Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
filozoflar, hakkında, hakında, şey

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #151
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Tertullian

(Tahminen 155 - 220) Hıristiyan kilisesi, Gnosis'in tam karşıtı olarak, dogmayı her zaman bilgiden üstün saymıştır Ancak bu konuda da kilise çerçevesinde çeşitli eğilimler; felsefeye dost olan, felsefeye düşman olan akımlar vardır Felsefeye karşı olumlu bir tutum alanlara düşman olanlardan birisi de Tertullian'dır

Ona göre dogmaları, içeriği ne olursa olsun, yalnızca "iman" ile benimsemek gerektir Biz dogmayı yorumlamak, ona göre bir anlam vermek hakkına sahip değiliz O kadar ki Tertullian daha da ileri giderek, dogmanın akıla tümüyle "aykırı" olabileceğini de savunur

Söz gelişi Hıristiyanlıktaki Allah'ın insan biçimine girdiği ve bir insan olarak acı çektiği dogması, akla tümüyle aykırı olan bir düşünce, bir paradokstur Buna rağmen dogmalara inanmak gerekir, çünkü dogmalar aklı alçak gönüllü olmaya zorlar Böylece Tertullian, dogmaların felsefî yorumunu tümüyle reddeder

Ona göre dinî inanç ile felsefî bilgi birbirinin karşıtıdır "İmkânsız olduğu için inanıyorum", yani inandığım şeye, akıla karşı olduğu için inanırım sözü, doğrudan doğruya Tertullian tarafından söylenmemişse bile, onun anlayışını çok güzel açıklar Ancak tüm bu anlayışlar Tertullian'ın, aynı zamanda, Antik felsefenin de etkisi altında kalmasına engel değildir Nitekim Tertullian'ın Stoa'nın etkisiyle yazılmış olan ruh ile ilgili bir kitabı vardır Tertullian, imanı bilgiden "üstün" tutan bir düşünce akımına önderlik etmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #152
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Thrasyllos

Miladın I yılında yetişmiş olan Eflatunculardandır Mısır'daki Myndes kasabasında doğmuştur Matematik ve astrolojiyi felsefeye karıştırmış ve gelecek hakkında bilgi edinmek isteyen İmparator Tiberius, onun kahinliğinden yararlanmıştırThrasyllos, bu imparator üzerindeki nufuzunu, onu daima iyiliğe yöneltmekte kullandı; fakat bu nüfuz uzun süre sürmemiş ve kendisi imparator tarafından idam ettirilmiştir

Thrasyllos, Plotinos'un pek saygı gösterdiği bir çok eserler yazmışsa da, bunlar kaybolmuştur Ondan kalan tek şey, Eflatun'un diyaloğlarını üçlüklü bölümlere ayırarak sınıflamış olmasıdır Diogéne Laérce, Demokrit'ten söz ederken, Thrasyllos'un şu sözlerini nakleder: "Eğer Anterastlar, Eflatun'un olduğu doğru ise, demokrit kendisini tanıtmadan gelip, filozof atlete benzer, iddiasında olan Sokrat'la felsefeye dair tartımalara girişen Öopid ve Anaxagor'un öğrencisidir" ve Demokrit'in Fisagorculara da öğrencilik yapmış olduğunu, bu filozofa dair diğer bilgileri "Demokrit'in Kitaplarını Okumaya Giriş" adlı eserinden aldığını kaydeder

Diogéne Laérce, Eflatun'un diyaloglarırı hakkında yazdıklarını da Thrasyllos'tan nakleder Vorlander de, bu filozof hakkında, Eflatun'dan söz ederken, "İmparator Tiberius'ün döneminde yaşamış olan Yeni Fisagorcu Thrasyllos tarafından dörder eseri kapsayan dokuz dergi halinde düzenlenmiştir" der Thrasyllos Eflatun ve Demokrit hakkında esaslı bilgiler veren eski bir felsefe tarihçisidir


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #153
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Timon

Ö 320 - İÖ 230)

Pirrhon’un ardılı Timon, bununla birlikte grek mantığının görüş noktasından, karşılık vermenin çok güç olduğu ve zekayla ilgili kimi kanıtlar ileri sürdü Grekler yönünden tek kabul edilmiş mantık, tümdengelimseldi Bütün tümdengelimse Eukleides gibi, apaçık sayılan genel ilkelerden başlamak zorunda idi Timon bu tür ilkeler bulma olanağını kabul etmeli Böylece her şey başka bir şeyin yardımıyla belgelenebilecek Ve bütün kanıt ya dönel (circular), ya da bir hiçten sarkan bitimsiz bir zincir olacaktır Her iki durumda da hiçbir şey saptanamaz

Görebildiğimiz denli, bu kanıt, orta-çağlara egemen olan Aristoteles felsefesini kökünden koparmıştır Günümüzde bütünüyle kuşkucu olmayan kişilerce savunulan kimi kuşkuculuk biçimlerini, eski çağın kuşkucuları görememişlerdi Onlar, görüntülerden kuşkulanmamışlar ya da kendi kanılarınca, yalnızca görüntülerle ilgili dolaysız bilgimizi dile getiren önermeleri kuşkulu bulmamışlardır Timon’nun yapıtlarından çoğu yok olmuştur Elimizde bulunan iki parça bu noktayı açıklayacaktır Bunlardan biri “görüntünün tümüyle geçerli” olduğunu söyler, öbüründeyse şunlar okunmaktadır:

“bal tatlıdır” demem, “bal tatlı görünür” “balın tatlı olduğunu ileri sürmeyi hayırlıyorum Onun tatlı göründüğünü bütünüyle evetlerim” derim


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #154
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Thukydides

(MÖ 460 - 400) Heredot'tan sonra Yunanlıların ikinci büyük tarihçisi Thukydides'tir O, Atina ile Isparta arasındaki 30 yıl süren ve MÖ 404 yılında sona eren ünlü Pelopponnes savaşları sırasında yaşamış ve bu savaşları tasvir etmiştir Thukydides, tarihi her şeyden önce, siyasî açıdan inceler ve tarih ile bunun için ilgilenir "Pelopponnes Savaşlarının Tarihi" adlı yapıtında, özellikle bu savaşların nedenlerini ve sonuçlarını ele alır

O bu yapıtını, vatandaşlarına siyasî bir eğitim kazandırmak, onları siyasî açıdan bilgilendirmek için yazmıştır Görüleceği gibi Thukydides, Heredot'a göre, çok farklı bir tarihçidir Heredot yalnızca bir öykücüdür, oysa Thukydides tarihi, siyasî açıdan ele alan bir tarihçidir Aralarındaki farklılığa rağmen, her ikisi de tarihçidir ancak tarih filozofu değildir Bir başka deyişle, her ikisi de tarihi olaylarla ilgilenmişler, tarihin anlamı ve amacını, insanın tarih içindeki rolünü dikkate almamışlardır

Oysa Demokrit tam bir tarih filozofudur Onu öncelikle, insanı tarih çerçevesinin bütünü içine yerleştirmek konusu ilgilendirir Demokrit'in bilmek istediği: İnsanlık nasıl bir başlangıçtan bugünkü duruma gelmiştir, yani insanlık tarihinin evrimi nasıl oluşmuştur?

Doğa filozofları, doğa olaylarının başlangıcını, doğanın özünü, doğanın yapısını öğrenmek istemişlerdi Demokrit ise, tarih filozofu olarak, ayrıca insanlık tarihinin başlangıcını ve bu tarihe temel olan gerçekleri de bilmek istemiştir

Demokrit'in bu konuyu gözlem ve deneylere dayanarak cevaplandırması, kabul edilemez O, insan toplumunun ilk durumuyla ilgili olarak, yalnızca bir tasavvur öne sürer: İnsan, tarihin başlangıcında hayvanlara benzer bir yasam sürmüştür Doğanın sunduğu meyveleri topla***** beslenmiş, mağara ya da ağaç kovuklarında barınmıştır

Özetle: Başlangıçta insanların bir kültürü yoktu Kültür, yani insanların aletler yapması ancak sonraki bir gelişimin ürünüdür Hastalık ve ölüm konusunda da insanlar bu ilk dönemde aynı hayvanlara benzer bir yaşam sürmüştür Hastalıklar karşısında çaresizdiler

Toplumun bu ilk ve ilkel şeklini yaşayan insan çaresizlikler, korkular içindeydi Çaresizlikler içinde yaşamak, insana bu çaresizliği çözmeye, bunun için bir şeyler bulmaya yöneltti Başka bir deyişle çaresizlikler insanı buluşlar yapmaya zorladı Söz gelişi insan topladığı meyveleri, bu meyvelerin bulunmadığı zamana kadar koruyup, saklamak zorunda kaldı Soğuktan ve sıcaktan korunmak için evler yapıldı

Demokrit'e göre bu buluşlar yapılırken, hayvanların yaşamlarından çok fazla şeyler öğrenilmiştir Söz gelişi kuşlar da yuva yaparlar Hayvanlara korunmaları için doğanın verdiği silahlar, insanda korunmak için silah yapma düşüncesini doğurmuştur

Bu türden çaresizlikler ve sıkıntıların neden olduğu buluşlar yardımıyla insan, hayvan yaşamını andıran ilkellikten kendini kurtarmış, kültür yaşamına geçmiştir Bu gelişmede insanın en büyük başarısı sayılması gereken buluş kuşkusuz "dil" olmuştur Dil aracılığı ile insan öteki insanlarla anlaşabilme olanağına kavuşmuştur

Demokrit'e göre tarih, insan kültürünün, insan buluşlarının tarihinden ibarettir İcatlar tarihi sürekli olarak artan bir gelişmeyi belgeler Demokrit, gelişmeyi, tarihin odak noktası yapan düşünürdür O, tutumuyla, kendisine kadar olan Yunan düşüncesine ters düşmüştür Pek çok ulusun efsanelerinde, tarihin başlangıcında bir mutlu dönem yaşandığı, toplumun bir cennet yaşamı sürdüğü görüşü yaygındır Eski Yunanistan'da bu görüşü ilk kez Hesiod belirlemiştir


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #155
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey




Hesiod

(M Ö VIII yüzyıl) Hesiod'a göre insanlar altın döneminde basit ve tekdüze bir yaşam sürdüler, fakat buna rağmen çok mutluydular Bu mutluluk döneminde henüz çelişme ve savaş yoktu İnsanların başkalarına baskısı da söz konusu değildi Bu dönem, insanlar arasında tam bir sessizliğin hüküm sürdüğü, doğa nimetlerinden rahatlıkla yararlanıldığı altın bir dönemdir Hesiod'a göre, bu başlangıç dönemi, tam anlamıyla bir barış ve huzur dönemidir

Demokrit ise bu ilk dönemin bir sıkıntı ve çaresizlik dönemi olduğuna inanır Hesiod'a göre, insanın en tehlikeli buluşu ve icadı olan para, yani servetin ortaya çıkması, insanların güçlü-güçsüz diye iki sınıfa ayrılmasına neden olmuştur Altın dönem sona ermiş, demir dönemi yani çekişme ve kavga dönemi başlamıştır

Bundan sonra insanlar arasında para, servet, güç uğruna bir çekişme başlamıştır Böylece adaletin bulunmadığı, bir baskı, bir zorlama dönemi yaşanır oldu Fakat zamanla insanda ilk duruma geri dönme, o mutlu dönemi yeniden yaşama isteği doğdu İnsanlık, şimdi yaşadığı kötü koşullardan kurtularak ilk mutlu döneme dönebilme tutkusunu sürekli içinde taşıdı

Hesiod'un bu görüşü, Demokrit'in gelişme görüşü ile çatışır Demokrit'e göre insanlık tarihi, sürekli bir gelişimdir İnsan, tarihinin akışı içinde, başlangıçtaki hayvan yaşamından sürekli uzaklaşarak daha iyi bir yaşama kavuşmuştur

Hesiod'a göre ise bu tarih, sürekli bir dönüşün hareketidir Yani tarih, altın dönemden başla***** demir döneminden geçtikten sonra yeniden altın dönemine dönen bir yol izler Empedokles bu altın dönemi pek parlak, pek hayalci bir biçimde canlandırır: Bu dönemde insanlarla hayvanlar arasında bile düşmanlık yoktu, doğa canlılara nimetlerini bol bol sunuyordu

Tarihin akışıyla ilgili birbiriyle çatışan bu iki görüşe, felsefe tarihinin akışı içinde sık sık rastlayacağız Bunu doğrulamak için büyük bir sıçrama yaparak XVIII yüzyıla bir göz atalım


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #156
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Archytas

(MÖ 430 - 348) Pisagorcuların en önemli başarılarının, evreni matematiksel düşüncelerle açıklama çabası olduğunu biliyoruz Ancak, hatırlanacağı gibi, Pisagorcular matematiği sonunda bir sayılar sezgiciliği (mistiği) haline getirdi

Onlara göre nesneler arasındaki tüm oranlan sayılarla göstermek olasılığı vardır ve de bu gereklidir Pisagorcular sayılar evreninin gerçek evrenin örneği olabileceğine inanırlar Bu gerçek örneği incelemekle, onun bir görüntüsü olan doğayı da kavramış oluruz Bu anlayış, kuşkusuz abartılıdır Ancak ilk düşünmelerde bu tür abartılara her zaman rastlanır

Gerçekte doğru ve yararlı olan bu düşünüş, hemen abartılarak her alana uygulanmak istenmiştir Pisagorcuların bir başka özelliği de ikicilikleridir (düalizm) Onlar evrende biri ötekine zıt iki öğenin geçerli olduğunu benimser Bu öğelerden biri "sınırsız" alandır

Ötekisi ise bu sınırsız alanda bir "sınır" çizendir Sınırsız olan uzaydır Bu uzayda aralık yoktur, bitişiktir Sınırlı olan, bu uzay içine konmuş olan noktalardır İşte bu görüşten hareket eden Pisagorcular Demokrit'inkinin tam karşıtı bir evren görüşüne ulaşırlar

Demokrit'in boş bir uzay varsaydığını biliyoruz Oysa Pisagorcular uzayı madde ile aynileştirirler Başka bir deyişle, uzayın aynı cinsten olan sıvı bir madde olduğuna ve sıvı içinde dönüşüm yapan hareketlerde bulunduğuna inanırlar Demokrit ise boş uzayda atomları hareket ettirir Pisagorcular ile Demokrit arasındaki bu karşıtlığın yeni zaman felsefesinde yeniden güncelleştiğine tanık oluyoruz

XVII ve XVIII yüzyıldaki iki karşıt fizik anlayışından biri, Demokrit'ten hareket eder, öteki ise daha çok Archytas'tan (Descartes fiziği)

Archytas ve yandaşları Demokrit'in, özellikle dokunma duyumunu temel alışını eleştirir Gerçekten Demokrit'e göre bize nesnenin gerçek yapısını tanıtan dokunma duyumuzdur Öteki duyumlar bize nesnenin yalnızca görünüşlerini tanıtırlar

Oysa Pisagorculara göre dokunma duyumuz da bizi, öteki duyularımız gibi, yanıltır Söz gelişi dışardaki şeyler gözümüzde renk etkisi oluşturur Bir şeye dokununca da elimizde sertlik etkisi oluşur Bunun içindir ki dokunma duyumuz, görme duyumuzdan kesinkes farksızdır Şayet nesne gerçek yapısı yönünden renkten uzak-ara yoksun ise, aynı zamanda sertlikten de yoksundur Nesnenin yapısına dönük gerçek niteliği; uzayda yer tutması, yer kaplamasıdır

Sonraki Pisagorcularla ilgili olarak özellikle Eflâtun'un "Timaios" diyalogundan bilgi ediniyoruz Bu Pisagorcuların gerçek başarısı astronomi alanındadır Onların astronomisi, temelde, modern astronomiye, yani Kopernik'in astronomisine çok yaklaşır Pisagorcular, her şeyden önce, dünyayı evrenin sabit merkezi olmaktan çıkaran, onu kendisi de hareket eden bir yıldız olarak anlayan ilk astronomlardır

Pisagorcular evrenin merkezinde bir ateşin bulunduğunu ve dünyanın da bu merkezdeki ateş çevresinde döndüğünü kabul ederler Bu merkezî ateş çevresinde dünyadan başka güneş ve beş gezegen de dönmektedir Oysa İlkçağın ve özellikle de Aristo'nun bunun tam karşıtı bir görüşü benimsediğini biliyoruz

Aristo'ya göre evrenin merkezinde dünya vardır Güneş ve öteki yıldızlar dünyanın çevresinde hareket ederler Pisagorculara göre, dünyanın bir yüzü sürekli olarak merkezdeki ateşe dönüktür Bunun içindir ki biz merkezdeki ateşi göremeyiz ve dünyanın bu ateş çevresindeki hareketi sırasında güneş ile yıldızların sanki dünya çevresinde döndüğünü sanırız

Oysa bu, dünyanın hareketinden oluşan, tamamiyle yanlış bir izlenimdir Bundan sonra dünyanın kendi ekseni etrafında da döndüğünü kabullenmek için ancak bir adım daha atmak yeterli olacaktı ki, bu adım son Pisagorcular tarafından atılmıştır Sonunda Eflâtun'un Akademisi'nden olan bir Pisagorcu bilgin, güneşi evrenin merkezi yapmış ve böylece Kopernik'e tümüyle yaklaşmıştır

Kopernik'in İlkçağın astronomi varsayımlarına yabancı olmadığını, bunları bildiğini, kendi varsayımına öncülük edenleri ciddî bir şekilde incelediğini biliyoruz Gerek İlkçağda, gerek Ortaçağda, Aristo'nun otoritesinin egemen oluşu yüzünden, Pisagorcuların astronomi alanında vardıkları sonuçlar ilgi görmemiş, her iki çağda dünya evrenin merkezi sayılmış ve öteki tüm yıldızların dünyanın çevresinde döndüğü görüşü benimsenmiştir Böylece Yunan felsefesinin ilk bölümünü, yani bu felsefenin doğa olaylarıyla ilgili olan ilk bölümünü noktalamış oluyoruz

Bu ilk dönem filozofları özellikle doğa konusuyla ilgilendiler Bunların belirgin niteliği, doğa filozofu olmalarıdır Şimdiye kadar sözünü ettiğimiz filozoflar gerçekte doğa bilginleri olup, biraz da din alanında yenileşme yanlısı düşünürlerdir Bunların hemen hepsi, yalnızca bir konuya ilgi duymamıştır: Bu konu insan ve insanın yaratılışı konusudur Yalnız

Demokrit için, tarih konusunun bir problem oluşturduğunu biliyoruz Demokrit bu kuşağın son örneğidir Ancak bu ilk doğa filozofları ile Demokrit arasında şimdi ele alacağımız bir düşünürler topluluğu vardır ki, bunlar öncelikle insan konusu ile ilgilenmişlerdir Bu filozoflar topluluğunu belli bir isimle anmak gelenek olmuştur: Bunlara "Sofist"ler denir


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #157
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Aquinolu Thomas

(1225 - 1274)

Napoli krallığının soylu ailelerinden birinin oğluydu Derebeyi yaşamını değil, okumayı ve araştırmayı tercih etti Dominiken tarikatına girdi Tarikata girmesine karşı olan babası tarafından Paris’e giderken yakalanıp, şatosunda tutsak edildi İki yıl sonra kaçmayı başardı Büyük Albert’in öğrencisi olan Thomas, Skolastik felsefenin en büyük düşünürüydü Öğretisi önemli ölçüde Aristoteles’in metafiziğine dayanıyordu Ortaçağ’da Hıristiyan felsefesinin doruğu olan bu öğreti, daha sonra Katolik kilisesinin resmi felsefesi haline geldi Skolastiğin ilk dönem anlayışında inanılan ile bilinen, birbirine denk ve birbiriyle örtüşüyordu Thomas’a göre dini doğrular ile akıl iki ayrı bilgi kaynağıdır Bize başka başka şeyler öğretirler Bilmek tanıtlamak demektir İnanmak ise açıklamayı olduğu gibi doğru saymaktır Ona göre bilgi insana, en yüksek ışığı anlaması için ön koşullar sağlar Thomas bilginin çıkış noktasının deney olduğunu düşünür Duyusal bilgilerimizi genel kavramlar haline getirebildiğimiz için mantığımızla işlememiz gerekir Kavramlar, nesnelerin özlerini bize verirler Direkt olarak her şeyi kavrayan bir bilgi formu insanoğluna kapalıdır Bir objeyi ancak özünü ve özünün etkilerini kavramlaştırarak bilebiliriz Objenin düşüncemizdeki yansısı gerçeğe uyuyorsa bilgimiz doğrudur Bu soyutlama işleminin bizi vardıracağı en yüksek kavram ‘varlık’tır

Thomas tümel kavramların nesnenin özünde olduğunu düşünür Bu kavramlar, nesneyi nesne yapan zorunlu belirlemelerdir Her olup biten nesnedeki özsel formların açılması ve evrimidir Formlar, tıpkı bir tohum gibi maddede gizli bir güç olarak bulunurlar Dünyada her olup biten belli bir ereğe göre belirlenmiştir Oluşu başlatan da, oluşun ereği de Tanrı’dır Thomas, evreni varlık aşamalarına böler: Cansız cisimler, bitkiler, hayvanlar, insanlar, melekler ve en yüksek basamakta da Tanrı yer alır Varlık aşamaları gelişen hayatın basamaklarıdır Ahlak öğretisinde, istenç özgürlüğü her türlü ahlakın ön koşuludur Ancak özgür olan, akla dayanan düşüncelerden doğan eylemler iyidir Aristoteles gibi Thomas’da da insan toplumsal bir varlıktır Devlet doğal bir zorunluluktur, başındakiler bir itaat bir örnektir


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #158
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Francois Marie VOLTAIRE (AROUET)

1694 - 1778)

Gördük ki hem Fontenelle ve hem de Maupertuis evrensel dizgenin Tanrının varoluşunu sergilemekte olduğuna inanıyorlardı Montesquieu de Tanrıya inanıyordu Ve Voltaire de Adı yalnızca bir kurum olarak Katolik Kiliseye ve dinadamlarının eksikliklerine karşı değil ama Hıristiyan öğretilere karşı da sert ve alaycı saldırılarıyla birlikte anılmaktadır Gene de bu onun bir tanrıtanımaz olmadığı olgusunu değiştirmez

Daha sonra adını M de Voltaire olarak değiştirecek olan François Marie Arouet (1694-1778) çocukluğunda Paris’de Louis-le-Grand Jesuit kolejinde eğitim gördü Bastille’e iki ziyaretten sonra 1726’da İngiltere’ye giderek 1729’a dek orada kaldı Ve İngiltere’de kalışı sırasındadır ki Locke ve Newton’un yazıları ile tanıştı ve Felsefi Mektuplar’ında açıkça görüldüğü gibi İngiliz yaşamındaki göreli özgürlüğe karşı hayranlık duyguları geliştirdi25 Başka bir yerde Voltaire belirtir ki Newton, Locke ve Clarke Fransa’da baskıya uğrayacak, Roma’da hapsedilecek, ve Lizbon’da yakılacaklardı Bununla birlikte, hoşgörü için bu coşkusu 1761’de üç rahibin Lizbon’da dinadamlarına karşı olan hükümet tarafından yakıldığı haberini işittiği zaman bunun onda yarattığı derin doyum duygusunu anlatmasının önüne geçemedi

Voltaire 1734’de Cirey’e gitti ve orada o sıralar yayınlamamayı daha uygun bulduğu Metafizik Üzerine İnceleme’sini yazdı Newton’un Felsefesi başlıklı çalışması 1783’de çıktı Voltaire felsefi düşüncelerinin çoğunu Bayle, Locke ve Newton gibi düşünürlerden aldı; ve bu düşünceleri duru ve nükteli yazılarda sunmada ve onlara Fransız toplumunun anlayabileceği bir biçim vermede hiç kuşkusuz başarılıydı Ama belli bir derinliği olan bir filozof değildi Locke’dan etkilenmiş olmasına karşın, bir filozof olarak onunla aynı düzeyde değildi Ve Newton üzerine yazmış olmasına karşın, kendisi bir matematiksel fizikçi değildi

1750’de Voltaire Büyük Frederick’in çağrısı üzerine Berlin’e gitti, ve 1752’de Maupertuis üzerine Doktor Akakia başlıklı yergisini yazdı Bu yergi Frederick’in hoşuna gitmedi; ve filozof ile kral koruyucusu arasındaki ilişkiler gerginleştiği için, Voltaire 1753’de Berlin’den ayrılarak Cenova yakınlarına yerleşti Önemli yapıtı Essai sur les moeurs 1756’da çıktı

Voltaire 1758’de Ferney’de bir mülk eldindi Candide 1759’da, Hoşgörü Üzerine İnceleme 1763’de, Felsefe Sözlüğü 1764’de, Bilgisiz Filozof 1766’da, Bolingbroke üzerine bir çalışma 1767’de, Tanrıtanırcıların İnanç Bildirimleri 1768’de çıktı 1778 yılında oyunu Irëne’in ilk sahnelenişinde bulunmak üzere Paris’e gitti ve başkentte olağanüstü bir alkış tufanı ile ödüllendirildi Ama ilk sahnelenişin üzerine çok geçmeden Paris’te öldü

1829-34 Beuchot yayımında Voltaire’in toplu yapıtları yaklaşık yetmiş cilt oluşturur Bir filozof, oyun yazarı, ozan, tarihçi ve romancıydı Bir insan olarak hiç kuşkusuz pek çok iyi yanı vardı Oldukça güçlü bir sağduyu taşıyordu; ve türe sorunlarında bir reform uygulaması için duyduğu istek, karışık güdüler tarafından esinlendirilmiş olsalar da belli türel haksızlıkları kamu oyunun gözleri önüne getirmek için gösterdiği çabalarla birlikte, belli bir insanca duygu düzeyini gösterir Ama bütününde alındığında karakteri özellikle hayranlık duyulabilecek bir türde değildi Kendini beğenmiş, kinci, kinik ve anlıksal olarak ilkesizdi Maupertuis, Rousseau ve daha başkalarına yönelttiği saldırılarının ona saygınlık kazandırdıklarını söylemek güçtür Ama hiç kuşkusuz karakter bozuklukları üzerine söyleyebilecek olduğumuz hiçbir şey yazılarında Fransız Aydınlanmasının tinini parlak bir biçimde toparlamakta olduğu olgusunu değiştiremeyecektir


Newton felsefesinin öğeleri üzerine çalışmasında Voltaire Kartezyenizmin doğrudan doğruya Spinozacılığa ***ürdüğünü ileri sürer ‘‘Pekçok insan tanıdım ki Kartezyenizm onları şeylerin enginliğinden başka hiçbir Tanrının olmadığını kabul etmeye ***ürmüştür, ve, tersine, hiçbir Newtoncu görmedim ki en sağın anlamda bir tanrıtanırcı olmasın’’ ‘‘Newton’un bütün felsefesi zorunlu olarak herşeyi yaratan ve herşeyi özgürce düzenleyen bir En-Yüksek Varlığın bilgisine ***ürür’’ Eğer bir boşluk varsa, özdek sonlu olmalıdır Ve eğer sonlu ise, olumsal ve bağımlıdır Dahası, çekim ve devim özdeğin özsel nitelikleri değildirler Bu yüzden Tanrı tarafından getirilmiş olmalıdırlar Metafizik Üzerine İnceleme’sinde Voltaire Tanrının varoluşu için iki uslamlama çizgisi önerir Birincisi sonsal nedensellikten yola çıkan bir tanıtlamadır Dünya bir saate benzetilir; ve Voltaire ileri sürer ki, tıpkı kolları zamanı belirten bir saati gören birinin onun zamanı göstermek amacıyla bir başkası tarafından yapılmış olduğu vargısını çıkarması gibi, Doğanın gözleminden de onun anlıklı bir Yaratıcı tarafından yapılmış olduğu vargısı çıkarılmalıdır İkinci uslamlama Locke ve Clarke tarafından saptanan çizgiler üzerinde olumsallıktan bir uslamlamadır Bununla birlikte, daha sonra Voltaire bu ikinci uslamlamayı bir yana bırakarak kendini birinciye sınırladı Felsefe Sözlüğü’nde tanrıtanımazlık üzerine yazısının sonunda şunları söyler: ‘‘filozof olmayan geometriciler sonsal nedenleri yadsımışlardır; ama gerçek filozoflar onları kabul ederler Ve, çok iyi bilinen bir yazarın söylediği gibi, bir din hocası Tanrıyı küçük çocuklara bildirirken, Newton Onu bilgeler için tanıtladı’’ Ve Doğa üzerine makalesinde yalnız başına alındığında hiçbir toparlama evrensel uyumu ya da dizgeyi açıklayamaz diyordu ‘‘Beni Doğa olarak adlandırırlar, ama ben tümüyle sanatım’’

Ama gerçi Voltaire sonuna dek Tanrının varoluşuna duyduğu inancı sürdürmüş olsa da, dünyanın Tanrı ile ilişkisi üzerine görüşleri belli bir değişime uğradılar İlkin az çok Leibniz ve Pope’un evrensel iyimserliklerini paylaşıyordu Böylece Newton üzerine çalışmasında dünyadaki kötülük yüzünden Tanrıyı yadsıyan tanrıtanımazdan söz ederek belirtir ki,iyi ve iyi-lik terimleri ikircimlidir ‘‘Seninle ilişkisinde kötü olan genel dizgede iyidir’’ Yine, kurtlar koyunları yer ve örümcekler sinekleri yakalar diye Tanrının varoluşu konusunda usun bizi ***ürdüğü vargıları bir yana mı bırakacağız? ‘‘Görmüyor musun ki, tersine, sürekli olarak yenip yutulan ve sürekli olarak yeniden üretilen bu sürekli kuşaklar evrenin tasarına girerler?’’

Bununla birlikte, büyük acılar getiren 1755 Lizbon depremi Voltaire’in dikkatini güçlü bir biçimde kötülük sorunu üzerine çevirdi Ve bu olaya tepkilerini Lizbon’daki yıkım üzerine şiirinde ve Candide’de dile getirdi Şiirde tanrısal özgürlüğü yeniden doğruluyor görünmektedir; ama geç yazılarında yaratılışı zorunluğa bağlar Tanrı sonsuzluk içinde varolan ilk ya da en yüksek nedendir Ama etkisiz bir neden kavramı saçmadır Öyleyse dünya sonsuzluk içinde Tanrıdan doğuyor olmalıdır Hiç kuşkusuz Tanrının bir parçası değildir, ve varoluşu için ona bağımlı olması anlamında olumsaldır Ama yaratılış bengi ve zorunludur Ve kötülük dünyadan ayrılamaz olduğu için, o da zorunludur Öyleyse Tanrıya bağımlıdır; ama Tanrı onu ortaya çıkarmayı seçmiş değildir Tanrıyı ancak eğer onu özgürce yaratmışsa kötülükten sorumlu tutabiliriz

İnsana dönelim Philosophie de Newton’da Voltaire, Locke’u tanıyan pekçoklarının ona söylediklerine göre, Newton’un bir zamanlar Locke’a Doğaya ilişkin bilgimizin Tanrı için uzamlı bir şeye düşünme yetisini vermenin olanaksız olduğunu bildirebileceğimiz denli büyük olmadığını itiraf ettiğini belirtir Ve yeterince açıktır ki Voltaire özdeksel-olmayan tözsel bir varlık olarak ruh kuramını gereksiz bir varsayım olarak görüyordu Felsefe Sözlüğü’nde Ruh üzerine makalede ileri ‘tinsel ruh’ gibi terimlerin yalnızca bilgisizliğimizi örten sözcükler olduklarını ileri sürer Yunanlılar duyusal ve anlıksal ruhlar arasına bir ayrım getiriyorlardı Ama hiç kuşkusuz duyusal ruh diye birşey yoktur; ‘‘o senin örgenlerinin deviminden başka birşey değildir’’ Ve usun yüksek ruhun varoluşu için bulabileceği tanıtlama alt ruhun varoluşu için bulabilecek olduğundan daha iyi değildir ‘‘Ancak inanç yoluyladır ki onu bilebilirsin’’ Voltaire burada kesin olarak tinsel ve ölümsüz bir ruh diye birşey yoktur demez Ama görüşü başka bir yerde yeterince açık olarak ortaya koyulur

Ruhbilimsel bir anlamda insan özgürlüğüne gelince, Voltaire görüşünü değiştirdi Metafizik Üzerine İnceleme’de özgürlüğün olgusallığını bilincin tüm kuramsal karşıçıkışlara direnen dolaysız tanıklığına başvurarak savunuyordu Bununla birlikte, Philosophie de Newton başlıklı çalışmasında bir ayrım yapar Belli sıradan sorunlarda, beni şu değil ama bu yolda davranmaya yönelten hiçbir güdüm olmadığı zaman, ilgisizlik özgürlüğünü taşıdığım söylenebilir Örneğin, eğer sola ya da sağa dönme konusunda bir seçim yapabiliyorsam, ve eğer birini yapmaya doğru hiçbir eğilimim ve ötekine karşı hiçbir isteksizliğim yoksa, seçim kendi öz istencimin sonucudur Açıktır ki,‘ilgisizlik’ özgürlüğü burada oldukça sözel bir anlamda alınmaktadır Özgür olduğumuz tüm başka durumlarda kendiliğindenlik denilen özgürlüğü taşırız; ‘‘başka bir deyişle, güdülerimiz varsa, istencimiz onlar tarafından belirlenir Ve bu güdüler her zaman anlağın ya da içgüdünün son sonucudurlar’’ Burada özgürlük adda kabul edilir Ama bu ayrımı yaptıktan sonra, Voltaire şunları söylemeye geçer: ‘‘Herşeyin nedeni vardır; öyleyse senin istencinin de Öyleyse hiç kimse kazanmış olduğu son düşüncenin bir sonucu olması dışında isteyemez Bu yüzdendir ki bilge Locke özgürlük adını kullanmayı göze alamaz; özgür bir istenç ona bir kuruntudan başka birşey gibi görünmez Kişinin istediğini yapma gücünden başka hiçbir özgürlük tanımaz’’ Kısaca, ‘‘kabul etmeliyiz ki özgürlüğe yönelik karşıçıkışlara bulanık bir diluzluğuna başvurmaksızın yanıt vermek pek olanaklı değildir; hüzünlü bir konu, öyle ki bilge insan bunun üzerinde düşünmekten bile korkar Salt bir avutucu düşünce vardır: kişi hangi dizgeyi benimsiyor olursa olsun, eylemlerimizin hangi yazgıcılık tarafından belirlendiğine inanırsa inansın, her zaman sanki özgürmüş gibi davranacaktır’’ Daha sonraki bölümde Voltaire ilgisizlik özgürlüğüne yönelik bir dizi karşıçıkış getirmektedir Felsefe Sözlüğü’nde Özgürlük üzerine makalesinde Voltaire yuvarlak bir anlatımla bildirir ki ilgisizlik özgürlüğü ‘‘onu yaratanların kendilerinde de bulunmayan birşey, anlamsız bir sözcüktür’’ Kişinin istediği şey güdü tarafından belirlenir; ama kişi davranmada ya da davranmamada özgür olabilir, şu anlamda ki, yerine getirmeyi istediği eylemi yerine getirmesi gücü içinde olabilir ya da olmayabilir ‘‘İstencin değil ama eylemlerin özgürdür; davranma gücün olduğu zaman davranmakta özgürsün’’ Bilgisiz Filozof’ta36 Voltaire özgür bir istenç düşüncesinin saçma olduğunu ileri sürer; çünkü özgür bir istenç yeterli güdüsü olmayan bir istenç olacak ve Doğanın izlediği yolun dışına düşecektir Eğer ‘‘küçük bir hayvan, beş ayaklık boyuyla’’ evrensel yasa egemenliği karşısında bir kuraldışı olmuş olsaydı, bu çok tuhaf olurdu Şansa bağlı olarak davranacaktı, oysa şans diye birşey yoktur ‘‘Herhangi bir bilinmeyen nedenin bilinen etkisini anlatmak için bu sözcüğü yaratan biziz’’ Özgürlük bilincine ya da duygusuna gelince, bu istencimizdeki belirlenimcilik ile bütünüyle bağdaşabilirdir Kişinin istenen eylemi yerine getirmeye gücü olduğu zaman dilediğini yapabilecek olduğundan daha çoğunu göstermez

Belirlenimciliği öne sürmesi Voltaire’in ahlaksal yasa düşüncesini bir yana attığı anlamına gelmez Herhangi bir doğuştan ahlaksal ilkenin olmadığı konusunda Locke ile anlaştığını bildiriyordu Ama Tanrı tarafından öyle bir yolda oluşturulmuşuzdur ki, zamanın akışı içinde türenin zorunluğunu görmeye başlarız Gerçekten, Voltaire ahlaksal kanıların değişkenliklerine dikkati çekmeye alışmıştı Böylece Metafizik Üzerine İnceleme’de bir yerde erdem denilen şeyin başka bir yerde bir kusur olarak görüldüğünü belirtir, ve ahlaksal kurallar da tıpkı diller ve görenekler denli değişkendirler Aynı zamanda ‘‘doğal yasalar vardır ki, insanlar dünyanın her yerinde bunlar konusunda anlaşmak zorundadırlar’’ Tanrı insanı vazgeçilemez belli duygularla donatmıştır ki, bunlar, sonsuza dek sürecek olan bağlar olarak, insan toplumunun temel yasalarını yaratırlar Temel yasanın içeriği oldukça sınırlı görünmektedir ve başlıca başkalarını incitmemekten ve birinin komşusunu ahlaksızca incitmediği sürece hoşuna gideni yapabilmesinden oluştuğu söylenebilir Gene de, Voltaire nasıl her zaman deistik (ya da kendi deyimiyle teistik) bir konumu sürdürmüşse, yine öyle ahlaksal bir göreciliğe de hiçbir zaman bütünüyle teslim olmamıştır Pascal’da bulunabilecek türde derin bir dinsel duygu hiç kuşkusuz Voltaire’e özgü bir özellik değildi; ne de yüksek bir ahlaksal idealizme inandığı söylenebilir Ama tanrıtanımazlığı nasıl yadsımışsa, aşırı törel göreciliği de yadsımıştır

Voltaire’in insan özgürlüğü ile ilgili olarak ruhbilimsel bir anlamda belirlenimci bir konumu benimsemeye başladığını söylemiştik Aynı zamanda politik özgürlüğün de kararlı bir savunucusuydu Locke gibi, Devlet tarafından saygı duyulması gereken bir insan hakları öğretisine inanıyordu; ve, Montesquieu gibi, İngiltere’de yürürlükte olan özgürlük koşullarına hayranlık duyuyordu Ama politik özgürlük ile ne demek istediğini anlamak zorunludur Kafasında herşeyden önce bir düşünce ve anlatım özgürlüğü vardı Başka bir deyişle, birincil olarak le plilosophelar için kazanılacak özgürlükle ilgileniyordu, en azından Voltaire ile anlaştıkları ölçüde Halk egemenliğini geliştirmeyi istiyor olma anlamında bir demokrat değildi Hiç kuşkusuz bilimsel ve ekonomik ilerleme için zorunlu olduğunu düşündüğü hoşgörüyü savunuyordu; ve tiransal despotizmden nefret ediyordu Ama Rousseau’nun eşitlik konusundaki düşüncelerini alaya alıyordu, ve ideali filozofların etkileriyle aydınlatılmış iyiliksever bir tekerk ideali idi Hayalperestlere ve idealistlere güvenmiyordu; ve mektuplaşmaları göstermektedir ki onun görüşünde ayaktakımı—ki halkı böyle adlandırmak hoşuna gidiyordu—her zaman bir ayaktakımı olarak kalacaktı Özgürlük ve hoşgörü için daha iyi koşullar ve türel sorunlarda daha iyi ölçünler pekala Fransız tekerki altında da elde edilebilirdi, yeter ki Kilisenin gücü kırılmış ve felsefi aydınlanma Hıristiyan inak ve boşinançların yerini almış olsun Voltaire hiç kuşkusuz hiçbir zaman kurtuluşun halktan ya da şiddete dayalı bir ayaklanmadan gelebilecek olduğunu düşünmemişti Bu yüzden, gerçi yazıları Devrim için zeminin hazırlanmasına katkıda bulunmuş olsalar da, Voltaire’i Devrimi edimsel olarak alacak olduğu biçim içersinde istekle bekliyor ya da bilinçli olarak onu geliştirmeyi amaçlıyor olarak sunmak büyük bir yanılgı olacaktır Düşmanı tekerk değil ama dinadamları sınıfıydı Montesquieu’nün ‘güçlerin ayrılığı’ ilkesini savunma anlamında anayasanın özgürleştirilmesiyle ilgilenmiyordu Ve gerçekte giderek denebilir ki dinadamlarının etkisinden kurtarılması anlamında tekerkin gücünün arttırılmasından yanaydı Bu yorumlar Voltaire’in ilerlemenin bir düşmanı olduğunu imliyor olarak anlaşılmamalıdır Tersine, Voltaire ilerleme düşüncesinin en etkili yayıcılarından biriydi Ama terim onun için usun egemenliği, ed anlıksal, bilimsel ve ekonomik ilerleme anlamını taşıyordu, politik ilerleme anlamını değil, eğer bununla demokrasiye ya da halk yönetimine bir geçiş anlaşılıyorsa Çünkü bilimde, sanatta ve düşüncelere karşı hoşgörüde ilerlemeyi geliştirmesi en olanaklı güç aydınlanmış tekerkin yönetimiydi

Montesquieu’nün kuramlarının bu bölümde irdelenmiş olmaları olgusuna karşın, Voltaire’in tarih konusundaki görüşlerini tarih felsefesinin doğuşunu ele alan bölüme bırakmayı öneriyorum

Notlar: Voltaire büyük bir hayranlık duymasına karşın Hume ile hiçbir zaman karşılaşmadı Kendi payına Hume da Fransız felsefeciye karşı tutumunda pek yakınlık göstermedi, gerçi Voltaire Ferney’deyken ona Paris’ten olumlu bir mektup yazma konusunda inandırılmış olsa da

Fransız düşünürü Tüm aydınlanma düşünürlerince bu hareketin babası olarak kabul edilmiş olan François Marie Voltaire'ın çalışmaları, 16 ve 17 yüzyılda yepyeni bir kimlik kazanan Doğal Hak anlayışının -Protagoras'ın tarihsel sürece bakışını hatırlatan- insan deneyiminin tarihsel süreçte durmadan gelişip, yetkinleştiği görüşü ile (aklın tarihsel evrimi anlayışı ile) birleşip burjuvazinin istemleri ve çıkarlarıyla çelişmeyen bir toplum ve devlet düzeninin kurulmasında kurumsal bir dayanak durumuna gelişine örnektir

Voltaire'da diğer aydınlanma çağı düşünürleri gibi insan doğasına yaraşır bir düzenin, bir tek koşulla, aklın, batıl inançların insan üzerindeki egemenliğini kırmasıyla bilimin, korkunun, özlemsel düşünüşün ve baskının doğurduğu, boş inançları ortadan kaldırmasıyla kurulabileceğini söyler Buunla birlikte Voltaire'in din üzerine düşünceleri, özünde akla uygun bir doğal din ya da doğadini anlayışından beslenen sıkı bir Hıristiyanlık eleştirisi veren ve evreni yarattıktan sonra, bir daha dönüp arkasına bakmayan bir tanrı tasarımı oluşturan deizme karşılık gelir Aslında aydın bir despotizm yönetimi ile kurucu monarşi yönetimi anlayışlarını birlikte sürdürmüş, aydınlanmış bir monarkın (tekerkin) yönetimini ideal bir yönetim tarzı olarak yaşamının sonuna değin savunmuş olan Voltaire'da din, halkın aydınlanmış bir seçkinler öbeği, aydın bir azınlık tarafından yöneltilmesi düşüncesine -Sokrates'teki entellektüel elitizmini akla getiriyor- destek sağlayıcı bir öğedir

Voltaire toplumsal düzende sınıfların varlığını çok doğal karşılamış, zengin ve fakirlerin olmasının kaçınılmaz olduğunu söylemiştir Fakat, herşeye rağmen onun feodalizmin köleleştiren düzenine, keyfi yönetime, sansürü ve siyasal baskıya, kilisenin hoşgörüsüzlüğü ve dogmatizmine karşı kararlı direnişi ve karşı çıkışı, onun sınıfsal soruna bakış açısındaki yetersizliğiyle gölgelenemeyecek denli takdire değerdir


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #159
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Andreas VESALIUS

(1514-1564)

Belçikalı anatomist Andreas VESALIUS, 1514 yılında Brüksel'de dünyaya geldi Tıp kökenli bir ailede büyüyen Vesalius, çocukluk dönemini medikal kitaplar oku***** geçirdi Babası İmparator Maximillian'ın başeczacısı idi

1528-1533 yılları arasında Louvain Üniversitesi'nde san'at eğitimi alan Vesalius, 1533 yılında Fransa'ya giderek Paris Üniversitesi'nde tıp eğirimine başladı

Fransa'da savaş çıkması üzerine 1536 yılında Padua Üniversitesi'nde tıpğ eğitimine devam eden Vesalius aynı yıl tıp doktoru diploması aldı

Vesalius, Padua Üniversitesi'nde anatomi disseksiyon çalışmaları sırasında cerrahi ve anatomi dersleri vermeye başladı Disseksiyon çalışmaları sırasında detaylı notlar alan ve çizimler yapan Vesalius, 1543 yılında tıp tarihinin en önenmli eserlerinden biri olan "De Humani Corporis Fabrica Libri Septem" isimli kitabını yayınladı Tıp tarihinde ilk anatomi eseri olarak kabul edilen 663 sayfalık kitabında Vesalius, Galedn'in anatomi ile ilgili teorilerinin yanlışlığını ortaya koydu Dönemin ünlü san'atçılarından Titian ile birlikte çalışılarak hazırlanan 277 adet anatomi çiziminde özellikle iskelet-kas ve sinir sistemi ile ilgili ince detaylar yer almaktadır Bu ünlü eser tamamlandığında Vesalius yalnızca 29 yaşında idi

1543 yılında üniversiteden ayrılan Vesalius, ölüm tarihi olan 1564 yılına kadar imparatorluk ailesinin doktorluk görevini sürdürmüştür


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #160
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Kibrisli Zenon

MÖ 335-263 yılları arasında yaşamış olan, Stoa Okulunun kurucusu, Yunanlı filozof Akademi'de Krates'in nezaretinde felsefeyle meşgul olan Zenon, Stoalılar tarafından benimsenen temel ilkeleri belirlemiştir Ona göre, gerçek olan herşey maddidir Fakat evren, pasif bir maddeden oluşmamıştır Değişen bir yapısı olan düzenli bütün olan evrendeki pasif maddeden başka, doğadaki düzenleyici, aktif ögeyi temsil eden bir güç daha vardır Bu aktif güç, maddeden farklı değildir, ancak maddenin değişik bir görünümüdür O, hava akıntısı ya da nefes gibi, sürekli olarak hareket eden ince bir şeydir Zenon bu gücün ateş olduğunu söyler; ona göre, bu ateş var olan herşeye yayılır Bu maddi ateşin en temel özelligi akıldır Bu ateş, evrendeki en yüksek varlık türüdür Zenon'a göre, Tanrı herşeydir Yani, Tanrı bireyleri birbirleriyle birleştiren ateş ya da sıcak nefestir O, doğanın içindeki akıl ya da rasyonel güçtür Tanrı'nın ateş ya da rasyonel bir güç olduğunu söylemek, doğaya aklın ve akıl ilkesinin egemen olduğunu söylemekten başka bir şey değildir Madde, kendisinde bulunan bu akıl ilkesine göre davranır Maddenin bu ilkeye göre olan sürekli eylemi, Zenon'a göre, bizim doğa yasası dediğimiz şeyi meydana getirir Zenon, bilgi anlayışında, sözcüklerin düşünceleri ifade ettiğini, düşüncelerin ise, bir nesnenin zihin üzerindeki etkisi sonucu ortaya çiktigini söyler Zihin, doğuştan boş bir levhadır ve düşünce dağarcığını dış dünyadaki nesnelerden etki aldıkça doldurur Bu nesneler, duyuların oluşturduğu kanallardan geçerek, zihinde izlenimler meydana getirirler Aynı nesnelerle tekrarlanan çok sayıda ilişki, izlenimleri çogaltir, belleğimizi geliştirir Bu, bize önümüzde duran nesnenin ötesine geçerek, genel kavramlara ulaşma olanağı sağlar Zenon'a göre, bir şeyin doğru ya da iyi olduğu şeklindeki bir yargı izlenimlerimizin bir ürünüdür Zenon, insan ve ahlak anlayışında, dünyanın bir parçası olan insanın da aynı şekilde maddi bir varlık olduğunu ve tanrısal ateşten pay aldığını söyler İnsandaki bu ateş, onun tüm vücuduna nüfuz eder ve insana hareket etme ve dış dünyadan duyumlar alma olanağı verir Yani, Zenon'a göre, insandaki bu ateş, onun ruhunu meydana getirir O, insan ruhunun en iyi ifadesini akılda ve akıllılıkta bulduğunu savunur İnsan için akıllılık ise, onun kendisinin de bir parçası olduğu yetkin doğa düzenini anlayıp bilmesi anlamına gelir Zenon'un ahlakı, işte bu doğa ve insan anlayışına uygun olarak, bir yandan akla ve bilgiye, bir yandan da doğal düzene boyun eğmeye dayanır


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #161
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Ockhamli William

(1285 - 1347)Skolastik felsefenin son dönemlerinin en ünlü filozofudur Bir Fransız rahibi olan William, Skolastik dönemde ilk belirtileri Roscelinus’ta görülen nominalizmin önde gelen temsilcisiydi

Ona göre; tümeller, gerçek bir varoluşa sahip değil, yapma şeylerdi Ancak soyut düşüncenin ürünü olarak ve bilmsel çalışma içinde ortaya çıkabilirlerdi Çokluğun ortak olan yanı değil, onlara yüklenebilir olan isimlerdi Bilim, geneli değil, özeli, tekil olan varlığı incelemelidir Çünkü yalnızca tekil varlıkların bir gerçekliği vardır Şeyler, ilk baştan beri birey olarak vardırlar

Ockhamlı William, amprik bir bilgi anlayışına sahipti Ona göre deney, her türlü bilginin temelidir Özel, bireysel varlıklarla, olayların varoluşunu, yalnız deney ve duyulara dayanan bilgi ile bilebiliriz Bunun için, önermeleri deneyde kontrol edileyemeyen bir rasyonel teolojinin, ya da ruhun ölümsüzlüğünü tanıtlamak isteyen -nesnesi gözlenemeyen- bir psikoljinin olmayacağı da aşikârdır Dolayısıyla Tanrı’nın birliği, sonsuzluğu, hatta varlığı dahi dahi kesin olarak tanıtlanmaz Bu gibi bilgiler ancak inancın konusu olabilirler ve ancak inanılarak kabul edilebilirler Bunlar ne tanıtlanabilirler, ne de tanıtlamakta ilke alarak kullanılabilirler Bu anlayışla o, inanç ve bilgiyi kesin çizgilirle birbirinden ayırır

WilliamIn bu görüşleri ile birlikte, felsefe artık eskiden olduğu gibi teolojinin, dinin hizmetinde değildir Bilgi inanç karşısında bağımsız olmaya ve kendini bulmaya başlıyor, Rönesans, üç yüzyıl öncesinden müjdeleniyordu

Ockhamlı William, kavramların maddi bir temelinin bulunduğunu ileri sürmesi, idealizmin maddi gerçekliğin temelinde tümel kavramların olduğuna dair düşüncesiyle çelişiyordu Doğanın tekil nesneler ve somut olaylar üzerinde incelenmesi ve bilginin buradan elde edilmesi yolundaki eğilim eski filozofların düşüncelerini yeniden gündeme getiriyordu

Skolastiğin tümü Ockhamlı William’ın anlayışı ve eleştirileri karşısında boş savlar derekesine düşmüştü Kilise boş durmadı Ockhamlı aforoz edildi Onun ve Durand’ın öğretileri 14 ve 15 yüzyılda da üniversiteleri meydan savaşlarına çevirdi ve ancak Rönesans ve Reform zamanının sakinleşen realistlerle nominalistlerin kavgalarının başlangıcı oldu


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #162
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Wittgenstein,Ludwig

Wittgenstein birinci dönemin temel eseri olan Tractatus ’ta, dilin fonksiyonunu nasıl gerçekleştirdiğini ve dilin sınırlarını ortaya koyacak bir teori geliştirmeyi amaçlamıştır Dil düşünceyi ifade ettiği için, onun üstlendiği bu görev, aynı zamanda düşüncenin sınırlarına dair bir araştırma olarak anlaşılmak durumundadır; başka bir deyişle, onun projesi, Kant’ın kalkıştığı işin, yani Kritik der Reinen Vernunft’un dille ilgili olan versiyonuna tekabül eder Tractatus’un iki temel tezi ya da öğretisi vardır: Bunlardan pozitif olan ve dilin dünyayı resmederek, onu temsil ettiğini öne süren birincisine göre, olgusal dilin önermeleri dış dünyayı, olguları resmeder, mantığın önermeleri ise totolojilerdir Buna mukabil, eserin olumsuz olan tezi ya da öğretisi, ahlaki, dini, ve hatta felsefi söylemin dilin sınırlarını aştığını ifade eder Wittgenstein’ın, her tümcenin mümkün bir durumun, varolan bir olgunun resmi olduğunu öne süren söz konusu dil ve anlam görüşüne göre, tümce ya da önermeler, son çözümlemede basit nesne ya da şeylere gönderimde bulunmak durumunda olan isimlerin bir birleşimidir Gerçeklikle dil ya da düşünce arasındaki bu resmetme ilişkisinin mümkün olabilmesi için, onların ortak bir mantıksal form ya da yapıyı paylaşmaları gerekir Bununla birlikte, bu mantıksal form dünyada bulunmaz; bulunmadığı için de, dilde resmedilemez Aynı şekilde, ahlaki değerler ve benin dünya ile olan ilişkisi de, dış dünyadaki olgular arasında bulunmadığı için, bunların da resmedilebilmeleri söz konusu olmaz Bu ve benzeri şeyler, kendileriyle ilgili olarak hiçbir şeyin söylenemeyeceğini ve dolayısıyla, sessiz kalınması gereken metafiziksel konulardır Wittgenstein’ın bu görüşü, metafiziksel problemlerin, bir çözüme kavuşturulamasalar bile, ciddi ve derin konular oluşturduğunu teslim eden filozofu, Viyana Çevresinin metafizik karşıtı doğrulamacılığına çok yaklaştırır Oysa Wittgenstein’ın ikinci dönem felsefesi kullanımsal bir anlam teorisi geliştirirken, dilin değişmez ve temel bir özü olduğu, bu özün dünyanın temsiliyle belirlendiği ve dildeki sözcüklerin salt adlandırma işlevi gördüğü görüşünü tümden reddeder Başka bir deyişle, Wittgenstein bu dönemde, dilin özyapısı üzerine açık, belirgin, soyut ilkeler getirmek yerine, dile doğal bir insan fenomeni, çevremizde olup biten bir şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir bütün olarak yaklaşmıştır Bu dil anlayışının önemli bir özelliği, onun dili özünde toplumsal bir fenomen, ancak birden fazla insanın benimsediği kuralların varlığıyla işleyebilen bir fenomen olarak görmesidir Wittgenstein, bu dönemde dili, insan tarafından kullanılan bir alet olarak görür Bir ifadenin anlamı, o ifadenin mümkün kullanışlarının bir toplamıdır Bu da anlamı, insan faaliyetlerine ve sonunda da yaşam biçimleri bütünlerine bağlar Dille ilgili olarak resim benzetmesinden alet benzetmesine geçiş, Wittgenstein’ın iki dil görüşü arasındaki en önemli farktır Wittgenstein, bu ikinci dil görüşünde, dilin kullanılmasını aynı zamanda oyun oynamaya benzetir Tüm oyunlar kurallar tarafından yönetilen faaliyetler, yapıp- etmeler olduklarına göre, amaçlı bir faaliyet olan dil, uzlaşımsal ve değişken kuralların yönettiği öğelerle yürütülür İkinci dönemin Wittgenstein’ına göre, felsefe özünde bir teori değil, fakat bir faaliyettirFelsefe yapılan bir şeydir, ama sayıp dökülecek bir öğreti bütünü değildir O felsefenin geleneksel problemlerinin kötü bir biçimde formüle edilmiş olan anlamsız problemler olduklarını öne sürer Bundan dolayı, felsefi teoriler oluşturmaktan vazgeçmek gerekir; çünkü bu, kafaları daha da karıştırmaktan başka bir işe yaramaz Wittgenstein’a göre, filozofa düşen, dilin, çeşitli kullanım biçimleri içinde uygulandığı, farklı, ancak ilişkili dil oyunlarında nasıl kullanıldığını göstermektir Filozof bunu, insanların saptırıcı benzetmelerle yoldan çıkmalarına engel olmak için yapar Wittgenstein’a göre, kişi felsefe yapmaya başlamadan önce, dilin, kendisini saptırabilme tarzlarını ve saptırdığı yolları araştırmak zorundadır Onun felsefe yapma biçimi işte bu anlayıştan çıkar: Felsefe, dil konusundaki yanlış ve sahte kabullerimizin, dünya üzerine olan düşüncelerimizi nasıl saptırdığının çok yönlü bir biçimde araştırılmasıdır Felsefenin görevi, bu tür terapidir, tedavidir Felsefi problemlerle kafası karışmış ya da çıkmaza girmiş kişiye, insanların kullandıkları dil- oyununun kuralları anlatılarak yardımcı olunabilir Wittgenstein’e göre, insanı yanlışa sürükleyen şey, onun sözcüklerin bir oyunda nasıl kullanıldıklarına bakarak, aynı sözcüklerin başka bir oyunda da aynı şekilde kullanılacağını düşünmesidir O, birinci oyunun kurallarının ikinci oyunda da aynen geçerli olduğunu düşünür ve böylelikle de çıkmaza girer Böyle bir insan kafası karışmış olan biridir Kafası karışmış olan kişi, benim bir dükkanda çevreme bakıp, “ Bu, bir bisiklet; bu, bir televizyon; bu, bir ekmek kızartıcısı” dediğime göre, kendi içime yönelerek “sol dizimde bir ağrı, içimde bir fincan çay içme, bir de bugünün Pazar günü olması isteği var” dediğim zaman, benzer bir iş yaptığımı sanır Oysa, bunlar tamamiyle farklı iki işlemdir Kendimize ilişkin betimlemelerde yapılan, kendi içimizde bulduğumuz şeyleri sıralamak değildir Bu konuda açıklığa varmanın yolu, Wittgenstein’e göre, dili doğal çerçevesi içinde ele almak ve insanların bir şeyler söyledikleri zaman, içinde bulundukları durumları, bunların söylenmesine eşlik eden davranışları hesaba katmaktır

Ahmet Cevizci - Paradigma Felsefe Sözlüğü

Wittgenstein’da Dönemler

Yirminci yüzyılın "en büyük" filozofu diye nitelenen Wittgenstein 'ın felsefesi, aralarında örtük ve açık bazı bağıntılar bulunmasına karşın, iki ayrı döneme ayrılır Bu iki dönem, felsefede "çifte devrim" olarak da nitelenir İlk devrimle mantıksal çözümleme, ikincisiyle dil-çözümsel felsefe anlayışları kastedilir Birinci dönemin temel yapıtı, Wittgenstein 'ın sağlığında yayımlanan tek kitabı olan, kısaca Tractatus diye anılan Tractatus logico-philosophicus'tur (Mantıksal-felsefi risale) İkinci dönemi simgeleyen yapıt ise Felsefi Araştırmalar (Philosophische Untersuchungen) adını alır Wittgenstein felsefesini dönemlere ayırma konusunda, felsefecilerin kendi aralannda tam bir uzlaşıma vardıkları söylenemez Bertrand Russell gibi, yalnızca birinci dönemi alıp, sonraki dönemi felsefeden bile saymayanlar da vardır D Pears gibi düşünenler ise, aralarında birbiı-üıi bağlayan birçok çizgi olmasına karşın, iki ayrı dönemden söz ediyor W Stegmüller, J Hartnack gibileri de birbirine zıt iki ayrı Wittgenstein felsefesi olduğunu savunuyor Stegmüller, birinci dönemi "Dilin Mozaik Kuramı" , ikinci dönemi "Dilin Satranç Kuramı" diye adlandırır Benzetme, birinci dönemde dilsel işaretlerin mozaik resimlerindeki gibi belirli ve sabit oluşuna, ikinci dönemde sözlerin kullanımının satranç oyunundaki gibi kurala uygun haraketlerine gönderme yapar Tüm bu düşünürlere karşın, A Kenny, KWuchterl, A Hübner gibi, Wittgenstein'ın birlikli bir felsefesi olduğunu öne sürenler de vardırWittgenstein'ın felsefesinin gelişiminden ve ondaki "gizli birlik"ten söz eden JHintikka ve MB Hintikka'nın, bizim de katıldığımız düşüncelerini burada son bir görüş olarak anmak isteriz Hintikka’lar bir yana , onların bu “gizli birlik” saptamasına , her iki dönemde açıkça görülen bazı bağların da bulunduğunu kendi adımıza eklemek isteriz

Ömer Naci Soykan- Wittgenstein Felsefesi Temel Kavram ve Sorunlar- Wittgenstein Sessizliğin Grameri- YKY

ANLAMIN SINIRLARI

Gençliğinde Schopenhauer okumuş ve Schopenhauer’un (kendi ifadesiyle) temelde haklı olduğu sonucuna varmıştı Yaşamının sonraki bölümünde, kavramsal anlığına sahip olamayacağımız, dolayısıyla hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğimiz bir alanda, hakkında konuşabileceğimiz ve anlamaya çalışabileceğimiz, deneyimlerimizin görüngüsel dünyası arasında bölünmüş bir bütünsel gerçeklik görüşünü kabul etti Ona göre, felsefe, anlaşılır olmak için kendini hakkında konuşabileceğimiz dünyayla sınırlamak zorundaydı; bu sınırı geçecek olursa onu anlamsızlık bekliyordu

DİL VE GERÇEKLİK

Ancak, Wittgenstein, Frege ile Russell’ın çığır açıcı eserlerinde, Schopenhauer görüngüler dünyasına ilişkin görüşünü daha sağlam temellere (sadece bilgikuramsal değil, aynı zamanda mantıksal temellere) oturtmanın mümkün olduğunu gördü Böylelikle, bu dünyanın dilde nasıl betimlendiğini, dolayısıyla dille gerçeklik arasındaki ilişkiyi açıklamak mümkün olacaktı Bir sonraki adımda, ilke olarak, dilde anlaşılır biçimde ifade edilebilecek şeylerin, dolayısıyla, anlaşılabilir kavramsal düşüncenin sınırlarını çizmemiz mümkün olabilecekti Schopenhauer’un “temelde haklı” olduğu ortadayken, felsefenin yerine getireceği tek önemli görev bu olabilirdi Dolayısıyla, Wittgenstein’ın ilk dönem felsefesi, insan için kavranabilir olan şeylerin sınırlarını belirlemeye çalışan, Kantçı- Schopenhauercu programın gözden geçirilmiş bir yorumuna dayanmaktaydı Wittgenstein’ın yaptığı, mantık ve dil çözümlemesi alanında 20 yüzyılda ortaya çıkan yeni gelişmeler ışığında onu yeniden işlemekti

MANTIKSAL BİÇİM

Wittgenstein’ın ilk kitabı olan Tractatus Logico – Philosophicus’un (1921) özü budur Kitabına bu ürkütücü başlığı vermesini ona GE Moore önerdi Başlıkta, Spinoza’nın Tractatus Theologico – Politicus’una bir anıştırmanın yapıldığı görülmektedir Wittgenstein’ın kitabından genellikle sadece Tractatus olarak söz edilir Wittgenstein, bu kitapla felsefede ele alınmayı bekleyen belli başlı bütün sorunları hallettiğine içtenlikle inanmaktaydı O yüzden, bu kitaptan sonra felsefeyi bırakıp başka şeylerle uğraşmaya başladı Kitap, Viyana Çevresi’nin İncil’i haline geldi ve felsefede bütün bir kuşağı etkisi altına aldı Oysa, Wittgenstein kitabın önemli bir hata olduğu sonucuna vardı Bu yüzden, başta biraz isteksizce de olsa, 1929’da Cambridge’in felsefe dünyasına geri döndü ve 1951’de ölünceye kadar orada kaldı


Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey

Eski 07-30-2012   #163
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar / Filozoflar Hakında / Filozoflar Hakkında He Şey



Xenophanes

Herakleitos‘un çağdaşı olan Xenophanes ( aşağı yukarı 569- 477 arasında yaşamıştır) Kolophonludur (Bugünkü İzmir ile Efes arasında) Bir filozof olmaktan çok,din bakımından bir öğretici Öğretici nitelikteki koşuğundan kalan parçalarından Xenophanes’in , halk dininin tanrıları insan gibi tasarlamasıyla savaştığını görüyoruz Bu , onun gördüğü başlıca iş Tanrıların bu insanlaştırılması – anthropomorphism- Homeros ile Hesiedos’ta yüksek edebi bir biçim de kazanmıştı ve bunların Yunan eğitiminde çok önemli bir yerleri vardı Xenophanes şöyle diyor: “ Homeros ile Hesiedos,ölümlüler (insanlar) arasında suç sayılan, utanılan bütün şeyleri tanrılara da yüklemişlerdirTanrılar hırsızlık ederler, yalan söylerler, eşlerini aldatırlar Sonra: ölümlüler sanıyorlar ki, tanrılar da kendileri gibi doğmuşlardır, kendileri gibi giyinirler, kendilerinin biçimindedirler Nitekim Habeşler tanrılarını kendileri gibi kara ve yassı burunlu; Trakyalılar sarışın ve mavi gözlü diye düşünürler Böyle olunca, atların,arslanların elleri olup da resim yapabilselerdi, atlar tanrılarını at gibi, arslanlar da arslan gibi çizeceklerdi Oysa tanrılar ne arslan biçimindedirler, ne zenciler gibidirler, ne de Yunan heykellerinde olduğu gibi insan kılığındadırlar” Halk dininin tanrıları insan biçiminde tasarlanmasına karşı, Xenophanes kendi tanrı tasarımını koyar Bu, arınmış bir tanrıdır Ona göre: “Bir tanrı vardır; bu , tanrılar ve insanların en ulusudur; ne biçimi, ne de düşünmesi bakımından ölümlülere benzer; bu tek Tanrı baştan aşağı işitmedir, baştan aşağı düşünmedir; her şeyi düşünceleriyle hiç zahmetsiz yönetir” Xenophanes’in bu tanrı tasarımı,tektanrıcılığa ( monotheism) doğru atılmış bir adımdır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.