Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
evliyalarımız

Eski 03-11-2007   #16
[KAPLAN]
Varsayılan


EYVAH!

Abdullah-ı Dehlevî müslümanlara çok şefkatli idi Seher vakti onlara duâ ederdi Kötülük gördüklerine de iyilik yapardı Hâkim Kudretullah Han Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin komşusu idi Çoğu zaman Abdullah-ı Dehlevî'yi gıybet eder, aleyhinde konuşurdu Bir gün hapse düştü Abdullah-ı Dehlevî hazretleri onu hapishâneden çıkartmak için çok uğraştı Fakat bunu ona söylemedi

Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisindi dünyâ ile ilgili sözler konuşulmazdı Birisi gıybet etse ona mâni olur, gıybet edene; "O dediğine ben daha layıkım" derdi Bir gün yanında; pâdişahı kötülediler O gün oruçlu idi Kötüleyene dönerek; "Eyvâh orucumuz gitti!" buyurdu "Siz kimseyi kötülemediniz ki!" dendiğinde; "Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik Gıybette söyleyende dinleyen de aynıdır" buyurdu

O'NDAN GELENE RÂZIYIZ!

Abdullah-ı Dehlevî'nin mübârek vücûtlarında birkaç tane hastalık vardı Bu hastalıklar sebebiyle namazlarını özürlü kılardı Bunu bilen dostlarından biri dayanamayıp; "Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden duâ istiyor Cenâb-ı Hak da duâlarınızı reddetmiyor Her gelen, şifâya kavuşarak huzûrunuzdan ayrılıyor Hâlbuki sizdeki hastalıkları biliyoruz Duâ buyurup da bu dertlerden kurtulsanız olmaz mı?" diye sordu O da; "Onlar hastalıktan kurtulmak için duâ istiyorlar Biz ise, Allahü teâlânın verdiği bu dert ve belâlardan, O gönderdiği için râzıyız Dert ve belâlar, kemend-i mahbûb olduğundan Allahü teâlâ, bu dertleri sevdiği kullarından dilediklerine verir Bu sebeple dertlerin bizden gitmesini değil, gönderilmesini isteriz" buyurdu

O, insanların sıkıntılardan kurtulmalarına yardımcı olurdu

SÂDIK TALEBE!

Abdullah-ı Dehlevî buyurdu ki;

Talebe, sâdık olan tâlib demektir Allahü teâlânın sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın hâldedir Uykusu kaçar, göz yaşları dinmez Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz Her işinde Allah'dan korkar, titrer, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır Her işinde sabreder Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusûru kendisinde görür Her nefeste Allah'ını düşünür Gaflet ile yaşamaz Kimseyle münâkaşa etmez Bir kalbi incitmekten korkar Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir Eshâb-ı kirâm hakkında hayr konuşur ve isimleri anıldığında "ranhüm" der Hepsinin iyi olduğunu söyler Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâm arasında olan şeyleri konuşmamağı emir buyurdu Sâlih müslüman, bunları konuşmaz, yazmaz ve okumaz Böylece, o büyüklere karşı bir edebsizlikte bulunmaktan kendini korur O büyükleri sevmek, Allah'ın Resûlünü sevmenin nişânıdır, alâmetidir Kendi bilgisi, kendi görüşü ile evliyâ-yı kirâmı, birbirinden aşağı ve yukarı diye ayırmaz Birinin, daha yüksek, daha üstün olduğu ancak âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve Sahâbe-i kirâmın sözbirliği ile anlaşılır Muhabbet sarhoşluğu elbet başkadır Aşk sâhibi mâzûrdur

HASTALIK NÎMETTİR

Abdullah-ı Dehlevî, şânı büyük bir velî,
Meşhurdu halk içinde, bir çok kerâmetleri

Bir gün biri gelerek, mübârek huzûruna,
"Oğlumuz çoktan beri, kayıptır" dedi ona

Ve ilâve etti ki: "Lütfen duâ ediniz,
Tekrardan ihsân etsin, onu bize Rabbimiz"

Onun bu sözlerini, dinleyip o büyük zât,
Buyurdu ki: "Oğlunuz, evindedir şu saat"

O kimse heyret edip, dedi: "Ama efendim,
Şimdi evden ayrılıp, huzûrunuza geldim"

O yine buyurdu ki: "Evine dön ki şu an,
Rabbimiz onu size, tekrardan etti ihsân"

"Peki efendim" deyip, evine gittiğinde,
Gördü ki oturuyor, oğlu gelmiş evinde

Yine bir gün birisi, ölüm yatağındaki,
Hastasını sırtlayıp, geldi bir seher vakti

Dedi ki:"Ey efendim, çok ağırdır hastamız,
Belki bir şifâ bulur, duâ buyurursanız"

Şöyle bir nazar etti, hastaya bir kerrecik,
Kavuştu sıhhatine, o kimse hemencecik

Böyle, binlerce kişi, duâ alıp o zâttan,
Şifâya kavuşurdu, her türlü mazarrattan

Lâkin kendisinin de, üç mühim derdi vardı,
Hattâ namazlarını, hep özürlü kılardı

Sevdiklerinden biri, buna olup muttali
Bir gün kendilerine, suâl etti bu hâli

"Efendim, bu devirde, kim hasta olsa eğer,
Kapınıza gelerek, sizden duâ isterler

Siz bir duâ edince, gelen her bir hastaya,
Her biri, duânızla, kavuşuyor şifâya

Hâlbuki sizin dahi, vardır hastalığınız,
Ve bilhassa üçünden, hiç yoktur râhatınız

Lâkin hikmet nedir ki, etmezsiniz hiç duâ?
Etseniz, size dahi, verir Allah bir devâ"

Buyurdu ki: "Kurtulmak, istiyor dertten onlar,
Bu yüzden bize gelip, hep duâ istiyorlar

Biz ise Rabbimizin, verdiği bu dertlerden,
O gönderdiği için, râzıyız herbirinden

Mahbûb-u kemenddir ki, her musîbet ve belâ,
Sevdiği kullarına, gönderir Hak teâlâ"

Kıtlık vâki olmuştu, bir zaman da Delhi'de,
Buna çok üzülmüştü, Abdullah Dehlevî de

Mescidin avlusuna, çıktı bir gün nihâyet,
Kızgın güneş altında, oturdu kısa müddet

Dedi ki: "Yâ İlâhî, yağmur yağana kadar,
Buradan gitmemeğe, bu kulun verdi karar"

O böyle söyleyince, çok geçmedi aradan,
Nehirler akar gibi, yağmur yağdı havadan

Çok nazlı kullarıdır, Allah'ın çünkü onlar,
Onların hürmetine, yağdırır yağmur ve kar

Resûlullah'tan gelen, o ilâhî feyiz, nûr,
Onların kalplerinden, herkese vâsıl olur

Bu büyük velîlerin hürmetine yâ Rabbî,
Bizi, her hâlimizde, onlara eyle tâbi

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; cild 6, s 77
2) Esmâ-ül-Müellifîn; c1, s 190
3) Makâmât-ı Mazhariyye; s 159
4) Hadâik-ul-Verdiyye; s 209
5) İrgâm-ül-Merîd; s 70
6) Âdab; s 10
7) Behçet-üs-Seniyye; s8
8) Hadîkat-ül-Evliyâ; s 122
9) Reşehât Zeyli; s72
10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s 431, 1081
11) RehberAnsiklopedisi; c1, s18
12) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c18, s 282
13) Nüzhet-ül-Havâtır; c7, s306
14) Sefînet-ül-Evliya (Hüseyin Vassâf); c2, s 28
15) Persian Literature; c2, s 1034
16) Hazînet-ül-Asfiyâ; c1, s 703

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #17
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN DÎNAR

Tâbiîn devri evliyâsından İsmi Abdullah bin Dînar, künyesi Ebû Abdurrahmân'dır Doğum yeri ve târihi bilinmektedir 744 (H127) senesinde vefât etti

Abdullah bin Dînar, Abdullah ibni Ömer'in âzâdlı kölesi idi İlim ve edeb üzere yetişti Hadîs-i şerîf ilminde üstün bir dereceye yükselmiş olup müksirûndan yâni, çok hadîs-i şerîf rivâyet edenlerdendir Eshâb-ı kirâmdan Abdullah ibni Ömer, Enes bin Mâlik'den (radıyallahü anhümâ), ayrıcaSüleymân bin Yesâr ve Ebû Sâlih bin Selmân'dan ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet etti İmâm-ı Nesâî onu müksirûndan kabûl eder Kendisinden, Mûsâ bin Ukbe, Mâlik oğlu Abdurrahmân, Nâfi el-Kureyşî, Süfyân bin Uyeyne, Muhammed bin Sûka gibi âlimler hadîs rivâyet ettiler Hadîs âlimleri onu sika, güvenilir saydılar Rivâyetleri meşhûr hadîs kitapları olan Kütüb-i Sitte'de bulunmaktadır Nasîhatleri ile yol göstermiş ve insanların kalbinde yer tutmuştur

Abdullah bin Dînar hazretleri, ahlâkça Tâbiînin en ileri gelenlerinden idi Ebû Hamza bir gün kendisine; "Allahü teâlâya yaklaşmak nasıl olur?" diyerek nasîhat isteyince;

"İnsanlardan uzak ve yalnız olduğunda kısaca her zaman Allah'tan kork Beş vakit namazını cemâatle kıl Yönünü harama çevirme, böylece, Allahü teâlâya yaklaşanlardan ol" buyurmuştur

Abdullah bin Dînar bir sohbetinde talebelerine ve sevdiklerine buyurdu ki:

"Lokman Hakim oğluna şöyle dedi: "Ey oğul! Ateş gelirken ondan nasıl emin olunur? Dünyadan ayrılmak muhakkak iken, ona nasıl meyledilir? Ölüm nasıl akıldan çıkar? Onun geleceğinden aslâ şüphe edilmez Uyuduğun gibi öleceksin Ey oğlum! İnsanın üç şeyi vardır: Rûhunu Azrâil aleyhisselâm alır Hayır veya şer ne ise; ameli kendisine kalır Bedenini de kurtlar yer ve toprak çürütür"

1) Tezkiret-ül-Huffâz; c1, s 125
2) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c5, s 626
3) Tehzib-ül-Esma, ve'l-Luga; c1, s 264
4) Mizan-ül-İtidâl; c3, s 417
5) Tehzîb-üt-Tehzîb; c5, s 201
6) El-Menhel-ül Azb-ül Mevrûd; c2, s 286
7) Hilyet-ül-Evliyâ; c10, s 162
8) İslam Âlimleri Ansiklopedisi; c2, s93

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #18
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS

Evliyânın büyüklerinden İsmi, Abdullah bin Ebû Bekr bin Abdürrahmân es-Sekâfî el-Ayderûs, künyesi Ebû Muhammed'dir 1408 (H811) senesinde doğdu

Babası, Abdullah Ayderûs doğmadan önce Allahü teâlâya kendisine sâlih bir evlat vermesi için yalvarırdı Evine sohbet için birçok velî gelirdi Bir defâsında onlardan duâ istedi Onlar duâ edince, o sırada gâibden bir ses duyuldu Bu ses; "Duâ kabûl oldu İsteğiniz olacak" diye yankılanıyordu Doğmadan önce dedesi; "Doğacak bu çocuk büyük bir velî, doğu ve batının kutbu olacak" buyurdu Doğduktan sonra velîlerden olan dedesi ismini ve künyesini koyarak, mânevî himâyesine aldı Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayan Abdullah Ayderûs, dedesinin yanında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi 8 yaşında iken dedesi vefât etti Vefât etmeden önce Abdullah'ın şânının yüksek olacağını söyledi Sonra yetişmesini babası üzerine aldı Babası ona çok değer verir ve; "Bu oğlum Abdullah'da Peygamber efendimizin kokularından bir koku duyuyorum" derdi Fakat 10 yaşına basınca babası da vefât etti Bunun üzerine yetiştirilmesini amcası Şeyh Ömer Muhdâr üzerine aldı ve onu kızı ile evlendirdi

Amcası Ömer Muhdâr, aynı zamanda onu tasavvuf yolunda yetiştirdi Amcasından birçok ilim ve ism-i a'zamı öğrendi Ayrıca Sa'd bin Abdullah Ubeyd, Abdullah Bahrâve, İbrâhim bin Muhammed Hürmüz ve Abdullah Guşeyr'den fıkıh öğrendi, Tenbîh, Hulâsa ve Minhâc kitaplarını okudu Ayrıca Muhammed bin Hasan ve amcaları Ahmed, Muhammed ve Hasan'dan tasavvuf ilmini öğrendi Sayılamayacak kadar âlime talebelik etti ve ilim öğrendi

Abdullah Ayderûs hep nefsine karşı çıktı Yedi sene orucunu yedi hurma tanesi ile açtı ve başka bir şey yemedi Çok açlık çekti Annesi yemek yemesini ister, o da muhâlefet edemezdi Fakat nefsi pay çıkardığı için bundan vazgeçti Yirmi sene bir yatakta yatıp uyumadı

Ayderûsî yirmi beş yaşında iken amcasıÖmer Muhdâr vefât etti Bunun üzerine halk, Muhammed bin Hasan'a mürâcaat ederek Ömer Muhdâr'ın vazîfesini yapmasını istediler O da istihâre yaptıktan sonra bu işe Abdullah Ayderûsî'nin daha lâyık olduğunu söyledi Ayderûsî ise bu vazîfeyi, genç olduğunu ve amcalarının bu işe kendisinden daha lâyık olduğunu söyleyerek kabûl etmek istemedi Fakat amcalarının ısrarları üzerine, ders vermeye ve talebe okutmaya başladı Dört bir taraftan gelen talebeler kendisinden fıkıh, tefsîr, hadîs ve tasavvuf yolunu öğrendiler Sohbetlerinde devlet ileri gelenleri bulunurdu İmâm-ı Gazâlî'nin İhyâu Ulûmiddîn kitabını çok okurdu Neredeyse ezberlemiştiBunu talebelerine de tavsiye ederek; "Bizim için kitap ve sünnetin dışında bir yol, bir usûl yoktur Bu yolu da musanniflerin efendisi, müctehidlerin sonuncusu, Hüccet-ül-İslâm İmâm-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmiddîn adlı eserinde açıklamşıtır Bu eser, Kitab (Kur'ân-ı kerîm), Sünnet (hadîs-i şerîfler), tarîkat ve hakîkatin açıklamasından ibârettir" buyurdu

Abdullah Ayderûsî cömerd, ikrâm sâhibi idi Bütün malını, mevkıini müslümanlara tahsis ederdi Herkese durumuna göre muâmele eder ve herkesin seviyesine inerdi Konuştuğu kimse onun en çok kendisini sevdiğine inanırdı

Abdullah el-Ayderûs; dünyaya düşkün olmayıp haram ve şüpheli şeylerden çok sakınan bir zât idi Kerâmetleri ve menkıbeleri çoktur

Abdullah el-Ayderûs'un hanımı Âişe binti Ömer Muhdâr çok ağır hasta oldu Akrabâlarından bir hanım onun odasına girdi Âişe hanımın sanki nefes alması durmuştu Kadın iyice anlamak için, Âişe hanımı sağa sola çevirdi Hiç ses alamadı Abdullah el-Ayderûs'a haber verince, hanımının yanına girdi Dedikleri gibi nefes almadan yatıyordu Hanımına duâ edip üç defâ ismi ile seslendi, üçüncü seslenişte, Allahü teâlânın izni ile hanımı cevap verdi ve hastalıktan kurtulmuş olarak kalktı

Allahü teâlâ, daha birçok hastaya, Abdullah el-Ayderûs hazretlerinin duâsı ile şifâ ihsân etmiştir

Şöyle anlatılır:

Ali bin Ömer Meşûs isimli sâlih bir zât vardı Bu zât, bir gün hanımına bedduâ etti Hanımı bir hastalığa yakalanıp bîtâb düştü Bunun üzerine pişman olan ve üzülen o zât, hemen Ebû Muhammed el-Ayderûs'un yanına gidip durumu anlattı Ebû Muhammed el-Ayderûs, o zâtı bir daha bedduâ etmekten men etti ve; "Sen şimdi hanımının yanına git" dedi O zât hanımının yanına gittiğinde, onun, sapasağlam olduğunu gördü; "Sen nasıl oldu da böyle iyileştin?" diye sordu Hanımı; "Sen gittikten bir süre sonra uyumuşum Rüyâmda Şeyh Abdullah yanıma geldi ve benim üzerime Mâşâallah okudu Sonra da bana; "Kalk" dedi Uyanıp kalktım ve Allahü teâlânın izniyle yürüdüm" cevabını verdi

Abdürrahmân Hatîb isimli bir zâtın, sağ elinde bir yara çıktı ve kısa zamanda yayıldı Eli şişti Bu durum karşısında çok korktu ve ne yaptı ise çâre bulamadı Kime gitti ise, yarası daha da azdı Sonunda o zât Ebû Muhammed el-Ayderûs hazretlerinin yanına gelip durumunu arz etti Şeyh Ebû Muhammed, yarasına baktı Sonra eliyle şişkin olan yaranın üzerini meshetti Bâzı ilâçlar sürdü "Şifâ Allahü teâlâdan" buyurdu Orası iyileşti ve yaradan eser kalmadı

Ebû Muhammed el-Ayderûs zamânında, bulunduğu beldenin ileri gelenlerinden bir kişinin, bir kız çocuğu vardı O kişi kız çocuğunu çok severdi Bir gün kızın gözü ağrımaya başladı Sonunda kızın gözü kapandı O zât, kızını alarak, Şeyh Ebû Muhammed'in yanına getirdi Kızının sıhhate kavuşması için duâ istedi Şeyh Ebû Muhammed, şifâsı için Allahü teâlâya duâ etti Sonra eli ile gözün üzerine meshetti Allahü teâlânın izni ile o kızın gözleri iyileşti

Süleymân bin Ahmed-i Bahnâk şöyle anlatır:

Bir zaman küffâr beldesinde idim O sırada çok hastalandım Yanımda Şeyh Abdullah el-Ayderûs'un bir elbisesi vardı Onu giydim ve Abdullah Ayderûs'u vesîle ederek Allahü teâlâdan şifâ dileğinde bulundum Sonra yatıp uyudum Rüyâmda; kendimi katıra binmiş gördüm, peşimde de bir grup çocuk vardı Çocuklar; "Yâ Hannân, yâ Mennân âfi Süleymân (Yâ Hannân, yâ Mennân Süleymân'a şifâ ver)!" diye yalvarıyorlardı Sabah kalktığım zaman, hastalığımdan hiç eser yoktu

Abdullah el-Ayderûs'un zamânındaki sultanın bir kız kardeşi vardı Bu hanımın pekçok mücevheri vardı Bir gün mücevherler çalındı Bu hâle sultan çok kızdı ve; "Mücevherleri kim aldı ise, onu öldüreceğim" dedi Abdullah el-Ayderûs bunu haber alınca, hemen sultanın yanına gitti ve bir süre nasîhat etti:

"Yâ Sultan! Sen hiç bir kimseye zarar verme Mücevherler bulunur" dedi

Bu söz üzerine sultan ferahladı Gece olunca, Abdullah el-Ayderûs yanına bir talebesini alarak, sarayda çalışan bir görevlinin evine gitti ve mücevherlerin hepsini istedi O kişi, Abdullah el-Ayderûs'un heybetinden korkarak mücevherleri verdi Abdullah el-Ayderûs oradan ayrılıp, Şeyh Ömer mescidinin yanına geldi Yanındaki talebesini saraya gönderip, sultanın kız kardeşini çağırttı O gelince, ona mücevherlerinin nasıl olduğunu sordu O da, hepsini bir bir târif etti O kişiden aldığı mücevherler arasında bulunan ve târif edilen vasıflara uyan mücevherleri sultanın kız kardeşine verdi Geri kalan mücevherleri de, sâhibine götürüp teslim etti

Bir gün kadının biri küçük çocuğuyla birlikte bir bahçenin önünden geçiyordu Kadın bahçedeki meyvelerden çalmak istedi ve çocuğu bir kenara bırakıp ağaca çıktı Bir mikdâr meyve topladı Aşağı indiğinde oğlunu hareketsiz bir hâlde buldu Bunun üzerine ağlayıp feryâd etmeye başladı Oradan geçenler bu bahçenin Seyyid Abdullah hazretlerine âid olduğunu söylediler O zaman kadın tövbe etti Topladığı meyveleri geri verdi Çocuğunu alıp giderken çocuğunun tekrar eski hâline geldiğini gördü

Abdullah el-Eyderûs hazretleri bir gün bir yerde uyudu Bu arada namaz vakti girdi Bir zât onu namaz kılması için uyandırdı Namaz vaktinin girdiğini bildirdi Bunun üzerine Abdullah-ı Ayderûsî ona; "Ben namazımı cemâatle kıldım" dedi O zât kendi kendine; "Hâlbuki ben buradan hiç ayrılmadım O ise cemâatle kıldığını söylüyor" diye düşündü Dışarı çıkıp gördüklerine; "Size namazı kim kıldırdı?" diye sorunca onlar da; "Şeyh Abdullah-ı Ayderûsî" cevâbını verdiler O zât bu durumun Abdullah-ı Ayderûsî'nin kerâmeti olduğunu anladı

Duâsı makbuldü Abdullah bin Ali Kesîri, vefât edince, oğulları Muhammed ile Bedr arasında ihtilaf çıktı Bedr, Şuyun denen yeri işgâl etti ve burada yaşayan Ebû Bekr bin Herise isminde velî bir zâtı hapsedip çeşitli eziyet ve işkenceler yaptı Bunun üzerine o zâtın talebeleri Abdullah-ı Ayderûsî'nin huzûruna gelip hocalarına yapılan işkencenin hafifletilmesi ve hapisten kurtulması için duâ etmesini istediler Ona duâ edip, korkmaması için haber gönderdi Ebû Bekr bin Herise bundan sonra yapılan işkencelerden acı duymadı Bir müddet sonra onu hapishâneden çıkardılar

Vefâtı yaklaştığında talebelerine, sevdiklerine tavsiye ve nasîhatta bulundu Oğlu Ebû Bekr'i yerine şeyh tâyin etti Diğer çocuklarına; "Artık bu diyâra dönemeyiz" dedi Hazırlık yaparak yolculuğa çıktı Uğradığı her köyde halka nasîhat etmek için bir müddet kalırdı Şuhr denen şehre vardığında bütün halk onu karşılamak üzere yola çıktı Burada bir ay kadar kaldı Pazartesi ve perşembe günleri vâz ve nasîhatlerde bulunurdu Sonra ayrıldı Yolda rahatsızlandı Yanındakilere, dostlardan, vatandan ayrı kalmak ile ilgili kasîde okumalarını emretti Terim şehrine vardığında 54 yaşında iken 1460 (H865) yılında vefât etti Zembîl kabristanına defnedildi

Abdullah el-Ayderûs'un diğer kerâmetleri, Fethullah el-Kuddûs fî Menâkibi Abdullah el-Ayderûs adlı eserde anlatılmaktadır

Abdullah el-Ayderûs'un yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır: 1) El-Kibrît-ül-Ahmer, 2) Şerhü Kasîdet-is-Sa'îd, 3) Menâkıb-i Sa'd bin Ali

YÜZ VERMEDİN!

Fakîh Îsâ bin Muhammed şöyle anlatır:

Uzak bir diyârda idim Abdullah el-Ayderûs'u açıkça bulunduğum yerde görmeyi temenni etmiştim Mescide gittim Oraya bir dilenci ve yanında birisi gelip benden bir şey istedi Bir şey vermedim Oradan ayrılıp başka yere gittim O dilenci ve yanındaki kişi benim arkamdan geldi Sonra yine yanıma yaklaşarak benden bir şeyler istedi Yine yüz vermedim Bunun üzerine o dilenci ve yanındaki ayrılıp gitti Bir müddet sonra ben, Abdullah el-Ayderûs'un bulunduğu yere döndüm Şeyh Abdullah'ın yanına giderek; "Ben sizi gittiğim yerde alenen görmeyi temenni ettim Lâkin bu isteğim hâsıl olmadı" dedim Bunun üzerine Ebû Muhammed el-Ayderûs ; "Sana alenî görünmem hâsıl oldu Falan gün duhâ vaktinde sen falan mescidde idin Senin yanına bir dilenci geldi Yanında birisi de vardı Senden bir şeyler istediler Onlara bir şey vermedin Sonra kalkıp bir yere gittin Onlar da seni tâkib etti ve yine bir şeyler istediler Yine yüz vermedin İşte o dilencinin yanındaki ben idim Ben, senin yanına o kılıkla gelmiştim" dedi Ben; "Efendim! Sizin dedikleriniz doğrudur Fakat o size fazla benzemiyordu" deyince, Şeyh Abdullah da; "Eğer ben bu hâlimle senin yanına gelse idim, sen beni tanır ve insanlara haber verirdin" buyurdu

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s123
2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c6, s38
3) El-Meşre-ur-Revî; c2, s 153

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #19
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ

Tâbiîn devri âlim ve evliyâsından İsmi Abdullah bin Ebû Huzeyl el-Anezî olup künyesiEbü'l-Mugîre'dir Doğum ve vefât yeri ve târihi bilinmemektedir

Abdullah bin Huzeyl, hadîs-i şerîf rivâyeti ilminde üstün bir derecede idi Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Ali, Ammâr, Übeyy, İbn-i Mes'ûd, Habbâb, Ebû Hureyre ve başka sahâbîlerden, radıyallahü anhüm, hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu Vâsıl el-Ahdeb, Ebü't-Tâc ed-Dubeî, İsmail bin Recâ, Seclah el-Kindî, Selm bin Atiyye, Atâ bin Sâib, Ayam bin Havşeb gibi hadîs âlimleri kendisinden hadîs-i şerîf nakletmişlerdir

Abdullah bin Huzeyl, vaktin büyük nîmet olduğunu bilir ve zamanın boşa geçirilmesini istemezdi Ebû Ferve anlatır:

Abdullah bin Hüzeyl ile oturuyorduk Birisi gelip insanların kendi aralarında konuştuğu şeylerden söyledi Bunun üzerine Abdullah bin Huzeyl; "Ey Allah'ın kulu biz bunları konuşarak vaktimizi öldürmek için yaratılmadık" diyerek onu susturdu

Medhedilmekten hoşlanmaz şöhretten kaçardı Bir gün bulunduğu yerde imâm olmasını teklif ettiler Kabûl etmedi Sebebini sorduklarında; "Buradan geçen birisi bu adam hayırlı ve muhterem bir zât da, onun için imâm yapmışlar diye düşünür" dedi

İnsanların en çok neden sakınması gerektiği sorulduğunda; "Yâ Rabbî! Faydasız ilimden, ürperip yumuşamayan kalbten, kabûl olmayan duâdan, doymayan nefisten sana sığınırım" diyerek Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfi ile cevap verdi

1) Hilye; c4, s358
2) A'lâm-ün Nübelâ; c4, s 170

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #20
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH EFENDİ

Niğde Endüstri Meslek Lisesi ile Sağlık Meslek Lisesi arasındaki asfalt yolun üzerinde medfundur Yol yapımı sırasında mezarı kaldırılamadığından olduğu yerde bırakılmıştır Bölge halkı tarafından sevilip ziyaret edilen Abdullah Efendi'nin yaşadığı devir ve hayatı hakkında kaynaklarda bilgi bulunamamıştır
__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #21
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)

Bayramiyye yolunun şeyhlerinden 1640 (H1050) yılında İstanbul'da doğdu 1710 (H1122) yılında vefât etti İstanbul Üsküdar'daki Bezcizâde Tekkesinde babasının yanına gömüldü

Babası Himmet Efendi de Bayramiyye yolunun şeyhlerindendi Abdullah, küçük yaşta mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü Bilhassa tefsîr ve hadîs ilimlerinde kendisini yetiştirdi Bu arada Bayramiyye tarikatına intisâb ederek babasına mürid, talebe oldu Tasavvuf yolunda ilerledi 1669'da Kasımpaşa, on yıl sonra da Fâtih civârındaki Halil Paşa Câmiine vâiz oldu 1684 yılında babasının vefâtı üzerine Yenibahçe'deki Himmetzâde dergâhına şeyh tâyin edildi Nezâketi, zarâfeti ve sohbetlerinin tatlılığı ile meşhur oldu

1683 yılında Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın Viyana önünde uğradığı büyük bozgundan sonra, Almanlar ve Polonyalılarla berâber Ruslar ve Venedikliler de üzerimize saldırmışlardı Dört düşmanla çarpışan ordularımız ağır mağlûbiyetlere uğruyordu İstanbul halkı heyecan içinde idi Padişah ve devlet ricâli aleyhinde her gün türlü dedikodular yayılıyordu Sultan Dördüncü Mehmed Hanın bu nâzik vaziyet karşısında Edirne'den dönmemesi, aleyhindeki sözlerin artmasına yol açıyordu

Dördüncü Mehmed Han Eylül başında İstanbul'a geldiğinde câmilerdeki vâiz şeyhlerden ümit verici sözlerle halkın heyecanını yatıştırmalarını emretti Kendisi cumâ namazını kılmak üzere Dâvûd Paşa Câmiine geldi Himmetzâde Abdullah Efendiyi de vâz vermek üzere oraya dâvet etti

Abdullah Efendi dâvet üzerine Dâvûd Paşa'ya gitti Câmide pek acı sözlerle halkı hüngür hüngür ağlatan vâzında özet olarak şöyle buyurdu:

Ümmet-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), devlet sahipsiz kaldı Şehir ve kaleler düşman eline düşüp câmi ve mescidler kilise oldu Bütün bunlar günahlarımız sebebi iledir Fiilimizi değiştirelim Günahlarımıza tövbe edelim Şimdiden sonra bize lazım olan gözümüz yaşından çimen bitinceye kadar başımızı yerden kaldırmamaktır Sonra padişaha serzenişte bulunarak:

Nedir bu inip binme, bu hay huy ve nefs-i emmârenize uymalar? Nice bir gaflet uykusunda yatursız? Gerçi padişahlar ava gide gelmiştir Ancak şimdi zamanı değil Her zamanın bir îcâbı vardedi"

Sultan Dördüncü Mehmed Han başı yerde olarak dinlediği bu vâz ü nasîhatten sonra devlet işleri ile bizzat ilgilenmeye başladı

Himmetzâde Abdullah Efendi 1688'de hacca gitti İliklerine kadar Resûlullah aşkı ile yanarak şu kıtayı söyledi:

Ravzana yüz süren bulur amân
El amân ey Fahr-i âlem el amân
Her gelen dilhaste, bulur tâze can
El amân ey Fahr-i âlem el amân

Hacdan dönüşünde Sultan Selîm Câmii Cumâ Vaizliğine tâyin edilince selâtin câmileri kürsü şeyhleri silsilesine girmiş oldu 1694'te FâtihCâmii vâizliğine nakledildi 1697'de Sultan İkinci Mustafa'nın Avusturya seferine ordu vâizi olarak katıldı Allah yolunda, İslâmiyet uğrunda savaşmanın fazîleti hakkında vâzlar vererek askeri gayrete getirdi Yapılan savaşlarda Osmanlı askerinin fevkalâde cesâreti neticesinde Avusturya orduları bozguna uğratıldı ve zaferle dönüldü

Hayatının son yıllarında Bâyezîd ve Süleymâniye câmileri vâizliklerinde bulunan Abdullah Efendi 1710 yılında Hakk'ın rahmetine kavuştu

1) Vekâyi-ül-Füdelâ; c2, s 420
2) Tuhfe-i Hattatîn; s286
3) Osmanlı Müellifleri; c2, s313

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #22
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH-I ENSÂRÎ

Evliyânın meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden İsmi Abdullah bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hirevî'dir Künyesi Ebû İsmâil olup nesebi, türbesi İstanbul'da bulunan ve Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî'ye dayanır Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır 1005 (H396)te Herat'ta doğdu 1088 (H481) senesinde Herat'ta vefât etti Türbesi çok ziyâret edilen yerlerden biridir Hadîs ilminde yüksek derecede âlim idi Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerîf ezberlemiştir Ayrıca tefsîr, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi

Dört yaşında ilim öğrenmeye başladı Dokuz yaşından îtibâren Kâdı Ebû Mensûr ve Caruzî'nin sohbetlerine devâm etti Hâfızası fevkalâde kuvvetli idi Mektepte duyduğu ve yazdığı her şeyi hemen ezberlerdi Daha o zamanlarda, çok güzel şiirler söylerdi Gece-gündüz ilimle uğraştı Abdül-Cebbâr el-Cerrâhî, Ebû Mensûr el-Ezdî, Ebû Sa'îd es-Sayrafî ve başka birçok âlimden ilim öğrendi Kendisinden de; Ebü'l-Vakt Abd-ül-Evvel, Ebü'l-Feth Nasr bin Seyyâr ve daha başka birçok kimse ilim öğrenip icâzet, diploma aldılar

Onun büyük bir âlim ve evliyâ olacağını Hızır aleyhisselâm müjdelemiştir Şöyle ki:

Hâce Ebû Âsım, Abdullah-i Ensârî hazretlerinin hocalarından ve akrabâsından idi Bir gün ziyâretine gittiHocası kendisine yemek ikrâm etti ve sohbet edip bazı şeyler öğretti Ebû Âsım'ın hanımı ihtiyar idi Evliyâdan mübârek bir hâtun idi ve Hızır aleyhisselâmdan ilim öğrenirdi Bu hâtun diyor ki:

Hızır aleyhisselâm bize geldiğinde, Abdullah'ı görüp kim olduğunu sordu Böyle sormak onun âdetidir Bildiği hâlde yine sorar Ben; "Filân kimsedir" dedim Buyurdu ki: "Doğudan batıya kadar herkes onun adını duyar Şeyh-ül-islâm ismi ile meşhûr olur Şimdi on yedi yaşındadır Babası ve kendisi, ne olduğunu bilmez Zamanında ondan büyük kimse olmaz Yer yüzünde onun büyüklüğünü duymayan kalmaz"

O gerçekten müjdelendiği gibi yetişti Kendini tamâmen ilme verdi Geceleri kandil ışığında hadîs-i şerîf yazardı Yemek yemeğe vakit bulamazdı Annesi, ekmek parçalarını lokma lokma edip yedirirdi Hadîs-i şerîf toplamak için çeşitli memleketlere gitti Çok sıkıntılara katlandı

İlim uğruna emsâline az rastlanan gayret ve fedâkarlıklar gösterdiBir defâsında Nişâbûr'dan Dezbad'e gitmek üzere yola çıkmıştı Yolda şiddetli bir yağmura tutuldu Koynunda hadîs-i şerîflerin yazılı olduğu kitaplar, nüshalar vardı Bunların yağmurdan ıslanmaması için yol boyunca rükû vaziyetinde eğilerek yürüdü

Üç yüz âlimden hadîs-i şerîf öğrendi Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i sünnet idi Hiç biri bid'at sâhibi değildi Tefsîr ilmini Hâce Yahyâ İmârî'den öğrendi Tasavvuf ilmini ise zamanının büyük âlimi ve rehberi Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrenip kemâle erdi

İlim tahsîlini tamamladıktan sonra insanların, Allahü teâlânın emrine uymaları, yasakladıklarından sakınmaları için gayret etti Ömrünü insanların seâdete kavuşmaları, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaları için harcadı Dünyâya düşkünlük göstermedi

Abdullah-ı Ensârî, şeyhülislâm idi Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, çok yüksek bir velî idi Kerâmetleri pek çoktur Vâzlarında Ehl-i sünneti müdâfaa eder, mezhebsizlik ve bid'atlerin kötülüğünü anlatırdı Allahü teâlâya kavuşmak yolunda yürümek isteyenlerin, evliyâya ve hakîkî din âlimlerine çok bağlı olmasını isterdi Bu yolda ilerleten vâsıtaların, onlara olan tam muhabbet ve bağlılık oduğunu söylerdi O büyüklere dil uzatanların zavallılıklarını her defâsında ifâde eder ve; "Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan onları tanıyamıyor Yâ Rabbî! Her kimi felâkete düşürmek istersen, onu dostlarının, evliyânın ve gerçek İslâm âlimlerinin üzerine atarsın" buyurmuştur

Şöyle anlatmıştır:

Bir zaman bir arkadaş ile Basra'ya gittim Altı gün geçtiği hâlde, hiç bir şey yemedik Yedinci gün bir kimse gelip bize birer altın hediyye etti Ben de o altını arkadaşıma verdim Gidip yiyecek bir şeyler getirdi Berâberce yedik Sonra yolumuza devâm ettik Deniz kıyısına geldik Kalan bir altını gemiciye verip gemiye bindik Gemide, köşede kendi hâlinde oturan biri vardı Namaz vakitlerinde kalkar, namazdan sonra tekrar kendi hâlinde oturmaya devâm ederdi Kendisine yaklaşıp, bir ihtiyâcı olursa yardımcı olabileceğimizi söyledik "Olduğu zaman söylerim" dedi Bir gün bize; "Ben, yarın öğle namazından sonra vefât edeceğim Gemiciye, sizi sâhile çıkarmasını söyleyiniz Elbiselerimden bir şey isterse veriniz Dışarı çıktığınız zaman bir ağaçlık görürsünüz Orada, büyük bir ağacın altında, benim kefenlenme ve defin işlerim için herşeyi hazırlanmış bulursunuz İşlerimi tamamlayıp, beni oraya defnediniz Benim bu yamalı elbisemi de kaybetmeyiniz Hille'ye gittiğiniz zaman, zarîf bir genç, sizden bu yamalı elbiseyi ister Ona veriniz" dedi

Hakîkaten de ertesi günü öğle namazından sonra vefât etti Bundan sonra biz dediklerini aynen yaptık Her şey tam anlattığı gibi oluyordu Hille'ye vardığımızda, târif ettiği genç karşımıza çıkıp; "Emâneti veriniz" dedi Biz, yanımızdaki emâneti kendisine teslim ettik ve; "Allah rızâsı için bize izâh eder misin? O zât kimdi? Sen kimsin? Bu olanlar nedir?" dedik

"O bir derviş idi Mirâs bırakacak bir malı vardı Kendisine bir vâris taleb etti Beni gösterdiler Siz, bir mikdâr bekleyin Ben hemen geliyorum" dedi Gidip biraz sonra geldi Kendi elbiselerini çıkarmış bizim getirdiğimiz elbiseleri giymiş idi Kendi elbiselerini bize verip; "Bunlar sizindir" dedi ve gitti

Abdullah-ı Ensârî hazretleri buyurdu ki:

"Öyle zaman olur ki, Allahü teâlâ bir kulunu ibâdetleri ile meşgûl eyler O ibâdetler, o kulun azıtmasına sebeb olur Yâni kibir ve ucba kapılmasına yol açar Yine öyle zaman olur ki, o kulunu bir işe, bir günâha düşürür O günâhı sebebiyle kul o kadar üzülür ki, bu üzülmesi o kimsenin hidâyetine sebeb olur Hâline bakıp gafletten uyanır Tövbe ve istigfâr eder Bu her iki durumda da atılgan olmamalıdır Allahü teâlâ, cesâret ve atılganlıkla günâh işleyip de; "O bizi affeder" diyen kullarını sevmez Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey yoktur Günâhların küçüklüğünü değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir"

"Hak teâlânın sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak, bir arada bulunmaz Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler Bütün dünyâyı bir lokma hâline getirip, bir velînin ağzına koysan, israf olmaz Gerçek israf, bir şeyi Allahü teâlânın rızâsına aykırı olarak sarfetmektir Allahü teâlâ, dünyâyı eliniz ile terketmeyi değil, kalbiniz ile terketmeyi ister ve beğenir"

"İşlediğin tâat ve ibâdetleri beğenmemelisin O tâat sana hoş gelmemeli, bir lezzet aramamalısın Tâatini beğenmek şirktir Yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için, buyurulduğu gibi, yânî ilmihâl kitaplarında bildirdiği gibi işlemeli Tâatini Hak teâlâya ısmarla ve kendi beğenmeni şeytanın yüzüne çarp Beyt:

Bir amel ki kalbine hoş gelir

Bir günâhtır ki özrü müşkildir

"Bedbahtlığın, zarar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, Allah yolunda hergün ilerleyememektir"

"Malı seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de yok olsun"

"Allahü teâlâ, kendi rızâsını istiyenlerin yardımcısıdır"

"Üç kısım ilim vardır ki, bunlar tövbe, tevekkül ve hakîkat ilimleridir Tövbe ilmi ki, bu ilmi seçilmişler, büyük zâtlar ve avâm, diğer insanlar kabûl ettiler Tevekkül ilmini, seçilmişler kabûl etti, ama avâm kabûl etmedi Hakîkat ilmini ise, insanların ilim, akıl ve anlayış seviyelerinin üstünde olduğu için, çok kimse anlıyamadı"

"Allahü teâlânın azâbına müstehak olanlar, her an gaflette bulunanlardır Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azâbdan gâfil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler Her zaman uyanık olan kalbler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar Devamlı âhiret için hazırlık yaparlar Dolayısı ile bu kimseler cezâya müstehak değildir"

"İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey lâzımdır: Birinci olarak, îtikâd ve amel Bunun için kendisine lâzım olan ilmi öğrenip tatbik etmek lâzımdır Bu ilim yolcuya yön verir, idâre eder İkinci olarak, bir zikir lâzımdır Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı ile yalnızlık çekmez Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır Bu uygun olmayan düşünce ve başka şeylerin kendisini meşgûl etmemesine sebeb olur Dördüncü olarak, bir yakîn lâzımdır Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür İşte ömründe bu dört şeyden ayrılmayan saâdete kavuşur"

"Dünyâ ne demektir biliyor musunuz? Gönlüne gelen ve seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şey dünyâ demektir Seni O'ndan başka bir şey ile meşgûl eden her şey de fitnedir Bu kısa ömrü, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylere yaklaşmakla geçiren, O'ndan başka şeylerle meşgûl olan kimse, âhiretini harâb etmiş olur Bu ise, akıl sâhiblerinin yapacağı şey değildir"

"Sıdk ve muhabbetin alâmeti ahde vefâdır"

"Nefsiniz sizi uygun olmayan şeylerle meşgûl etmeden evvel, siz nefsinizi hayırlı şeylerle meşgûl ediniz"

"Hak teâlâya yakın olmayı istememek ve düşünmemek cinâyettir"

"Mürşid-i kâmilin, yetişmiş ve yetiştirebilen rehberin mübârek cemâlini görmek ve sohbetine kavuşmak en büyük ganîmetlerdendir Onların güzel cemâli ve sohbeti her zaman ele geçmez Onu elden kaçırmamalıdır Arafat dâimâ olur, fakat onlar dâimâ bulunmaz Bu büyük ganîmeti lâyıkıyla değerlendirmeli, nîmetin kıymetini bilmelidir"

"Birisi, rüyâsında Peygamber efendimizi gördü Evliyâdan bir grup ile bir yerde oturuyorlardı Herkes, O'nu dinliyordu Birden semânın kapıları açıldı Elinde ibrik ve leğen ile bir melek geldi Melek, ibrik ve leğen ile herkesin önüne geliyor, orada bulunanlar ellerini yıkıyordu Rüyâyı gören kimse en sonda bulunuyordu Sıra ona gelince; "Leğeni kaldırın O, bu tâifeden değildir" dediler Melek de leğeni alıp götürdü O kimse, Peygamber efendimize dönerek; "Yâ Resûlallah! Ben bunlardan değilim ama, biliyorsunuz ki, sizi ve bunları çok seven birisiyim" dedi Peygamber efendimiz; "Bunlara muhabbet eden bunlardandır" buyurdu Bunun üzerine melek, leğenle ibriği getirdi, o kimse de elini yıkadı Peygamber efendimiz o kimseye dönüp tebessüm ettiler ve; "Bize muhabbet ettikçe bizimlesin" buyurdular O kimse bu rüyâdan sonra bu yolun büyüklerinden biri oldu"

Abdullah-ı Ensârî hazretleri, Sehl-i Tüsterî hakkında şöyle anlattı:

"Tasavvuf ehli arasında;"Benim elbisem, benim ayakkabım" demek edebe uygun değildir Dostlar arasında, hiçbir şeyi mülkiyetle nisbet etmemek, onların âdâbındandır Zarûret müstesnâ"

"Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlânın kıymetli bir kulu vefât edeceği zaman, Azrâil aleyhisselâm gelerek; "Korkma! Erhamürrâhimîne gidiyorsun Asıl vatanına kavuşuyorsun Büyük bayrama vâsıl oluyorsun Bu cihan bir konaktır Bu konak mü'minin zindanıdır Ödünç olarak sana verilen bu varlık bir bahânedir Bu sebepten, bu bahâne gider ve uzaklaşır Hakîkat meydana çıkarak, kişi devamlı diri olan Allaha kavuşur" der O kul için, dünyâda bundan daha tatlı, daha hoş ve daha rahat bir gün olmaz"

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #23
[KAPLAN]
Varsayılan


Kişinin sözü amelinden çok olursa noksandır Ameli sözünden fazla olursa kemâldir"

"Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti; o kulun, kendisine faydası olmayan boş şeylerle meşgûl olmasıdır"

"Ümitsizlik, küfür içinde bir kapıdır Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür"

"Ârif; kalbini Allahü teâlâyı düşünmek, unutmamak, vücûdunu da, insanların rahmet-i ilâhiyyeye kavuşmaları için seferber eden kimsedir"

"Bir zaman Hire'ye askerler geldi Askerlerden birisi, köylünün birinden atları için saman aldı Ücretini tam olarak ödedi Köylünün ihtiyar bir babası vardı O asker ile dost oldu İhtiyar köylü, dostu olan askere dedi ki:

Bugün, hacılar hac etmektedir Keşke biz de orada olsaydık

Asker:

-İster misin? Seni oraya eriştireyim Ama kimseye söylememek şartı ile, dedi

-Söylemem

Asker, Allahü teâlânın izni ile bir anda ihtiyarı Arafât'a ulaştırdı Hac edip, lüzumlu vazifeleri yaptıktan sonra, yine bir anda geri döndüler İhtiyar, askere dedi ki:

-Senin gibi bir hâlde bulunan kimsenin, askerlerin arasında durmasına hayret ediyorum Bu nasıl oluyor?

-Eğer benim gibi bir kimse bunların içinde olmasa idi, senin gibi bir ihtiyar veya zayıf, muhtaç bir dede gelip derdini dökse kim bakardı? Kim alâkadar olurdu? Kim dostluk elini uzatırdı? İşte ben, birçok faydaları düşünerek bunlar arasında bulunuyorum Sakın sırrımı kimseye söyleme

-Peki, diyen ihtiyar, işin içinde önce farkedemediği nice hikmet ve faydaların bulunduğunu anlayıp, teşekkür etti ve ayrıldılar"

"Sana iyilik eden kimsenin esiri olursun Ona karşı boynun bükük olur Kendisine iyilik ettiğin kimseye karşı ise, tam tersi olur Onun için, dâima herkese iyilik etmeli, faydalı olmaya çalışmalıdır Nitekim bir hadîs-i şerîfte; "Veren el, alan elden üstündür" buyrulmuştur"

"Ebü'l-Hüseyin isminde birisi, bir gün hocam Husrî'yi incitmişti O andan beri kalbimde ona karşı soğukluk duyuyorum"

Abdullah-ı Ensârî hazretleri, Âl-i İmrân sûresi 103 âyet-i kerîmesinin meâlen; "Allah'ın habline sımsıkı sarılın" kısmını şöyle tefsîr etmektedir: "Âyet-i kerîmede geçen; "Allah'ın habline sımsıkı sarılın"dan murâd, Allahü teâlânın emirlerine riâyet ederek ibâdete devâm etmektir Âyet-i kerîmede geçen i'tisâmın, sarılmanın üç derecesi vardır

Şeyhülislâm Abdullah-ı Ensârî'nin Menâzil-üs-Sâyirîn kitâbında, hazret-i Ömer'in bildirdiği hadîs-i şerîfte; "İhsân nedir?" suâline cevâben Peygamber efendimiz buyurdu ki:

"İhsân, Allahü teâlâya, görür gibi ibâdet etmendir Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, O seni görüyor"

Bu hadîs-i şerîf, pekçok hakîkati içerisine almaktadır

Yine buyurdu ki:

"Bâzı sâlih kimseler, bir hâdisenin nasıl netîceleneceğini firâsetle söyler Bu hâdisenin netîcesini Allahü teâlâ ona müşâhede ettirir, gösterir Bu müşâhede, o kimsede devamlıdır Bâzı kimseler de vardır ki, bu müşâhede onda bâzan olur, devamlı olmaz O, onu Allahü teâlânın aşkının sarhoşluğu içinde iken söyler veya o söz dilinden çıkar da, söylediği hakîkat olur Ama, onun bu hâlden haberi bile yoktur İşte bu iki hâlin birinci olanı, yâni firâseti devamlı olanı makbûldür Firâseti devamlı olanlara "Velâyet ehli" denir Bu işler, "Abdal", "Ebrar" ve "Zühhâd"da olur Firâseti ve müşâhedesi bâzan olanlar da "Muhakkik"lerdir Muhakkiklerde hâdiseler, bâzan kapalı, bâzan açık olur Eğer şaka ile söyleseler; Allahü teâlâ onları kırmaz, hakîkat eder Eğer gaflet ile söylerse, cenâb-ı Hak yine dediğini vâki ederOnlar, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır"

Abdullah-ı Ensârî buyurdu ki:

"Firâset iki türlüdür: Birincisi, mârifet sâhiplerinin firâseti olup, talebenin istidâdını keşf etmek, Allahü teâlânın evliyâsını tanımaktır İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların firâseti olup, mahlûklara âit gizli şeyleri bilmektir İnsanların çoğu, Allahü teâlâyı hatırlamayıp gece-gündüz dünyâyı düşündüğünden, dünyâ işlerinden ele geçirmek istedikleri şeylerden haber verenleri arıyor Bunları büyük biliyor Hattâ, bunları evliyâ, Allahü teâlâya yakın sanıyorlar Evliyânın maârifine, doğru, ince bilgilerine dönüp de bakmıyorlar Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar Allahın sevgili kulu olsaydı, gayb olan şeylerimizi, gizli düşüncelerimizi bilirlerdi Bizim hâlimizden haberi olmıyan bir kimse, mahlûkların üstündeki ince bilgileri hiç anlıyamaz diyerek, evliyânın firâsetine, Zât-ı ilâhiye ve sıfatlarına olan bilgilerine inanmıyorlar Böyle, yanlış ölçüleri sebebi ile, o büyüklerin doğru ilim ve maârifinden mahrûm kalıyorlar Allahü teâlânın, o büyükleri, câhillerin gözünden saklayıp, kendine mahsûs kıldığını bilmiyorlar O, evliyâsını dünyâ işleri ile meşgûl etmeyip, kendisi ile meşgûl etmiştir Evliyâ, insanların hâllerine, işlerine bağlansalardı, Allahü teâlânın huzûruna lâyık olmazlardı"

Abdullah-ı Ensârî hazretleri yine buyurdular ki:

"Âhirette her incinin bir sedefi vardır Her şeyin kendi hâline göre bir şerefi, değeri vardır İnsanoğlu da kendisinde ilim bulunan bir sedeftir Onun şerefi de ilim iledir İlmi olmayan kimse, câhillik içinde kalır, muhabbet kadehini içemez, vilâyet libâsını giyemez Allahü teâlâ câhili kendine dost edinmez"

"İlim, çok tekrar ve fazla müzâkere ile ele geçer Ayrıca bunun için az uyumalı ve Allahü teâlânın yardımını talep etmelidir Âlemlere rahmet olan Resûlullah efendimiz buyuruyor ki:

"Geceleyin Allahü teâlânın korkusundan ağlayan göze ateş dokunmaz" Bir kimse, 40 gün Allah için ihlâsla sabahlasa, hikmet pınarları zâhir olup, kalbinden lisânına akar Peygamber efendimiz; "Mü'min, gece çok ağlar, gündüz çok tebessüm eder" buyurdu"

"Her denizin kenarı, sonu, her günün gecesi vardır Peşinden gece gelmiyecek gün, kıyâmet günüdür Ucu bucağı bulunmayan deniz, Allahü teâlânın rahmet deryâsıdır"

"Semâ tavanının seyyâreleri olduğu gibi, her bir gaflet ve hatânın da bir keffâreti vardır Mü'minlerin günahlarının keffâreti tövbedir"

"Şükür; nîmeti bilmenin ismidir Zîrâ şükür, nîmeti vereni bilmeye götürür Bu mânâdan dolayı, Kur'ân-ı kerîmde İslâm ve îmâna şükür ismi verilmiştir"

Abdullah-ı Ensârî hazretlerinin yazdığı kıymetli kitaplardan bâzıları şunlardır: 1) Menâzil-üs-Sâyirîn, 2) Şems-ül-Mecâlis, 3) Envâr-üt-Tahkîk, 4) Tefsîr-ül-Kur'ân, 5) Hülâsa fî Şerh-i Hadîs, 6) Şerh-üt-Taarruf li-Mezheb-it-Tasavvuf, 7) Menâkıb-ı İmâm-ı Ahmed bin Hanbel

PARMAĞINI ISIRDI!

Abdullah-ı Ensârî, talebelik yıllarını şöyle anlatır:

"Kışın cübbem yoktu Hava da çok soğuk idi Evimde ancak üzerinde yatabileceğim kadar bir hasırım vardı Üzerimi de bir keçe parçası ile örtüyordum Keçeyi başıma doğru çeksem ayağım, ayağıma doğru çeksem başım açık kalırdı Yastık olarak da bir kerpiç kullanırdım Bir de, meclislerde giydiğim elbiseyi asacak bir çivi vardı Bir gün, büyük zâtlardan birisi bize geldi ve hâlimi gördü Parmağını ısırıp ağlamaya başladı Bir müddet sonra, başından sarığını çıkarıp önüme koydu "Buna benden çok sen lâyıksın" demek istedi"

BİRŞEY İSTEYEMEZDİM

Abdullah-ı Ensârî anlatır:

"Maddî gücüm olmadığı için, talebelerime bir şey alamazdım Kimseden de bir şey isteyemezdim Bu sebepten gönlümde bir elem vardı Bir kimse, hazret-i Danyal aleyhisselâmı rüyâsında görmüş Ona; "Falan dükkânı Abdullah'a ver ki, kazancını talebelerine dağıtsın" buyurmuş O kimse de bunu kabûl etmiş O şahıs, bu rüyâdan sonra dükkânın kazancını, talebelere dağıtmak üzere bana verdi"

"Şu iki kimseden daha büyük bir âlim görüp işitmedim Onlar; Harkan'da Ebü'l-Hasan-ı Harkânî ve Herat'ta Abdullah et-Tâkî'dir Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin talebeleri bana; "Otuz senedir hocamızın sohbetiyle şerefleniriz Sana gösterdiği alâka ve muhabbet gibi kimseye göstermedi Sana ihsân ettiği gibi, başkasına böyle ihsân ettiğini görmedik" dediler

Bir gün, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerine; "Efendim, bir şey sormak istiyorum" dedim O da; "Sor, ey benim çok sevdiğim Abdullah!" dedi Beş suâl sordum İkisini lisân-ı hâl ile, yaşayarak, üçünü de lisân-ı kâl ile, söyleyerek cevaplandırdı İki elimi dizinin üzerinde tutmuş idi Bu hâl beni çok etkiledi Öyle çok ağladım ki, gözlerimden devamlı gözyaşı akıyordu Tasavvufu Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrendim

Birincisi; normal insanların sarılması ki, Allahü teâlâdan gelen emir ve yasaklara sarılıp, devâm etmektir Bu kısımda bulunan insanların ibâdet ve tâatı, yakîn elde etmek içindir Bu, Allah'ın ipine (Kur'ân-ı kerîme) sarılmaktır İkincisi; seçilmişlerin sarılması olup, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allah'tan başka her şeyden kesilmek, O'na, O'nun emirlerine teslim olmaktır Bu da urvet-ül-vüskâdır Üçüncüsü; seçilmişlerin seçilmişlerinin sarılması ki, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allahü teâlâyı müşâhede etmek, O'nun yakınlığı ile meşgûl olmak nîmetine kavuşmak içindir Buna da i'tisâm-ı billah denir"

1) Tabakât-ı Hanâbile; c2, s247
2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c6, s133
3) Şezerât-üz-Zeheb; c3, s365
4) Tezkiret-ül-Huffâz; c3, s1183
5) Esmâ-ül-Müellifin; c1, s452
7) El-A'lâm; c4, s122
8) Tabakât-ül-Müfessirîn (Süyûtî); s15
9) Tabakât-ı Hanâbile Zeyli; c1, s50
10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s977
11) Esâb-ı Kirâm; s305
12) Rehber Ansiklopedisi; c1, s19
13) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî; c2, mk92
14) Kıyâmet ve Âhiret; s201
15) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c4, s306
16) Sefînet-ül-Evliyâ; s169

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #24
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH FAHRİ BABA

Malatya erenlerinden 1864 veya 1865 (H1282) senesinde Harput'un Tutlu yöresinde Bozolar köyü Maho veya Mehan mezrasında doğdu 1908 (H1326)'de vefât etti

On iki yaşında Malatya'ya gidip ilim tahsiline başladı Halasının kocası Ahmed Efendiden Ulu Câmide ilim öğrendi 1880'li senelerde hocası vefât edince, yerini boş bırakmadı ve ders vermeye başladı Ayrıca tasavvufta yetişmek üzere önce Kâdirî yolunda Şeyh Hasan Baba adlı bir zâta talebe olup, uzun müddet onun talim ve terbiyesi altında yetişip icâzet aldı Hasan Baba vefât edince talebeleri Abdullah Fahri Baba'nın etrâfında toplandılar Fakat o tasavvufta yüksek derecelere ermek için devamlı arayış hâlinde idi Bir gece rüyâsında Hacı Ömer Baba adında bir zâta talebe olması işâret edildi Bunun üzerine Harput'un Köveng köyünde bulunan Nakşî ve Kâdirî şeyhi, Şeyh Hacı Ömer Baba'nın yanına gitti Talebeliğe kabûl edilip, bir müddet yetiştirildikten sonra, irşâd, insanlara doğru yolu gösterme ile vazîfelendirildi Bundan sonra Malatya'da insanlara rehberlik etti Onlara Ehl-i sünnet îtikâdını ve din bilgilerini anlattı Sohbet ve derslerine pekçok kimse katılıp, ondan istifâde etti Tasavvufî konularda şiirleri vardır

Kerâmetlerinden bâzıları şöyle anlatılmıştır:

Dergâhının bulunduğu Boran köyüne kötürüm ve felçli bir kimse getirilir Durum Abdullah Baba'ya bildirilip, şifâ bulması için himmet ve duâ istenir Kötürüm kimsenin bulunduğu arabanın yanına gidip, yedi yıldır kötürüm olan bu kimseye hitâb ederek; "Allahü teâlânın izni ile aşağıya in!" diyerek arabadan inmesini söyler "İnemem" deyince, tutup kendisi indirir Kötürüm birdenbire sıhhate kavuşup yürümeye başlar

Bir yaz günü sevenleri ile birlikte Hasırcı Köyündeki talebelerinin yanına gitmişti Ziyâretten sonra Boran köyündeki tekkesine dönüp, köye yaklaştığı sırada atını üç saat kadar uzakta bulunan Hâtun Suyu tarafına çevirip, yüksek sesle orada bulunan bir talebesine seslendi:

"Cumâli Efendi seni çok göresim geldi Hemen dergâha gel!" Sonra yoluna devâm edip dergâhına döndü Kısa bir müddet sonra çağırdığı talebesi onun kerâmetiyle sesini işitmiş olduğundan, telaş içinde dergâha gelip;

"Buyrun efendim beni istemişsiniz geldim!" dedi

Vefât etmeden kısa bir müddet önce bir gün zâviyesinde talebelerinin ve sevenlerinin kalabalık olduğu bir sırada uyku hâli gibi bir hâl gelip kendinden geçti Bu hâl bir müddet devâm etti Sonra gözlerini açıp;

"Eyvah ben ne yaptım!" dedi Ne yaptınız, ne oldu diye sorulunca;

"Sakalımdaki su damlalarına bakın" diye gösterdi İbrâhim Efendi adında bir zât su damlalarından alıp, diline dokundurdu Sonra derhâl ağzını temizledi ve;

"Efendim bu çok acı zehir" dedi Bunun üzerine;

"Evet oğlum, bu bir ölüm şerbetidir Biraz önce Sultan Abdülhamîd Han ile yanyana idim Birisi iki kâse şerbet getirdi Abdülhamîd Han ile birlikte ayağa kalktık Sultan bana, buyurun Baba Efendi için! dedi Önce siz buyrun Sultanım, dedim Fakat benim almam için ısrar etti Alıp içtim Ey cemâat, bu şerbet sizler için acı bir zehirdir Fakat benim için tatlı bir ölüm şerbetidir" dedi Abdullah Fahri Baba'nın bahsettiği pâdişâh Sultan İkinci Abdülhamîd Han, kendisinden on sene sonra 1918 senesinde vefât etmiştir Evliyâ bir pâdişâhtı

Orduz köyü halkından bir zât şöyle anlatmıştır:

Karakaya Barajının suyunun yükselmesi sebebiyle Abdullah Fahri Baba'nın türbesi bu suyun altında kalacağından, kabrini naklettik Boranlı Hacı Mustafa Baba'nın neslinden birkaç kişi de nakil işinde bulundu Kabrini naklettikten sonra Malatya'ya döndük Hüseyin Bey Köprüsü semtinde arabadan indik O sırada tanıdığımız bir ihtiyarla karşılaştım Hal hatır sorduktan sonra bana;

"Senden evliyâ kokusu geliyor Ellerini uzat" dedi Ellerimi uzattım Ellerimi tutup yüzüne gözüne sürdü, öptü "O koku işte bu ellerden geliyor, beni mest etti Bu eller bugün ne iş gördü?" diye sordu O gün öğle vakti Abdullah Fahri Baba'nın nâşını naklederken ellerim ona dokunmuştu Aynı akşam Orduz'daki evimize gittim Ablam; "Senden hoş bir koku geliyor" dedi O gün ve o gece ben de o hoş kokuyla mest olmuştum

1) Malatyalı Gönül Sultanları; s13

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #25
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN GÂLİB

Evliyânın tanınmışlarından ve Tâbiînden Zühd ve verâ sâhibi olup, din bilgilerini öğrenmek ve bunlara göre yaşamak zevkıni tadan bir veli idi Tasavvufta üstün derecelere kavuştu Sâde ve basit bir hayât yaşardı

Evinde iki odası vardı Bunlardan birini âilesinin ikâmetine, diğerini de ibâdet için ayırmıştı İbâdetlerini bu odada yapardı Kendine has gündüz ve gece okuduğu ayrı duâlar vardı Yüz rekat kuşluk namazı kılar; "Biz Allahü teâlâya kulluk için, ibâdet etmek için yaratıldık" derdi Hattâ; "Dostlarına ve sana tâbi olanlara çok ibâdet ettiriyorsun, onları sıkıntıya sokuyorsun" diyen birine; "Onların ibâdet etmekten ne gözleri görmez oldu ne de belleri büküldü Allahü teâlâ kendisini çok zikretmemizi istiyor Sen ise az zikretmemizi söylüyorsun!" cevabını vermişti

Bâzan yaptığı amelleri insanlara anlatır ve insanları teşvik maksadıyla; "Allahü teâlâ bu gece bana şu kadar rekat namaz kılmayı, şöyle zikretmeyi, şunları okumayı nasîb etti" derdi Bu sözlerini dinleyenlerden bâzıları; "Senin gibi bir zât ibâdetleriyle böyle övünür mü?" dediklerinde, Kur'ân-ı kerîmden; "Rabbinin nîmetlerini söyle!" (Duhâ sûresi: 11) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve; "Rabbim üzerimdeki nîmetlerini söylememi emrediyor, sizler ise gizlememi istiyorsunuz" dedi

Kişinin yaptığı ibâdet ve tâatları başkalarına anlatmasının niyetine göre değişeceğini, hâlis ve riyâsız ise emr-i mârûf, iyiliği bildirmek olacağına işâret ederdi Ebû Saîd el-Hudrî'den rivâyet ettiği; "İki huy mü'minde bir araya gelmez cimrilik ve kötü ahlâk" hadîs-i şerîfini devamlı okurdu

Şöyle duâ ederdi:

"Allah'ım arzularımızın düşüklüğünden, kötülüğünden, amellerimizin noksanlığından, ecelimizin yaklaşmasından, sâlih kulların aramızdan ayrılmasından sana sığınırız"

Zâviye harbi denilen bir savaşa katılmıştı Bu sırada oruçlu idi Düşman saflarına hücum edeceği sırada başına biraz su döktü Sonra kılıcını sıyırıp kınını kırdı Bu, şehîd düşünceye kadar savaşacağım manâsına gelirdi Düşman saflarına daldı Savaşa savaşa şehîd düştü

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c2, s256

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #26
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ

On dördüncü yüzyılda yaşayan meşhûr velîlerden Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir Gürcistan köylerinden birinde doğdu Bir savaşta cihâd ederken şehîd düştü Kabri Tûs şehrindedir Şeyh Rükneddîn Alâüddevle Semnânî hazretlerinin talebesidir

Küçük yaşta iken babasının vefât etmesi üzerine yetim, kimsesiz ve garîb kaldı Annesi bir başkasıyla evlendi ve onu yanına aldı Üvey babasının yanında çok mahzun günler geçirdi Boynu bükük, kalbi kırık idi Bir gün bir işi sebebiyle üvey babasından korkup köyden kaçtı Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmiyordu Yakalanmamak için yol kenarında büyük bir ağaca çıkıp ağacın dalları ve gür yaprakları arasında gizlendi Ağacın üzerinde çâresiz ve âdetâ imdâd edecek bir şefkatli elin uzanmasını bekler gibi duruyordu Kalbi kırık ve pek mahzun bir hâlde idi Tam bu sırada bir grup yolcu gelip onun gizlendiği ağacın altında dinlenmek üzere oturdular Ağacın altında suları şırıl şırıl akan bir pınar vardı Konaklayan yolcular pınardan su içip dinlenirken ağaç ve üzerindeki çocuğun suya aksettiğini gördüler Pınar çocuğu ayna gibi gösteriyordu Yolcular bu manzarayı görünce çocuğu hemen aşağı indirip, hayretle hâlini sordular Derdini anlatınca ona çok acıdılar Himâye etmeye karar verip yanlarına alarak yola çıktılar Abdullah bu sırada güzel bir talih ve bahtiyarlık kapısının kendisine açılmış olduğunu bilmiyordu Mahzunluğu ve kırık kalbi ile büyük bir nîmete kavuşmaya gidiyordu Yol Semnân tarafına uzandı

Kendisini himâyelerine alan yolcular zamanın meşhûr evliyâsı Rükneddîn Alâüddevle hazretlerinin ziyâretine ve sohbetine gidiyorlardı Bu zâtın huzûruna varıp sohbetinde bulundular Aralarında bulunan küçük çocuğun garîb ve mahzûn hali o zâtın dikkatini çekmişti Ona bakıp kerâmetiyle ilerde büyük bir veli olacağını keşfetti Gelen misâfirler sohbet bitince müsâde alıp ayrıldılar Getirdikleri çocuğu da götürdüler Onlar yola çıkınca Rükneddîn Alâüddevle hazretleri peşlerinden bir kişi gönderip çocuğu kendisine bırakmalarını istedi Yolcular önce râzı olmadılar bırakmamak için çok uğraştılar Sonunda bırakmak mecbûriyetinde kaldılar

Mahzun yavru henüz farkedemediği bir saâdet sarayının kapısından girmiş, bir tâze fidan gibi yetişeceği en müsait toprağa dikilmişti Artık günleri Rükneddîn Alâüddevle hazretlerinin derslerinde ve sohbetlerinde geçiyordu Günden güne pişiyor olgunlaşıyordu Zamanla büyüdü, serpildi İlim öğrendi Îmânı vicdânîleşip kalbine iyice yerleşti Îmânın hakîkatine kavuştu İbâdetleri seve seve ve büyük bir şevk ile yapmaya başladı Nefsi iyice ıslâh olup, tasavvuf yolunda yükseldi, kemâle erdi Onun bu hâline çok memnun olan hocası, kendisine icâzet, diploma verip insanlara rehberlik etmesi için Tûs'a gönderdi

Tûs şehrinde insanlar onun kalblere şifâ olan sohbetlerine koştular Onlara Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını anlatıp, İslâmiyete uymalarını sağladı Saâdete kavuşmalarına vesîle oldu Ömrünün son günlerinde zamânın sultanı bir savaşa çıktı Sultan onun himmetinden ve bereketinden istifâde etmeyi düşünerek savaşa katılmasını çok istedi O da sultanın teklifini kabul edip katıldı Bu savaşta cihâd ederken şehîd düştü

1) Nefehât-ül-Üns (Osmanlıca); s504
2) Nesâyim-ül-Muhabbe; s288
3) Kitabu Silsilet-ül-Mukarrabîn (Süleymaniye Kütüphanesi)
__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #27
[KAPLAN]
Varsayılan


EBÛ ABDURRAHMÂN SÜLEMÎ

Tâbiînden olup âlim ve velîdir Doğum târihi bilinmemektedir İsmi Abdullah olup babasınınki Habîb'dir Irak'ta vefât etmiştir Vefât târihi 699 (H80), 702 (H83), 703 (H84) gibi değişik olarak bildirilmiştir Doğumunda, Peygamber efendimiz hayatta idi Babası Eshâb-ı kirâmın ileri gelen âlimlerinden ve kırâat imâmlarındandır

Hazret-i Ali'den, İbn-i Mes'ûd'dan kırâat ilmini öğrendi Kırk sene Mescid-i Nebî'de Kur'ân-ı kerîm okuttu, kırâat dersi verdi Kendisinden Âsım bin Ebi'n-Necîd, Yahyâ bin Vassab, Atâ bin Sâib, Abdullah bin Îsâ, Muhammed bin Ebû Eyyûb, İmâm-ı Şa'bî, İsmâil bin Ebî Hâlid, kırâat ilmini öğrendiler

Talebelerinden ücret almaz, hediyelerini kabul etmez ve; "Biz Allahü teâlânın kitabını ücretle satmayız" derdi Âyet-i kerîmeleri beşer beşer okuturdu ve; "Bizim Kur'ân-ı kerîm öğrendiğimiz, kırâat dersi aldığımız sahâbîler, okudukları on âyeti öğrenip bu âyet-i kerîmelerde buyrulan hususlarla amel etmeden başka âyet okumazlardı Bizden sonra gelenler, Kur'ân-ı kerîm okuyacaklar onu su gibi içecekler fakat Kur'ân-ı kerîm boğazlarından aşağıya inmeyecek" buyururdu

Hiçbir zorluk karşısında Kur'ân-ı kerîm okumayı ve kırâat derslerini ihmâl etmezdi Yatsı namazını kıldıktan sonra sabah namazına kadar namaza devâm ederdi Sabahlara kadar namaz kıldığı hâlde sabah namazı vakti girince henüz namaz kılmaya yeni başlıyoruz gibi şevkli ve istekli oluyorum derdi Pek cömert idi Çok kerre yanına aldığı azığını yolda rastladığı fakir ve garîb kimselere verir, o gün aç dururdu

Ömrünün son zamanlarında gözleri görmez oldu Bu hâliyle ders vermeyi ihmâl etmedi Vefât etmeden önce; "Tam seksen sene Ramazan ayında oruç tuttum Rabbimin bana rahmetle muâmele edeceğini umuyorum" demiştir Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, Kütüb-i sitte denilen altı sahîh hadîs kitabında yer almıştır

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c4, s191
2) Siyer-i A'lâm-ün-Nübelâ; c4, s267

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #28
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH HADDÂDÎ

Evliyânın büyüklerinden İsmi, Abdullah olup babasının ismi Alevî'dir Evlâd-i Resûl olup, seyyiddir 1634 (H 1044) senesi Safer ayının beşinde Pazartesi günü Yemen'in Terîm şehrinde doğdu 1720 (H 1132) senesi Zilkade ayının yirmi üçünde Salı günü akşamı Terîm'de vefât etti

Abdullah Haddâdî Allahü teâlânın yardımına, lütuf ve ihsânına kavuşup küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi Sonra ilim tahsîline başladı Zamânının büyük âlimleriyle görüşüp derslerini dinledi Onların arasında en güzel şekilde yetişti Fıkıh ilmini Kâdı Sehl bin Ahmed ve başkalarından öğrendi Küçük yaşta ilimde söz sâhibi oldu Çok zekî ve hâfızası çok kuvvetli idi Okuduğunu ve gördüğünü hiç unutmazdı Bu sebeple ilim kapıları kendisine açıldı Çok ibâdet eder, öğrendikleriyle amel ederdi İlimdeki üstünlüğü herkesi hayran bırakırdı

Abdullah Haddâdî 1668'de Haremeyn-i şerîfeyne, Mekke-i mükerreme ile Medîne-i münevvereye gitti İlim öğrenmek için pek çok yere yolculuklarda bulundu Kabirleri ziyâret eder, buna çok önem verirdi

Talebesi Selî onun hakkında şöyle bildirdi:

"Seyyid Abdullah bin Alevî'nin yanına kim gelirse onun kalbinden ve hâtırından geçenleri bilir ve haberdâr olurdu Yanına gelenin nesebini ve soyunu, ne iş için geldiğini önceden söylerdi Bir gün bir kimse gelip bir suâl sormak istedi Ona; "Senin suâlin şöyledir, fakat daha zamânı değildir" buyurdu

Bir gün Hacer denilen yerde, yanına Şerîf Berekât bin Muhammed gelip, isteğinin kabûlü için duâ etmesini istedi Şerîf Berekât o zaman Mekke emîri değildi Haddâdî de duâ etti O gidince duâ isteyen kişinin kim olduğunu sordu Oradakiler; "Efendim bu zât Mekke'nin eşrâfından bir kimsedir" dediler Abdullah Haddâdî; "O bizden Mekke'nin emîri olmak için duâ istedi Biz de duâ ettik, Allahü teâlâ duâmızı kabûl etti Bu vazîfe ona müyesser olacak" buyurdu Çok geçmeden Şerîf Berekât, Mekke-i mükerreme emirliğine tâyin edildi

Seyyid Abdullah Haddâdî hazretleri bir gün talebesi Şeyh Hüseyin bin Muhammed ile birlikte hac için yola çıktı Medîne-i münevvereye vardıklarında talebesi orada hastalandı Yakalandığı hastalık çok şiddetli idi Talebe nerede ise vefât edecekti Seyyid Abdullah Haddâdî hazretleri hastanın başı ucuna oturduğunda onun ömrünün bittiğini anladı Oradaki talebelerinden bir cemâati topladı ve; "Her biriniz onun selâmeti için duâ edin" buyurdu Seyyid Ömer Emin isimli talebe; "Efendim ben ömrümden bir kısmını ona hîbe ettim" dedi Bunun üzerine Seyyid hazretleri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabr-i şerîfine gidip duâ etti ve şefâat istedi Ziyâretten sonra Seyyid Abdullah Haddâdî sevinçle; "Allahü teâlâ duâmızı kabûl etti O istediğini yapmağa kâdirdir" buyurdu Allahü teâlânın izni ile talebesi Şeyh Hüseyin hastalıktan kurtuldu Bir zaman sonra Seyyid Abdullah, Yemen'in Terîm şehrinde iken buyurdu ki: "Bu sene Şeyh Hüseyin vefât edecek" Buyurduğu gibi o sene Şeyh Hüseyin Mekke-i mükerremede vefât etti

Abdullah Haddâdî çok eser yazdı Bunlardan bâzıları şunlardır: 1) İthâf-üs-Sâil bi Ecvibet-il-Mesâil, 2) Dîvân (Dürr-ül-Manzûm li Zevil Fâdıl vel-Fühûm), 3) Da'vet-üt-Tâmme vet-Tezkirat-ül-Âmme fil-Va'z, 4) Nesâyih-üd-Dîniyye, 5) El-Müâvenetü vel-Müâzerâtü lir-Râgıbîn

YAZDIKLARINIZI SUYA KOYUN

Seyyid Abdullah, uzun boylu ve gür saçlı olup, güler yüzlüydü Kendisine eziyet ve sıkıntı verenlere af ve sevgi ile muâmele ederdi Sözü, sohbeti hoş idi Bozuk ve kötü yolda bulunan bir kimse yanına geldiğinde onun iyi yola girmesi için bütün gücü ile çalışırdı Çok kerâmetleri görüldü Kerâmetlerini göstermekten çok çekinirdi Bâzı talebeleri kerâmetleri hakkında risâleler yazmışlardı Bu durumdan haberi olunca onları çağırıp; "Yazdığınız kâğıtları suya koyun Yazıdan hiçbir eser kalmasın" buyurdu Onlar da hocalarının dediğini yaptılar, sonra talebelerine; "Böyle şeyleri yazacağınıza dînî nasîhatler, îmân bilgileri, fıkıh bilgileri, fetvâ kitapları ve bunlar gibi faydalı kitaplarla meşgûl olmanız yazmanız daha uygun olur" buyurdu

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c6, s 85
2) Silk-üd-Dürer; c3, s 91
3) Esmâ-ül-Müellifîn; c1, s 480
4) Îzâh-ul-Meknûn; c1, s 4, 69
5) Brockelmann; Sup-2, s 386
6) El-A'lâm; c4, s 104
7) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s 128

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #29
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH HARRÂZ

Evliyânın büyüklerinden İsmi Abdullah bin Muhammed, künyesi Ebû Muhammed'dir Rey şehrinde doğup büyüdü Doğum târihi bilinmemektedir Hicrî 922 (H310) târihinde vefât etti

Abdullah el-Harrâz Rey ve Bağdâd'da ilim tahsîl etti Çok hadîs-i şerîf ezberledi Mâlik bin Enes'den hadîs-i şerîf rivâyet etti Kendisinden de Ebû Zür'a Ahmed bin Hanbel ve oğlu ile İmâm-ı Begavî ve Müslîm hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundular Abdullah el-Harrâz hazretleri evliyânın büyüklerinden Ebû İmrân Kebir'in sohbetlerinde mânevî olgunluğa kavuşup, kemâle geldiEbû Hafs Haddad ile görüştü İlim ve irfanı ziyâdeleşti Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin talebeleri ona çok hürmet eder, büyük bilirlerdi YıllarcaMekke-i mükerremede müsâfir olarak kaldı

Abdullah el-Harrâz harâm ve şüphelilerden çok sakınan bir zât idi Kimseden çekinmez dâimâ hakkı söylerdi Bir defâsında talebelerinden yirmi sekiz kişi ile birlikte hac yolculuğuna çıkmıştı Mekke'ye yakın bir yerde konakladılar Orada; "Yavrularım şimdi sizi Allahü teâlâya emânet ediyorum" buyurdu Talebeleri; "Efendim! siz nereye gidiyorsunuz?" diye sordular O; "Ben Rey'den buraya kadar sizinle sohbet ederek ve sizi gözeterek geldim Gönlümü size vermiştim Şimdi ise tekrar Rey'den tarafa gidiyorum Hac niyetimi oradan yapacağım İnşallah yine sizlere kavuşurum" buyurdu ve geri döndü

Muhammed bin Dâvûd Dîneverî anlatır:

Abdullah el-Harrâz Mekke-i mükerremede iken bir defâsında sohbetine gittim Dört gündür bir şey yememiştim Sohbete başladığında; "İçimizden biri dört gündür aç Açlıktan feryâd ediyor Yâni ben açım der gibi bir hâli var" dedi Sonra da; "Dünyâya gelen bir canlı Allahü teâlâdan ümid ettiği şeye kavuşunca hayâtını vermiş ne ehemmiyeti var?" buyurdu

Abdullah el-Harrâz talebelerine; "Bizim yolumuz fütüvvettir (cömertliktir) Yâni kimseden bir şey istemek değildir" buyururdu

Buyurdular ki:

"Kulların en aşağısı, namazını ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptığı ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katında kıymeti olduğunu zanneden kimsedir Eğer Allahü teâlânın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) işlerinin bile ne kadar zor olduğu görülürdü Nasıl böyle olmasın Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakın olan Resûlullah efendimiz bile, Allahü teâlânın rahmetinin kendisini örttüğünü buyurmuşlardır"

"Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir"

"Sabrın alâmeti şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir"

"Açlık zâhidlerin, dünyaya düşkün olmayanların; zikir âriflerin gıdâsıdır"

"Ağyâra yâni yâr ve dost olmayana iltifât etmemek, ona sırrı açıklamamak, yüzünü hakka dönmüş olmanın alâmetlerindendir"

Yûsuf bin Hüseyin der ki: "Abdullah el-Harrâz gibi bir kimse görmedim O da kendisi gibi kimse görmedi Çok mürüvvet sâhibi, herkesi görüp gözeten bir zât idi"

1) Tabakât-üs-Sûfiyye; s330
2) Risâle-i Kuşeyrî; s170
3) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s98
4) Târih-i Bağdâd; c10, s34-36
5) Nesâyim-ül-Mehabbe; s95
6) Nefehât-ül-Üns; s208

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #30
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH HASÎB YARDIMCI

Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddîn Efendinin halîfelerinden Mustafa Feyzî Efendinin talebesi

İsmi, Abdullah Hasîb olup soy ismi Yardımcı'dır Babası "Muâvin" nâmı ile bilinen Hâlis Efendioğlu Ali Efendi olup, Serez'de Câmi-i Atik imâmı, aynı zamanda Serez Rüşdiyesinde öğretmen ve müdür muâvini idi 1863 (H1280) senesinde Serez'de doğdu 1949 (H1368) senesinde İstanbul'da vefât etti Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanındadır

Serez'de dünyâya gelen Abdullah Hasîb Efendi, ilk tahsîlini memleketinde yaptı Orta tahsîlini Serez Rüşdiyesinde gördü Daha sonra İstanbul'a gönderilerek Çarşamba semtindeki Mahmûd Ağa medresesine devâm etti Orada on sene kadar ilim tahsîl etti 1893 senesinde Tokatlı Hacı Şâkir Efendiden müderrislik icâzeti aldı Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddîn Efendi de bu icâzet merâsiminde bulundu Sandıklılı Hasan Efendiye de intisâb etti Ayrıca Arap Hocadan "Tashîh-i hurûf" ve Hacı Nûri Efendiden kıraat (Kur'ân-ı kerîmi okuma) dersleri alarak kendine kırâat icâzeti verildi

Serez'e giderek babasının imâmlık yaptığı Câmi-i Atik'de vazife aldı Orada Buhârî dersleri okuttu Pekçok talebe ve hâfız yetiştirdi 1924 senesinde tekrar İstanbul'a gelip Eyüp Semtinde yerleşti Abdülazîz Bekkine ve MehmedZâhid Efendiler vâsıtasıyla Mustafa Feyzî Efendi ile tanıştı Mustafa Feyzî Efendinin sohbetlerine ve derslerine devâm etti Bu dersleri tâkib için Eyüp'ten Bâb-ı âlî'deki Fatma Sultan Câmiine kadar her sabah yaya olarak gelirdi Daha sonra aynı câmide vazîfe alıp câminin meşrutasına yerleşti Bilâhare Şehzâdebaşı Dâmâd İbrâhim Paşa Câmiinde İmâm-Hatiplik yaptı Mahmûd Paşa semtinde bir ev alarak oraya taşındı Dört defâ hacca gitti Son zamanlarında Kapalıçarşı Câmii hatibiydi 15 Mayıs 1949 (H1368) târihinde Cumartesiyi Pazara bağlayan gece vefât etti Edirnekapı Sakızağacı kabristanına defn edildi

Abdullah Hasîb Efendinin dört hanımından on yedi çocuğu olmuş, bunlardan yalnız Sâmi Yardımcı Bey hayatta kalmıştır

Abdullah Hasîb Efendi uzunca boylu, beyaz sakallı, nur yüzlü, çok yumuşak, hilim sâhibi bir kimse idi Peygamber efendimize karşı büyük sevgisi olup, hutbelerinde Peygamber efendimizden bahsederken her "Efdâl-ül-beşer" deyişinde göz yaşlarını tutamazdı Kendisi görünüşte yumuşak olmakla berâber dînî konularda sertti

Abdullah Hasîb Efendi zâhirî ve mânevî ilimlerde zamânının önde gelen simâlarındandı Çok oruç tutardı Râmûz el-Hadîs kitâbını uzun müddet Bâyezîd Câmii'nde, Çarşamba günleri öğleden sonra ders olarak okuttu

ŞEFÂAT YÂ RESÛLALLAH!

Abdullah Hasîb Efendinin Peygamber efendimiz için söylediği şiirlerinden:

Bana evvelce gösterdin senin ol gül cemâlini
Kulağıma işittirdin dahi şirin mekâlini
Sonunda perdeyi çektin esirgedin visâlini
Hasîb'in maksâdı ancak teşerrüftür cemâlinle
Senin dîdârına geldi şefâat yâ Resûlallah!

Giderse Cennet'e ahbâbu yârânım
Beni nâra sokarsa cürm ü isyânım
Dökülür yaşlarım hâke, çıkar eflâke efgânım
Hasîb'in başlıca arzûsu Cemâlullahı görmektir
Sana yalvarmaya geldi şefâat yâ Resûlallah!

1) Râmûz-ül-Ehâdîs Tercümesi önsözü

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.