Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bütünüyle, tarihi, türk

Bütünüyle Türk Tarihi

Eski 05-07-2007   #1
90burcu
Varsayılan

Bütünüyle Türk Tarihi



Türklerin Ana yurdu
Türklerin Tarih sahnesine ilk çıktıkları bölge, yani Türklerin ana yurdu üzerine çeşitli görüşler vardır Maddî kültür unsurları, dil hususiyetleri ya da tarihî realite bakımından konuyu değerlendiren bilim adamları, Orta Asya'daki çeşitli kültür çevrelerini Türklerin ana yurdu olarak kabul ederler Esas itibariyle, bu yöndeki ilk çalışmalar batılı bilim adamları tarafından ortaya konmuştur Gerçekte XIX yüzyıl sonlarıyla XX yüzyıl başlarında başlatılan araştırmalarla, batı kendi tarihinin köklerini aramaya koyulmuş, fakat neticede, hiç hesaba katmadıkları bir milletin yani Türklerin, kendilerine has kültür ve medeniyetleriyle karşı karşıya gelmişlerdir Bu gerçek karşısında, batılı bilim adamları yoğun çalışmalarda bulunmuşlar ve Türklerin tarih sahnesine çıktıkları yer ve zaman hususunda çeşitli nazariyeler sunmuşlardır J Klaproth (1824), J Von Hammer (1832), W Schott (1836), MA Castren (1856), A Vambery (1885) ve E Oberhummer (1912) gibi ilk âlimler Altaylar ve çevresini Türklerin ana yurdu olarak gösterirken, W Koppers (1937), W Radloff (1891), GJ Ramstedt (1928), LLigeti (1940) ve KH Menges (1968) gibi dilci ve tarihçiler Altaylar'ın doğusu ve Kadırgan Dağlarına kadar olan bölgelerde Türk ana yurdunu aramışlardır ve bu görüşü ünlü Türkolog Barthold da desteklemektedir

J Strzygowsky (1935), O Menghin (1937), İ Zichy gibi sanat ve kültür tarihçileri ise Altaylardan Urallar'a kadar uzanan sahaya sıcak bakmışlardır1 Bu görüşleri değerlendirerek ana yurdun coğrafî sınırlarını tespit etmek mümkündür Ancak araştırmalarda belirtilen ve arkeolojik bulguların yer aldığı daha belirli ve dar bir bölgeyi ana yurt olarak tespit etmek ve kabullenmek hem zor hem de sakıncalıdır Çünkü dinamik ve hareketli bir kavim olan Türkler, en eski devirlerden itibaren geniş bir alana yayılmışlar ve kültürlerini buralara götürmüşlerdir Atı ehlileştirerek âdeta onunla bütünleşen Türkler, konar-göçer yaşantılarını bozkır coğrafyasında hâkim kılmıştır Bu sebeple daha geniş çerçevede düşünülecek olursa, Türklerin ana yurdu Orta Asya bozkırlarıdır, Orta Asya'nın sınırları doğuda Baykal gölünden Batıda Hazar ve Ural dağlarına; kuzeyde Sibirya bozkırlarından güneyde Tanrı dağları ve Gobi çölüne uzanmaktadır Bu coğrafyanın, bütün dünya tarafından kabul edilmiş siyasî adı ise Türkistan'dır Türkistan'da Konar göçer bozkır medeniyetinin MÖ devirlere giden pek çok kültür çevresi yer alır Sovyet İmparatorluğu'nun dağılmasıyla istiklâllerini kazanan Türkistan'daki Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarına ait topraklarda yapılacak incelemeler Türklerin tarih sahnesine çıkışlarına dair yeni belge ve bulguları, elbette ki, gün yüzüne çıkaracaktır Dolayısıyla Türk ana yurdunu Orta Asya'da dar bir bölgeye sıkıştırmak hem tarih ve kültür birliğini muhafaza etmek hem de ilmî gerçekler açısından doğru değildir Nitekim aşağıda gösterilen Türk kültür çevrelerinin zenginliği de buna delâlet eder

Ana yurtta yer alan ilk kültür çevreleri: Arkeolojik kazılar ve araştırmalar Orta Asya medeniyetininMÖ V bine kadar uzandığını göstermektedir Batı Türkistan'da, bugünkü Aşkabat çevresinde yapılan kazılarda, MÖV bine ulaşan yerleşme merkezleri bulunmuştur Anav kültürü olarak bilinen bu medeniyetin kimlere ait olduğu kesinlik kazanmamış ise de Türklerin bu bölgedeki varlıklarının ilk izlerini yansıtabileceği düşünülen ipuçlarını vermesi açısından Anav önemli bir merkezdir

Proto-Türklere ait olduğu hemen hemen aşikar olan ilk kültür çevresi Altay-Sayan dağlarının kuzey batısında yer almaktadır MÖ III bin başlarına ait bu eski kültüre Afanasyevo kültürü denilmektedir Bu kültürün en büyük özelliği Türk sosyal hayatının ilk örneğini yansıtmasıdır Bu kültürde atın ehlileştirildiği ve koyun beslendiği görülmektedir Ayrıca toprak kaplar, bakır ve tunçtan yapılmış çeşitli silâh ve süs eşyaları da bulunmuştur

Bu kültürün devamı olan Andronovo kültürü ise Altaylardan, Ural dağları-Aral gölü çevresine kadar yayılmıştır (MÖ1700-1200) Bu kültürde tunçtan ve altından eşya yapımının geliştiği bilinmektedir Andronovo kültürü özelliklerini yansıtan diğer bir kültür ise Yenisey-İrtiş çevresinde yer alan Karasuk kültürüdür (M Ö1300-800) Tuva ve Abakan bozkırları ile Baykal gölü havzasında bulunan hayvan figürlü kaplar ve silâhlar bu kültürlerde benzerlik gösterir

Karasuk kültürünün en büyük özelliği demirin işlenip, silâh yapımında kullanıldığı ilk kültür olmasıdır Bu kültür çevresinde insanlar keçe çadırlarda yaşayıp, tekerlekli arabalar kullanıyorlardı Minusinsk ve Abakan bölgesinden Altaylara uzanan bölgede Tagar kültürü olarak bilinen ve MÖ700'e tarihlenen buluntularda demir işçiliğinin nadir örnekleri yer almaktaydı Ayrıca MÖ 3yüzyıla ait, Orhun ve Selenga boylarına değin uzanan Pazırık kültürü, binlerce yıllık Türk kültürünün Hun çağına nasıl ulaştığını gösterir Bütün bu buluntular Türk coğrafyasının tabiî sınırlarını tespit etmek açısından da büyük bir öneme sahiptir

Orta Asya'daki Türk kültür çevrelerinde, kurganlarda bulunan bazı eşyalar, Türklerin çok eski zamanlardan beri konar göçer hayata has bir kültür geliştirdiklerini aşikâr kılar Av ve savaş aletleri, demir ve deriden çeşitli eşyalar ve at ile kurt ağırlıklı hayvan figürlü kaplar, bu yaşayışın temel hususiyetlerini bizlere gösterir Nitekim Türklere ait menşe efsaneleri ve Ergenekon Destanı gibi mitolojik olaylarda da bu motifler ön plândadır Dolayısıyla, maddî buluntular ve Türk mitolojisi, Türklerin tarih sahnesine çıktığı yer ve zaman hususunda tamamen uygunluk arz etmektedir

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız bu büyük coğrafyada yaşayan Türk devlet ve topluluklarının varlığı, aynı zamanda onların büyük bir tarihe ve kültüre de sahip olduklarının açık bir delilidir Her ne kadar yaşanılan topraklar çok geniş ve dağınık gibi görünüyorsa da, aslında bütün Türk kavim ve topluluklarını birbirine bağlayan ortak bir tarih ve kültür daima var olmuştur Dolayısıyla, Türk tarihini bir bütünlük içerisinde ele almak ve değerlendirmek şarttır Bu açıdan değerlendirildiğinde kurulan her Türk devleti birbirinin devamından ibarettir Ayrı coğrafya veya zamanda ortaya çıkmış olsalar veya ayrı medeniyet dairesinde yer alsalar bile, Türk tarihinin, anlayışının ve yaşayışının ortak değerlere sahip olduğu unutulmamalıdır

Nitekim Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığı forsunda ifade edilen ortadaki güneş (Türkiye Cumhuriyeti) ve çevresinde halka oluşturan 16 yıldız (tarihte kurulmuş olan Türk devletleri), bu birliği sembolize etmektedir Elbette Türklerin kurduğu devlet sayısı 16 değildir Türkler tarih boyunca irili ufaklı yüzü aşkın devlet kurmuştur Hatta cumhurbaşkanlığı forsunda belirtilen Türk devletlerine ait bazı bayraklar, tarihî kayıtlarda geçen bazı işaretlerden yola çıkılarak çizilmiş, sembolik bayraklardır Ancak asıl önemli olan husus bu devlet ve bayraklarla ifade edilen "tarih ve kültür birliği"nin devletimiz tarafından resmen kabul ve teyit edilmesidir Aşağıda, aralarında 16 Türk devletinin bulunduğu, tarihî silsile içerisine yaşamış ilk Türk devletleri ve toplulukları özetlenmiştir

Burada unutulan önemli bir Türk Devleti ise Şah İsmail tarafından kurulan İran Safavi Devletidir
ASYA HUNLARI

Ana vatan coğrafyası içerisinde kurulan ilk büyük Türk Devleti Hun Devletidir Çin kaynaklarında Hiung-nu diye adlandırılan Hunlar ile ilgili ilk bilgiler MÖ I bin yıllarına kadar çıkmaktadır Ancak Çin kaynaklarındaki bilgiler, Hunların güçlenmeleriyle birlikte MÖ IV yüzyılın sonlarına doğru artmaktadır Bu tarihlerde Hunlar, Ötügen merkez olmak üzere Orhun bölgesi ve Altay dağları civarında oturuyorlardı

M Ö III yüzyılın ikinci yarısına doğru Hiung-nu yani Hun boylarının Çin üzerindeki baskıları iyice artırmıştır Çinliler, kuzeyden gelen saldırılara karşı, çok eski devirlerden itibaren kuzey sınırı boyunca savunma duvarları yapmaya başlamışlardı Nihayet artan Hun saldırılarına karşı, sınırdaki bu duvarların birleştirilmesi MÖ 214 yılında tamamlanmış ve meşhur Çin Seddi ortaya çıkmıştırHunların bilinen ilk hükümdarı, Şanyü ûnvanını taşıyan, Tuman (Teoman)dır Hunlar, Tuman zamanında güçlü bir siyasî birlik olarak ortaya çıkmışlardır Tuman, oğlu Mete ile giriştiği siyasî mücadele neticesinde ortadan kaldırılmıştır (MÖ 209) Çin kaynaklarının Mete (Mao-tu) adını verdikleri bu büyük hakanın adının Türkçe karşılığının, Bagatur veya Bahadır gibi bir ad olduğu sanılmaktadır Mete, Hun tahtının meşru varisi olmasına rağmen, üvey annesinin kışkırtmasıyla, babası tarafından Hunların düşmanı olan Yüeçilere rehin olarak verilmişti Buradan kaçmayı başaran Mete, babasına karşı mücadeleye girişti

Demir bir disiplin altında yetiştirdiği ordusuyla babasını yenerek ortadan kaldırmıştır Böylece MÖ209 yılında Hun çağının en parlak devri olan Mete devri de başlamış oluyordu Bu tarihî olay "Oğuz Kağan Destanı"nda, Oğuz Kağanın babasıyla yaptığı mücadeleye ilham olmuşturDevleti yeniden eşkilâtlandıran Mete, doğudaki Moğol-Tunguz kabileleri birliği Tung-hular'ın ısrarlı toprak taleplerine savaş ile karşılık verip onları perişan ettikten sonra, güney-batıya dönerek, İpek Yolu'na hâkim durumdaki Yüeçiler üzerine yürüdü Yüeçileri daha batıya sürdü Ardından Çin topraklarına giren Mete, Çin İmparatoru Kao-ti'nin 320 binlik tamamı piyadelerden oluşan ordusunu, Turan taktiği ile çember içine aldı İmparator, ancak Hunların bütün şartlarını kabul ederek kendisini ve ordusunu kurtarabilmiştir(MÖ201) Yapılan anlaşmaya göre Çin İmparatoru, Hunların yaşadığı bütün toprakları Hun devletine bırakmayı, yıllık vergi yanında yiyecek ve ipek vermeyi kabul etmek zorunda kalmıştır

Bir süre sonra Mete, Isık göl etrafında oturan Vusunları hâkimiyeti altına aldı Böylece devletin sınırları, doğuda Mançurya'dan batıda Aral gölüne, kuzeyde Sibirya'nın içlerinden güneyde Çin Seddi ve Tibet'e kadar uzanmış oluyordu Mete bu sınırlar içinde yaşayan bütün konargöçer kavimleri bir bayrak altında toplamış ve MÖ 177'de Çin hükümdarına yazdığı mektupta "Eli ok ve yay tutan herkes Hun oldu" diyerek millet olma şuuruna güzel bir örnek vermiştir Büyük Hun Hakanı Mete'nin yönetim ve askerlik alanında yaptığı düzenlemeler, Türk devlet geleneğinde önemli bir başlangıçtır

Sonradan kurulacak Türk devletleri de, bu gelenek üzerinde yeşereceklerdir Mete MÖ 174'te ölünce yerine oğlu Kiyük geçti Kiyük, Tanrı dağları civarını ellerinde tutan Yüeçiler'i, kesin olarak mağlûp ederek, batıya sürmüş, Yüeçilerin batıya göçü ise Batı Türkistan, Afganistan ve Hindistan için önemli sonuçlar doğuracak olan bir kavimler hareketine sebep olmuştur Mete'nin Çin ile yaptığı anlaşma, onun döneminde de devam etmiş ancak MÖ166 yılında Çin'e bir sefer düzenlemiştir

Kiyük'un ölümünden sonra (MÖ160) Çin, politikasını değiştirerek, Hunlara üstünlük sağlamak için büyük reformlara girişmiş ve ordusunu Hunları örnek alarak yeniden tanzim etmiştir Ayrıca Hun siyasî birliğini içten parçalamak maksadıyla iç mücadeleleri ve bazı kavimleri kışkırtmıştır Bu faaliyetlerinin sonuçlarını almakta gecikmeyen Çin, Kiyuk'un oğlu Kun-şin (MÖ160-126) devrinden itibaren inisiyatifi ele geçirir Bu dönemden sonra gerileme dönemine giren Hun akınları kuzeyde durdurulurken, Çin'in karşı saldırıları ile İpek Yolu üzerindeki memleketler de birer birer elden çıkmaya başlamıştır İpek Yolu'nun kontrolünün Çinlilerin eline geçmesi Hunlar için tam bir yıkım olmuş, iktisadî ve siyasî bakımdan yaşanan zorluklar Hunların ikiye bölünmesiyle neticelenmiştir MÖ 58 yılında tahta çıkan Ho-han Ye'nin sıkıntıları aşmak için Çin'e tâbi olunması gerektiği fikrini savunması ve bunu şerefsizlik sayan kardeşi Çi-çi'nin ona karşı çıkması üzerine Hunlar ikiye bölündüler

Ho-han-ye Çin himayesini kabul edip, halkının bir kısmını Çin'in kuzey sınırındaki Ordos'a gönderirken, Çin'e bağlanmayı kabul etmeyen Çi-çi, kendine bağlı boylarla batıya çekildi (MÖ54 ) ve Çu-Talas boylarında bağımsızlığını ilân etti Çi-çinin kurduğu Batı Hun Devleti fazla ömürlü olamadı Çi-çi, Talas ırmağı boylarında kurduğu şehirde kalabalık Çin ordularının muhasarasına maruz kaldı Meydan savaşına alışkın olan Hun ordusu, kale savunmasında başarılı olamayarak, Çinliler tarafından imha edildi (M Ö 38) ve böylece batıdaki Hun devleti yıkılmış oldu Çin'e bağlanan Hunlar da kısa bir süre için güçlenmişlerse de MS48 yılında bu devlet de kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölünmüştür Kuzey Hunları, batıdaki Hunlarla birleşirken, Güney Hunları Çin sınırına yerleşmiş ve MS216 yılına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir Çin hâkimiyetindeki 5 bölgede 19 boy hâlinde teşkilâtlanan Hunlar, gittikçe

çoğalarak siyasî bir güç oluşturmuşlar ve nihayet 4yy'dan itibaren, Çin'deki iç savaşlardan da yararlanarak, Kuzey Çin'de dört devlet kurmuşlardır:

1-Kuzey Çin merkezli, Han ve Ön Chao devleti (304-329)

2-Kuzey-doğu Çin merkezli, Arka Chao devleti (319-351)

3-Kansu'da, Kuzey Liang devleti (401-439)

4-Ordos'ta, Hsia (407-431)

Bu Hun devletlerinin ortak özelliği, hâkimiyetlerini Çin'in tamamında meşru kılmak maksadına sahip olmaları ve bu nedenle de Çin isimlerini seçmeleridirNitekim devlet anlayışı ve yaşayış bakımından bu devletler Hun karakterini muhafaza etmişlerdir

AVRUPA HUNLARI

Hunların batıya yönelişleri, Çu-Talas boylarında devlet kuran Çi-çi Han ile başlar ve MS II yüzyıldan itibaren yoğunlaşır Doğuda Çin'in ve Moğol kökenli kavimlerin baskısı Hunların bir kısmını Çin içlerine yöneltirken bazı Hun boylarının da batıya göçmelerine sebep olmuştur Ayrıca kuraklık ve kıtlığın baş göstermesi ile ağırlaşan hayat şartları, batı da Hun nüfusunun hızla artmasına yol açmıştır Böylece Hun kitleleri batı Türkistan'da birikmeye başlamışlardı Bu Hun birikintilerinin bir kısmı, sonradan İran'a ve Hindistan'ın kuzeyine inerek Akhun devletini kuracaklardır Bazıları da, Güney Rusya'ya doğru yöneleceklerdir İşte Avrupa Hunlarının ortaya çıkmaları ve yayılmaları, Türkistan'daki bu kavimler hareketine dayanıyordu

Batıya kayan Hun kitleleri IV yüzyılın ortalarına doğru siyasî bir birlik kurarak, Alanlara ait toprakları ele geçirmiş ve İtil(Volga) kıyılarına ulaşmışlardır Hunlar başlarında Balamır olduğu hâlde önce Don-Dinyeper nehirleri arasında yaşayan Ostrogotlar'ı ağır bir yenilgiye uğrattılar(374) ve ardından ileri hareketlerine devam ederek, daha batıda yer alan Vizigotlar'a ağır bir darbe vurdular(375) Hunların harekete geçirdiği İran, Slâv, Germen menşeli çeşitli kavimlerin birbirlerini yerlerinden atmak suretiyle batıya doğru hızla akan büyük bir Kavimler Göçü böylece başlamış oluyordu

Bir yüzyıl kadar devam eden Kavimler Göçü, Avrupa ve dünya tarihî açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur Bu göçler neticesinde Roma İmparatorluğu sarsılmış, 395 yılında ikiye ayrılmış, 495'te ise batı Roma yıkılmıştır Bu olaylar Orta Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edilmiştir Çünkü bu dönemle beraber, Avrupa'da "feodalite" merkezî imparatorlukların yerini almış, bugünkü Avrupa'nın siyasî ve etnik yapısı bu dönemde şekillenmiştir Hunların gelmesiyle Avrupa'da atlı birlikler önem kazanmış, süvari silâh ve kıyafetleri Hunlardan esinlenmiş ve belki de Orta Çağ Avrupasının şövalye tipi, Hun Alplerine öykünülerek oluşturulmuştur

Hunlar, Ostrogotları önlerine katarak, kısa bir süre sonra Karadeniz'in kuzeyindeki Tuna ve Tisa nehirleri arasındaki verimli ve stratejik bölgeleri ele geçirirler Burası, Karadeniz' in kuzeyinden Türkistan'a kadar uzanan uçsuz bucaksız bozkırların son halkasıdır Ayrıca bu bölge, Avrupa'nın önemli yollarının kavşak noktası durumundaydı Hunlar, Avrupa'nın içlerine kadar akınlar yapmış olmalarına rağmen bu bölgeyi, uzun yıllar devletlerinin ağırlık merkezî olarak korumuşlardır MS400 başlarında Balamir'in oğlu Uldız(Yıldız)'ın Tuna'da görünmesiyle Kavimler Göçü'nün ikinci büyük dalgası da başlamış oluyordu

Yine bu devirde Attila'nın son zamanlarına kadar takip edilecek olan Hun dış siyasetinin esaslarının belirlendiğini görüyoruz Bu esasları; Doğu Roma'nın baskı altında tutulup, Batı Roma ile iyi ilişkilerin devam ettirilmesi şeklinde özetleyebiliriz Nitekim Roma için büyük bir tehlike oluşturan, Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan birtakım Germen kavimlerini bir araya getiren Radagais ancak Hunlar sayesinde ortadan kaldırılabilmiştir

Uldız birkaç defa Tuna'yı geçmiş, çaresiz kalan Bizans, barış istemek zorunda kalmıştır Uldız 410 yılında ölmüştür Diğer Türk devletlerinde gördüğümüz ikili devlet düzenini Avrupa Hunlarında da görüyoruz Uldız Batı Hun ülkelerinin hükümdarı iken Karaton ise doğuda hüküm sürüyordu 422 yılı Avrupa Hunları için yeni bir dönemin başlangıcıdır Bu tarihte Hunların başında Rua, Muncuk, Aybars, Oktar'dan oluşan Hun hükümdarlık ailesinden dört kardeşi görüyoruz Attila'nın babası olan Muncuk erken öldüğü için Rua merkezde, diğer iki kardeş de doğu ve batı kanatlarında bulunuyorlardı

Attila Devri: Doğduğu yer olan Etil=İtil (Volga)'den ismini alan Attila, 39-40 yaşlarında amcası Rua'nın yanında devlet işlerinde yetişmiş olarak hükümdar oldu Başlangıçta kardeşi Bleda ile Hun tahtını paylaşan Attila, 445'te kardeşinin ölümü üzerine tek başına hükümdar olacaktır Daha önce ağır barış şartlarları ile Attila'nın gazabından kurtulan Bizans'ın barış şartlarına uymaması üzerine Hun orduları Tuna'yı geçip Trakya'da İki kol hâlinde ileri harekâtlarına devam ettiler Bizans başkentini kuşatmak üzere Büyük Çekmece'ye kadar ulaştıklarında dehşete düşen Bizans'ın barış talebi çok ağır şartlar karşılığında kabul edildi (447)

Bu tarihten sonra, Batı Roma'ya karşı izlenen Hun dış politikasında bir değişiklik gözlenmektedir İyi ilişkilerin yerini savaş almıştır Attila, Galya (bugünkü Fransa) üzerine yürüyüp karşısına çıkan çok kalabalık Roma ordusu ile ilk çağın en büyük meydan savaşlarından birini yapmıştır (451) İstediği sonucu alamadığı bu savaştan hemen bir yıl sonra İtalya üzerine yürüyecektir(452) Papa Büyük Leon idaresindeki Roma elçilik heyetinin ricaları üzerine Po ovasından geri dönen Attila, 453 yılında anî olarak vefat etti Attila'nın bu beklenmedik ölümü üzerine hem Bizans hem de Batı Roma İmparatorluğu rahat bir nefes alma imkanına kavuşmuştur

Attila'nın ölümünden hemen sonra, pek az sayıdaki Hun idareci tabakasının hâkimiyeti altında yaşayan yabancı kavimler ayaklanırlar Attila'nın oğulları arasında çıkan taht kavgalarıyla zayıflayan devlet kısa bir süre sonra parçalanır Hunların bir kısmı Karadeniz'in kuzeyine sığınmışlar, bir kısmı ise yabancı kavimler arasında eriyip gitmişlerdir Ancak Attila ve Hunları hafızalardan silinmemiş, haklarında üretilen efsanelerde, edebiyat eserlerinde, müzik eserlerinde yaşamaya devam etmişlerdir Otoritesi ve yöneticilik kabiliyeti ile Attila, her zaman örnek alınmıştır

TÜRKLERİN ORTA ASYA’DAN ÇIKIŞI VE GÖÇLER

GÖÇLER

Türklerin tarih içerisinde çok geniş bir coğrafyaya yayıldıkları ve göç ettikleri bölgede güçlü devletler kurduklarını biliyoruz Bu Türk göçleri, atalarımızın ilkel göçebe bir toplum yapısına sahip oldukları gibi, yanlış ve haksız bir iddianın da mesnedi olarak gösterilmeye çalışılmıştır Halbuki bu göçlerin sebep ve sonuçları göz önüne alındığında, Türklerin ilkel göçebe bir anlayışla değil, aksine, kendine has yüksek bir kültür ve medeniyetin sahibi ve yayıcısı olarak göç ettikleri görülür Dünya üzerinde atı ilk kez ehlileştiren ve onu binek hayvanı olarak kullanan Türkler, atın sağladığı hız ile yüksek devlet ve toplum telâkkilerini geniş coğrafyalar üzerinde hâkim kılmıştır Konar göçer, atlı yaşantının temelinde büyük oranda hayvancılık ve kendine yeterli bir ziraat kültürü yer alır Dolayısıyla, Türk göçleri bu yaşantıya uygun olan sahalara doğru olmuştur Hem Türk tarihi hem de Dünya tarihi üzerinde çok büyük tesirleri olan bu göçlerin birçok sebepleri vardır Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz:

1-GÖÇLERİN SEBEPLERİ

İktisadî ve Sosyal Sebepler: Daha çok hayvancılıkla geçimlerini sağlayan Türkler, kuraklık, salgın gibi tabiî olayların etkisiyle göç etmek zorunda kalmışlardır Otlakların yetersiz kalması veya nüfusun artması, Türkleri, iklimi ve coğrafyası müsait yeni bölgelere sevk etmiştir MSIV yüzyıldaki Hun göçlerinde, Orta Asya'da hüküm süren "kuraklık"ın etkili olduğunu biliyoruz

Toprağın artan nüfusu besleyemez hâle gelmesi veya hayvanlar için yeterli otlakların kalmaması, iktisadî düzeni sarstığı zaman, Türkler, kendi yaşantılarına uygun, tabiatın zengin ve nispeten nüfusun az olduğu bölgelere yönelmişlerdir Selçuk Bey ve Arslan Yabgu'ya bağlı Türkmenlerin Horasan ve Harezm'e göçmeleri veya XI-XII yüzyıllarda, Anadolu'nun Selçuklular tarafından fethinde bu durumu görebiliriz Siyasî Sebepler: Yabancı kavimlerin baskısı veya kendi aralarındaki hâkimiyet mücadelesi göçlerin diğer bir sebebidir Meselâ XI yüzyıldaki Kitanlar'ın hücumu Türklerin batıya göçlerini beraberinde getirmiştir Orhun-Yenisey'deki Uygur Devleti'nin 840 yılında yine bir Türk kavmi olan Kırgızlar tarafından ortadan kaldırılması, Kutlu yurt Ötügen'in elden çıkmasıyla neticelenmiş ve Uygurlar, Turfan, Kansu, Tarım Havzası gibi daha güneydeki bölgelere göç etmek zorunda kalmışlardır Belki de Uygurların meşhur "Göç" destanı bu olayın hatırasını taşımaktadır

Destanda vatanı sembol eden "Kutlu Dağ"ın Çinlilere verilmesi ve Çinliler tarafından dağın parçalanarak Çin'e götürülmesi, ülkede felâket ve kuraklığa sebep olur ve bütün canlı cansız mahlûkat "göç, göç" diye inler Bu ilâhî emre uyan Uygurlar, Beşbalıg'ın olduğu yere gelerek beş ayrı şehir kurarlar İlkel göçebelerde görülmeyen bu mukaddes vatan anlayışı, istiklâl ile perçinlenmektedir Türkler, istiklâlini kaybetmektense göç etmeyi yeğlemişler ve kendilerine yeni vatan aramışlardır Türklerdeki bu güçlü vatan oluşturma ve devlet kurma geleneği, atalarımızı yeni fetihlere sürükleyen diğer önemli bir sebeptir Zaman içerisinde, dünyayı huzur ve sükûna kavuşturmayı, insanları adalet ve eşitlik içinde yönetmeyi töresinin bir hususiyeti olarak hedefleyen bu fütuhat anlayışı, Türklerde, "Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi"nin doğmasını sağlamıştır

Dolayısıyla Türk göçleri ilkel göçebe anlayışından farklıdır Göçebeler vatan kavramını tanımayan, nerede duracağı belli olmayan ilkel topluluklardır Türkler ise vatan kabul ettikleri ülkede, belirli yaylak ve kışlaklar arasında yaşayan "töreli" bir millettir Bu sebeple eski Türkler konar göçer bir hayat yaşamaktaydılar

TÜRKLERİN YAŞADIKLARI YERLER

Milâttan Önce Türklerin Yayıldıkları Sahalar: Altay-Sayan dağlarının kuzey-batı kesimlerinde yaşayan Andronovo kültürü insanı, MÖ1700'lü yıllarda Altay, Tanrı dağları ve Maverâünnehir' e kadar olan bölgelere uzanmaktaydı MÖ 1100 yıllarında aynı kültür Çin'in kuzeyindeki Ordos ve Kansu bölgesinde görülmekteydi MÖ IV yüzyıldan itibaren Hazar ve güney Rusya da Türklerin yaşadıkları bölgeler arasına girmiştir Bu duruma en iyi örnek mühim bir kısmını Türk kabilelerinin oluşturduğu, konar göçer, atlı kültüre sahip bir kavimler topluluğu olan İskitler (Sakalar)dir İskitler, MÖ VIII yüzyılda, Orta Asya'nın Tanrı dağları ile Hazar denizi arasında kalan geniş bozkırlarında yaşarlarken, daha sonra göç ederek, Karadeniz'in kuzeyinde, İtil ve Tuna nehirleri arasındaki düzlüklere yayılmışlardır MÖ VI-IV yüzyıllarda Dnyeper ve Dnyester sahasındaki bazı Slâv zümrelerini hâkimiyetleri altına alan İskitler, Karadeniz'in kuzeyinde varlıklarını MÖII yüzyıla kadar devam ettirmişlerdir Aynı sahada bulunan ve MS II yüzyıla kadar Don ve Tuna boylarına kadar uzandıkları bilinen Sarmatlar ile onların içinden çıkan Roksalan ve Yazığların da en azından yönetici sınıflarının Türk olduğu da iddia edilir Bu kavimler Slâv ve Cermen zümreleri üzerinde derin tesirler bırakmıştır

Bozkır medeniyeti diye adlandırılan atlı-nomad yaşayışın öncüleri İskitler olmuşlardır Hun sanatıyla büyük benzerlik gösteren, geometrik şekiller ve hayvan figürlerinin dikkat çektiği İskit sanatı, MIV ve III yüzyıllarda doruk noktasına ulaşmıştır Milâttan sonra Türklerin yayıldıkları sahalar: Türk göçleri bu dönemde batı yönünde gelişmeye başlamıştır Hunlar Orta Asya'dan, Hindistan'ın kuzeyine ve güney Rusya'ya kadar genişlediler Bir kısmı Orta Avrupa'ya kadar ilerledi Sabar, Avar, Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman boyları Hazar ve Karadeniz'in kuzeyi ile Orta Avrupa ve Balkanlara kadar uzandılar Kalabalık Oğuz boyları X -XI yüzyıllarda Maverâünnehir üzerinden İran, Irak, Azerbaycan ve nihayet Anadolu'ya hâkim oldular

Türk Göçleri, tarih boyunca doğudan batıya doğru gerçekleşmiştir Bu istikamet içerisinde bazı Türk kavimleri Hazar'ın kuzeyinden Avrupa'nın içlerine kadar yönelirken-Bulgar-Kuman-Kıpçak ve Çağatay dil grubu-, bir kısmı da İran üzerinden Anadolu ve Orta Doğu'ya göç etmişlerdir- daha çok batı Türkleri'nden Oğuz boyları- Bu iki göç yolu üzerinde değişik dil, din ve medeniyetten topluluklarla temasa geçen Türk kavimleri yüzyıllar boyu bu coğrafyalarda varlığını sürdürmüştür Türk bünyesine uymayan inanç sistemlerinin, hayat tarzlarının benimsendiği ya da zaman içerisinde nüfus bakımından beslenemediği yerlerde bulunan bazı Türk kavim ve boyları tarih sahnesinden çekilmişlerdir Çin'deki Tabgaç'lar, Orta Avrupa'daki Hunlar ve Balkanlardaki Bulgarlar buna örnektir Ancak bu olumsuzluklardan etkilenmeyen Türk toplulukları büyük bir coğrafyada varlıklarını devam ettirmektedirler


TÜRK BOYLARININ YAŞADIKLARI YERLER

Aynı zamanda son durum için 27konuda Türk Toplulukları maddesini inceleyebilirsiniz Günümüzde varlıklarını devam ettiren Türk boyları, ana kütlesini Anadolu, Azerbaycan ve İran ile Büyük Türkistan'ın oluşturduğu çok geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır Bu ana kütleden zaman zaman taşan Türkler, daha nispî de olsa, bugün başka devletlerin elinde bulunan topraklarda da yaşamaktadır Dolayısıyla 170 milyonu aşan bu büyük Türk Dünyası içerisinde bağımsız yaşayanlar olduğu gibi, daha az da olsa, başka devletlerin hâkimiyetinde bulunanlar da mevcuttur Osmanlı devletini oluşturan Türkiye Türklerinin devamı ve bakiyesi durumundaki bir kısım Türk nüfusu, bugün, eski Yugoslavya'da; Makedonya ve Üsküp'te, Bulgaristan'da; Mestanlı, Deliorman, Plevne, Varna, Filibe, Kızanlık'ta, Yunanistan'da; Batı Trakya ve Ege Adaları'nda, Polonya ve Romanya'da; Dobruca ve Baserabya'da, Irak'ta; Musul-Kerkük'te, Suriye'de; Münbiç, Azez ve Lazkiye'de yaşamaktadır Bu bölgelerdeki toplam Türk nüfusu yaklaşık 7 milyondur

1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte, komünizmin boyunduruğundan kurtulan Türk boyları büyük oranda bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir Bu tarihî olay neticesinde Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan Türk Cumhuriyetleri ortaya çıkmış ve böylece 40 milyona yaklaşan toplam nüfusuyla, Türkistan'ın bir bölümü (Batı) yeniden istiklâline kavuşmuştur Ancak bazı Türk toplulukları Sovyetler Birliği'nin yerine oluşturulan Rusya Federasyonu'nun sınırları
içerisinde, İdil (Volga)- Ural bölgesinde, muhtar cumhuriyetler olarak kalmıştır; Tataristan, Başkurdistan ve Çuvaşistan Sibirya'da ise Yakut, Tuva ve Altay özerk bölgeleri oluşturulmuştur Buradaki Yakut (Saha),Tatar,Hakas, Tuva, Dolgan gibi Türk boylarının nüfusu bir milyonu geçmektedir

Kafkasların haritası da Sovyetler Birliği'nin dağılması neticesinde değişmiş ve Azerbaycan Cumhuriyeti ortaya çıkmıştır 7 milyonu aşan nüfusları ile Azerî Türkleri, Orta Asya ile Anadolu Türklüğü arasında önemli bir köprü vazifesini görmektedir Rusya Federasyonuna dahil olan Kuzey Kafkaslar, pek çok etnik grubun yaşadığı bir bölgedir Ancak Ermeni ve Gürcülerin dışında kalan toplulukların çoğu ortak yaşayış, kültür ve inançlara sahiptir Bu bölgenin toplulukları için İslâmiyet belirleyici bir unsurdur Dağıstan, Çeçenistan, Osetya, Karaçay gibi muhtar cumhuriyetler ile Oblastlarda yaklaşık 6 milyon Kafkas akraba topluluğu yaşamaktadır Bunların bir milyondan fazlasını ise Kumuk, Karaçay, Balkar, Nogay ve Kundurlar gibi Türk boyları oluşturmaktadır Kuzey Kafkaslardan, Moldova'ya kadar uzanan bölgelerde ise II Dünya Savaşı sonrasında yurtlarından sürülen Kırım ve Ahıska Türkleri ile Hristiyan Gagavuz ve Musevî Karaim ve Kırımçakla bulunmaktadır Bu toplulukların toplam nüfusunun bir milyona ulaştığı tahmin edilmektedir

Doğu Türkistan'da yaşayan Türkler, Batı Türkistan'daki soydaşları kadar şanslı değillerdir Sovyetler ile birlikte Türkistan'ı bölen Çinliler, Doğu Türkistan'ı, Sincang (sonradan kazanılmış topraklar) adıyla işgal ederek, büyük çoğunluğunu Uygurların oluşturduğu Türkleri tam bir baskı ve zulme tâbi tutmuşlar ve tutmaya devam etmektedirler Doğu Türkistan'da, Sincang-Uygur muhtar bölgesinde, Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek ve Tatar asıllı yaklaşık 20 milyon Türk yaşamaktadır Çin'in Kansu bölgesinde de yüz bin dolayında Salar Türkü bulunmaktadır

Afganistan'ın kuzeyi ve Tacikistan'da önemli oranda Türk nüfusu yaşamaktadır Herat, Tükurgan ve Mezarışerif ile Maymana, Maruçak, Andhoy ve Vahan civarında iki milyonu aşkın Özbek, Teke, Yamut, Sarık ve Salur boylarına mensup beş yüz bini aşan Türkmen ve Yüz elli bini bulan Kırgız, Kazak ve Karakalpak bölgenin asli unsurlarını oluşturur Günümüzde Kuzey Afganistan Türkleri, Afganistan yönetimini ele geçirmiş olan Talebanlara karşı mücadele vermektedir Yoğun Türk nüfusunun bulunduğu diğer bir bölge de İran'dır İran nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan yaklaşık 20-25 milyon Türk asıllı kavim ve topluluk bu büyük coğrafyada yaşamaktadır İran'daki en büyük Türk grubunu yaklaşık 20 milyona varan nüfuslarıyla, Güney Azerbaycan'da yaşayan Azerî Türkleri oluşturur XIX yüzyıl başlarında Gülistan ve Türkmençay anlaşmalarıyla İran ve Rusya, Azerbaycan'ı bölmüş ve Aras'ın kuzeyi Rusya'da kalırken, Güney Azerbaycan İran'ın elinde kalmıştır Tebriz, Erdebil, Urmiye, Hoy, Maku, Culha vb gibi bölgeleri içine alan, yüz bin km2'yi aşan yüz ölçümüyle Güney Azerbaycan Fars milliyetçiliğinin tehdidi altında bulunmaktadır İran'ın güneyindeki Fars eyaletinde konargöçer yaşayan Kaşgay'lar 500 bini aşan nüfuslarıyla İran'daki diğer önemli bir Türk unsurudur Türkmenistan sınırına yakın bölgelerde ise Yamut, Göklen, Sarık ve Salur boyuna mensup Türkmenler yaşamaktadır (500 bin) Ayrıca bir milyonu bulan Afşar, Kaçar, Karapapak, Hamse, Şahseven gibi değişik adlara sahip topluluklar, İran'daki güçlü Türk dünyası içerisinde yerlerini almışlardır

UYGUR DEVLETİ

UYGUR DEVLETİNİN KURULUŞU

Göktürk devleti ortadan kalkınca, 743 yılında Basmılların idaresinde yeni bir devlet kuruldu Uygurlar bu Basmıl Kağanlığı' nın Sol Yabgusu, yani doğu Yabgusu; Karluklar ise, Sağ Yabgusu, yani batı Yabgusu oldular Bu yeni devlet, tam bir federal devlet biçimindeydi 744 yılında Uygur Yabgusu, Basmıl Kağan'ını mağlûp ederek kendini kağan ilân etti Kağanlık ûnvanı olarak da Kutluk Bilge Kül Kağan ûnvanını aldı Böylece Uygur Kağanlığı kurulmuş oldu Bu kağanlık ûnvanından da anlaşılacağı üzere, Göktürk devletinin gelenek ve töreleri yeni Uygur Kağanlığı'nda da devam ediyordu Ancak Uygurlar arasında Buda ve Mani dini gibi yabancı inanışlar yayıldıkça, Kağan unvanlarında da birtakım değişiklikler olmaya başlayacaktır Uygur devletini kuranlar Orhun bölgesini yurt tuttukları için, bunlara Orhun Uygurları denilmektedir

Kutluk Bilge Kül Kağan ölünce yerine oğlu Bayan Çur, kağan oldu Uygurların en büyük kağanı olan Bayan Çur Kağan, unvan olarak da "Tengride bolmış, il itmiş Bilge Kağan" ûnvanını aldı Bu ûnvanın anlamı ise, Gökte doğmuş, devlet yönetmiş, Bilge Kağan demektiBayan Çur Kağan devri (747-759), Uygurların dört yönde genişledikleri bir devirdir batıda Kara Türgeş devleti, Uygur hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı Kırgız, Çik, Sekiz Oğuz ve Dokuz Tatar gibi Türk boyları itaat altına alınarak, devlet otoritesi güçlendirildi Öte yandan yine bu devirde, güneydeki Beş-balıg, Kuça ve Karaşar gibi zengin tarım ve ticaret şehirleri de Uygur etkisi altına alınmıştır Turfan bölgesi ile Uygurlar arasındaki ilişkiler de, yine bu devirden itibaren başlamış oluyordu

Bayan Çur Kağan'ın önemli işlerinden birisi de, onun zamanında, Uygurlar arasında şehirleşme eğilimlerinin başlamasıdır O, Ordu-balıg adında başkentleri olan bir şehir kurdurmuştur (757) Diğer yandan aynı kağan, gittikçe güçlenmekte olan Tibet tehlikesini sezerek onlara karşı cephe aldı İmparatorun isteği üzerine, Çin'de büyük bir tehlike yaratan An-luşan adlı Türk asıllı bir generalin isyanının bastırılmasına yardım etmiştir Bu yardım sonunda yapılan anlaşma ile, Uygur tüccarlarına Çin kapıları da açılmış oldu Bayan Çur Kağan'ın Şine-usu gölü yakınında bulunmuş, Göktürk yazısı ile yazılmış olan, Türkçe bir kitabesi vardır Bu kitabede kağan olarak yaptığı işler anlatılmaktadır

Bayan Çur kağan'ın ölümünden sonra yerine oğlu Bögü Kağan oldu (759) Bögü Kağan'ın faaliyetleri siyasî ve manevi olmak üzere başlıca iki alanda olmuştur Siyasî faaliyetleri daha çok Çin üzerine olmuştur Çin'de baş gösteren isyanların bastırılması sebebiyle sık sık Çin'e girilmiştir Ancak Uygurların Çin'e girişlerinde Çin'in çeşitli bölgelerine yağma akınları da yapılıyordu Çin'deki isyanların en önemlisi yabancı kavimlerin Tibetliler etrafında birleşmeleri sonucunda ortaya çıkan isyan olmuştur Bu Tibet isyanı ancak Uygurlar yardımı ile önlenebilmiştir Bögü Kağan'ın manevî alandaki en büyük faaliyeti, Maniheizm dinini kabul etmesi olmuştur Bögü Kağan, aynı zamanda bu dinin öncülüğünü de üstlenmişti Bir tüccar ve şehirli dini olan Mani dininin kabulünün, Uygurların savaşçı ruhlarını gevşetmekle beraber, ilim, sanat ve edebiyatta ilerlemelerine katkısı olmuştur

Eskiden beri Orta Asya Türk kavimleri arasında, çok geniş ve köklü bir kültüre sahip olan Çin'in zabtedilemeyeceği, bu mümkün olsa bile uzun süre elde tutulamayacağına dair yaygın bir inanış vardı Bögü Kağan Çin'in zayıf bir anında Çin'i ele geçirmek istemişti Ancak veziri Baga Tarkan, adı geçen inanış sebebiyle Kağan'ın bu girişimine karşı çıktı Ancak sözünü dinletemeyince Bögü Kağan'ı öldürüp Alp Kutluk Bilge Kağan ûnvanıyla tahta geçti (779) Bundan sonraki kağanlar onun soyundan gelmiştir Bu tarihten sonra Uygur devletini oluşturan kabileler arasında huzursuzluklar da başlamıştır Kültür ve ticaret bakımından gelişen Uygurların savaşçılık tarafları zayıflamıştı 840 yılında, Uygurların kuzeybatı kısımlarında yaşayan Kırgızlar, 100 bin kişilik atlı kuvvetleri ile, Uygur başkentine baskın düzenleyerek kağanlarını öldürüp, halkı kılıçtan geçirdiler Bu şekilde Bayan Çur ve Kutlug Bilge Kağan zamanında uğradıkları saldırıların intikamını korkunç bir şekilde almış oldular Bu baskından kurtulan Uygurlar, canlarını kurtarmak için çeşitli yönlere dağılmak zorunda kaldılar


TURFAN UYGURLUĞU

Kırgız baskınından kaçan Uygur boylarının önemli bir kısmı Doğu Türkistan'a göçmüşlerdir Burada Turfan ve Karaşar şehirlerinin civarında yerleşen Uygurlar, Türk medeniyet tarihî açısından büyük değer taşırlar Daha Orhun Uygurları zamanında, tarım ve ticaret merkezleri olan Türkistan'ın bu büyük şehirleri, Uygurların etkisi altına girmişlerdi Bu nedenle Uygur devletinin yıkılmasından sonra, Turfan dolaylarına kaçan Uygurlar için, bu bölge güvenilir bir yer olmuştur848 yılından sonra, kendilerini toparlayıp, varlıklarını komşularına kabul ettiren Uygurlar, 856 yılında ise kağanlıklarını ilân etmişlerdir Bu dönemde başlarında Mengli Kağan bulunuyordu Mengli Kağan, Uluğ Tengride Kut Bulmış Alp Külük Bilge Kağan, (bugünkü Türkçe ile; Ulu Tanrı da güç ve saadet bulmuş, kahraman, çalışkan Bilge Kağan) ûnvanını taşıyordu Kağanlık merkezî olarak Turfan şehrini seçtikleri için, kendilerine Turfan Uygurları denilmiştirAyrıca yazlık başkentleri olarak Beş-balıg şehrini kullandıkları için, kaynaklarda Beş-balıg Uygurları adı da kullanılıyordu

Çin yönetimi, bu Uygur devletini Tibet tehlikesine karşı desteklemiştir Uygurlar da Doğu Türkistan'da etkinliklerini artırmış olan Tibetlileri bu bölgeden çıkarmışlardır Böylece batıdaki sınırlarını Urumçi şehrine kadar uzatmışlardır Turfan Uygurları Mani dinine inanıyorlardı Bu dini, siyasî amaçları için de kullanan Uygurlar, dinlerini himaye bahanesiyle Çin üzerinde baskı kurmuşlardırKültür ve medeniyet bakımından büyük gelişmeler gösterecek olan Uygurlar, 1335 yılına kadar devletlerini yaşatacaklardır Gerek X yüzyılda Çin'in kuzeyinde Hıtay devletinin kuruluşunda, gerekse Cengiz Han devletinin gelişmesinde, bu Uygurların, öncülük, bilgi ve tecrübelerinin çok büyük payı olmuştur Uygurlara devlet teşkilâtında çok önemli görevler veren Moğollar, yazı olarak da Uygur yazısını kullanıyorlardı Moğollar'ın XVI yüzyıla gelindiğinde büyük oranda Türkleşmesinde Uygurlar, önemli rol oynamışlardır


SARI UYGURLAR

840 yılındaki Kırgız baskınından sonra, dört bir yana dağılan Uygurların bir kısmı, güney kesimlere, yani Çin ile Doğu Türkistan arasındaki Kansu bölgesine indiler Önemli bir ticaret merkezî olan bu bölge, meşhur İpek yolu üzerinde idi Bu bölgede yerleşen Uygurlar, büyük bir şehir olan Kan-Cov'da yeni bir devlet kurmuşlardır Sonradan, Sarı Uygurlar adı ile anılacak olan bu Uygurlar, bu bölgenin yerli halkı ile karışmadan kalmışlardır Türk dili ve kültürünü uzun yıllar yaşatan bu Uygur Türklerinin torunlarına bugün bile rastlamak mümkündür

Din olarak Budizm'i kabul etmiş olan Sarı Uygurlar, ticaret ve medeniyet bakımından çok gelişmişlerdir Budislerin en kıymetli eserlerinin bulunduğu Bin Buda Mağaraları, Sarı Uygurların yaşadığı bölgede idi Daha sonraki yıllarda İslâmiyet'i seçen ve Karahanlılar Çağında Türk-İslâm medeniyetine önemli katkılar sağlayan Uygur Türkleri, bugün de varlıklarını aynı adla, devam ettirmektedirler Ancak bugün sayıları 20 milyonu aşan bu Türk toplulukları, Çin Halk Cumhuriyeti, Sincan Özerk Uygur Bölgesi'nde, ağır insan hakları ihlâlleri altında yaşamaktadırlar

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.