, bunun kalbinde, Allah sevgisinden başka hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) sevgisi yoktu (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Halîlullah İbrâhim aleyhisselâm, kendi kavmine, Allah'tan başka şeylere tapınmanın yanlış olduğunu pek güzel bildirdi Müşrikliğe (Allah'a eş, ortak koşmağa) yol açacak kapıların hepsini kapadı (Ahmed Fârûkî)
İbrâhim Halîlullah, sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın ecdâdındandır, yâni Efendimizin mübarek, pak, temiz soyu ona dayanır (İbn-i Hişâm)
İbrâhim Halîlullah, Habîbullah'ın yâni Resûlullah efendimizin ümmetinden olmayı temennî buyurmuştur (İmâm-ı Rabbânî)


HALÎM (El-Halîm):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Hep hilm sâhibi olan; günâh işleyenlerin, günâh işlemelerini ve emirlerine muhâlefetlerini, karşı geldiklerini gördüğü hâlde gazablanmaya ve onları cezâlandırmaya gücü yettiği hâlde, acele e tmeyen Allahü teâlâ kullarına cezâ vermekte acele etmez fakat ihmâl de etmez
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Bilin ki, Allahü teâlâ mağfiret edicidir (bağışlayıcıdır), Halîm'dir (Bekara sûresi: 235)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem sıkıntılı zamanlarında; " Azîm, Halîm olan Allah'tan başka ilâh yoktur Büyük arşın Rabbi olan Allah'tan başka ilâh yoktur" buyururlardı (İmâm-ı Müslim)
El-Halîm ism-i şerîfini okuyan denizde ise boğulmaktan, bir vâsıtada ise helâk olmaktan kurtulur (Yûsuf Nebhânî)
2 Yumuşak, sertlik göstermeyen, kızmayan kimse
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İbrâhim (aleyhisselâm) Allahü teâlâdan çok korktuğu için çok âh ederdi Halîm idi ( Tevbe sûresi: 114)
Allahü teâlâ halîm, iffetli kimseyi sever; çirkin şeyler konuşan, ısrarla halktan bir şey isteyen kimseye gazab eder (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Halîm kimse, gadaba sebeb olan şeyler karşısında kızmaz, heyecâna gelmez Korkak olan, kendine zarar verir Gadablı kimse ise, hem kendine, hem başkalarına zarar verir (Hâdimî)




HÂLİS:
Saf, temiz, hîlesiz, katkısız Menfaat düşüncesi karışmadan sırf Allah için olan, riya ve gösteriş bulunmayan
İbâdetin kabûl olması için niyyetin hâlis olması lâzımdır ( Ali bin Emrullah)
Bir kimse başkalarının görmesi için ibâdet eder veya başkasının görmesi de hoşuna giderse veya ibâdetinde başkasından bir karşılık beklerse, o kimse hâlis olmaz (MHâdimî)
Allah sevgisini hâlis olarak tadanı; bu sevgi, dünyâyı istemekten alıkoyar ve bütün insanlardan uzaklaştırır (Hazret-i Ebû Bekr)
Ey nefs! Hâlis ol ki kurtulasın! (Ma'rûf-i Kerhî)



HALK:
1 Yaratmak, yoktan var etmek
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Biz insanı en güzel biçimde halk ettik (Tîn sûresi: 4)
O (Allahü teâlâ), hanginizin daha güzel amel (ve hareket) edeceğini (hakkınızda) imtihan etmek için ölümü ve hayâtı halk edendir ( Mülk sûresi: 2)
Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden halk ettik Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık (Hucurât sûresi: 13)
Biz inanıyoruz ki, Allahü teâlâ sonsuz kudret (güç, kuvvet) sâhibidir Yedi kat yerleri ve gökleri halk etmesi ile bir karıncayı halk etmesi O'na göre aynıdır Allahü teâlânın halk etmesi mümkün olmayan hiçbir şey yoktur (Harputlu İshâk Efendi)
Allahü teâlâ her şeyi bir sebeb ile halk etmektedir Âdet-i İlâhiyyesi böyledir (Muhammed Hâdimî)
2 Mahluk, yaratılmış, insan topluluğu
Halkı dara düşürmek, sıkıştırmak ve incitmek haramdır ( İmâm-ı Rabbânî)
Halk ile konuşmalar yumuşak ve tatlı olmalıdır Hiç kimseye sertlik göstermemelidir Halka hizmet, zikr (Allahü teâlâyı anmak ile meşgul olmak)den efdâldir (daha fazîletlidir, daha sevaptır) (İmâm-ı Rabbânî)




Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #169
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HÂDÎ (El-Hâdî):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Kullarından dilediğine doğru yolu gösteren, kullarının havâssına (seçilmişlerine) doğrudan insanların avâmına (havâsstan aşağı derecede olanlara) yarattıkları varlıkları vâsıtasıyla kendini tan ıtan yüce Allah
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Rabbin, Hâdîdir, (düşmana karşı) yardımcı olarak yeter (Furkan sûresi: 31)
Allahü teâlânın isimleri vardır İsimleri aynı zamanda sıfatlarıdır Allahü teâlânın Hâdî ve Mudıl (dalâlete götürücü) sıfatları vardır İnsanlardan bâzılarına Hâdî, bâzılarına Mudıl sıfatı ile tecellî eder Biz, niye böyle olduğunu anlayamayız (Abdülhakîm Arvâsî)




HADÎD SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin elli yedinci sûresi
Hadîd sûresi Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir) Yirmi beşinci âyet-i kerîmede demir mânâsına olan hadîdin ehemmiyetinden (öneminden) ve fâidelerinden bahsedildiği için, sûreye Hadîd ismi verilmiştir Bütün varlıkların Allahü teâlâyı tesb îh ettiklerini bildirmekle başlayan sûrenin başlıca konuları şunlardır: Allahü teâlânın mübârek isimleri, sıfatları, mallarını Allah için harcayanların pek büyük mükâfatlara kavuşacakları, bâzı peygamberler aleyhimüsselâm ve ümmetlerinin durumları, P eygamber efendimize îmân edenlere (inananlara) verilen müjdeler (Fahreddîn Râzî)
Hadîd sûresinde buyruldu ki:
Her nerede olursanız olunuz, Allahü teâlâ sizinle berâberdir (Âyet: 4)
Dünyâ hayâtı elbette la'b, yâni oyun ve lehv (eğlence) ve zînet (süslenmek) ve tefâhür (öğünme) ve malı, parayı, evlâdı çoğaltmaktır (Âyet: 20)
Dünyâda olacak her şey dünyâ yaratılmadan önce levh-i mahfûzda yazılmış, taktir edilmiştir Bunu size bildiriyoruz ki, hayâtta kaçırdığınız fırsatlar için üzülmeyesiniz ve kavuştuğunuz kazançlardan, Allah'ın gönderdiği nîmetlerden dolayı mağrûr olmayasınız Allah kibirlileri sevmez (Âyet: 22)
HÂDİS:

HÂDİS:
Yaratılmış Yok iken var, var iken yok olabilir Sonradan olan
Âlemin hâdis olduğunu gösteren ikinci bir delil de âlemin her zaman bozularak değişmesidir (Kemahlı Feyzullah)
HADÎS:



HADÎS:
Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de mani olmadıkları şeyler
Uydurduğu bir süzü, hadîs olarak söyleyen kimse, Cehennem'de azâb görecektir (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Hadîs-i şerîfleri, sahîh (doğru) veya bozuk olduğunu bilmeden söylemek, sahîh olsa bile, günâh olur Böyle kimsenin hadîs-i şerîf okuması câiz olmaz Hadîs kitablarından hadîs nakletmek için hadîs âlimlerinden icâzet (diploma) almış olmak lâzımdır (Muhammed Hâdimî)
İmâm-ı Buhârî'nin rivâyet ettiği (naklettiği, bildirdiği) bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu: İçinizde en sevdiğim kimse, huyu en güzel olandır Bir kimse ki, Kur'ândan, hadîsten anlamaz, Cevâb vermemek gibi, ona cevâb bulunmaz
(Şeyh Sa'dî)

Hadîs Âlimi:
Hadîs-i şerîf sahasında mütehassıs kimse

Hadîs-i Âhâd:
Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen, bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Âmm:
Herkes için söylenmiş hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Cibrîl:
Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf
Cibrîl hadîsinde o zât-ı şerîf (Cebrâil aleyhisselâm) ellerini Resûl-i ekremin mübârek dizleri üzerine koydu ve Resûlullah'a; "Yâ Resûlallah! Bana İslâmiyet'i, müslümanlığı anlat" dedi Resûl-i ekrem buyurdu ki: " İslâm'ın şartları; kelime-i şehâdet getirmek, vakti gelince namaz kılmak, malının zekâtını vermek, Ramazân-ı şerîf ayında her gün oruç tutmak ve gücü yetenin, ömründe bir kerre hac etmesidir"
Îmânın şartlarını sorduğunda; "Allahü teâlâya inanmak, O'nun meleklerine inanmak, indirdiği kitablarına inanmak, peygamberlerine inanmak, âhiret gününe inanmak, kadere, hayr ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır" buyurdu
"İhsân nedir? diye sorduğunda da; "Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmendir Sen O'nu görmüyorsan da, O seni görür" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Hadîs-i Garîb:
Yalnız bir kişinin bildirdiği sahîh hadîs Yahut, aradaki râvîlerden (nakledenlerden) birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği hadîs
Saûd, ateşten bir dağdır Bu dağda ebedî (sonsuz) olarak, kâfire yetmiş sene çıkış ve o kadar sene de iniş yaptırılacaktır Bu hadîs, hadîs-i garîbdir (Tirmizî)

Hadîs-i Hâs:
Bir kimse için söylenmiş hadîs-i şerîfler
Her ümmetin bir emîni vardır Ey ümmetim! Bizim emînimiz de Ebû Ubeyde bin Cerrâh'tır Bu hadîs, hadîs-i hâstır (Sahîh-i Müslim)

Hadîs-i Hasen:
Bildirenler (râvîler) sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olmakla beraber hâfızası, anlayışı sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîfler
YüceAllah, can boğaza gelmedikçe, (îmânlı) kulunun tövbesini kabûl eder Bu hadîsi Tirmîzî rivâyet etmiş ve; "Bu hadîs, hadîs-i hasendir" demiştir (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn)

Hadîs-i Kavî:
Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Kudsî:
Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler Hadîs-i kudsîleri söylerken, Peygamber efendimizi bir nûr kaplardı ve bu, hâlinden belli olurdu (Abdülhak Dehlevî)
Hak teâlâ, hadîs-i kudsîde buyurdu ki:
Kulum bana, farz namazda olduğu kadar, hiçbir amel ile yakın olamaz (Buhârî)
Lâ ilâhe illallah kal'amdır Bunu okuyan kal'ama girmiş olurKal'ama giren de azâbımdan emin olur, kurtulur (Seâdet-i Ebediyye)

Hadîs-i Maktû':
Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâmakadar bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler
Tâbiîn'den rivâyet edilen, bildirilen maktû' hadîslerin sonraki râvîleri (nakledenleri) Ehl-i sünnet âlimlerinden iseler, bunlar hakîkaten hadîs-i maktû'dur Mevdû sanmamalıdır (İbn-i Kudâme-Buhârî)

Hadîs-i Mensûh:
Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler

Hadîs-i Merdûd:
Mânâsı olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz

Hadîs-i Meşhûr:
İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler
Hadîs-i meşhûra inanmayan kâfir olur (İbn-i Âbidîn)

Hadîs-i Mevdû:
Bir hadîs imâmının şartlarına uymayan hadîs-i şerîfler
Bir müctehid (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim), bir hadîsin sahîh (doğru) olması için, lüzûm gördüğü şartları taşımıyan bir hadîs için; "Benim mezhebimin usûlünün kâidelerine göre mevdûdur" der Yoksa; "Resûlullah'ın sallallah ü aleyhi ve sellem sözü değildir" demez (Dâvûd-ül-Karsî)

Hadîs-i Mevkûf:
Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri (nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Mevsûl:
Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz

Hadîs-i Muddarib:
Kitab yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Muhkem:
Te'vîle (yoruma, açıklamağa) muhtaç olmayan hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Mu'allak:
Baştan bir veya birkaç râvîsi(rivâyet edeni, nakledeni) veya hiçbir râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Munfasıl:
Aradaki râvîlerden (nakledenlerden), birden ziyâdesi (fazlası) unutulmuş olan hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Müfterâ:
Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri
Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimiz, dört halîfesinin ve ashâbının arkadaşlarının yolunda olan âlimler), müfterâ hadîsleri aramış, bulmuş ve ayırmışlardır Din büyüklerinin kitablarında böyle sözlerden hiçbiri yoktur

Hadîs-i Mürsel:
Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Müsned-i Münkatı':
Sahâbîden başka bir veya birkaç râvîsi (nakledeni) bildirilmeyen hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Müsned-i Muttasıl:
Peygamber efendimize kadar râvîlerden (nakledenlerden) hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Müstefîz (Müstefîd):
Söyleyenleri üçten çok olan hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Müteşâbîh:
Te'vîle (açıklamaya, yorumlamaya) muhtâç olan hadîs-i şerîfler

Hadîs-i Mütevâtir:
Bir çok Sahâbînin Peygamber efendimizden ve başka bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncaya kadar, böyle pek çok kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîfler Mütevâtir hadîsleri rivâyet edenlerin yalan üzerinde sözbirliği yapmaları müm kün değildir Hadîs-i mütevâtire muhakkak inanmak ve bildirilenleri yapmak lâzımdır İnanmayan kâfir olur, îmânı gider (İbn-i Âbidîn)

Hadîs-i Nâsih:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri

Hadîs-i Sahîh:
Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, müsned-i muttasıl (Resûl-i ekreme kadar, rivâyet edenlerin hepsi tam olup noksan bulunmayan), mütevâtir (bir çok sahâbînin rivâyet ettiği) ve meşhûr (önceleri bir kişi bildirmişken, sonraları şöhret bu lan) hadîsler

Hadîs-i Şâz:
Bir kimsenin, bir hadîs âliminden işittim dediği hadîs-i şerîfler
Hadîs-i şâzlar kabûl edilir, fakat sened (vesîka) olamazlar Âlim denilen kimse meşhûr bir zât değilse, kabûl olunmazlar

Hadîs-i Zaîf:
Sahîh ve hasen olmayan hadîs-i şerîfler
Zaîf hadîsi bildirenlerden birinin hâfızası, adâleti gevşek olur veya îtikâdında (inancında) şübhe bulunur Zaîf hadîslere göre fazla ibâdet yapılır; fakat ictihâdda bunlara dayanılmaz

Hadîs İmâmı:
Üç yüz binden çok hadîs-i şerîfi, râvîleri (rivâyet edenleri, nakledenleri) ile birlikte bilen büyük hadis âlimi Buna, hadîs müctehidi de denir
Hadîs imâmlarının en büyüklerinden olan İmâm-ı Buhârî'nin rivâyet ettiği (naklettiği) bir hadîs-i şerîf şöyledir:
Müslüman, müslümanın (din) kardeşidir Müslüman, kardeşine zulmetmez ve onu düşman eline vermez (himâye eder, korur) Her kim müslüman kardeşinin yardımında bulunur ve onun ihtiyâcını te'min ederse, Allah da ona yardım eder Her kim, bir müslümanın sıkıntılarından birini giderirse, cenâb-ı Hak buna mukâbil (karşılık), ondan kıyâmet sıkıntılarından birini giderir Her kim, bir müslümanın aybını (kusûrunu) örterse Allahü teâlâ âhirette onun (kusur) ve kabâhatlerini örter
Hadîs imâmlarından İmâm-ı Müslim'in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf ise şöyledir:
Herhangi bir müslümanın başına; yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı, diken batmasına kadar, her ne gelirse, Allahü teâlâ bunları; o müslümanın hatâlarına keffâret kılar

Hadîs-i Nefs:
Kalbe gelip de, yapmakla yapmamak arasında tereddüde sebeb olan düşünce
Kalbe gelen düşünce beş derecedir: Birincisi, kalbde durmaz, uzaklaştırılır Buna hâcis denir İkincisi kalbde bir zaman kalır Buna hâtır denir Üçüncüsü, hadîs-i nefstir Dördüncüsü, yapılması tercîh edilir Buna hemm denir Beşinci derecede bu ter cîh kuvvetlenip, karar verilir Buna azm ve cezm denir İlk üç dereceyi melekler yazmaz Hemm, hasene (iyilik) ise yazılır Seyyie yâni kötülük ve günah ise, terk edilince, sevâb yazılır Azm olursa, bir günah yazılır İşlenmezse bu da affolur (Abdülganî Nablüsî)




HADSÎ:
Zihnin sür'atli fakat doğru bir şekilde netîceye ulaşması ile bilinen şey
Güneşe olan yakınlık ve uzaklığına göre, ayın ışığının değişmesi, azalıp çoğalması, aralarına dünyânın girmesiyle kararmasından, ayın, ışığını güneşten aldığının bilinmesi hadsîdir (Molla Fenârî)
Tasavvuf büyüklerinin eserden (yapılan işten) müessiri (bu işi yapanı, yaratıcıyı) anlamaları hadsîdir Hattâ bedîhîdir yâni meydandadır, apaçıktır Diğer insanların, eseri görüp, müessiri anlıyabilmeleri ise, düşünmekle, incelemekle olur (Ahmed Fârûkî)
Allahü teâlâdan başkasının ibâdete hakkı olmadığı meydandadır Hattâ hadsîdir Bir kimse, ibâdetin mânâsını iyi anlasa ve Allahü teâlânın sıfatlarını iyi düşünse, O'ndan başkasının ibâdete hakkı olmadığını hemen bilir (Ahmed Fârûkî)




HAFAZA MELEKLERİ:
Koruyucu melekler, her insanın hayır (iyi) ve şer (kötü) işlerini yazan; ikisi gece, ikisi gündüz gelen ve kötülüklerden ve cinlerden koruyan melekler Bunlara Kirâmen kâtibîn melekleri diyenler olduğu gibi, onlardan başka olduğunu söyleyenler de olm uştur (Bkz Kirâmen Kâtibîn)
Hafaza melekleri, insandan yalnız cimâda ve helâda ayrılırlar (İmâm-ı Birgivî, Kâdızâde)



HÂFİD (El-Hâfid):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Kıyâmet günü, yâni öldükten sonra mahlûkât (yaratılmışlar) diriltilip, herkes dünyâda iken yaptığının hesâbını verirken, kâfirleri ve kötü kimseleri en aşağı seviyeye indiren, huzûrunda düşmanl arının başlarını aşağı eğdiren
El-Hâfid ism-i şerîfini söyliyen zararlardan korunmuş olur (Yûsuf Nebhânî)




HÂFIZ:
Hıfz eden, ezberleyen Râvileriyle (rivâyet edenlerle) birlikte yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen hadîs âlimi
Kur'ân-ı kerîmi ezberleyene hâfız denmez, kârî denir Bugün hadîs-i şerîfleri ezbere bilen bulunmadığı için, kârî yerine, yanlış olarak hâfız denmektedir (Muhammed Tâhir)



Hâfız-ı Kur'ân:
Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilen (Bkz Kârî)
İslâmiyet her tarafa yayılacaktır Hattâ, İslâm tâcirleri, ticâret için büyük denizlerde serbest yolculuk yapacaklar ve gâzilerin atları başka memleketlere yayılacaktır Sonra, hâfız-ı Kur'ân olan kimseler çıkacak, benden daha iyi okuyan var mı? Benden daha çok bilen var mı? diyeceklerdir Cehennem'in odunları bunlardır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hâfız-ı Kur'ân pazarlık etmeden, Allah rızâsı için hatm, cüz veya mevlid okursa, okutanın hediye ettiğini alması câiz olur Îtirâz ederse aldığı harâm olur (Muhammed Hâdimî)



HÂFIZA:
Hıfz etme (ezberleme) ve hatırda tutma kuvveti His organları ile duyulmayan fakat duyulanlardan çıkarılan mânâları saklayan mânevî duygu merkezlerinden biri
Hocam Vekî'e hâfızamın zayıflığından şikâyet ettim Günâhları terketmemi söyledi (İmâm-ı Şâfiî)
Az yemek yiyenin bedeni kuvvetli, kalbi nûrlu, hâfızası kuvvetli olur Geçimi kolay olur, işlerinde lezzet bulur Allahü teâlâyı çok anmış olur Âhireti düşünür, ibâdetten aldığı lezzet her şeyde isâbeti (doğruyu bulması) ve irşâdı (yol göstermesi) ç ok, ahirette hesâbı kolay olur (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)



HAFÎ:
Gizli, kapalı
1 Usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz
"Kâtil mîrâsçı olamaz" hadîs-i şerîfinde kâtil lafzı hafîdir Bu kelimenin, kasten bilerek adam öldürenin mîrâsçı olamıyacağı husûsunda mânâsı açık olduğu hâlde, hatâ ile öldürenin de bu hükmün altına girip girmediği husûsunda kapalıdır Bu kapalılık sebebiyle âlimler bu konuda farklı hükümler bildirmişlerdir (Serahsî)
Mâide sûresinin otuz sekizinci âyet-i kerîmesinde hırsıza verilecek cezâdan bahsedilmektedir Âyet-i kerîmedeki sârık (hırsız) kelimesi hafîdir Çünkü tarrâr (yankesici) ve nebbâşı (kefen soyucuyu) da içerisine aldığı hususunda kapalıdır Bunun için, âlimler, âyet-i kerîmede hırsıza verilecek cezânın, yankesiciye de verileceğinde sözbirliği ettikleri halde, kefen soyucu hakkında ihtilâf etmişler, farklı hükümler bildirmişlerdir (Serahsî, Molla Hüsrev)
2 Tasavvufta âlem-i kebîrdeki beş latîfeden biri
Kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâ latîfelerinin asılları, kökleri âlem-i kebîrdedir İnsanın dışındaki varlıklara "âlem-i kebîr" denir (İmâm-ı Rabbânî)

Hafî Okumak:
Namazda sessiz okumak İmâmın öğlen, ikindi ve üç ve dört rek'atlı namazların üç ve dördüncü rek'atlarında sessiz okuması
Hafî okunacak yerde cehrî (açık), cehrî okunacak yerde hafî okunursa secde-i sehiv lâzım olur (Halebî)



HAFÎF İKRÂH:
Şiddetli olmayan zorlama Canın veya uzvun telefine yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi şeylerle yapılan zorlama (Bkz İkrâh)
Hafif ikrâh karşısında kalan kimsenin riyâ yâni gösteriş yapması câiz değildir (Muhammed Hâdimî)




HAFİF NECÂSET:
Eti yenen dört ayaklı hayvanların bevli (idrarı) ve eti yenmeyen kuşların pisliği
Hafif necâsetlerden bir uzva veya elbisenin bir kısmına bulaşınca bu kısım veya uzvun dörtte biri kadarı namaza zarar vermez (İbn-i Âbidîn)



HAFÎF-ÜL-HÂZ:
Zevcesi (hanımı) ve çocuğu olmayan
İki yüz yılından sonra, sizin en iyiniz, hafîf-ül-hâz olandır (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)
Hicretten (Resûlullah efendimizin Mekke'den Medîne'ye göç etmesinden) iki yüz sene sonra gelenler arasında bulunan; Bişr-i Hâfi, Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebü'l-Hüseyn Nûrî gibi büyük âlimler hafîf-ül-hâz idiler (Saîdüddîn Fergânî)


HAHAM:
Yahûdî din adamı
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Muhakkak ki; hahamlardan ve râhiplerden bir çoğu, bâtıl sebeplerle, insanların mallarını yerler ve onları Allah'ın yolundan alıkorlar Altını ve gümüşü yığıp ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azâbı müjdele (Tevbe sûresi: 34)
Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma Tevrât kitabını (yazılı emirleri) verdiği gibi, bâzı ilimleri yâni sözlü emirleri de verdi Mûsâ aleyhisselâm bu ilimleri Hârûn ve Yûşâ (aleyhimesselâma) bildirdi Bunlar da kendilerinden sonra gelen peygamberlere bild irdiler Bu bilgiler nesilden nesile yâni hahamlardan hahamlara nakledildi Bunlara zamanla yahûdîlerin âdetleri, kânun müesseseleri, hahamların bir mevzûdaki tartışmaları ve şahsî görüşleri de karıştırıldı Böylece hahamların şahsî görüş ve münâkaşalarını ifâde eden bilgiler yahûdî kitablarına girdi Yahûdî hahamlarından Akilos bunları topladı ve kısımlara ayırdı Talebesi haham Meir bunlara ilâveler yaparak basitleştirdi Daha sonraki hahamlar bu rivâyetlerin te'lifi (birleştirilmesi) ve topla nması için çeşitli usûller ve şartlar koydular Böylece pekçok rivâyetler ve kitaplar ortaya çıktı (Harputlu İshâk Efendi)



HÂİD:
Hayız (âdet) gören kadın (Bkz Hayz)



HÂİN:
Birine kendini emin (güvenilir) tanıttıktan sonra o emniyeti, güveni bozacak iş yapan Eminin zıddı
Cimriler, hîlekârlar (aldatıcılar), hâinler ve kötü huylu insanlar Cennet'e giremezler (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizî)
Ümmetim belki her günâhı işleyebilir ama, yalan söyliyemez ve hâinlik yapamaz (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Kibri, hâinliği ve kul borcu olmayan mü'min hesabsız Cennet'e girecektir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İki günahtan çok kork! Birisi emrinde olan insanlara zulmetme! En büyük zulm, onların İslâm bilgilerini öğrenmelerine, ibâdet yapmalarına mâni olmaktır İkincisi din ve dünyâ yolunda hâin olma! Her günahtan kork! Bir kimse, bir günah işlemek istese, fakat Allahü teâlâdan korkarak ondan vazgeçse, Hak teâlâ o kimseye Cennet-i a'lâda bir köşk ihsân ederBir müslüman sana zarar verirse sen ona iyilik et! Hiç kimsenin ayıblarını yüzüne vurma (Süleymân bin Cezâ)



HAK (El-Hakk):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allah, Hak'dır (Müşriklerin) Allahü teâlâdan başka taptıkları bâtıldır (yok olucudur) (Hac sûresi: 62)
Her gün el-Hak ism-i şerîfini bin defâ söyliyenin huyu ve ahlâkı güzelleşir (Yûsuf Nebhânî) Hak şerleri hayr eyler, Zannetme ki gayr eyler, Mevlâ görelim n'eyler, N'eylerse güzel eyler
(İbrâhim Hakkı Erzurûmî) Aklın varsa ey kardeşim Hakkı sevmek olsun işin Aşk tadını tatmıyanın Kalbi temiz olmaz imiş
(M Sıddîk bin Saîd)
2 İslâmiyet
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Hak gelince, bâtıl (şirk, puta tapmak) gider Bâtıl, her zaman gidicidir (İsrâ sûresi: 81)
3 Gerçek, doğru
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Cennet ehli (Cennet'e girince) Cehennem ehline; "Biz Rabbimizin bize vâdettiğini (sevâbı) hak bulduk Siz de Rabbimizin size vâdettiğini (azâbı) hak buldunuz mu? diye seslenir (Onlar da) evet derler (A'râf sûresi: 44)
Ölüm haktır, kabr haktır Kabirde, Münker ve Nekir denilen iki meleğin meyyite (ölüye) suâl sorması haktır Haşr (kabrden kalkıp Arasât meydanında hesâb vermek için toplanmak) haktır Neşr haktır Dünyâda yapılan amellerin işlerin hesâbını vermek hak tır Amellerin tartılması haktır Cehennem üzerinde bulunan ve üzerinden geçilecek, Sırat denilen köprü haktır Cennet'in mü'minler (inananlar) için, Cehennem'in de kâfirler için olduğu haktır (Nesefî)
4 Alacak
Bir kimse, peygamberlerin alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vesselâm yaptığı ibâdetleri yapsa, fakat üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennet'e giremeyeceği bildirilmiştir (İmâm-ı Rabbânî)
5 Pay, hisse
Bâyi' (satıcı)den başka bir kimsenin hakkı bulunan bir malın satılması, o kimsenin izin vermesine bağlıdır Yâni izin vermezse müşteri (alıcı) o mala mâlik, sâhib olamaz (İbn-i Âbidîn)
6 Hâtır, hürmet
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Allahümme innî es'elüke bilhakkıssâ'ilîne aleyke" yâni; "Yâ Rabbî! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hakkı için, senden istiyorum, derdi ve böyle duâ ediniz!" buyururdu (İbn-i Mâce) Yâ ilâhî ol Muhammed hakkı çün Ol şefâat kânı Ahmed hakkı çün Biz âsî mücrim kulları Yarlığayûb günâhlardan berî Kabrimiz îmân ile pür nûr kıl Mûnis-i gılmân ile hem hûr kıl
(Süleymân Çelebi)
7) İnsanın yapması lâzım gelen şey
Müslümanın müslüman üzerine beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastalığında arayıp sormak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek, aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükellah diye karşılık vermek (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

Hak Teâlâ:
Yüce Allah Allah celle celâlühü (Bkz Allah) Hak teâlâ, intikâmın kul eli ile alır İlm-i hâli bilmiyenler, onu kul yaptı sanır
(M Sıddîk bin Saîd)

Hakk-ul-Yakîn:
Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi
Evliyânın çoğu, ancak öldükten sonra hakk-ul-yakîn makâmına varmaktadır Bu dünyâ hayâtında hayâlden kurtulmak imkânsızdır Evliyânın büyüklerinden, pek az seçilmişleri, bu dünyâ hayâtında iken, bu devlete erdirmekle şereflendirirler Dünyâda oldukla rı hâlde, bilgilerine hayal karışmaz (İmâm-ı Rabbânî)
İlmi ve ameli şerîat gösterir İlmin ve amelin rûhu ve kökü gibi olan ihlâsı (her şeyi Allah için yapabilmeyi) elde etmek için tasavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır Güçlükle ve çalışarak ele geçen ihlâs devamlı olmaz Sonra kalbe nefsin arzuları gelir Zahmet çekmeden ele geçen ihlâs devamlıdır Zahmet çekerek elde edilen, devâmsız ihlâsın sâhiplerine muhlis denir Devâmlı ihlâs sâhiplerine muhlas denir Muhlas olana ibâdet yapmak, tatlı ve kolay olur Çünkü bunlarda nefislerinin arzusu ve şeytanın vesvesesi kalmamıştır Böyle bir ihlâs, insanın kalbine ancak bir velînin kalbinden gelir Bu ihlâs
ile insan hakk-ul-yakîn mertebesine kavuşur (İmâm-ı Rabbânî)




HAKEM (El-Hakem):
1 İki tarafın, hükmüne rızâ göstermek için seçtikleri kimse Haklı ile haksızın ayrılmasında aracılık eden kimse
Resûlullah efendimiz otuz beş yaşındayken yağmur ve seller Kâbe'nin duvarlarını iyice yıpratmıştı Bu sebeble Kureyş kabîlesi Kâbe'yi yeniden inşâ eyledi Ancak kabîleler, Hacer-ül-Esved'i yerine koymak husûsunda anlaşamadılar Aralarında neredeyse s avaş çıkacaktı Bunun üzerine yaşlı bir zât; "Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere, şu kapıdan ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın" diyerek, Benî Şeybe kapısını gösterdi Orada bulunanlar teklifi kabûl ettiler Nihâye t kapıdan; doğruluğunu, üstün ahlâkını her zaman taktîr ettikleri ve el-Emîn (Güvenilir, itimada layık) dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler ve O'na durumu anlattılar Peygamber efendimiz yere bir örtü serip Hacer-ül-Esved'i üzerine koydu Sonra her kabîleden bir kişiye bir ucundan tutturup taşı konulacağı yere kadar kaldırttı ve kucaklayıp yerine koydu Böylece çıkmak üzere olan çarpışmanın önüne geçerek herkesi memnun etti (İbn-i Hişâm)
2 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından; hükmedici, hak ile bâtılı ayırıcı




Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #170
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HABLULLAH

Allah'ın ipi, zimmeti Hablullah tâbiri Kur'ân'da Allah'a izafe edilerek yalnız bir yerde geçmektedir Habl; ip mânâsınadır Aynı zamanda bu kelime Allah'a verilen söz, zimmet, güvenme, ağırlık, ulaşma, ulaştırma ve sebep anlamlarına gelir
Cenâb-ı Hak, Hz Peygamber'e bir takım emirler vermekle, Ehl-i Kitaba karşı tavrını koymasını istemekte ve onlara cevap vermesini emir buyurmaktadır Sonra Allah (cc) mü'minleri ele almakta, onların ehl-i kitab'tan bir gruba uydukları takdirde tekrar küfre dönebilecekleri tehlikesine dikkat çekmekte Söz ehli kitabı ve mü'minleri hedef almakta ve neticede, "Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a, İslâm'a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın" (Âlu İmrân, 3/103) denilmektedir Bu âyetten açıkça anlaşılmaktadır ki, "hablullah"tan kasıt evvelemirde Kur'ân ve onun, teklif ettiği din olan İslâm'dır İnsanlar ancak Kur'ân'a ve İslâm'a sımsıkı sarıldıkları takdirde parçalanmaktan uzak durabilirler
Dar bir yolda, bir patikada yürüyen kimsenin ayağının kaymasından korkulur Ama ö kişi, iki tarafı sâbitleştirilmiş bir ipe (bağa) tutunarak yürürse korkusuzca yoluna devam eder
İşte aynı şekilde Hakk'ın yolu da çok ince bir yoldur Birçokları o yolda yürürken kayabilirler Hak yolda yürümek için de Allah'ın açıklamasına ve O'nun rehberliğine ihtiyaç vardır Öyleyse burada bağ (habl) kavramı, din yolunu takip ederek kendisiyle amaçlanan yere ulaşmamız imkânını bahşeden herşey için kullanılır "Meğer ki Allah'ın ahdine ve mü minlerin ahdine sığınmış olsunlar" (Âlu İmrân, 3/112) âyetinde geçen "habl", ahd (söz), bağ olarak tefsir edilmiştir Çünkü ahd, bağ gibi amaçlanan yere giderken kişiden korkuyu gidermektedir (Fahreddin er-Razî, Mefatihu'l-Gayb, 8/162)
Buradaki (habl) kelimesi bazılarına göre Allah'ın insanlara gönderdiği din anlamına gelmektedir (Tefsîru'l-Celâleyn)
Bundan başka, âyette "hablullah" ile kasdedilen şeyin Kur'ân-ı Kerîm olduğu birçok müfessir tarafından beyan edilmiştir Bu müfessirler görüşlerine delil olarak şu hadîsleri zikrederler:
1- Zeyd b Erkâm'dan gelen bir rivâyete göre Peygamberimiz (sas) şöyle buyurdu: "Dikkat edin, ben sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum Bunların biri Allah'ın kitâbdır O, Allah'ın ipidir Her kim ona tâbi olur sa doğru yolda ve kim de onu terkederse dalâlette (sapıklıkta) olur" (Müslim, Faadailü's-ashab, 37)
2- Peygamberimiz (sas) Kur'ân hakkında; "Bu Kur'an hablullahtır, nurdur ve faydalı bir şifadır Kendisine yapışanı korur; ona uyanı kurtuluşa götürür" buyurmuştur (Dârımî, Fezailü'l-Kur'an, I)
3- Diğer bir rivâyette de yine Kur'ân-ı Kerîm'in Allah'ın ipi olduğu vurgulanarak şöyle denilmektedir: "Allah'ın kitâbı (Kur'ân) gökten yere uzatılmış bir iptir, yani hablullahtır" (Ahmed b Hanbel, II/17, 26) Zemahşerî, âyetin anlamını, "Allah'a güveniniz de ve O'ndan yardım isteğinizde bir olunuz, ayrılıp dağılmayınız veya, Allah'ın kullarına olan ahdine sarılmada bir olunuz, ki, bu ahd iman ve tâattir" şeklinde tefsir eder Veya Hz Peygamber, "Kur'ân Allah'ın sağlam bir bağıdır" dediği için buradaki habl'den maksat "Allah'ın kitabıdır, yani Kur'an dır" (Zemahşerî, Keşşâf, I, 191)
Üstad Mevdûdî de hablullah'ı, Allah tarafından belirlenen bir hayat tarzı olarak ele almakta ve onun sayesinde insanların Allah'la olan ilişkilerinin sağlam olacağını ve aynı zamanda onları birbirine bağlayacağını açıklamaktadır (Mevdûdî, Tefhim'ul-Kur'an, I, 218)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #171
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HAC

İslâm'ın temel ibadetlerinden biri Arafat'ta belirli vakitte bir süre durmaktan, daha sonra Kâbe-i Muazzama'yı usûlüne göre ziyaret etmekten ibaret olan ve İslâm'ın şartlarından birisini teşkil eden ibadet
Hac, HCC kökünden bir mastar olup; müslümanlara göre, bir farzın edası, hristiyanlara göre ise ibadet ve teberrük amacıyla mukaddes toprakları ziyaret etmek, demektir Kur'an-ı Kerîm'in 22 suresinin adı da "Hac Suresi"dir
Hac ibadeti maksadıyla ziyaret edilecek olan yerler; Kâbe, Arafat ve çevresidir Zamanı ise hac ayları diye isimlendirilen; Şevval, Zilkâde ve Zilhicce aylarıdır Hac'da her fiil için özel zamanlar vardır Ziyaret tavafının, kurban bayramı sabahından, ömrün sonuna; Arafat'ta vakfenin ise, arefe günü zevalden, kurban bayramı sabahı şafak sökünceye kadar yapılabilmesi gibi Diğer yandan bu büyük ziyarete hac niyetiyle ve ihramlı olarak yönelmek de gereklidir
Ebû Hureyre'den (ö 58/677) şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah elçisine hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca şöyle buyurdu: Allaha ve Resullüne iman' Sonra hangisi? denildi Allah yolunda cihad', buyurdu Sonra hangisi sorusuna ise; "mebrûr hac", cevabını verdi" (Buhârî, Cihad l; Hac, 4, 34, 102; Umre, 1; Müslim, İman,135,140; Tirmizî, Mevâkît, 13, Hac, 6,14, 88; Dârimî, menâsik, 8, Salât, 24, 135)
"Umre, ikinci bir umreye kadar olan günâhlara keffârettir Mebrûr haccın karşılığı ise ancak cennettir" (Nesaî, Hac, 3, Zekat, 49, İmân, 1; Dârimî, Menâsik, 7, Salât, 135; Tirmizî, Hac, 6; Ahmed b Hanbel, I, 387, III,114, 412, IV, 342) Mebrûr hac; kendisine hiçbir günâh karışmayan, eksiksiz olarak ifa edilen makbul hac, anlamına gelir
eş-Şevkânî (ö 1255/1839) amellerin fazileti ile ilgili birbirinden farklı olan hadisleri, Hz Peygamber'e soru soran muhatabın durumuna göre verilmiş cevaplar olarak değerlendirir (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, el-Matbaatü'l-Osmâniyye, Mısır (FY), IV, 282 vd) İmam Mâlik (ö179/795)'e göre, farz hatta nafile hac düşman korkusu olmadıkça cihaddan daha üstündür Ancak düşman korkusu olursa, cihad, nafile hactan önde gelir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1985, III, 11)
Hac ve umre ile, her yıl Kabe'nin ihyâsı gerçekleşir Umre'yi bir yılın veya ömrün herhangi bir gününde ifa imkânı vardır Umre, belirli günlerde yapılabilen hac ibadetinden daha kolaydır Hac küçük günâhlara keffâret olur ve ruhu ma'siyet kirlerinden temizler Hatta bazı Hanefi bilginlerine göre, büyük günâhları da örter Mebrûr hac yapanın cennete gireceğini bildiren hadisle, yine Hz Peygamber'in şu hadisleri bu konuda önemli delil teşkil eder " Kim hac yapar, bu esnada cinsî temastan korunur, çirkin söz ve davranışlardan uzak durursa, annesinden doğduğu gündeki gibi günâhlarından kurtulur" (Buhârî, Muhsar, 9,10; Nesaî, Hac, 4; İbn Mâce, Menâsik, 3; Dârimî, Menâsik, 7; Ahmed b Hanbel, II, 229, 410, 484, 494) "Hac ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir O'ndan birşey isterlerse, onlara cevap verir Af isterlerse, onları affeder " (İbn Mâce, Menâsik, 5) "Allah'ım, hac yapanı ve hacının kendisine dua ettiği kimseleri mağfiret et" (İbn Huzeyme, Sahîh; el-Hâkim)
Kâdî Iyâz (ö 544/1149) şöyle demiştir: Ehli sünnet, haccın büyük günâhlara, ancak tövbe edilirse keffâret olacağı konusunda görüş birliği içindedir Namaz ve zekât gibi Allah'a ait veya para borcu gibi kula ait bir borcun düştüğünü söyleyen bilgin yoktur Kul hakları zimmette devam eder Allahu Teâlâ kıyamet günü hak sahiplerini, haklarını almak üzere toplar Ancak yüce yaratıcının bu alacaklılara vereceği birtakım nimetlerle onları razı etmesi ve bir ikram olmak üzere borçlulara müsamaha göstermesi de mümkündür (ez-Zühaylî, age, III, 12)
Hac ibadeti, dünyanın çeşitli yörelerinden, renk, dil ve ülke ayırımı gözetilmeksizin, milyonlarca müslümanı bir araya getirir Tanışıp, görüşmelerine, ekonomik bakımdan bütünleşmelerine, düşmanları karşısında tek saf hâlinde yardımlaşmalarına zemin hazırlar Böylece, şu ayetlerdeki mana tecelli eder "İnsanları hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar Böylece onlar dünyevî ve uhrevî menfaatlerini görsünler ve belli günlerde, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları kurban ederken, Allah'ın adını ansınlar Siz de onlardan yeyin, yoksula ve fakire yedirin " (el Hac, 22/27, 28)
Hac, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan müminler arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirir İnsanlar, gerçekten eşit olduklarını birlikte yaşayarak gösterirler Arap olanla olmayanın, beyazla siyahın takva dışında bir üstünlüğünün bulunmadığı inancı vicdanlara yerleşir
Haccın Hükmü ve Delilleri:
İslâm âlimleri haccın ömürde bir defa farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir Delilleri; Kitap ve Sünnettir Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe'yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97)
"Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" (el-Bakara, 2/196) "İnsanlarıhacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar" (el-Hac, 22/27)
Hadislerde şöyle buyurulur: "Şüphesiz Allah size haccı farz kıldı, haccı ifa ediniz" (Müslim, Hac, 412; Nesaî, Menâsik, 1; Ahmed b Hanbel, II, 508) " Îslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (sas)'in, Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât' vermek, Beytüllah'ı haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak"(Buhârî, İman, l, 2; Müslim, İman,19-22; Tirmizî, İman, 3; Nesâî, İman, 13)
Hz Peygamber haccın farz kılındığını ashab-ı kirâma duyurunca, içlerinden birisi; "Her yıl mı?" demiş, Resulullah (sas) susmuştur Bu soru üç defa tekrar edilince; " Eğer evet deseydim, hac üzerinize her yıl farz olurdu, buna da güç yetiremezdiniz" buyurmuştur (Müslim, Hac, 412; Nesaî, Menâsik,1, Ahmed b Hanbel, II, 508) İbn Abbas (ra)'dan yapılan rivayette, soru soranın el-Akra' b Hâbis olduğu belirtilir ve şu ilave yeralır: "Kim birden fazla hac yaparsa bu nafile hac olur" (İbn Hanbel, II, 508; Nesâî, Menâsik,1; eş-Şevkânî, age, IV, 279) Bu hadis, haccın farz olarak tekrarının gerekmediğini gösterir İslâm hukukçuları, haccın bir defadan fazla farz olmadığı ve fazla haccın nafile sayılacağı konusunda görüş birliği içindedir (İbnü'l-Humam, Fethu'l Kadîr, Kahire 1316, II, 122; eş-Şevkânî, age, IV, 280) Hadiste şöyle buyurulur: " Hac ve umreyi peşi peşine yapınız Bu ikisi, körüğün; demir, altın ve gümüşün pasını yok ettigi gibi, fakirliği ve günâhları yok eder Mebrûr haccın sevabı ancak cennettir" (Tirmizî, Hac, 2; Nesâî, Hac, 6; İbn Mâce, Menâsik, 3) Bazı durumlarda birden fazla hac yapmak gerekebilir Adak harcı ve bozulan bir nafile haccı kaza etmek gibi Bazen hac haram olur Haram para ile haccetmek gibi Bazen de mekruh olur Hizmete muhtaç olan ana-babanın iznini almadan haccetmek gibi Ebeveyn bulunmayınca dede ve ninelerden, borcunu ödeyecek başka malı bulunmayan borçlu ve kefilin alacaklılardan izin almaksızın, hac yapması da mekruhtur Hanefilere göre bu kerâhet, tahrîmendir
Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlere göre, haram para ile yapılan hac, gasbedilen arazide kılınan namazda olduğu gibi farz veya ikinci defa hac yapılıyorsa nafile olarak sahih olur Bu kimsenin üzerinden farz veya nâfile düşer Hanbeliler ise, haram malla yapılacak hacca icazet vermezler Çünkü bu mezhep, gasbedilen arazide kılınacak namazı da sahih kabul etmez (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', II, 223; ez-Zühaylî, age, III, 223)
Haccın Fevri veya Ömrî Oluşu:
Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, iki görüşten tercih edilende Mâlikîler ve Hanbelîlere göre, hac fevrîdir Yani yükümlünün, gerekli şartları taşıdığı ilk yılda haccetmesi gereklidir Haccı, yıllar boyunca geciktirirse fâsık olur ve şahitliği reddedilir Çünkü haccı geri bırakmak küçük ma'siyettir Bunda ısrar etmek kişiyi fıska götürür Böyle bir kimse hac yapmadan malı telef olsa, borç para alıp haccetmesi hâlinde, ilâhî mağfirete nail olacagı umulur Haccın geciktirilmeden ifasına, hacla ilgili âyetler delâlet ettiği gibi, şu hadisler de bunu destekler: "Hac yapmakta acele ediniz Çünkü sizden biriniz ölümün kendisine ne zaman geleceğini bilmez" (Ebû Davûd, Menasik, 5; İbn Mâce, Menâsik, 1; İbn Hanbel, I, 214, 225) " Bir kimseyi hastalık, açık bir ihtiyaç, bir sıkıntı veya zalim bir sultan alıkoymaksızın hac yapmazsa; ister yahudi, isterse hrıstiyan olarak ölsün"(eş-Şevkânî, age, IV, 284)
Şâfîlere ve imam Muhammed'e göre, hac ömrî (terâh)dir; Yani, hac için gerekli şartları taşıyan yükümlü, bunu ilk yılda yapmak zorunda değildir Ancak bu kimsenin hac veya umreyi, geciktirmeksizin yapması sünnettir Çünkü tâat sayılan amelleri çabuk yapmak, hayırlı işlerde acele etmek İslâm'ın tavsiye ettiği hususlardandır Ayette; "Ey müminler, hayır işlerine koşunuz, birbirinizle yarış ediniz" (el-Bakara, 2/148) buyurulur Hac kendisine farz olan kimse, mesken yapma, çocuğunu evlendirme gibi sebeplerle, hatta sebepsiz olarak haccı başka bir yıla geciktirebilir Çünkü hac farîzası hicretin altıncı yılında geldiği halde, Hz Peygamber bunu, bir özür olmaksızın onuncu yıla tehir etmiştir Eğer geciktirmek caiz olmasaydı, bunu onun da yapmaması gerekirdi Bu görüş, müslümanlara kolaylık sağlayacağı için daha uygundur Çünkü çoğunluk İslâm hukukçularının dayandığı hadisler zayıf olduğu gibi, haccın, hicretin altıncı yılında Âl-i İmrân Suresinin nüzulü sırasında farz kılındığında şüphe yoktur (eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I,199; ez-Zühaylî, age III, 17, 18)
Haccın Şartları:
Haccın Şartları erkekleri ve kadınları içine alan genel veya yalnız kadınlarla ilgili özel şartlar olmak üzere ikiye ayrılır Bunlar tam olarak bulununca hac ve edası farz olur Aksi halde farz olmaz
Genel Şartlar Bunlar; farz oluşunun, sıhhatinin veya edasının şartları kabilinden olur Müslüman, akıllı, ergin, hür ve haccetmeye gücünün yeter olması gibi
1 Müslüman Olmak! Kâfire hac farz olmaz İbadeti eda ehliyeti bulunmadığı için, onun yapacağı hac geçerli değildir Münkir hac yapsa, sonra İslâm'a girse, ona İslâm'ın haccı farz olur Hanefilere göre, kâfir, şeriatın furûu ile muhatap olmadığı için haccı terkten dolayı hesaba çekilmez Çoğunluk hukukçulara göre ise o, furû (İslâmî emir ve yasaklar)a muhataptır ve ahirette bunlardan hesaba çekilir
2 Ergin ve akıllı olmak: Çocuk ve akıl hastaları hacla yükümlü değildir Çünkü bunlar şer'î hükümlerle yükümlü tutulmamışlardır Akıl hastasının yapacağı hac veya umre, ibadet ehliyeti bulunmadığı için sahih olmaz Bu ikisi hac yapsa, sonra çocuk büluğ çağına ulaşsa, akıl hastası iyileşse, bunlara hac farz olur Çocuğun bülûğdan önce yaptığı hac nafile sayılır Hadiste şöyle buyurulur: "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, gençlik çağına girinceye kadar çocuktan, şifa buluncaya kadar akıl hastasından" (Ebû Davûd, Hudud,17; İbn Mâce, Talâk, 15) Akıl hastalığı, bayılma, sarhoşluk ve uyku ihramı ortadan kaldırmaz (el-Kâsânî, age, II, 120-122, 160; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II,120 vd; el Meydânî, el Lübâb, I,177; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, I, 308 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 218-222, 241, 248-250)
3 Hür olmak: Köle, esir ve mahkûma hac farz değildir Çünkü hac, süresi uzun, belli bir yolculuğu gerekli kılan ve yolculuğa güç yetirilmesi şart kılınan bir ibadettir: Hürriyetten yoksun olan kimsenin bunu ifa etmesi mümkün olmaz
4 Vakit: Arafat'ta vakfe ve ziyaret tavafı için belirli vakitlere yetişmedikçe hac farz olmaz Şu ayetler haccın vakitli bir ibadet olduğunu gösterir: " Sana yeni doğan aylan (hilaller) sorarlar De ki: "O, insanların faydası için vakit ölçüleridir" (el-Bakara, 2/189) " Hac ayları bilinen aylardır" (el-Bakara, 2/197) Hanefi ve Hanbelîlere göre, hac ayları; Şevvâl, Zilkâde ve Zilhicce'nin ilk on günüdür Buna Abadile adıyla anılan (İbn Mes'ud İbn Abbâs, İbn Ömer ve İbnü Zübeyr)'den nakledilendir "En büyük hac (hacc-ı ekber) günü, kurban bayramı günleridir" hadîsi delil olarak gösterilir (Buhârî, Hac, 33, 34, Umre, 9; Müslim, Hac, 123; Nesâî, Menâsik, 77; Dârimî, Menâsik, 38; Muvatta ; Hac, 63)
Bu sürenin dışındaki vakitler, farz hac için ihrama girmeyi ve haccın rükünlerini ifaya elverişli değildir Ancak hac niyetiyle ihrama, bu aylardan önce girilse, ihram geçerli ve yapılacak hac sahih olur Delili: "Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız" ayetidir (el-Bakara, 2/196) Bu durumda hac ayları girmedikçe hac fiillerinden birşey yapmak caiz olmaz Hanefilere göre ihram bir şart olup, bunun öne alınması, abdestin namaz vaktinden öne alınması gibidir Çünkü ihram, hac yapacak kişinin kendisine bazı şeyleri yasaklaması ve bazı şeyleri de gerekli kılmasıdır Yine bu, ihramı, Mîkat'tan önce başlatmak gibi olur Bununla birlikte hac aylarından önce ihrama girmek mekruhtur İbn Abbâs'ın (ö 68/687) naklettiği; "Hac için, ancak hac aylarında ihrama girilmesi sünnetlerdendir" hadisi delildir (Buhâri)
Mâlikîlere göre, hac ayları tam üç aydır İhramın vakti, Şevvâl'in başından, yani Ramazarı bayramının ilk gecesinden itibaren başlar, Kurban bayramı sabahı şafak sökünceye kadar devam eder Bir kimse bayram sabahı şafak sökmezden önce, bir an, ihramlı olarak Arafat'ta dursa hacca yetişmiş olur Geride ziyaret tavafı ve sa'y gibi ibadetler kalır (İbnü'l-Hümâm, age, II, 220 vd; İbn Kudâme, el Muğnî, III, 271; eş-Şirâzî, el Mühezzeb, I, 200; ez-Zühaylî, age, III, 63-65)
5 Haccı ifaya gücünün yetmesi (istitâa) Bu; beden, mal veya yol emniyeti ile ilgili olabilir Ayette, "Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97) buyurulur Ayetteki "hacca yol bulabilen, hacca gitmeye gücü yeten" ifadesi Hanefîlere göre "bedenî, mâlî ve emniyet" unsurlarını kapsamına alır Bunlar haccın edasının şartlarını oluşturur
a Beden sağlığı ve sağlamlığı Buna göre; yatalak, hasta, kör, felçli, iki ayağı kesik, binit üzerinde kendi başına duramayan yaşlı kimse, tutuklu bulunan ile zalim yöneticilerin hac için vize vermediği kimseler üzerine hac farz olmaz Çünkü Allahu Teâlâ, haccın farz olması için "gücün yetmesi"ni şart koşmuştur İbn Abbâs "istitâa"yı yol azığı (zâd) ve binit (râhile) olarak tefsir etmiştir Ayette, "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez" (el-Bakara, 2/286) buyurulur
b Gerekli maddî güce sahip olmak Bu yolda tüketeceği yiyecek ve oraya varabilmek için bineceği vasıtadan ibarettir Buna göre, bir kimseye haccın farz olabilmesi için, hac süresince hem kendisinin, hem de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin nafakalarını ve nakil vasıtasını temin gücüne sahip olmalıdır Mekkeliler ve Mekke çevresinde oturanlar için nakil aracına sahip olmak şart değildir; yaya yürüyecek durumda bulunmaları yeterlidir
c Yol emniyeti Haccın farz olması için yol güvenliğinin bulunması şarttır Bu, Ebû Hanife'ye göre, vücûbunun, bazılarına göre ise edasının şartlarındandır
Kadın için yol emniyeti; beraberinde neseb veya sihrî (evlilikle doğan hısımlık) hısımlardan fâsık olmayan akıllı, ergin veya murâhık (12 yaşla buluğ arası erkek çocuğu) mahrem birisinin veya kocasının bulunmasıyla gerçekleşir Kadının yanında kocası veya mahrem bir hısımı olmaksızın, Mekke'ye üç gün üç gece (sefer mesafesi) ve daha uzak yerden gelerek hac yapması tahrîmen mekruhtur O, mahremsiz hac yaparsa kerâhetle birlikte caiz olur Mahremin bulunması vücûb şartıdır Eda şartı diyenler de vardır Günümüzde yaygın fesat sebebiyle, kadın süt erkek kardeşiyle yolculuk yapamaz Çünkü genç sıhrî hısımlarda olduğu gibi, süt hısmıyla başbaşa kalmak (halvet) mekruhtur Şâfiîler buna "kadının, kafilede güvenilir diğer kadınlarla birlikte hac yapabileceği" esasını ilave ederler (el-Kâsânî, age, II, 121-125; el-Meydânî, el-Lübâb, I,177; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, II,194-199; eş-Şîrâzî, age, 196-198; ez-Zühaylî, age, III, 25-32)
Haccın Yalnız Kadınlarla İlgili Özel Şartları:
Kadınlarla ilgili iki şart vardır
1 Hacda yol arkadaşının bulunması:
Hac yapacak kadının yanında kocası veya mahrem bir hısımının bulunması gereklidir Aksi halde kendisine hac farı olmaz "Kadın, yanında mahrem hısımı bulunmadıkça üç günden fazla yolculuk yapamaz" (eş-Şevkânî, age, IV, 290) "Bir kadın, yanında kocası bulunmadıkça hac yapmasın" (eş-Şevkânî, age, IV, 491) hadis-i şerifleri buna delildir Şâfiîler ise, kadına, güvenilir kadınlarla birlikte olunca, haccı gerekli görürler Yol arkadaşı olarak tek kadın yeterli değildir Mâlikilere göre ise, kadın, yalnız kendilerine emanet edilmiş kadın arkadaşları veya yalnız erkekler yahut da erkek-kadın karışık bir toplulukla birlikte hac yapabilir Bu iki mezhebin dayandığı delil; "Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97) ayetinin genel anlamıdır Bu yüzden, kadın kendisi aleyhine kötülükten güvende olunca, ona hac gerekli olur
Mahrem hısım ifadesi, nesep, süt veya sıhrî hısımlık yüzünden kendisiyle evlenmek ebediyyen haram olan kimseleri içine alır Oğul, torun, baba, dede, süt oğul, süt kardeş, damat, kayınpeder gibi Kızkardeşin, hala veya teyzenin kocası olmak geçici evlenme engeli doğurduğundan, eniştelerle hac yolculuğu caiz olmaz
Şâfiî ve Mâlikîlerle diğer fakihler arasındaki bu görüş ayrılığı, bir farzı ifa için yapılacak yolculuğa mahsustur Hac yolculuğu böyledir İhtiyârî yolculuklar icmâ' ile buna kıyas edilmez Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Bir erkek, bir kadınla yanlarında mahrem bir hısımı bulunmadıkça yalnız kalmasın Kadın, yanında mahrem hısımı bulunmadıkça yolculuk yapamaz" Bir adam kalktı
"Ey Allah'ın elçisi, karım hac yolculuğuna çıktı Ben ise falanca gazveye yazıldım Hz Peygamber şöyle buyurdu: "Git ve karınla birlikte haccet" (Buhârî, Nikâh, III, Cihâd,140,181; Müslim, Hac, 424)
2 İddetli Olmaması
Hac yapacak kadının boşanma veya vefattan dolayı iddetli olmaması gereklidir Çünkü yüce Allah şu ayetle iddetli kadınların evden çıkışını yasaklamıştır: "Boşadığınız kadınları evlerinden çıkarmayın Kendileri de çıkmasınlar" (et-Talâk, 65/1) Haccın başka bir vakitte edası mümkündür İddet ise ancak özel bir vakitte sözkonusu olur (ez-Zühaylî, age, III, 36,37)
İslâm'da haccın bazı engelleri vardır, bu engeller İslâm âlimleri tarafından şöyle tesbit edilmiştir
1 Ebeveyn: Ana veya baba Mekkeli olmayan çocuğunu nafile hac veya umre için ihrama girmekten alıkoyabilir Ancak bu ikisi farz hacca engel olamaz Çünkü ebeveyne hizmet, bir cihaddır Farz hacda ana babadan izin almak sünnettir
2 Evlilik: İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, koca, karısının farz haccına engel olamaz Çünkü bu, ilk yükümlülük yılında (fevrî') farz olmuştur Şâfiîlere göre ise, koca, karısını farz veya sünnet hacdan alıkoyabilir Çünkü kocanın hakkı önceliklidir Hac ibadeti ise ömür boyu ifa edilebilir
3 Kölelik: Efendinin kölesini farz ve sünnet hacdan alıkoyma hakkı vardır Ancak köle onun izniyle ihrama girmişse, artık hac veya umreyi tamamlamasına engel olamaz
4 Hapis: Haksız olarak veya maddî sıkıntı içinde olduğu halde bir borçtan dolayı hapiste bulunmak hac engelidir
5 Borçluluk: Vâdesi gelen borcunu ödemek için başka bir malı olmayan borçlunun hac yapmasına, alacaklı engel olabilir Vâdesi gelmeyen borçlar hac engeli teşkil etmez
6 Hacr altında bulunmak: Sefîh olan kimse veli veya vasînin izni olmadıkça hac yapamaz
7 İhsâr: Hac veya umre için ihrama girmiş olan kimsenin, düşmanın engel olması veya hastalık gibi bir sebeple hac veya umreyi tamamlayamadan ihramdan çıkmak zorunda kalmasıdır Böyle bir engelle karşılaşan kimseye de "muhsar" denir Ölüm veya malını 'verme dışında engeli aşmaya gücü yetmeyen, hacı, engelin kalkması umulan bir süre bekledikten sonra ihramdan çıkabilir Ancak bu durumda kurban kesmesi gerekir
8 Hastalık: Bir kimse ihrama girdikten sonra hastalansa, Ebû Hanife'ye göre, muhsar sayılır ve ihramdan çıkabilir Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b Hanbel'e göre ise; ihramda iken hastalanan kimse, uzun sürse bile, iyileşinceye kadar ihramlı olarak kalır (el-Kâsânî, age, II, 130, İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 240; İbn Âbidîn, age, II, 200):
Haccın Sıhhatinin Şartları
Yapılacak haccın geçerli olması için dört şartın bulunması gereklidir:
1 İslâm: Haccın, hem farz olma ve hem de sıhhat şartıdır
2 Özel yerler: Arafat ve Kâbe
3 Özel vakit: Arafatta vakfe, arafe günü zevalden itibaren, Kurban bayramı sabahı şafak sökünceye; ziyaret tavafı ise, bayram sabahından, ömür sonuna kadar yapılabilir Ancak ziyaret tavafını bayramın ilk üç gününde yapmak vacib olduğu için, ziyaret tavafını bundan sonraya bırakana, vacibi terkettiği için, kurban kesmek gerekli olur
4 İhram: Hac veya umre niyetiyle, diğer zamanlarda helâl olan bir kısım, fiil ve davranışları, kişinin kendisine hac veya umre süresince haram kılması demektir Halk arasında ihramlı erkeğin örtündüğü iki parça örtüye de "ihram" denilmektedir
İhrama Girme Yerleri (Mikatlar)
Mîkat, ihrama girme yeri ve zamanı demektir Çoğulu mevâkît'tir Bir terim olarak, Mekke çevresinde, çeşitli bölge ve ülkelerden hacca gelenlerin ihrama girecekleri özel yerleri ifade eder Bir kimsenin, hac veya umre için, mikatları ihramsız geçmesi caiz olmaz Aksi halde kurban veya mikat yerine dönmek gerekir Ancak mikat yerinden önce ihrâma girmek ittifakla caizdir Hatta Hanefilere göre, bir sakınca doğmayacaksa, ihramı öne almak daha faziletlidir "Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız" (el Bakara, 2/196) ayetinde buna delâlet vardır Mikatları beklemeksizin, ailesinin bulunduğu yerden ihrama girmek hac ve umreyi eksiksiz tamamlamak demektir Hz Ali (ö 40/660) ve Abdullah b Mes'ud'un (ö 32/652) görüşü budur Çünkü bunda daha çok meşakkat ve daha büyük tazîm vardır
İhrama girme yerleri, Mekke'de, Mekke (Harem) ile mikatlar arasında (hıl bölgesi) veya mikatların dışında kalan bölgelerde (âfâkî) oturanlara göre değişiklik gösterir (el-Kâsânî, age, II, 163-167; İbnü'l-Hümâm, age, II, 131-134; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 178 vd; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 202-204; İbn Kudâme, el-Muğnî, III; 257-267)
1 Mekke'de oturanlar: Bunların hac için ihrama girme yeri yine Mekke'dir Hz Peygamber ashab-ı kirâma hac için ihrama, Mekke'nin içinde girmelerini emir buyurmuştur (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III,16) Mekke dışında, harem dâhilinde evi olanlar da böyledir Mekkelilerin umre için mikat yeri ise, dilediği herhangi bir yerden, hıll'in harem bölgesine en yakın olan yeridir Ancak umrede ihrama girmek için hıll'in en fazîletli yeri Hanefi ve Hanbelîlere göre "Ten'îm", sonrâ "Ci'râne", sonra "Hudeybiye"dir Resulullah (sas) Abdurrahman b Ebî Bekr'e Hz Âişe'ye Ten'îm'de ihrama girerek umre yaptırmasını emir buyurmuştur (Buhârî, cihâd, 125, Umre, 6; Müslim, Hac,135,136; Ahmed b Hanbel, III, 309, 394; Tirmizî, Hac, 91)
2 Hıll'de oturanlar: Harem bölgesiyle, beş mikat yerinin çevrelediği alan arasındaki bölgeye "hıll" denir Hıll'de oturanların hac veya umre için ihrama girme yeri (mikat), ailelerinin bulunduğu yer veya bu yerle harem arasında kalan, hıll'den dilediği herhangi bir yerdir Hac ve umreyi tamamlamayı emreden ayetle (el-Bakara, 2/ 196) Hz Ali ve İbn Mes'ud'un görüşü buna delildir Hanefîler bu görüşü benimsemiştir İmam Mâlik'e göre, bunların mikat yeri, kendi evleridir
3 Mikatların çevrelediği alan dışında oturanlar (âfâki): Arabistan'da mikatlar dışında oturanlarla, dış ülkelerden hac veya umre niyetiyle Hicaz'a gidenler için geldiği bölge veya ülkeye göre ihrama girme yerleri (mikat) belirlenmiştir İbn Abbâs (ra)'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Nebî (sas), Medineliler için Zülhuleyfe'yi, Şamlılar için el-Cuhfe'yi, Necidliler için Karnü'l-Menâzil'i ve Yemenliler için Yelemlem'i mikat olarak belirledi Bunlar, belirtilen bölge veya ülke tarafından gelen diğer belde yolcuları için de mikat yeridir" (Buhârî, Hac, 7, 9, 11,12, Sayd,18; Müslim, Hac,11-12; Ebû Dâvûd, Menâsik, 8; Nesâî, Menâsik,19, 20, 23; Ahmed b Hanbel, I, 238) Câbir (ra)'den merfû olarak rivayet edilen Müslim hadisinde bunlara, Iraklılar için Zat-ı ırk ilâve edilmiştir (Ebû Dâvûd, Menâsik, 8)
Gelinen ülkelere göre mikatlar şöyledir:
a Türkiye, Suriye, Mısır, Mağrib ve Avrupa tarafından deniz yoluyla gelenlerin mikatı Cuhfe (Râbiğ)'dir Cuhfe ile Mekke aiası yaklaşık 187 km dir
b Medine'den gelenlerin mikatı Zülhuleyfe (Âbâr-ı Ali) olup, Mekke'ye yaklaşık 464 kmdir En uzak mikat yeri burasıdır
c Irak, İran ve diğer doğu ülkelerinden gelenlerin mikatı Zât-ı Irk'tır Bu yer Mekke'ye yaklaşık 94 kmdir
d Kuveyt ve Necid yönünden gelenlerin mikatı bugün es-Seyl denilen Karnü'l-Menâzil'dir
e Yemen'den gelenlerin mikatı Mekke'nin güneyinde bulunan Yelemlem olup, Mekke'ye 54 kmdir,
İhrama girme yerlerini Hz Peygamber tayin ettiği için hac, umre, ticaret veya başka bir amaçla gelen her müslümanın buralarda veya daha önce ihrâma girmiş olması lâzımdır Eğer yol, bu noktalardan geçmiyorsa buraların hizalarından ihrâma girilir Medine'ye gelenler, hac için Mekke'ye doğru yola çıkınca Zülhuleyfe'de bugün Âbâr-ı Alî denilen yerde ihrama girerler
Mikatlardan içeride bulunan kimseler, ihramsız Mekke'ye girebilirler Fakat hac veya umre için, bulundukları yerden ihrama girerler Mikat içinde, fakat Mekke dışında bulunan, bulunduğu yerde; Mekke'nin içinde oturanlar ise, kaldığı evde ihrama girerler
Dışarıdan hac veya umre için gelen kimse mikatı ihramsız geçerse ya bir kurban keser veya geri dönüp mikat yerinde ihrama girer Mekke'ye girme niyeti olmaksızın mikatı ihramsız geçene birşey lâzım gelmez
İhram:
Hac dışında yapılması mübah olan bazı şeyleri kendisine haram kılmak demektir Hanefilere göre, ihram haccın rüknü değil şartıdır Bu da niyet ve telbiye ile gerçekleşir Hac veya umreye yahut her ikisine niyet etmek ve Allah için telbiye getirerek ihrama girmekle hac ibadeti başlamış olur
İhrama girerken yapılması sünnet veya müstehap olan fiillerin başlıcaları şunlardır:
1 Abdest veya boy abdesti almak Temizlenmek için abdest veya boy abdesti alınır Hz Peygamber ihram için boy abdesti almıştır (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III,17) Bu, temizlenmek için olup, taharet (abdestlilik) için değildir Bu yüzden, hayızlı ve nifaslı kadınlar da bunu yaparlar İbn Abbâs'ın merfû olarak naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: "Nifaslı ve hayızlı kadınlar boy abdesti alır, ihrama girer, Beytullah'ı tavaf dışında, haccın bütün menâsikini ifa ederler" (Tirmizî, Hac, 98; Ahmed b Hanbel, I, 364; Ebû Dâvûd, Menâsik, 9) Diğer yandan Hz Peygamber (sas), Esmâ binti Umeys'e nifaslı (lohusa) iken boy abdesti almasını emir buyurmuştur (Müslim, Hac, 109, 110)
İhrama girecek kimsenin tırnaklarını kesmesi, tıraş olup, bıyıklarını kısaltması, koltuk altlarını ve edep yerini tıraş etmesi müstehaptır
2 Erkekler, dikişli elbiselerini çıkarır ve birisi göbekten aşağısını örtmek, diğerini omuzuna almak üzere iki temiz ve yeni peştemela bürünür Başı açık, ayakları çıplak olup, terlik veya nalın giyebilir Hadiste şöyle buyurulur: "Sizden biriniz, bir izâr (alt peştemal), bir ridâ (üst peştemal) ve iki nalınla ihrama girsin Nalın bulamazsa, mest giysin, mestlerin topuklarından aşağısını ayırsın" (eş-Şevkânî, age, IV, 305) İbn Abbâs rivayetinde "topuklardan aşağısını ayırma" ifadesi yoktur (Buhârî, Hac, 21; Müslim; Hac, 1-3; Dârimî, Menâsik, 31; Tirmizî, Hac, 19; Ahmed b Hanbel, I, 215, 221, 228, 279, II, 3, 4, 8, 34, 47)
İhrama giren kadınlar, elbiselerini çıkarmazlar başlarını ve ayaklarını açık bulundurmazlar Yalnız yüzleri açık bulunur, telbiye ederken seslerini yükseltmezler
3 Çoğunluğa göre, ihramdan önce bedenini kokulamak caizdir Hanefî ve Hanbelîlere göre, elbiseyi kokulamak caiz değildir Şâfiîler elbise konusunda da aksi görüştedir Delil, Hz Âişe'den nakledilen şu hadistir: "Ben Nebî (sas)'i, ihrama girerken bulabildiğim en güzel koku ile kokuluyordum"(Buhârî, Hac,18, Libâs, 79, 81; Müslim, Hac, 37; Dârimî, Menâsik, 10; Tirmizî, Hac, 77) Buna göre, kokunun eserinin ihramdan sonra devam etmesinde bir sakınca yoktur Ancak artık ihram süresince yeniden kokulanmak, hatta kokulu sabun kullanmak caiz görülmemiştir
4 İhram namazı Boy abdesti veya abdest alındıktan ve ihramdan önce; ittifakla iki rekat ihram namazı kılınır Delil şu hadistir: "Nebî (sas) Zülhuleyfe'de iki rekât namaz kıldı, sonra ihrama girdi" (ez-Zeylaî, age, III, 30 vd) Bu namazın birinci rekâtında Kâfirûn, ikinci rekâtında ise İhlâs suresini okumak sünnettir Mâlikî ve Hanbelîlere göre, ihrama farz namazın arkasından girilir Çünkü İbn Abbâs (ra)'tan, Resulullah'ın böyle yaptığı nakledilmiştir
5 Telbiye Hanefîlere göre, ihram namazından sonra telbiye getirilir Çünkü Hz Peygamber böyle yapmıştır Efdal olan da budur Vasıtaya bindikten sonra telbiye getirip, sonra niyet edilebilir (ez-Zeylaî, age, III, 21) Telbiye şudur:
"Lebbeyke Allahumme Lebbeyk, Lebbeyke Lâ şerîke Leke Lebbeyk Inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülke, Lâ şerîke leke" (Buharî, Hac, 26, Libâs, 69; Müslim, Hac,147, 269, 271; Dârimî Menâsik, 22, Tirmizî, Hac, 97)
Hanefilere göre bir kimse mikatta niyet ederek telbiye getirince ihrama girmiş olur Telbiye, yolda, iniş çıkışlarda, yol arkadaşlarıyla karşılaşmalarda namazların ardından tekrarlanır ve zaman zaman ses yükseltilir Telbiye, Mâlikîler dışında çoğunluğa göre, Kurban bayramı günü Akabe cemresine ilk taşın atılmasıyla kesilir Çünkü Hz Peygamber böyle yapmıştır (Nesâî, Menâsik, 229, İbn Mâce, Menâsik, 69; Ebû Dâvud, Menâsîk, 27, 28; Tirmizî, Hac, 78, 79) Ancak taşlamadan önce tıraş olunursa, telbiye kesilir Umre yapan ise tavafa başlamakla telbiyeyi keser


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #172
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HAÇ (SALİB)

Hristiyanlıkta Hz İsa'nın çarmıha gerilişin ve insanlığı ezelî günâhından kurtarmak için çektiği acıları ve ölümünü hatırlatan en önemli sembol Haç; hem İsa'nın bir işareti hem de hristiyanların inançlarının ve dinlerine bağlılıklarının bir alâmetidir Yani duruma göre; hayır duâ, takdis ve bir iman ikrarı hareketidir (Ancyclopedia Britannica, USA 1970, VI, 811; SGF Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London,1970; s 217) Haç, Hristiyanlık'tan önce de, dünyanın pekçok yerinde dinî mânâda ve diğer hususlarda sembol olarak kullanılırdı Ancak dinî inanç, ibâdet ve diğer konularda ne derece kullanıldığı kesin olarak bilinememektedir (En Britannica, VI, 812) Haç: hristiyanlara göre, İsâ'nın çarmıha gerilişini tasvir eden dinî bir semboldür (Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s 230)
Haç ile ilgili olarak işaret edilmesi gereken hususlardan biri de çarmıha germe işidir Çarmıh, Farsça, dört çivi demektir ve çapraz olarak üst üste konmuş iki tahtadan meydana gelen ve değişik şekilleri olan bir işkence aracıdır Çok eskiden beri ölüm cezasına çarptırılanlar çarmıhın üzerine gerilerek işkence ile öldürülürdü Çarmıh ile işkence usûlünü Yunanlılar pek az olarak, özellikle kölelere ve yol kesicilere uygularlardı Romalılar da çarmıhı köleleri, yabancıları ve aşağı tabakadan olan kimseleri cezalandırmak için kullanırlardı (Brandon, age, s 217)
Çarmıha gererek işkence etme geleneğini doğuya Romalıların getirdiği söylenmektedir Onların doğuyu ele geçirmesinden önce, Asurlular ve İbrânîler suçluların ölülerini kazığa bağlarlar, böylece suçluları halka gösterirler ve adâletin kuvvetini belirtirlerdi
Hristiyanlara göre çarmıha gerilmiş en ünlü kişi İsa'dır Roma'lı hâkim Pontius Pilatus, İsa'yı ölüme mahkûm etmiş ve Roma askerlerine öldürtmüştür Bu yüz den ilk hristiyanlar, İsa'nın çarmıha gerilmiş şeklini tasvir eden haç'ı, dinlerinin sembolü olarak kullanmışlardır MS 312'de hristiyanlığı kabul eden Konstantin, ölüm cezası olarak çarmıha germe geleneğini kaldırdı Bu tarihten sonra; hristiyanların haç'a bağlılıkları daha da arttı (En Britannica, VI, 812)
İsa'nın haça gerilişi üzerinde ısrarla ve özel bir şekilde duran ilk kişi Pavlus'tur (Brandon, ag:e, s 217) Dolayısıyla Pavlus'un teolojisinde haç fikri en mühim yeri işgal etmektedir Çünkü Pavlus'a göre, Hz İsa'nın yeryüzünde sürdüğü hayat pek önemli değildir: O yalnız enkarnasyon (ekmek-şarap âyini) sırrına ve haçta ölümüne ehemmiyet vermektedir İsa'nın haç'a yükseltilmesi, aynı zamanda göklere yükseltilmesinin şartıdır Haç, inananlar için, "hikmet, adalet ve kurtuluş" demektir Hz Âdem'in, cennette yasak meyveden yemek sûretiyle işlediği ve bütün insanlara sirâyet eden ezelî günâhtan kurtuluş ve nihâyet, Hz İsa'nın şeytanî kuvvetlere karşı kazandığı zafer demektir (Schımmel, age, s 127-128)
İslâm'a göre Hz İsa haç'a gerilmemiştir Onun hayatı gibi, son durumu ile ilgili en doğru ve en güvenilir bilgi Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde verilmektedir: "Bu, bir de inkârlarından Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarından ve Meryem oğlu İsa Mesih'i -Allah'ın elçisi- öldürdük" demelerinden ötürüdür Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler Bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi katına yükseltti"(en-Nisâ, 4/156-158)
Barnaba İncili'nde de konu ile ilgili şu bilgiler verilmektedir:
"Askerler Yahuda'yla birlikte İsa'nın bulunduğu yere yaklaştıklarında, İsa çok sayıda kişinin yaklaştıklarını işitip, korkuyla geri eve çekildi Ve on bir (havârî) uyumakta idiler O zaman kuluna gelen tehlikeyi gören Allah, elçileri Cebrâil, Mikâil, İsrâfil ve Uriel'e İsa'yı dünyadan almalarını emretti
Kutsal melekler gelip, İsa'yı güneye bakan pencereden çıkardılar Onu götürüp, üçüncü göğe, daima Allah'ı tesbih ve takdis etmekte olan meleklerin yanına bıraktılar
Yahuda herkesin önünden hızlı hızlı İsa'nın yukarı alındığı odaya daldı Ve şâkitler uyuyorlardı Bunun üzerine, mucizeler yaratan Allah yeni bir mucize daha yarattı öyle ki, Yahuda konuşma ve yüz bakımından İsa'ya o şekilde benzetildi ki, onun İsa olduğuna inandık Ve o bizi uyandırdı Muallimin bulunduğu yeri arıyordu Bunun üzerine biz hayret ettik ve cevap verdik: "sen Rab, bizim muallimimizsin; bizi unuttun mu?" O gülümseyerek dedi: "Şimdi, benim Yahuda İskariyot olduğumu bilmeyecek kadar budalalaştınız!"
Ve o bunu derken askerler girdiler, ellerini Yahuda'nın üzerine koydular; çünkü o, her bakımdan İsa'ya benziyordu"(Barnaba İncili, 215-216

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #173
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HACAMAT (HİCAMAT)

İki omuz arasından, sırttan, başın arka tarafından yahut vücudun herhangi bir yerinden tedavi maksadıyla bardak, şişe veya boynuzla kan aldırma Peygamberimiz (sas)'in sağlıkla ilgili tavsiyelerinden ve bizzat tatbik ettiği sünnetlerindendir
Hacamat, sebebi belli bir hastalığın tedavisi olmaktan ziyade kan fazlalığının vücutta meydana getirdiği rahatsızlıkları gidermek için kullanılan genel bir tedavi usûlüdür
Eskiden yaygın olarak "hacamat bıçağı" veya "hacamat zembereği" denilen bir aletle tatbik edilen bu usûl, bugün yerini enjektörle kan almaya bırakmıştır Hacamat bıçağı, tarak biçiminde, vücutta bir sıra çizik meydana getiren bir alettir Bir yüzünde birçok yarık bulunan bakır bir kutu içinde tetikli bir zembereğe bağlı olan bıçaklar, düğmesi basılınca zembereğin boşalmasıyla yarıklardan dışarı fırlar ve vücutta çizikler meydana getirir Bardak vb bir şeyle çizikler üzerinden kan çekilir Bir cins sülük de bu iş için kullanılmaktadır Sülük vücudun ağrıyan bölgelerine konularak kanı emmesi sağlanır
Hangi araç ve metodla olursa olsun önemli olan kan aldırmaktır Uzman bir hekimin muayenesi ve tavsiyesiyle yaptırılan hacamat faydalı ve İslâm'da caiz olan bir tedavi usûlüdür
Ameller niyetlere göre değer kazanır Sünnete uymak niyetiyle ve bize emanet olan vücudumuzun sağlığına kavuşması için yaptırdığımız hacamat bir ibadet değeri taşır Çünkü ibadetlerimizi ve diğer görevlerimizi ancak sağlıklı bir bedenle tam olarak yerine getirebiliriz
Peygamberimiz (sas)'in yaptığı ve yapılmasını tavsiye ettiği işlerin şüphesiz bir anlamı ve hikmeti vardır Onun hayatı bizim için örnektir: "Andolsun Allah'ın Resulu'nde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır" (el-Ahzâb, 33/21)
Mirac gecesinde yanından geçtiği bir melek grubunun Peygamberimize: "ümmetine hacamatı emret!" diye söylediğini Abdullah b Abbâs (ra) rivayet etmektedir (Ali Nâsıf, et-Tâc, III, 203)
Hz Peygamber (sas) bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir Haccâm'a hacamat yaptırmış ve başından kan aldırıp haccâma ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur: "Kan aldırma yollarının en güzeli hacamattır (yahut hacamat sizin en iyi tedavi yollarınızdır)"(Buhâri, Tıb 13; Müslim, Musakat 62, 63; Ebû Dâvûd Nikâh 26, Tıb 3)
Hz Peygamber (sas) ihramlı iken hacamat yaptırmıştır (Buhârî, Savm, 22; Müslim, Hac 87, 88; Ebû Dâvûd Menâsik 35) İhramlı iken saç kestirmemek şartıyla hacamatın caiz olduğu hususunda âlimler arasında görüş birliği vardır Aynı şekilde Hz Peygamber (sas) oruçlu iken de hacamat yaptırmıştır Yani kan aldırmıştır (Buhârî, Tıb II; Ebû Davûd, Siyâm 29)
Nâfi (ra)'den rivayet edildiğine göre İbn Ömer (ra) (Kendisine): Nâfi, kan (fazlalaşmak suretiyle) beni yedi Bunun için sen bana bir hacamatçı getir ve genç bir hacamatçı seç Ne yaşlı ne de çocuk hacamatçı seçme demiştir
Nâfi der ki; İbn Ömer (ra) şöyle dedi: Ben, Resulullah (sas)'den şu buyruğu işittim: "Hacamat olmak aç karnına daha faydalıdır Hacamat olmak aklı ve hıfzetme (ezberleme) gücünü arttırır Hâfız olanın da hıfzetmek kabiliyetini kuvvetlendirir Artık kim hacamat olmak isterse Allah'ın ismini anarak perşembe günü hacamat olsun " (İbn Mâce, Kitâbu't-Tıb, 22)
İbn Hacer Buhârî şerhindeki Hacamat bölümünde özetle şu bilgiyi verir: Buhârı, Sahîhinde "Hangi saat hacamat olur" başlığı altında bir bâb açmış ve burada Ebû Mûsa'nın geceleyin hacamat olduğuna dair bir eseri ile Hz Peygamber (sas)'in oruçlu iken hacamat olduğuna dair İbn Abbâs (ra)'ın bir hadîsini rivayet etmiştir
İbn Hacer bununla ilgili olarak şöyle der: Hacamat olmak için uygun vakitler hakkında birkaç hadis vârid olmuş ise de hiçbiri Buhârî'nin sözkonusu ettiği şarta uygun değildi Bana öyle geliyor ki: Buhârî hacamat işinin ihtiyaç olduğu zaman yapılabileceğine ve bunun belirli bir vakte bağlı olmadığına işaret etmek istemiştir Çünkü hacamat işinin geceleyin yapıldığını ve Hz Peygamber (sas)'in oruçlu iken hacamat olduğuna dair hadîsi rivayet etmiştir
Hacamatın yani kan aldırmanın insan sağlığına birçok katkıda bulunduğu tıbbî bir gerçeğe dayanır Özellikle bazı deri hastalıklarının tedavisinde hacamatın faydası görülmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #174
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HACB

Örtmek, engel olmak, mahrum bırakmak Daha yakın bir mirasçının bulunması sebebiyle bir vârisin tamamen veya kısmen mirastan mahrum olması" anlamında bir İslâm miras hukuku terimi Bir kimseyi mirastan mahrum bırakan vârise "hâcib", mirastan mahrum bırakılan kimseye "mahcûb" veya "sâkıt" (düşen) denir Aslında mahcub mirasçıdır Kendisini hacbeden bulunmadığı takdirde mirastan hissesini alır
Hacb; hacb-ı hırman (bir vârisi mirastan tamamen mahrum etmek) ve hacb-ı noksan (bir vârisin hissesini çoktan aza indirmek) diye ikiye ayrılır
Hiçbir zaman mirastan mahrum olmayan kimseler: Baba, oğul, koca, kız, anne, hanım Bunlar her durumda mirasçıdır Çünkü bunlardan oğul dışındakiler mirasta belirli hisse sahibi (ashab-ı ferâiz)dir Hisseleri Nisâ suresi onbir ve onikinci ayetlerle tayin edilmiştir Oğul ise birinci sınıftan asabedir Bu sayılan kimseler, başka mirasçı bulunduğunda hisseleri azalabilirse de, tamamen mirastan mahrum olmazlar "Allah size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder; (çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır Eğer (çocuk) yalnız bir kadınsa (mirasın) yarısı onundur Ölenin çocuğu varsa, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır Eğer çocuğu yok da ana babası ona vâris oluyorsa, anasına üçte bir düşer Eğer kardeşleri varsa anasının payı altıda birdir (Bu hükümler, ölenin) yapacağı vasiyetten, ya da borcundan sonradır Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz Bunlar Allah'ın koyduğu farzlardır Şüphesiz Allah bilendir, hikmet sahibidir Eğer çocukları yoksa eşlerinizin yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir Sizin de çocuğunuz yoksa yapacağınız' vasiyyet ve borçtan sonra bıraktığınızın dörtte biri onlarındır Çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır Eğer (ölen) erkek veya kadının mirasçısı evladı ve ana babası olmayıp (başka yakınlar ise o zaman) bir erkek veya bir kız kardeşi varsa her birine altıda bir düşer Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar (Bu taksim) zarar verici olmayan vasiyet: ve borçtan sonra (uygulanır) Bunlar, Allah'tan (size) vasiyettir Allah bilendir, halîmdir" (en-Nisa, 4/11-12)
Duruma göre bazen vâris olup, bazen hiç vâris olamayanlar: meselâ bir ölünün vâris olarak sadece amcası bulunursa o, bu ölünün terekesinin tamamını alır Fakat bu ölünün bir oğlu veya ana-baba bir yahut baba bir, bir kardeşi bulunursa amcası hiçbir şey alamaz Bu durumda, ölen şahsın oğlu veya kardeşi, amcasını hacb-ı hırman ile hacbetmiş olur Bu ikinci sınıfta bulunan kimselerden ölüye yakın olanlar, uzak olanları hacbederler: Oğul, oğlun oğlunu, ana-baba bir kardeş, baba bir kardeşi hacbeder (Fetâvây-i Hindiyye tercümesi; XIV/484)
Hacb-ı Noksan: Miras hisseleri, daha yakın başka mirasçılar dolayısıyla, azalan varisler şunlardır: Koca, karı, anne, oğul kızı, baba bir kızkardeş
Kocanın ölen kansının terekesinden alacağı hisse 1/2 iken, karısının çocuğu olması hâlinde kocanın bu hissesi 1/4'e düşer
Kocasının terekesinden 1/4 hisse sahibi olan eş, kocasının çocuğu veya onun oğlunun çocuğu bulunursa,1/8 hisse alır
Terekenin 1/3ünü alması gereken anne, ölenin çocuğu, oğlunun çocuğu veya en az iki kardeşi bulunması halinde 1/6 pay alır
Oğul kızı'na gelince bu bir tane ise 1/2; birden çok ise 2/3 alır Ölenin kendi kızı ile beraber bulunursa hissesi 1/6 ya düşer
Baba bir kızkardeş bir tane ise 1/2; birden çok ise 2/3 hisse alır Fakat ana-baba bir kızkardeş ile beraber bulunursa hissesi 1/6'ya düşer (Fetâvây-ı Hindiyye tercümesi XIV, 488; en-Nisâ 4/11-12)
Hacbin esası olan: "daha yakın akrabanın uzak akrabayı mirastan mahrum bırakması" prensibi; "Malı, hisse sahipleri arasında Allah'ın kitabına göre taksim ediniz Geri kalanı, asabeden ölüye en yakın olan erkek akrabanın hakkıdır" (et-Tac, II, 255) hadîsine dayanmaktadır Hacb ile ilgili esaslara gelince;
Derece bakımından yakın olan, uzak olanı hacbeder: Baba dedeyi; oğul; oğlun oğlunu hacbeder Yani, baba varken dede; oğul varken oğlun oğlu mirastan hisse alamaz
Derece bakımından eşit olan asabelerden yakınlıkta kuvvetli (kurb-i karâbet) olan diğerini hacbeder: ana-baba bir erkek kardeş, baba bir erkek kardeşi hacbeder Ana-baba bir erkek kardeş ile baba bir erkek kardeş, aynı derecede asabedir Fakat ana-baba bir erkek kardeş yakınlıkta daha kuvvetlidir (Ali Himmet Berki, İslâm Hukukunda Ferâiz ve İntikal, s 140)
Bütün büyükanneler, ana ile mirastan düşerler Ölenin birden çok kızı ile birlikte bulunan oğul kızı da mirastan düşer
Başkasını mirastan hacbeden kişinin kendisinin mirastan pay alması şart değildir Meselâ; bir kimse vefat ettiğinde baba ve anası ile iki kardeşini mirası bıraksa, kardeşler baba ile sakıt olurlar ise de ananın hissesini de üçte birden altıda bire düşürürler (Ömer Nasuhi Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, V, 238)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #175
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HÂCE:
Müderris, hoca, efendi mânâsına ilim sâhibi kimselere verilen Farsça bir ünvan
Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr buyurdu ki: Bütün iyi hâlleri ve buluşları bize verseler, fakat Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını kalbimize yerleştirmeseler, hâlimi harâb, istikbâlimi (geleceğimi) karanlık bilirim Eğer bütün harâblıkları ve çirkinlikleri ve rseler ve kalbimizi Ehl-i sünnet îtikâdı ile süsleseler hiç üzülmem (İmâm-ı Rabbânî)

Hâce-i Âlem:
Âlemin, kâinâtın mürşidi, rehberi, yol göstericisi mânâsına Resûlullah efendimize mahsûs bir ünvan
Hâce-i âlem, gelmiş ve gelecek, yaratılmış ve yaratılacak olanların en üstünü, en iyisidir (İmâm-ı Gazâlî)

Hâce-i Kâinât:
Hâce-i âlem



HÂCEGÂN YOLU:
Daha çok nübüvvet kemâlâtına (olgunluklarına, üstünlüklerine) kavuşturan Hazret-i Ebû Bekir'den gelen yolun, Yusuf-ı Hemedânî hazretlerinden îtibâren aldığı isim Bu yol sonradan Nakşibendiyye adını almıştır
Hâcegân yolunun büyüklerinden Abdülhâlik Goncdüvânî hazretleri vasiyetnâmesinde buyuruyor ki: Her hâlinde ilim, edeb ve takvâ üzere ol, İslâm âlimlerinin kitaplarını oku Fıkıh ve hadîs öğren Câhil tarîkatçılardan sakın, şöhret yapma, şöhrette âfet
vardır Arslandan kaçar gibi câhillerden kaç Bid'at sâhibi inanışları bozuk olan sapıklar ile ve dünyâya düşkün olanlar ile arkadaşlık etme (Mevlânâ Sâfî)



HACER-ÜL-ESVED:
Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş
İbrâhim aleyhisselâm ile oğlu İsmâil aleyhisselâmın birlikte Kâbe'yi inşâ ettikleri sırada, melekler taş getirerek İsmâil aleyhisselâma yardım ettiler Sıra Hacer-ül-esvede gelince, İbrâhim aleyhisselâm; "Ey İsmâil! İyi bir taş getir ki, hacılara işâ ret olsun" buyurdu İsmâil aleyhisselâm bir taş getirdi İbrâhim aleyhisselâm; "Bundan daha iyi bir taş getir" buyurunca; Ebû Kubeys dağından; "Cebrâil aleyhisselâm, tûfanda bana bir taş emânet etti Gel onu al!" diye bir ses işitti Bunun üzerine Hacer-ül-esved taşı Ebû Kubeys dağından alınıp, Kâbe'deki yerine yerleştirildi (Azrakî)
Hazret-i Ömer, Hacer-ül-esved taşına, karşı; "Sen bir şey yapamazsın, fakat Resûlullah'a uyarak seni öpüyorum" dedi Hazret-i Ali bunu işitince, Resûlullah'ın "Hacer-ül-esved, kıyâmet günü insanlara şefâat eder" buyurduğunu söyledi Hazret-i Ömer de hazret-i Ali'nin bu sözüne teşekkür etti (Dâvûd bin Süleymân)
Tavâfa (Kâbe'nin etrâfında dönmeye) Hacer-ül-esvedden başlamak ve burada bitirmek sünnettir (Zeylâî)



HADES:
Abdestsizlik veyâ cünüblük hâli
Hades; küçük hades ve büyük hades olmak üzere ikiye ayrılır Küçük hades; bevl etmek, herhangi bir yerden kan çıkması ve abdesti bozan diğer durumlarla meydana gelen manevî kirlilik hâlidir Namaz abdesti almakla temizlenilir Büyük hades ise, cünübl ük, hayız ve nifas hâlleri ile meydana gelen manevî kirliliktir Boy abdesti alarak ağızı, burnu ve bütün bedeni yıkamakla ondan temizlenilir (Mehmed Zihnî Efendi)

Hadesten Tahâret:
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması





Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #176
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




GÜNAH

Allah'ın buyruklarına aykırı düşen, dinen suç sayılan davranışlar İslâm şerîatının ve temiz insan fıtratının yapılmamasını emrettiği hususlar Arapça'da günâh'ın karşılığında; İsm, zenb, isyan, cürm kelimeleri kullanılır İsm, günâhın tam karşılık anlamıdır Zenb (cürm), insanın Allah'ın rızasını kazanmasını engelleyen; isyan, Allah'a itaat etmemek-demektir (Cürcânî, et-Ta'rifât, s 9, 107, I51)
Yahudî ve hristiyanlar dinlerinin birçok esaslarını bozdukları gibi günâh kavramım da kendi arzularına uygun olarak değiştirmişlerdir Yahudiler; Allah'ın seçilmiş kulları oldukları inancıyla, kendi ırklarından olmayan insanlara yaptıkları kötülükleri mübah kabul ederler Kendilerinin cehennemde sayılı günler kalacaklarına, sonra yalnızca kendi ırklarının cennete gireceğine inanırlar Bu materyalist millet eskiden günâh keçisi adını verdikleri bir keçiyi sırtına günâhlarını yükledikleri gerekçesiyle çöle salarlar ve böylece günâhlardan kurtulduklarına inanırlardı
Hristiyanlar Hz Âdem (as)'ın işlediği ilk günâhtan dolayı bütün insanların günahkâr doğduğuna; Hz İsa (as)'ın kendisini feda ederek insanların günâhlarım temizlediğine inanırlar Hz İsa (as)'ın ölümünü temsil eden vaftiz ayini ile çocukların günahlarından temizlendiğini kabul ederler Bağışlama yetkisini böylece Tanrının elinden alan hristiyanlar, insanları sonraki dönemlerde kontrol etmek için günâhlarını papazlara itiraf ettirmek süretiyle bağışlarlar Bu işleme Hristiyanlıkta "günâh çıkarma" denir İlk defa dördüncü Latran Konsili'nde (1215) ergenlik çağına giren her hristiyan için yılda bir defa günâh çıkarma kararı alınmıştır Papazların kiliselerde günâh çıkardıkları özel yerlere günâh çıkarma hücreleri denilir Bu hücreler kiliselere 16 yüzyıldan itibaren eklenmiştir
İslâm, bir ırk ve sınıfın imtiyazını, insanların günâhlı doğduklarını, günâhların şahıslar tarafından affedilebileceğini kabul etmez "Yahudiler, "Ateş bize sadece sayılı günler dokunacaktır" derler De ki `böyle olacağına dair Allah'tan bir söz mü aldınız" (el-Bakara, 2/80) "Doğan her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar Sonra anası-babası onu yahudî, hristiyan veya mecusi yapar" (Buhâri, Cenâîz, 80; Müslim, Kader, 22) "Annesinden doğan her insan fıtrat üzerine tertemiz doğar" (Müslim, Kader, 25)
İslâm, insanın bir başkasının yaptığından, gücünün yetmediğinden sorumlu olmadığını kabul eder Kişinin sorumlu olabilmesi için olgunluk yaşında ve aklının başında olmasını şart koşar
Kişi kendi hür iradesi ile, isteyerek yaptığı işlerden sorumludur Dileme ve tercih etme insana aittir İşin varlık âlemine çıkması ise Allah'ın yaratması iledir İnsan o işin meydana gelmesine sebep olan irade etme ve bunun sonucu olarak o amele meyletmekten sorumludur: Ayrıca Allah, unutarak liata ile, bilmeyerek, uykuda uyuyup kalmak süretiyle meydana gelen günâhlardan da insanı sorumlu tutmamaktadır
İslâm, insanın günâh işlemesiyle sonuna kadar kötü kalacağını kabul etmez İnsanın günâhının affedilmesini başkalarının tasarrufuna bırakmaz Kulun Allah'a tövbe etmesi, her yerde, her zaman mümkündür "Allah kullarının tövbelerini kabul eder ve yaptıkları günâhları bağışlar" (eş-Şûrâ, 42/25) Hz Peygamber (sas) de insanları tövbe etmeye teşvik etmiştir: "Bütün insanlar hatalıdır; hatalı insanların Allah katında en makbul olanları tövbe edenleridir" (et-Tac, V, 151)
Günâhlarda ısrar etmek, hakkın aynası olmak için yaratılan iman yeri olan kalbi karartır Günâh kalbe işleyip onu karartarak iman nurunu oradan çıkarıncaya kadar katılaştırır Her bir günâhın içinde küfre gidecek bir yol vardır Günâh istiğfar (tövbe) ile hemen yok edilmezse, kalbi kötülüğe sürükler ve Allah'ın itaatinden çıkmış bir kalp hâline getirir
Günâh düşünceden pratiğe geçmemişse cezası olmaz Resulullah (sas), " Allahu Teâlâ ümmetimden nefislerinde yapmayı arzuladıkları şeyleri yapmadıkları ve konuşmadıkları müddetçe affetti (Buhârî, VII, 59) buyurmuştur
Sorumluluk ve ceza açısından günâhlar kebâîr ve sağîr diye iki kısma ayrılır
Kebâir (büyük günâhlar): Allah'ı tanımaya engel olan ve yapılması hâlinde şer'î ceza gereken veya Allahu Teâlâ'nın cehennem azabıyla tehdit ettiği günâhlardır Bir başka görüşe göre Allah'ın yasakladığı her şey büyük bir günâhtır Büyük günahların sayısı hadis rivayetleri gözönünde bulundurularak, yedi, dokuz, yetmiş, ikiyüz olarak tespit edilmiştir (Şerhu Akideti't-Tahâviyye, s 370, 371)
Büyük günâhların belli başlıları şunlardır; Allah'a ortak koşmak, adam öldürmek, zina iftirasında bulunmak, zina etmek, islâmî cihaddan kaçmak, sihir yapmak, yetimin malını yemek, ana-babaya karşı gelmek, Mekke'nin hareminde günâh işlemek, faiz yemek, hırsızlık yapmak, içki içmek, kumar oynamak Bir müslüman hatife almadan, kalbinde tasdik olduğu halde büyük günâh işlerse, dinden çıkıp kâfir olmaz Ehl-i sünnet, büyük günâh işleyen kimsenin kâfir olmayacağını, cehennemde ebedî kalmayacağını, tövbe etmeden ölürse dahî, Allah dilerse fazl-ı keremiyle onu affedeceğini, dilerse adâletiyle cehennemde ona azap edeceğini kabul eder (Şerhu Akideti't-Tahâviyye s 370)
Kebâirin (büyük günâhların) en büyüğü Allah'ı tanımamak, zatında, sıfatında ve fiillerinde O'na ortak koşmaktır Buna ekberu'l-kebâir denir "Allah kendisine şirk kovulmasını kesinlikle affetmez Bunun dışındaki günâhları dilediği kimseler için affeder" (en-Nisâ, 4/48) Allah'ın rahmetinden ümidini keserek serkeşlik yapmaya devam etmek veya azabından emin olarak günâha aldırış etmeden tövbe etmemek caiz değildir Mümin ne kadar günâh işlerse işlesin korku ve ümid arasında olmalı, rabbinden yüz çevirmemelidir "Ey günâhta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; muhakkak ki Allah bütün günâhları bağışlar Şüphe yok ki O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir" (ez-Zümer, 39/53) " Fakat azabımın da pek acıklı bir azap olduğunu kullarıma haber ver" (el-Hicr, IS/50)
Mu'tezile* büyük günâh işleyenin mümin olmaktan çıkacağını, iman ile küfür arasında (el-Menzile beyne'l-Menziteteyn*) kalacağını; tövbe etmeden ölürse ebediyyen cehennemden çıkmayacağını iddia eder Hâricîler * daha da ileri giderek küçük günâh işleyen müminleri* de küfür ile suçlamıştır Mu'tezile Kur'an-ı Kerîm'deki "Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası cehennemde uzun süre (hâliden) kalmaktır" (en-Nisâ, 4/33) ayetini delil gösterir Ancak Arab dilinde "Hâliden" kelimesi ebediyet anlamını ifade ettiği gibi, uzun müddet manasını da ifade eder Bu ayette geçen "hâliden"in uzun müddet anlamına geldiği, yukarıda zikredilen ayetteki (ez-Zümer, 39/53) anlam ile desteklenmiştir
Bir mümin, kalbinde tasdik, dilinde ikrar olduğu halde günâh işler veya farzları yerine getirmede gevşeklik gösterir, fakat bu günâhların karşılığında cezayı da hak ettiğine inanıyorsa bu kişi günâhkâr mümindir Allahu Teâlâ'nın böyle bir insanı küfürle vasıflaması, mecâzîdir Yani nimeti inkâr, nankörlük manasındadır Bir müslüman günâhı helâl kabul eder veya yapmadığı farzı inkâr ederse gerçek anlamıyla kâfir olur
İslâm'ın esasları ile hükmetmemek büyük bir günâhtır Eğer İslâm'ın devrini bitirdiği, çağımızda gereksiz olduğu inancı ile İslâm'ın hükümleri uygulanmıyorsa bu küfürdür İman-küfür meseleleri ve müminlerin tekfir edilmesi müstakil eserlere de konu olmuştur Sâlim el Behensavî'nin "el-Hükmü ve Kâdıyyetü Tekfiril-Müslim" adlı eseri bunlardan biridir
Sağır (küçük günâhlar): Dünyada cezayı, ahirette de azabı gerektirmeyen küçük suçlardır Devamlı işlendiğinde küçük günâh küçük olmaktan çıkar Tövbe edilip mağfiret istendiğinde inşaallah affedilir Âlimler "Günâhın küçüklüğüne büyüklüğüne bakma, kime karşı suç işlediğine bak" demişlerdir Allah'ı tanımaya, kulluğa engel olan, Allah ile kulun arasına perde olan herşey günâhtır
Günâhlardan sakınmak, farzları yapmaktan önce gelir Önce kalp günâhlardan temizlenir, sonra farzları yapmakla süslenir Günâhlar ve haramlar dinî duyguyu helâl helâk eder, zehirler Ancak bu zehirler görünürde bal gibidir; tatlı gelebilir fakat insanın manevî duygularını öldürür
Unutulmamalıdır ki her nimet külfet karşılığıdır Cennet ve Cemâlullah'ı isteyenler nefse tatlı gelen günâhlara girmemek için birtakım külfet ve zorluklara katlanmak ve Allah'a sığınmak zorundadır Müminler ihsân sırrı ile Rabblerine kendilerini görüyormuş gibi kulluk ederler Sol omuzlarında günâhlarını yazan bir meleğin olduğunun şuuru içinde hareket ederler
Güç yettiğince günâhlardan sakınıldığında Allah küçük günâhları affedecektir "Eğer size yasaklanmış şeylerin büyüklerinden kaçınırsanız, geri kalan günâhlarınızı diler ve sizi nimet ve ikramlarımızla dolu olan cennete koyarız" (en-Nisâ, 4/31), "O kimseler ki ufak tefek kusurlar hariç, günâhın büyüklerinden ve çirkin söz ve davranışlardan kaçınırlar Şüphesiz ki Rabbinin bağışlaması geniştir" (en-Necm, 53/32)
Allahu Teâlâ mümin kulların günâhlarını yaptıkları bazı ameller veya söyledikleri birtakım söz ve dualar sebebiyle affeder, günâhlarına keffaret eder Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Denizin köpükleri kadar günâhı olsa da Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber, velâ havle velâ kuvvete illâ billâh' diyen yeryüzündeki her insanın günâhına bu söz keffaret olur" (Tirmizî, Vitr, 15) "Hiçbir kul yoktur ki bir günâh yapsın ve kalkıp güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılarak bu günâhdan mağfiret dilesin de, Allah onu affetmesin (Ahmed b Hanbel, I, 10)
Peygamberler mâsumdur, günâh işlemezler Ancak, "zelle" denilen, peygamberlik makamı için kusur kabul edilen amelleri vardır Ehl-i sünnet şefaat, hesap, mizân, sırat, havz, cennet, cehennem, kabir azabı ve münker-nekir sorgusunu hak ve dinin esası kabul etmiştir
Günah ve İsyanın Sonuçları:
- İlimden yoksun kalmak: Zira, ilim, günahkâra verilmez
- Rızkın kesilmesi: Günâhkârın rızkı harama gider, Allah'ın bereket ve ihsanı kalkar
- Kalp ve ruhun bozulması: Fıtrata uygun hal bozulur, hissizlik, vicdansızlık, korkusuzlukla tövbeden uzaklaşır İç dünya kararır, kalp paslanır, haya duygusu ve ahlâk kalkar
- İnsanlardan uzaklaşma: Nefsi ve en yakınlarıyla, toplumla yabancılaşan günâhkâr yalnız kalmaya mahkum olur
- Her günâh iz bırakır: Günâhların sonucu vücud, akıl ve diğer organlarda bir kötülük doğurur Her günâh bir başka günâha yol açar
- Her günâh, İslâm dışı gelmiş geçmiş bütün çirkin ulusların mirasıdır Kibirlenmek Firavun'un; eşcinsellik Lût kavminin mirasıdır
- Günâh ve isyân, Allah'ın azabının hak olmasına yol açar Bela ve musibet gelir Günâhın geçmişe, şimdiye ve gelecek kuşaklara zararı dokunur
- Günâhkârlar, meleklerin tövbe ve istiğfarlarından, Hz Peygamber (sas)'in şefaatinden mahrum kalırlar Günâhlar insanların imanını zayıflatır
Günah hakkında Hz Peygamber (sas)'in buyurduğu bazı Hadîs-i şerifler:
Zulüm üç türlüdür: Bir zulüm var ki Allah onu affetmez Bir zulüm var ki Allah onu affeder Bir zulüm var ki Allah onun mutlaka hesabını sorar: Allah'ın affetmediği zulm şirk'tir Çünkü O, "Şirk büyük zulümdür" (Lokman, 31/13) buyurmuştur Allah'ın affedeceği zulüm ise kulların kendi nefislerine zulmüdür Rableri ile kendileri arasındaki işlerde yaptıkları hatalardır Allah'ın hiç bırakmayıp mutlaka hesap soracağı zulüm de kulların birbirlerine karşı haksızlıklarıdır Allah bunların hesabını sorar ve yapılan haksızlıkları cezalandırır
Yüce Allah: " Ey kulum sen bana kulluk etmedin ama benden umut istedin Ben de sende olanları bağışladım Ey kulum, dünya kadar günâhla gelsen, bana şirk kaşmamışsan, ben de seni dünya kadar mağriretle karşılarım " buyurur
Kula erişen bir musibet, büyük-küçük bir felâket hep kendi günâhı yüzündendir Allah ın affettikleri de pek çoktur
Canımı kudret elinde bulunduran Allah'a andolsun ki, mümine erişen hiçbir tasa, üzüntü, sıkıntı, hatta vücuduna batan hiçbir diken yoktur ki Allah onunla o kimsenin günahlarını affetmesin
Her duyduğunu söylemesi kişiye günâh olarak yeter
Kim bir müslüman kardeşine şefaat eder de şefaat ettiği kimse kendisine bu yüzden bir hediye verir ve o da bunu kabul ederse büyük günâh kapılarından birine gelmiş olur
Hiç bir günâhkâr, diğerinin yükünü çekmez
Allah, canı boğazına gelmemiş olan kulun tövbesini kabul eder
Farz namazı, abdest, huşû ve rükûu'nu tam olarak yapan hiç bir müslüman yoktur ki -büyük günâh işlemedikçe- namazı önceki günâhlara keffâret olmasın
İnsanlar bir münker görüp de onu değiştirmezlerse Allah'ın onlara umumî bir ceza vermesi yakındır
Başkalarının işlediği günâhlar yüzünden bizi de helâk etme Allah'ım! Şu yedi helâk edici şeyden sakınınız: Şirk, büyü, adam öldürmek, faiz, yetim malı yemek, cihaddan kaçmak, masum kadınlara zina iftirasında bulunmak
Kim Ramazan'da inanarak, hak rızası için oruç tutsa geçmiş günâhları affedilir Rüşvet alana da verene de lânet olsun Helâl belli, haram bellidir ve sen sana şüpheli geleni bırak Zina ve fuhuş bir toplumda yaygın hâle gelirse, Allah önceki nesillerde bulunmayan hastalıkları onlara bela olarak verir Bir millet eksik tartar ve eksik ölçerse zulüm, açlık ve yoklukla cezalandırırlar Bir milletin yöneticileri yüce Allah'ın indirdiği hüküm ile hükmetmezse Allah onların birliğini dağıtır Kul, yaptığı isyan ve işlediği günâh dolayısıyla rızkından mahrum kalır
Hesaba çekilmeden, kendini hesaba çek Başınıza gelecekleri bilseydiniz az güler çok ağlardınız Yaptığın bir kötülük seni üzüyorsa sen müminsin Ey kalpleri evirip çeviren Rabbim, kalbimi senin dinin üzere sabit ve sürekli kıl" (İbn Kesîr, I, 508, 528: Buhârî, Libâs, 24, Tıb, l, Savm, 1-15, Ahkam, 9, Buyû', 2, 3; Müslim, Birr, 45 vd; iman,143,144,145,153,154, Mukaddime, 5; Ebû Davûd Buyû, 82; Tirmizî, Tefsir, 44; Daavât, 90, 99; İbn Mâce Ahkâm, 2; Mâlik, Muvatta ; Hudûd, 2,' Ahmed b Hanbel, II, 164, 248; V, 154, 190, 194)



Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #177
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




GURRE

Aklık, parlaklık; atın alnındaki beyazlık; akıtma, kamerî ayların ilk gecesi ve günü Çoğulu gurer'dir Bir terim olarak ana karnındaki cenînin * suç işleme yoluyla düşmesine sebep olan kimsenin ödeyeceği tazminat demektir
İslâm'da insanın mal, can, ırz dokunulmazlığı gibi temel hakları vardır Yaşama hakkı en başta gelir Bu yüzden çocuk ana karnına düştüğü andan itibaren koruma altına alınmış, ona zarar verene bazı dünyevî veya uhrevî cezalar konulmuştur Bir kimse ana, baba veya bunlardan başkası olsun hâmile bir kadının karnına veya sırtına veya yanlarına yahut başına yahut uzuvlarından bir uzvuna vurduğu veya onu dövmek, öldürmek, azarlamakla korkuttuğu zaman, kadın çocuğunu düşürürse iki durum akla gelir: Çocuk ya ölü yahut diri olarak düşmüştür
Cenîn, annesinden ölü olarak ayrıldığı zaman düşmesine sebep olanın cezası cenînin diyetidir Cenînin diyeti ise erkek olsun dişi olsun, suç kasden veya hata yolu ile işlenmiş bulunsun; gurredir Gurrenin miktarı beş deve yani diyetin yirmide biri veya buna denk olan nakit para olup, bu da Hanefîlere göre 50 dinar (200 gr altın para) veya 500 dirhem (1400 gr gümüş para)dır Diğer çoğunluk hukukçulara göre ise, 600 dirhem (1680 gr gümüş)dür (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 325; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 799; İbn Rüşd Bidâyetü'l-Müctehid, II, 407)
Ebû Hüreyre'den, şöyle dediği nakledilmiştir: "Hüzeyl kabîlesinden iki kadın kavga ettiler Bunlardan birisi diğerine bir taş attı, karnındaki cenîni öldürdü Allah Resulu'nun önünde mahkemeleştiler Hz Peygamber kadının akilesinin cenînin diyeti olan gurreyi ödemesine hükmetti" (Müslim, Kasâme, 36; Buhârî, Tıb, 468, Ebû Dâvûd, Diyât, 19; Nesâî, Kasâme, 39; Ahmed b Hanbel, II-274, 535; ed-Dârimî, Diyât, 21)
Cenînin düşmesine kasden sebep olan suçlunun gurreyi kendi malından ödemesi gerekir Cinsi altın veya gümüşten olur Kastı yalnız Mâlikiler mümkün görür Hata yoluyla öldürmede, suçlunun diyetinin üçte bir ve daha fazla olması hâlinde ise gurre âkıleye aittir
İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre bu konudaki suç, hata veya "şibh amd" (kaste benzer) yoluyla işlenebilir ve diyeti âkile yüklenir Burada cumhûra göre suçlu âkileden biridir Hanefîlere göre anne, cenîni ilaçla veya bazı fiillerle kocasının izni olmaksızın düşürdüğü zaman gurreyi âkilenin tazmin etmesi gerekir Eğer koca, cenîni düşürmek için izin vermiş olur veya kadının kasdı bulunmazsa, haddi tecavüz olmadığı için gurre gerekmez (İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 716; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, VI, 364) Gurre cezası bir yılda, diyet üç yılda; zimmînin diyeti gibi, müslümanın diyetinin üçte bir miktarındaki diyet ise bir yılda ödenir
Dört mezheb imamı da gurrenin asabe ve ashab-ı ferâiz kabîlinden cenînin hısımlarına miras hisselerine göre paylaştırılacağı konusunda görüş birliği etmişlerdir Ancak suçlu baba olursa gurreden bir pay alamaz Çünkü haksız olarak öldüren durumundadır Kâtil ise öldürdüğü kimseden miras alamaz (Ebû Dâvûd, Diyât, 18; Tirmizî, Ferâiz, 17; Ahmed b Hanbel, I, 49)
Hanefîlere göre burada yaratılışı tamamlanmış cenîn ölü olarak düştüğü zaman suçluya keffâret gerekmez; ancak, kendi isteği ile Allah'a yaklaşmak için gücünün yettiği ölçüde hayır yapıp Allah'a istiğfâr etmesi uygun görülmüştür (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, VII, 326, İbn Âbidîn, Reddû'l-Muhtâr, V 418)
Cenîn ana karnından diri olarak ayrıldıktan sonra, suç sayılan fiil sebebiyle ölse, Hanefilere göre bu fiil kasten yapılmış kabul edilmez; "Şibh-i amd" (kasta bemer) veya hata yoluyla işlenmiş sayılır Çünkü kasta kadar, cenînin meydana gelmesi ve yaşaması gerçekleşmez Bu yüzden tam diyet cezası gerekir ve suçlu, diyetten bir paya vâris olamaz Hanefiler bu durumda ayrıca keffâret cezasını gerekli görürler Cenîn ikiz, üçüz olursa diyet de buna göre katlanır Anne, vurmadan dolayı cenînin ölümünden sonra ölse yahut cenîn, annenin ölümünden sonra diri olarak çıkıp sonra ölse, suçluya iki diyet gerekir Birisi anne, diğeri cenîn için Cenîn annenin ölümünden sonra ölü olarak çıkarsa suçluya yalnız annenin diyeti gerekir; Cenîn için birşey gerekmez, sadece ta'zir cezası uygulanır Çünkü suçun, cenînin ölümü veya düşmesine yol açtığını gösteren kesin bir delil yoktur Üstelik cenînin, annenin ölümü sebebiyle ölmesi muhtemeldir Bu taktirde cenîn annenin bir uzvu mesâbesinde sayılır (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, VII, 326, VIII, 326; İbn Abi, dîn, Reddü'l-Muhtâr, V, 417; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 811 İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 408)
Hanefilere göre, gayr-i müslim kadının çocuğu için de gurre cezası uygulanır Çünkü kâfirin diyeti müslümanın diyeti gibidir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #178
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




GURUR-GURURLU

Büyüklenme, kibir, ucub Hakkı çiğneyen, insanları küçük gören, kişinin hâli Kendini yüksek ve değerli tutan Kendini başkalarından üstün; başkasını ise aşağı görme hastalığı
Övünme, şeref anlamlarında da kullanılır
Kibir, kişinin kendisinde bulunan ilim, mevkî ve doğruluk gibi hususiyetleri başkasından üstün görmesidir Bu, Allah'ın kızgınlığına, insanların hoşnutsuzluğuna sebep olduğu için sahibini felâkete götüren bir hastalıktır (et-Tâc, V, 31)
İnsan ruhunun arındırılması gereken kötülüklerden biri olan kibir, Râğıbu'l-İsfahânî'ye (Ö 503/1109) göre, "Kendini beğenen insanın, bu isteğini nefsine tahsis ederek, kendini başkalarından daha büyük görmesidir" (Rağıbu'l-Isfahânî, el-Müfredât, s 421) Kibir, tekebbür ve istikbâr birbirine yakın manada kullanılmışlardır
İmam Birgivî (Ö 981/1573) kibir için, "Kalbin hastalıklarındandır; kendini yüksekte görerek, karşısındakinin üstünde saymaktır; zıddı zaaftır" (Birgivî, et-Tarîkatü'l-Muhammediyye, s 68 vd) demiş, bazı ayet-i kerîmelerle kibri tanıtmaya çalışmıştır Kur'an-ı Kerîm, kibiri, kibirden türeyen davranışları açıklamış, kibir ve örneklerini teşhir ederek zararlarını belirtmiş, ondan kaçınmanın ahlâkî bir zaruret olduğunu ortaya koymuştur:
"Meleklere, Âdem'e secde edin' demiştik İblis müstesna hepsi secde ettiler O kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu" (el-Bakara, 2/34)
"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden yüz çevirteceğim Onlar bütün ayetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler (el-A'râf, 7/146)
"Allah büyüklük taslayanları sevmez" (en-Nahl, 16/23)
Kibir, önce kişinin inanç dünyasına tesir ederek, hak ve doğruya inanmasına engel olur, Allah'ın birliğine, peygamberlere ve âhiret gününe inanmayanların inançsızlığa kibir yüzünden sürüklendikleri anlaşılmaktadır (en-Nahl,16/22; es-Sâffât, 37/35; el-Bakara, 2/87; el-A'râf, 7/75-76, 88; Nûh, 71/7; Yunus, 10/75; el-Mü'minûn, 23/27, 46-47)
Kibir, ferdin Allah'a kul olma ve ona itaat etme görevini engelleyen davranış olduğu için Kur'an bunun neticesine şöyle işaret eder:
"Kim, Allah'a kulluktan, O'na ibadetten çekinir ve büyüklenirse, bilsin ki, (Allah) kıyamette herkesi huzurunda toplayacaktır" (en-Nisâ, 4/172)
Çünkü Allah, zatına dua ve ibadet edilmesini istemekte; büyüklenerek kaçınanların, "küçülmüş kimseler olarak" cehenneme gireceklerini (el-Mü'minûn, 40/60) haber vermektedir Buna karşılık Allah'a ibadette büyüklük göstermeyen melekler övülerek, insanlar da bu harekete teşvik edilmektedir (el-A'râf, 7/206; el-Enbiyâ, 21 / 19)
Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah şöyle buyurdu: "Büyüklük ve azamet örtümdür Bu bakımdan bunlardan biriyle kim bana nizaa kalkışırsa, onu ateşe atarım " (Ebû Dâvûd Libâs, 25; İbn Mâce, Zühd, 16; Ahmed b Hanbel, II, 248)
Allah'ın Resulu (sas) yüce mertebesinde tevâzu * yönünden insanların en ileride olanıydı Abdullah İbn Amr der ki: Resulullah'ın, kızıl bir devenin sırtında cemrelere taş attığını, önünde herhangi bir kimsenin dövülüp kovulduğunu ve "yol açınız, yol açınız" denildiğini görmedim Resulullah (sas) hastalan ziyaret eder, cenazelerin arkasında gider, kölelerin davetine icabet ederdi Ayakkabılarım bizzat pençeler, elbisesini yamalar, aile efrâdıyla beraber evinde onların ihtiyaçlarına koşardı
Bir gün huzur-u saadetine bir adamcağız getirildi Adam Resulullah'ın heybetinden tir-tir titremeye başladı Efendimiz (sas) o adama:
"Canını sıkma! Ben padişah değilim Ben ancak Kureyş soyundan gelen ve kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum" diyerek o kişiyi teskin etti
işe vâlidemiz (ranha), "Ey Allah'ın Resulu, Allah benim canımı sana feda etsin: Yaslanarak ye; çünkü yaslanarak yersen senin için daha kolay olur" deyince, bu ısrarına bir karşılık olarak Resulullah, alnı yere değercesine mübârek başını eğdi ve sonra şöyle dedi:
"Hayır, ben kölenin yediği gibi yer ve kölenin oturduğu gibi otururum"
Büyüklenme üç kısımdır:
a) Cehâlet ve azgınlıktan ötürü bazı kulların kendilerini Allah'tan büyük görmeleri;
b) Peygamber'e karşı, O'nun buyruklarını küçümsemek, O'nu alelâde biri olarak görmek, prensiplerini hafife almak;
c) Etrafında bulunan insanları küçük görüp, kendini büyük görmek
İnsan ruhunu çeşitli tezahürleriyle körelten zararlarına Kur'an-ı Kerîm'in genişçe bir açıdan baktığı kibir, maddî hayatta zararın ve kaybın sebebidir Kibir örneklerinde gördüğümüz gibi büyüklenenler henüz dünyada iken, hareketlerinin cezasını çekerek helâk olmuşlardır Büyüklenme ve çoğunluğa güvenmenin özellikle savaşta acı sonucuna dikkati çeken Kur'an, Huneyn muharebesindeki durumu şöyle anlatmaktadır: "O vakit, Huneyn'de çokluğunuz size güven vermişti de, bir faydası olmamıştı"(et-Tevbe, 9/25) Şu da var ki ilâhî yardım inananların imdadına yetişti ve Huneyn'de küffâra karşı galip geldiler
Büyüklenmenin manevî zarar ve kötülükleri, ceza ve azap şeklinde tecelli edecektir
Şüphesiz kibirlenme insanlığı yokluğa iter Onun giderilmesi gerekir; fakat bu kuru temenni ile değil, manevî ilâçla ve kibir ağacını kalpten söküp atacak vasıtaları kullanmakla mümkündür Bu da iki şekilde olur:
a) Asıl ilaç; ilim ve ameldir Şifa, bu ikisinin birleşmesiyledir İlim, kişinin kendisini ve Allah'ını bilmesidir Kibrin giderilmesi için bu yeterlidir Kişi bildiği zaman bu var olan kâinat içindeki payını; Allah'ını bildiği zaman kibrin ve azametin onun hakkı olduğunu anlar Kur'an-ı Kerîm bu hususta dikkati çekiyor:
"Canı çıksın insanın, o ne nankördür! Allah onu neden yaratmış? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek, ona şekil vermiş, sonra tutacağı yolu kolaylaştırmıştır Sonra onu öldürür ve kabre koyar" (Abese, 80/ 17: 22)
b) Nesep, güzellik, mal, ilim vb gibi büyüklenmeye iten sebeplerin gelip-geçici olduğunu düşünerek kendisini bu belâdan kurtarmaya çalışmak
Allahu Teâlâ bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:
"Însanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez Yürüyüşünde tabiî ol, sesini de alçalt " (Lokman, 31/18) Hulâsâ; gurur ve kibir sâlih ve muttaki bir müslümanda bulunmaması gereken; tevhid ehline yakışmayan en kötü huylardandır (Ayrıca bk Kibir)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #179
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




GUSÜL (Boy Abdesti)

Tepeden tırnağa kadar vücudun her tarafını hiçbir yer kuru kalmayacak şekilde yıkamak
Fiil kökünden isim olan gusl, sözlükte; yıkanmak ve temizlenmek manasına gelir "Gasele" fiili de, kirin suyla giderilmesi ve temizlenmesini ifade eder
Erginlik çağına gelmiş her müslüman erkeğin ve kadının şu durumlarda boy abdesti alması gerekir
1) Cünüplük; yani cinsî münasebet, ihtilam ve ne şekilde olursa olsun meninin (sperm) şehvetle vücut dışına çıkması
2) Hayız (kadının âdet görmesi) ve nifâs (lohusalık) hâlinin sona ermesi
Bu hallerde gusletmek farzdır Bazı durumlarda da gusletmek, sünnet veya müstehabdır Meselâ; Hac ve Umre yapmak maksadıyla Mekke ve Medine'ye girmeden önce, hac mevsiminde Mina ve Müzdelife'de bulunmadan önce; yağmur duasından önce; herhangi bir hayırlı iş için müslümanlarla bir araya gelmeden ve mübarek gecelerde gusletmek sünnet ve müstehabdır '
Namaz için alınan abdest "küçük abdest" kabul edilerek, gusle "büyük abdest" veya "boy abdesti" adı verilmektedir
Guslün farzları üçtür
I) Ağza su alıp boğaza kadar çalkalamak 2) Buruna su çekmek ve yıkamak 3) Tepeden tırnağa bütün vücudu yıkamak
Vücut yıkanırken en ufak bir yerin kuru kalmamasına dikkat edilmelidir Aksi taktirde gusül yerine gelmemiş olur Onun için kulaklar, göbek çukuru, saç, sakal ve bıyıkların dipleri iyice yıkanır
Guslün sünnetlerine gelince: 1) Gusle besmele ve niyet ile başlamak 2) Avret yerini yıkamak ve bedenin herhangi bir yerinde pislik varsa onu temizlemek 3) Gusülden evvel abdest almak 4) Abdestten sonra, önce üç defa başa, sonra üç defa sağ, üç defa da sol omuza su dökerek her defasında bedeni iyice oğuşturmak 5) Guslederken çok fazla veya çok az su kullanmaktan kaçınmak 6) Kimsenin göremeyeceği bir yerde yıkanmak 7) Tenha bir yerde yıkanılsa bile, avret yerini açmamak 8) Guslederken konuşmamak 9) Gusl bitince bedeni bir havlu ile kurutmak 10) Gusulden sonra çabucak giyinmektir
Guslün adabı aynen abdest adabı gibidir
Gusletmek isteyen kimse önce besmele çekerek gusle niyet eder Ellerini bileklerine kadar yıkar ve üzerinde yapışıp kurumuş bir şey varsa onları temizler Sonra herhangi bir pislik olmasa bile avret yerlerini ve uyluklarını yıkar Sonra sağ avucu ile ağzına bolca su alarak iyice çalkalar; bunu üç defa tekrar eder; oruçlu değilse suyun boğazına ulaşmasını sağlar Sonra yine sağ eli ile burnuna üç defa su çekerek iyice temizler Bundan sonra namaz abdesti gibi bir abdest alır Şayet yıkandığı yere su toplanıyorsa, ayaklan, abdest alırken değil gusülden çıkarken yıkar Abdest aldıktan sonra, önce başına, sonra sırayla sağ ve sol omuzlarına üçer defa su döker Her defasında vücudun her tarafını iyice oğuşturur Hiçbir yerinin kuru kalmaması için dikkat eder Bunun için saçlarının, sakallarının diplerine, göbeğinin içine suyun ulaşmasını sağlar Eğer vücudunun bir yerinde, herhangi bir yaradan dolayı ilaç veya sargı varsa ve fazla su bunlara zarar verecekse, bunların üzerinden suyu hafifçe geçirmekle yetinir; bu da zarar verirse sadece eliyle üzerini mesheder
Cünüb bir kimsenin veya hayız ve nifâs hâlindeki bir kadının bu durumdayken yapması haram olan hususlar, şunlardır:
Namaz kılmak; Kur'an niyetiyle Kur'an'dan bir parça okumak (ancak dua niyetiyle okumak caizdir Ayrıca Kur'an ayetlerini çocuklara kelime kelime öğretmek, Kelime-i Şehâdet getirmek, tesbih ve tekbirde bulunmakta da sakınca yoktur); Kur'an-ı Kerîm'e ve onun en ufak bir parçasına dokunmak ya da tutmak (fakat bitişik olmayan bir kılıf veya kutu içerisinde ise tutmak caizdir); Kâbe-i Muazzamayı tavaf etmek ve zaruret olmadığı halde bir mescide girmek ve içinden geçmek; Üzerinde ayet yazılı olan bir levhayı veya buna benzer birşeyi tutmak
Guslü gerektirmeyen hallere gelince;
Henüz şehvet duygusu oluşmamış ve bulûğa ermemiş çocuğun cinsî yakınlaşmada bulunması Tenâsül uzvundan şehvetle açık bir sıvı hâlinde meni akması Cinsî bir şehvet duyulmasına rağmen meninin dışarıya çıkmaması Şehvetten, başka bir şeyden (hastalık, heyecan vs) dolayı meninin akması, kızın bekâretini gidermeyen cinsî bir yakınlaşma (çünkü kızlık zarı haşefenin sünnet yerine kadar girişini engeller) Bu gibi durumlarda gusül farz değildir
Gusletmeleri farz olanların, gusülsüz olarak yapmaları caiz olan hususlar da şunlardır:
Zikretmek; tesbih etmek; salât ve selâm getirmek; Kur'an ayetlerini kelime kelime öğretmek; dua maksadıyla Kur'an'dan ayetler okumak: Kelime-i şehâdet getirmek; Kur'an'a bakmak; bitişik olmayan bir kap içerisinde bulunan mushafa dokunmak; uyumak (Cünübün abdest aldıktan sonra uyuması daha iyidir) Cünüp iken yemek yeneceği veya içileceği zaman elleri yıkamak ve ağzı çalkalamak gerekir Bunların yanısıra, Ramazan'da cünüp olarak sabahlayan kimse veya gündüz uyuyarak ihtilam olan kimsenin orucu bozulmaz
Cünüb olan kimsenin ise;
Dinî kitaplardan herhangi birini elle tutması ve okuması; elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi ve eliyle tutmadığı bir kağıda Kur'an ayetleri yazması mekruhtur
Gusl, Allah'u Teâlâ'nın müslümanlar için emrettiği en önemli maddî-manevî temizlik biçimidir Cenâb-ı Hak, "Eğer cünüb iseniz yıkanıp temizlenin" (el-Mâide, 5/6) buyurmaktadır Bu yıkanmanın şeklini de Hz Peygamber (sas) kendi tatbikatıyla bize öğretmiştir Guslün daha çok manevî bir temizleme aracı olduğu unutulmamalıdır Çünkü vücudumuzun herhangi bir yerinde görünür bir pislik veya kir-pas olmasa bile cünüb olan kimsenin ibadetlerini yerine getirebilmesi için mutlaka gusletmesi gerekir Ayrıca gerekli şartları yerine getirilmeyen yıkanma, ne kadar itinalı yapılırsa yapılsın guslün yerine geçmez ve bununla cünüblükten kurtulmak mümkün olmaz Cünüb olan kimse ilk fırsatta gusletmeye çalışmalıdır Bu durumda ancak, içinde bulunduğu namaz vaktinin çıkmasına kadar müsaade vardır; daha fazla geciktirnıesi günâh kazanmasına sebep olur
Guslün vücud için faydalarına işaret eden doktorlar bu hususta şunları söylemektedir: İnsanın başına gusletmesi gerektiren bir hal gelince bütün damarlarda büyük bir sarsıntı olur Vücutta bir yorgunluk ve gevşeklik meydana gelir Bu yorgunluk ve sarsıntıyı gidermek için vücudun her tarafını yıkamak lâzımdır Demek ki; guslü gerektiren hallerde sadece bazı organlar değil, vücudun tamamı yıkanma ihtiyacı hissetmektedir Çünkü gerek cünüblükte, gerekse hayız ve nifâs hâlinde, başta kalp olmak üzere bütün organlar ve kan dolaşımı, yorgunluklarını, ancak güzel bir boy abdesti ile tertemiz bir zindeliğe terkedeceklerdir Allah'ın her emrinde olduğu gibi gusül abdestinde de bizim bildiğimiz ve bilemediğimiz daha birçok hikmet ve faydalar bulunmaktadır


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #180
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




GÜZEL KOKU

Peygamberimiz bir hadîsinde "Bana kadın ve güzel koku sevdirildi Gözümün nuru da namazdır" buyururlar
Bu hadis, Peygamberimizin güzel ve iyi olan şeye sevgisini dile getiriyor Peygamberimiz, güzel kokuyu namazla birlikte anmıştır Böylece, güzel kokunun değerini ve yerini belirtmiştir
Aşağıdaki hadislerden de anlaşılacağı üzere Peygamberimiz, güzel kokuyu reddetmediği gibi, saçına ve sakalına koku sürülmesine de itiraz etmezdi
Enes İbn Mâlik; "Hz Peygamber (sas) hoş kokuyu reddetmezdi" (Buhârî Libâs) buyuruyor
Azre İbn Sâbit de, "Bir kere Enes İbn Mâlik'in torunu ve Basra kadısı Sümame İbn Abdullah'ın huzuruna gitmiştim, Sümame bana güzel bir koku uzattı da şöyle dedi "Alınız, dedem Enes İbn Mâlik güzel koku hediye edilince reddetmezdi Allah Resulu'nun de güzel kokuyu reddetmemek itiyadında olduğunu söylerdi'
Rebîatü'r-Re'y, Enes İbn Mâlik'e soruyor: "Allah Rasülü saçını boyadı mı? Bu gördüğüm saç kırmızıdır"
Enes İbn Mâlik de "Hayır boyamadı O kırmızılık saçına sürdüğü kokudandır" buyurmuştur
Yine Enes İbn Mâlik, Ömer İbn Abdülaziz'in sorusunu da, "Allah Resulu saçına koku sürmek itiyadında idi Ondan kızarmıştır" cevabını verdi
Hz Âişe de "Ben Allah Resulu'nu hoşlandığı en güzel koku ile kokutacağım, hatta çaldığım koku onun başında ve sakalında parlayıp şakıdığım görünceye kadar devam ederdim" buyurmaktadır
Bu hadisten anlaşıldığı kadarıyla Peygamberimiz kokuyu saç ve sakalına sürerdi Yüzüne ve başka yerlere sürdüğü hakkında bir rivayet yoktur
Hz Âişe başka bir hadiste de, "Veda Haccı'nda, ben Allah Resulu'nu ihramdan çıktığında ve ihramlanmak istediğinde tutya (denilen güzel koku)yla kokulardım" buyurmuştur
Ebû Saîd el-Hudr? de şöyle demiştir: "Allah Resulu'nun "her baliğ olan kimseye cuma günü gusletmek, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek vacibdir' dediğine şeha3det ederim"

GÜZEL SÖZ

Âlemde en üstün vasıflarla yaratılan varlık; insandır Sahip olduğu bu üstün meziyetler, insana diğer varlıklara verilmeyen yükümlülükleri de yüklemiştir Akıl, anlama kabiliyeti, işitme, görme, konuşma gibi üstün meziyetlerden insan "hesaba çekilecektir "kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur" (el-İsrâ, 17/35) Her eşyanın var oluşunun bir maksat ve gayesi olduğu gibi insan ve onun uzuvlarının da yaratılışlarının birtakım gayeleri vardır Eşya, ancak gayesine göre kullanıldığı takdirde gerçek değerini bulur
Konuşma kabiliyeti insanlar için verilmiş değerlerin en önemlilerinden biridir Bu kabiliyet ile insan, hemcinsleriyle anlaşma imkanına sahip olur Toplum hâlinde yaşamak mecburiyetinde olan insan, her gün defalarca bu kabiliyetini kullanarak etrafında dost veya düşman halkaları meydana getirir
Hayatımızı ilâhî ölçülere göre sürdürmemizi emreden Yüce Allah, çevremizde dost kazanmamızın sırrını açıklarken şöyle buyurur: "(insanlar) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? İyilikle kötülük bir olmaz (Sen, kötülüğü) en güzel olan şeyle sav; o zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir"(el-Fussilet, 41/33,'34)
İnsanlara karşı iyi muamele ve güzel söz söyleme İslâm'ın prensiplerindendir Firavun'u hak din'e davet için giden Hz Musa ve Harun (as)'a Allah; "O'na yumuşak şöyle, konuşun" (Tâhâ, 20/44) emrini vererek kâfire yapılan tebliğin yumuşak ve güzel söz ile yapılması gereğini ifade etmiştir Sözlerin en güzeli, insanları hakk'a, doğruya, olgunluğa, insanca yaşamaya sevkeden Allah'ın kelâmıdır: "Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer, ikişerli bir kitap halinde indirdi" (ez-Zümrüt, 39/23) Sözlerin en güzeli olan Allah kelâmını ümmetine tebliğ eden Hz peygamber (sas) de birçok hadislerinde, insanlara karşı güzel söz söylemeyi emir ve tavsiye etmiş; bizzat kendisi de hayatı boyunca kaba sözden sakınmış; şahsına hakaret eden insanlara bile; "Allah'ım; onlara hidayet et, çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar" diyerek duada bulunmuş ve rıfk ile muamele etmiştir O'nun bu yüksek ahlâkı, gün gelmiş, düşmanlarının bile sevgi ile etrafında imanla toplanmalarına vesile olmuştu Yahudilerden bir grup Hz Peygamber'e (sas) gelip, güya selâm veriyormuş edasıyla "Essâmu Aleyküm=Ölüm üzerinize olsun" deyince, yanında bulunan Hz Âişe dayanamayarak, "ölüm sizin üzerinize olsun, Allah size lânet etsin, Allah size gazap etsin" diye cevap verince Hz Peygamber (sas), "Yavaş ol Âişe! Yumuşak hareket et; sert hareketten ve çirkin sözden sakın " buyurmuştur Câbir İbn Abdullah, Hz Peygamber (sas)'in "Kötü söz ve harekette bulunanla kendini kötü söz ve hareketlere zorlayanı ve çarşılarda bağırıp çağıranı Allah sevmez" buyurduğunu rivayet eder Müslüman, elinden ve dilinden zarar görülmeyen insandır; başkalarına dil uzatmak, lânet etmek, kötü iş yapmak ve kötü söz söylemek, müslümana yakışmayan hallerdir Müminin en düşük ahlâklısı, kötü sözlü olanıdır İslâm, değil müslümana, kâfirlere bile lânet edilmemesi gerektiğini Peygamber (sas), diliyle yasaklamıştır: "Allah'ın lâneti ile, Allah'ın gazabı ile ve ateş ile lânetleşmeyiniz" (Ebû Dâvûd, Edeb) Ebu Hureyre'nin rivâyetine göre; Peygamber (sas)'den müşriklerin aleyhine Allah'tan dua etmesini isteyen birine Hz Peygamber (sas) "Ben, lânet edici olarak gönderilmedim; ancak rahmet olarak gönderildim" buyurmuştur" (Müslim, Birr, 87) Gerçekte Resulullah, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir (Enbiyâ, 21/107)
Güzel söz; gönül alan, onur kırmayan, hak ve doğruyu gösteren bütün sözlerdir Fertler arasında sevginin, hak ve doğrunun üstün tutulması; nefret ve düşmanlığın giderilmesi, hakka uygun sözlerle mümkün olmaktadır Allah, bir toplumun, diğerini ayıplamamasını, kusurlarını araştırmamasını, aleyhinde iftira ve gıybette bulunmamasını emretmektedir (el-Hucurât, 49/11, 12) Bu konuda Hz Peygamber'den şu hadisler nakledilmektedir:
"Mümin dil uzatıcı değildir, lânet okuyucu değildir, kötü iş yapan değildir, kötü söz söyleyen değildir" (Tirmizî, Kadir, 1978)
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre; Resulullah zamanında iki adam arasında karşılıklı sövme oldu: Bunlardan biri sövdü, diğeri sustu Peygamber (sas) de oturuyordu Sonra diğeri aynı sözü geri çevirdi Bunun üzerine Peygamber (sas) kalktı ve meclisten dışarıya çıktı Hz Peygamber'e "niçin kalktın" diye sorulunca, "Melekler kalktı, ben de onlarla beraber kalktım Bu sövülen, sükût ettiği müddet, melekler buna sövene, sözü geri çeviriyorlardı Ne zaman ki, bu adam, sövenin sözünü geri çevirdi, melekler kalktı, gitti" buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Edeb, II, 572); "Sövülen iki kimsenin söyledikleri sözün günâhı; sövülen hududu aşmadıkça, ilk söze başlayan üzerinedir" (Müslim Birr, 68); "Müslümana sövmek fâsıklıktır" (Nesâî; Tahrimu'd-Dem, 27); "Size, kötü olanlarınızı haber vereyim mi; koğuculukla dolaşıp insanlar arasını bozan ve temiz kimselere ayıp isnad edenlerdir" (İhyâ, Cüz, III, 135) Hz Ali, "Çirkin laf edenle onu yayan, günâh işlemekte eşittir" (Beyhakî, Şuabu'l-İman); İbn Abbas da, Hucurât suresinin 11 ayetini izah ederken "Bir kısmınız bir kısmınıza dil uzatmasın Muhakkak Allah, çirkin söz kaçıranı, kasden çirkin söz söylemeye yelteneni sevmez" demiştir (Edebü'l-Müfred, I, 344)
Yüce Allah sözün en güzelinin,
"Tevhid = Allah'ı birleme" kelimesi olduğunu ifade etmiştir (İbrahim, 14/25; 5-10) Müslümanın her türlü kötü söz ve hareketlerden kaçınması gerektiği gibi, dilini Allah'ı zikir ile ve insanları Allah'a davet ile meşgul etmelidir Güzel sözlerle insanları Hakka çağıran ve kötülüklerden alıkoymaya gayret edeni medh eden Yüce Allah, "İçinizden hayra çağıran, iyiliği buyurup, kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Âl-i İmran, 3/104) buyurmuştur
Hz Peygamber (sas) bütün hayatı boyunca fıtratı ve Allah'ın emri gereği (Hicr,15/88) müminlere karşı şefkat ve merhametle muamele etmiş; huysuzluk, kati yüreklilik ve kaba konuşmaktan sakınmıştır (Âl-i-İmrân, 3/109) Allah'a ve ahiret gününe iman eden ümmetine de, ya hayır söylemesini, ya da susmasını tenbih etmiştir (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 120) Bir kimsenin, diğer bir kimseye "fâsık" veya "kâfir" diye söz atmasını da yasaklayan Hz Peygamber (sas), "O, kimsede bu haller mevcud değilse, bu gibi sözler onu söyleyene döner" (Riyazü's-Sâlihîn, III, 146) demiştir Bir adam şarap içmiş, bunun üzerine de İslâmî ceza ile cezalandırılmıştı Hazır bulunanlardan bazıları suçluya "Allah seni kahretsin, rezil etsin" demişlerdi Söylenen sözleri hoş görmeyen Hz Peygamber;
"Hayır, öyle söylemeyiniz, bu adamın aleyhine şeytana yardım etmeyiniz" (Riyazü's-Sâlihîn, III, 146) buyurarak, suçlu da olsa bir insana kahredici sözler söylemenin doğru olmadığına işaret etmiştir İnanan bir insana, şer olarak, müslüman kardeşine hakaret etmesi kâfidir (Riyazü's-Sâlihîn, III,156) Müslümanlar hakkında kötü zan ifade eden sözlerden de kaçınılmalıdır (el-Hucurât, 4/92) Çünkü zannın kötüsü, sözlerin en çirkini ve en yalanıdır (Riyazü's-Salihin, 3/155)
Sözü işitip en güzeline uymakla mükellef olan müslüman (ez-Zümer, 39/17, 18), hayatta bulunan müslüman kardeşine sövmekten nehyedildiği gibi, müslümanın ölülerine de sövmemekle ve ayıplarını araştırmamakla emrolunmuştur (Riyazü's-Sâlihîn, III, 147)
Allah'ın verdiği ilâhî nimetlere şükretmek, imanının ve İslâm'ının gereğidir Ancak şükür, basit bir "teşekkür" ifadesinden ibaret değildir; müslüman, sözlü teşekkürüne ilâveten bedenî ve malî ibâdetlerle de şükrünü eda edebilmelidir Nimetler, şükrünü eda edemeyeceğimiz kadar çoktur Tövbe ederek bağışlanmamızı arzu eden Yüce Allah, yaptığımız her tür iyilikleri sadaka kabul ederek, bu yolla affımıza vesileler yaratmıştır
Hz Peygamber (sas), "Her iyilik bir sadakadır" (Edebü'l-Müfred, I, 245) buyurmuştur Hadiste geçen ma'ruf kelimesinin manası geniştir Allah'a ibadeti ve O'nun rahmetine yakınlık için söylenen sözlerle yapılan işler, insanlara söz ve işlerle yapılan ihsan ve yardımlar, ma'ruf kelimesi ile ifade edilmiştir
İnsanlar (müslümanlar), iyilik ve takva üzerine birbirleriyle yardımlaşmalıdırlar (el-Mâide, 5/2) İyilik yapma imkânına sahip olmayanlar ise, hiç olmazsa güzel söz ve tatlı 'dil ile din kardeşinin gönlünü hoş tutmalı ve bu yolla da Allah'a şükrünü eda etmelidir Çünkü güzel söz ve tatlı dil, Allah katında bir sadaka kabul edilmiştir Hz Peygamber "Yarım hurma ile olsa dahi ateşten korunmaya çalışınız Bunu da bulamazsanız tatlı sözlerle" buyurmuştur Hadîsin devamında, söylenen güzel bir sözün sadaka hükmüne geçtiğini müjdelemiştir (Riyazü's-Sâlihîn, II, 109)
Eşyanın, yaratılış gayesinin dışında sarfedilmesi, onun değerini düşürür Lisanın (konuşma kabiliyetinin) yaratılış gayesi, hakkı söylemek ve muhataba meramım ifade edebilmektir Sözü yerinde kullanmak onu tesirli kılarken, yerli-yersiz sarfedilen söz de, tesiri azaltır; anlatılmak istenen manayı daha da karmaşık duruma getirdiği gibi o nisbette muhatabı da sıkar Cevâmiu'l-kelim = Veciz söz (az kelime ile çok mana ifade etme) Kur'an ve hadislerin edebî üslûbundan birini teşkil etmektedir
İnanan insan, dinî ve dünyası için, lüzumsuz olan her türlü şeyden yüzçevirir (el-Müminun, 23/3) Lisanı, gereksiz ve boş sözlerle meşgul etmek, insan hakkına tecavüz sayılan gıybet, iftira, dedikodu, yalan sözler, söyleyenin kalbini kararttığı, günâha sevkettiği gibi, dinleyeni de yanlış kararlara, fâhiş hatalara tamiri mümkün olmayacak derecede felâketlere sürükleyebilir
Mümtehine suresinin ilk ayetinde Cenâbı Allah; "Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanlar)ı dostlar edinmeyin (Kendileriyle aranızdaki sevgi yüzünden onlara (Peygamber'in maksadını) ulaştırırsınız (değil mi?)" buyurmaktadır Müfessirler bu âyetin nüzul sesebi hakkında şu hadiseyi naklederler: Hz Peygamber (sas) Mekke'ye karşı sefer hazırlığına girişir Bu, müslümanlarca bilinen bir sırdır Sahâbeden Hâtıb b Ebî Beltaa, Mekke'de küffâr içinde kalan evlâtlarını ve ailesini tehlikeden korumak maksadıyla, Hz Peygamber'in bu hazırlığını, Mekke'ye dönmek üzere olan Sare isimli bir şarkıcı kadına verdiği mektupla bildirmek ister Cebrâil vasıtasıyla durumdan haberdar olan Hz Peygamber (sas), Hz Ali, Talha, Ammâr, Zübeyr ve Ebû Mersed'i göndererek kadından mektubu aldırır Yaptığını itiraf eden Ebû Beltaa, özür dileyerek Hz Peygamber tarafından affedilir Konuşulmaması gereken yerde konuşmak, sırrı ifşa etmek, birçok tehlikeli olayların meydana gelmesine sebep olabilir
Allah, razı olduğu kullarının vasıflarını sıralarken; "Rahman'ın kullan ki yeryüzünde mütevazî olarak yürürler, câhiller kendilerine laf atarsa "selâm" derler" (el-Furkân, 25/63);
"Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve "bizim işlerimiz bize sizin işleriniz size Size selâm olsun; biz câhilleri istemeyiz' derler" (el-Kasas, 28/55) buyurmaktadır Lüzumsuz söz ve sataşmalardan sakınan müminler böylece dövülürken, bunun aksine boş ve lüzumsuz sözlerle meşgul olanlar için de şu ikaz yapılmaktadır: "Însanlardan kimi vardır ki, bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için (masal, hikâye, türkü) gibi eğlence (türünden boş) sözleri satın alırlar İşte onlara, küçük düşürücü bir azap vardır Ona ayetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner Onu, acı bir azap ile müjdele" (Lokman, 31/6, 7) Bazı masal kitaplarını getirip Mekkelilere okuyarak onları eğlendiren, dolayısıyla Kur'ân'ı dinlemelerine engel olan Nadr İbn Haris ve benzerleri hakkında nâzil olan bu ayet, boş lafların hakkı dinlemeye engel olduğunu veciz bir şekilde ifade etmektedir Müddessir suresi 45 ayette de boş söz ve boş davalara dalmanın cehenneme gitme sebebi olduğu belirtilmektedir
Her iş ve sözü imanı ile uygunluk gösteren değerde olan müslüman, ahirette lüzumsuz söz söyleme ve dinlemeden uzaktır: "Orada boş söz değil, yalnız selâm işitirler" (Meryem, 19/62) lüzumsuz söze kulak asmayan müslümanlar, daima hakkı dinler, hakkı söyler ve yalandan sakınırlar (el-Furkan, 25/72, el-Ahzâb, 33/70) Dünyada lüzumsuz söz ve boş davalarla meşgul olanlar, yalan, iftira, dedikodu ile kalplerini karartanlar, ahirette hesaba çekildikleri zaman, dünyada olduğu gibi lüzumsuz ve yalan lakırdılar etmeye başlayınca onların ağızlarına mühür vurulur ve diğer uzuvları aleyhlerinde şahidlik etmeye başlar (Yâsin, 3/65, 41/21)
Lüzumsuz ve faydasız sözlerden kaçınmak, daima hak ve doğruyu konuşmak, müminin prensibidir Önemsenmeden söylenen öyle lüzumsuz söz vardır ki, insanı cehennemin en derin yerine sevkeder (Müslim, Hadis, no: 2988) Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den rivayetine göre Hz Peygamber (sas); "Bir mecliste lüzumsuz sözler konuşan kimse, kalkarken 'Sübhaneke'llahümme ve bi hamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbü ileyke' derse, oradaki hataları bağışlanır" buyurmuştur


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.