Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye > Kıssadan Hisse

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikayeler, resimli

~~Resimli Hikayeler~~

Eski 10-15-2008   #1
b@ron
icon111

~~Resimli Hikayeler~~



KONUŞAN AĞAÇ





1) Çok, ama çok eskiden , güzel bir yaz günü kadı efendinin kapısı vuruldu Gelenler iki kişiydiler Hallerinde telaş ve heyecan vardı Yaşlıca olanı söze başladı


2)"- Ey kadı efendi, ey adalet dağıtmakla görevlendirilmiş hâkim! Lütfen beni dinleyiniz Bir yıl kadar önce Hacca gitmeye niyetlendim Yol hazırlıklarına başladım Değeri yüksek, kıymetli bir yüzüğüm vardı Yolda kaybolmasın diye getirip bu arkadaşa verdim



3) Çünkü hem kapı komşumuzdu, hem de ona çok güveniyordum "Al dedim, bu yüzük sende emanet olarak kalsın Dönersem alırım" Sözü fazla uzatmaya gerek görmüyorum efendim



4) Üç gün önce memleketime döndüm Yüzüğümü istediğimde "Ne yüzüğü, ben senden hiçbir şey almadım" diye inkar etti "Şahidin yok, senedin yok" diyor Böyle müslümanlık olur mu kadı efendi



5) Yalan yere yemin etmek, emanete hıyanetlikte bulunmak münafıklık değilse nedir?"
Kadı efendi yaşlı adamın sözlerini dikkatle dinledikten sonra genç olana döndü:
"- Peki dedi, sen ne diyorsun bu iddiaya? Yüzüğü aldın mı gerçekten?" Genç adam şaşırmış gibi gözükerek:



6)- Ne diyeyim kadı efendi dedi Yalan söylüyor Maksadı sizi aldatmak Ben yüzük filan almadım İftiranın böylesi de görülmüş değil Tek delili yok Tek şahidi yok!"
Kadı efendi bir süre düşündükten sonra yaşlı
adama döndü Zavallı neredeyse ağlayacak gibiydi




7) - Beni dinle dedi Senin yüzük havaya gitti galiba Şahidin ve delilin yok Söyle bakalım yüzüğü nerede verdin?" Yaşlı adam: - Güneşli bir gündü diye şöze başladı Yolun kenarında bir ağaç vardı Çevremizde de kimseler yoktu Orada vermiştim Ne bileyim böyle inkar edeceğini" - Yaa, diye mırıldandı kadı Öyleyse git ve o ağaçtan bana bir dal getir Kim bilir, belki Allah o dalları konuşturur da kimin haklı kimin haksız olduğu ortaya çıkar Sen gidip gelene kadar bu adam da yanımda beklesin"








8) Yaşlı adam emri yerine getirmek için hemen



çıktı Ne var ki aradan çok uzun bir zaman geçtiği halde dönmedi Kadı efendi de, genç adam da beklemekten sıkıldılar Sonunda kadı:



-Nerede bu adam diye mırıldandıGideli iki saat oldu ama hâlâ dönmedi?" Genç adam tedbirsiz davranıp söze karıştı:



"- Kanât taksa bile hemen dönemez efendim dedi Çünkü o ağaç epeyce uzakta" Kadı bunları duyunca öfkeyle ayağa fırlayıp bağırdı:



- İşte dedi, yalan söylediğin ve yüzüğü al-


dığın ortaya çıktı Kurduğun tuzaklar boşa gitti

Eğer yüzüğü almamış olsaydın, o ağacın ne kadar uzakta olduğunu da bilmezdin Gördün değil mi, ağaçlar nasıl konuşuyormuş Hiç duymadın mı sen, yalancının mumu yatsıya kadar yanar Hemen yüzüğü getirip teslim et"

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~

Eski 10-15-2008   #2
b@ron
Varsayılan

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~



TOHUMLAR





1)O Sabah güneş yine her zamanki gibi yükselmiş, ısı ve ışınları bereketli topraklar üzerine cömertçe göndermeye başlamıştı Ali dayı, sabah namazından hemen sonra yola koyulmuştu Tarlasına ha vardı, ha varacaktı Başını kaldırıp güneşe baktı



2)- Allah'a şükürler olsun, diye mırıldandı
Arabanın üstünde, uykusundan henüz uyanmış olan küçük Abdullah merakla başını kaldırıp babasına baktı
- Durup dururken niye şükrettin baba?



3)Ali dayı tebessümle oğluna baktı ve;
- Şükür her zaman yapılır evlat, dediÇünkü Allah'ın bize ihsan ettiği ni'metlerden her an faydalanıyoruz Beş dakika nefes almazsan ne
olur? Abdullah dudak büktü:
- Ne bileyim, ölürüm herhalde
- Gördün mü ya, dedi babası Şükretmemiz gereken ne çok nimete sahibiz
Derin bir nefes aldı ve;
- Az önce güneş nimetine şükretmiştim, dedi



4)Abdullah merakla babasına bakıyordu Babası devam etti:
- Güneş olmasa tohumlar canlanıp yeşermez, büyümezlerAbdullah'ın küçük kafasında şimşekler çaktı Öyle ya; tohumlar canlanıp büyümeseler hem insanlar, hem bütün canlılar aç kalırdı Yani hayat olmazdı Heyecanla babasına döndü:



5)- O halde toprak da nimet, su da!diye söyledi
Babası gülerek onun saçlarını okşadı
- Elbette yavrum, elbette!dedi
Tarlaya gelmişlerdi Ali dayı tohum çuvallarını arabadan indirdi Karasabanı hazırladı Küçük Abdullah sabırsızlanıyordu
- Ben de tohum ekmek istiyorum baba! Ektiğim tohumların büyüdüğünü görünce çok sevineceğim!
- Tabii ekeceksin oğlum, dedi babası Ama hemen değil Ekilen tohumun bereketli olması için dua etmek gerek Şimdi sen gölgede dinlen, ben iki rekât namaz kılıp dua edeyim Sonra başlarız



6)Abdullah gölgeye gidip oturdu Ne çok şey öğrenmişti bugün İyi ki babasıyla tarlaya gelmişti "Keşke abimler de gelseydiler" diye düşündü "Ama onlar büyük, benim öğrendiklerimi zaten biliyorlardır" diye avundu
Babası namaz kılmış dua ediyordu "Acaba babam nasıl dua edecek?" dive meraklandı Yanına gidip oturdu İşte duyabiliyordu:
- Yâ Rabbi! Yeri, göğü, her şeyi yaratan, yoktan var eden sensin Ben de senin zayıf ve âciz bir kulunum Şimdi toprağa atacağım tohumları Senin kudret ve merhametine emanet ediyorum Onları yeşert, büyüt ve canlılar için bereketli kıl Allah'ım; çünkü biz hepimiz bunlara muhtacız

Abdullah da babası gibi "âmin" diyerek minik ellerini yüzüne sürdü O gün, küçük Abdullah için unutulmayacak kadar güzel geçmişti O da babası gibi avuç avuç tohum serpmişti tarlaya Ve, tarla sürüldükçe o tohumların toprak altında kalışını ilgiyle seyretmişti


7)Akşam eve dönünce, o gün yaşadıklarını heyecanla anlattı annesine Abileri ise, onun bu heyecanına gülüp geçiyorlardı Bir de bağı vardı Ali dayının O yıl tarla gibi bağı da çok verimli olmuştu Birkaç gün sonra bağbozumu başlayacak, meyveler toplanacaktı Bir sabah kahvaltıda büyük oğlu bu mevzuyu açtı:


- Baba her yıl yaptığın gibi bu yıl da bütün köylüyü toplayıp meyveleri dağıtmayacaksın değil mi?
Babası güldü:
- Herkes rızkını yer evlât Elbette ki ihtiyacı olana istediği kadar vereceğim



8)Ortanca oğul da abisi gibi itiraz etti
- Biz emeğimizle kazanıyoruz başkaları yiyor Satıp para kazansak daha iyi olmaz mı?
Ali dede çocuklarına hüzünle baktı:


- Böyle düşünürseniz kazanamaz, kaybedersiniz yavrum Ben yıllardır ihtiyacı olan herkese yardım ettim ve hiç sıkıntıya düşmedim Unutmayın ki komşuluk hakkı vardır Verdikçe bereketlenir




9)Çocuklar, babalarını ikna edemeyince kalkıp gittiler Ali dayı tebessümle küçük Abdullah'ın başını okşadı ve;

- Sen onlara benzeme yavrum dedi Unutma ki her zaman veren el alan elden üstündür

Bağbozumu başladığı gün Ali dayının bağı bayram yeri gibiydi âdetâ İhtiyaçları kadar ürün alan köylüler meyvelerin toplanması için Ali dayıya yardım ediyorlardı Çocuklar da yere düşenleri toplayıp yiyerek neşe içinde eğleniyorlardı




10)Ne yazık ki bu mutluluk fazla sürmemiş, Ali dayı o kış yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etmişti
Artık tarla ve bağ işleri çocuklara kalmıştı


Birgün en büyükleri kardeşlerini yanına çağırarak;

- Babamızın yaptığı yanlışı biz yapmayacağız, dedi Çalışıp alın terimizle kazanacağız Bir çöpümüzü bile başkasına yedirmeyeceğiz Zengin olacağız, zengin!



11)- Ben sizin gibi düşünmüyorum, dedi Eğer Çok kazanmak istiyorsak, önce şükretmeliyiz Sonra ürünü ekerken bereketli ve insanlara faydalı olması için dua etmeliyiz Ürünü toplarken de ihtiyacı olan komşularımıza yardım etmeliyiz
Abileri küçük Abdullah'ı azarladılar
- Hadi ordan sen, de! Bacak kadar boyunla işimize karışma!
Aradan zaman geçti Bir gün ektikleri tarlaya gittiler Buğdayların daha büyümeden kuruduğunu, işe yaramaz ot olduğunu gördüler



12)- Bu yıl yağmur yeterince yağmadı, dedilerKüçük Abdullah acı acı gülerek başını salladı Çünkü abileri bu tarlayı ekerken bırakın dua etmeyi, bir besmele bile okumamışlardı


Derken bağbozumu günü geldi çattı Sabah erkenden hazırlanıp köylülere hiç haber vermeden bağın yolunu tuttular Bağa vardıklarında karşılaştıkları manzara dehşet vericiydi Gece çıkan yangında bütün bağ yanmış, geriye kara bir duman ve is kokuları kalmıştı



13)Oturup ağlamaya başladılar Abdullah;

- Zararın neresinden dönersek kârdır, dedi Gelin aç gözlülüğü bırakalım ve babamızın yolunda gidelim
Abileri de bunun doğru olacağını kabul ettiler ve o günden sonra yanlış düşüncelerinden dolayı tövbe ederek çalışıp, bereketi Allah'dan beklediler Cenâbı Allah elbette kendisine el açanları boş çevirmezdi Onları da çevirmedi Çok kazanıp, köylülerle birlikte mutlu bir hayat sürdüler

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~

Eski 10-15-2008   #3
b@ron
Varsayılan

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~



BİLYEGÖZ



1) Develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarken, yani çok, ama çok eskiden, Kafdağı yamaçlarına kurulu bir memleket varmış Her yanında dereler çağlar, pınarlar ağlarmış o memleketin Zümrüt gibi uzanan kırları, binbir yemişle dolu meyve bahçeleri görülmeğe değermiş Kral Bilyegöz hüküm sürermiş orada Doğru su garip bir adammış kral Sarayından çıkıp gezmez, karısı ve biricik kızından başka kimseyle konuşmazmış Sinirli sinirli dolaşır, bilye gibi küçük gözlerini sağa sola çevirerek anlaşılmaz sözler söylermiş Diken üstünde oturuyor gibi rahatsız ve mutsuzmuş Kimse yüzünün güldüğünü görmezmiş Yüreğinde öylesine büyük bir hastalık varmış ki; onu hiçbir hekimin tedavi etmesi mümkün değilmiş



2) Çünkü "altın hastalığı"denilen garip bir derde tutulmuş Kral Aklı fikri daima altınlarda imiş Zamanlı zamansız kalkar, bodruma iner, hazinelerini kontrol edip, saatlerce orada durur da zamanın nasıl geçtiğini farketmezmiş Kocaman avuçlarına altınlarını doldurur, onları çocuğunu sever gibi öpüp okşar, bıkmadan usan madan defalarca sayarmış Karısı ve kızı onun bu haline çok üzülür, bazı günler ona: " Siz bu ülkenin kralısınız Her türlü zenginliğe sahip kudretli bir insansınız Altınlara karşı böyle hastalık derecesine varan ilginiz bir felakete sebep olabilir Hiç olmazsa bazı günler sarayın bahçesine inip açık havada dolaşın Bir çiçek cennetini andıran bahçenizde gezerseniz belki gönlünüz aydınlanır" derlermiş Kral Bilyegöz gülüp geçermiş onlara Sözleri bir kulağından girer,öbüründen çıkarmış



3)Bir sabah erkenden uyanmış Pencereyi açıp dışarı bakmış Çiçek açmış ağaçların yanında yemyeşil uzanan setlere çiğ yağdığını görmüş Her şey öylesine güzel ve iç açıcıymış ki Kral Bilyegöz bir lahza altınlarını unutup bahçeye çıkmayı düşünmüş Karşıdaki nar ağacı üzerinde öten bülbül onu hayata çağırıyor gibiymiş Süratle giyinip kapıya yürümüş Ayakları altında gıcır gıcır sesler çıkaran mermer salonları hızla geçmiş Merdivenleri inip çıkış kapısına yönelmiş Birden yüreğini kaplayan o hain hastalık ses vermiş:"Dur, bahçeye çıkma! Çıkacaksan bile altınlarını yanına al"diyormuş bu ses Bilyegöz bu sesi susturamayacağını anlayınca hemen dönüp hazinelerinin bulunduğu mahzene koşmuş Kalın ve ağır kapıları bir bir açıp altınlarına erişmiş Koltuğuna sığabilen, içi mücevher dolu işlemeli bir kutuyu kapıp çıkmış Az sonra güneşin yavaş yavaş ısıtmağa başladığı o muhteşem bahçenin içine girmiş Çiçek tarhlarının, gül fidanlarının, lale setlerinin arasında dolaşmağa başlamış Uzun bir süre gezinmiş Fakat gördüğü bunca güzellik bile ona altınlarını unutturamamış Bahçenin kenarında toprağa oturup mücevher kutusunu açmış Göz kamaştırıcı bir aydınlıkla parıldamış altınlar, inciler



4) Bilyegöz kıymetli taşlarla süslü mavi gerdanlıkları, zümrüt yeşili mercanları ve çil çil altınları seviyor, okşuyor, onlarla bir çocuk gibi oynuyormuş Birden dalıp gittiği o garip alemden uyanmış Hemen arkasında bir çıtırtı duymuş Korkuyla dönüp bakmış Elbiseleri yamalı, pabuçları eski, boynu bükük bir zavallı adam duru yormuş karşısında Ellerini birbirine kavuşturmuş, çatlak dudaklarını büzmüş adam Yüzünde koca bir çaresizlik, yoksulluk ve gariplik okunuyormuş Saygıdeğer kralım, diye başlamış söze Sizinle karşılaşmam Allah'ın bir lütfu bana Yoksulluk içinde kıvranan zavallı bir insanım ben Karım ve çocuklarımın boğazına günlerdir bir lokma ekmek girmedi Bana yardım eder, fazla değil bir altın bağışlarsanız ömür boyu duacınız olurum Ne o!ur boş çevirmeyin beni Kral Bilyegöz şaşkınlıkla bakmış dilenciye Altın sözünü duyunca mücevher kutusuna sıkıca sarılmış Hayır! diye bağırmış Sana hiç bir şey veremem! Dilenci duyduklarına inanmak istemiyormuş: Lütfen demiş, bir tek altından ne çıkar O sizin için bir kıymet ifade etmez ama beni ve çocuklarımı açlıktan kurtarır Lütfen
Kral Bilyegöz belki her şeyi yapsa bile bu işi yapamaz, hiç kimseye bir gram ağırlığında bile olsa altın veremezmiş İyice sinirlenmeye başlamış Küçük gözlerine tiksinti ve nefret dolmuş Defolup git başımdan Beni rahat bırak, altınlarıma göz dikme Bir tane bile olsun vermem Anladın mı pis dilenci! diye haykırmışZavallı dilenci ümitlerini yitirivermiş Anlamış ki bu cimri kral asla kendisine yardım etmeyecek Yüreği acıyla sızlamış, gözlerinden bir kaç damla yaş yuvarlanmış yere Gönlünün derinliklerinden kopup gelen bir sesle garip bir dua etmişDaha doğrusu bir beddua


5) İnşaallah tuttuğunuz herşey altın olur kralım! Neye elinizi uzatırsanız altın olsun demiş Sonra da ardına dönüp, aksıyan adımlarla çekip gitmiş Kral Bilyegöz dilencinin sözleri karşısında bir an şaşkınlığa uğramış Sonra gülüp geçerek "pis adamlar" diye mırıldanmış"Bütün işleri dilencilik Çalışıp kazanmayı hiç düşünmez bunlar"Kralın düşünceleri doğru değilmiş Yeryüzünde nice fakir ve yoksul insan varmış Çalışamayacak durumda olan, hasta, sakat ve hakikaten çaresiz nice insan Aslında zenginler onlara yardım ellerini uzatmalı, kardeşce, insanca yaşamanın çarelerini aramalı imişler

6) Mücevher kutusunu kucaklayıp ayağa kalkmış kral Geldiği yöne doğru ilerlemiş Birden gözüne ilişen kıpkırmızı bir gül görmüş Onu kopararak, biricik kızına götürmek istemiş Uzanıp almış O da ne? Dalından koparılan gül bir lahza da som altın haline gelivermemiş mi?! Yaprağı, dikenleri, sapı som altın bir gül Kral Bilyegöz'ün gözleri şaşkınlıkla büyümüş İkinci bir güle uzanmış; yine aynı şey oluvermiş, o da altın haline dönüşmüş Sevinmiş Bilyegöz Sınırsız bir coşkuya kapılmış Yaşasınl diye haykırmışHer tuttuğum altın oluyor artık

7) Heyecanla koşmuş sarayına Hizmetçilerden bir bardak su istemiş Getirmişler Bilyegöz bardağı eline aldığında onun da altın haline geldiğini görmüş Artık elini neye uzatsa; bardak, çatal, kaşık, havlu, sabun hatta ekmek, herşey altın oluyor, bir anda külçeleşiyormuş Bilyegöz'ün sevinci azalmaya başlamış İçi ne kıpır kıpır bir huzursuzluk dolmuş Tahtına kurulup düşünürken biricik kızı içeri girmiş Qnu görünce olanları unutup kızına doğru yürümüş Gel bakalım küçük kraliçem, babana sarıl şöyle, demiş Kollarını uzatmış, kızının omuzlarından tutmuş İşte asıl korkunç felaket o zaman görülmüş Eli değer değmez sevgili kızı, altın bir heykel hali ne dönüşmüş Altın bir heykel, cansız, kaskatı ve soğuk Kral Bilyegöz beyninden vurulmuşa dönmüş Şaşkın gözlerle çevresine bakıyormuş Hizmetçiler de neye uğradıklarını bilememişler, birer köşeye saklanıp beklemişler

8) Artık kimse yaklaşamıyormuş krala Korkunç felaketler yağdırıyormuş çevresine Neye dokunsa altın oluyormuş Karısı ise ağlayıp duruyor: Bu felaket senin o uğursuz altın hasta lığın yüzünden geldi başımıza Kızımı yok ettin, diye feryat ediyormuş Kral Bilyegöz perişan olmuş, bütün dünyası kararmış Artık altınlarını hiç sevmiyormuş Onların sarı, pırıltılar saçan soğuk görünümlerine düşman olmuş Elini bir yere sürmekten korkuyor, deli gibi dolanıp duruyormuş Ülke halkı olanları duymuş Çaresiz ve yoksul insanlar gizlice seviniyor, "O bunu hak etmişti" diyorlarmış Bilyegöz yaptıklarına pişman olmuş Gece sabahlara kadar uyumuyor, bu korkunç felaketten kurtulmak için yüce Allah'a dualar ediyormuş Artık kendini bir tek kuruşu bile olmayan zavallı fakirlerden bile güçsüz, perişan ve yoksul kabul ediyormuş Elini sürdüğü her şeyin kaskatı altın kesildiği bir dünyada yaşamaktansa, ölüp gitmek daha iyiymiş



9) Düşünüp taşınmış Ülkesindeki bilginleri sarayına çağırıp onlarla konuşmuş Bu işe bir çare bulmalarını istemiş Sonunda yaşlı bir bilgin sözü almış:Bu, demiş, sizin altın hastalığınıza verilmiş ilahi bir cezadır Artık samimi bir gönülle günahınıza tövbe edip, Allah'dan af dileyip, bundan sonra çok cömert bir insan olacağınıza söz vermeniz gerekir Eğer bunu yapar, sözünüzde durursanız, kurtulursunuz Şimdi ülkemizin yüce dağlarından doğup sarayınızın yakınından geçen "Huzur Nehri"ne gidiniz O suya girip abdest alınız Yüreğinizdeki kötülükleri yıkayınız Belki o zaman eski durumunuza dönersiniz Kızınız da yeniden dirilebilir, demiş Kral son bir çare diye, hemen "Huzur Nehri"ne koşmuş Yaşlı bilginin tarif ettiği gibi ab dest alıp yıkanmış Sonra ellerini açıp Allah'a, kendisini affetmesi için dua etmiş Duası bittikten sonra yakınında bulunan bir ağacın dalını tutmuş Tuttuğu dalın altın haline gelmediğini görünce, sevincinden kendini tutamayıp "Yaşasın, yaşasın, kurtuldum artık" diye haykırmağa başlamış İyice emin olmak için, elini başka şeylere uzatmış Gerçekten artık hiç biri altın olmuyormuş



10)Yüreği aydınlanmış Bilyegöz'ün Ömründe böyle bir sevinç duymadığını düşünmüş Hemen sarayına koşup karısına müjde vermek istemiş Tam içeri girecekken bir de bakmış ki sevgili kızı dirilmiş, kendisini bekliyor Koşarak sarılmış ona Sevinçten ağlıyormuş artık
Allah'ım, Allah'ım, diye mırıldanmış Sana ve milletime karşı olan görevimde kusur göstermeyeceğim Beni o korkunç altın hastalığından kurtardığın için sana ne kadar şükretsem azdır demiş Sonra bahçede kendisinden bir altın isteyen yoksulu ve ülkenin diğer fakirlerini toplayarak, onlara nice mallar, altınlar ve hediyeler dağıtmış Karısı ve kızı seviniyor, ülkenin tüm insanları bayram ediyorlarmış Her şey daha bir güzelmiş şimdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~

Eski 10-15-2008   #4
b@ron
Varsayılan

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~



İYİLİĞİN KARŞILIĞI




1)

Kavurucu çölün ortasında üç genç yorgun argın ilerliyorlardı Bu gençler, Peygamber efendimizin torunları Hasan, Hüseyin ile
amcalarının oğlu Abdullah idi Mekke'den Medine'ye dönüyorlardı Çöl ortasında yiyecek
ve içecekleri tükenmişti Çok da acıkmış ve
susamışlardı Yüce Allah'a sığınarak yollarına
devam ediyorlardı

2)

Biraz ilerde, çölün bittiği yerde bir çadır
farkettiler Dizlerindeki son dermanı da kullanarak çadıra zar-zor ulaşabildiler
Çadırdan, fakir olduğu her halinden belli
olan bir kadın çıktı Ona selâm vererek:
- İçecek bir şeyiniz var mı teyze? diye sordular Kadın onlara sevgiyle baktı Çadırın içinde serin bir yer göstererek;
3)

- Buyrun oturun hele, dinlenin biraz, dedi
Yaşlı kadının bu davetini seve seve kabul ettiler Oturup dinlendiler Hazret-i Hüseyin Efendimiz tekrar sordu
- İçecek bir şeyiniz yok mu teyze?
Kadın güler yüzle cevap verdi:
- Bir keçim var
Onlar kadının ne demek istediğini anlamaya
çalışırlarken, kadın da dışarı çıkmıştı
4)
Bir müddet sonra bir bakraç sütle dönüp onlara birer tas ikram etti Böylece susuzluklarını giderince, bu defa ne kadar aç olduklarını hissettiler
- Teyzeciğim, karnımız da çok Acaba yiyecek bir şeyiniz var mı? diye sordular

5)

Kadıncağız yine güleryüzle;
-Bir keçim var, diyerek dışarı çıktı Çok geçmeden keçi ile beraber çadırın önüne geldi ve içeri seslenerek;
- Bana yardım ederseniz keçiyi kesip pişirebiliriz, dedi
Bu iyiliksever kadını kırmayıp, keçiyi kesip yüzerek hep beraber pişirip yediler


6)
Sonra da;
- Teyzeciğim bizler Haşimoğullarındanız, Medine'ye yolunuz düşerse mutlaka bize uğrayın, diyerek ona hayır dualarda bulunup yola koyuldular
Onlar gittikten az sona kadının kocası geldi Keçiyi ortalıkta göremeyince hanımına sordu Kadıncağız olanları bir bir anlattı

7

)Adam karısına şaşkın şaşkın bakakaldı Sonra oturup bir müddet kara kara düşündü ve;
- Biliyorsun ki o keçiden başka bir şeyimiz yoktu, dedi Şimdi ne yapacağız?
Karısının hiç de üzgün bir hali yoktu Beyini teselli ederek;
- Allah, darda kalan kullarını gözetir, dedi
8)

Onlar gibi temiz, asil ve nur yüzlü insanları
ağırlamak herkese nasib olmaz
Kadın, onların peygamber torunu olduğunu
bilmediği halde, sırf Allah misafiri diye tek
serveti olan keçisini ikram etmişti

9)
Aradan uzun zaman geçmiş ve kadınla ko-
casının yolu birgün Medine'ye düşmüştü Alış
veriş için şehrin pazarına doğru yürürlerken,
güleryüzlü bir genç çıktı önlerine
10)

Bu, Hazret-i Hasan'dı
Kadını tanıyıp selam verdi ve;
- Beni hatırladınız mı? diye sordu
Yaşlı karı koca blr müddet şaşkın şaşkın
baktılar Hazret-i Hasan'ın yüzüne Onlar
hatırlamayınca, Hasan efendimiz açıkladı:
11)

- Bir müddet önce üç kişi sizin çadırınıza gelmişti Onlara süt ikrâm etmiş, bir de keçinizi kesmiştiniz İşte ben onlardan biriyim
Kadının yüzü sevinçle aydınlandı
- Tabii ya! Sen o hayırlı misafirlerden birisin
12

)Hazret-i Hasan onları evine götürüp, çok
tatlı şeyler söyleyerek ikram ve iltifatlarda
bulundu Sonra da 1000 dirhem gümüş
ve yüz koyun borç alarak onlara hediye edip,
yanlarına da bir adam kattı ve kardeşi
Hüseyin'e yolladı

13

)Hazret-i Hüseyin efendimiz de tıpkı ağabeyi gibi onları güler yüzle karşıladı O da bin dirhem gümüşle ikiyüz koyun borç alıp hediye
etti ve onları üçüncü kişi olan amcaoğlu
Abdullah'a gönderdi Abdullah onları sevinçle karşılayıp evine davet etti ve;
- Hasan ve Hüseyin'e uğradınız mı?
diye sordu Kadın;
- Evet, dedi Onlar ne kadar cömert insanlarmış ki bize pek çok koyun ve gümüş hediye ettiler

Hazret-i Abdullah derin bir nefes aldı ve dalgın gözlerle boşluğa bakarak;
- Keşke önce bana gelmiş olsaydınız, dedi
Onlar Sevgili Peygamberimizin torunlarıdır
Dünya malına önem vermedikleri için mutlaka
borç altına girmişlerdir

1

4)Kadınla kocası onların kim olduklarını öğrenince karşılaştıkları bu nimet için çok sevinip şükrettiler

Abdullah da onlara 2000 dirhem gümüşle dörtyüz koyun hediye etti ve güler yüzle uğurladı Böylece karı koca 4000 dirhem gümüş ve yediyüz koyunla, yani büyük bir servetle çadırlarına döndüler

Peygamberimizin sevdiklerine yapılan küçük bir yardımın karşılığını daha dünyada iken böylesine bir servetle gördüler

Kim bilir ahirette ne gibi mükafatlarla
karşılaşacaklardı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~

Eski 10-15-2008   #5
b@ron
Varsayılan

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~



KELOĞLAN VE SİHİRLİ TAS




1) Bir varmış, bir yokmuş Allah'ın kulu çokmuş
Çok söylemesi günahmış
Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu " Keloğlum ,
keleş oğlum" diye severmiş
Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin
alıp balık tutmaya gitmiş Belki bir kaç balık yaka-
larım Anacığımla pişirir, yeriz Aç karnımızı do-
yururuz" diye düşünüyormuş





2) Irmağın kenarına gelip oltasını salmış Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş


3)Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş Birden inanılmayacak bir şey olmuş Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere Keloğlan çok şaşırmış Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan "Bu, sihirli bir tas galiba Hemen anama haber vereyim" demiş Evlerine koşmuş



4) Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış Kendisine hizmetçiler tutmuş Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış




5) Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş "Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan anasını bile dinlememiş

"Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim" diyormuş



6) Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış


Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış




7) Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek için, sihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım " demiş Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş Birden tas elinden kayıp suya düşmüş Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış Binbir güçlükle kenara çıkmış Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler



8)Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş Başına gelenleri anlatmış Yaşlı kadın:

- Üzülme yavrum, demiş Hay'dan gelen Hû'ya gider Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı Böylesi daha iyi oldu Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun" Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş Anasına hak vermiş

O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~

Eski 10-15-2008   #6
b@ron
Varsayılan

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~



GÜMÜŞ GÖZLÜ DEV




1) Bir varmış, bir yokmuş Allah'ın kulu çokmuş
Develer tellal iken, pireler Berber iken, Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uçsuz bucaksız Kafdağı'nda Gümüş Gözlü bir dev yaşarmış


Gümüş Gözlü Dev, diğer devler gibi hain ve acımasız değilmiş Aksine altın gibi bir kalbi varmış
Herkese iyilik düşünür, herkesin yardımına koşarmış





2) Ülke hükümdarı olan Sarı Dev zalimin biriymiş En küçük suçları bile ölümle cezalandırır, cellatlara emirler yağdırırmış En çok sevdiği kelimeler: - "Öldürün! Kesin!" gibi kelimelermiş



3)Gümüş Gözlü Dev'in biricik kız kardeşi Nazlı Çiçek de hükümdar Sarı Dev'in sarayında hizmetçi olarak çalışıyormuş Gümüş Gözlü Dev, kardeşinin başına bir felaket gelmesinden korkuyor, - "Ona bir şey olursa ben ne yaparım?" diye düşünüyormuş



4) Günlerden birgün korktuğu başına gelmiş
Kardeşi Nazlı Çiçek, hükümdara yemek götürürken, ayağı eşiğe takılıp düşmüş Tabaklar, bardak lar, yemekler etrafa saçılmış Sarı Dev korkuyla büzülen hizmetçiye nefretle bakarak: - Götürün bu beceriksizi Bir damdan aşağı fırlatın! diye gürlemiş





5) Gümüş Gözlü Dev de oradaymış Öyle üzülmüş, öyle üzülmüş ki sormayın
Cellatlar koşup gelmişler Nazlı Çiçeği kınalı saçlarından tutup sürümüşler Gümüş Gözlü Dev'in gözlerinden yaşlar süzülmüş Kimselere belli etmeden dışarı çıkmış Cellatlara yetişmiş Önlerinde diz çöküp yalvarmış:
- "Ne olur kardeşimi serbest bırakın Annem onun yokluğuna dayanamaz Benim başka kardeşim yok ki" diye ağlamış Cellatların taş kadar katı yürekleri hiç yumuşamamış
- Hükümdarın emrine karşı gelemeyiz! diye
cevap vermişler





6)Gümüş Gözlü Dev, hemen kardeşini fırlatacakları damın dibine inip beklemiş Cellatlar kardeşini itip aşağı atmışlar

Gümüş Gözlü Dev bir top gibi aşağı düşen kardeşini kurtarmak için kocaman kollarını açmış Kızcağız bütün hızıyla kucağına düşmüş Yere yuvarlanmışlar Gümüş Gözlü Dev altta kalmış



7) Nazlı Çiçek biraz sonra toparlanıp kalkmış

Fakat Gümüş Gözlü Dev hâlâ upuzun yatıyormuş
Gümüş gibi parlak gözleri yarı açıkmış Yüzünde
mutlu bir görünüm varmış Nazlı çiçek O'nun öldüğünü anlayınca:
- Benim için kendini feda etti Bir daha Kaf
Dağı'na O'nun kadar iyi kalpli ve fedakar hiç kimse
gelemez diye ağlamış, ağlamış

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~

Eski 10-15-2008   #7
b@ron
Varsayılan

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~



ÇİRKİN ÖRDEK





Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; "Umarım değişir" dedi şevkatle Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlardı
2)


Zavallı yavru o kadar mutsuzduki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu Mola verdi Bir yanda açlık, bir yanda korkuAma yapabileceği hiç birşey olmadığından derin bir uykuya dalmakta gecikmedi

Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anladı Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu Birden bir tüfek sesi ile irkildi hiç zaman kaybetmeden ordan uzaklaştı Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir çiftlikte buldu Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu Ateşin yanında uyumasına izin verdi Fakat yavru ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı

Günlerce bir göl bulabilmek için rastgele yoluna devam etti Sonunda bir göl kıyısına ulaştı Bu arada yanlız başına yaşamayı öğreniyordu Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu Kendisi farkında olmadan görüntüsü değişiyordu Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu

İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyorduBirden bire suda aksini gördü O da ne!

Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu farketti Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~

Eski 10-15-2008   #8
ASUD€
Varsayılan

Cevap : ~~Resimli Hikayeler~~



emege saygı tşk:)
__________________
içimdeki çocuğun masal saatine denk gelmişti aşk!!
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.