Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
evliyalarımız

Eski 03-11-2007   #31
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN HÂZIR

Evliyânın büyüklerinden ve hadîs âlimi İsmi, Abdullah bin Hâzır bin Sabbah'dır Evliyâullahdan Yûsuf bin Hüseyin'in dayısı ve Zünnûn-i Mısrî'nin arkadaşıdır İran'ın Rey şehrinde doğmuş ve orada vefât etmiştir Doğum ve vefât târihleri belli değildir Hicrî dördüncü asırda vefât etmiştir Tasavvufta büyük derecelere kavuşmuş, pek çok velî yetiştirmiştir

Abdullah bin Hâzır hadîs ilminde büyük âlim olup, Muhammed bin Abdullah el-Ensârî, Şâz bin Feyyâz, Kabisa bin Utbe el-Kûfî, İbrâhim bin Mûsâ, El-Ferrâ', Er-Râzî başta olmak üzere pek çok âlimden hadîs öğrenmiştir

Abdullah bin Muhammed bin Nâciye, Muhammed bin Yûsuf bin Bişr el-Hirevî, Ebû Bekr eş-Şâfiî ve başka âlimler de Abdullah bin Hâzır'dan hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir

Yûsuf bin Hüseyin şöyle anlatır: "Mısır'a Zünnûn-i Mısrî'nin yanına gittikten sonra, Rey şehrine dönüyordum Bağdâd'a vardım Dayım Abdullah bin Hâzır orada idi Hacca gidecekmiş, yanına gittim:

-Nereden geldin? diye sordu:

-Mısır'dan gelip, Rey'e gidiyorum Bir nasîhat etmenizi isterim, dedim

Buyurdu ki:

-Kabûl etmezsin!

-Ederim dedim

O yine,

-Kabûl etmezsin! buyurdu Ben tekrar;

-Belki kabûl ederim, dedim

Yine;

-Biliyorum kabûl etmezsin! buyurdu

-İhtimâl ki kabûl ederim, dedim

Buyurdu ki:

-Gece olduğunda git Zünnûn-i Mısrî'den ne yazmış isen, hepsini Dicleye bırak

-Bir düşüneyim, dedim

O gece düşünce bastı ve hiç uyuyamadım Gönlüm bir türlü râzı olmadı Ertesi gün gidip;

-Gönlüm bu işe râzı olmadı, dedim

-Zâten ben sana kabûl etmiyeceğini söylemiştim, buyurdu

-Bir şey daha söyler misiniz? dediğimde;

-Onu da kabûl etmezsin, buyurdular

-Kabûl ederim, diye ısrar ettim Bu sefer;

-Rey şehrine gittiğinde, ben Zünnûn-i Mısrî'yi gördüm deme, buyurdular

Bu sözü uzun müddet düşündüm Evvelki sözlerinden daha zor geldi Tekrar ona gittim Dedim ki:

-Bu dediğiniz iş zordur

Buyurdu ki:

-Sana, senin için gâyet lüzumlu olan bir şey söyleyeceğim

-Buyurun söyleyin, dedim

-Şimdi evine gittiğin zaman, insanları kendine dâvet etme Allahü teâlâya dâvet ederken öyle yaşa ki, Allahü teâlâdan bir an gâfil olup, O'nu unutmayasın, buyurdu (Abdullah bin Hâzır'ın bu sözleri yanlış anlaşılıp, Zünnûn-i Mısrî'yi beğenmiyor sanmamalıdır Onun maksadı: Zünnûn-i Mısrî tevhîd deryâsına dalmış, garîb hâlleri ve halkın anlayamıyacağı tasavvufî sözleri olan bir velî olduğundan, halkın, bu Allah dostuna düşman olmamaları içindir)

Abdullah bin Hâzır'ın bu sözünü, Şeyhülislâm Abdullah-ı Ensârî şu sözle izâh etti:

Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma; "Ey Mûsâ! Dilin her zaman beni zikretsin Bulunduğun her yerde benimle ol" buyurdu

Bu iki büyük velî bu söz ve îzâhlarıyla, her an Allahü teâlâyı hatırlayıp, O'nu bir an unutmamağı tavsiye buyurmuşlardır Bu da dostluğa ve kulluğa yakışan şeydir

Kendisine insanın îmânının nasıl kâmil olacağı sorulduğunda Ahmed bin Hanbel tarîkıyla rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfle, cevab verdi: "Sizden biriniz kendi nefsi için sevdiğini mümin kardeşi için de sevmedikçe, îmânı kâmil olmaz"

Kadınların kocalarına karşı nasıl davranmaları sorulduğunda; erkeğin kadını üzerinde olan haklarını uzun uzun anlattıktan sonra Şâz bin Feyyâz, Amr bin İbrâhim, Katâde, Sa'îd bin Müseyyib, Abdullah bin Amr'dan rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfi okudular Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Allahü teâlâ, kocasına teşekkür etmeyen (ona nankörlük eden) ve onunla yetinmeyen, iktifâ etmeyen kadına nazar etmez"

1) Tabakât-us-Sûfiyye (Sülemî); s187
2) Târih-i Bağdâd; c9, s 448
3) Nefehât-ül-Üns (Osmanlıca); s151
4) Tabakât-ı Ensarî; s 223
5) Nesayim-ül-Mehable; s60
6) Nefehât-ül-Üns; s100
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild 3, s344

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #32
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH HAYDERÎ

Bağdâd'da yetişen büyük velîlerden Ubeydullah Hayderî diye de bilinir Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin ilk hilâfet verdiği talebesidir Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinememektedir Bağdâd'da doğdu ve orada vefât etti On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında vefat ettiği tahmin edilmektedir

Küçük yaştan îtibâren aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden Abdullah Hayderî büyük âlim oldu Bütün ilimleri kendinde toplayıp, İslâmiyetin emir ve yasaklarıyla ilgili ince bilgileri elde etti Fesâhat, belâgat ve edebiyât konularında önceki ve sonraki âlimlerin üstünü idi Arapça, Farsça ve Türkçeye hâkim olup, "Zemahşerî" veya "Zamânın Harîrî'si" diye şöhret buldu İlim ve edebiyâttaki bu yüksek derecesi sebebiyle Bağdâd'a Hanefî müftüsü olarak tâyin edildi Senelerce müslümanların dînî sorularına cevap verip İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı

Hindistan'a giderek Şah Gulâm-ı Ali Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin mânevî sofrasından feyz alıp, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâ ve âhirette seâdete, kurtuluşa ermelerine vesîle olmak vazîfesiyle Bağdâd'a gelen Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri sohbetlerine Abdullah-ı Hayderî'yi de kabûl etti Abdullah-ı Hayderî yüksek ilmine rağmen Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin önünde diz çöktü Kısa bir müddet içinde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinden istifâde ederek tasavvuf yolunda ilerledi Bağdâd müftülüğünden ayrılarak hocasının hizmetinden ve sohbetlerinden ayrılmadı Mevlânâ Hâlid hazretleri ona:

"Abdullah su kırbasını yüklen Bağdâd sokaklarında ve pazarlarda "Sebîl" diyerek insanlara su dağıt" buyurdu

Önceki makâm ve şöhretini düşünmeden hocasının emrini yerine getiren Abdullah-ı Hayderî, yirmi gün müddetle sırtına yüklendiği su kırbasıyla sokak sokak dolaşarak insanlara su dağıttı Her şeyin görünüşüne bakan insanlar Abdullah-ı Hayderî'yi bu şekilde görünce hayretle birbirlerine, onun hakkında ileri geri sözler sarf ettiler Fakat dünyânın makâmına, şöhretine önem vermeyen, insanların dedikodularına aldırış etmeyen Abdullah Hayderî kendisine verilen emri kusursuz olarak yerine getirmeye devâm etti Sonra hocasının huzûruna geldi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bu sefer:

"Abdullah on gün de para ile su sat" buyurdu

Bu emre de îtirazsız uyan Abdullah-ı Hayderî, on gün müddetle su sattı Böylece nefsinin istediklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyle nefsini kötülüğü emretmekten, kalbini de kötü huy ve düşüncelerden temizledi Abdullah-ı Hayderî'nin evliyâlık yolunda yüksek derecelere ulaştığını gören Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, ona bütün talebeleri arasında ilk olarak hilâfet verdi Bağdâd'da bulunduğu sırada Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini çekemedikleri için karşı çıkanlara reddiye yazarak, tarîkatların hak olduğunu açıkladı Kitap, sünnet ve tasavvuf kitaplarındaki açık delilleri gösterdi Yazdığı bu kitabı bütün büyük âlimler beğendiler

Abdullah-ı Hayderî devamlı hocasının yanında bulundu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin Süleymâniyye ve Şam'a gittiği sırada da yanından ve hizmetinden ayrılmadı

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Abdullah Hayderî ve diğer halîfeleriyle ve talebeleriyle birlikte Bağdâd'dan Şam'a gidiyorlardı Şam hudutlarına geldikleri zaman Şemmen kabîlesinden Safvak bin Fâris diye meşhûr yol kesici, birçok yardımcılarıyla birlikte korkunç şekilde gelip kâfileyi soymaya teşebbüs etti Safvak bin Hâris'in anlattığına göre pekçok yardımcılarıyla Mevlânâ Hâlid hazretlerinin kâfilesine hücûm ettikleri zaman, kâfileden beyaz elbiseli, ata binmiş çok heybetli bir zat göründü O zat soyguncuların gözleri önünde o kadar büyüdü ki, sanki dağ kadar oldu Geçen kâfile ile soyguncular arasında bir engel teşkil etti Soyguncular kâfiledekileri göremez oldular Semâya yükselen büyük bir dağ misâli olan o zâtı görünce, soygunculara bir korku, bir titreme geldi, mızrakları ellerinden kendileri de hayvanlardan düştü Bu hâdiseden sonra kâfilede Allahü teâlânın sevdiği velî kulları olduğunu anlayan soyguncular, hep bir ağızdan; "Aman, aman! Affedin!" diye bağrıştılar Bunun üzerine kâfile eskisi gibi normal görünmeye başladı Soyguncular kâfilede Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini görünce, hepsi kusurlarının affını istediler El ve ayaklarına sarılarak tövbe ve istigfâr ettiler

Bu yolculuk esnâsında Abdullah-ı Hayderî hazretleri gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakletti:

"Atlı bir Habeşînin kâfilemizi tâkib ettiğini gördüm Habeşî bizi şiddetli baskısıyla korkutuyordu Hemen şeyhim Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'ye durumu bildirdim Efendimiz hemen yerden bir avuç toprak alıp onun yüzüne doğru attı Habeşî artık görünmez oldu Fakat bir müddet sonra, tekrar gözüktü Pişman olmuş, perişan bir hâlde velîlerin sultanı hocamızın huzuruna gelerek boyun eğdi, diz çöküp af diledi ve tövbe etti

Abdullah Hayderî hocası ile birlikte tekrar Bağdâd'a döndü Mevlânâ Hâlid hazretleri ona mutlak hilâfet verdi, Bağdâd'da insanlara İslâmiyetin emirlerini ve yasaklarını anlatarak Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmakla vazîfelendirdi Abdullah-ı Hayderî hazretleri başta arkadaşları olmak üzere bütün Bağdâd halkına İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı Pekçok insan sohbetinde bulunarak feyzinden istifâde etti Hattâ Mevlânâ Hâlid hazretlerinin halîfelerinin çoğu evvelâ onun sohbetinde yetiştikten sonra Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sohbetlerine kavuştular

Mevlânâ Hâlid hazretleri Bağdâd'dan Şam'a dönecekleri sırada kendilerinin ve Abdullah Hayderî hazretlerinin babasının yakında vefât edeceklerini işâret buyurarak Şam'a gittiler Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Şam'a döndükten bir müddet sonra vefât etti Onun vefât haberi Bağdâd'a ulaşınca, bütün âlimler ve velîler ile halk çok üzüldü Abdullah Hayderî hazretlerinin babasına Mevlânâ Hâlid hazretlerinin vefâtı haberini bildirmediler Çünkü bu acı haberden dolayı fenâlaşabilir ve hastalığı fazlalaşabilirdi Aradan üç ay geçince, o da vefât etti

Abdullah Hayderî Mevlânâ Hâlid hazretlerinin derece bakımından Şeyh Osman et-Tavîl'den sonra en yüksek halîfesiydi Birçok kerâmetleri görüldü Uzun seneler Bağdâd'da kalıp insanlara seâdet yolunu gösterdikten sonra orada vefât etti

1) Mecdi Tâlid Tercümesi; s75
2) Şems-üş-Şümûs Tercümesi; s 45
3) Hadâik-ul-Verdiyye; s 260
4) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c1, s 171

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #33
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH HERÂTÎ

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin yetiştirdiği velîlerden İsmi Abdullah'tır Herâtlı olduğu için Herâtî veya Hirevî nisbeleriyle meşhûr olmuştur Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir Şam'da vefât etti Kabri Kâsiyun Dağı eteğinde Mevlânâ Halîd-i Bağdâdî hazretlerinin türbesi yanındaki kabristandadır

Horasan'ın Herât şehrinde dünyaya gelen Abdullah Herâtî, memleketinde çeşitli ilimleri tahsîl edip kendini yetiştirdi Sonra Allahü teâlânın rızâsına kavuşturacak mânevî yolu gösteren bir rehber aramaya başladı Bu sırada Irak'ın Süleymâniye şehrinde medresede talebe okutmakta iken aldığı mânevî bir işâretle Hindistan'da bulunan büyük evliyâ Şah Gulam-ı Ali Abdullah-ı Dehlevî'ye talebe olmaya giden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, yolculuk esnasında Herât'a geldi Abdullah Herâtî ile karşılaştı Abdullah Herâtî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine arkadaş olmak isteyince aralarında şu konuşma geçti:

-Nereye gidiyorsun?

-Evliyânın sultanı, Şâh Abdullah Dehlevî hazretlerine talebe olmaya, onun mânevî feyzlerinden istifâde etmeye ve beni ıslâh etmesi için gidiyorum

-Ben seninleyim

Bunun üzerine Mevlânâ Hâlid hazretleri:

-Dönüşümü bekleyin, buyurdu Abdullah-ı Herâtî;

-Ben Irak'a gider orada sizi beklerim, dedi

Bu sebeple Musul'a geldi Orada ilim tahsîli ile uğraştı Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetleriyle şereflenip, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfeli olarak Bağdâd'a, oradan da Süleymâniye'ye geldiği sırada Abdullah-ı Herâtî de Süleymâniye'ye geldi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin hizmetine girip talebesi oldu Uzun müddet hizmet ve sohbetlerinde bulunup mânevî feyzlerine kavuştu Tasavvuf yolunda ilerledi ve yüksek evliyalık derecelerine kavuştu Mevlânâ Hâlid hazretlerinin en önde gelen talebelerinden olup, Süleymâniye, Bağdâd ve Şam'da bulunduğu sırada hizmetinden hiç ayrılmadı Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmak, onların dünya ve âhirette kurtuluşa ermelerine rehberlik yapmaları hususunda ona mutlak icâzet ve hilâfet verdi

Abdullah-ı Herâtî çok sevdiği hocasının yanından ve hizmetinden ayrılmaz, hocası da onu çok severdi Bu sevgisinin neticesi Abdullah-ı Herâtî'yi Irak'taki mallarını korumak ve fakirlerin haklarını vermekle vazîfelendirdi Abdullah-ı Herâtî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin Irak'taki hububat çeşidi malından ne çıkarsa hepsini toplar, fakirlerin haklarını ayırıp öşürlerini verdikten sonra bir kâfile ile Şam'a yollardı Bunların eksiksiz yerine ulaşması için son derece ihtimam gösterirdi

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri vefât ettiği zaman Abdullah-ı Herâtî Süleymâniye'de idi Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin hilâfet verdiği önde gelen talebelerinden Şeyh İsmâil Enerânî de tâuna yâni salgın vebâ hastalığına tutulmuştu Hasta halinde, Süleymâniye'de bulunan Abdullah-ı Herâtî'ye haber gönderip, Şam'a gelmesini ve şâhitler huzûrunda, kendi yerine onu halîfe bırakacağını bildirdi Sonra da şâhitlerin tâuna yakalanmasından korktu Bu hususta Abdullah Herâtî'ye bir ferman veya icâzet yazılmasını istedi Arzuladığı icâzete şunları yazdırdı:

Bismillâhirrahmânirrahîm

Âlemlerin Rabbi olanAllahü teâlâya hamd olsun Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma, O'nun ehline veEshâbının hepsine salât ve selâm olsun Şimdi Ben yerime, irşâd ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak makamına, sâlih, mücâhid, felâh, kurtuluş bulan, bu zamânın dervişi, ihsan makâmına yükselen, en güzel şekilde evliyâ yolunu izleyen yardımcı efendimiz Şeyh Abdullah Hirevî (Herâtî)'yi oturttum Onu yerime halîfe bıraktım Tıpkı, şeyhim, üstâdım, dayanağım, sığınağım, bu varlıkların kutbu Ebü'l-Behâ Ziyâeddîn Mevlânâ Hâlid Nakşibendî Müceddidî'nin beni kendi yerine bıraktığı gibi onu kendi yerime bıraktım

Kendi usûlüne göre emirler verecek, yasaklar koyacak, diğer halîfe ve müridler ona itâat edeceklerdir Her kim ona aykırı davranırsa, o bizim yolumuzdan çıkarılmıştır"

Abdullah-ı Herâtî Süleymaniye'den döndükten sonra yazılı olan icâzeti şifâhen söyledi Altına da İsmâil Enerânî Hâlidî imzâsını attı Mevlânâ Hâlid hazretlerinin zamânından kalma kim varsa hepsi bu hilâfeti kabûl ettiler

Abdullah-ı Herâtî kendisine verilen hilâfeti kabûl etti Ancak çok sevdiği hocasının vefâtı ve onun en gözde talebesi Şeyh İsmâil Enerânî'nin hastalığı sebebiyle üzüntü ve kedere boğuldu Fakat kendini çabuk toparladı Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin Şeyh İsmâil Enerânî'ye ve onun da kendisine bıraktığı irşad makâmına oturdu Mevlânâ Hâlid efendimizin âile fertlerinin hizmetini bizzat üzerine aldı Onların ihtiyaçlarını gidermeye gayret etti Mevlânâ Hâlid hazretlerinin muhterem hanımları ve oğlu Şeyh Necmeddîn Bağdâd'a gitmek istediğinde Abdullah Herâtî de onlarla beraber Bağdâd'a gitti Bir müddet kaldıktan sonra Erbil bögesine ve oradan da Şam'a döndüler Her ne zaman Bağdâd'a ve Erbil'e gidecek olsalardı gittikleri yerlerden onların hâlini hâtırını sormadan edemezdi Onlara dâimâ saygılı davranırdı Onlar Şam'a dönüp geldikleri zaman da en uygun nasılsa onların hizmetini görür, hiç bir şeylerini eksik etmezdi

Büyük evliyâ ve kerâmetler sâhibi olan Abdullah-ı Herâtî hazretleri uzun seneler Şam'da Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin dergâhında kalıp talebe yetiştirdi İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve âhirette seâdete ermelerine vesîle oldu

Ömrünün sonuna doğru Şam'daki Ümeyye (Emeviyye) Câmiinde hazret-i Hüseyin'in şehîd başının olduğu makamda oturup ibâdet ve zikirle meşgûl idi Orada oturduğu sırada rahatsızlandı Bu onun son hastalığı idi Bunu duyan talebeleri ve halîfeleri onu sağlık üzere bir daha görüp, duâsını almak üzere kâfile kâfile geldiler Her birisi etrafında pervâneler gibi dönüyor, hizmette ve saygıda kusur etmemeye çalışıyordu

Halîfeleri, Abdullah-ı Herâtî hazretlerine hastalığının sâkinlediği bir zamanda; "Senden sonra yerine halîfe olarak kime tâbi olmamızı emredersiniz? İrşâd halîfeliğini kime bırakacaksınız?" diye sordular Abdullah Herâtî hazretleri:

"Bu iş için âlim, Ârif-i Samedânî Şeyh Muhammed Hanî'den başkasını, ondan daha lâyıkını görmüyorum Ben onda tam mükemmel istikâmetten başka bir hal görmüyorum Mevlânâ Hâlid efendimiz de vefât edinceye kadar ondan hoşnud idi Benden sonra ona tâbi olun Teslimiyet anahtarlarını ona bırakın" buyurdu

Bu vasiyeti yaptıktan kısa bir müddet sonra vefât etti Tekfîn işleri tamamlandıktan sonra cenâze namazı Ümeyye Câmiinde kılındı Sevenlerinin mahzûn bakışları, duâ ve tekbirleri arasında Kâsiyun Dağı eteğindeki Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin türbesinin de bulunduğu kabristana defn edildi Bütün talebeleri ve sevenleri onun cenâze ve defn vazifesi sırasında hazır bulundular

Zâhirî ilimlerde derin âlim manevî ilimlerde yüksek bir evliyâ olanAbdullah-ı Herâtî güzel ahlâk sâhibiydi Mütevâzî bir zât olup insanlara hizmet etmeyi severdi Talebelerinin her türlü derdleriyle ilgilenir ve yardımlarına koşardı

ÖLÜYÜ DİRİLTEMEM

Trablusşam Nakîb-ül-eşrâfı Şeyh Abdülfettâh Zağbî Efendi, Yûsuf Nebhânî hazretlerine şöyle anlatmıştır:

Bir defâsında bir arkadaşımız hastalanmıştı Abdullah ibni Şeyh Hıdır ez-Zağbî'yi de yanımıza alıp ziyâretine gitmek istedik Onu götürmekten maksadımız hastanın bereketlerinden istifâde ederek şifâya kavuşması idi Ancak gitmek istemedi Çok ısrar edince kabûl edip bizimle geldi Hastanın yanına vardığımızda, şiddetli hastalığından hiç bir eser kalmadı Ayağa kalkıp bizi karşıladı "Hoş geldiniz" deyip konuştu Ziyâreti yapıp yanından ayrıldık Ayrılıp giderken yolda Şeyh Abdullah hazretleri; "Ben ölüyü diriltemem" dedi Bu sözüyle ziyâretine gittiğimiz kişinin öleceğine işâret etmişti Dedim ki:

"Onun yüzünde hiç ölüm işâreti yok"

Yine;

"Ben ölüyü diriltemem" buyurdu

Sonra memleketine gitti Hasta arkadaşımız iyileşti çarşıya pazara çıkıp dolaştı Ben Şeyh Abdullah hazretlerinin işâretine ve diğer taraftan da hastanın sıhhate kavuşmasına hayret ediyordum Çünkü o öleceğine işâret etmişti Hasta ise sapasağlam olmuştu Aradan on gün kadar geçti Bir gün o arkadaşın evinin bulunduğu taraftan ağlama sesleri işittim Merak edip sorunca, arkadaşımızın vefât ettiğini öğrendim O zaman Şeyh Abdullah'ın kerâmetini anladım

1) Reşahât Zeyli; s178
2) Hadâik-ul-Verdiyye; s261
3) Mecd-i Talid Tercümesi; s105
4) Şems-üş-Şümûs Tercümesi; s106

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #34
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN HIDIR EZ-ZAĞBÎ

Kerâmetleriyle meşhûr velî Doğum târihi bilinmemektedir 1900 (H1318) senesinde vefât etti Beyrut ve Trablus'ta yaşamıştır Trablusşam'ın beldelerinden Akka'nın Hayzuk köyündendir Nesebi Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretlerine dayanır Tasavvufta da onun yolu olan Kâdirî tarîkatında yetişip kemâle ermiştir

Bulunduğu köyün ahâlisi su ihtiyâcını büyük bir ağacın altındaki pınardan karşılardı Pınarın başında bulunan ağaca büyük bir yılan yerleşmişti Ahâli su almaya yaklaşırken bu korkunç yılan hücum ediyor su alamıyorlardı Köy halkı çâresiz kalıp durumu Şeyh Abdullah hazretlerine arzettiler Bunun üzerine ahâliyi toplayıp pınara gitti Herkesin korku ile seyrettiği koca yılana ağaçtan inip gitmesi için bağırdı Yılan ağaçtan indi ve oradan uzaklaştı Bir daha da görünmedi Ahâlî suyunu rahatça aldı

Vefâtı yaklaştığı sırada ağır hasta idi Talebeleri ve dostları sohbet ve zikir için etrâfında toplanmıştı Ancak yerinden kıpırdayacak hâli yoktu Gelenler çok mahzûn ve üzgün idiler Talebeleri zikre başlayınca birdenbire yerinden kalkıp onlara katıldı Üzerinde hiç hastalık eseri kalmamıştı Zikir ve sohbet bitince tekrar yatağına yattı Yine şiddetli hâli geri döndü Vefâtına kadar talebeleri gelince ağır hastalığı birdenbire kalkar, zikir ve sohbet bitince dönerdi

Sevenlerinden Şeyh Abdülfettah Efendi şöyle demiştir:

Onda yürüyemeyeceği derecede ağır bir rahatsızlık görmüştüm Bir müddet sonra üzerinde bu hastalıktan hiç eser göremedim Merak edip sordum;

"Ceddim Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin hürmetine bu hastalığın kalkması için duâ ettim Hastalıktan eser kalmadı" buyurdu

1) Câmi-u Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s130

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #35
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN HUBEYK

Evliyânın büyüklerinden İsmi Abdullah bin Hubeyk bin Sâbık, künyesi Ebû Muhammed, nisbesi el-Kûfî, el-Antâkî'dir Kûfe'de doğdu Antakya'da yaşadı Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir

Abdullah bin Hubeyk büyük âlim Yûsuf Esbât'ın derslerinde yetişti İlim ve feyz aldı Tasavvufta evliyânın büyüklerinden Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin yolunu tâkib etti Zühd ve takvâda üstün bir dereceye yükseldi "Bu ümmet içinde Yahyâ aleyhisselâmın zühdüne sâhib zât" diye meşhûr oldu

Abdullah bin Hubeyk hazretleri amel ve ibâdete büyük önem verir ibâdetlerdeki ihlâs üzerinde dururdu Edeb, havf ve recâ, ümidle istek, haramlardan sakınma, nefse düşmanlık, kalp temizliği; üzerinde durduğu diğer önemli hususlardır

Horasan'dan Feth bin Şehraf isminde bir sevdiği geldi ve kendisinden nasîhat ricâ etti Buyurdu ki:

"Ey Horasanlı! Dilinle yalan söyleme, gözünle harama bakma Kalbinle müslüman kardeşine hased etme Kin tutma ve iyi şeyler arzu et Eğer böyle yapmazsan, sonunda bedbaht olursun"

Allahü teâlânın sonsuz ihsânına rağmen günah işlemekte ısrar edenleri; "Sana iyilik edene bile kötülük ediyorsun Kötülük edene nasıl iyilik edebilirsin" diyerek, gafletten uyandırırdı

Kendisine; "Ne kadar ilim tahsil etmeliyiz?" diye soruldu Cevap olarak; "İyi ile kötüyü birbirinden ayıracak kadar olsun öğreniniz" buyurdu

Abdullah bin Hubeyk hazretleri tama', aç gözlülük etmekten, insanları sakındırır ve; "Tamahkâr, aç gözlü insan tama' zincirine bağlanmış ölüye benzer Kalbteki tama' kalbi mühürler, mühürlü kalb ise ölüdür Mü'min tamahkâr olmaz Nefsin şehvet ve arzularına uymaz" buyururdu

Ümid ve korku hakkında ise şöyle buyurdu: "Korkunun en faydalısı günah işlemene engel olan, elden kaçırdığın fırsatlar için uzun uzun üzülmene sebeb olan ve geriye kalan ömür içinde seni devamlı olarak düşündüren korkudur Ümidin en faydalısı ise amel etmeni kolaylaştırandır

Ümid üçe ayrılır: 1) İyi amel yapıp kabul edilmesini umanın ümidi 2) Kötü iş yapıp ve tövbe ederek affedilmesini umanın ümidi 3) Devamlı günah işleyip de kendisini Allahü teâlânın affedeceğini umanın ümidi Bu ümid makbûl değildir"

Amel ihlâs ve sıdk hakkında buyurdu ki:

"Amelde ihlâs amelden daha zordur Kul kendisiyle Allahü teâlâ arasındaki hususlarda tam olarak sıdk, doğruluk üzere bulununca Allahü teâlâ onu gayb hazînelerine vâkıf kılar"

"Allahü teâlâ kalbleri kendini anmak için yarattığı hâlde, insanlar onları şehvet, istek ve arzû ile doldurmuştur Kalplerden şehvetin izini silecek şey yalnız Allahü teâlânın korku ve sevgisidir"

Abdullah bin Hubeyk hazretleri işlediği amele güvenenleri; "İşlediğin fazîletli amele güvenerek azâb olunmaktan korkmazsan helâk olursun" diye îkâz edip uyarırdı

Kur'ân-ı kerîmi ezberlemiş olanların isyân ve günâha düşmesine şaşar ve şöyle derdi:

Ehl-i Kur'ân bir günâh işleyeceği zaman göğsündeki Kur'ân-ı kerîm lisân-ı hâl ile ona şöyle seslenir: "Allahü teâlâya yemîn olsun ki sen beni bu iş için ezberlemedin!" O günahkâr kişi eğer bu sesi duyabilecek olsa Allahü teâlâdan hayâ ederek düşer can verirdi

Abdullah bin Hubeyk hazretleri en büyük ilâhî cezânın duâ ve ibâdetin lezzetinin kalbten alınması olduğuna inanırdı Boş şeylerle uğraşmanın, lüzumsuz şeylere kulak vermenin kalpteki ibâdet ve tâattan zevk alma duygusunu söndürdüğüne inanır, kendisini sevenleri gönül uyanıklığına teşvik ederdi

Buyurdular ki:

"Kim, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini ayıplarsa, Allahü teâlâ onu gazâbından korur"

"Kötü ve yanlış sözleri çok dinlemek, tâatın, ibâdetin tadını kalbden siler"

"Yarın sana zarar verecek şeyler için keder ve gam içinde bulun Âhiret saâdetini harâb eden şeyler için üzül Yarın sana fayda vermeyecek şey için sevinme!"

"En faydalı korku, insanı, günahlardan ve kötülüklerden alıkoyanıdır İnsana, boşuna geçen ömrü için üzülmek yaraşır Kalan ömrünü de iyi kıymetlendirmesi lâzımdır"

"Kalbime uygun gelmeyen, içime rahatlık vermeyen bir şeyi terk ederim"

Biri nasîhat istediğinde rivayet ettiği hadis-i şeriflerle cevab verirdi

"Kişinin mâlâyânîyi (boş ve faydasız şeyleri) terk etmesi, onun müslümanlığının güzelliğindendir"

Yine buyurdu ki:

Ebû Hüreyre radıyallahü anh rivâyet etti Birisi Resûlullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem gelerek: "Yâ Resûlallah! Dünyâlık elde etmek gâyesi ile gazâya giden kimse için ne buyurursunuz?" diye sordu Resûlullah efendimiz; "Onun için ecir (sevap) yoktur" buyurdular Ebû Hüreyre bu durumu Eshâb-ı kirâm arasında anlatınca onlar; "Belki sen bunu Resûlullah efendimizden iyi anlamadın" dediler Bunun üzerine Ebû Hüreyre hazretleri tekrar Resûlullah efendimizin yanına döndü ve bu husûsu sordu Resûlullah efendimiz üç kerre; "Onun için ecir yoktur" buyurdular

Enes bin Mâlik'den rivâyet etti Birisi Resûlullah efendimize geldi; "Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman?" diye sordu Resûlullah efendimiz; "Kıyâmet koptu (farz et) Onun için ne hazırladın?" diye sordu O zât; "Fazla bir şey hazırlamadım Fakat ben, Allah ve Resûlünü seviyorum" dedi Bunun üzerine Peygamber efendimiz; "Senin için tahmîn ettiğin vardır Sen sevdiğin ile berâbersin" buyurdu

İYİ İNSAN KİMDİR?

Abdullah bin Hubeyk'e; "İyi insanları nasıl ayırd edebiliriz?" dediler Cevâben buyurdu ki:

"İyi insanların güzel âdetlerinden birisi, Allahü teâlâyı gece gündüz anmalarıdır O'nu anma zikir kalb ve dille olur Ancak kalbin zikri daha üstündür" Sonra;

"Kalblerinizi, Allahü teâlâyı anmakla diriltiniz Onun korkusuyla doldurunuz O'nun sevgisiyle nurlandırınız O'na kavuşma arzusuyla sevinçlendiriniz ve biliniz ki; O'na olan sevginiz derecesinde yükselir, niyetlerinizin doğruluğu ile, nefsinizi kahreder, şehvetlerinizi yenip amellerinizi temiz kılabilirsiniz" buyurdu

Bilhassa helâl lokma yemeğe çok dikkat ederdi Buyurdu ki:

"Beş şey vardır, kalp katılaştığı zaman onun ilacı olur: Birincisi, sâlih kimselerle görüşmek ve onların meclisinde bulunmak İkincisi, Kur'ân-ı kerîmin mânâsını düşünerek okumak Üçüncüsü, karnını doyurmayıp, helâldan az bir şey yemekle yetinmek Zîrâ helâl yemek kalbi aydınlatır Dördüncüsü, Allahü teâlânın kâfir ve günahkâr için hazırladığı acı azâbı ve tehdidini düşünmek Beşincisi, kendisini Allahü teâlâya kulluk vazifesini yapmakta âciz ve noksan görmek, bununla berâber Allahü teâlânın lütuf ve ihsânını düşünmektir Bu tefekkür olup, bundan hayâ meydana gelir Tefekkürden bir kısmı da şunlardır: Allahü teâlânın seni, her şeyinle, içini dışını bildiğini her an O'nun seni gördüğünü düşünmek, dünyâ hayâtını, dünyâ hayâtının meşgûliyetlerinin çokluğunu, dünyâ hayâtının çok çabuk geçtiğini, âhiretin ve nîmetlerin devamlı olduğunu akıldan çıkarmamak, işte tefekkür dünyâya düşkün olmayıp, âhirete rağbet etmek gibi meyveler verir Ölümün geleceğini, fırsatı kaçırdıktan sonra pişmanlık olacağını düşünmek Böyle tefekkürün meyvesi; uzun emel sâhibi olmamak, amellerini düzeltmek, âhirete hazırlık yapmaktır"

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c10, s168
2) Nefehât-ül-Üns; s118
3) Tabakât-üs-Sûfiyye; s141
4) Risâle-i Kuşeyrî; s99
5) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s83
6) Sıfat-üs-Safve; c4, s254
7) Tezkiret-ül-Evliyâ; c2, s4
8) Keşf-ül-Mahcûb; s128

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #36
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH-I İLÂHÎ

Anadolu evliyâsının büyüklerinden Şah-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin yolunu Buhârâ'da Ubeydullah-i Ahrâr'dan alarak Anadolu'ya ilk olarak getirip yayan âlim Germiyanoğulları beyliğinin sınırları dâhilinde olan Kütahya'nın Simav kasabası civârında bir köyde doğdu 1491 (H897) yılında Rumeli'nde Vardar Yenicesi'nde vefat ederek oraya defnedildi

İlk tahsîlini Simav'da tamamladıktan sonra İstanbul'a gitti Zeyrek Medresesinde büyük âlim Alâeddîn Tûsî'nin talebesi oldu Zahirî ilimlerde ilerledi Hocası Alâeddîn Tûsî, Hocazâde ile yaptığı münazara netîcesinde İran'daKirman taraflarına gitti En çok sevip takdir ettiği talebesi Abdullah-ı İlâhî'yi de yanında götürdü Abdullah-ı İlâhî, Kirman'da da bir müddet ilim tahsîl etti Fakat bir türlü tatmin olmadı Zâhirî ilimleri bırakıp bâtınî ilimlerle uğraşmayı arzu etti Hattâ bütün kitaplarını yakmak veya suya atmak gibi bir düşünceyle karşı karşıya kaldı Yanına gelen evliyâdan bir zâtın tavsiyesi ile ihtiyâcı olmayan kitapları satıp parasını fakirlere dağıttı Bilahare Semerkant'a gitti Bu sırada Semerkant'ta Yâkub-ı Çerhî hazretlerinin talebesi ve halîfesi Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr, Hâce Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî'nin yolunu yaymak ve insanlara İslâm ahlâkını anlatmakla meşgûldü Binlerce talebe etrafında feyz almak, Allahü teâlânın râzı olduğu yolu öğrenmek için çırpınıyordu Abdullah-ı İlâhî de, bu seçilmişlerin halkasına dâhil oldu Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebelerinin Ehl-i sünnet îtikâdına bağlılığını, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin sünnet-i şerîfine uymaktaki gayretlerini görüp hayran kaldı Yıllarca Semerkant'ta kalıp Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin hizmetinde bulundu Feyzlerinden istifâde etti Hocasının emriyle Buhârâ'ya gidip Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin kabrini ziyâret etti Orada bir yıl insanlardan uzak kalarak yalnız ibâdetle meşgûl oldu Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı Çok zaman Behâeddin-i Buhârî'nin kabri yarılarak dışarı çıkar, rüyalarını yorumlar, çeşitli iltifatlarda bulunurdu Zâhirde hocası Ubeydullah-ı Ahrâr olmasına rağmen, hakikatte tasavvuf yolunu Hâce Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinden üveysî olarak tahsîl etti Daha sonra tekrar Semerkant'a döndü Bir müddet daha Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin hizmetinde bulunup tasavvufta yüksek derecelere kavuşarak icâzet aldı Sonra Seyyid AhmedBuhârî ile birlikte Anadolu'ya gönderildi Gelirken Herat'ta Mevlânâ Abdurrahmân Câmî (v1492) ve diğer büyükler ile görüşüp sohbet etti Anadolu'ya gelip memleketi olan Simav'da yerleşti Hak âşıkları, kısa zamanda onun büyüklüğünü anlayarak etrafına toplandılar Sohbetinde bulunmayı câna minnet bildiler

Abdullah-ı İlâhî hazretleri de, hocasından öğrendiklerini Anadolu'da yaymayı kendisine vazîfe edinip, insanların huzur ve saâdete kavuşmaları için gece gündüz çalıştı Muhammed Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin dergâhından aldığı feyzleri Anadolu'da ilk yayan velî oldu Bir müddet sonra Anadolu kâdıaskeri Manisalızâde Muhyiddîn Mehmed Çelebi(v1483)'nin dâveti üzerine Fâtih Sultan Mehmed Hanın vefât ettiği günlerde İstanbul'a geldi (1481) Kâdıasker Mehmed Çelebi'nin gösterdiği odaları ve teklifleri kabul etmeyip, daha önce ilim tahsîl ettiği ZeyrekCâmii etrâfındaki vîrâne hâline gelmiş boş medrese odalarını tercih etti Orada yerleşti Şeyh Ebü'l-Vefa Konevî gibiAllah dostları ile sohbet etti İstanbullular onun gelişini rahmet bilip, sohbetine koştular Az zamanda halktan ve devlet adamlarından birçok kimse, Abdullah-ı İlâhî'nin talebeleri arasında yer aldı

Bunlardan biri de Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin torunlarından Âbid Çelebi idi Kâdılık hizmetini bırakarak Abdullah-ı İlâhî'ye talebe olmuştu Bir gün Zeyrek Câmiinde Âbid Çelebiye sâdece onun farkedebileceği bir kerâmet göstererek iltifâtlarda bulundu Bunun sebebini soran talebesi Uzun Musluhiddîn'e;

"İnsanların meşrebleri ayrı ayrıdır Avâmın çocukları dayaktan, büyüklerin çocukları lütuftan anlar Ona iltifât etmesem, beni ve bu büyüklerin yolunu bırakır" buyurdu

Yine Âbid Çelebi, Abdullah-ı İlâhî'nin dergâhına uzun bir müddet devam ettikten sonra kalbinin açılmadığını fark edip Muhyiddîn İskilibî (Şeyh Yavsî) hazretlerine talebe olmayı kalbinden geçirdi Kafası bu düşüncelerle dolu olarak Zeyrek Câmiinde namaz kıldı Namazdan sonra hocası Abdullah-ı İlâhî kendisine dönüp; "Seni namaz kılarken Muhyiddîn İskilibî'nin şeklinde gördüm" buyurdu Bunun üzerine Âbid Çelebi, özür dileyip hocasının elini öptü ve hizmetine devam etti Gün geçtikçe gönlü açılıp ard arda gelen feyzlere kavuştu

Halkın ve devlet erkânının iltifatları, Abdullah-ı İlâhî hazretlerini İstanbul'dan uzaklara gitmeye zorladı Zâten meşhur Osmanlı kumandanı Evrenos Beyin oğlu Ahmed Bey, sancakbeyi olduğu Vardar Yenicesi (Selanik yakınlarında)' ne dâvet edip duruyordu Abdullah-ı İlâhî hazretleri çok sevdiği Ahmed Beyin arzusuna uyup Vardar Yenicesi'ne gitti Seyyid Ahmed Buhârî hazretlerini İstanbul'da yerine halîfe bıraktı Teşrifi ile Vardar Yenicesi şenlendi Şehir onun hürmetine îmâr edildi Câmiler, hanlar, medreseler, darü'l-hadîs, tekke ve türbeler inşâ edildi İnsanlar bu Allah adamının sohbetinden istifâde etmek, meclisinde bulunmak için yarış ettiler

Bir gün ihtiyar bir kadın Abdullah-ı İlâhî'nin meclisine gelip bir müşkülü olduğunu arzetti O gece rüyasında kendisini kurbağa şeklinde gördüğünü söyledi Abdullah-ı İlâhî; "Hayırdır inşaallah korkacak bir şey yok" buyurup, kendi haliyle meşgul oldu Ama bu cevap kadını tatmin etmemişti Bir kenarda bekledi Biraz sonra başını kaldıran Abdullah-ı İlâhî; "Anacığım! Sen dervişleri evine davet etmek istemiş, sonra da vazgeçmişsin Bu rüyâ ona alâmettir Git huzurla işine bak" buyurdu İhtiyar kadın bu sözleri tasdik edip; "Evet aynen öyle oldu Evim dar olduğu için davetten vazgeçtim" dedi

Abdullah-ı İlâhî hazretleri, Vardar Yenicesi'nde uzun yıllar insanlara Allahü teâlânın dînini anlattı İnsanlara rehberlik, zevk erbabına pîrlik, şevk, istek sâhiplerine şeyhlik yaptı Sırların kaynağı, doğruların dayanağı, ilâhî sırların açıklayıcısı oldu 1491 yılında burada vefat edip, şehir içinde yüksek bir yerde, Evranosoğlu Ahmed Beyin yaptırdığı mescid, medrese, tekke, dârül-hadîs ve türbeden müteşekkil külliyenin türbesine defnedildi Ahmed Bey, Murâd Baba, Şeyh Feyzullah Efen

Efendi, Yazıcızade Mehmed Efendi oğlu MehmedÇelebi (Yazıcı Çelebi Efendi) de daha sonra burada defnedildiler Bunlar büyük ihtimalle Abdullah-ı İlâhî'nin VardarYenicesi'ndeki belli başlı talebeleri idiler Türbe, Osmanlıların son zamanlarına kadar ayakta kalmış, ziyâret edilmiş, fakat daha sonra ortadan kaldırılmıştır

Abdullah-ı İlâhî hazretleri, on beşinci asır Türk edebiyatı nesri içinde mühim yer tutan kitaplar yazdı Keşfü'l-Vâridât li-Tâlibi'l Kemâlât ve Gâyeti'd-Derecât adıyla Şeyh Bedreddîn Simavnevî'nin Varidât'ını şerh ederek yanlışlıklarını ortaya koydu Tasavvufî hayatın adâb ve erkânını anlattığı Meslekü't-Tâlibin vel-Vâsilîn adlı eserini Türkçe olarak kaleme aldı (1483) Zâdü'l-Müştâkîn kitabında yüzden fazla tasavvufî terimi Türkçe olarak açıkladı Tasavvufî ahlâkla ilgili olarak yine Türkçe Esrârnâme kitabını kaleme aldı Vahdet-i Vücûdla ilgili bilgileri, Risâle-i Vücûd adlı eserindeArapça olarak açıkladı Risâle-i Ahâdiyye adlı eserinde bazı terimleri Farsça olarak açıkladı Ruzbehân-Baklî'nin Risâle-i Kuds adlı eserini Menâzilü'l-Kulûb adıyla Farsça şerh etti "İlâhî" mahlası ile şiirler yazdı Kendisine nisbet edilen bir Dîvân varsa da, bu eserin, çağdaşı ve yine "İlâhî" mahlası ile yazan Ahmed-i İlâhî'ye âid olması kuvvetle muhtemeldir

Abdullah-ı İlâhî, eserlerinden başka, birçok talebe yetiştirerek vefâtından sonra da hizmetinin devam etmesini sağladı Muslihuddîn Tavîl ve Âbid Çelebi, talebelerinin meşhurlarındandır En meşhûr talebesi ise Seyyid Emir Ahmed Buhârî'dir Tarîkat silsilesi de onun vâsıtasıyla, Ubeydullah-ı Ahrâr, Molla Abdullah-ı İlâhî, Ahmed Buhârî, Hakîm Çelebi, Nakşibendzâde Mustafa, İlâhîzâde Yâkub, Ahmed Tirevî, Ömer Bâkî ve Şeyh Nasrullah şeklinde devam etmiştir Ancak Nakşibendîliğin Müceddidiyye kolu, Murâd-ı Münzevî ve Mehmed Emin Tokadî (ksirruhumâ) vâsıtasıyla Anadolu'ya gelinceAnadolu'da Nakşibendiyye silsilesi değişmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #37
[KAPLAN]
Varsayılan


AT HIRSIZI

Abdullah-ı İlâhî'nin sohbetleri çok tesirli ve faydalı olurdu Sohbetlerinde ve diğer zamanlarda herkesin gönlünü almaya çok dikkat gösterirdi Sohbette bulunanlardan birinin bir sıkıntısı, bir müşkülü olsa onun hâlini keşfeder sıkıntısını giderirdi Sohbetiyle, tereddütleri ortadan kaldırırdı

Yine bir gün sohbette, söz çalışmak ve gayretten açılmıştı ve; "İnsan çalışıp, gayret göstermedikçe olgunlaşamaz ve bir mertebeye ulaşamaz" buyurmuştu Bu sırada sohbetinde bulunan bir âlim, bu sözleri işitince, "at hırsızı kıssası" diye bilinen bir hâdiseyi hatırladı "Peki onun hâli nasıl oldu?" diye düşündü Abdullah-ı İlâhî, o âlimin kalbinden geçen düşünceleri kerâmetiyle anlayıp, ona doğru dönerek; "Söylediğim söze, at hırsızlığı yapan kimsenin hâli ile karşı çıkmak hâtıra geldi değil mi? Fakat ona da cevap vardır" dedi Sonra sohbetinde bulunanlara dönüp; "Hiç o hâdiseyi işiteniniz var mıdır?" diye sordu Ve hâdiseyi şöyle anlattı:

"Bir hırsız geceleri at çalıp satardı Ömrünü böyle hebâ ederdi Bir defâsında da, bulunduğu şehrin en büyük âlimi ve evliyâsının atını çalmak için ahırına girmişti Tam atı çözüp götüreceği sırada, ahırın duvarı yarılıp, içeriye bir nûr yayıldı Bu nûr içinde, iki nûr yüzlü zât gözüktü Hırsız bu hali görünce, kendini hemen at gübrelerinin arasına atıp gizlendi Korku ve telaş içinde boğazına kadar gübre içine gömüldü Bu sırada yarılan ahırın diğer duvarından daha parlak bir nûr gözüktü Bu nûr arasında da, o zamânın kutbu, en büyük velîsi olan ev sâhibi çıktı Öncekiler onu görünce hürmet göstererek selâm verdiler Ev sâhibi diğerlerine niçin geldiklerini sorunca; "Falan evliyâ arkadaşımız vefât etti Onun yerine kimi tâyin edeceğiz? Size arzetmek istedik" dediler Atların sâhibi olan zât; "Onun yerine, at hırsızını tayin ettik" dedi Soran iki zât da evliyâ olup ricâl-ül-gayb denilen velîlerden idiler At hırsızlığı yapmaya gelen kimsenin, gübreler arasına gömülüp saklandığını biliyorlardı Hemen yanına varıp, onu gübreler arasından çıkardılar, gönlünü alıp, tebrik ederek kucakladılar Atların sâhibi ve zamânın kutbu evliyâ zâtın da yanına gelip, elini öptüler Sonra hep birlikte vefât eden arkadaşlarının cenâzesini kaldırmaya gittiler"

Abdullah-ı İlâhî, sohbetinde bulunanlara bunu anlattıktan sonra şöyle dedi:

"Şimdi at hırsızlığı yapmaya giden kimse, nasıl bir çalışma yaptı da ricâl-ül-gayb denilen evliya arasına girdi? diye bir sûal hâtıra gelmesin Çünkü o zavallının gübreler arasında mahcûbiyetinden ne kadar zorluk ve ne kadar pişmanlık çektiği bellidir Kurtuluş yolu kalmadığını kesinlikle anlayınca, at çalmak üzere harama yönelişinden dolayı bütün kalbiyle pişmân olup, o zamana kadar yaptığı işlere öyle bir tövbe etti ki, işlediği kötü işlerden gönlü temizleniverdi Allahü teâlâya yönelip riyâzet çeken kimseler, onun o anda yaptığı tövbeyi nice seneler yapamaz"

Sohbetin başında kalbinde itirazlar bulunan o âlim, Abdullah-ı İlâhî hazretlerinin bu güzel îzâhını ve tatlı sözlerini dinleyince, içindeki şüphe ve yanlış düşünceler temizlendi Abdullah-ı İlâhî hazretlerinin elini öpüp, özür diledi ve hâlis talebelerinden oldu

1) Nefehât-ül-Üns; s460
2) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Zeyli (Mecdî Efendi); s262
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s1079
4) Osmanlı Müellifleri; c1, s91
5) Menâkıb-i Molla İlâhî; varak 218 b-220a
6) Fevâid-ül-Behiyye; s 145
7) Şezerât-üz-Zeheb; c7, s358
8) Esmâ-ül-Müellifîn; c1, s470
9) Mu'cem-ül-Müellifîn; c6, s36
10) Bedâyi-ül-Vekâyi; s410
11) AHistory of Ottoman Poetry; c2, s373
12) Güldeste-i Riyâzı-ı İrfân; s143
13) Keşf-üz-Zünûn; s379,947,1928,1995
14) Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi; c8, s175
15) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c11, s214

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #38
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH İMÂMÎ İSFEHÂNÎ

Mâverâünnehr'de yetişen âlimlerin büyüklerinden İsmi, Hâce Abdullah-i İsfehânî'dir İsfehân'da yaşadığı için, Abdullah İsfehânî olarak tanındı Doğum ve vefât târihleri tesbit edilememiştir Fakat hicrî dokuzuncu asrın ikinci yarısında vefât ettiği bilinmektedir

Büyük âlim Alâeddîn-i Attâr'ın talebelerindendir Sünnet-i seniyyeye yapışmada ve dînin emirlerini yerine getirmede çok gayretli ve ihtiyâtlıydı Çok kerâmetleri görüldü Alâeddîn-i Attâr'ın sohbetine ilk kavuştuğu zaman, hocası ona şu meâlde bir beyit okudu:

Senden eser kalmasın; olgunluk budur

Kendini vahdette yok eyle; kavuşmak budur

(Sözlerin büyüğü, büyüklerin sözüdür O büyüklerin sözünde Rabbânî tesir vardır)

HâceAbdullah-i İsfehânî bu beyti işittikten sonra, bütün gayretini ilim öğrenmeye ve öğrendiklerine uymaya çalıştı Bulunduğu yolun edeblerine uymağa çok dikkat ederdi Çok cömert ve mütevâzî idi

Seyyidlerin yükseklerinden birinin ısrâr ve teşvîkiyle, Alâeddîn-i Attâr'ın yolunu anlatan gâyet güzel bir risâle yazdı

1) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Arabî); s79
2) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Osmanlıca); s146
3) Nefehât-ül-Üns s362
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c12, s34
5) Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s441

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #39
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH EL-KASSÂR

Hicrî onuncu asrın sonlarında yaşamış velîlerden Doğum ve vefât târihleri belli değildir

Abdullah Kassâr şöyle anlatmıştır:

Bir zamanlar hacca gitmek üzere yola çıkmıştım Şirâz âlimleriyle görüştüm Bana dediler ki:

"Abdullah-ı Tüsterî ile görüştüğün zaman onun fazîletini, üstünlüğünü kabul ettiğimizi ve selâmımızı söyle Arefe gününde evinden çıkıp hacılarla vakfeye durduğunu işittik Bu haber doğru ise bildirsin de bizim bu kerâmeti hususunda tereddüdümüz kalmasın"

Abdullah-ı Tüsterî hazretlerinin yanına varınca selâm verdim Üzerinde uzun bir elbise vardı Kendinden geçmiş bir halde oturuyordu Onu görünce üzerime bir heybet düştü Konuşmağa cesaret edemedim Yanında bir yere oturdum O sırada bir kadın geldi;

-Efendim benim kötürüm bir oğlum var Şifâ bulması için duânızı almaya geldim dedi

Abdullah Tüsterî:

-Onu niçin Rabbine havâle etmedin? deyince, kadın:

-Siz Rabbimizin sevgili kulusunuz dedi

Abdullah-ı Tüsterî bana doğru baktı ve işâret etti Hemen kalkıp elinden tuttum Ayağa kalkıp, ayakkabılarını giydi ve Şat Nehri kenarına gitti Kadın da peşinden geldi Kötürüm çocuk nehirde bir sandal içinde oturuyordu Çocuğa:

-Elini uzat! dedi

Annesi:

-Elini uzatamaz deyince,

-Sen çocuğu bırak, ondan ayrıl buyurdu

Bu sırada çocuk elini Abdullah-ı Tüsterî hazretlerine uzattı "Ayağa kalk!" deyince de kalktı Sonra da sandal sâhibi onu kenara yaklaştırdı ve kötürüm çocuk artık yürümeye başladı Abdullah-ı Tüsterî çocuğa abdest aldırdı ve iki rek'at namaz kılmasını söyledi Çocuk namazı kılınca, annesine:

-Oğlunun elinden tut! buyurdu

Kadın da elinden tutup götürdü

Onun bu kerâmetini görünce şaşırdım Yanına yaklaşıp Şiraz âlimlerinin sözlerini söyledim Bir müddet başını eğip durdu Sonra:

-Ey dostum! Bu insanlar dilediğini yapan Allahü teâlâya inanırlar mı? dedi

-Evet efendim, dedim Sonra;

-Onlar, ondan ne istiyorlar? buyurdu

1) Nefehât-ül-Üns; s290
2) Nesâyim-ül-Muhabbe; s156

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #40
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH KAŞGARİ

İstanbul'da yıllarca ilim ve feyz yayan evliyâdan 1688 yılında Kaşgar'da doğdu İstanbul'a gelince Eyüb'e yerleşti Bâlîzâde Abdülbâki Efendinin yaptırdığı dergahta talebe yetiştirip, insanlara doğru yolu göstermeye çalıştı Buradan, Nakşibendiyye yolunda olan Hacı Murtezâ Efendinin yaptırdığı bugün Kaşgari Dergahı diye bilinen Murtezâ Efendi Tekkesine tâyin edildi Burada on altı yıl talebe yetiştirdikten sonra 1760'da vefât etti Dergahın avlusunda yapılan türbeye defnedildi

Abdullah Kaşgari vefât edince, yerine oğlu Ubeydullah Efendi geçerek on sene müddetle hizmet etti (Resimde ön plânda görülen yarım kabir)

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #41
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH MEKKÎ ERZİNCÂNÎ

Anadolu velîlerinden Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerindendir İsmi Abdullah'tır Erzincânî ve Mekkî nisbeleriyle tanınmıştır Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir On dokuzuncu yüzyılda yaşamıştır

Aslen Mekkeli olan Abdullah Efendi, zamânının usûlüne göre çeşitli ilimleri tahsîl etti İlimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra Bağdâd'da bulunduğu sırada büyük âlim ve velî, Nakşibendiyye yolunun mürşid-i kâmili Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini tanıdı, sohbetleriyle şereflendi Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sohbet ve hizmetlerinde bulunarak kemâle, olgunluğa ulaştı Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek mânevî derecelere kavuştu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinin önde gelenlerinden oldu Hocası ona hilâfet-i mutlaka yâni tam icâzet, diploma verdi İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirerek Erzincan'a gönderdi Abdullah Mekkî önce Erzurum'a uğradıktan sonra Erzincan'a gitmek üzere yola çıktı Erzincan'a gelirken buranın ova ve dağlarını seyredip, yanındakilere; "Allah bilir ammâ Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin bize târif buyurdukları memleket burası olmalıdır Buradaki bir zâtın bizde nasîbi ve emâneti vardır" dedi

Abdullah-ı Mekkî, Erzincan'ı şereflendirince insanlar akın akın ziyâretine geldiler Gelenler arasında, Terzi Baba diye bilinen Muhammed Vehbî de vardı Abdullah Mekkî, Muhammed Vehbî içeri girince ayağa kalktı Onu dâvet edip yanına oturttu Muhammed Vehbî'ye karşı hiç kimseye göstermediği iltifâtlarda bulundu Sonra Muhammed Vehbî'nin durumunu öğrenmek için yanındakilere; "Bu zâtın serveti var mıdır?" diye sordu Oradakiler; "Hayır Yalnız köyde, Sarıgöl'de bir bağı ile, şehirde bir evi, birkaç parça tarlası ve terzilik yaptığı bir dükkanı vardır" dediler Bunun üzerine Muhammed Vehbî'yi yanına çağıran Abdullah Mekkî hazretleri; "Oğlum! Pîr-i âzâm Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî bizi buralara gönderdi Bize ehline verebileceğimiz bir emâneti verdi O emânete seni lâyık gördüm Kabûl edersen onu sana teslim edeyim" diye teklifte bulundu Muhammed Vehbî, Abdullah Mekkî'ye gönül huzûru ve teslimiyet ifâde eden bir tavırla; "Siz bilirsiniz" cevâbını verdi Abdullah-ı Mekkî; "Vereceğim emânet, sana çok faydalar sağlayacak" buyurunca, Muhammed Vehbî; "Şeyh efendi! Vallâhî dünyâ için Allah demem" cevâbını verdi Bunun üzerine Abdullah Mekkî; "Oğlum haydi git! Sen bulacağını buldun Teslim edeceğim emânet de zâten bu idi" buyurarak onun yüksek derecesini işâret etti Terzi Baba'ya himmetle nazar ederek emâneti tevdî etti Terzi Baba'nın hâli derhâl değişti Mânevî feyzler deryâsına daldı

Bir müddet Erzincan'da kalan Abdullah-ı Mekkî, sohbetleriyle insanların Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaları için çalıştı Bu sırada onun sohbetinden ve hizmetinden ayrılmayan Terzi Baba da tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlık derecesine kavuştu Abdullah Mekkî, Terzi Baba'nın olgunluğa erdiğini görerek, ona hilâfet verdi

Yerine Terzi Baba'yı bıraktıktan sonraErzincan'dan ayrılarak Erzurum'a, oradan da Kudüs'e gitti Mukaddes makamları ve büyüklerin kabirlerini ziyâret ettikten sonra Mekke-i mükerremeye ulaştı Orada yerleşip Nakşibendiyye yolunun Hâlidiyye kolunun yayılması ve insanların bu mânevî yoldan faydalanmaları için gayret sarf etti Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri hayatta olduğu müddetçe Abdullah-ı Mekkî'nin ihtiyaçlarını Süleymâniye, Şam ve Bağdâd'dan gönderdi Hac ibâdetini yerine getirmek için gidişinde onun misâfiri oldu

Abdullah-ı Mekkî, Mekke'de kaldığı müddet içinde pekçok âlim ve evliyâ ile karşılaşıp, sohbet etti Sayısız talebe yetiştirdi Hac ibâdetini yerine getirmek için gelen Şeyh Süleymân bin Hasan Kırîmî sohbetinde kemâle, olgunluğa erdi

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bir hac ibâdeti sırasında Abdullah-ı Mekkî'ye iltifât edip; "Bu defâ hacca seni ziyâret için geldim" buyurdu Uzun seneler Mekke-i mükerremede kalıp insanların dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşması için çırpınan Abdullah-ı Mekkî, yerine talebesi Şeyh Süleymân bin Hasan Kırîmî'yi bıraktıktan sonra Mekke-i mükerremede vefât etti

Süleymân bin Hasan Kırîmî onun yerine irşâd, insanlara doğru yolu gösterme faâliyetine devâm etti

Abdullah-ı Mekkî Erzincânî büyük âlim, ilmiyle amel eden, fazîlet sâhibi velî bir zat idi Dünyâ ve ona âid olan her şeyden kesilerek, vatanını ve yakınlarını bırakıp İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak için çeşitli memleketleri dolaştı Evliyânın büyüklerinden olup, sekr, cezbe ve mânevî sarhoşluk hâli ile fenâ makamlarını geçmiş, evliyâlığın en yüksek makamlarına kavuşmuştu Birçok kimse de ondan feyz alıp, gösterdiği yolda ilerleyerek velîlerden olmuşlardı

1) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi; c1, s168
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c18, s260,261
3) Erzincan Târihi; c2, s278,279
4) Şems-üş-Şümûs Tercümesi; s107
5) Mecd-i Tâlid Tercümesi; s107,108
6) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c6, s151
__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #42
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN MENÂZİL

Evliyânın meşhurlarından İsmi Abdullah bin Muhammed bin Menâzil, künyesi Ebû Muhammed'dir Doğum târihi bilinmemektedir 940 (H 329) senesinde Nişâbur'da vefât etti Kabri Enbâr şehidliğindedir Hocası evliyânın büyüklerinden olan Hamdun Kassâr hazretleridir Onun derslerinde ve sohbetlerinde yetişip zâhir, bâtın, açık ve gizli ilimlerde âlim oldu Tasavvufta yüksek haller, fazîletler sâhibi ve hadîs ilminde âlim idi Pek çok hadîs-i şerîf dinlemiş ve yazmıştır

Abdullah bin Menâzil, Hamdun bin Ahmed'den nasîhat istemişti O da; "Gücün yettiği ve elinden geldiği kadar dünyalık bir şey sebebiyle kızmamaya gayret et" buyurdu

Abdullah bin Menâzil hazretleri buyurdu ki:

"İnsanlar edebe, ilimden çok daha fazla muhtaçtır"

"Devamlı utanmaktan ve sıkılmaktan bahseden, fakat Allahü teâlâdan sıkılmayan kimseye ne kadar şaşılır"

"İhtiyâcı olmayan bir şeye muhtâc gözüken, muhtâc olduğu bir şeyi kaybeder"

"Allahü teâlâ çeşitli ibâdetleri bildirdi Sabrı, sıdkı, namazı, orucu ve seher vakitleri istiğfâr, tövbe etmeği buyurdu İstiğfârı en sonra söyledi Böylece kula, bütün ibâdetlerini, iyiliklerini kusûrlu görüp, hepsine af ve mağfiret dilemesi lâzım oldu"

"Çalışıp da tevekkül etmek, bir yere çekilip ibâdet yapmaktan hayırlıdır"

"Kendisinden ilim öğrendiği zâtta, ayıp ve kusur arayan, onun ilminden, feyiz ve bereketinden faydalanamaz"

"Tevekkül sâhibi, her şeyden yüz çevirip Allahü teâlâya dönen kimsedir"

"Farzlardan birini edâ etmeyen, sünneti yapmama belâsına yakalanabilir Sünneti terk edenin ise bid'ate, hurafeye düşmesi muhakkaktır"

"Sâhib olduğun zamanların en üstünü, nefsinin istek ve arzularından kurtulduğun ve halk için kötü düşünmediğin vakittir"

"Nefsi için bir hizmetçi istemediği müddetçe kul, kuldur Kendisi için bir hizmetçi istedi mi, yüksek derecesinden düşmüş ve kulluğun edeblerini terkedip sınırlarını aşmış olur Çünkü başkasının kendisine hizmet etmesini isteyecek kadar nefsini büyük görmüştür"

"Eğer bir kul ömrü boyunca bir an riyâ ve nifaksız kalırsa, o bir ânın bereketini ömrünün sonuna kadar duyar"

"Ârif, gafletten uzak olup, hiçbir zaman kendini beğenmez, ucba kapılıp kibirlenmez"

"Edeb nedir?" diye sorulunca; "Çok çeşitli târifleri yapılmıştır Biz deriz ki, edeb insanın nefsini bilmesi, tanımasıdır" buyurdu

"İnsanlar kendi şekâvet ve haksızlıklarına, haddi aşmaya âşık olurlar Yâni dâimâ kendilerini bedbaht edecek şeyleri yapmak isterler"

Ebû Ali Dekkâk, Abdullah bin Menâzil'in vefâtını şöyle anlatmıştır:

Bir gün Ebû Ali Sekafî ile konuşuyorlardı Söz arasında Abdullah bin Menâzil, Ebû Ali Sekafî'ye; "Ölüme hazır ol, çünkü ölümden kurtulmanın çâresi yoktur" dedi Bunun üzerine o zat; "Ey Abdullah sen de hazır ol, şüphesiz öleceksin" deyince Abdullah bin Menâzil hazretleri kolunu yastık gibi uzattı, başını kolunun üzerine koydu ve; "İşte öldüm" diyerek, kelime-i şehâdeti söyledi ve o anda vefât etti

Bu durum karşısında Ebû Sekafî hazretleri donakaldı Söyleyecek bir söz bulamadı Çünkü Abdullah bin Menâzil'e fiilen mukâbele etmek imkânına sâhip değildi Ebû Ali Sekafî'yi dünyâya bağlayan bir takım sebepler vardı Abdullah bin Menâzil'in ise Allahü teâlâdan başka meşgûliyeti yoktu Dünyâ ile alâkasını kesmişti

SON NEFES BELLİ OLMAZ

Abdullah bin Menâzil, ulemâdan, büyük zat,
Nişâbur'da yetişip, orada etti vefât

O, bir gün vâz ederken, buyurdu ki: (Ey insan!
Hazırlan son nefese, deme daha var zaman

O "son nefes" dediğin, gelir bu gün, ya yârın,
Şimdi ne hazırlarsan, işte o, senin kârın

Her nefesi alırken, âgâh ol, etme gaflet,
Her birinin, son nefes olduğunu kabûl et

Her namazı kılarken, de ki: "Hiç belli olmaz,
Bu, benim kılacağım, belki de en son namaz"

Her yemek yediğinde, de ki: "Bu, son yemeğim,
Öbür öğüne kadar, belki gelir ecelim"

Her gece abdest alıp, girerken yatağına,
De ki: "Belki ölürüm ve çıkamam yarına")

Nasîhat istemişti, kendisinden bir mü'min
Buyurdu: (Öfkelenme, dünyalık bir şey için

İnsan öfkelenince, örtülür aklı o an,
Şeytan onun boynuna "bir yular" takar heman

O, kendi aklı ile, edemez hiç hareket,
Zîrâ onun aklını, örtmüştür öfke, hiddet

"Şeytanın oyuncağı", olur artık o kişi,
Onun emrine göre, yapar o, her bir işi

Peygamber efendimiz, buyurdu ki bu bâbda:
"Hemence oturunuz, kızdıysanız ayakta

Eğer oturmakla da, sâkin olmaz iseniz,
Bir mikdar yatınız ki, zâil olsun öfkeniz")

1) Tezkiret-ül-Evliyâ; c2, s90
2) Şezerât-üz-Zeheb; c2, s330
3) Nefehât-ül-Üns; s200
4) Nefehât-ül-Üns (Osmanlıca); s366
5) Tabakâtüs-Sûfiyye; s366
6) Risâle-i Kuşeyrî; s161
7) Kevâkib-üd-Düriyye; c2, s54
8) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s107
9) Fâideli Bilgiler; s167
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c3, s345

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #43
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH MENÛFÎ

Evliyânın meşhûrlarından Usûl, tefsîr, nahiv ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerinden İsmi Abdullah bin Muhammed'dir Aslen Mağribli, Kuzeybatı Afrikalı olduğu için Mağribî nisbesiyle de anıldı Babası Mısır'a göçtü 1287 (H686) senesinde Mısır'ın Buhayra şehrinde doğdu Sonra Menûf'a yerleşti Mağribî veMenûfî nisbesiyle meşhûr oldu 1347 (H748)'de Mısır'da vefât etti

Dokuz yaşında Süleymân Tenûhî Şâzilî'nin terbiyesine verilen Abdullah Menûfî, çocukken temel din bilgilerini öğrenip, Kur'ân-ı kerîmi ezberledi Daha küçük yaşta evliyâlık hâlleri görüldü Rükneddîn bin Kûbî, Şemsüddîn Tûnusî, Kâdı Nâsıruddîn'in babası, Şerâfüddîn Zevâvî, Şihâbüddîn Merhal, Celâlüddîn İmâm-ül-Fâdıliyyet-il-Mu'ber, Mecdüddîn Akfehsî gibi birçok âlimden ilim öğrendi Süleymân Tenûhî Mağribî Şâzilî'nin sohbetlerinde yetişip, vilâyet derecelerinde yükseldi Mâlikî mezhebi fıkıh bilgilerinde, tefsîr ve Arabî ilimlerde âlim oldu "İnsanlardan tamâmen kesilip, onlardan uzaklaşmak için Resûlullah efendimizden mânen izin istedim İzin vermediler" buyurmuştur

Zamânının sultanı ona vazîfe vermek istedi İlimle, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmakla meşgul olduğundan kabul etmedi Kıymetli talebeler yetiştirdi Sâlih insanların yetişmesine sebeb oldu

Abdullah Menûfî hazretleri, Kuşeyrî Risâlesi ile Kâdı İyâd'ın Şifâ'sını ve Tefsîr-i Vâhidî gibi eserleri talebelerine okuturdu Eline yeni aldığı en ağır kitabı, hiç mütâlaa etmeden talebeye anlatırdı Anlatmaya başladığı zaman, ağzından nûrların yükseldiği açıkça görülürdü Zühd ve takvâda, dünyaya düşkün olmamakta, haramlardan çok sakınmakta asrının bir tânesi idi Tevâzu sâhibi olup haramlara düşmek korkusu ile şüphelilerden çok sakınırdı Allahü teâlânın yasakladıklarından uzak durur, emirlerini yapmak için gayret ederdi Vakitlerini yalnız Allahü teâlânın dînini öğrenmek, O'nun kullarına öğretmek ve ibâdet etmek için harcardı Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı Kur'ân-ı kerîmi çok okurdu İnsanlara karşı çok merhametli idi Onlara devamlı emr-i mârûfta bulunur, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmeye gayret ederdi Mâlikî mezhebine göre fetvâ verirdi Yûsuf Nebhânî hazretleri Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ'da diyor ki: "Mısır'daki evliyâ arasında, İmâm-ı Şâfiî'den sonra en üstünü Ahmed-i Bedevî'dir Ondan sonra Seyyidet Nefîse'dir Sonra Şerâfeddîn-i Kürdî, sonra Abdullah Menûfî Şâzilî'dir"

Birçok talebe yetiştirdi Talebelerinden Halil bin İshâk Cündî Mâlikî mezhebinin meşhûr fıkıh âlimlerindendir Hocasının hayâtını Menâkıb-ı Abdullah Menûfî adlı eserinde topladı Eserleri, vefâtından sonra talebeleri tarafından tertib edildi Mısır'da vefât ettiği zaman, insanlar onun cenâze namazını kılmak için sokaklara döküldü Mısır'da onun ilminden istifâde etmeyen yok gibiydi

Cündî'nin yazdığı Menâkıb-ı Abdullah Menûfî adlı eserdeki menkıbe ve kerâmetleri, güzel sözleri, dilden dile, gönülden gönüle dolaştı Kerâmet ve menkıbelerinden bâzıları şöyledir:

Talebeleri arasında yüzü ve hâlinin güzelliği ile meşhûr olan bir genç vardı Bir kadın, ona âşık oldu Hîle ile, o talebenin kaldığı eve girdi Kadın kendisini kabûl etmesini isteyip, üzerine geldi Talebe de, hocası Abdullah Menûfî'den imdâd istedi O anda duvar yarılıp, Abdullah Menûfî hazretleri içeri girdi Kadın korkup bayıldı Ayılınca tövbe edip, güzel ahlâk sâhibi hanımlardan oldu

Bir gün hiç âdeti olmadığı hâlde bir kebabçı dükkânına girdi Kebabçının yeni kızarttığı kuzunun tamâmını satın aldı Dükkândan uzaklaşınca, kuzuyu köpeklere attı Çok geçmeden, kuzunun dînimizde yenmesinin haram olduğu şekilde öldürüldüğü anlaşıldı

Talebelerinden birine haber gelip, annesinin öldüğü bildirildi O da hocasından, memleketine gitmek için izin istedi: "Hiçbir yere gitme! Annen ölmedi!" buyurdu Çok geçmeden talebenin annesinin ölmediği haberi geldi

Evinden, sultanların bile âciz kalacağı derecede yiyecek dağıtılırdı Bâzan elini sarığına uzatıp altın ve gümüş alır fakirlere verirdi Ellerini yıkayıp dışarı çıktığı zaman parmakları arasından su damlaları ile birlikte gümüş çıkardı Bu gümüşleri ilk karşılaştığı kimseye verirdi Bir örtünün üzerine oturduğu zaman örtünün altında hiç bir şey olmadığı halde elini örtünün altına sokar, Altın ve gümüş çıkarırdı Kısa zamanda bir yerden bir yere gitmesi meşhurdur

Hocası Süleymân Tenûhî Şâzilî'nin Menûf'de vefâtında, oraya gidip cenâzesinde bulundu Cenâze namazını kıldı Aynı gün tekrar Kâhire'ye döndü

Vefât ederken bedeninden etrafa güzel kokular yayıldığını orada bulunanlar hepsi hissettiler

FAKİRİN HAKKI

Hırsızlar, Abdullah Menûfî hazretlerinin talebelerinin kaldığı yere gidip, anbardan buğday yükleyip gittiler Abdullah Menûfî hırsızlara haber gönderip:

"O, fakîrlerin hakkıdır, aldığınız gibi geri getirin!" dedi

Onlar çaldıklarını inkâr ettiler Bir günde, hırsızların bütün merkepleri öldü Bunun, o büyük zâtı üzmelerinin cezâsı olduğunu anlayıp, günahlarına tövbe ettiler Ellerindekini getirip sâhiplerine geri verdiler Hak sâhipleriyle helâllaştılar

1) Tabakât-ül-Evliyâ (İbn-i Mulakkın); s554
2) Neyl-ül-İbtihâc; s121
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s119
4) Hüsn-ül-Muhâdara; c1, s525
5) Ed-Dürer-ül-Kâmine; c2, s312
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s601,1032
7) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c10, s294

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #44
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN MUHAMMED BİN ABDURRAHMÂN

Mekke-i mükerremede yetişen İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olup seyyiddir İsmi, Abdullah bin Muhammed bin Abdurrahmân el-Eska', lakabı Ebû Alevî'dir Doğum târihi tesbit edilemiyen Abdullah bin Muhammed, Mekke-i mükerremede yetişti 1567 (H974) senesinde, Cemâzil-evvel ayının on sekizinci günü orada vefât etti Şebîke kabristanında bulunan meşhûr türbesindedir

Abdullah bin Muhammed, ilk temel bilgileri babasından okudu Sonra zamânında bulunan büyük İslâm âlimlerinin derslerinde bulunarak yetişti Bir taraftan da tasavvuf yolunda ilerledi Babasından ve Abdullah bin Hakem bin Sehl Kuşeyr'den tasavvuf yolunda icâzet aldı Zâhirî ve bâtınî ilimlerde asrının imâmı, tasavvuf yolunda bulunanların da üstâdı oldu Hocalarından Abdullah bin Ahmed bin Fadl ile birlikteResûlullah efendimizi ziyâret için Medîne'ye gitti Günlerce bir şey yemedi Muhammed bin Irak ile görüştü Muhammed bin Ömer ona şefkatle muamele etti ve sabr etmesini tavsiye etti Abdullah bin Muhammed, rüyâsında ceddi Muhammed aleyhisselamı gördü Peygamber efendimizin ona Haremeyn'de (Mekke ve Medîne'de) kalmasını emretti Sabahleyin uyanınca Kuba Mescidine gitti Orada tekrar Muhammed bin Irak ile karşılaştı Onun yanından ayrılmadı O esnâda hummaya yakalandı Şeyh Muhammed cübbesini onun üzerine koyunca hastalığı geçti Bundan sonra Muhammed bin Irak'a tam bağlandı ve ondan icâzet aldı Ayrıca Medîne'de bulunan bir çok veliden mesela Ali Müttekî Hindî'den icâzet aldı Hırka giydi Şeyhi Muhammed bin Irak'ın emriyle Zebîd'e gitti ve orada evlendi Daha sonra Hadramut ve Terim'e gitti İlim öğrendi ve öğretti Sonra Mekke'ye döndü Mekke-i mükerremede veya Medîne-i münevverede bulunurdu Çok kerâmetleri görüldü ve pek çok talebe yetiştirdi Nice kimse ondan istifâde etti

Allahü teâlânın izni ile, yanına gelenlerin gönüllerindeki düşünceleri anlar ve haber verirdi Kimi zaman dostlarına ve sevdiklerine, ileride başlarına gelecek bâzı şeyleri haber verir, bâzân da çok uzak beldelerde meydana gelen hâdiseleri bildirirdi

Basrî nisbeti ile meşhûr Seyyid Abdürrahîm el-Ehsâvî'nin çok sevdiği bir kız çocuğu vardı Bu kızcağız bir gün vefât edip, Allahü teâlânın rahmetine kavuştu Seyyid Basrî hazretleri o kadar üzüldü ki, bu üzüntüsü, vefâtına sebeb olacak zannedildi Üzüntüden duramıyordu

Seyyid Basrî, Abdullah bin Muhammed ile karşılaştıklarında, duâ istedi O da eliyle onun göğsünü sıvazlayıp duâ etti Allahü teâlânın izni ile, Basrî'nin kalbindeki o şiddetli üzüntü bir ânda kayboldu Abdullah bin Muhammed, ayrıca Seyyid Basrî'yi sâlih bir evlâd ile müjdeledi Doğudan batıya kadar, zamânındaki bütün âlimlerin kendisiyle iftihâr edeceği sâlih bir evlâdının olacağını haber verdi

Bundan sonra Seyyid Basrî'nin hanımı hâmile oldu Doğum ânı geldiğinde, Abdullah bin Muhammed hazretleri Seyyid Basrî'ye bir haberci gönderip, daha önce kendisine müjdelediği sâlih evlâdın doğmak üzere olduğunu bildirdi ve kendisini tebrik etti Seyyid Basrî'nin çocuğu doğdu Aynı gün Abdullah bin Muhammed'in habercisi geldi Aradaki mesâfe çok uzak olduğundan, zâhirî olarak Abdullah bin Muhammed, Basrî'nin hanımının hâmile olduğunu bilmiyordu Fakat doğumu tebrik için bir haberci göndermesi, habercinin ise, tam doğumun olduğu gün gelmesi, hep onun kerâmetiydi Seyyid Basrî'nin bu evlâdı, ileride meşhûr olup tanınacak olan Şeyh Ömer el-Basrî idi

Abdullah bin Muhammed hazretlerinin annesi vefât etmişti Zamanla annesini görmeyi çok arzu etti Bu şiddetli arzu ile Allahü teâlâya duâ etti Allahü teâlânın izni ile, uyanık ve gâyet açık bir şekilde annesini âhiret nîmetleri içinde gördü ve bu nîmetler için Allahü teâlâya çok şükretti

Rivayete göre; Abdullah bin Muhammed, talebelerinden bâzısına; "Ben vefât ettikten uzun zaman sonra, kabrimin üzerine bir türbe yapılıp tamamlandığında, oğlum Ali'nin yakınlarına tâziyede, başsağlığı dileğinde bulununuz Çünkü o da aynı günde vefât eder" dedi Nihâyet Abdullah bin Muhammed hazretleri 1567 (H974) senesinde vefât etti Takrîben elli sene sonra, kabri üzerine türbe yapıldı Bu türbenin tamamlandığı gün, Abdullah bin Muhammed bin Abdürrahmân'ın Ali ismindeki oğlu vefât etti

O büyük zâtın yukarıdaki sözünü işitenler, Ali isimli bu zâtın vefâtının, babası tarafından kerâmet olarak kırk yedi sene evvel târihi ile birlikte bildirildiğini böylece anlamış oldular

BÜYÜK BİR ÂLİM OLACAK

Kâdı'l-müslimîn ve İmâm-ül-müslimîn diye meşhûr olan Kâdı Hüseyin Mâlikî, çocukluğunda şiddetli bir hastalığa tutulmuştu Hastalığı çok ağır olup, vefât edecek zannettiler Bu zâtın annesi, Abdullah bin Muhammed'in büyüklüğüne inanan sâliha bir hanım idi Hasta çocuğunu alarak, duâ isteği ile Abdullah bin Muhammed'in yanına getirdi Evliyâdan Abdurrahmân bin Ömer el-Amûdî de orada bulunuyordu Bir kadının hasta çocuğunu getirip duâ talebinde bulunduğu arzedilince, Abdürrahîm Amûdî'ye çocuğu dışarıdan alıp getirmesini söyledi Sonra, bu çocuğun yaşıyacağını, herkese faydası dokunacak çok yüksek bir âlim olacağını müjdeledi Çocuk getirildiği zaman duâ ve teveccüh edip geri gönderdi Bu sırada sene 1559 (H967) idi Bundan sonra çocuk iyileşti Hastalığından eser kalmadı Büyüdüğünde, Abdullah bin Muhammed'in bildirdiği şekilde zamânının büyük ve meşhûr âlimlerinden oldu

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s125
2) Nûr-üs-Safîr; s258
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c13 s181
4) El-Meşre-ur-Revî; c2, s196

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #45
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN MUHAMMED BÂKİ-BİLLAH

Hindistan evliyâsının büyüklerinden İmâm-ı Rabbâni'nin hocası Muhammed Bâki-Billah hazretlerinin ikinci oğludur Sûrette (görünüşte) ve kalb hâllerinde yüksek babalarına çok benzerlerdi Küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberleyip aklî ve naklî ilimlerde yüksek dereceye ulaştı İlim ve hâl bakımından çok ince görüşleri vardı Zikri ve bu büyükler yolundaki murâkabeyi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden aldı Bir çok defâlar mübârek huzurlarına gidip Serhend'de günlerce hizmetlerinde kaldı, lütuf ve teveccühlerine kavuştu İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ında Abdullah bin Muhammed Bâki-Billah'a yazdığı mektupları vardır Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir Kabri Dehli'dedir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.