Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye > Karadeniz Bölgesi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ordu, tanıtımı, şehir

Ordu Şehir Tanıtımı

Eski 10-14-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ordu Şehir Tanıtımı




Şimdiye kadar çıkan Ordu İI Yıllıkları'nda, diğer bir çok ansiklopedi ve popüler yayınlarda, Ordu yöresinin Fâtih Sultan Mehmed tarafından 1461 yılında Trabzon ile birlikte fethedildiği yazılıdır Dolayısıyla araştırıcı olmayıp sadece yaşadıkları bölge hakkında bilgi edinmek isteyen ve kolayca ulaşabildiği söz konusu bu yayınları okuyan orduluların zihnine de, bu yanlış bilgi yerleşmiştir Halbuki bölge, Osmanlılar tarafından değil, 1380'lerde, Hacıemiroğulları tarafından fethedilmiş; 1427 yılında da Osmanlılar tarafından ilhak edilmiştir

Yanlış, sadece bölgenin fethi konusundan ibâret değildir XIXyüzyıldan itibaren yaşadığımız kültür değişmeleri sonucunda ülkeyi etkisi altına alan pozitivist düşüncenin yayılmasıyla, toplumumuzun tarihî kimliğini oluşturan ve onun sürekliliğini sağlayan geleneksel bilgi ilmî araştırma ve tahlillere tabi tutularak doğrusu yanlışından ayrılmaksızın toptan reddedilip yıkılmaya çalışılmış, bölgenin fethini gerçekleştiren ve mezarları yatır haline gelmiş olan tarihî şahsiyetler, yine yukarıda bahsettiğim yayınlarda boş inanlar ve hurafeler olarak nitelendirilmiştir Böylece altı yüz yıllık Türk dönemi tarihi unutularak, Ordu bölgesi tarih dışına itilmiştir İşte bu sebepledir ki, XIXyüzyılda, Osmanlı Devleti'nin taşradaki nüfuzunun azalması sonucunca, Osmanlı Devleti üzerinde muhtelif siyasî emeller besleyen büyük güçlerin de destek ve yardımlarıyla, bölgeye yerleşen Rumların ve Ermenilerin Millî Mücadele öncesinde ve sırasında çıkardıkları huzursuzlukların hatıraları Türk öncesi ile bütünleştirilerek zihinler iyice bulandırılmıştır Tarih ciddî olarak araştırılıp sorgulanmadığı, temellendirilmiş gerçeklikler açık seçik ortaya konulmadığı sürece böyle bir manzarayla karşılaşmak kadar tabiî bir şey olamaz ***

Biz şimdi burada, bu makalenin sonunda tanıtılan Ordu bölgesi hakkındaki araştırmalar ve bazı temel kaynaklar çerçevesinde, bir iki paragraf halinde Ordu Yöresi'nin Türklerden önceki durumunu, daha geniş bir biçimde de Türklerin yöreyi nasıl fetih ve iskân ettiğini ve Osmanlılar dönemindeki genel yapısını anlatmaya çalışacağız Bu, şüphesiz tafsilatlı ve tasviri bir tarih olmayacak, önemli bazı noktaların vurgulanmasından ibaret kalacaktır

Yunan tarihçisi Ksenophon (dMÖ431)'nun Onbinlerin Dönüşü (1962, 1984) adlı eserine göre Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde, MÖ400 yılında, Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Halibler ve Tibarenler gibi, Yunan asıllı olmayan yerli halklar yaşıyordu

MÖ675'lerden itibaren, bu bölgeye, sırasıyla Kimmerler, Miletoslular (Miletliler) (656'larda), Persler (MÖ547'de), Makedonyalı İskender (MÖ334'te) ve komutanları (MÖ312-280) hakim oluyor Bundan sonra bölgede, yaklaşık üç buçuk asırlık bir ömür süren Pontus Devleti (M0280-MS63) gözüküyor Bu devleti, Roma İmparatorluğu ortadan kaldırıyor ve bölgeyi 395'te Doğu Roma imparatorluğu devralıyor ve zaman içinde bölünmesine ve kendi kabuğu içine çekilerek küçülmesine rağmen Fâtih Sultan Mehmed'in 1453'te İstanbul'u ve 1461'de de Trabzon'u fethine kadar varlığını korumayı başarıyor Bu arada zikredilmesi gereken önemli bir hadise, hiç şüphesiz MS324 yılında bölgede hristiyanlığın yayılması olayıdır

Bilindiği üzere 1204 yılında, İstanbul Latinler tarafından istila edilmiş, bunun üzerine, Bizans Komnenoslar hanedanından IAndronikos'un torunları Aleksios ve David İstanbul'dan kaçarak Trabzon'a gelmişler ve Gürcü kraliçesi Tamara'nın da desteğiyle Trabzon İmparatorluğu'nu kurmuşlardır(1204-1461) Bilindiği üzere bu devlete Fâtih Sultan Mehmed son vermiştir Ancak hemen belirtelim ki, yine bu devletin hakimiyeti altında bulunan ve Ünye'den Giresun'a kadar uzanan Orta Karadeniz Bölgesi, diğer bir ifâdeyle Ordu ve yöresi, Osmanlılar tarafından değil, 1270'lerden 1380'lere kadar uzanan uzun bir süreç içinde diğer Türk gruplarının, özellikle Hacı Emiroğullarının mücadeleleri sonucunda fethedilmiştir Bu fetih üzerinde ciddî bir surette durulması gerekmektedir Çünkü bu, özel orduların yerli halka boyun eğdirerek gerçekleştirdiği bir fetih değil fakat ordu biçiminde teşkilatlanmış bir uç beyliği halkının fethidir; bu fetih, söz konusu yeni halkın yeni bir toprakla bütünleşerek orayı iskân edişi ve orayı vatanlaştırması biçiminde cereyan eden bir fetih olayıdır Osmanlı döneminde Ordu ve yöresinin sosyal tarihi, bu fetih sırasında ve sonrasında oluşan yapılanmanın devamından başka bir şey değildir Bu sebeple, Osmanlı dönemi Ordu'nun etnik ve sosyal yapısını, siyasî, dinî ve iktisadî tarihini anlayabilmek için, fethin nasıl gerçekleştiğini ve fetih sonrasında bu bölgede nasıl bir sosyal idarî ve iktisadî yapı oluştuğunu bilmek ve anlamak gerekmektedir Şimdi kısaca bunu görmeye çalışacağız Ancak bundan önce, Trabzon İmparatorluğu zamanında Canik dağlarının arkasında neler olduğuna da bir göz atmak gerekmektedir






Alıntı Yaparak Cevapla

Ordu Şehir Tanıtımı

Eski 10-14-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ordu Şehir Tanıtımı




Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, XIIIyüzyıl başında, Karadeniz'in Samsun'dan Rize'ye ve Canik dağları zirvelerinden sahile uzanan bölgesinde Trabzon Devleti (1204-1461) vardı İstanbul Latinlerin elindeydi Batı Anadolu'da İznik Devleti kurulmuştu Bunlar dışında bütün Anadolu Selçuklular tarafından XI yüzyıldan bu yana Türk iskânına açılmış ve burada güçlü bir müslüman Türk medeniyeti kurulmuştu Sinop'tan Karadeniz'e açılan Selçuklu Devleti, şüphesiz Trabzon'u tehdit ediyordu 1223'te Selçuklular tarafından gerçekleştirilen Trabzon seferi, sonuç vermedi Bununla birlikte, Trabzon Devleti genel olarak Selçuklulara bağımlı idi Ne var ki, iki devlet arasındaki barış içinde bir arada yaşama süreci ancak 1243 yılında Anadolu'nun İlhanlılar tarafından istilâsına kadar devam etti

Anadolu'daki Moğol hakimiyeti kısa sürmüş, fakat bölgenin yapısında büyük değişmelere yol açmıştı Bu değişmenin en önemli sebebi, Moğol istilasıyla birlikte, çok sayıda Türk aşiretinin XI yüzyılda olduğu gibi, Anadolu'ya göç etmiş olmasıydı İlhanlılar bu aşiretleri kontrol altına almakta zorlandı Zaten son İlhanlı vâlileri de merkeze karşı isyan ettiler İşte bu iki sebeple, XIII yüzyılın ikinci yarısında ve XIV yüzyılın başlarında Anadolu'da bir çok Türk Beyliği kuruldu

Son İlhanli valisi uygur kökenli Eretna, bir dizi isyandan sonra, 1341'de bağımsızlığını ilan etti Merkezi önce Sivas sonra Kayseri olan Eretna Devleti (1335-1381), Erzincan, Ankara, Tokat, Amasya, Samsun, Niğde, Niksar ve Karahisar'ı kapsıyordu Eretna'nın 1352'de ölümüyle, oğlu Mehmed yerine geçtiyse de devlet zayıfladı ve 1359'da onun da ölümüyle Orta Anadolu'nun birliği sona erdi Valiler bağımsızlıklarını ilan ettiler Özelikle Hristiyanlarla olan sınır bölgelerinde yeni Türk beylikleri ortaya çıktı Bunlar gazi Türkmen beylikleriydi

Bu beyliklerden Trabzon Devleti'ne sınırdaş olanlar arasında, Sivas'ta Eretnalıların yerine geçen Kadı Burhaneddin Devleti, Bayburt ve Erzincan Beyleri, merkezi Milas (Mesûdiye) olan Hacı Emiroğulları Beyliği ve merkezi Niksar olan Taceddinoğulları Beyliği vardır Trabzonlular, bu devlet ve halklarla ve yine Doğu Anadolu'da bir Türk konfederasyonu olan Akkoyunlularla ilişki içindeydiler Görüldüğü gibi Trabzon Devleti irili ufaklı bir çok Türk siyasî teşekkülü ile sarılmış vaziyette bulunuyordu

Ordu ve çevresinin Türkler tarafından fethedildiği XIVyüzyılda, Trabzon Devleti'nin çevresindeki Türk Beylikleriyle ilişkileri hakkında bilgi alacağımız önemli iki kaynak mevcuttur Bunlardan biri, Trabzon Devleti'nin önemli olaylarını not eden Trabzon saray tarihçisi Panaretos'un Kronik'i, diğeri ise, Kadı Burhaneddin'in yakını olan Aziz b Erdeşir-i Esterabadi'nin Bezm u Rezm (çevMÖztürk, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1990) adlı eseridir

Bu kaynaklardaki verilere göre, Trabzon İmparatorluğu'nun XIV Yüzyıl boyunca Türklerle sürekli çatışma hâlinde olduğunu, yüzyılın ilk yarısında karşılıklı baskınlarla devam eden ilişkilerin, daha sonraki dönemde Trabzon İmparatorlarının kızlarını Türk beyleriyle evlendirmek suretiyle akrabalık ilişkileri kurarak barış ortamları hazırlama biçimine girdiğini ve böylece varlıklarını koruduklarını; bununla birlikte baskın ve çatışmaların yine de devam ettiğini anlıyoruz

Gerçekten, 1276'da Karamanlı Mehmed Bey'in Konya üzerine yürümesini fırsat bilen Trabzon İmparatoru, 1277'de denizden Sinop'a saldırmış, ancak Çepniler tarafından bozguna uğratılmıştır; bunun üzerine bazı Türk grupları Samsun sahil şeridini takiben doğuya doğru ilerlemişler; Karadeniz dağlarında yayla yapan Türk grupları ise, Harşit Deresi, Aksu, Melet Suyu, Bolaman Deresi ve benzeri vadilerden sahile doğru inmeye başlamışlardır Yaylalardan sahile uzanan mesafe, 70-80 km civarındadır Bu kadar kısa bir mesafe, muhtemelen arazinin dağlık olması sebebiyle, ancak 120 yıllık bir zaman dilimi içinde fethedilebilmiştir Bu 120 yıllık süre, Trabzon İmparatorluğu ile Türk gruplar arasında mücadeleyle geçmiştir Bunlardan bazılarını, Panaretos'un Günlüğü'nden hareketle hatırlatmak yerinde olacaktır[1]

Çepni Boyları, 1297'de Ünye'yi fethetmiş, doğuya doğru ilerleyerek Trabzon'a akın düzenlemişlerdir Fakat bir Çepni grubu, 1301'de Giresun'da yenilgiye uğramıştır Hacı Emiroğulları Beyliği'nin kurucusu olan Bayram Bey 1313'te, Trabzon İmparatorluğu sınırları içindeki bir pazar yerini basmıştır 30 Agustos 1332'de Hamsiköy yakınlarına kadar gitmiş; fakat geri püskürtülmüştür

1340'da Komnenoslar, Trabzon'un güney yaylalarındaki Akkoyunlulara saldırır Akkoyunlular ise, 1341 ve 1343’te bir kaç defa Trabzon’a akın yaparlar Hiç bir taraf amacına ulaşamaz ama, her iki taraf da büyük ölçüde insan ve mal kaybına uğrar

348 Haziranında Akkoyunlu Beyi Turali Bey, Erzincan Hâkimi Gıyâseddin Ahi Ayna Bey, Bayburd Hâkimi Rikâbdâr Mehmed Bey ve Kuzey Doğu Suriye'deki Türkmen Reislerinden Bozdoğan Bey, ittifak hâlinde Trabzonu kuşatırlar; üç günlük bir savaştan sonra yenilirler ve bir çok kayıp vererek geri dönerler

Türklerin yenilmesine rağmen, bir çok Türk boyunun birlikte Trabzon'a kadar ilerleyip şehri kuşatabilmeleri ve geri çekilebilmeleri, Komnenosları psikolojik açıdan son derece yıpratmış olmalıdır Bu sebeple, Türklerle dostluk arayışı içine girerler Bu amaçla, kralın kız kardeşi, Kyra Maria (Despina Hatun), 1352 yılında, Akkoyunlu Beyi Kutluğ Bey (Turali'nin oğlu) ile evlendirilir

Ne var ki bu evlilik sürekli barış için yetmemiştir Zira, muhtemelen güçlendiklerini zanneden Komnenoslar, Panaretos'un ifâdesiyle “şeytana uyarak” 1356 Eylülünde, Şiran'a karşı sefere çıkar ve 400 insan ve bir çok at kaybederek geri dönerler

1357'de Komnenoslar, Giresun'da İsa'nın doğumunu ve Yosun Burnu'nda ise “Işıklar Bayramı”nı kutlarlar ve bu arada on dört Türk öldürürler Panaretos'un bu ifâdesine göre, demek ki, Türkler bu tarihlerde sahillerde dolaşmaktadırlar

1358'de Bayram oğlu Hacı Emir, Maçka ve çevresine bir akın düzenler ve çok sayıda ganimet elde eder Aynı sene, kralın kızı Teodora'nın Bayramoğlu Hacı Emir ile evlendirilmesi için hazırlıklara başlanır

1361 Temmuzunda Maçka ve çevresine, bu sefer Bayburt Hakimi Hoca Latif seçme dört yüz askeriyle bir akın düzenler; fakat gafil avlanarak altı askeri ve kendisi öldürülür Kesilen başlar, zafer alameti olarak, Trabzon çevresinde dolaştırılır

Aynı yıl Bayram oğlu Hacı Emir Giresun üzerine yürümüş; Türkler yukarı Harşit vâdilerine yerleşmiş; Kürtün Beyi Melik Ahmed "Bedreme" (Bedirme)(Petroma) Hisarını" fethetmiştir Aralık ayında, Komnenoslar kralı Halibya'ya çıkmış, karadan Giresun’a gelerek Hacı Emir'i takip etmiş ve bazı Türkleri esir almıştır

1362 Ekiminde, Erzincan Beyi Ahi Ayna Bey, Gümüşhane'de Bahçecik (Golacha) şatosunu kuşatır Ancak başarılı olamaz Bütün yıl boyunca hıyarcık (adenit) hastalığı ve veba salgını bir çok insanın ölümüne sebep olur Şiddetli yaz sıcağı da çeşitli hastalıklara ve göçlere yol açar

Yine bu yıl Çelebi Taceddin, Kralın kızına talip olur






Alıntı Yaparak Cevapla

Ordu Şehir Tanıtımı

Eski 10-14-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ordu Şehir Tanıtımı




1365'te kralın damadı Emir Kutluğ Bey, karısı Kyra Maria (Despina Hatun) ile birlikte Trabzon'a kayınpederini ziyarete gelir

1369'un ocak ayında, Kılıçarslan Komnenoslar ülkesine (Chaldée) girer; Gümüşhane'nin Bahçecik (Golacha)'i Türklerin eline geçer Yöre halkı ya carpışmalar sırasında ölür, ya da bölgenin uğursuz mağaralannda kaybolurlar

Trabzon Kralı, 1373 yılının Ocak ayında, Şiran'a karşı sefere çıkıyor; ancak Türklerin karşı koyması ve şiddetli kış yüzünden geri dönmek zorunda kalıyorlar Türkler yüz kırk hristiyanı öldürüyor, büyük bir bölümü de soğuktan telef oluyorlar

Kral, kızı Eudocie'yi Ünye'ye götürerek Taceddin Çelebi ile evlendiriyor

1380 yılının şubatında, Kral III Aleksios, Harşid deresi çevresinde bulunan Çepnilerin üzerine yürüyor Askerleri iki koldan Petroma (Bedirme) kalesini ve yukarı Harşit bölgelerini yağmalıyor, her tarafı yıkıyor, ortalığı kan ve ateş kaplıyor Vakfıkebir'de Türklerin eline geçmiş olan gemilerini kurtarıyor Fakat Türkler de direnerek karşı koyuyorlar Her iki taraftan da çok kişi yok oluyor

1386'da Hacıemiroğulları Beyliği'nin başına geçen Süleyman Bey, 1396/7 yılında nihaî olarak Giresun'u fethediyor Böylece, Orta Karadeniz Bölgesi Giresun'a kadar, bir daha geri dönmemek üzere Türklerin eline geçiyor

***

Panaretos'un o yıllarda tuttuğu günlüğe göre, Trabzon İmparatorluğu ve çevresindeki Türk Beylikleri arasındaki ilişkilerin özeti bundan ibarettir Ancak bu ilişkilerin tamamının günlüğe yansıdığını düşünmek mümkün değildir Zira günlükte bizzat kralı ilgilendiren, onun kendisinin katıldığı, ya da yine bizzat kendisinin karşı koymak zorunda kaldığı olaylar zikredilmektedir Bunlar dışında, yaylalardan sahillere doğru ilerlemek isteyen Türklerle bunlara karşı koymak isteyen yerliler arasında, söz konusu yüz yıllık dönemde, daha yüzlerce olayın yaşandığını, fakat bunların yazılarak bize ulaşmadığını tahayyül etmek o kadar zor değildir Nitekim, bölgenin 1455 Tarihli Tahrir Defteri’nden elde edilen veriler değerlendirildiği zaman, bu iddianın doğruluğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır Öyle anlaşılıyor ki, Giresun'un fethiyle noktalanan yüz yıllık mücadele sonunda Türkler bölgeye bütün varlıklarıyla, çoluk ve çocuklarıyla, aileleriyle birlikte yerleşmişler, toplu bir iskân politikası uygulayarak kendi düzenlerini kurmuşlardır Fetih tamamlandığında, genelde, bölgenin büyük bir kesiminde yerli halktan kimse kalmamıştır Yerli olarak bölgede sadece, ya muhtemelen Selçuklular veya Danişmendliler tarafından fethedilmiş olan İskefsir (Reşadiye) ve Milas (Mesûdiye) bölgelerinde Türklerle iç içe yaşamaya alışmış olan hristiyanlar ya da 1390'lardaki son fetih harekatı sırasında Habsamana (Gölköy) Bolaman, Vona ve Öksün gibi kalelere sığınarak bölgede varlıklarını koruyabilen ve fetih sonrasında zimmî statüsünde Lozan'a kadar Türklerle birlikte burada hayatlarını sürdürmeye devam eden çok az sayıdaki hristiyan halk kalmıştır Şimdi bu yorumu 1455 Tahrir Defteri'ndeki verilerle temellendirmeye çalışalım

Bilindiği üzere, Osmanlılar bir bölgeyi gayrimüslimlerden feth veya diğer müslüman Türk beyliklerinden ilhak ettiklerinde, oranın bir nevi kadastrosu demek olan tahririni yani yazımını yaptırıyorlardı Ordu yöresi de 1427’de ilhak edilince yazdırılmıştı Ancak bu yazım sonucunu ihtiva eden Defter henüz ele geçmemiştir İkinci yazım ise, imparatorluğun diğer bölgeleriyle birlikte, Fâtih Sultan Mehmed zamanında 1455 yılında gerçekleştirilmiştir İşte bu yazımın sonuçlarını ihtiva eden Defter yukarıda da belirtildiği üzere günümüze kadar ulaşan ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan Defter'dir

Bu Tahrir Defteri'ne göre Ordu yöresinin resmî adı, Vilayet-i Canik-i Bayramlu me'a İskefsir ve Milas'tır İskefsir ve Milas'ın adlarının ayrı ayrı zikredilmesi, öyle zannediyorum ki, yukarıda da belirtildiği üzere, fetih ve iskân tarzının farklı olmasından kaynaklanmaktadır Bu vilayetin alt idarî birimlerinin adları da son derece ilgi çekicidir Bunlar Defterdeki sırasıyla şöyledir:

1 Bölük-i Geriş-i Bucak (ez takrir-i Kethüdâ Mustafa, dîvânbaşı)

2 Bölük-i Niyâbet-i Ordu bi-ism-i 'Alevî (ez takrir-i Kethüdâ Bahaeddin)

3 Bölük-i Bedirlu (ez takrir-i Kethüdâ Lutfullah ve Seydi Ali; mezkûrîn dîvânbaşı-yı Niyâbet-i mezkur)

4 Bölük-i Seydi Ali Kethüdâ, dîvânbaşı-yı Bozat

5 Bölük-i Davud Kethüdâ veled-i Beğmiş, tabi-i Bendehor

6 Dîvân -i Elmalu tabi-i Bendehor (ez takrir-i Seydi Ahmed Kethüdâ, dîvânbaşı-yı mezkur Elmalu)

7 Bölük-i Ebulhayr Kethüdâ, dîvânbaşı an Dîvâniye-i Bendehor

8 Bölük-i Geriş-i Alibeğece (ez takrir-i Kethüdâ Hasbun, dîvânbaşı)

9 Nâhiye-i Niyâbet-i Fermüde (ez takrir-i Kethüdâ Hüseyin Fermûde, dîvânbaşı)

10 Niyâbet -i Hafsamana (ez takrir-i Bulduk Kethüdâ, dîvânbaşı )

11 Bölük-i Fidâverende (tımar-ı Çoban Bey dizdâr-ı Kal'a-i Hafsamana, mefruz 'an Dîvâniye-i mezkur Hafsamana)

12 Niyâbet-i Satılmış-ı Bayram (ez takrir-i Bayezid Kethüdâ, dîvânbaşı)

13 Bölük-i Niyâbet-i Çamaş (ez takrir-i Eğlence Kethüdâ, dîvânbaşı)

14 Bölük-i Niyâbet -i Geriş-i Bolaman (ez takrir )

15 Nâhiye-i Niyâbet -i Geriş-i İhtiyar (ez takrir-i İbrahim Kethüdâ, dîvânbaşı)

16 Niyâbet -i Geriş-i Şayiblü (ez takrir-i İsmail Kethüdâ)

17 Niyâbet-i Geriş-i Sevdeşlü nâm-ı diğer Ulubeğlü (ez takrir-i Kethüdâ)

18 Nâhiye-i Milas

19 Niyâbet-i Kebsil (ez takrir-i Mustafa Kethüdâ ve Şemseddin Kethüdâ ve Pir Kadem veled-i Çakır Kethüdâ Üç Dîvân yerdir):

aBölük-i Pir Kadem Kethüdâ veled-i Çakır (ez takrir-i mezkur)[2]

bBölük-i Şemseddin Kethüdâ, dîvânbaşı, tabi-i Kebsil[3]

cBölük-i Mustafa Kethüdâ, dîvânbaşı-yı Niyâbet-i Kebsil

20Niyâbet-i Kırukili (ez takrir-i Kethüdâ Şeyh, dîvânbaşı )






Alıntı Yaparak Cevapla

Ordu Şehir Tanıtımı

Eski 10-14-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ordu Şehir Tanıtımı




Bölük, Geriş, Dîvân, Dîvâniye, dîvânbaşı, Niyâbet gibi terimler, bölgenin toplum ve yönetim yapısını anlamamıza yarayacak son derece önemli ip uçları vermektedir Üstelik bu yapı, Osmanlı öncesi, diğer bir ifâdeyle fetih sonrası yapıyı yansıtmaktadır Derinliğine irdelenmesi gerektiğine inandığım bu terimleri daha önce başka bir yerde kısmen tahlil etmiştim[4]; şimdi burada özellikle bölük kelimesi üzerine dikkat çekmek istiyorum

Bilindiği üzere, bölük kelimesinin ıstılah mânâlarından birisi, Türk askerî teşkilatında belli sayıdaki askerden oluşan bir birliktir 1455'te Ordu Vilayeti'nin idari teşkilat şemasını gösteren yukarıdaki bağlamda ise idari bir birim olarak gözükmektedir Dîvân, Niyâbet ve Nâhiye de aynı şekilde idari birim adlarıdır Dîvân bölgenin mali açıdan, Niyâbet adlî açıdan, Nâhiye ise cografi açıdan yapılan bölümlemeleri sonunda ortaya çıkmış tabirler olarak gözükmektedir Geriş'in de cografi anlamı vardır Bölük ise doğrudan doğruya bir insan grubunu, askerî bir birliği ifâde etmektedir Dolayısıyla insan ilişkileri ve iskân açısından son derece anlamlıdır Daha önce de belirttiğimiz gibi, Ordu bölgesi Hacı Emiroğulları tarafından kesin olarak 1390'larda, yani 1455 yılı tahririnden 65 yıl önce feth ve iskân edilmiştir İşte bu bolükler, askerî birlikler tarzında örgütlenerek bölgeyi feth ettikten sonra buralara yerleşen boy ve oymaklardır Her bölük'ün yerleştiği kısım bir idari birim olmuştur Fetih sırasında başlarında bulunan kişinin adı da bu idarî birime ad olarak verilmiştir Bunların büyük bir kısmı açık olarak anlaşılmaktadır Meselâ, Bucak[5], Bedir(lü)[6], Seydi Ali Kethüdâ, Davud Kethüdâ, Ebulhayr Kethüdâ, Alibeğece, Fidâverende, Satılmış-ı Bayram, Çamaş, İhtiyar, Şayiblü, Sevdeşlü (Ulubeğlü), Mustafa Kethüdâ, Şemseddin Kethüdâ ve Pir Kadem Kethüdâ veled-i Çakır gibi şahsiyetler, ya bizzat kendileri ya da babaları, bölüklerinin başında bizzat fetihte aktif rol oynamışlar ve bölükleriyle birlikte fethettikleri bölgelere yerleşerek bu sefer de o bölgenin yöneticiliği görevini üstlenmişlerdir Böylece bölge orayı fetheden kişinin şahsiyetiyle şahsiyetlenmiş ve yeni bir kimlik kazanmıştır

İdarî birim adları arasında, şahıs adları dışında altı ad vardır: Bunlardan biri, Ordu bi-ismi Alevî'dir Bu, Hacıemiroğulları ailesinin mensup olduğu cema'atin adıdır Türklerin devlet merkezini Ordu olarak adlandırması geleneğinden gelmektedir Nitekim Taceddinoğulları Beyliğinin merkezi olan ve bugün hâlâ Çarşamba'nın güneyinde varlığını koruyan köyün adı da Ordu'dur[7] Diğer iki birim ise, yine Türk geleneğine dayalı olarak, tabiatın durumunu bildiren Elmalu ve Kıruk-ili adlarıyla tesmiye edilmiştir Sadece üç birim adı ise, yerli halkların daha önce verdiği adlardan gelmektedir: Milas, Hafsamana ve Bolaman

Yer adlarının fâtihlerin adıyla adlandırılması sadece Nâhiye veya bölük adlarıyla sınırlı kalmamış, bölük'ün muhtelif alt grupları değişik yerlerde köyler kurarak, kendi adlarını önce yönetimlerinde bulunan bir kaç aileden oluşan zümreye, sonra da bunların yerleştiği köye veya ekip biçtikleri mezra'aya da ad olarak vermişlerdir 1455 Tarihli Tahrir Defteri'nde bu köy adlarıyla şahıs adlarının özdeşleştiği yüzlerce örnek görmek mümkündür[8] Meselâ, Defter'in bir yerini tesadüfen açalım Karşımıza çıkan Sevdeşlü'nün kaydı aynen şöyledir: "Karye-i Sevdeşlü, yurd-ı evlad-ı Sevdeşlü; eşküncü müsellemlerdir" (s219) Buradan anlaşılan şudur: Köy Sevdeş adındaki bir Türk ve ona mensup olan kişiler tarafından kurulmuştur Bunlar, müsellem adı verilen askerî gruba mensupturlar ve hâlen bu görevi ifa etmektedirler Bu köyün arazisi, fetih hakkı olarak Sevdeşlü oymağının yurdu olmuştur Bu nottan sonra Defter'de yirmi iki aile reisinin adları ve görevleri sayılmıştır Hepsi de müslüman Türk olan bu kişilerden kimisi müsellem kimisi yamaktır Aralarında imam ve şeyhler de vardır Sevdeş adı, bugün hâlâ yaşamaktadır Zira bu köy bugün Aybastı'ya bağlı Alacalar köyünün Sevdeş mahallesi olarak varlığını muhafaza etmektedir

Bunun gibi yüzlerce örnek saymak mümkündür Çünkü 1455 yazımı sırasında, adları zikredilen köylerin sakinleri arasında baba adı söz konusu köyün adıyla aynı olan şahısların hayatta oldukları görülmektedir Mesela Beğmiş oğlu Davud'un Kethüdâlık yaptığı köyün adı Beğmiş-lü'dür Hacı Ahmed oğlu Melik Ahmed'in oturduğu köyün adı Ahmed-lü, Musa Dede oğlu Şeyh Pir dede'nin şeyhlik yaptığı köyün adı Musa-Dede'dir 1455'te yaşayan şahısların veya babalarının adlarının köy adlarıyla özdeşleşmesi olgusu, bu köylerin en fazla bir nesil önce adı geçen kişiler tarafından kurulduğunu ve iskân edildiğini göstermektedir

Hemen hemen fetihten 65-70 yıl sonra yapılan bu Tahrir Defteri'ne kaydedilmiş bulunan aile reislerinden hareketle yapılan hesaplamalara göre, o günkü Ordu Vilayeti'nin nüfusu 6651 müslüman Türk ve 526 Hristiyan Rum ailesinden ibaretti Hristiyanlardan 360 aile, Selçuklular zamanında fethedilmiş olduğunu sandığım Milas (Mesûdiye)'da yaşıyorlardı Burası Canik dağlarının güney yakasında önemli bir kale idi Türklere teslim olarak, zimmi statüsüne girmiş olmaları muhtemeldi Canik yaylalarından sahile ve Fatsa'dan Giresun'a uzanan sahada, yani Orta Karadeniz'in kuzey yakasında ise, sadece altı yerde, Bolaman, Vona, Öksün, Bendehor ve Habsamana kalelerinde hristiyan halka rastlanmakta idi Bunların toplamı 166 hâneden ibaretti Öyle zannediyorum ki, bunlar da fetih sırasında adı geçen kalelere sığınmışlar, fakat dört bir yandan kuşatılmış vaziyette olduklarından ve kurtuluş ümitleri de kalmadığından daha sonra teslim olarak zimmî statüsünde Türk hâkimiyetini benimsemişlerdir Bunların, bölgeye fetihle birlikte yerleşen Türk nüfusuna göre nispetleri son derece düşük olup, sadece % 7,9'dan ibâretti Türk öncesi yerli halkın geriye kalanı, yukarıda bahsettiğim yüz yıllık mücadele sürecinde ve özellikle de son fetih sırasında ya kaçmış ya da savaş meydanında yok olmuştu Türk hakimiyetine giren hristiyanlardan ihtida ederek müslüman olanlar yok denecek kadar azdı Zaten, fetih sırasında ve sonrasında teslim olan ve zimmî statüsüne geçen hristiyanlar, varlıklarını Milli Mücadele dönemine kadar devam ettirmişler ve Yunanistan'daki Türklerle mübadele edilmişlerdi

Semerkand'a giderken 1402'de Ordu bölgesinden geçen İtalyan seyyah Clavijo, bu bölgenin "Erzamir" (Hacıemir) adında bir Türk beyinin elinde olduğunu ve kumandası altında 10000 kişiden oluşan bir süvari ordusu bulunduğunu belirtmektedir Bu rakam, Fâtih döneminde Ordu yöresinde yaşayan müslüman Türklerin aile sayısını gösteren 6651 rakamıyla karşılaştırılırsa, buradan ilgi çekici bir sonuç çıkarılabilir: Öyle ki, Clavijo'nun asker olarak bahsettiği kişilerin, normal aile reislerinden başkaları olmadıkları söylenebilir Çünkü bu iki rakam birbirine yakın gözükmektedir Aradaki fark, öyle zannediyorum ki, Fâtih döneminde Ordu'ya bağlı olan ve İskefsir diye adlandırılan Reşadiye'nin nüfusunun, defterin bu bölümünün eksik olması yüzünden bu nüfusa dahil edilememesinden ve Hacıemiroğulları Beyliğinin Fatsa-Ünye arasında da yerleri olmasından kaynaklanmaktadır Bu yörelerin nüfusu da dahil edildiğinde, hemen hemen Hacıemiroğulları nüfusunun 10000 âileden olustuğu söylenebilir






Alıntı Yaparak Cevapla

Ordu Şehir Tanıtımı

Eski 10-14-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ordu Şehir Tanıtımı




Bu anlatılanlar çerçevesinde, "Türk milleti ordu-millettir" özdeyişinin tarihî gerçekliğini görmek mümkündür Görüldüğü gibi bölgenin fethi ve iskânı, Türk boy ve oymaklarının, sadece asker nitelikli üyeleri tarafından değil, bütün aile fertlerinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir Zaten her aile reisinin asker olarak değerlendirildiği görülmektedir Dolayısıyle Ordu yöresinin fethi, profesyonel orduların bir bölgeyi veya ülkeyi fethetmesine benzememektedir Bu sebeple ben bu türlü fethe, iskân yoluyla vatan edinmek üzere toptan fetih hareketi diyorum Ve öyle zannediyorum ki, yukarıda tarihî belgelere dayanarak açık seçik göstermeye çalıştığımız fetih ve iskân biçimi, Selçuklular döneminde, Anadolu'nun büyük bir bölümünde uygulanmış olan ve bu ülkedeki nüfus ve kültür yapısının temelini oluşturan fetih ve iskân biçimidir Bu hareket Osmanlılar tarafından Batı Anadolu'ya ve Balkanlara doğru devam ettirilmiştir

İşte Ordu yöresinin tarihi, fetih sonrası bölgede kalan % 7,9'luk yerli hristiyan halkla (526 hâne) nüfusun geriye kalan büyük kesimini oluşturan 6651 hânelik müslüman Türk nüfusun ve daha sonra bu nüfusta meydana gelen değişmelerin tarihi demektir Hristiyanların nüfusu, 1485'te % 5,5'e düşmüştürGerçi bu dönemde Türklerin nüfusunda da azalma vardır Çünkü 1461'de Fâtih Sultan Mehmed tarafından Trabzon İmparatorluğu ortadan kaldırılmış ve bölgenin nüfusu doğuya doğru kaymıştır Ancak bundan sonra Türk nüfus büyük ölçüde arttığı halde, gayrimüslim nüfus önce azalma trendine girmiş, daha sonra çok yavaş bir artışla 1613'lerde, ancak 594 hâneye yükselebilmiştir Bunun da 593 hânesi Mesûdiye'dedir Bir hristiyan hâne de Şemseddin Nâhiyesi’nde yaşamaktadır Bunun dışında bölgede hiç hristiyan nüfus kalmamıştır Türklerin nüfusu ise, 20970 hâneye yükselmiştir Toplam nüfus içinde hristiyanların oranı sadece, % 28'dir[9] Daha açık bir ifâdeyle diyebiliriz ki XVII yüzyıl başında, batıdan doğuya Fatsa-Giresun ve kuzeyden güneye Karadeniz ile Mesûdiye-Reşadiye arasında kalan bölgede, müslüman Türkler dışında hiç bir etnik zümre yoktur

Ancak, XVIII yüzyıldan itibaren, özellikle XIXyüzyılda bölgeye yeni bir hristiyan nüfus akışı başlamıştır Bunlar genellikle şehirlere ya da o zamana kadar boş olan güzlelere yerleşmişlerdir Siyasî amaçla yerleştikleri sezilmektedir Osmanlı Devleti'nin merkezî otoritesi zayıfladıkça bunlar, Türklere karşı harekete geçmeye başlamışlar, bölgede kargaşa çıkartmışlar; bu uygunsuz hareketleri ise onların Milli Mücadele'den sonra Lozan Antlaşmasıyla ülkeden çıkartılmalarına sebep olmuştur

Aile bazında değil fert bazında bir değerlendirme yapacak olursak, Ordu yöresinin yukarıda belirttiğimiz sınırları içinde, genel nüfus 1455 yılında 36855 iken bu rakam 1613'te 72689 olmuştur Nüfus bu dönemde artmıştır ama bölge için önemli bir yoğunluk ifâde etmez Zira bugün aynı bölgenin bazı ilçelerinin sırf merkezdeki nüfusları neredeyse bu rakamlar civarındadır Söz konusu nüfusun diğer bir özelliği de dinamik ve genç bir nüfus oluşudur Evlilik çağına gelmiş fakat henüz evlenmemiş genç erkeklerin toplam nüfus içindeki oranı 1455'te % 9 iken, 1613'te % 40'a çıkmıştır

***

Klasik Osmanlı döneminde bu nüfusun sosyal yapısı, şöyle bir manzara arzediyordu Hemen belirtelim ki, bölgede şehirli yoktu- Çünkü bu dönemlerde söz konusu bölgede şehir denilebilecek bir yer yoktu Bölgenin kaza merkezi olduğu anlaşılan bugünkü Eskipazar’da 1455'te 16 hânelik cemaat-i muhterife denilen iş sahipleri ve zanaatkarlar grubu ile 19 hânelik cemaat-i 'Alevî denilen başka bir grup vardı Bölgeye ilk yerleşen Türkler olduğu anlaşılan bu gruplar maktu bir vergi veriyorlardı Bunlar arasında kadının ve subaşının hizmetkarları da yer alıyordu Ayrıca Eskipazar'da kadîmlik yurtlarında ekip biçerek yaşayan ve vergi vermeyen 47 hâne mevcuttu Otuz yıl sonra bu gruplar kaybolmuştur

Bölgenin yönetimi tımar beylerinin elindeydi Bölgede 1455'te 224 tımar beyi görev yapmaktaydı Bunların yarıya yakınının tımar beyi olmaları dışında özel bir görevleri yoktu Önemli bir kısmı Mesûdiye ve Gölköy kalelerinde dizdâr veya mülâzım olarak görev yapmaktaydılar Bu dönemlerde Gölköy kalesinin en önemli merkez olduğu anlaşılmaktadır Din görevlilerinden de tımar sahibi olanlar vardır Bunlar şeyh, halife, fakîh, baba, pir gibi unvanlara sahiptirler Diğer bir mahallî yönetici grubunu ise, subaşı, dîvânbaşı, Kethüdâ, çeribaşı, tamgacı, müsellem ve korucu gibi görevliler teşkil etmektedir Bunların dışında tımar beylerinin % 20'sini de ağa, çelebi, bey, mir, emir, şah gibi unvanlar taşıyan kişiler oluşturmaktadır 1485'te tımar beylerinin sayısı % 65 oranında artarak 344'te çıkmıştır Gözlenebilen bir başka değişme de, özel görev ve unvanı olmayan tımar beylerinin oranının oldukça yükselmesi ( % 69), kale dizdârlarının ve mülâzımlarının oranında (% 16) küçük bir artışın olması, diğerlerinin ise azalmasıdır Burada Osmanlıların bir beylikten devraldıkları bir bölgeyi kendi standartlarına uydurmak için gerçekleştirdikleri gözlenmektedir

Tımar beylerinin gelir durumlarında tam bir denge olduğu söylenemez 1455'te geliri 1000 akçenin altında olanların oranı %51'dir Sadece % 8'i beş bin akçeden daha fazla dirliğe sahiptir 1485'te ise bin akçe ve daha aşağı dirlik sahibi olan tımar beylerinin oranı % 71'e çıkmış, dört bin akçeden daha fazla gelire sahip tımar beyi ise kalmamıştır






Alıntı Yaparak Cevapla

Ordu Şehir Tanıtımı

Eski 10-14-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ordu Şehir Tanıtımı




Tımar sahibi yöneticiler dışında Ordu yöresinde yaşayan halkı, vergi mükellefleri, müsellemler, mülk sahipleri, vergi vermeyen fakat bölgede herhangi bir kamu hizmeti gören muhtelif zümreler, düşmüş sipahiler ve sipahizâdeler, yaşlılar ve sakatlar gibi bir takım gruplara ayırmamız mümkündür

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, klasik Osmanlı döneminde bölgede şehir hayatı olmadığından halkın tamamının tarımla uğraştığını söyleyebiliriz Ancak bunlardan bir kısmı kendilerine tahsis edilen arazileri işlemek ve devlete vergisini ödemekle yükümlü bulunurken, vergiden muaf olan diğerleri sırf geçimlerini temin etmek gayesiyle tarımla uğraşmak zorundaydılar

Bölgemizde vergi mükellefi çiftçi âilelerinin nisbeti, 1455'te % 64 iken, 1520'den itibaren % 96'lara yükselmiştir Bu değişimde rol oynayan faktörler arasında müsellem denilen askerî grupların ve sayyad denilen avcıların statülerinin değiştirilerek vergi mükellefi kılınmaları da vardır Ancak, bu değişikliğin asıl sebebi, Ordu ve yöresinin, daha önce bölgeyi fethedenlerin oluşturduğu bir beylik idarî yapısından Osmanlı İmparatorluğu'nun merkeziyetçi idaresi altında bir kaza statüsüne dönüştürülmüş olmasıdır İlhaktan hemen sonra sosyal yapıya dokunmayan Osmanlılar, daha sonra çeşitli tedbirler alarak, her yerde olduğu gibi, buraya da tedricen kendi yönetim tarzlarını uygulamışlar ve sosyal yapıyı da yeniden biçimlendirmişlerdir

XV ve XVI yüzyıllarda, Ordu'da tam çiftliğe sahip olanların sayısı, 1455'te bir iken 1613'te ancak 14 olabilmiştir Genelde halkın küçük bir kesimi yarım çiftliğe, geriye kalan büyük bölümü ise yarım çiftlikten daha küçük toprak parçalarına sahiptir Toprağın, halka küçük parçalar halinde dağıtılmasının, arazinin çok engebeli olması dolayısıyla, tarımın hayvan gücünden çok insan emeğiyle gerçekleştirilmesi zorunluluğundan kaynaklandığı söylenebilir

Ellerindeki toprağın büyüklüğüne göre çift, nîm ya da bennak denilen, tarımla geçinen ve vergi veren bu gruplar arasında, başka işlerle meşgul olanlar; meselâ imamlar, şeyhler, fakîhler, câmi mimarları, kale hizmetkârları, terziler, çul dokuyucular, bakırcılar, demirciler, semerciler, hallâclar, yaycılar, zurnacılar vardır Bunlar aynı zamanda çiftcilik yapan ve vergi veren meslek sahipleridir Bunların dışında vergiden muaf tutulmuş meslek sahipleri de vardır ki, onları ayrıca göreceğiz

Vergi vermeyen bu gruplardan birisi, müsellemler'di Bunlar harp zamanı sefere katılan, diğer zamanlar topraklarında ekip biçen kişilerdi Sırayla sefere giderlerdi Geride kalanlar, gidenlere yamak olur ve onlara harçlık vermekle yükümlü bulunurlardı Bunların Ordu bölgesinde toplam nüfus içindeki oranları 1455-1613 yılları arasında %10 - % 24 arasında değişmiştir Bu artışın sebepleri arasında zâviyedârların cocuklarının da müsellem yazılmaları vardır Bu her iki grup da bölgeyi feth edenlerden müteşekkildi Çünkü Tahrir Defterleri’nde müsellemlerin, "tutageldikleri kadîmlik yurtlarıyla eşer eşküncü" oldukları belirtilmektedir Bu ifâdelerden fetihden beri bu görevle yükümlü bulundukları anlaşılmaktadır Şeyh denen zâviyedârların da bölgenin iskânı ve Türkleştirilmesinde oynadıklan rol bilinmektedir Stratejik mevkilere kurulan ve genelde vakıflarla desteklenen zaviyeler, geleni gideni ağırlayan misafirhaneler, haberleşme merkezleri ve kültür evleri olarak hizmet görmüşlerdir Buraların kurucusu olan şeyhlerin yatır haline gelen mezarları halk tarafından bugün bile ziyaret edilen kutsal mekanlar olarak varlıklarını sürdürmektedirler Halkın her yıl şölenler düzenlediği, Ulubey'in Şeyhler köyündeki, köye adını veren Şeyh Abdullah ve Kabataş Kuzköy'deki Şît Abdal türbeleri bunlardan sadece ikisidir Arşiv kayıtlarına ve bölge üzerinde yapılan folklor araştırmalarına göre fetihten XIX-yüzyıla kadar elliye yakın zaviye Ordu yöresinde görev yapmıştır[10]

1455'te Ordu yöresinde halkın % 1'ini mâlikâne sahipleri oluşturuyordu Bu mâlikâneler, Osmanlı öncesinden kalma ağa, bey, çelebi, paşa ve hatun diye adlandırılan kişilerin oluşturduğu aristokrasinin elinde bulunuyordu Fakat zamanla Osmanlılar bunların elindeki mülkleri çok çeşitli tedbirlerle ya tımara dönüştürerek ya da vakıflaştırarak kendi sistemlerine uydurmuşlardır Satın alınarak ya da başka yollarla devletleştirilen mâlikânelerin gelirleri, derbendci ve köprücü gibi kamu görevi gören kişilere tahsis edilmiştir 1613'lerde eski sahiplerinin nesli elinde kalan mâlikâne sayısı son derece azdır

Ordu bölgesinde vergiden muaf olan diğer gruplar arasında, arşiv kayıtlarında kendilerine çok seyrek rastlanan kadı, müderris ve muhassil gibi görevliler, aralarında okçu, kemanger, neccâr, kürekçi, demirci, marangoz gibi ihtisas sahiplerinin de bulunduğu ve özellikle Mesûdiye ve Gölköy kalelerinde görev yapan kale erenleri, saray için zağanos, şahin ve çakır tutan ve sayyâdân denilen kuşçular, demir ocaklarında çalışan ve küreci denilen madenciler ve ırgadları vardır

Vergi muafiyetinden yararlanan bir zümre de el-mu'âfiye genel adıyla anılmaktadır Bunların belgelerde kadîmlik yurtlarıyla muaf oldukları belirtilmiştir Bunlar arasında, şeyh, zâviyedâr, imam, emekli sipâhi, yaralı, sakat, fakîh, fakîhoglu, şeyh, şeyhoğlu, zâviyedâr veya zâviyedârzâdegân, kethüdâ veya kethüdâoğlu, duacı ya da bu zikredilenlerin hizmetinde çalışan kişiler vardır Ayrıca imam, hatip, hâfız ve şeyhlerden oluşan ve mülâzım-i câmi' denilen din görevlileri, cemâ'at-ı ulemâ ya da cemâ'at-i Hilmi Dede diye adlandırılan ve din ya da eğitim hizmeti gören kişiler de vergiden muaftırlar Şeyhlerden ve zâviyedârlardan yukarıda kısaca bahsetmiştik Bunların hepsi de bölgenin fethine katkıda bulunan kimseler ve onların halefleridir 1455'te toplam nüfus içindeki oranları %20 civarındadır Hepsi de topluma sosyal ve kültürel hizmet sunmaktadırlar Vergiden mu'af oluşlarının sebebi budur Osmanlı öncesinde teşekkül eden bu yapılaşma başlangıçta Osmanlılar tarafından da bozulmamıştır Fakat, fetihten itibaren XVII yüzyıl başına kadar toplumda meydana gelen dönüşümler sonucunda, Ordu ve yöresinde, şeyhzâdeler ve beyzâdeler diye adlandırabileceğimiz sosyal mevkileri ve iktisadî durumları açısından toplumun büyük kesiminden farklı ve daha üst seviyede bir zâdegânlar zümresinin ağırlık kazandığını söyleyebiliriz Bununla birlikte, söz konusu zâdegânların sayısında son derece azalma görülmektedir Gerçekten toplam nüfus içindeki oranları, 1613'lerde %3'e kadar düşmüştür

***

Osmanlılar döneminde Ordulular kapalı bir tarım ekonomisi yaşıyorlardı Bölgede genel olarak hububat tarımı yapılıyordu XVI yüzyılın ikinci yarısına kadar sadece buğday ve arpa ekilirken, bu dönemden itibaren bölgede mısır, mercimek, fiğ ve burçak tarımına da başlanmıştır 1455-1485 yılları arasında nüfustaki azalmaya paralel olarak tarım üretiminde de azalma gözlenmektedir Bu tarihten itibaren üretim artışları kaydediliyor 1455'te 5665 ton buğday üretilirken 1613'te bu rakam 6900 tona yükseliyor Gerçi üretim artışı nüfus artışının gerisindedir Aynı tarihlerde kişi başına düşen buğday 153 kilodan 95 kiloya inmiştir Bu düşüş devam edecektir: 1945'lerde Ordu merkez kazasında kişi başına sadece 4,5 kilo buğday düsüyordu Bu sebeple 1485'ten itibaren buğday ve arpa fiyatlarında artışlar meydana gelmiş; fiyatlar, 1547'de ikiye, 1613'te ise üçe katlanmıştır Buna rağmen tahıldaki 158 yıllık fiyat artışı sadece % 28'dir Bu rakam, Osmanlı klasik döneminde Ordu ili yöresinde istikrarlı bir ekonomik yapının mevcudiyetine delalet etmektedir

Buğday ve arpa üretiminin nüfus artış hızı ölçüsünde seyretmemesinin bir sebebi de 1547'den itibaren bölgede mısır üretiminin başlamış olmasıdır Gerçi mısır üretimi de söz konusu dönemlerde önemli bir yer edinememiştir Zira kişi başına düşen mısır 5 kg civarındadır Daha sonraki asırlarda mısır üretiminin payı nispeten artsa da, bu tarım ürünlerinin hepsinin yerini XIXyüzyıl içinde yaygınlasan ve asrımızda yörenin en önemli ürünü haline gelen fındık üretimi alacaktır





Cevap: Ordu Şehir Tanıtımı sayfa üç frmacil 3 Cevap: Ordu Şehir Tanıtımı



Alıntı Yaparak Cevapla

Ordu Şehir Tanıtımı

Eski 10-14-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ordu Şehir Tanıtımı




Ordu ekonomisinde arıcılık önemli bir yer tutmaktadır 1455 yılından itibaren, Kovan sayısının seneden seneye arttığı görülmektedir Çünkü tabiat arıcılığa müsait bir yapıya sahiptir ve arıcılık için fazla insan gücüne ihtiyaç duyulmamaktadır Bilindiği gibi bugün de Ordu'da arıcılık ileri seviyededir Bu bağlantı, ekolojik ve tarihî kültür ortamının buluştuğu nokta gibi gözükmektedir

Osmanlılar döneminde Ordu bölgesinde, hayvancılık önemli bir yer tutuyordu Kaynaklardan özellikle koyun yetiştirildiği anlaşılıyor Koyun üretimi 1547'lere kadar bir artış tirendi göstermiş fakat sonraki yüzyıllarda düşmeye başlamıştır Kişi başına düşen koyun 1455'te 034 iken, bu pay 1547'de 15'e çıkmış, 1613'te ise bire inmiştir 1971 rakamlarına göre ise, Ordu'da bir çiftçi ailesi başına 11 küçük baş hayvan düşmektedir Bu da bölgemizde küçük baş hayvan üretiminin XVIIyüzyıldan bu yana sürekli azaldığını göstermektedir

1390'larda bölgenin fethinden itibaren 1960'lara kadar Orduluları hayatı köylerle yaylalar arasında mevsimlik göçlerle geçiyordu Bu tarım ve hayvancılığın birarada yapılmasından kaynaklanıyordu Zira hayvanların ilk bahardan itibaren tarım yapılan köylerden önce güzlelere sonra da yaylalara doğru uzaklaştırılması gerekiyordu Sonbaharda tekrar hayvanlarla birlikte güzleye iniliyor; kış ise kışlak denilen köylerde geçiriliyordu Böylece zaten dar alanlarda yapılan tarım hayvanların zarar vermesinden korunuyordu

XVIIIyüzyıldan itibaren, daha önceleri oldukça boş olan sahillere doğru da inilmeye başlandı Bugün sahilde yer alan bütün kasabalar bu dönemden itibaren teşekkül ettiler Hatta, Ordu şehri bile bugünkü yerinde XVIII yüzyıl sonlarında teşekkül etmeye başlamıştır Bununla birlikte bütün bu kasabaların köy görüntüsünden kurtularak şehir havasına bürünmeleri ancak XXyüzyıl içinde gerçekleşecektir Bölgenin son üç yüzyılının tarihi ile ilgili kaynaklar, henüz tahlil edilerek ortaya konulamamıştır Bununla birlikte söz konusu kaynaklar üzerinde, Türk Tarih Kurumu’nda yürütülen bir proje çerçevesinde çalışmalar sürdürülmektedir Ayrıca saha üzerinde, folklor araştırmaları çerçevesinde, Necati Demir tarafından kültür varlıklarının envanteri yapılmış, kültür unsurları derlenmiştir; hatta beşerî cografya açısından Bolaman havzası üzerinde bir çalışma gerçekleştirilmiştir Bunlar gün ışığına çıktıkça, yakın çağlarda ve günümüzde, Ordu yöresinin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı ve bu yapıdaki değişmeler daha iyi anlaşılacak ve geleceğe yönelik kalkınma projelerinin zeminini oluşturacaklardır






Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.