Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
evliyalarımız

Evliyalarımız

Eski 03-11-2007   #1
[KAPLAN]
Varsayılan

Evliyalarımız



ABAPÛŞ-İ VELÎ

Anadolu evliyâsından İsmi Bâli Mehmed Çelebi olup, Bâlî Sultan olarak da bilinir Germiyan şehzâdelerinden Hızır Paşanın oğludur Dedesi Süleymân Şah, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin oğlu Sultan Veled'in kızı Mutahhara Sultan ile evli olduğundan, soyu Mevlânâ hazretlerine ulaşır Babası ona, saltanat elbisesi yerine tarîkat abası giydiği için "Abapûş-i Velî" lakabını vermiştir

Abapûş-i Velî, küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı Kısa zamanda ilim tahsîlini tamamladı Ahlâk ve edeb nümûnesi idi Küçük yaşta Mevleviyye tarîkatı büyüklerinin mânevî bakışlarına kavuştu İnsanlara doğru yolu göstermek üzere icâzet, diploma aldı

Devrinin büyük âlimleri ve devlet ileri gelenlerinin çoğu onun sohbetlerini tâkib ederlerdi Tîmûr Han Afyon taraflarına geldiğinde, onun bölgesine girmedi ve bâzı ihsânlarda bulunmak isteyince; "Bizim abamız, elbisemizi terk ve ihtiyaçsızlık elbisesidir" deyip kabûl etmedi Tîmûr Han Abapûşî hakkında; "Böyle zatlar boş değildir Allahü teâlâdan başkasından ne korkarlar, ne bir şey beklerler Şahların gönüllerinde onların heybeti, korkusu yer etmiştir" dedi

Abapûş-i Velî ömrünün sonlarını babasından kalan dergâhında yalnız geçirdi Devamlı ibâdetle meşgûl olurdu Talebeleri ve sevenleri huzuruna gidip ders ve sohbetlerini dinler, ondan istifâde ederlerdi Çeşitli zamanlarda insanlar arasına çıkıp, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatır, herkesi iyiliğe teşvik ederdi

Vefâtından önce kendi evine geçen Abapûş-i Velî, üç gün sonra 1485 (H890) senesinde vefât etti Afyonkarahisar Mevlevî Dergâhının bahçesine defnedildi Definden sonra bâzı hâller görüldü Talebeleri bunları hocalarının kerâmeti olarak kabûl ettiler Bu sırada sâdece görünüşe bakarak konuşanlardan birisi bu hâllerin, talebeler tarafından uydurulduğunu, bunların aslının olmayacağı gibi sözler söyledi Ayrıca kabre inkâr gözü ile baktığı anda, Allahü teâlânın gazâbına uğrayarak gözleri görmez oldu, dili tutuldu Baştan ayağa kadar bütün vücûdu titremeye başladı Bu hâle yakalandığının üçüncü günü kötü bir vaziyette öldü Allahü teâlânın evliyâsı hakkında uygunsuz konuşmanın, onu inkâr etmenin cezâsını hemen gördü

1) Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye; (Sâkıb Dede; Mısır 1283) c1, s4

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #2
[KAPLAN]
Varsayılan


ABBÂDÎ

Meşhûr tasavvuf âlimlerinden İsmi Muzaffer bin Erdeşir bin Ebî Mensur el-Mervezî'dir Merv şehrinin bir köyüne nisbetle Abbâdî diye meşhur olmuştur Künyesi Ebû Mansur, lakabı Kutbüddîn'dir 1098 (H491)'de Merv şehrinde doğdu 1152 (H 547) senesinde Huzistan'da, Asker Mükrem denilen yerde vefât ettiSonradan Bağdâd'a nakledildi Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin kabrinin bulunduğu Şunîziyye kabristanına defn edildi

İlim öğrenmeye Merv'de başladı Nasrullah ibni Ahmed bin Erdeşir, Nasrullah ibni Ahmed el-Huşamî, İsmâil bin Abdulgafûr el-Fârisî, Abdulgaffâr eş-Şirevî, Zâhir bin Tâhir, Abdülmünîm bin el-Kuşeyrî gibi zamânının meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi, hadîs-i şerîf dinleyip rivâyet etti Kendisinden ise Ebû Muhammed el-Akdân hadîs-i şerîf işitti

Güvenilir bir hadîs râvisidir Vâz ve nasîhatlarıyla şöhret bulmuştur Hitâbeti çok düzgün, tesirli ve anlatım gücü kuvvetli idi Halk onun vâzlarından çok istifâde edip, şevkle dinlerdi Ona, "Sultan-ı Suhan", "Hâce-i Mânâ" ve zamânının allâmesi, en büyük âlimi mânâsında "Allâme-i Rüzgâr" gibi medhedici ünvânlar verilmiştir Bu derece tanınıp sevildikten sonra Selçuklu hükümdârı Sultan Sencer onu Abbâsî halîfesi Muktefî Liemrillâh'a elçi olarak gönderdi

Abbâdî'nin tasavvuf ilminde, tasavvufun pekçok konularını açıklayan Sûfînâme adlı eseri vardır Bundan başka Menâkıb-us-Sûfiyye, hazret-i Ali ve Ehl-i beytin fazîleti hakkında Merâsîmü'd-Dîn fî Mevâsim-ül-Yakîn adlı eseri bulunmaktadır Mî'râcnâme ve Vesîle ilâ Fazîlet-il-Fazîle diğer eserleridir İbâhat-ül-Hamr adlı bir eserinden bahsedilmiş ise de Semnânî ve İbn-i Hacer gibi âlimler böyle bir eserinin bulunmadığını bildirmişlerdir

Buyurdu ki: "Kabre yılanlar dışardan gelir sanmayınız Sizin kötü amelleriniz kabirde sizin için engerek yılanıdır Dünyâda iken yediğiniz haramlar da kabre yılan olarak gelir"

1) Vefeyât-ül-A'yân; c5, s212
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye; c7, s299
3) El-Bidâye ven-Nihâye; c12, s230
4) Mu'cem-ül-Müellifîn; c12, s297
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c7, s144

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #3
[KAPLAN]
Varsayılan


ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ

Hadîs âlimi, hatîb ve velî Künyesi Ebü'l-Fadl'dır Evliyâdan Ebû Bekr Hafîd'in torunudur 900 (H 288) senesinde vefât etti Zünnûn-i Mısrî ve Bâyezîd-i Bistâmî ile sohbet etmiştir Hadîs-i şerîf öğrenmek için memleketleri gezerdi Evliyânın meşhûrlarından ve Şam'ın güzel kokulu çiçeği diye meşhur Ahmed bin Ebi'l-Havârî hazretlerinden hadîs-i şerîf okudu Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı İnsanlara doğru yolu gösterir, İslâmiyetin emirlerine sıkı sarılmaları için çok gayret sarfederdi Vâz ve nasîhatlar ederdi Bu sebeple "El-Vâiz" lakabıyla meşhûr oldu

Hasan bin Muhammed Nişâbûrî annesinden şöyle nakletti: Annem vefât etmeden önce bana; "Sana hâmile iken babandan izin alıp Abbâs bin Hamza'nın sohbet ettiği yere gittim Münâsib bir yere durup, onu dinledim Sohbetini bitirince; "Ayağa kalkınız" dediHerkes kalktı ve hep birlikte ellerini açıp duâ etmeye başladılar Ben de el açıp; "Yâ Rabbî! Bana ilim sâhibi sâlih oğul ihsân et" diye duâ ettim Sonra eve döndüm Gece bir rüyâ gördüm, bir zât bana; "Müjde Allahü teâlâ senin duânı kabul buyurdu Sana bir erkek evlâd verecek Oâlim ve uzun ömürlü olacak" dedi

Hasan bin Muhammed bunu anlattıktan dört gün sonra vefât etti Annesinin rüyâsında müjdelendiği gibi âlim ve uzun ömürlü bir zât idi

Abbâs bin Hamza hazretleri, hocasıZünnûn-i Mısrî'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"İnsanlar neyi istediklerini bilselerdi, arzu ettikleri şey için verdikleri onlara zor gelmezdi"

"Ey Allahım! Ben nasıl senin rızân için çalışmayayım, çünkü sen beni yoktan vâr ettin ve İslâmiyetle şereflenmemi nasîb ettin"

Abbâs bin Hamza (raleyh) buyurdu ki: "Hocam Ahmed bin Ebi'l-Havârî, hocası Ebû Süleymân Dârânî'den nakletti: "Bir vaktin insanlarının bozulduğuna alâmet, o insanların korkudan çok ümid içinde olmalarıdır"

"Ârif olana, devamlı olarak Rabbinin emirlerine itâattan başka bir hâl yakışmaz"

Yine hocası Ahmed bin Ebi'l-Havârî'den nakleder: "Dünyâyı tanıyan ondan vazgeçer, âhireti tanıyan ona sarılır, Allahü teâlâyı tanıyan da O'nun rızâsına kavuşmak için çalışır"

1) Tabakât-üs-Sûfiyye; s 25,26,139
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye; c3, s 26
3) Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s 121
4) Tabakât-üs-Sûfiyye (Ensârî); s 119
5) Hazînet-ül-Meârif; c2, s165
6) Nesâyim-ül-Mehabbe; s43
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c3, s54

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #4
[KAPLAN]
Varsayılan


ABBAS MEHDİ

Erzurum'un Mehdî Abbas Mahallesine ismini veren bu mübârek zâtın Saltukoğulları devrinde yaşadığı tahmin edilmektedir Türbenin yakınında Abbas Mehdî'nin yaptırdığı bir de mescid bulunmakta olup son yıllarda tamir görmüştür Türbedeki dört kabirden yalnız birinin kitâbesi vardır Bu mezarda Kağızmani medresesini yaptıran Hacı Mehmed'in torunu ve aynı zamanda medresenin ikinci vâkıfı Ahmed Ağa yatmaktadır Vefâtı 1845 (H1262)'dir Medrese ise günümüze ulaşmamıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #5
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDİL DEDE

Denizli'nin Acıpayam ilçesine bağlı Darıveren kasabasında medfundur 1071'de Sultan Alparslan'ın Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu'da İslâmiyeti yayan derviş gazilerdendir Avşar ovasında Bizanslılarla yapılan savaşlarda gösterdiği kahramanlık ve kerâmetleri halk arasında söylene gelmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #6
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ

Dokuzuncu yüzyıldaki hadîs âlimlerinin meşhûrlarından Ömerî ismiyle de tanınmıştır 800 (H184) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti Babasından ve diğer âlimlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti Kendisinden ise Süleymân bin Muhammed bin Yahyâ bin Urve bin Zübeyr, İbn-i Uyeyne, İbn-i Mübârek, Mûsâ bin İbrâhim gibi âlimler hadîs-i şerîf bildirmişlerdir

İbn-i Hibbân; "O, zamânının en zâhidi idi Dünyâya düşkün olmıyan, âbid, hadîs ilminde sika, güvenilir bir âlim idi" demiştir

Fudayl bin İyâd buyurdu ki: "Abdullah bin Abdülazîz ile İbn-i Mübârek'in huzûruna gidip, yanında bulunmayı çok seviyorum"

Ebû Ca'fer el-Hızâ, Abdullah Ömerî'nin bir gün büyüklerden birisinin şu sözünü naklettiğini bildirdi: "Kur'ân-ı kerîmi çok okumalı Çünkü, Kur'ân-ı kerîm, okunup emirlerine uyulduğu zaman Cennet'e götürür"

Abdullah Ömerî hazretleri dâimâ kitaplarıyla beraberdi Onları yanından hiç ayırmazdı Mutlakâ yanında bakacağı bir kitap bulunurdu Ona; "Niçin kitapları bu kadar seviyorsun?" dediler O, bunlara şu sözlerle cevap verdi: "İnsana kabirden daha ibret verici ve daha çok nasîhat eden bir şey yoktur Yalnızlıktan daha emin bir şey yoktur Kitap ise, insana yakın ve samîmî bir arkadaştır"

Bir gün şöyle duâ etti: "Yâ Rabbî! Sana, büyüğümüz, küçüğümüz tövbe ederiz Tövbelerimizi, doğru kıl Bizi tövbesine uymayanlardan eyleme, Allahım!"

Ebû Münzir İsmâil bin Ömer anlattı Abdullah Ömerî şöyle diyordu: "İnsanoğlu gaflete dalar ise, Allahü teâlânın emirlerini yapmaz ve yasakladığı şeyleri yapmaya başlar İnsanlardan korkarak, emr-i ma'rûf ve nehy-i an-il-münker; iyiliği emredip, kötülüklerden alıkoyma farzını terkeder"

Birisi Abdullah bin Abdülazîz'e; "Bana nasîhat et" dedi Bunun üzerine, o zâta dönerek; "Verâ, şüphelilerden sakınmak çok kıymetli bir haslettir İnsanın kalbinde verânın bulunması, bütün dünyâya bedeldir Onun için, bir şey şüpheli ise ondan sakın Yoksa haram işlersin" dedi

Talebelerinden biri; "Şükredici ve sabredici kimlerdir?" diye sorduğunda, Enes bin Mâlik'den rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfi okudu Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Dünyâ husûsunda, kendisinden yukarı olanlara, din husûsunda kendisinden aşağıda olanlara bakan kimseyi, Allahü teâlâ şükredici ve sabredici olarak yazmaz Dünyâ husûsunda kendisinden aşağıda olanlara bakıp, din husûsunda kendisinden yukarıda olana bakan kimseyi Allahü teâlâ, şükreden ve sabırlı bir kul olarak yazar"

Eshâb-ı kirâma karşı çok muhabbeti vardı Onlar Peygamber efendimizin en yakınları, dostları, arkadaşları olduğu için bütün müslümanların onları sevmesini emrederdi

İbrâhim bin Sa'd'dan rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfi sık sık okurdu: "Eshâbım hakkında, Allahü teâlâdan korkun Sakın benden sonra onlara düşmanlık yapmayınız Onları seven beni sevdiği için sever Onlara buğzeden, kin tutan, bana düşmanlığından dolayı böyle yapmış olur Onlara eziyet eden, bana eziyet etmiş olur Bana eziyet eden, Allahü teâlâya eziyet etmiş olur Kim Allahü teâlâya eziyet ederse, Allahü teâlânın onu cezalandırması çok yaklaşmış demektir"

Duâların kabûl olması ile ilgili olarak sorduklarında Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîflerini nakletti: "Allahü teâlâya yalvarıp duâ etmeden önce ma'rufu (iyiliği) emredip, münkerden nehyediniz Günahınıza pişman olup, Allahü teâlâdan af ve mağfiret dilemeden önce, elbette Allahü teâlâ sizin duâlarınızı kabul etmeyecek O zaman af ve mağfiret de olunmayacaksınız Yahûdî âlimler ve hıristiyan din adamları emr-i ma'ruf ve nehy-i an-il-münkeri terkettikleri için, Allahü teâlâ onları, kendi peygamberlerinin lisânı üzere lânetleyip, umumî bir belâ vermiştir"

KABİR AZABINI HATIRLAYIN

Muhammed bin Harb el-Mekkî şöyle anlatır:

Abdullah bin Abdülazîz Ömerî hazretleri yanımıza gelmişti Onun etrafına toplandık Mekke-i mükerremenin ileri gelenleri de oradaydı Bu sırada Abdülazîz Ömerî hazretleri başını kaldırınca, Kâbe-i muâzzamanın etrafında yükselen sarayları gördü Şiddetli bir şekilde bağırarak; "Ey bu köşkleri bu mukaddes mekanın yanına dikenler! Ölünce, yapayalnız kalacağınız mezarların zifiri karanlıklarını hatırlayınız Ey zevk ve sefâ sahipleri, ey dünyâ nîmetleri içerisinde yüzenler! Kabirde, kurtların, böceklerin, yiyecekleri ve gıdâları olacağınızı, şu güzel vücutlarınızın, toprak altında çürüyeceğini, o gören gözlerinizin akacağını, konuşan dillerinizin susacağını hiç düşündünüz mü?" Abdülazîz hazretleri bunları söyleyince gözleri doldu

1) Hilyet-ül Evliyâ; c8, s 283
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c5, s 302
3) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c5, s 435
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c2, s90
5) Tabakât-ül-Kübrâ (İmâm-ı Şa'rânî); c1, s65

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #7
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ

Evliyânın büyüklerinden İsmi Abdullah bin Abdülazîz bin Ca'fer el-Yuneynî'dir Künyesi Ebû Osman'dır Doğum târihi bilinmemekle berâber 1136 (H530) senesinden sonra Sûriye'de Ba'lbek beldesine bağlı Yuneyn köyünde doğduğu kaydedilmiştir 1220 (H617) senesinde vefât etti Ömrü seksen sene civârında idi Defnedildiği yere türbe yapıldı Türbesi Ba'lbek'de olup, istifâde edilen bir ziyâretgâhtır Şam'da zamânının âlim ve velîlerinden ilim ve feyz alarak yetişti Zühd sâhibi, dünyâya düşkün olmayan, heybetli, uzun boylu, cesur, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, gece-gündüz dîn-i İslâmı yaymak için uğraşan, Allahü teâlâyı bir an unutmayan, şânı yüksek, kerâmet sâhibi bir zât idi Ba'lbek vâlisi kendisini ziyâret ettiğinde, ona adâletle davranmasını tenbîh eder ve nasîhatta bulunurdu

Es-Sehâvî şöyle anlatır: "Ebû Osman el-Yuneynî, senede üç dirhem ile geçinirdi Bir dirhemiyle un alır, bir dirhemiyle yağ, bir dirhemiyle de bal alırdı Bunları karıştırıp, yuvarlak yuvarlak üç yüz altmış tâne köfte gibi parçalar yapardı Bayram günleri hariç devamlı oruçlu olduğundan her akşam biri ile iftâr ederdi"

İbn-i Şühbe Târih-i İslâm adlı eserinde onun için; "Ebû Osman, aslenBa'lbek köylerinden olan Yuneyn köyündendir Kerâmet sâhibi bir zât olup, nefsiyle çok mücâdele ederdi Kimseden bir şey almazdı Aza kanâat eden iffet sâhibi bir zât idi" demiştir

Şeyh Muhammed bin Ebi'l-Fadl şöyle anlatmıştır: "Zamânın sultânı Sultan Îsâ, bir gün Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin huzûruna gelip; "Efendim! Bize duâ ve nasîhat ediniz" deyince; "Ey Sultan! Zulümden, kötülüklerden, şakî olmaktan sakın Babanda bu haller görülmüştü Sen öyle olma!" dedi"

Bu sultan da, tebeasına âdil davranmıyordu Bu bakımdan, söylenilen sözlere kulak asmadan kalkıp gittiği gibi Abdullah bin Abdülazîz hazretlerine de bir hîle yapmayı düşündü Üç bin altın götürüp, hediyemizdir, ihtiyaçlarınıza harcayınız diye vererek deneyecek, kabul ederse hemen geri alacaktı Ertesi gün hilesini yapmak üzere huzuruna tekrar gitti Yanında götürdüğü üç bin dirhemi önüne bırakıp; "Efendim, bunlar size hediyemizdir Buyurun, dergâhınızın ihtiyaçlarına harcarsınız!" dedi Abdullah bin Abdülazîz hazretleri sultana vakar ve heybetle bakıp; "Ey câhil! Kalk hemen buradan git! Bizi denemeye kalkışıyorsun! Biz Allahü teâlâya duâ edersek yer yarılır seni yutar Bizi parayla ölçmek istiyorsun Biz isteyince Allahü teâlânın izniyle şu oturduğumuz seccâdenin altından, birinden gümüş diğerinden altın akan iki çeşme ortaya çıkar! Su gibi altın ve gümüş akar" dedi

Bu sözleri söyledikten sonra seccâdenin kenarını kaldırdı Huzûrunda bulunanlar iki çeşme gördüler, birincisinden altın diğerinden de gümüş su gibi akıyordu

Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin zamânında Melîk Emced bir imârethâne yaptırıyordu Binânın inşâsında büyük taşlar kullanmak istedi Beldesinde bulunan büyük taşların kırılıp yontulmasını emretti Ancak bu işle uğraşanlar taşları parçalamaya güç yetiremediler Ne kadar uğraştılarsa da âletleri bu iş için kâfi gelmedi ve çaresiz kaldılar Abdullah bin Abdülazîz hazretlerine gidip durumu anlattılar ve yardım istediler O da yardım etmeyi kabûl edip taşların bulunduğu yere geleceğini söyledi Beklemeye başladılar Baktılar ki havada yürüyerek geliyor Sonra, gelip havada tam taşların üstünde durdu Taşlar onun himmetiyle ve Allahü teâlânın izniyle gözleri önünde istenildiği gibi parça parça ayrıldı Bu hâdiseye çok şaşan işçiler, gidip durumu Melik Emced'e anlattılar Melik buna hem çok hayret etti hem de pek memnun oldu Derhal huzuruna gidip hürmetle elini öperek teşekkür etti

İbn-i Şühbe şöyle anlatmıştır:

Hanımımın bir örtüye ihtiyâcı vardı Satın almamı istedi Borcum olduğunu, bu sebeple alamayacağımı söyledim O gece uyudum Rüyâda bana; "İbrâhim Halîlullah'ı görmek istersen, Abdullah bin Abdülazîz el-Yuneynî'ye bak!" dendi

Sabahleyin, Abdullah el-Yuneynî'nin bulunduğu yere gittim Beni görünce, beklememi istediler ve evlerine gidip geldiler Berâberlerinde, bir örtü ve borcum kadar para vardı Onları bana verdi Alıp evime döndüm

Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin vefâtı şöyle anlatılır:

Bir cumâ günü yıkanmak üzere hamama gitti Cumâ namazı için gusl abdesti aldı Sonra câmiye gelip, cumâ namazını kıldı Sonra Dâvûd ismindeki müezzine; "Ey Dâvûd! Sen cenâze yıkar mısın? Yarın sabah bak neler olacak!" dedi

Müezzin bir şey anlamayıp; "Efendim biz sizin emrinizdeyiz" diyebildi

Oradan ayrılıp dergâhına geldi Talebelerini, her zaman altında oturduğu ağacın yanına çağırdı ve; "Beni, buraya defnedin!" diye vasiyet etti O gece bütün talebeleriyle sohbet etti ve onlara ayrı ayrı duâ etti Talebelerinden biri; "Efendim zât-ı âliniz için, tatlı menbâ suyu getirmişler içer misiniz?" diyerek ikrâm etti

Suyu alıp içti Kalanıyla da abdest aldı Sabah namazını cemâatle kıldıktan sonra, her zaman çıktığı minderin üzerine çıkıp, kıbleye doğru bağdaş kurup oturdu Her zaman olduğu gibi tesbihi elinde idi O hâlde hiç kimse ile konuşmadı Herkes onun uyuduğunu zannedip yavaşça oradan ayrıldı

Bir ara hizmetçisi bir şey sormak için yanına girdi Uyuyor zannederek geri çıktı Bir süre sonra; "Hocamız bu kadar geç kalmazdı!" diye düşünerek, tekrar odaya girdi ve; "Yâ Seyyidî, ey efendim!" diye seslendi Ebû Osman el-Yuneynî hiç ses vermedi Yanına gidip baktığında, vefât ettiğini gördü Hemen Melik Emced'e haber verdiler Derhal dergâha geldi Ebû Osman Abdullah'ın hiç renginin değişmediğini ve bağdaş kurmuş bir hâlde vefât etmiş olduğunu gördü Cenâze işlerine başladıklarında Müezzin Dâvûd gelip, Ebû Osman Abdullah'ı yıkadı O zaman Müezzin Dâvûd'a; "Yarın sabah bak neler olacak" demesinin, vefâtına işâret olduğunu anladılar Vasiyeti üzere, talebeleriyle altında sohbet ettiği ağacın dibine defnedildi Daha sonra buraya velilerden pek çok kimse defnedildi

Abdullah bin Abdülazîz el-Yuneynîhazretleri bir şiiri devamlı okuyup, ağlardı Bu şiirin mânâsı şöyledir:

"Ey benim şefâatçım! Bütün arzum, özlem ve iştiyâkım sizedir Bütün kerîmler, cömertler kendilerinden şefâat istenilince kâbûl ederler Benim özrüm, sizin arzunuzda esir olmaktır Aşk ateşiyle yanıp esir olan kişilerin boynu bükük olur Benim size olan bu özrümü kâbûl ederseniz ne iyi ve ne güzeldir Eğer kabûl etmezseniz, seven büyük bir yük yüklenmiştir Size karşı benim sabrım vardır Benim için bu sevgiliye kavuşmak, ulaşmak vardır"

BUNLAR ŞARAPTI

Kâdı Yâkûb şöyle anlatır:

Birgün Şam'da bir mescidin kenarındaydım Orada bir köprü vardı Hava çok sıcaktı Abdullah el-Yuneynî, abdest almak için dereye indi O sırada bir nasrânî, şarap yüklü katırı ile köprüden geçiyordu Katır bir ara ürktü ve yük yere yıkıldı Çevrede başka kimse yoktu Abdullah el-Yuneynî, yukarı çıkıp bana; "Yükü yüklemeye yardım et!" dedi

Nasrânîye yardım ettim ve yükü katıra yükledik Nasrânî, oradan uzaklaşıp gitti Kendi kendime; "Bu zât böyle yapmamı niye istedi?" diye düşündüm Sonra nasrânîyi tâkib ettim Nasrânî, katırıyla şarap satan bir dükkânın önüne geldi Katırdaki yükü indirip açtı Hepsi sirke olmuştu Şarap satıcısı; "Yazıklar olsun sana! Senden şarap getirmeni istedim Bunlar sirke!" dedi

Nasrânî hayretten dona kalmıştı Şaşkınlığından ağlamağa başladı ve; "Bunlar şaraptı Fakat neden sirke oldu sebebini anladım!" diyerek hemen katırını bir yere bağladı Doğru Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin dergâhına koştu Huzûruna girer girmez: "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü" diyerek müslüman oldu ve artık huzûrundan ayrılmayıp talebeleri arasına girdi

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s 110
2) Şezerât-üz-Zeheb; c5, s73
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c7, s378

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #8
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN ABDÜLGANÎ EL-MAKDİSÎ

Evliyânın büyüklerinden, hadis ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi Künyesi Ebû Mûsâ olup, ismi, Abdullah bin Abdülganî bin Abdülvâhid bin Ali el-Makdisî'dir Lakabı Cemâlüddîn'dir 1185 (H581) senesi şevvâl ayında doğdu 1232 (H629) senesi ramazan ayında cumâ günü Şam'da vefât etti

Abdullah el-Makdisî, Kur'ân-ı kerîmi amcası Şeyh el-İmâd'dan öğrendi Fıkıh ilmini Şeyh Muvaffakuddîn'den, Arab dilinin inceliklerini ise Ebi'l-Bekâ el-Akberî'den öğrendi Şam'da; Abdurrahmân bin Ali el-Harkî, İsmâil el-Cinzevî ve Ebû Tâhir el-Huşûî'den, Bağdâd'da; Abdülmün'îm bin Küleyb, El-Mübârek bin Matuş ve Mes'ûd El-Cemâl'dan, İsfehan'da; Halîl er-Râzânî ve Ebü'l-Mekârim el-Lebbân'dan, Mısır'da; Ebû Abdullah el-Ertâhî ve oğlu Sa'd-ül-Hayr'dan, Nişâbûr'da; Mensûr el-Ferâvî, El-Müeyyid et-Tûsî'den ve birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi, yazdı ve rivâyette bulundu Bunun yanında Mûsul, Erbil, Mekke ve Medîne'ye de gidip hadîs-i şerîf dinledi

Kendisinden ise; Hâfız ez-Ziyâ, Şeyh Şemsüddîn, Şeyh-ül-Fahr, Şems ibni Hâzım, Şems İbn-ül-Vâsıtî, Nasrullah bin Iyâş, Nasrullah Sa'd-ül-Hayr ve birçok âlim hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundular Kendisinden icâzet (diploma) almak sûretiyle en son rivâyette bulunan, Kâdı Takıyyüddîn el-Hanbelî'dir

İbn-ül-Hacîb onun hakkında

Hâfız Cemâlüddîn, sağlam, güvenilir, dînine son derece bağlı bir zâttır Emâneti koruma, mârifet, ezberinin kuvvetli olması hususlarında, zamânımızda bir benzeri yoktu Çok mütevâzî, heybetli, vakûr, ağırbaşlı, cömert, müsâmehakâr, aklı selîm sâhibi, özür dileyenin özrünü kabûl edici, çok ibâdet eden, vera' sâhibi, her an nefsi ile mücâdele eden bir zât idi" demektedir

Hâfız ez-Ziyâ ise onun hakkında; "Kur'ân-ı kerîmi kırâatına uygun, doğru ve güzel okurdu Ebû Mûsâ, fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde zamanının büyük âlimi oldu Birçok yere ilim öğrenmek için gitti Çok kere bu yolculukları yürüyerek yaptı Her hâliyle örnek, kendisine uyulan bir zât oldu İnsanlar, onun derslerinden çok istifâde ettiler" demektedir

Ebû Mûsâ, İsfehan veNişâbûr'a ilim öğrenmek için yalınayak giderdi Yolda açlık ve susuzluk sıkıntılarına da göğüs gererdi Melik el-Eşref, onun için Sefh'de kendi ismiyle bir hadîs külliyesi yaptırdı ve Ebû Mûsâ'yı buraya idareci ve müderris tâyin etti

Zekîyyüddîn el-Berzâlî ise; "Hâfız Cemâlüddîn, sağlam, dînine bağlı olup ve doğruyu yanlıştan ayırırdı" demiştir

Muhammed bin Selâm onun için; "Ebû Mûsâ, bir müzâkere, ders meclisi kurdu Pek çok kimse akın akın ona koştu O, ilim ve edeb olarak bütün üstünlükleri kendisinde toplamıştır" demektedir

Ebû Mûsâ hazretleri vefât ettikten sonra, talebelerinden pek çoğu rüyâda gördüler Bir talebesi onu rüyâda gördü ve; "Size nasıl muâmele yapıldı?" diye sordu "Allahü teâlânın ihsânı ve ikrâmı ile nîmetler içindeyim" dedi Bir başkası onu rü'yâsında gördü ve; "Haliniz nasıldır?" diye sordu Ona da; "Hayra kavuştum" diye cevap verdi

Ebû Mûsâ el-Makdisî bir talebesine rü'yâda şöyle dedi:

Yavrum! Benim, dünyâda iken okuduğum ve size yazdırıp öğrettiğim duâya devâm et O duâ, sana yazdırdığım falan kâğıttadır O duâ; "Yâ Rabbî! Sen benim Rabbimsin Senden başka ilâh yoktur Ancak sen varsın Beni yoktan yarattın Ben senin kulunum" duâsı olup, dünyâda çok okunması sebebiyle burada kurtuluşuma sebeb oldu Ona devâm et!

Vefâtı sebebiyle, Yûsuf bin Abdülmün'îm, söylediği kasîdede onun hakkında özetle şöyle der: "Ölümüyle berâber sevinç ve neş'enin yok olduğu kimseye üzülmemek elde değildir Şâyet o kişi yaşasaydı, dîni öğretir, insanlara Allahü teâlânın yolunu gösterir ve sünnetleri yayardı"

1) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; c2, s 185
2) Şezerât-üz-Zeheb; c5, s 131
3) Mu'cem-ül-Müellifin; c6, s 76
4) Tezkiret-ül-Huffâz; c4, s 1408
5) Tabakât-ül-Huffâz; s 495
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c7 s 381

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #9
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH EL-ACEMÎ

Evliyânın büyüklerinden İsmi, Şeyh Abdullah el-Acemî'dir Doğum târihi bilinmemektedir Haleb civârında Bire yakınındaki Kefertaşe köyünde ikâmet ederdi Bağ-bahçe ile uğraşır, çiftçilik yapardı Üstün hâller ve kerâmetler sâhibi bir zâttı 1242 (H 640) senesinde doğduğu yer olan Kefertaşe köyünde vefât etti Kabri ziyâret mahallidir

Menkıbelerinden bâzıları şöyle nakledilmiştir:

Zamânın sultânı Melîk Zâhir Mücirüddîn, bir defâsında Abdullah el-Acemî hazretlerinin köyüne gitmişti Abdullah el-Acemî bahçelerde bekçilik yapıyordu Melik onu bir bahçe içinde görüp:

"Ey Genç! Bize tatlı bir nar getir" deyince, bulunduğu bahçedeki bir nar ağacından nar koparıp götürdü Melik kesip tadına baktı ve; "Bu nar ekşi sen nasıl bekçisin narın ekşisini tatlısını ayırd edemiyorsun?" dedi

Abdullah el-Acemî kendisine âid olmayan meyvelerden hiç yemediği için, ekşisini tatlısını bilmiyordu Melîk'in sözleri üzerine hem üzüldü hem de mahcûb oldu Gidip bir ağacın altında namaza durdu ve iki rekat namaz kılıp şöyle duâ etti: "Yâ Rabbî bana hangi narın tatlı olduğunu bildir, gidip Melîk'e vereyim"

Onun namaz kılışını ve duâ edişini seyreden Melik hayretinden atın üstünde donakalmıştı Çünkü ağaçlar da onunla secdeye gidiyorlardı Hayatında ilk defa böyle bir halle karşılaşıyordu Hayretle; "Ağaçlar! Evet, ağaçlar! O secdeye kapandıkça ağaçlar da secdeye kapandılar! Demek bu genç erenlerden!" diyerek atından indi Ayakta durarak Abdullah el-Acemî hazretlerine sevgiyle baktı Sonra koşup ayaklarına kapandı

Abdullah el-Acemî hazretleri geri çekilerek böyle yapmasına mânî olmak isteyince Melik Zâhir; "Sen namaz kılarken şu bahçenin bütün ağaçları seninle birlikte secdeye kapandılar Bunun kerametiniz olduğunu anladım Sen mübârek bir kimsesin"dedi Abdullah el-Acemî'nin; "Belki hâyâl gördünüz" buyurması üzerine;

"Hayır! Vallahi gerçek gördüm Melik aslında sizsiniz Biz Melik değil sizlerin hizmetçisiyiz" dedi

Bu konuşmalardan sonra Melik Zâhir ona duyduğu yakınlığı daha da artırmak istedi Ona ısınmış, kalbi kaynamıştı:

"Benim edebli ve sana lâyık bir kızım var Onu size nikahlamak isterim" O; "Efendim ben, malı mülkü olmayan, bir garibim" cevabını verdi

Fakat Melîk niyetinde kararlı ve çok ısrarlı idi Abdullah el-Acemî hazretleri onun bu samîmî ve candan isteği karşısında teklîfini geri çevirmedi Nikâhları yapıldı

Melik Zâhir saraya gidip durumu hanımına anlatınca o da memnun olup, kızının çeyizini düzdü Sonra, kızını sultan kızına lâyık bir şekilde develer yükü çeyizle gönderdi

Düğün alayı Abdullah el-Acemî'nin köyüne yaklaşınca haberciler durumu Abdullah Acemî hazretlerine bildirdiler Bu haber üzerine düğün alayını karşıladı Sultanın kızı bir deve üstünde tahtırevan içinde geliyordu Peşinde de katar hâlindeki develer üzerinde yükler dolusu eşyâ vardı Sultanın kızına yaklaşıp; "Ey Sultân kızı! Benim hanımım olmayı mâdem ki kabul ettin, şimdi senden bazı isteklerim var!" deyince kız; "Evet, buyurun söyleyin" dedi

"O halde şimdi, sen üzerinde bulunduğun deveden in! Üzerindeki o süslü elbiselerin yerine benim vereceğim şu sâde elbiseyi giy Sonra şuradaki bahçıvan evine gir" buyurdu

Kız isteğini memnuniyetle yerine getirdi

Melik Zâhir ile Abdullah el-Acemî hazretlerinin arasında geçen bu hâdise Irak'ta evliyâ bir zât ve talebeleri tarafından duyulmuştu Ziyâret etmek için Abdullah el-Acemî'nin köyüne geldiler

Köye geldiklerinde, Abdullah el-Acemî bahçede çalışıyor, bahçenin otlarını topluyordu Gelen ziyâretçi heyetinin reisi Allahü teâlâya duâ etti ve otlara işaret etti Allahü teâlânın izni ile otlar bir yere toplandı Abdullah el-Acemî hazretleri onları karşıladıktan sonra; "Niçin böyle yaptınız?" diye sordu O zât; "Efendim sizin yorulmamanızı, nasihat etmenizi istedim" deyince de;

"Biz, böyle olmasını isteseydik, Allahü teâlânın izni ile otlar toplanırdı Lâkin biz alın teri ile lokma yeriz" dedi ve alnında toplanan terleri sildi Terleri parmaklarından damla damla toprağa döküldü Sonra; "Ey bahçemin otları eski bulunduğunuz yere dönünüz" dedi Otlar bahçeye yayılıp eski hallerini aldılar

Ziyâretine gelen zât onun yanından ayrılmadı Vefâtına kadar hizmetinde ve sohbetinde bulundu

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2 s113
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c8 s 12
__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #10
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN AVN

Peygamber efendimizin arkadaşlarını gören büyük velîlerden İsmi Abdullah bin Avn bin Ertabân el-Müzenî'dir İbn-i Avn diye de bilinir Basra'da doğdu Doğum târihi bilinmemektedir Hadîs-i şerîf mütehassısı olarak Basra'da şöhret buldu 768 (H151) senesinde vefât etti

Abdullah bin Avn, devrinin büyük âlimlerinden okudu Hadîs-i şerîf ilminde zamânın önde gelen âlimleri arasına girdi Semâme bin Abdullah bin Enes, Muhammed ibni Sîrîn, İbrâhim en-Nehaî, Ziyâd bin Cübeyr bin Hayve, Kâsım bin Muhammed, Hasan-ı Basrî, Şa'bî, Mücâhid ve başkalarından hadîs-i şerîf rivâyet etti

Hadîs-i şerîf öğrenmek için Mekke, Medîne, Kûfe, Basra ve daha pek çok yere seyahat etti İmâm-ı A'meş, Dâvûd bin Ebî Hind, Süfyân-ı Sevrî, Şû'be, Ebû Yahyâ el-Kattân, Abdullah ibniMübârek, Vekî bin Cerrâh, Muâz ibni Muâz, Muhammed bin Abdullah el-Ensârî ve başkaları kendisinden hadîs rivayet ettiler

Büyük âlim Kurre (rahmetullahi aleyh) der ki:

"Biz İbn-i Sîrîn'in verâsına, haram ve şüphelilerden sakınmasına hayrân idik Fakat Abdullah ibni Avn, onu bize unutturdu O bu hususta çok ileri mertebelerde idi"

Bikâr bin Abdullah es-Sîrînî anlatır:

"İbn-i Avn'ın kimseyle alay ettiğini görmedim Çünkü o, kendi hâlinde ve nefsiyle meşguldü Günden güne olgunlaşıyor, tasavvufta git-gide yükseliyor ve derecelere kavuşuyordu

Abdullah bin Avn hazretleri her gün sabah namazını talebeleri ile kılar, kimseyle konuşmadan, kıbleye karşı oturur, Allahü teâlâyı zikrederdi Bu hal güneşin doğmasına kadar sürerdi Talebeleri de aynı şekilde yapardı Güneş doğduktan sonra onlara dönüp, derse başlar ve nasîhat ederdi

Bir defâsında; "Akıllı bir kimse bir hatâ işlediğinde ne yapalım?" diye kendisine soruldu Buyurdu ki:

"Akıllı bir kimseyi, işlediği hatâ için azarlamak yakışmaz Şu zamânımızda da durum budur Kim birini incitirse, daha şiddetli azarı bir başkasından kendisi duyar"

Abdullah bin Avn, boş ve faydasız şeyler konuşmaz, insanların hayrına olan şeyleri anlatırdı Bulunduğu yerde kendisinden çok güzel koku yayılırdı Temiz ve güzel giyinirdiBelli zamanlarda evine kapanır, sükût ve tefekkürle vakit geçirirdi İyi işlerini gizler, belli etmezdi Ana ve babasına iyiliği çoktu Onların yediği kaptan hiç yemek yemezdi Bu sebeple kendisine sordular: "Ey Allahın sevgili kulu niçin böyle yapıyorsun?" Cevâben buyurdu ki:

"Korkarım, yediğim kaptaki bir lokmada, onların gözü olur da farkına varmadan alıp yiyebilirim"

Bir gün annesi çağırdı Biraz sert bir şekilde cevap vermişti Sonra bu hâline çok üzüldü Hemen gitti ve bu hareketine keffâret olsun diye, iki köle âzâd etti

Evlerinin hepsinde müslümanlar parasız otururdu İsteyeceği ücret onlara çok gelebilir düşüncesiyle hiç kira almazdı Diline sâhib olup, hiçbir zaman kötü söz söylemezdi Yaptıklarından pişman olmayan akl-ı selîm sâhibiydi Kur'ân-ı kerîmi çok okur, cemâate devâm ederdi

İbn-i Mus'ab'a; "Abdullah bin Avn hakkında ne dersin?" denilince;

"Avn oğlu ile yirmi dört sene berâber kaldım Her şeyine dikkat ettim Her hâliyle dînimize uygun yaşayışının netîcesinde meleklerin ona bir hatâ yazmadığı kanâatine vardım" cevabını verdi

Yahyâ el-Kattân da;

"Avn oğlu Abdullah'ın üstünlüğü, insanlar arasında dünyâyı en fazla terketmiş olması bakımından değil, diline sâhib olması bakımındandır O, insanlar arasında diline en fazla sâhib olanlardandır"

İbn-i Mübârek onun için; "Onun gibi namaz kılan görmedim" dedi Âlimlerden Ravh ismindeki bir zât da; "Ondan daha ibâdet edici birisini görmedim" buyurdu

Abdullah ibni Avn hiç kızmazdı Bir gün birisi kendisini kızdırmak istedi, ona dönüp; "Allahü teâlâ sana iyilikler versin" cevabını verdi ve duâ etti

Muhammed bin Fudale anlatır:

Peygamber efendimizi rüyâda gördüm "İbn-i Avn'ı ziyaret ediniz Çünkü Allahü teâlâ ve Resûlü onu çok seviyor" buyurdu

Bikâr binAbdullah es-Sîrînî, onun bir gün oruç tutup bir gün tutmadığını söyler

İbn-i Mübârek'e; "İbn-i Avn ne ile bu dereceye yükseldi?" diye sorulunca; "Doğrulukla" cevabını verdi

Abdullah ibni Avn vasiyetlerinde;

"Ey kardeşlerim! Sizin için üç şeyi seviyorum Kur'ân-ı kerîmi gece-gündüz okumanızı, cemâate devâmınızı ve kötü işlere mâni olmanızı" buyurdu

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c3, s 37
2) Tezkiret-ül-Huffâz; c1, s 156
3) El-A'lâm; c4, s 111
4) Tabakat-ül-Kübrâ; c1, s64
5) Tehzîb-üt-Tehzîb, c5, s 346
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild 2, s91

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #11
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH AYDERÛSÎ

Yemen evliyâsından İsmi, Abdullah bin Abdullah bin Abdullah Ayderûs, künyesi Ebû Muhammed'dir 1538 (H945) senesinde Yemen'de doğdu

Abdullah Ayderûsî küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi Âlim bir zât olan babasından ilim öğrendiAnnesi Fâtıma binti Abdurrahmân da, evliyâlık derecelerine kavuşmuş bir hanımdı Onun terbiyesi ile yetişti Ayrıca dînî ilimleri Şihâbüddîn Ahmed, Hüseyin bin Abdullah, Ahmed bin Abdullah ve başkalarından öğrendi Sonra, Hindistan'ın Ahmedâbâd şehrinde bulunan babasının yanına gitti ve okumaya devâm etti Daha sonra hacca gitti Hac farîzasını yerine getirdikten sonra Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevveredeki birçok âlimden ilim öğrendi Fıkıh, hadîs, tefsîr ve usûl ilminde yükseldi Memleketine dönüp ilim ve edeb öğretmeye, ders vermeye başladı Çok uzak yerlerden akın akın ilim öğrenmeğe geldiler Hadramût beldesinde ilimde en üstün zat oldu Pek çok kimse talebesi oldu Muhammed ve Zeynelâbidîn adındaki oğulları ile,Abdurrahmân Sekkâf, Ebû Bekr Şiblî adlarındaki torunları, İmâm Abdullah bin Muhammed, Hüseyin bin Abdullah, Şeyhülislâm Ebû Bekr bin Abdurrahmân, Şihâbüddîn, Kâdı Ahmed bin Hüseyn, Fakîh Abdurrahmân bin Akîl, Seyyid Ebû Bekr bin Ali, Hüseyn ve başkaları kendisinden ilim öğrendiler

Abdullah Ayderûsî'nin ömrü, hep ilim öğretmekle geçti Allahü teâlâ ona uzun ömür verdi Çok cömert olup, îtibâr sâhibiydi Asrının büyük âlimlerinden olduğunu herkes kabul etti Yumuşak huyluluğu yanında heybetli olması ile karşısındakine saygı telkin ederdi Susması çok olup, lüzumsuz konuşmazdı Evinde ibâdetle meşgûl olur, ancak cumâ namazı için veya bir düğün yemeğine çağrıldığında evinden çıkardı Evinden çıktığında sokaklar onu görmek ve duâ almak isteyenlerle dolup taşardı Çok kerâmetleri görüldü Bir talebesine bir beldeye gidip orada bulunmasını söyledi, o da gitti Hocasına bağlılığı ve muhabbeti sebebiyle çok geçmeden orada hizmetler yapıp mânevî derecelere kavuştu

Sevdiklerinden birinin kıymetli bir eşyâsı çalınınca, bu duruma çok üzüldü Ayderûsî onun bu hâlini görünce; "Falan yere git Orada bekle, yanına gelen ilk kimseye aldığı malı getirmesini söyle" Getirip verirse güzel İnkâr ederse onu al buraya getir" buyurdu O da yanına ilk gelen kimseye söyledi O kimse aldığı malı getirip eksiksiz teslim etti

Ayderûsî, Yemen'in Terîm şehrinde çok hayır eserleri yaptırdı Yaptırdığı mescidler meşhûrdur Mescid-ül-ebrâr ve Mescid-ün-nûr bunlardandır Yolcular ve fakîrlerin istifâdesi için hurma fidanları dikti Uzun bir zaman gözleri görmez oldu Sonra açıldı Fazîlet sâhibi kimseler onu medh eden kasîdeler yazdılar

1610 (H 1019) senesinin Şubat ayının dokuzunda Perşembe günü ikindi namazının secdesini yaparken vefât etti Cenâze namazı cumâ günü büyük bir kalabalık tarafından kılındı Cenâzesinde sultan ve devlet adamları da yer aldılar Önceden Yemen'de Terim kasabasının Zenbil kabristanında hazırladığı yere defnedildi Sonra mezarın üzerine bir de türbe yapıldı

KERÂMETLERİ ÇOKTU

Âriflerden biri rüyâsında, Peygamber efendimizi Müdeyhac Mescidinin mihrâbında namaz kılarken gördü Abdullah Ayderûsî de Peygamberimize uymuş olarak namaz kılıyordu Abdullah bin Ahmed de, Ayderûsî'nin arkasındaki safta idi Ayderûsî, câminin sahn (ortasındaki boşluk) kısmında idi ve üzerine yağmur yağıyordu Rüyâyı gören zât, bu rüyâsını sâlih bir kimseye anlattı O kimse rüyâyı şöyle tâbir etti:

Bu rüyâ, Ayderûsî'nin Peygamber efendimize tam uyduğuna; yağmur da, kerâmetlerinin çokluğuna delâlet eder Çünkü onun kerâmetleri çoktur

1) Hulâsat-ül-Eser; c1, s49
2) Nûr-üs-Sâfir; s200
3) El-Meşre-ur-Revî; c2, s135
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c15, s196

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #12
[KAPLAN]
Varsayılan


BOSNALI ABDULLAH EFENDİ (Abdullah-ı Rûmî)

Osmanlı evliyâsının büyüklerinden 1583 (H992) senesinde Bosna'da doğdu Asıl ismi Abdullah Abdî olup, babasınınki Muhammed'dir Bosnâvî, Rûmî ve Gâibî nisbet edildi Şârih-ul-Fusûs ve Şârih-il-Mesnevî diye meşhûr oldu

Doğum yeri olan Bosna'da ilim tahsîline başlayan Abdullah Efendi, sonra İstanbul'a geldi Tahsîlini tamamladıktan sonra Bursa'ya gitti Bursalı Hasan Kabaduz Efendi ile görüştü Bu zâtın sohbetlerinde kemâle gelip olgunlaştı Hâcı Bayram-ı Velî halîfelerinden Bıçakçı Ömer Dede'nin halîfesi olan Hasan Kabaduz Efendinin feyz ve himmetleri ile yüksek derecelere kavuştu Bosnâvî Abdullah Efendi, Bursa'dan ayrılıp Mısır'a, sonra 1636 (H1046) senesinde hac vazîfesini yapmak için, Hicaz'a gitti Mekke-i mükerremeyi ve Medîne-i münevvereyi ziyâret etmekle şereflendi Hac dönüşünde, Şam'da Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbesi yanında inzivâya çekildi Günlerce ibâdetle meşgûl oldu Sonra Konya'ya geldi Sadreddîn-i Konevî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi büyüklerin kabirlerini ziyâret edip, rûhâniyetlerinden isifâde etti Konya'da yerleşip, vefâtına kadar bu şehirde kaldı Talebelerine ilim öğretmek ve emr-i mârûf yapmakla Allahü teâlânın emirlerini bildirmekle meşgûl oldu 1644 (H1054) senesinde hac dönüşü Konya'da vefât edip, çok sevdiği Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin türbesi civârında defnedildi Sonradan yapılan kabir taşına, vasiyeti üzerine; "Hâzâ kabrû garîbillahi fî ardıhî ve semâihî Abdullah el-Bosnâvî er-Rûmî el-Bayrâmî" ibâresi yazıldı

Mısır ve Hicaz'a yaptığı seyâhatlerinde ve Şam'daki ikâmetinde kendisi ile görüşen ilim erbâbı, Abdullah Bosnavî'nin ilmini ve eserlerini çok beğenirlerdi Yüksekliğini anlayanlar, ilim ve feyzlerinden istifâde etmek için birbirleriyle âdetâ yarış ederlerdi Arab âleminin meşhûr ulemâsından Garsüddîn Halîlî Muhammed Mirzâ Sürûcî, Dımeşkî Sûfî, Muhammed Mekkiyy-ül-Medenî, Seyyid Muhammed bin Ebî Bekr Ukûd gibi âlimler, Abdullah Bosnavî'nin talebesi olmakla şereflendiler

Kaynaklarda Abdullah Bosnavî'nin altmış eserinin ismi verilmektedir Bunlardan en meşhûru, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin meşhûr eseri Füsûs-ül-Hikem şerhidir Mısır'da ve İstanbul'da birer defâ basılmıştır Diğer eserleri çeşitli kütüphânelerde mevcûd olup, okuyanlar istifâde etmektedirler Eserlerinden bâzıları şunlardır:

1) Mevâkib-ül-Fukarâ, 2) Hakîkat-ül-Yakîn, 3) Risâle-i Hazerât-il-Gayb, 4) Metâli-un-Nûr-is-Senî an Tahâret-in-Nebiyy-il-Arabî, 5) Risâletün fî Tafdîl- il-Beşer Alel Melek, 6) Tezyilün fî Münâzeat-i İblîs li-Sehl bin Abdullah et-Tüsterî, 7) Mekâsıd-ı Envâr-ı Ayniyye ve Meskâıd-ı Ervâh-ı Tayyibe-i Gaybiyye, 8) Muhâdarât-ül-Evâil Bunlardan başka çeşitli âyet-i kerîme ve sûre-i şerîfelerin tefsîrleri, çeşitli mevzûlarda manzûm ve mensûr Türkçe ve Arapça eserleri vardır

RESÛLULLAH'IN ANNE VE BABASI MÜMİN İDİ

Bir sohbeti esnâsında, Peygamber efendimizin peygamberliği bildirilmeden önce İbrâhim aleyhisselâmın dîninde olduğunu şöyle anlattı:

Sevgili Peygamberimiz, peygamberliği bildirilmeden önce, İbrâhim aleyhisselâmın dîninde idi Nitekim Kur'ân-ı kerîmde İbrâhim sûresi 40 âyetinde meâlen; "Rabbim! Beni gereği üzere namâza devâmlı kıl Zürriyetimden de böyle kimseler yarat Ey Rabbimiz duâmı kabûl et" buyruldu"

İbn-i Münzîr tefsîrinde, bu âyet-i kerîme hakkında, İbn-i Cerîr'den sahih bir senedle, "İbrâhim aleyhisselâmın zürriyetinden İslâma uygun olarak, Allahü teâlâya ibâdet eden kimselerin elbette bulunacağını" bildiriyor

Kelime-i tevhîdin ve tevhîd îtikâdının, İbrâhim aleyhisselâmın zürriyeti arasında devâm etmesi, Allahü teâlânın onlara lütuf ve ihsânıdır İslâm dîninin Resûlullah efendimize bildirilinceye kadar devâm edip gelmesi, Resûlullah efendimizin hazret-i İbrâhim'e kadar olan müslüman baba ve dedeleri vâsıtasıyla olmuştur Çünkü onlar da, İbrâhim aleyhisselâmın müslüman olan zürriyetindendirler

İslâmdan ibâret olan Hanîf dîni, Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğinin bildirilmesine kadar devâm etmiştir Hak dînin, İbrâhim aleyhisselâm zamânından, Resûlullah efendimiz zamânına kadar devâm etmesi, bu iki zaman arasında, bir Allah'a inanan müminlerin bulunmasıyla olmuştur Bu sebeple Resûlullah efendimizin ana ve babalarının da müslüman oldukları sâbit olmaktadır Resûl-i ekremin babası Abdullah ve annesi Âmine Hâtunun tevhîd inancı üzere bulundukları ve müslüman oldukları ortaya çıkmaktadır

1) Hülâsâtül-Eser; c3, s86
2) Osmanlı Müellifleri; c1, s43
3) Sefînet-ül-Evliyâ; c2, s337
4) Esmâ-ül-Müellifîn; c1, s476
5) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (48Baskı) s1028
6) Sicilli Osmânî; c3, s367
7) Tuhfe-i Hattâtîn; s280
8) Metâlî-un-Nûr-is-Senî an Tahâret-in-Nebiyy-il-Arabî (En-Ni'met-ül-Kübrâ Alel-A'lem kitabı içinde), Hakîkat Kitabevi, İstanbul-1986; s275
9) Cevher-ül-Esnâ fî Terâcim-i Ulemâi ve Şuarâi Bosna (Muhammed Hancî Bosnevî, Mısır-1349; s94-100
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c15, s219
11) Mu'cem-ül-Müellifîn; c6, s81
12) El-A'lâm; c4, s101
13) Brockelman; Gal-2, s793

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #13
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH-I DEHLEVÎ

Hindistan evliyâsından Silsile-i aliyye denilen büyüklerden olup, seyyiddir 1745 (H 1158)'te Hindistan'ın Pencab şehrinde doğdu 1824 (H 1240) senesinde Delhi'de vefât etti Kabri Şâhcihân Câmii yakınındaki dergâhındadır Binlerce seveni her zaman ziyâret edip, feyz almaktadır

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin babası, Abdullatif Efendi âlim, sâlih, zâhid, dünyâya rağbet etmeyen, yüksek haller sâhibi Kâdirî yolunda bir zât idi Bu yolu Hızır'la görüşmüş olan hocası Şeyh Nâsırüddîn Kadîrî'den aldı Ayrıca Çeştiyye ve Şettâriyye yollarından da feyz almıştı Tasavvuf yolunda kemâle, olgunlaşmaya çalışırdı Haram yemekten son derece sakınır, kırlarda yetişen meyvelerle yetinir, nefsini terbiye etmek için uğraşırdı Sahrâlarda Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak dolaşır, yarattıklarına bakar, O'nun büyüklüğünü tefekkür edip düşünür, bir an olsun Rabbini unutmazdı

Bir gün rüyâsında hazret-i Ali ona şöyle dedi:

"Ey Abdüllatîf! Allahü teâlâ sana bir oğul ihsân edecek, o ilerde büyük bir zât olacak Ona bizim ismimizi koyarsın"

Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de annesine rüyâsında; "Yakında dünyâya bir oğlun gelecek Ona bizim ismimizi koyarsın" buyurdu Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de evliyâdan bir zât olan amcasına rüyâsında, doğacak çocuğa Abdullah isminin verilmesini emretti Çocuk doğduğunda, ismini babası, Ali, annesi Abdülkâdir, amcası Abdullah koydu Abdullah-ı Dehlevî altı yaşına gelince, hazret-i Ali'ye karşı sevgi ve edebinden kendisine Ali demeyip Ali'nin hizmetçisi mânâsına Gulam Ali dedi ve bu isimle tanındı

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri Allah vergisi çok üstün bir zekâya sâhipti Kur'ân-ı kerîmi kısa zamanda ezberledi Dînî ilimleri ve zamanının fen ilimlerini öğrendi Delhi'de hocası şeyh Nâsırüddîn'in hizmetinde bulunan babası, onun terbiyesinde yetişip, Kâdiriyye yoluna girmesi için, oğlu Abdullah'ı Delhi'ye çağırdı Abdullah-ı Dehlevî Delhi'ye vardığı gece Şeyh Nâsırüddîn vefât ettiBabası; "Oğlum! seni Şeyh Nâsırüddîn'den Kâdiriyye yolunu alman için çağırmıştım Nasîb değilmiş Artık, sana nereden irşâd kokusu gelirse, oraya git Serbestsin" dedi

O sırada Delhi'de Çeştiyye büyüklerinden, Şeyh Muhammed Zübeyr ve iki halîfesi, Şeyh Ziyâüddîn, Şeyh Abdüladl, Şeyh Mîr Dered bin Şeyh Nâsır, Mevlâna Fahrüddîn ve başkaları vardı Yirmi iki yaşına kadar onların huzûrunda ve sohbetlerinde bulundu Bu sırada gönlünden, yine Delhi'de bulunan Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin dergâhına gitmek geldi Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin huzûruna varıp, kendisini talebeliğe kabûl buyurmasını istedi O da:

"Sen zevkin ve şevkin olduğu yere git Bizim yolumuz, tuzsuz taşı yalamak gibidir" buyurdu

Abdullah Dehlevî ise; "Zaten benim mûradım, isteğim de buyurduğunuzdur" dedi Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri; "Mübârek olsun"buyurup talebeliğe kabûl etti Onu Nakşibendiyye yolunun, Müceddidiyye koluna göre yetiştirip, bu yolun esaslarını ve edeblerini öğretti Abdullah-ı Dehlevî on beş sene onun sohbetiyle şereflendi Evliyâlıkta yüksek derecelere kavuşunca, mutlak icâzet, diploma alıp, halîfesi oldu

İlk zamanlarda, "Nakşîbendiyye yoluna girmemden Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri râzı olurlar mı?" diye tereddütler geçirmişti Bir gün rüyâsında gördü ki, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri bir makâma gelip oturdu O makâmın tam karşısına da Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn hazretleri teşrif etti Şâh-ı Nakşibend'in yanına gitmek istedi Bu sırada Gavs-ül-a'zam; "Maksat, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaktır Sıkılmayın, gidin" buyurdu

Elinde malı, mülkü kalmadığı için başlangıçda geçim zorlukları ile karşılaşan Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, dâimâ tevekkül üzere oldu Eski bir hasırı yatak, bir tuğla parçasını yastık edindi Bu şekilde, on beş sene kanâat köşesinde oturdu Bir defâsında o kadar çâresiz kalıp, bitkin düştü ki, "Artık bulunduğum bu hücre benim mezârım olacaktır" diye düşünmeye başladı Nihâyet Allahü teâlânın yardımı yetişti Tanımadığı birisi, bir mikdâr para bırakıp gitti O günden sonra devamlı Allahü teâlânın bu şekilde yardımına kavuştu

Hocasının vefâtından sonra yerine geçip, talebe yetiştirmeye başladı Uzak yakın her yerden, Diyâr-ı Rum, Şam, Irak, Hicaz, Horasan ve Mâverâünnehr'den pek çok talebe, ilim ve feyz almak, sohbeti ile şereflenmek için yarışırcasına yanına koştu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Şeyh Ahmed-i Kürdî, Seyyid İsmâil Medenî gibi bâzıları Resûlullah efendimizden aldığı mânevî emirle geldi Bazısı, sâdâtın, bu yolun büyüklerinin mânevî işâreti ile koşup teslim oldu Şeyh Muhammed Can bunlardandı Bâzısı ise,Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini rüyâda görüp geldi

Dergâhında iki yüz kişi civarında talebe vardı ve onların ihtiyaçlarını temin ederdi Bununla berâber, dâimâ mütevâzî ve gönlü kırık bulunurdu Bir gün bir köpeği görüp; "Yâ Rabbî! Ben kimim ki, seninle, sevdiklerim arasında vâsıta olayım Bu yarattığın hürmetine bana merhamet eyle!" buyurdu

Peygamber efendimizin sünnet-i seniyesine uygun yaşamaya çok gayret ederdi Az uyur, teheccüd, gece namazına kalktığında uyuyanları da kaldırırdı Sonra murâkabeye oturur, peşinden Kur'ân-ı kerîm okurdu Kur'ân-ı kerîmden her gün on cüz okurdu Sabah namazını kıldıktan sonra talebeleriyle beraber işrak vaktine kadar zikir, Allahü teâlâyı anmak ve murâkabe, nefs muhâsebesi ile meşgul olurdu Sonra hadîs ve tefsîr derslerine başlarlar bu hal zevâl vaktine kadar sürerdi Sonra yemek yenirdi Zenginlerden birisi, lezzetli bir yemek gönderse yemez, talebelerinin de yemesini istemez, komşularına hediye gönderirdi Birisi para gönderse, şüpheli bir durumu yoksa, İmâm-ı a'zam hazretlerinin ictihadına göre bir sene dolmadan mal nisaba ulaştığında zekât vermek câiz olduğundan önce onun zekâtını verirdi Çünkü bir kuruş zekât vermenin binlerce lira sadaka vermekten kat kat üstün olduğunu bilirdi Sonra kalan paranın bir kısmı ile helva ve başka şeyler yaptırır dervişlere dağıtır, bir kısmı ile dergâhın borçlarını öder, birazını da yanına gelen ihtiyaç sâhiplerine verirdi Öğleye yakın sünnet-i şerîfeye uymak için bir müddet kaylûle yapar, uyur, kalkıp bir mikdâr yemek yiyip dînî kitablar okumak, bâzı mevzular üzerinde yazılan yazıları gözden geçirmek ve yazılması lâzım olanları yazmakla uğraşırdı Öğle namazını kılıp, ikindiye kadar, hadîs ve tefsîr dersi verirdi İkindiyi kıldıktan sonra, hadîs-i şerîf, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, Avârif-ul-Meârif ve Risâle-i Kuşeyrî'yi okur, sonra güneş batıncaya kadar talebeleriyle zikir ve murâkabe ile meşgul olurdu Akşam namazından sonra, mânevî teveccühleri ile talebelerinden ileri gelenlerinin ilerlemelerini sağlardı Yatsıyı kıldıktan sonra geceyi zikr ve murâkabe ile ihyâ ederdi Uyku bastırdığında seccâdesi üzerinde sağ yanı üzere yatardı Bazan otururken uyuyakalırdı Hayâsının çokluğundan ayağını uzattığı görülmezdi

Kur'ân-ı kerîmi okumakdan ve dinlemekten çok hoşlanır şevk hâlinin gâlib olduğu zamanlar dinleyince kendinden geçer ve; "Daha okumayınız, dayanamıyorum" buyururdu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sinide çok okutup, dinlerdi Bu esnâda vecd hâli hâsıl olur, coşar, ilâhî muhabbete gark olurdu Fakat başkalarının yaptığı gibi dînin emir ve yasaklarına uymayan halleri görülmezdi Her hâli dine uygun olurdu

Emr-i mâruf ve nehy-i an'il-münker yapar, insanlara Allahü teâlânın emirlerini hatırlatır, yasaklarından sakınmalarını emrederdi Bir kerre Şimşîr Bahâdır Han papazlara mahsus bir şeyi giyerek huzuruna geldi Onu o hâlde görünce darılıp bu vaziyette yanında oturmamasını istedi Bahadır Han, bu kadarına müsâde etmezseniz, bir daha yanınıza gelmem dedi "Allahü teâlâ sizin bir daha böyle buraya gelmenizi nasîb etmesin" buyurdu Huzûrundan kızarak ayrılan Bahadır Hanın içi rahat etmeyip, üzerindeki o şeyi çıkarıp, huzuruna gelerek affını istedi ve talebesi oldu

Dünyâya ve dünyâlığa rağbet etmezdi Zamânın pâdişâhı defalarca dergâhın ihtiyaçlarını karşılayacak bir yardımda bulunmayı teklif ettiği halde, kabûl etmedi Vâlî Emir Han da dergâhın ihtiyaçları için yardım teklif ettiğinde talebelerinden Raûf Ahmed'e; "Hediye gönderen Emîr Hana şu beyti cevap olarak yazınız

Biz fakr-ü kanâati şeref biliriz,

Emîr Hana söyleyin mukadderdir rızkımız

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #14
[KAPLAN]
Varsayılan


Ve biz, Allahü teâlânın meâlen; "Semâda ise, rızkınız ve vâd olunduğunuz Cennet vardır" (Zâriyât sûresi: 22) âyet-i kerîmesine güveniriz

Bir sıkıntısı olduğunda din büyüklerinin yardımına kavuşurdu Şöyle anlatır

Bir defasında karnım ağrımıştı İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâniyetinden yardım istedim O anda kendisini gördüm Yanıma teşrîf edip, rahatsızlığımı giderdiler

Peygamber efendimizi son derece seven Abdullah-ı Dehlevî, O'nun şerefli ismini duyduğunda, kendinden geçecek gibi olurdu Bir kere hizmetçisi ona; "Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem manzûru yâni nazar buyurdukları bir zâtsın" demişti Bu sözden duyduğu mânevî hazla birden yüzlerinin rengi değişti ve hizmetçinin alnından öpüp; "Ben kim oluyorum ki, Resûlullah efendimizin manzûru olayım" deyip tevâzu gösterdiler

Yakın talebeleri anlatırlar; "Mübârek hocamızın odasından zaman zaman çok güzel kokular duyardık O zaman, Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile büyük âlim ve evliyânın rûhlarının ziyârete geldiklerini anlardık Hocamız, Peygamber efendimizin sünnet-i şerîflerine o kadar bağlıydı Bir gün bize; "Biz muhabbet şerbetini içenlerdeniz Bizim muhabbetimizin artmasına sebep; kalblerimize çeşit çeşit zevk bahşeden hadîs-i şerîfler ve salevât-ı şerîfelerdir" buyurdu

Giyiminde Resûlullah efendimize uyar, O'nun gibi sert ve kalın elbise giyerdi Birisi kıymetli bir elbise getirse onu satar, parasıyla birkaç elbise alır, fakirlere sadaka olarak dağıtırdı "Birkaç kişinin giyinmesi bir kişinin giyinmesinden daha iyidir" buyururdu

Buyurdular ki:

Rüyâda Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem sual edip; "Yâ Resûlallah; "Rüyâda, beni gören gerçekten beni görmüştür" sizin hadîsiniz midir? dedim "Evet" buyurdu Devamlı tesbih, sübhânellah ve tahmîd, elhamdülillah okuyup, mübârek rûhuna hediye ederdim Bir defâ okuyamadım Rüyâda Resûlullah'ı, Tirmizî'nin Şemâil'inde anlatılan şekilde gördüm Geldiler ve; "Okumadın!" buyurdular

Bir defâ Cehennem ateşi korkusu beni kapladı Rüyâda Resûl-i ekremi sallallahü aleyhi ve sellem gördüm Geldi ve; "Bizi seven, Cehennem'e girmeyecek" buyurdu

Hiçbir kerâmet ve hârika, Allahü teâlâyı sevmek ve peygamberlerin efendisine sallallahü aleyhi ve sellem tâbi olmak gibi olamaz Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinde bu iki haslet ziyadesi ile var idi

Talebelerinin gönüllerine tasarruf eder, Hakk'ın feyz ve bereketlerini onların kalblerine akıtırdı Bu büyük iş, onda çok görüldüğünden binlerce talebenin kalbi devamlı Allahü teâlâyı anar hâle getirdi Yüzlercesini cezbelere ve ilâhî feyzlere kavuşturdu Çoklarını yüksek makam ve hâllere eriştirdi Bununla berâber kerâmetleri, Allahü teâlânın izni ve ilâhî ilhâm ile gaybdan haber vermeleri olurdu

Abdullah-ı Dehlevî'nin talebelerinden iki tanesi bir yolculuktan hocalarına dönüyordu Yolda kendi aralarında konuşurlarken; "Hocamızın yüksek huzurlarına kavuştuğumuzda, bize ikrâm olarak ne istiyelim?" dediler Biri; "Bana bir seccâde vermesini isterim" öbürü; "Bana bir takke vermesini arzu ederim" diye konuştu Huzurlarına varınca, Abdullah-ı Dehlevî herkese, arzu ettiği şeyi ikrâm etti

İnsanların müşkillerini çözer, derdleri ve istekleri için duâ ederdi Çoklarının işleri onun duâları ile hallolurdu

Beyt:

İşlerinin olması mutlak Allah'dandır,
Sakın zannetmeyin bu, kullardandır

O yüksek makamlar sâhibinin her sözü hârika olup, Allah'ın Peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem mûcizelerinin şuaları idi

Birçokları Abdullah-ı Dehlevî'yi rüyâda görüp, büyüklerin yolunu anlar, içine düşen şevk ile huzûrlarına gelir, yüksek makamlara kavuşup, memleketlerine dönerdi Talebeleri çok olduğu hâlde, teveccühleri ile herbirini makamdan makâma geçirir, hâlden hâle kavuştururdu Teveccühünün kuvveti sâyesinde, senelerce sürecek işleri, günlere sığdırırdı Pek çok fâsık, fâcir ve günahkar, yüksek nazarları, bakışları ile tövbe edip, doğru yola geldiler Bir kısım kâfirler de küçük bir iltifâtı ile müslüman oldular

Bir gün yakışıklı bir gayr-i müslim genç, Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisine, severek gelip, sohbetini dinlemeye başladı Mec

Meclistekilerin hepsi bu hâle hayret ettiler Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin mübârek nazarları o gence değince, gencin kalbinde bir değişiklik oldu Hemen müslüman oldu

Beyt:

Evliyâyla, onları candan severek otur,
Onlarla oturan kul, kalkınca sultan olur

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine hasta sâhipleri gelir, hastalarının şifa bulması için duâ etmesini isterlerdi O da, gelenleri boş çevirmez, sıhhate kavuşmaları için duâ buyururdu Allahü teâlâ, böyle sevgili bir kulunun duâsını kabûl buyurduğu için, hasta ânında iyi olurdu Bunu işiten herkes, Abdullah-ı Dehlevî'nin hâne-i saâdetlerinin önünde birikip, dertlerine derman ararlardı

Talebesinden Mevlevî Kerâmetullah, zâtülcenb hastalığına yakalanmışdı Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin elini hastanın üzerine temas ettirmesiyle, hastalık Allahü teâlânın izniyle geçti

Delhi Câmisinin imâmı Mevlevî Fadl Ahmed'in çocuğu uzun zamandır hasta yatıyordu Bir gece rüyâda, Abdullah-ı Dehlevî hazretleri kendi evine gelip, hasta oğluna bir şey içirdi Sabah olunca oğlunun tamâmen iyileştiğini gördü Çok sevindi Sıdk ve hâlis bir niyet ile biraz para alıp, huzûruna geldi ve; "Bunları kabûl ediniz" diye arzetti Abdullah-ı Dehlevî tebessüm edip; "Bu bizim geceki hizmetimizin ücreti midir?" diyerek keşf-i kerâmet buyurduğunda, Mevlevî Fadl Ahmed; "Hayır efendim, bunlar, bu geceki, lütuf ve inâyetinize şükür bile olamaz" dedi

Abdullah-ı Dehlevî, bir gün Hakîm Nâmdâr Hanı ziyârete gitti Onu sekerât hâlinde, gözlerini kapamış ve şuûru gitmiş buldu Yakınları; " Hastalığının gitmesi için Allahü teâlâya teveccüh ediniz" dedi O da, hastaya bir baktı O anda hastanın şuûru yerine geldi, gözlerini açtı Bir müddet onunla konuştu Abdullah-ı Dehlevî kalkıp mübârek adımını, kapısından dışarı atıp çıkınca hasta hemen vefât etti

Ölüm hâline yaklaşan birisini, dostlarından biri sırtına alıp, seher vaktinde Abdullah-ı Dehlevî'nin huzûruna getirdi Abdullah-ı Dehlevî hazretleri duâ ettikten sonra hastaya teveccüh buyurdu, o anda hasta iyileşti

Talebelerinin büyüklerinden Mîr Ekber Ali'nin akrabâsından bir kadın hastalanmıştı Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinden, hastalığının azalması için duâ ricâ etti Fakat o duâ etmedi Duâ etmesini istirhâm edince; "Bu kadın, on beş günden çok yaşamaz" buyurdu Allahü teâlânın takdîri ile on beşinci gün vefât etti Lâkin Mîr Ali, kadına teveccüh edip, hastalığının kalkmasına uğraşdı Ama yaşamasına fayda vermedi Abdullah-ı Dehlevî hazretleri cenâzesinde bulundu ve; "Mîr'in teveccühlerinin bereketi, bu hanımın üzerinde açıkça görülmektedir" buyurdu

Delhi'de kıtlık, kuraklık olmuştu Abdullah-ı Dehlevî hazretleri mescidin avlusuna çıkıp, kızgın güneşin altında oturdu ve yağmur yağması için Allahü teâlâya niyazda bulundu Çok geçmeden yağmur yağdı

Talebelerinin ileri gelenlerinden Ahmed Yâr, ticâret için sefere çıkmıştı Dönerken hocası Abdullah-ı Dehlevî'yi yanında yürüyor gördü Ahmed Yâr'a; "Hızlı yürü, kâfile geride kalsın! Çünkü yolda, soyguncular, yol kesiciler vardır Kâfileyi basmak istiyorlar" buyurdu ve kayboldu Ahmed Yâr sonradan bu hadiseyi; "Acele ettim Kervândan çok ileri geçtim Yol kesiciler gelip, ardımdan kâfileyi bastılar Ben kurtuldum Sağ sâlim evime geldim" diye anlattı

Hazret-i Zülf Şâh anlattı:

Abdullah-ı Dehlevî'yi ziyârete gidiyordum Fakat onu hiç görmemiştim Memleketim Delhi'den çok uzaktı Yolu şaşırdım Heybetli bir zât karşıma çıkarak yolu gösterdi "Sen kimsin?" dedim "Ben, ziyâreti için yola çıktığın kimseyim" buyurdu Bu hâl, başımdan iki kere geçti

Ahmed Yâr'ın amcası, sultan tarafından hapsedilmişti Ahmed Yâr ağlayarak hocasının huzûruna geldi ve durumu arz etti Abdullah-ı Dehlevî; "Birisini gönder, onu hapisten çıkarsın" buyurdu Ahmed Yâr ise; "Bu nasıl olur, kale muhafız askerler ve nöbetçilerle kuşatılmıştır" dedi Hocası da; "Sen orasını düşünme, sözümü dinle git, onu kurtarırsın" buyurdu Ahmed Yâr; "Gittik, onu hapisten kurtardık ve nöbetçilerden hiçbiri bize müdâhalede bulunmadı" diye anlattı

Abdullah-ı Dehlevî'nin huzûruna bir şahıs gelip; "Ey efendim! Oğlum iki aydan beri kayıptır Çocuğumu bana vermesi için Allahü teâlâya duâ eder misin?" dedi O da; "Çocuğunuz evdedir" buyurdu Gelen çok şaşırarak; "Ben şimdi evden buraya geldim" deyince tekrar; "Evinize gidiniz Çocuğunuz evdedir" buyurdu O kimse emre uyarak evine gitti ve gerçekten çocuğunu evde buldu

Meyân Ahmed Yâr anlatır:

Bir gün mübârek hocam ile birlikte, kızı vefât etmiş olan yaşlı bir hanımın evine tâziyeye gittik Hazret-i Şeyh, o hanıma hitâben; "Allahü teâlâ, sana ona karşılık daha iyisini ihsân eder" dedi Kadın; "Hocam! Ben ihtiyârım, kocam da çok ihtiyârdır Bu durumda bizim artık çocuğumuz olmaz" diye cevap verince, hocam; "Hak teâlâ her şeye kâdirdir" buyurdu Sonra birlikte o evden çıktık ve eve bitişik bir mescide geldik Hocam abdestini tâzeledi ve iki rekat namaz kıldı O kadına çocuk vermesi için Allahü teâlâya duâ etti Sonra bana dönüp; "Allahü teâlâya, o kadına bir çocuk vermesi için arz-ı hâcette bulundum Duâmın kabûl olduğuna dâir alâmetleri gördüm İnşâallah çocuğu olacaktır" buyurdu Daha sonra hocamın buyurduğu gibi, Allahü teâlâ, o kadına bir oğul verdi ve çok yaşadı

Onu üzenler yaptıklarının zararını görürlerdi

Hakîm Rükneddîn Han başvezir olunca, Abdullah-ı Dehlevî, sevdiklerinden birini bir iş için ona gönderdi Rükneddîn Han ilgilenmedi Abdullah-ı Dehlevî'nin kalbi kırıldı Kısa bir süre sonra hiçbir sebep yok iken Rükneddîn Han azlolundu ve bir daha o yüksek makâma gelemedi Başka bir seferinde Delhi vâlisine kalbi kırıldı ve o gün vâli azledildi

Mübârek dergâhlarının yakınında, Eshâb-ı kirâma düşman olan biri vardı Abdullah-ı Dehlevî'nin talebesi çok olduğundan dergâh küçük geliyordu Bunun için genişletilmesi lâzımdı Kadından, o yeri istediler Kadın vermedi Nihâyet Delhi'nin ileri gelenlerinden Hâkim Şerîf Hanı ona gönderdiler ve; "Eğer satıp, para almaktan utanıyorsan, kıymetini gizli olarak gönderelim Siz, nezr, hediye gibi bir isimle bize verdiğinizi söyleyin" dediler Allahın velî kullarına düşman olan bu kadın, Hâkim'in sözünü kabûl etmedi Ayrıca Abdullah-ı Dehlevî hakkında, râfızîlerin âdetleri olduğu üzere çirkin, kaba sözler söyledi Hâkim kalktı Abdullah-ı Dehlevî'nin yanına geldi ve durumu anlattı Abdullah-ı Dehlevî hazretleri ellerini açarak; "Yâ Rabbî, söylediklerini duydun!" dedi Allah'ın takdîri ile o evde bulunanlardan bir çocuk hâriç, hepsi kısa zamanda öldü Çocuk da hastalandı Anladılar ki, yaptığımız kötü iş sebebiyledir O çocuğu Abdullah-ı Dehlevî'nin huzuruna gönderdiler O yeri de hediye ettiler

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin en büyük kerâmeti, yetiştirdiği binlerce âlim ve evliyâdır Bunlar içinde en büyükleri; Mevlânâ Hâlid Ziyâeddîn Bağdâdî, Ebû Sa'îd Fârûkî, Mevlânâ Beşâretullah, Mevlânâ Pîrzâde, Rauf Ahmed, Mevlânâ Muhammed Cân, Mevlânâ Fâdıl Gulâm, Mevlânâ Şeyh Sa'dullah Sâhib, Mevlânâ Şeyh Abdülkerîm, Mevlânâ Şeyh Gulâm Muhammed, Mevlânâ Abdurrahmân, Mevlâna Seyyid Ahmed, Mevlânâ SeyyidAbdullah Mağribî, Mevlânâ Pîr Muhammed ve Mevlânâ Muhammed Münevver'dir

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin gönülleri ferahlatan, kalplere neşe ve sevinç veren söz ve sohbetleri ayrı bir nîmet sofrası idi Buyururdu ki:

"Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır Günahların başı ise küfrdür, îmânsızlıktır"

"Hizmet görmek isteyen hocasına hizmet etsin"

"Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlâya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun"

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri yanında bulunanları terbiye edip, yetiştirdiği gibi uzakta olanlara da mektupları ile doğru yolu anlatır, gaflet, Allahü teâlâyı ve âhireti unutmaktan uyandıracak nasîhatlarda bulunurdu

Bir mektûbunda şöyle buyurdu:

Yüksek makamlar ve beğenilen hâller sâhibi Ahmed Han! Allahü teâlâ size selâmet versin Esselâmü aleyküm ve rahmetullah Münşî Naîmüddîn Han, iyi hâllerinizden çok bahsettiler Bunun için, bu birkaç satır, kırık dökük ifâdeler yığını mektubu yazdım ki, uzakta kalmış olanları inâyet nazarınızdan unutmayasınız ve teveccüh ediniz Zîrâ bu ihtiyârın ömrü günah işlemekle geçti Şikâyet, gıybet, dil uzatma, ayıblama, lânet etme, büyükleri anlayamama netîcesi sitemler şeklinde açık günahlar, yâhut huzur içinde olmayan, tecvîde riâyet edilmeden namaz kılma, boş ve lüzumsuz şeylerden kesilmeden oruç tutma, mânâsını düşünmeden Kur'ân-ı kerîm okuma ve boş vakitleri Allah korkusu ve huzûru ile geçirmeme ve sayılı nefesleri gafletle harcama şeklindeki diğer günahlar o kadar çoktur ki, amel defterimi kararttılar Binlerce teessüfler, esefler olsun ki, cihân bahçesine gül için geldik, ama diken topladık Hasretler, ziyânlar olsun ki, bize sıhhat, âfiyet ve rahatlık verildi, hepsinin şükründe kusûr ve eksiklik eyledik Pişmanlıklar olsun ki, Kur'ân-ı kerîm ve Peygamber efendimiz gibi eşsiz iki nîmet ihsân olundu Biz ise onların şükründe olacak yerde hâlâ gafletteyiz Allah korusun Hayretteyim Yarın ne yüzle Allahü teâlânın ve Peygamberinin huzûrunda kabûl görürüz Bu ne anlayışsızlıktır Bu uygunsuzluk ve liyâkâtsizlikle, şefâat ve magfiret derecesine ulaşmak çok zordur Ancak Allahü teâlânın gadabını aşmış rahmeti, ümîdimizdir Mücerred ihsânı ile muâmelesine güveniyoruz Yoksa hiç özrümüz, özür dileyecek yüzümüz yoktur

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #15
[KAPLAN]
Varsayılan


Ölüm başımızın ucunda, kıyâmet çok yakın İşe yarar hangi ameli işledik İyiler Cennet'e girip, Cennet nîmetlerine ve Hakk'ın dîdârına kavuşurlar Bizim gibi gâfiller, elli bin senelik hesâb gününde, bizi hesâba çektirecek, bırakmayacak şeylerle meşgûlüz Düşünmek lâzımdır ki, yarın elde hasret, ziyân kalmasın Allah katında kıymetli kulların yaptıkları gibi, seher vaktinde kalkıp, gözlerden hasret gözyaşları akıtmağı, mücâhede ve can çıkarırcasına gayretle ibâdet ve kullukta bulunmayı Hak teâlâ nasîb eylesin Hazret-i Münşî Naîmüddîn Han ve sevgili zât-i âliniz, husûsî zamanlarınızda, yolda kalmış ihtiyarları hatırlayınız Gıyâbî duâ kabûle daha yakındır Buradakiler ve bu fakîr size her zaman duâ ediyoruz Allahü teâlâ iki dünyâ seâdeti versin" (91 mektup)

Abdullah-ı Dehlevî namaz hakkında şöyle buyurdu: Namazı cemâatle kılmak ve "tumânînet" (rükûda, secdelerde, kavmede ve celsede her uzvun hareketsiz durması) ile kılmak, rükû'dan sonra "kavme" (kalkıp, ayakta her uzv yerine yerleşecek şekilde dik durmak) yapmak ve iki secde arasında "celse" (dik durma) yapmak bizlere Allahın Peygamberi tarafından bildirildi Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler vardır Hanefî mezhebinin müftîlerinden Kâdıhân, bu ikisinin vâcibliğini, ikisinden birisini unutunca secde-i sehv yapmanın vâcib olduğunu ve bilerek yapmıyanın namazı tekrar kılmasını bildirmiştir Müekked sünnet olduklarını bildirenler de, vâcibe yakın sünnet demişlerdir Sünneti hafif görerek, ehemmiyet vermeyerek terk etmek küfürdür Namazın kıyâmında, rükûunda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zamânında, ayrı ayrı, başka başka keyfiyetler, hâller hâsıl olur

Bütün ibâdetler namaz içinde toplanmıştır Kur'ân-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek (ya'nî sübhânallah demek), Resûlullah efendimize salevât söylemek, günahlara istigfâr etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü teâlâdan istiyerek O'na duâ etmek namaz içinde toplanmıştır Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar Hayvanlar, rükû hâlinde, cansızlar da ka'dede, oturuyor gibi yere serilmişlerdir Namaz kılan, bunların ibâdetlerinin hepsini yapmaktadır Namaz kılmak, mîrâc gecesi farz oldu O gece mîrâc yapmakla şereflenen, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine uymağı düşünerek namaz kılan bir müslüman, O yüce peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaştıran makamlarda yükselir

Resûlullah efendimiz; "Gözümün nûru ve lezzeti namazdadır" buyurdu Bu hadîs-i şerîf; "Allahü teâlâ namazda zuhûr ediyor, müşâhede olunuyor Böylece gözüme rahatlık geliyor" demektir Bir hadîs-i şerîfte; "Yâ Bilâl! Beni rahatlandır!" buyruldu ki; "Ey Bilâl! Ezân okuyarak ve namazın ikâmetini söyleyerek, beni rahata kavuştur" demektir Namazdan başka şeyde rahatlık arayan bir kimse, makbûl değildir Namazı zâyi eden, elden kaçıran, dînin diğer emirlerini daha çok kaçırır

Îmânı olmayan kimsenin Cehennem ateşinde sonsuz yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi Bu haber elbette doğrudur Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lâzımdır Ateşte sonsuz yanmak ne demektir? Herhangi bir insan sonsuz olarak ateşte yanmak felâketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lâzım gelir Bu korkunç felâketten kurtulmanın çâresini arar

Bu ise, çok kolaydır "Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın O'nun son peygamberi olduğuna ve O'nun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak" insanı bu sonsuz felâketten kurtarmaktadır Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felâketten korkmuyorum, bu felâketten kurtulma çârelerini aramıyorum, derse, buna deriz ki: "İnanmamak için elinde senedin, vesîkan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana mâni oluyor?" Elbet vesîka gösteremeyecektir Senedi, vesîkası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimâl denir Milyonda, milyarda bir ihtimâli olsa da, "Sonsuz olarak ateşte yanmak" felâketinden sakınmak lâzım olmaz mı? Azıcık aklı olan kimse bile böyle felâketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimâlinden kurtulmak çâresini aramaz mı?

Abdullah-ı Dehlevî, ömrünün sonlarında hastalıklardan çok güçsüz kaldı İbâdetlerini zevkle, fakat büyük zorluklar içinde yapardı Buyururdu ki:

Şu şiiri okuduğum zaman Allahü teâlâ vücûduma bir güç kuvvet veriyor, gençleşiyorum

Gerçi ihtiyârım, kalbim hasta, dermansızım,

Yüzünü andıkça kuvvet gelir, gençleşirim

Yâni; her ne kadar ihtiyâr, hasta ve mecâlsiz olsam da, hakîkî sevgilinin aşkı ve O'na kavuşma isteğinin cilvelerini gördükçe gençleşirim

Vefâtları: Abdullah-ı Dehlevî her zaman şehîd olmayı arzû ederlerdi Lâkin buyururlardı ki: "Mürşidim ve üstâdımın, yânî Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin şehîd edilmesinden insanlara çok sıkıntılar geldi Üç sene büyük kıtlık olup, binlerce insan öldü Yine o şehîdlik hâdisesi üzerine insanlar arasında olan kavga ve gürültülerde ölenler, herkesin bildiği gibi yazıya sığmayacak kadar çoktu Onun için şehîd olmaktan vazgeçtim"

Abdullah-ı Dehlevî'nin son hastalığında bâsur ve kaşıntısı arttı Bu sırada Luknov'da bulunan Ebû Sa'îd Fârûkî'ye kısa zamanda birçok mektuplar yazıp; "Benden sonra yerime siz oturursunuz" dediler Bu haberler üzerine Ebû Sa'îd çok şaşırdı Çoluk çocuğunu Luknov'da bırakıp süratle geldi Huzurlarına gelince; "Sizinle karşılaştığım zaman içimden çok ağlayacağım diyordum Fakat öyle bir vakitte geldiniz ki, ağlayacak gücüm de yok" buyurup, çok ihsânlarda bulundular Âdetleri öyle idi ki, hastalandığında vasiyetnâme yazdırırlardı Şimdi de hem yazdırdılar hem söz ile anlattılar ve buyurdular ki:

"Devamlı zikrediniz Büyüklere bağlılığınızı muhâfaza ediniz Güzel ahlâklı olup, insanlarla iyi geçininiz Kazâ ve kader husûsunda nasıl ve niçini bırakınız Yol kardeşleri ile birlik olmayı lâzım biliniz Fakr, kanâat, rızâ, teslim, tevekkül ve ferâgat üzerine olunuz Benim cenâzemi, âsâr-i nebeviyyenin (Peygamber efendimize âit eserlerin) bulunduğu Delhi'deki Büyük Câmiye götürünüz Allah'ın Resûlünden şefâat isteyiniz"

Yine buyurdu ki:

Hazret-i Hâce Behâeddîn Nakşibend; "Bizim cenâzemizin önünde;

Huzûruna müflis olarak geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim

Şu boş zenbilime elini uzat,
O mübârek eline güvenirim

beytlerini okuyun!" buyurmuşlardı Ben de, bu şiirin ve ayrıca aslı Arabî olan şu şiirin güzel sesle okunmasını istiyorum:

Kerîmin huzûruna azıksız geldim,
Ne iyiliğim var, ne doğru kalbim,

Bundan daha çirkin hangi şey olur?
Azık götürürsün, O ise Kerîm

Cumartesi günü idi Mevlevî Kerâmetullah Sâhib'e; "Çabuk Meyân Sâhib'i yâni Şâh Ebû Sa'îd'i (r aleyh) çağırınız" buyurdular Mevlevî Sâhib acele kalkıp, Ebû Sa'îd hazretlerini çağırdı Kapıdan içeri girince, bakışlarını ona çevirdi ve bu hâlde, 22 Safer 1240 (m 1824) senesinde, kuşluk vakti murâkabe hâlinde iken, bu sıkıntılarla dolu dünyâdan ayrıldılar

Vefâtı haberini duyan binlerce insan toplandı Cenâze namazı Büyük Câmide kılındı Şâh Ebû Sa'îd imâm oldu Cenâzesi, üstâdı Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin medfûn bulunduğu kabrin sağ yanına defnolundu

Bugün oradaki üç kabirden biri de Şâh Ebû Sa'îd hazretlerinindir Hacdan dönerlerken Tunek'de vefât etti Cenâzesini oradan getirip, Abdullah-ı Dehlevî'nin sağ yanına defnettiler Bu duruma göre, Abdullah-ı Dehlevî'nin mezârı ortada olandır

Abdullah-ı Dehlevî'nin vefâtı için; "Nevverallahu madca'ahü: Allahü teâlâ kabrini nûrlandırsın" ve "Cân be-Hak Nakşibend-i sânî dâd: İkinci Nakşibend Hakka cân verdi" târih düşürüldü Şâh Rauf Ahmed de pek güzel bir rubâî söyledi ki şöyledir:

Zamânının kayyûmu Şâh Abdullah-ı Dehlevî,
Vefât etti, açıldı ona Cennât-i naîm

Kalbimden vefâtına târih aradım, buldum:
Fî ravhın ve reyhânın ve Cennât-in-na'îm (1240)

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin büyüklüğünü en güzel, talebesi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri meşhur dîvânında şöyle anlatmıştır:

"Mübârek hocam karanlık ufukları aydınlatıp, mahlûkâtı dalâletten hidâyete kavuşturmaya vesîle oldu

O, hidâyet yıldızı, karanlık gecelerin dolunayı, takvâ ummânı, feyzler defînesi, yüksek hâller ve kerâmetler hazînesidir

O, hilmde yer, vekarda dağlar, ziyâ bakımından güneş, yükseklikte semâ gibidir

O, Dîn-i İslâmı en güzel bilen bir kaynak, irfân mâdeni, mahlûkâtın yardımcısı, iyilik ve ihsân menbaıdır

O, Allahü teâlâya kavuşturucuların kutbu, evtâdın rehberi, mahlûkların gavsi (yardımcısı), ebdâl isimli Hak âşıklarının maksadı, hedefidir

O, mahlûkların şeyhülislâmı, müslümanların baştâcı, büyüklerin reisi, müşkillerde mürâcaat yeridir

Gizli bir rehberlikle en iyiye götürücü, en iyi yol göstericidir Bütün gücü ile insanları Allahü teâlâya dâvet edici, çağırıcıdır

O, âlemlerin Rabbinin sevdiği bir kuldur Kim onun gösterdiği doğru yoldan giderse, sen o kimseye; "Ey emsâllerine rehber olan zât!" diye hitâb et

Nefs hevâsının bukağısıyla bağlanmış nice câhilleri, o, bir nazarla, teveccühle nefsinin elinden kurtarmıştır

Nice kâmil velîler, ondan yüz çevirdiği gibi yüksek hâllerden ve mârifetlerden mahrûm kalmıştır

Onun yüksekliğini inkâr eden nice kimseler helâk olmuş, Allahü teâlânın şiddetli azâbına yakalanmıştır

O, noksan olanların kemâle gelmesine vesîle olan, bütün kemâl ehlinin de noksanını tamamlayandır

Şânı yüceAllahü teâlâ, onu, azamet ve heybet kubbesi altında gizlemiştir"

Eserleri: 1) Makâmât-ı Mazhariyye: Hocası Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretlerini pek güzel anlatmaktadır 2) Mekâtib-i şerîfe: Pek faydalı bilgiler ve nükteleri ihtiva etmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.