Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bakara, kuran, mevdudi, suresi, tefhimul, tefsiri

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #61
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



236- Kendilerine el sürmediğiniz, mehirlerini de tesbit etmediğiniz kadınları boşamanızda sizin için bir sakınca yoktur Onları yararlandırın,(260) zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırmalı (Bu,) İyilik edenler üzerinde bir haktır
237- Eğer onlara mehir tesbit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri ya da nikâh bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tesbit ettiğiniz (mehr) in yarısı onlarındır sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) da unutmayın(261) Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir
238- Namazları(262) ve orta namazını(263) (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun

AÇIKLAMA

260 Evlilik bağı böyle şartlar altında bile koparıldığında yine de kadına belirli bir zarar verilmiş olur Bu nedenle kişinin imkânları dahilinde belirli bir fidye ödenmelidir
261 İnsan ilişkilerinin iyi ve uyumlu olabilmesi için karşılıklı saygı, sevgi ve fedakârlık şarttır Eğer herkes kendi kanunî hakları üzerinde katı biçimde ayak diretirse, o zaman sosyal hayatta hiçbir zaman mutlu olunamaz
262 Sosyal refahı ve daha medenî bir hayat kurmayı sağlamak amacıyla gerekli kanun ve düzenlemeler ortaya konulduktan sonra Allah, son nokta olarak namazın önemini vurgulamaktadır Çünkü namaz tek başına bile, Allah korkusu, fazilet ve hikmet duyguları doğurup İlâhî Kanun'a itaatkâr bir tavır ortaya çıkarabilir ve insanı doğru yolda tutabilir Kimse namazsız Allah'ın kanunlarına tamamen bağlı kalamaz; çünkü insan, Yahudiler gibi şu veya bu tür isyana kaymaya mütemayildir
263 Müfessirler "Salât-ı vusta"nın anlamı hakkında farklı görüşlere sahiptirler; fakat çoğunluğa göre bu beş vakit namazdan biridir ve yine çoğunluk bunun ikindi namazı (salat-ı asr) olduğu görüşünde birleşir Bununla birlikte salât-ı vusta'nın ne olduğu konusunda bu yorumları destekler nitelikte açık ve kesin bir hadis yoktur Bunun ikindi namazı olduğunu savunanlar görüşlerini şu hadise dayandırırlar: "Ahzab" savaşı sırasında Hz Peygamber (sa) düşman saldırısını engelleme çalışmalarıyla o denli meşguldü ki, güneş batıncaya dek ikindi namazını kılmaya fırsat bulamadı Daha sonra da "Bizi salât-ı vusta'dan alıkoydukları için Allah onların kabirlerini ateşle doldursun" dedi Bundan yola çıkarak, bazı âlimler salât-ı vusta'nın ikindi namazı olduğunu söylemişlerdir Fakat bence burada Hz Peygamber'in (sa) anlatmak istediği şey, müslümanların ikindi namazlarını zamanında ve huzurlu bir şekilde kılamamalarına neden olan korku ve huzursuzluktan tamamen onların sorumlu olduğudur Hz Peygamber'in (sa) geçtiğine üzüldüğü namaz, ikindi namazı olduğu için tefsirciler ikindi namazının kendisinin salât-ı vusta olduğu izlenimine kapılmışlardır
Arapça "vusta" kelimesi hem orta, hem de yüce anlamlarına gelir O halde sâlat-ı vusta, hem orta namazı, hem de zamanında ve Allah'a tam bağlılıkla eda edilen, yani namazın tüm üstün ve yüce niteliklerine sahip olan bir namazı kasteder "Allah'a gönülden boyun eğerek (namaza) durun" ifadesi de salat-ı vusta'nın Allah için kılınan ve en yüce özelliklere sahip bir namaz olduğu ve beş farz namazdan biri olmadığı şeklindeki tefsiri destekler niteliktedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #62
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



239- Eğer korkarsanız, yaya veya binekte iken kılın Güvenliğe girdiğinizde ise, yine Allah'ı, size bilmediklerinizi nasıl öğrettiyse öyle anın
240- İçinizde(264) ölüp de (geride) eşler bırakmakta olanlar, (evlerinden) çıkarılmaksızın, senesine kadar yararlanmaları için eşlerine vasiyet (bıraksınlar) Ama onlar, (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların maruf (meşru) olarak kendileri için yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur Allah güçlü ve üstün olandır Hüküm ve hikmet sahibidir
241- Boşanmış (kadın) ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay) ları vardır Bu korkup-sakınanlar üzerinde bir haktır
242- İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; umulur ki akıl erdirirsiniz
243- Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından çıktıklarını görmedin mi?(265) Allah onlara: "Ölün" dedi, sonra da onları diriltti(266) Şüphesiz Allah, insanlara karşı fazl sahibidir Ancak, insanların çoğunluğu şükretmez

AÇIKLAMA

264 Bu bölüm sona erdikten sonra burası bir ek ve destek olarak ilâve edilmiştir
265 Buradan itibaren yeni bir hitap başlamaktadır Burada müslamanlar Cihad'a, yani Allah yolunda elden gelen çabayı sarfetmeye ve bu amaçla mâlî fedakârlıkta bulunmaya teşvik edilmektedirler Aynı zamanda İsrailoğulları'nın bozulmasına ve çökmesine neden olan zayıflıklara karşı tedbirli olmaları konusunda da uyarılmaktadırlar Bu bölümün nüzul sebebini gözönünde bulundurursak konuyu anlamamız daha da kolay olacaktır O dönemde, bir-iki yıl önce Mekke'den çıkarılan ve Medine'de muhacir olarak yaşayan müslümanlar, kendilerine yıllardan beri işkence eden kâfirlerle savaşmak için tekrar tekrar izin istiyorlardı Fakat bu izin verildiğinde bazıları cesaretlerini yitirdiler (Bkz Bakara an: 216) Bu nedenle İsrailoğulları'nın tarihinde yaşanmış iki önemli olay müminlerin cesaretini arttırmak üzere buraya alınmıştır
266 Burada İsrailoğulları'nın büyük taifeler halinde Mısır'dan çıkışlarına (Ayrıntıları için bkz Maide: 20-26) ve kendileri için bir yurt bulmak üzere çöllerde oradan oraya geçişlerine değinilmektedir Fakat Hz Musa (as) Allah'tan aldığı vahiy üzerine onlara Filistinlilere saldırmalarını, oranın halkını sürüp çıkarmalarını ve orayı fethetmelerini emrettiğinde onlar korktular ve ilerleme emrine karşı çıktılar Bu nedenle Allah onları başıboş bir şekilde çölde bıraktı ve böylece çölün zorlukları içinde eski nesil yok olup, yerine yeni bir nesil yetişti Daha sonra Allah onlara Filistinlilere karşı zafer ihsan etti Büyük bir ihtimalle "ölüm ve ikinci bir hayat" Mısır'dan çıkışın bu iki yönünü kastetmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #63
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



244- Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah işitendir, bilendir
245- Allah'a karşılığını çok arttırma ile kat kat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir?(267) Allah, daraltır ve genişletir ve siz O'na döndürüleceksiniz
246- Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, peygamberlerinden birine: "Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım"(268) demişlerdi, O: "Ya üzerinize savaş yazıldığı halde, savaşmayacak olursanız?" demişti "Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık) " demişlerdi Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı dışında (çoğunluğu) yüz çevirdiler Allah zalimleri bilir
247- Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u(269) (melik olarak) gönderdi" Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" demişlerdi O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve vücud gelişimini arttırdı Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir"

AÇIKLAMA

267 Karz-ı hasen (güzel bir borç) , hiçbir kişisel kazanç veya çıkar nedeniyle değil, fakat sadece Allah'ı razı etmek için verilen borçtur Allah böylece, sadece kendi yolunda kendisine verilen borcun karşılığını çok iyi bir şekilde değerlendirir Allah, sadece borcu geri vermeye değil, eğer gerçekten Allah rızası için ve O'nun tasdik ettiği bir gaye için harcamışsa, daha da fazlasını ödemeye söz vermiştir
268 Bu olay burada müminlere cihadın zorluklarını anlatmak için ele alınmıştır MÖ 1000 yıllarında Amalika'lılar İsrailoğulları'na saldırdılar ve Filistin'in birçok bölümünü ele geçirdiler O dönemde İsrailoğulları'nın işlerine bakan Peygamber Samuel (as) çok yaşlanmıştı Bu nedenle İsrailoğulları'nın büyükleri Samuel'e gittiler ve "Allah yolunda savaşacak bir hükümdar (kral) tayin et" dediler Onlar da diğer milletler gibi kendilerini yönetecek bir kral istiyorlardı
Böyle bir istekte bulunmuşlardı, çünkü dine bağlı olmayan yabancı yöneticilerin etkisi ile ilâhî kanun yönetimi arasındaki farkı unutmuşlardı Bu nedenle bu istek "Samuel'i kızdırdı" ve Rabbin gazabına neden oldu Burada Samuel I'in 7, 8, 12 bölümlerinden bazı ayrıntıları sunuyoruz:
"Ve Samuel bütün hayatı boyunca İsrail'e hükmetti Samuel çok yaşlanınca tüm İsrail uluları toplandı, Rama'ya, Samuel'in yanına geldiler ve şöyle dediler: Bak, sen yaşlısın, oğulların da senin yolundan gitmiyorlar Diğer ülkelerdeki gibi bize hükmedecek bir kral tayin et Fakat onlar bize hükmedecek bir kral tayin et deyince, bu söz Samuel'in hoşuna gitmedi Ve Samuel Rabb'a dua etti Rabb Samuel'e seslendi: Kavminin sana söylediklerini tut Onlar seni değil, beni reddediyorlar Benim onları yönetmemi reddediyorlar Daha sonra Samuel Rabbin söylediklerini kendisinden bir kral isteyen kimselere tekrarladı Size hükmedecek olan kral şöyle olacak dedi: Sizin oğullarınızı alacak ve kendi atları arabaları için kendisine hizmet ettirecek Oğullarınızdan bazıları arabaların önüne koşulacak Onları binlerce, yüzlerce kişiye kumandan yapacak, onlara kendi toprağına baktıracak, harmanını dövdürecek savaş araçlarını arabalarını yaptıracak Ve kızlarınızı terzi, aşçı ve ekmekçi olarak alacak Sizin tarlalarınızı ve bahçelerinizi ellerinizden alacak ve kendi kölelerine verecek Sizin ürününüzün ve bahçenizin onda birini alacak ve kendi memurlarına, hizmetçilerine verecek Sizin erkek hizmetçilerinizi, kadın hizmetçilerinizi, en iyi gençlerinizi ve merkeplerinizi kendi hizmetine alacak İşte o gün siz kendi seçtiğiniz kralınız nedeniyle ağlayacaksınız ve o gün Rab sizi duymayacak Buna rağmen kimse Samuel'in sözlerine aldırmadı Hayır, dediler, bizim de bir kralımız olacak Biz de diğer milletler gibi olacağız Kralımız bizi yönetecek, önümüzden gidecek ve bizim savaşlarımızda savaşacak Ve Rabb Samuel'e onları dinle ve onlara bir kral tayin et dedi"
"Ve Samuel tüm İsrail'e şöyle dedi: Sizin sözünüzü dinledim ve size bir kral tayin ettim Siz Beni Amun soyundan gelenlerin kralı Nahash'ın üzerinize saldırdığını gördüğünüzde, Rabbiniz olan Allah sizin melikiniz iken, bize bir kral gerek dediniz O halde şimdi istediğiniz ve seçtiğiniz kralı alın! İşte Rabb'ın seçtiği kral Eğer Rabb'dan korkar, O'na hizmet eder, O'nun sözüne itaat eder ve O'nun emrine isyan etmezseniz, o zaman siz ve sizi yöneten kral Rabbiniz olan Allah'ın yolundan gitmeye devam edersiniz
Fakat, Rabbin sözüne itaat etmez ve onun emrine isyan ederseniz o zaman Allah'ın kudreti aynen babalarınız gibi, sizin de aleyhinize olacaktır Bana gelince, Allah sizin için dua etmeyi terketme günahından beni korusun Bilakis ben size iyiyi ve doğru yolu öğreteceğim Fakat siz günah işlemeye devam ederseniz, o zaman siz ve kralınız mahvolursunuz"
Yukarıdaki alıntıdan anlaşıldığına göre Allah ve Peygamberi onların bir kral (melik) isteyişlerini hoş karşılamamıştır "Allah Kur'an'da neden kral tayin etmeyi yasaklamamıştır?" sorusunun cevabı ise basittir Burada bu hikâye sadece müslümanların ders alması için ele alınmıştır Bu nedenle krallığın yasaklanması veya desteklenmesi gibi bir mesele söz konusu değildir ve bu isteğin haklı mı, haksız mı olduğu konusuna değinmek anlamsız olacaktır Burada tek amaç İsrailoğulları'nın dejenerasyonuna neden olan şeyleri, onların korkaklıklarını, nefse tapınmalarını ve disiplinsizliklerini ortaya koymaktır Böylece müminler, bu tip zayıflıklara karşı uyanık olabileceklerdir
269 Kitab-ı Mukaddes şöyle der: "Benjamin'li adı Kiş olan bir adam vardı Onun da Saul (Talut) adında seçkin genç ve iyi bir oğlu vardı İsrailoğulları arasında ondan iyisi yoktu O herkesten uzundu ve Talut'un (Saul) babasının merkepleri kayboldu Kiş, oğlu Talut'a şöyle dedi: Hizmetçilerden birisini yanına al ve merkepleri aramaya git Onlar şehre girdiklerinde, Samuel onların ardından geldi Samuel Talut'u gördüğünde Rabb ona: İşte sana bahsettiğim adam! dedi Halkı bu yönetecek Samuel Talut'u ve hizmetçisini aldı ve onları misafir odasına götürdü Orada en önemli otuz kişi için ayrılan yerlerden en iyisine onları oturttu Daha sonra Samuel ufak bir şişe yağ aldı ve onun başına boşalttı Ve Rabb seni mülküne varis kıldı, dedi Ve Samuel diğer insanlara, Rabb'ın sizin için seçtiği adamı görün dedi (I Samuel, 9-10 bölüm)
Talut da aynen Hz Harun, Hz Davud ve Hz İsa (Allah'ın selamı hepsinin üzerine olsun) gibi Allah tarafından İsrailoğullarına lider olarak seçilmiştir Fakat O'nun aynı zamanda peygamber seçilip seçilmediği hakkında ne Kur'an'da, ne de hadislerde açık bir ifade yoktur Bu nedenle O'nun melik (kral) olarak tayin edilmesi, O'nun aynı zamanda peygamber olarak seçildiği anlamına gelmez

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #64
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



248- Peygamberi, onlara (şöyle) dedi: "Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut'un (270) gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden 'bir güven duygusu ve huzur' ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır(270/a) Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır"
249- Talut, ordusuyla birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç avuçlayanlar hariç- onu tadmazsa o bendendir Onlardan az bir bölümü dışında ondan içtiler(271) O, kendisiyle beraber iman edenlerle onu (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar) : "Bugün bizim Calut'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler(272) (O zaman) Elbette Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir"
250- Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et"

AÇIKLAMA

270 Kitab-ı Mukaddes Tabut'un ayrıntıları konusunda Kur'an'dan farklıdır, fakat buna rağmen ondan çok şeyler öğrenmemiz mümkündür
İsrailoğulları Tabut'u, yani Tabut ahdini çok kutsal sayıyorlardı Onlar bu Tabut sayesinde "Allah'ın gelip kendilerini düşman güçlerinden kurtaracağına" inanıyorlardı Bu nedenle onun geri gelmesi İsrailoğulları'nı bu denli sevindiriyor ve cesaretlendiriyordu
Tabut, Hz Musa (as) ve Hz Harun'un (as) evinin kutsal emanetlerini ihtiva ediyordu Bunlar Hz Musa'ya (as) Sina dağında verilen levhalardı Bunun yanısıra Hz Musa'nın (as) rehberliğinde yazılan ve Levilere verilen Tevrat'ın orijinal bir nüshası da vardı
Tabut'ta, gelecek İsrail nesillerinin atalarına çölde lütfettiği nimetler için Allah'a şükretmelerini sağlamak üzere bir şişe de (kudret helvası) vardı Büyük bir ihtimalle Allah'ın bir mucizesi olan Hz Musa'nın (as) asası da bunlarla birlikteydi
270/a Burada Kur'an, muhtemelen I Samuel'in 4, 5, 6, bölümlerinde ele alınan olaya değinmektedir
Rabbin Tabut'u İsrailoğulları'nın yaptığı bir savaşta Filistîlilerin eline geçti İsrailoğulları cesaretlerini kaybetmişlerdi: "Tabut'un elden çıkmasıyla İsrailoğulları'nın şerefi kayboldu" diye bağırıyorlardı Tabut yedi ay boyunca Filistîlerin elinde kaldı; fakat, "Allah onlara büyük bir yük yüklediği" için Filistî şehirlerinde büyük bir panik başladı Öyle ki: "İsrail Tanrısı'nın Tabut'u (sandık) bizde kalmamalı, çünkü O bize karşı çok acımasız" diye bağırmaya başladılar Daha sonra Tabut'u İsrail'e geri göndermeye karar verdiler "İki tane sığır alıp bir arabaya koştular Ve sığırlar Beyt-Şemes yönüne doğru yol aldı"
Arabada sürücü olmadığına göre, araba Allah tarafından tayin edilen melekler vasıtasıyla İsrail'e doğru götürülüyordu
271 Bu nehir, Talut'un İsrail ordusu ile geçmek zorunda olduğu Ürdün nehri veya başka bir nehir olmalıdır Talut toplulukta disiplin eksikliği olduğunu bildiği için, korkağı cesurdan, yetenekliyi yeteneksizden ayırdetmek için bu sınavı uygulamıştır Bir müddet için susuzluklarını kontrol edemeyen kişilere, bir süre önce yenildikleri düşmanla karşılaştıklarında disiplini korumaları konusunda güvenilemeyeceği açıktır Aynı sınamayı Talut'tan önce Gideon da yaptığı için Palmer ve Rodwell burada (249 ayet) Saul (Talut) ile Gideon'un karıştırılmış olduğu sonucuna varmışlardır Bununla, aslında Kur'an'ın vahyî bir kitap değil Hz Muhammed'in (sa) bir eseri olduğunu göstermek istiyorlardı Bu iddia kendi kendisini çürütmektedir Eğer iki benzer olaydan sadece biri Kitab-ı Mukaddes'te yer almışsa, bu kitapta yer almadığı için diğer olayın olmadığı anlamına gelmez Bundan başka Kitab-ı Mukaddes'in İsrailoğulları'nın tüm tarihini eksiksiz bir şekilde ele aldığı da söylenemez Kitab-ı Mukaddes'te değinilmeyen birçok olayın Talmud'da yer alması bunu ispatlamaktadır
272 Büyük bir ihtimalle bunlar nehir kıyısında sabredemeyen kimselerdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #65
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



251- Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar Davud Carut'u öldürdü Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti(273) Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı(274) Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir

AÇIKLAMA

273 Kitab-ı Mukaddes'e göre Davut o zaman genç bir delikanlıydı Şans eseri olarak Filistîlerin şampiyonu olan Calut İsrailoğulları'nı tehdit ettiğinde Talut'un ordusu içindeydi Calut şöyle diyordu "İsrail kuvvetlerine meydan okuyorum Bir adam çıkarın karşıma da onunla dövüşeyim" Bunu duyan İsrailoğulları'nın cesareti kırılmıştı; fakat Davud, Talut'a: "Onun böyle dik başlılık etmesine izin vermeyin, bırakın hizmetkârınız gitsin ve Filistînlilerle savaşsın" dedi Talut izin vermedi, fakat Davud ısrar edince kabul etti Calut onu görünce gençliğiyle alay etti ve: "Gel de senin etini gökteki kuşlara ve dağlardaki hayvanlara yedireyim" dedi Buna cevap olarak Davud şöyle dedi: "Allah seni benim ellerime teslim edecek ve bütün dünya İsrail'in bir Allah'ı olduğunu anlayacak Hatta bütün buradakiler Allah'ın kılıç ve mızrakla korunmadığını öğrenecekler Savaş O'nun elindedir; O, seni bize teslim edecek" Daha sonra Davut onu öldürdü ve İsrailoğulları arasında çok meşhur oldu Talut kendi kızını onunla evlendirdi Ve Davud Talut'tan sonra İsrail'in meliki (kral) oldu (Daha ayrıntılı bilgi için bkz I Samuel, 17-18 böl)
274 Yeryüzünde barış ve düzeni korumak amacıyla Allah farklı grup, millet ve partilerin belli bir sınıra kadar güç kazanmalarına izin verir Fakat onlar bu sınırları aşarlarsa, o zaman onların gücünü kırar ve yerlerine yenilerini getirir Eğer Allah bir milletin veya bir grubun sonsuza dek hakimiyette kalmasına izin verseydi, o zaman Allah'ın arzı karışıklık ve düzensizliklerle dolardı

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #66
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



252- İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir; onları sana hak olarak okuyoruz Sen de gönderilen elçilerdensin
253- İşte bu peygamberler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudûs'le destekledik Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet) ler, birbirlerini öldürmezdi Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi de küfretti Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi Ama Allah dilediğini yapandır(275)
254- Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin(276) Kâfirler, onlar zulmedenlerdir(277)
255- Allah O'ndan başka ilah yoktur Diridir, kaimdir(278) O'nu uyuklama ve uyku tutmaz(279) Göklerde de, yerde de ne varsa hepsi O'nundur(280) İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir?(281) O, önlerindekini ve, arkalarındakini bilir Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar(282) O'nun kürsüsü,(283) bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır Onların korunması O'na güç gelmez O, pek yücedir, pek büyüktür(284)

AÇIKLAMA

275 Tabiî olarak akla şu soru gelir: Peki neden Allah bunu dilemiyor? Neden hatalarla, hatta savaşla sonuçlanan ayrılıklara izin veriyor? O, bunları durdurmaktan aciz midir? Elbette O her şeye gücü yetendir Bunları istese durdurabilir ve hiç kimse O'nun rasûlleri aracılığıyla gönderdiği hidayetten yüz çeviremez Fakat insanları belirlenmiş bir yoldan gitmeye zorlamak O'nun dileği değildir Çünkü O, insanı yeryüzüne denemek için göndermiştir Eğer O, insandan davranış özgürlüğünü kaldırırsa, imtihan anlamını yitirir O, peygamberlerini insanları doğru yola davet etmeleri ve onları ayetler ve tartışmalarla ikna etmeleri için göndermiştir Peygamberler insanları Allah'a imana ve itaate zorlamak üzere gönderilmemişlerdir İhtilâflar ve savaşlar ortaya çıkmaktadır; çünkü, insanlar Allah tarafından kendilerine verilen sınırlı düşünce ve eylem özgürlüğünü kötüye kullanmışlar ve Allah tarafından belirlenen hayat tarzından bambaşka hayat tarzları icat etmişlerdir O halde farklılık ve ihtilâf-ların, Allah'ın insanları doğru yola zorlamaya (istediği halde) gücü yetmediği için ortaya çıkmadığı meydandadır Elbette Allah, dilediğini yapmaya gücü yetendir
276 Müminler, inandıkları gayeye ulaşabilmeleri için mâlî fedakârlıkta bulunmaya teşvik ediliyorlar
277 "Küfür yolunu benimseyenler", Allah'ın emirlerine uymayı reddedenlerin ve servet biriktirmeyi Allah rızasını kazanmaya tercih edenleri veya burada uyarılan kıyamet gününe inanmayan ya da ahiret'te şu veya bu şekilde bir kimsenin dostluğu ya da şefaati sayesinde kurtuluşa ereceklerini sananları kastetmektedir
278 Her ne kadar cahil insanlar birçok tanrılar ve mâbudlar icat etmişlerse de, bütün yaratıkların, hiçbir ortağı olmayan Ezelî ve Ebedî olan Allah'a ait olduğu gerçeği değişmez O, bütün evrenin hâkimi olan diri (Hayy) Allah'tır O, bütün mülkün tek sahibidir Sıfatlarında, özelliklerinde, güçlerinde ve haklarında hiç kimse O'na ortak değildir Bu nedenle yerde veya gökte ne zaman Allah'tan başka bir ilâh icat edilse yalan söylenmiş ve Hakk'a karşı savaş açılmış olur
279 Bu, eksik ve muhtaç insanoğulları gibi bazı zayıflık ve sınırlılıklara sahip bir Allah fikrini reddetmektedir Örneğin Kitab-ı Mukaddes şöyle der: "Ve yedinci gün Allah yaptığı işi bitirdi Ve yaptığı işlerin hepsini bırakarak yedinci günde dinlendi" (Tekvin, 2:2) , "Rab sanki uykudan uyanır gibi ve güçlü bir adamın şarap nedeniyle nara atması gibi uyandı" (Psalms 78:65) Elbette Allah tüm bu zayıflıklardan uzaktır
280 O, yerde, gökte ve ikisi arasıda olan her şeyin Sahibi ve Mâliki'dir Ve hiç kimse hakimiyetinde, otoritesinde, mülkünde ve yönetiminde O'na ortak değildir İlâh olarak kabul edilen her şey ve herkes mutlaka evrenin bir parçasıdır ve evrenin her parçası da Allah'ındır; o halde hiçbir şey O'na rakip veya eş olamaz
281 Bu, peygamberlerin, meleklerin vs Allah'tan şefaat dileyeceklerini ve O'nu bağışlamaya zorlayacaklarını sanan kimselerin yanlış fikirlerini reddederler Bu tür kimseler, yaratıklarının hiçbirinin, değil O'nu bağışlamaya zorlamak, O'nun önünde duramayacağı ve şefaat edemeyeceği konusunda uyarılmaktadırlar Evrenin Hakimi'nin izni olmaksızın hiçbir peygamber, hiçbir melek ve hiçbir aziz (velî) O'nun önünde bir tek söz bile söyleyemeyecektir
282 Kur'an'a göre, Allah'a ortak veya eş koşmak veya O'nun hak veya sıfatlarını herhangi bir şekilde kendininmiş gibi benimsemek, bağışlanamayacak bir günahtır Bu olaya şirk adı verilir Bir önceki ayette Kur'an, Allah'ın hakimiyetinin sınırsız ve gücünün mutlak olduğunu ilân ederek şirki kökünden kesmektedir
Bu ayette de aynı şey başka bir yönden ele alınmaktadır: Gerekli olan bilgiye hiç kimse sahip olmadığı halde kim evrenin yönetiminde ortaklık iddia edebilir? İnsanların ve meleklerin bilgisi o kadar yetersizdir ki, hiçbirisi evrenin sistemini anlayamaz ve bu nedenle onun yönetilmesine yapılan herhangi bir müdahale karışıklık ve kaosa neden olur Evrenin yönetimi bir yana, insanlar kendileri için neyin iyi olup, neyin kötü olduğunu bile ayırdedemezler Bu nedenle insanlar, her tür bilginin kaynağı olan ve insanlar için hayırlı olanı bilen Allah'ın hidayetine inanmalıdırlar
283 Arapça "kürsî" (sandalye) kelimesi burada iktidar ve otorite olarak çevrilmiştir; çünkü kürsî burada iktidarın sembolü olarak kulanılmıştır Dilimizdeki koltuk kelimesi bile iktidar yerine kullanılmaktadır
284 Bu ayet, ayet'el-kürsî olarak bilinir Bu ayet Allah hakkında öyle yetkin bir bilgi verir ki, buna hiçbir yerde rastlanamaz İşte bu nedenle hadisler bunu, Kur'an'ın en üstün ayeti olarak tanımlar
Burada şöyle bir soru akla gelmektedir: Allah ve sıfatları burada hangi bağlamda anılmıştır? Bu soruyu cevaplayabilmek için 243 ayet ile başlayan bölümü baştan ele almamız gerekir İlk önce müminler Allah yolunda ellerinden gelen çabayı sarfetmeye ve bu yolda canlarını ve mallarını feda etmeye teşvik edilmişlerdi Aynı zamanda İsrailoğulları'nın düştükleri zayıflıklara karşı da uyarılmışlardı Daha sonra başarının sadece sayıya, silahlara ve teçhizata dayanmadığı, bilâkis, iman, sabır, disiplin ve kararlılığa bağlı olduğu vurgulanmıştı Daha sonra Allah'ın, savaşı, bir grubu diğer bir gurupla ortadan kaldırma aracı olarak kullanmasındaki hikmete değinilmişti Yani eğer sadece bir grup veya bölük hakimiyeti elinde tutmaya devam ederse, karşıtları ve muhalifleri için hayat çekilmez olurdu Daha sonra Allah'ın insanlar arasındaki ihtilâfları gidermekten aciz olmadığı, fakat bunları zorla yok etmenin O'nun dileği olmadığı bildirilmişti Bu amaçla, O, peygamberini Hakk'a davet etmek üzere gönderir; fakat, insanları kabul edip etmeme konusunda serbest bırakır Bu bölümün başında olduğu gibi müslümanlara yine Allah yolunda harcamaları emredilmişti En sonunda bu ayete insanların inançlarındaki ve dinlerindeki farklılıklara rağmen Allah'ın tüm evrenin hâkimi ve sahibi olduğu gerçeği ilân edilmektedir Elbette, insanları kendisine inanmaya zorlamak O'nun dileği değildir Fakat O sadece, peygamberleri aracılığıyla, kendisine inanan, O'nu razı etmek için canlarını ve mallarını O'nun yolunda feda edenlerin kazançlı çıkacaklarını ve kendisine inanmayanların zarara uğrayacaklarını bildirir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #67
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



256- Dinde zorlama (ve baskı) yoktur(285) Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır Artık kim tağutu(286) tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur Allah, işitendir, bilendir
257- Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi) dir Onları karanlıklardan(287) nura çıkarır; küfredenlerin velileri ise tağut'tur(288) Onları da nurdan karanlıklara çıkarırlar İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süreki olarak kalacaklardır
258- Allah, kendisine mülk(289) verdi, diye rabbi konusunda İbrahim'le(290) tartışmaya gireni görmedin mi?(291) Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o küfre sapan böylece afallayıp kalmıştı(292) Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez

AÇIKLAMA

285 Arapça "din" kelimesi hem inancı, hem de bu inanç üzerine kurulan hayat tarzını ifade eder Burada, önceki ayetlerde ortaya konulan inanç ifade edilmektedir Bu ayete göre İslâm, iman ve onun hayat tarzı hiç kimseye zorla kabul ettirilemez demektir
286 Arapça "tağut" kelimesi sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes için kullanılır Kur'an bu kelimeyi Allah'a isyan eden, Allah'ın kullarının hâkimi ve mâliki olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır
Allah'a isyan üç derecede olabilir: 1) Eğer bir kimse Alah'ın kulu olduğunu kabul eder, fakat pratikte O'nun emirlerinin aksini yaparsa buna fasık denir 2) Bir kimse Allah ile irtibatı koparır ve başka birisine bağlanırsa o zaman kâfir olur 3) Eğer bir kimse Allah'a isyan eder ve O'nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağut'tur Böyle bir kimse şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir Bu nedenle bir kimse tağut'u reddetmedikçe Allah'a inanmış sayılamaz
287 Burada karanlık, kişinin doğru yoldan sapmasına tüm çaba ve enerjisini yanlış yollarda kullanmasına neden olan cahiliye karanlığı anlamında kullanılmıştır Bunun tersine ışık, kişinin gerçeği apaçık görmesini, hayatın gerçek anlamının farkına varmasını ve bilinçli bir şekilde, kararlı olarak doğru yolu takip etmesini sağlayan Hakk'ı görmeye yarayan ışık anlamında kullanılmıştır
288 Tağut kelime olarak tekil olmasına rağmen burada anlamı çoğuldur Çünkü Allah'ı inkâr eden kimse, sadece bir tek değil binlerce tağut'un kölesi olur Bunlardan birisi kişiyi sürekli yanlış yapmaya teşvik eden ve ayağını kaydıran şeytandır Diğeri ise kişiyi kendi arzu ve şehvetlerinin kölesi yapan ve sapık yollara yönelten nefsidir Daha sonra başkaları, karısı, çocukları, akrabaları, kabilesi, ailesi, arkadaşları, milleti, politik ve dinî liderleri ve hükümeti gelir Bütün bunlar o kimse için tağut'tur ve onu kendi istek ve arzularının esiri yapmak isterler Bütün bu efendilerin kölesi olan kimse, bütün hayatını imkânsız olan bir şey için, yani tüm bu efendilerin hepsini de teker teker hoşnut etmek uğruna harcar
289 Bir önceki ayette Allah'ın müminlerin yardımcısı ve koruyucusu olduğu, onları karanlıklardan çıkardığı; tağut'un ise kâfirlerin yardımcısı olduğu ve onları karanlığa yönelttiği bildirilmişti Burada ise buna delil olacak nitelikte üç olay ele alınmaktadır: Birincisi, Hakk'ın apaçık gösterildiği ve buna karşı hiçbir şey söyleyecek halde olmayan bir kimsenin hikâyesidir Bu kimse Hakk'ın kendisine apaçık gösterilmesine rağmen O'nu kabul etmemiştir Çünkü o tağut tarafından saptırılmış ve karanlıklar içinde başıboş gezinmeye bırakılmıştır Diğer iki olay ise, kendilerini sadece karanlıktan kurtarmakla kalmayıp, onlara görünmeyen gerçeklikleri de müşahede ettiren Allah'a tam anlamıyla ve yakinen inanan iki kimsenin hikâyesidir
290 Burada değinilen kimse Hz İbrahim'in (as) doğduğu ülke olan Irak'ın kralı Nemrud'dur Kitab-ı Mukaddes bu tartışmadan bahsetmez; fakat Talmud, ayrıntılarıyla ele alır ve özde Kur'andaki pasaja çok benzemektedir Talmud, Hz İbrahim'in (as) babasının Nemrud'un baş memurlarından biri ve efendisinin gözde kulu olduğunu bildirmektedir Oğlu Hz İbrahim (as) ise çok küçük yaşından beri derin bir Allah sevgisi taşımaktaydı Büyüdüğünde açıktan Allah'ın "Birliğini" ilân etmeye ve Allah'a koşulan ortak ve eşleri kötülemeye başladı Bu inancını göstermek amacıyla putları kırdı Babası aceleyle kralın huzuruna çıktı ve Hz İbrahim'i (as) ihbar etti: "O şöyle şöyle yaptı, hüküm vermen için senin huzuruna çıkarılsın" dedi Hz ibrahim (as) , kralın huzuruna çıkarıldı ve aralarında burada bahsedilen tartışma geçti
291 Tartışmanın asıl konusu şuydu: Hz İbrahim (as) Rab olarak kimi kabul ediyordu: Allah'ı mı, Nemrud'u mu? Bu tartışma, tebaasını Rab olarak Allah'ı değil de, kendisini kabul etmeye zorlayan Nemrud'un zorbalığından kaynaklanıyordu Tabiî onun bu iddiası yanlıştı Kendisine bu mülkü veren Allah'a şükreden bir kul olarak, Rab diye Allah'ı kabul etmeliydi Şükreden bir kul olmak yerine o, öyle nankör oldu ki, tebaasının Rabbi olduğunu iddia etmeye başladı Hz İbrahim (as) bu durumu kabul edemeyeceği için aralarında bir tartışma meydana geldi
Bu tartışmanın asıl mahiyetini anlayabilmek için aşağıdaki noktaları gözönünde bulundurmalıyız
1) Allah'ı ilâhlar ilahı ve rabler rabbi olarak kabul edip, bununla birlikte O'nu tek Rab ve Mâbud olarak kabul etmediklerini gösterir bir şekilde O'na başka ilâhlar ve rableri ortak koşmak, hemen hemen tüm müşrik toplumların özelliğidir
2) Onlar her zaman ilâhlığı ikiye ayırmışlardır: Tabiatüstü ilâhlık ve hükümde ilâhlık Bir sonuç doğuran her tür sebebi kontrol eden tabiatüstü ilâhlığı, Allah'a atfetmişlerdir Bu nedenle ihtiyaç duyduklarında veya zorluk anlarında O'ndan yardım dilerler; fakat cahillikleri nedeniyle ruhları, melekleri, cinleri, yıldızları ve daha bir çok şeyi Yüce Allah'a eş koşarlar ve onlara dua ederler, onlara ibadet ederler ve onlar için yapılmış tapınaklara adaklar sunarlar
Sadece Allah'a ait olan ve hayat tarzını belirleme emirlerine uyulmasını isteme ve dünyadaki bütün işler üzerinde mutlak otorite sahibi olma hakkını sadece O'na veren hakimiyette ilâhlığa gelince, her çağdaki müşrikler bu hakkı Allah'tan alıp, kral soyundan gelenlere veya gruplara vermişler veya Allah'la diğer putlar arasında paylaştırmışlardır Kral soyundan gelenlerin ikinci kategorideki anlamıyla ilâhlık iddia etmelerin nedeni budur Bu soylular grubu, iddialarına destek bulabilmek için birinci anlamda ilâhların soyundan geldiklerini iddia etmişlerdir Rahipleri ve din adamları ise onları bu konuda destekleyip savunmuşlardır
3) Nemrud, hakimiyete sahip olduğu anlamında ilâhlık iddiasında bulunmuştur O ne Allah'ın varlığını reddetmiş ne göklerin ve yerin yaratıcısı ne de evrenin yöneticisi olduğunu iddia etmiştir O sadece Irak'ın ve Irak'ta yaşayanların mutlak efendisi ve hâkimi olduğunu iddia ediyordu O'nun iddiası şuydu: Ben ne dersem kanundur ve ben, söylediklerim nedeniyle benden başka hiç kimseye karşı sorumlu değilim Bu nedenle beni efendi (rab) olarak kabul etmeyen her Irak'lı asîdir
4) Burada değinilen tartışma, Hz İbrahim (as) : "Ben Alemlerin Rabbini Rab olarak ve ibadet edilecek ilâh olarak kabul ediyorum O'ndan başka her şeyin rabliğini ve ilâhlığını reddediyorum" deyince ortaya çıkmıştır Bu açıklama sadece kutsal din ve ulusal ilâhları kökünden reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda ulusal devletin ve onun merkezî gücü olup, Irak'ın tek efendisi olduğunu iddia eden Nemrud'un varlığını tehdit ediyordu Buna müsamaha gösterilmemesinin ve Hz İbrahim'in (as) sorguya çekilmek üzere Nemrud'un önüne getirilmesinin nedeni işte bu tehdittir
292 Hz İbrahim (as) ilk cümlesinden itibaren Allah'tan başka Rab olamayacağını apaçık ortaya koyduysa da, Nemrud yine de O'nun iddiasını çürütmeye çalıştı Fakat ikinci delilden sonra Nemrud o denli köşeye sıkıştırılmıştı ki, başka bir sebep öne sürecek gücü kalmamıştı Çünkü kendisi de, güneşin Hz İbrahim'in (as) Rab olarak kabul ettiği Allah'ın emrinde olduğunu biliyordu Fakat buna rağmen O, bu apaçık gerçeği kabul edemezdi; çünkü bunu kabul etmesi, despotluk yönetiminden vazgeçmesi demek olurdu İçindeki isyan buna hazır olmadığı için, apaçık farkına vardığı halde Nemrud, nefse tapınmanın karanlığından Hakk'ın aydınlığına çıkmadı Eğer nefsi yerine, Allah'ı ilâh olarak kabul etseydi, Hz İbrahim'in (as) davetiyle doğru yolu bulurdu
Talmud'da bu tartışmadan sonra Nemrud'un Hz İbrahim'i (as) hapse gönderdiği ve Hz İbrahim'in (as) orada on gün kaldığı yazılıdır Daha sonra kral ve adamları O'na canlı canlı yanma cezası verdiler Bu olaya Kur'an'da da değinilmektedir (Bkz Enbiya: 51-74, Ankebut: 16-24, Saffat: 85-98)

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #68
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıpıssız duran bir şehre uğrayan gibisi (göremedin mi?) (293) Demişti ki: "Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?"(294) Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti (Ve ona) Demişti ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" demişti (Allah ona:) "Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir(295) Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" demişti O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra demişti ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir"
260- Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince "Hayır (inandım) , ancak kalbimin tatmin olması için" demişti(296) Öyleyse, dört kuş tut Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır Sana koşarak gelirler Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir"(297)

AÇIKLAMA

293 "Adamın kim olduğu ve şehrin hangi şehir" olduğu konusunda tahminler yürütmek gereksizdir Çünkü bunu yapmak sadece anlamsız değil, aynı zamanda imkânsızdır Bunlar ne Kur'an'da, ne de sahih hadislerde yer almıştır ve biz de başka güvenilir kaynaklara sahip değiliz Bunun yanısıra, bunu öğrenmemiz bu olayın burada anlatmak istediği şeyi daha iyi anlamamız konusunda bilgimize bir şey de katmayacaktır Bu olayın zikrediliş amacı şudur: "Allah kendisine iman edenleri karanlıklardan nura çıkarır" Bu da olayın geçtiği yerin adı (Kudüs veya başka bir yer) veya olayın kahramanının adı -Ezra, Hezekiel veya Nehemya- belirtilmeden ifade edilip açıkça ortaya konmuştur Fakat daha önceki sözlerden O'nun bir peygamber olduğu ortaya çıkmaktadır
294 Bu soru, peygamberin tekrar dirilişe inanmadığı veya bu konuda şüphe duyduğu anlamına gelmez Bu sadece O'nun da diğer peygamberler gibi, gerçekliği kendi gözleriyle görmek istediği anlamına gelir
295 Yüzyıldan beri ölü olan bir kimsenin dirilmesi olayı, o çağda yaşayanlar için apaçık bir ayettir
296 Yani, "Tecrübeyle elde edilen kesin bir kanaata sahip olmak istiyorum"
297 Bazıları yukardaki iki doğaüstü olay için çok garip yorumlar yapmışlardır Fakat bu tür ayrıntılı ve uzak tefsirleri yapmak gereksizdir Çünkü birinci olaydaki şahsın da belirttiği gibi Allah dilediği her şeyi yapmaya kâdirdir Bunun yanısıra, Allah'ın peygamberleriyle olan ilişkisi çok olağanüstü bir yapıdadır Sıradan bir mümin görevlerini yapmak için gerçekliği (reality) kendi gözleriyle görmeye ihtiyaç duymayabilir Fakat bir peygamber, insanları çağıracağı gerçeklikleri kendi gözleriyle görmelidir ki görevini yapabilsin Peygamberler tam bir gönül rahatlığı ile, kendilerinden emin bir şekilde: "Sizin sadece tahmin yürütebildiğiniz gerçeklikleri, biz gözlerimizle gördük Siz cahilsiniz, fakat biz biliyoruz; siz körsünüz, biz görüyoruz" diyebilmelidirler Onlara meleklerin insan şeklinde gelip görünmesinin nedeni de budur Onlara göklerin ve yerin işleyiş sistemi, Cennet, Cehennem ve öldükten sonra dirilme, apaçık gösterilmiştir Her ne kadar peygamberler, peygamber olarak tayin edilmeden önce de bunların tümüne inanıyorlarsa da peygamberliğin özelliği ve özel bir göreve tayin edilmeleri nedeniyle bu gerçeklikleri gözleriyle müşahade etmeleri gerekiyordu (Ayrıntılı bilgi için bkz Hud an: 17, 18, 19, 34)

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #69
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



261- Mallarını(298) Allah yolunda infak edenlerin örneği(299) yedi başak bitiren, her bir başakta yüz 'tane' bulunan bir tek 'tane'nin örneği gibidir Allah, dilediğine kat kat arttırır Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir(300)
262- Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rabbleri katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır(301)
263- Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır Allah hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak davranandır(302)

AÇIKLAMA

298 243 ayetle başlayan hitapta müminler, inandıkları büyük ve soylu amaç uğruna canlarını ve mallarını feda etmeye teşvik edilmişlerdi Uğruna bu fedâkarlıkları yaptıkları Allah'a olan imanlarını güçlendirdikten sonra, buradan itibaren müminlere bu tür fedakârlıkları yapabilmeleri için gerekli olan tutumun gelişmesi için emir ve talimatlar verilmektedir
Muhakkak ki ekonomik görüşleri tamamen değişmedikçe insanlar ahlâkî bir sebeple mâlî fedakârlıklarda bulunamazlar Servet biriktirmek için yaşayan ve ölen, her şeyi kâr ve zarara göre değerlendiren materyalistlerden, yüce bir amaç uğruna bir şeyler harcamaları beklenemez Hatta onlar soylu bir gaye uğruna harcama yapıyor görünseler bile, gerçekte bunun kendilerine, kabilelerine veya uluslarına neler kazandıracağını hesaplamakla meşguldürler Bu tip bir kafa yapısıyla Allah yolunda bir adım bile ilerlemek imkânsızdır Allah kelâmını yüceltmek için kişi, dünyevî bir kazanç veya kayıp sözkonusu olmaksızın tüm hayatını, servetini ve enerjisini harcamalıdır Bu yol, geniş bir görüş açısı, büyük bir cesaret, geniş bir kalp ve herşeyin ötesinde Allah rızasını kazanmak için samimi bir istek gerektirir Bundan başka materyalistik ahlâkı kaldırıp, yerine manevî değerleri koymak için, sosyal sistemde de köklü değişiklikler yapmak gerekir Bu nedenle buradan itibaren 281 ayete kadar bu tür ahlâkî davranış kalıplarını geliştirmek için gerekli talimatlar yer almaktadır
299 İlâhî ilkelere uygun şekilde ve Allah rızası için harcanan her şey, kişinin kendi ihtiyaçları veya akrabalarının ihtiyaçları için, kamu yararına veya İslâm'ı tebliğ için, ya da cihad için harcanmış olan her şey, Allah yolunda harcanmış demektir
300 Allah'ın sınırsız kaynakları olduğu ve O her şeyi bildiği için, kişi Allah yolunda harcarken ne kadar samimi ve istekli olursa, Allah'tan göreceği mükâfat da o denli büyük olacaktır Kişi, bir tohumdan yedi sekiz yüz dane üreten Allah'ın, yapılan iyilikleri de yedi yüz misli ile mükâfatlandırmaya kâdir olduğuna kesinlikle inanmalıdır
Bu gerçeği gözler önüne serdikten sonra, bu bağlamda Allah'ın kaynaklarının sınırsız olduğunu ve O'nun ameleri hakettikleri ölçüde mükâfatlandırabileceğini göstermek ve O'nun her şeyi bildiğini, neyin hangi niyetle harcandığından habersiz olmadığını göstermek amacıyla, Allah'ın iki sıfatı özellikle zikredilmiştir Bu nedenle kişinin hakettiği mükâfatı kaybetmesi sözkonusu değildir
301 Onlar için ne haketikleri mükâfatı kaybetme korkusu vardır, ne de onların harcadıkları şeyler için üzülecekleri bir zaman gelecektir
302 Bu, iki şeyi ifade eder Birincisi, Allah kimseye muhtaç olmadığı için hiç kimsenin harcamasına da (infak) ihtiyaç duymaz İkincisi, O, cömert ve geniş yürekli insanları sever, cimri ve nekes insanları sevmez Çünkü O Cömert'tir, Bağışlayan'dır ve Eliaçık olandır O halde hayat için gerekli olan şeyleri insanlara sınır tanımadan veren ve onları hatalarına rağmen tekrar tekrar bağışlayan Allah, nasıl olur da, yaptıkları bağışı sürekli hatırlatarak karşılarındaki insanın gururunu inciten ve sadece bir zerre vermiş olsa bile bunu başa kakıcı ifadeler kullanan kimseleri sever?
Hz Peygamber'in (sa) bir hadisi de, kıyamet gününde Allah'ın birisine verdiği hediyeyi sürekli başa kakan (ve bu konuda îmâlı konuşmalar yapan) kimselerle değil konuşmak, onlara bir kez bile bakmayacağını bildirmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #70
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



264- Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın(303) Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; ona sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir(304) Onlar kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremez (elde edemez) ler Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez (305)
265- Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır) (306) Allah, yapmakta olduklarınızı görendir
266- Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle durumda iken) , ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin(307) İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki düşünürsünüz
267- Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin Kendinizin göz yummadan alamıyacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır(308)

AÇIKLAMA

303 O'nun münafıklığı açıkça onun Allah'a ve ahiret gününe inanmadığını göstermektedir Onun diğer insanlara göstermek için harcaması, onun mükâfat istediği ilâhın (Allah değil) insanlar olduğunu göstermektedir Bir münafık Allah'tan hiçbir mükâfat beklemez ve bir gün bütün amellerini değerlendirip ceza veya mükâfatla karşılaşacağına da inanmaz
304 Bu misalde yağmur, cömertlik ve harcamaktır (infak) Yağmurun düştüğü sert ve çıplak kaya ise bu harcamada güdülen kötü niyettir
İnce toprak tabaka ise kötü niyeti saklayan ve harcamayı iyi gösteren sözde fazilettirHer ne kadar yağmur yağarak bitkileri büyütüyorsa da, eğer üzerinde ince bir toprak tabakası olan bir kayaya düşerse, üstündeki toprağı akıtıp kayayı çırılçıplak bırakarak, gerçekte, o kayaya zararlı olur
Aynı şekilde cömertlik ve eliaçıklık, fazileti geliştiren bir güç olmasına rağmen iyi niyetle yapılmadığı zaman fazileti geliştirmez Bu şartlar olmaksızın infak edilen servet, aynen, üzeri ince bir toprak tabakası ile kaplı çıplak kayaya düşen yağmur gibi boşa gitmiş olur
305 Burada kâfir "nankör, şükretmeyen" anlamında kullanılmıştır Allah tarafından verilen serveti; O'nun yolunda ve O'nun hoşnutluğunu kazanmak için harcamayan, fakat insanların takdirini kazanmak için harcayan kimse nankör bir zavalıdır Çünkü Allah'ın nimet ve lütfunu unutmaktadır Bu husus bir malı Allah yolunda harcayan, fakat aynı zamanda verdiği kişiye kötülük yapan kimse için de geçerlidir Böyle bir kimse O'nun rızasını istemedikçe, Allah da ona kendi rızasına götüren yolu göstermez
306 Sağnak yağmur, en iyi niyetlerle ve samimiyetle yapılan infaktır Yağmur çisintisi ise samimi olmasına rağmen, birincisinde olduğu gibi duygu derinliğine ve yoğunluğuna sahip olmayan infaktır
307 Yani, "Siz çok ihtiyaç duyduğunuz ve tekrar kazanma şansına sahip olmadığınız yaşlılık günlerinizde, bütün hayatınız boyunca kazandıklarınızın bir anda yok olmasından hoşlanmazsınız Öldükten sonra dirileceğiniz güne hiç hazırlıksız giderseniz, orada da aynı hoşnutsuzluk ve üzüntüyle karşılaşacaksınız O zaman birdenbire misâldeki yaşlı adam gibi tüm kazandıklarınızın geride, dünyada kaldığını ve misâldeki adamın harap olan bahçesi gibi size hiçbir faydası olmayacağını anlarsınız Bunun yanısıra kendinizi misâldeki yaşlı adam kadar çeresiz hissedeceksiniz Çünkü ahiret'te artık ahiret için bir şeyler kazanma ümidiniz kalmayacaktır Eğer bu dünyada emrolunduğu gibi infak etmezseniz ve tüm hayatınızı ve enerjinizi bu dünya için harcarsanız, öldüğünüzde, misâldeki yaşlı adamın çaresiz durumu ile karşılaşırsınız O, tek bahçesini, bütün hayatı boyunca kazandığı şeyi kaybetmiştir Kendisinin yeni bir bahçe yetiştirmeye gücünün yetmeyeceği, çocuklarının da küçük ve zayıf olduğu için bir şey yapamayacakları bir anda, tüm dayanağını kaybetmiştir"
308 Hiçbir şeye ve hiç kimseye muhtaç olmayan Allah, insanlara kendisi için değil fakat insanların kendi iyilikleri için, Allah yolunda infak etmeyi emreder O bütün yüce sıfatlara ve üstün niteliklere sahip olduğu için, alçak bir kişiliğe sahip olanlardan hoşlanmaz O, öylesine cömerttir ki yaratıklarına sürekli lütuflarda bulunmaktadır Bu nedenle Allah değersiz şeyleri infak eden cimri insanlardan hoşlanmaz

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #71
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



268- Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir
269- Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir(309) Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez

AÇIKLAMA

309 "Hikmet", neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırmaya yarayan bilgi anlamında kullanılır O halde hikmet sahibi bir kimse şeytanın dar yollarını değil, Allah'ın geniş yolunu takip eder Şeytanın cimri takipçilerine göre ise akıllılık, servetleri ile övünmek, her zaman daha fazla kazanmaya çalışmaktır Bunun aksine kendilerine gerçek hikmet verilenler bu tür davranışı akılsızlık olarak kabul ederler Onlara göre hikmet, kendi gerekli ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra servetini cömert bir şekilde iyi amellere sarfetmektir Birinci grubun bu dünyada daha zengin ve rahat bir hayat yaşaması mümkündür; fakat bu dünya hayatı yaşanılacak hayatın tümü değildir Bu dünya hayatı, ölümden sonra da devam edecek hayatın sadece küçük bir parçasıdır O halde bu dünya hayatının kısa zevkleri için ebedî hayatını feda eden kimse çok akılsızca davranmaktadır Akıllı olan ise, bu dünyada hayatından en iyi şekilde yararlanan ve bu dünyada az bir servete sahip olsa da ahiret'teki ebedî hayat için kendisini hazırlayan kimsedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #72
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



270- Nafakadan her ne infak eder veya adaktan her ne adarsanız, muhakkak Allah onu bilir Zulmedenlerin yardımcıları yoktur(310)
271- Sadakaları açıkta verirseniz o ne iyi; fakat gizleyip de fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır(311) O, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar(312) Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır
272- Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (kesin bir yükümlülük) değildir Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içidir Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir(313)

AÇIKLAMA

310 Allah herkesin niyetini ve yaptıklarını çok iyi bilir Kişinin Allah yolunda mı yoksa şeytanî bir yolda mı harcadığını, Allah'a mı bir şeyler adadığını yoksa başka kimselere mi adadadığını bilir Bu nedenle Allah yolunda harcayanlar mutlaka mükâfatlarını O'ndan alacaklardır Kötülük yapanlar ve şeytanın yolunda harcayanlar kendilerini O'nun azabından koruyacak bir yardımcı bulamayacaklardır
Nezir (adak) , bir kimse tarafından bir isteği gerçekleştiği takdirde Allah'a, bir peygambere, bir aziz veya puta bir şey yapmayı vaadetmesidir ve dinî bakımdan bağlayıcıdır Eğer kişinin gerçekleşmesini istediği şey helâl ise ve adak da Allah'a yapılmışsa, yerine getirilmelidir Çünkü bu, Allah yolunda yapılmış bir nezirdir Fakat eğer istek haram bir şeyse veya adak Allah'tan başkasına yapılmışsa, bu adakta bulunmak günahtır ve adağın yerine getirilmesi cezayı gerektirir
311 Zekât'ı açıktan, diğer infakları (sadaka) ise gizli vermek en iyisidir Aynı prensip diğer ibadetler için de geçerlidir Farz ibadetleri açıktan, nafile ibadetleri ise gizli yapmak daha iyidir
312 Eğer kişi iyi amelleri gizlice işlerse, bu o kişinin karakterinin şekillenmesine yardımcı olur Bunun sonucu kişi, hikmet ve samimiyeti gözönünde bulundurarak küçük günahları affeden Allah'ın, gözde ve seçkin bir kulu olur
313 Bu ayette müslümanlar arasında var olan bir yanlış anlama ortadan kaldırılmaktadır İlk önceleri müslümanlar gayri müslim akrabalarına veya diğer gayri müslimlere malî yardımda bulunma konusunda tereddüt etmişlerdir Onlar sadece müslümanlara yapılan yardımların Allah yolunda olduğunu sanıyorlardı Burada müminlere, kâfirleri hidayete ulaştırmakla sorumlu olmadıkları bildirilmektedir Onların sorumluluğu Hakk'ı tebliğ etmekle sona erer Kâfirlerin bunu algılayıp algılayamaması artık Allah'a kalmıştır Bu nedenle müslümanlar, sadece hidayeti kabul etmedikleri için gayri müslimlerin isteklerini yerine getirmekte tereddüt etmemelidirler Eğer müminler Allah'ı razı etmek için bir kimsenin ihtiyacını giderirlerse, Allah onlara mutlaka onların mükâfatlarını verecektir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #73
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



273- (Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler İffetlerinden dolayı cahil olan (kişi,) onları zengin sanır (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir(314)
274- Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır
275- Faiz (riba) yiyenler,(315) ancak kendisini şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar(316) Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir"(317) demelerinden dolayıdır Oysa Allah, alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır(318) Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir(319) Kim de (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada onlar sürekli kalacaklardır
276- Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır (320) Allah, günahkâr olan kâfirlerin hiç birini sevmez(321)

AÇIKLAMA

314 Bu ayette Allah, müslümanlara, kendilerini tamamen İslâm hizmetine adamış, bu nedenle de hayatlarını kazanamayan kimselere yardım etmelerini emretmektedir Hz Peygamber (sa) döneminde Ashab-ı Suffa denilen sahabe grubu bu tür bir topluluktu Onlar her an Hz Peygamber'in (sa) hizmetindeydiler Hz Peygamber (sa) de onlara İslâm'ı öğretiyor ve İslâm'a hizmet için onları eğitiyordu Ashabı Suffa öğrendiklerini başkalarına aktarıyor ve Hz Peygamber'in (sa) emriyle çeşitli görevlere ve seferlere gidiyorlardı Böyle kişilerin özellikle yardıma muhtaç oldukları açıktır; çünkü bunlar, tüm zamanlarını İslâm'a hizmetle geçirmektedirler ve maişetlerini kazanmaya ayıracakları vakitleri yoktur
315 Arapça "riba" kelimesinin sözlük anlamı "bir şeyi arttırmak" veya "bir şeye eklemek"tir Teknik olarak ise, borç verenin, borçludan verdiği para üzerinden belli bir yüzde alması, yani faizdir Kur'an'ın vahyedildiği dönemde faiz çok çeşitli şekillerde alınıyordu Örneğin, bir kimse bir mal aldığında ödeme için belli bir vade belirleniyor ve borçlu borcunu belirlenen tarihte ödeyemezse, ona belli bir zaman daha tanınıyor, fakat ödenecek meblağa biraz daha ekleniyordu Veya borçlanan kişi, borç aldığı miktardan fazlasını ödemek zorunda kalıyordu Veya belli bir vade için bir faiz oranı belirleniyor, eğer borçlu belirlenen zaman içinde ödemede bulunmazsa faiz oranı artırılıyordu
316 Kur'an faizle borç vereni deli bir adama benzetir Deli adam nasıl dengesizliği nedeniyle hâkimiyetini kaybederse, aynı şekilde borç veren kişi de para verirken o denli dengesini kaybeder ki, şuurunu yitirir Onun akılsızlığı o denli büyüktür ki, benciliğinin ve açgözlülüğünün nasıl insan sevgisine, insan kardeşliğine ve dostluğuna kökten bir darbe vurduğunu ve insanlığın genel maslahatına zarar verdiğini farketmez Birçok şeyi feda ederek zengin olduğunun farkına varamaz İşte o da, bu dünyada sanki deli bir adam gibi davranır Ahiret'te de aynı bu dünyadaki gibi deli olarak dirilecektir Çünkü herkes hangi konumda ölmüşse ahiret'te o konumda dirilir
317 Onlar görüşlerini yanlış bir teori üzerine dayandırdıkları için kâr ile faiz arasındaki farkı göremezler Onların iddiası şudur: Ticarette sermayeden kâr etmek helâl olduğuna göre, borca yatırılan paradan faiz almak neden haram olsun? Sadece Arap müşrikleri değil, günümüzün bankaları, finans kuruluşları da faiz hakkında bu tür düşüncelere sahiptirler Borç veren bir kimse o parayı borç vermeyip bir yere yatırsa kâr eder, borç alan kişi de bir yere yatırım yapıp kâr ettiğine göre, borç veren kişi diğerinin kârının bir kısmını neden almasın,diye fikir yürütürler Fakat onlar dünyada risksiz ve belli bir oranda sabitleştirilmiş kâr getiren hiçbir iş olmadığını unutmaktadırlar Ticarette, endüstride, tarımda ve her tür girişimde, hem sermaye, hem de işgücü kullanılmalıdır Aynı zamanda müteşebbis sabit bir kâr oranı beklememeli ve belli bir riski göze almalıdır Şimdi, aldığı borçla yatırımda bulunup üretimde bulunan borçluyu bir tarafa bırakalım ve aldığı borcu tüketimde kullanan kişinin faiz ödeme durumunu ele alalım Parasını kârlı bir işte kullanılmak üzere belli bir faiz oranıyla borç veren kimse ile başka tür yatırım ve girişimlerle meşgul olan kimseyi karşılaştıralım Herhangi bir girişimde bulunan kişi veya kişiler tüm zaman, işgücü, kafa ve sermayelerini kullanırlar ve işlerinin başarılı olabilmesi için ellerinden geleni yaparlar Fakat yine de sabit bir kâr oranının garantilemiş değillerdir ve birçok riskle karşı karşıyadırlar Tam tersine,sadece sermayesini veren kredici ise, üzerine hiçbir risk almaksızın sabit bir kâr oranını garantilemiştir Hangi mantıkla, hangi adalet ve ekonomi düşüncesine göre onun sabit bir kâr oranını garantilemesi doğrudur? Bir kimse, bir fabrikaya, yirmi yıl içinde hangi fiyat oyunlarının olacağını hesaba katmaksızın, nasıl yirmi yıllık sabit bir faiz oranıyla borç verebilir?
Bütün ülke riskle karşı karşıya bulunduğu, zarar yaptığı ve fedakârlıklar yapmak zorunda kaldığı halde, savaş borçlarına karşı bir yüzyıl boyunca faiz ödenmesini haklı gösterecek bir sebep var mıdır?
318 Farklı ekonomik ve ahlâkî sonuçlar doğuran faiz ve kâr arasındaki en önemli ayrılıklar şunlardır:
1) Alıcı ile satıcı arasındaki kâr anlaşması eşit şartlarda olmaktadır Alıcı ihtiyaç duyduğu maddeyi satın alır ve satıcı da bu maddeyi alıcıya sağlarken kullandığ zaman, işgücü gibi harcamaları için kâr alır Bunun aksine faizde, borçlu, zayıf konumu nedeniyle krediyi verenle eşit şartla anlaşma yapamaz Borç veren kişi ise, kârı olarak belirlediği miktar kadar sabit oranda bir faiz alır Eğer borçlu aldığı parayı kişisel ihtiyaçları için kullanırsa, elbette zaman faktörü hiçbir kâr getirmez Eğer borçlu aldığı parayı ticaret, endüstri, tarım gibi sektörlere yatırırsa o zaman eşit oranda kâr ve zarar şansı vardır O halde faizle borç vermek bir tarafa sabit ve garantili bir kâr getirirken öte tarafa zarar veya bir tarafa kesin ve garantili bir kâr, öte tarafa ise belirsiz ve kesin olmayan bir kâr getirebilir
2) Tüccar yüksek de olsa bir kez kâr talebinde bulunur; fakat kredi veren, tekrar tekrar ve zamanla oranı artan bir faiz ister Borçlunun borç aldığı para üzerinden kazandığı kâr kendi içinde sınırlıdır; fakat, borç verenin parası üzerinden istediği faizin sınırı yoktur Borç veren kişi bazen borçlunun tüm kârını alabilir, hatta tüm kişisel mallarına el koyabilir ve yine de borçlu borcunu ödeyemeyebilir
3) Bir madde el değiştirdiğinde veya fiyatı değiştiğinde ticarette alışveriş sona erer Bundan sonra alıcıdan satıcıya bir şeyler ödemesi istenemez Mobilya, ev veya toprak kiralarına gelince, borç verilen şeyin aslı harcanıp tüketilmez, fakat kararlaştırılan zaman sonunda sahibine geri verilir Fakat alınan borç para olduğunda,borçlu önce bu sermayeyi tüketir, sonra da alacaklıya üzerine bir miktar faiz katlayarak öder Yani borçlu için iki risk vardır; borçlu hem borç aldığı ana parayı üretmeli, hem de faizi karşılayacak parayı kazanmalıdır
4) Ticaret, endüstri ve tarım gibi ekonomik sektörleriyle uğraşan kimseler zaman, işgücü ve beyin gücü harcayarak kâr elde ederler Fakat borç veren kimse, hiçbir riske atılmaksızın ve işgücü de harcamaksızın, ihtiyacı dışındaki parayı borç vererek borçlunun kârının en büyük hissedarı olur
O, yapılan işteki kâr oranına, gerçekten, kâr olup olmadığına, belki de zarar olduğuna bakmaksızın, sadece kendisine verilen sabit garantili faiz nisbetinde işe ortaktır
Yukarıda anlatılanlardan, ekonomik yönden de, ticaretin toplumda yapıcı bir etkisinin, faizin ise yıkıcı bir etkisinin olduğu açığa çıkmaktadır Ahlâkî yönden ise faizin bencillik, katı kalplilik, paraya tapma gibi kötü özelliklere yol açtığı ve insanlar arasında sevgi ve yardımlaşma ruhunu öldürdüğü bilinmektedir O halde faiz, toplum için hem ekonomik, hem ahlâkî yönden zararlıdır Kişinin ihtiyacı olmayan parayı ne yapacağı sorusuna gelince, bu para aynı zamanda hem kâr, hem zarara aynı olmak şartıyla ticarete, endüstriye vs yatırılabilir
319 Bu izin sadece, faizi haram kılan ayet nazil olmadan önce alınan faizin kanunî yönü ile ilgilidir ve o faizden kazanılan gelirin de helâl olduğu anlamına gelmez Bu ayetten bu meselenin Allah'a havale edileceği ve bunun Allah tarafından bağışlanmamış olduğu anlaşılmaktadır Sonu gelmez tartışma ve istekleri engellemek bakımından borçlanılan faizin geri ödenmesi için kanunî bir istekte bulunulmaması bildirilmektedir Fakat ahlâkî yönden faiz pisliktir ve onu alan kimse kendisini temizlemek için elinden geleni yapmalıdır Eğer şeytana uyup almışsa, aldığı faizi kendisine harcamamalı ve faiz aldığı kimseleri araştırıp onlara aldıklarını geri ödemeye çalışmalıdır Faiz aldığı kimseleri bulamadığı takdirde bu haram ve pis kazancı sosyal refah için harcamalıdır Kıyamet gününde, kişi hakkında kesin hüküm verecek olan Allah'ın azabından korunmanın tek çıkar yolu budur Bu haram serveti kullanmaya devam eden kimse ise, geçmişte verdiği borçlar nedeniyle bile cezalandırılacaktır
320 Bu sosyal, ekonomik, ahlâkî ve ruhsal yönlerden doğrudur Görünüşte faizin zenginleştirip, infakın fakirleştirmesine rağmen, gerçekte bunun tersi olur Faiz, tabiatı itibariyle sosyal, ekonomik, ahlâkî ve ruhsal gelişmeye engeldir ve infak (faizsiz borç vermeyi de içerir) tüm bunların gelişmesini sağlar
Faize ahlâkî ve ruhsal yönlerden bakacak olursak, onun açgözlülük, bencillik, cimrilik, haset, katı kalplilik gibi özelliklere dayandığını ve borç veren kişide bu özellikleri beslediğini görürüz Diğer taraftan infak, cömertlik, tokgözlülük, yumuşak kalplilik ve sevgi üzerine kurulmuştur ve bu yüce niteliklerin gelişmesine yardımcı olur Hiç kimse bu özelliklerin bir önceki özelliklerinden daha iyi olduğu gerçeğini yalanlayabilir mi?
Toplumsal yönden bakıldığında birazcık düşünme bile insanı, eğer toplumdaki bireyler karşılıklı ilişkilerini bencillik üzerine kurarlarsa ve bireylerarası yardımlaşma ancak şahsî çıkar karşılığında olursa, o toplumun kuvvetli, dayanıklı ve dengeli bir toplum olamayacağı sonucuna götürür Eğer zenginler fakirlerin sadece sömürülmek için varolduğuna inanıyorlarsa, bu durumda bir çıkar çatışması meydana gelecek ve toplumda ayrılıklar ortaya çıkacaktır Eğer diğer şartlar da bunları desteklerse bu durum bir sınıf çatışmasına neden olacaktır Diğer taraftan, eğer toplumun bireyleri karşılıklı ilişkilerini sempati üzerine kurarlar ve birbirlerine cömertçe davranırlarsa, toplum güçlenecektir Eğer her birey ihtiyacı olan diğer bireye yardım ederse ve "varlıklı"lar "varlıksız"lara sempati ile veya en azından adaletle davranırlarsa, o toplumda karşılıklı sevgi ve saygı gelişecek ve toplum güçlü, dengeli bir toplum olacaktır Tabii ki toplumdaki gelişme bu karşılıklı işbirliği ve sevgi ile de desteklenecektir
Şimdi de faizi ekonomik yönden ele alalım Borçlar iki çeşittir: Tüketim borçları, ihtiyacı olan kimseler tarafından kişisel gereksinimlerini karşılamak amacıyla alınır Ekonomik borç ise işadamları tarafından ticaret, endüstri,tarım ve benzeri sektörlere yatırılmak üzere alınır Birinci tür borçta faizin kötü sonuçlar doğurduğu herkes tarafından bilinmektedir Her ülkede bankerler ve kredi veren kimseler işçilerin, köylülerin ve genelde fakir kesimin kanını emmekte ve onların durumlarının daha da kötüye gitmesine neden olmaktadırlar Faiz talepleri bu insanların borçlarını ödemesini hemen hemen imkânsız kılar ve onları bu işten kurtulmak için sürekli borç almaya iter Anaparanın birkaç katı kadar faiz ödeseler bile anapara ödenmeden kalır Borçlunun gelirinin büyük bir bölümü alacaklı tarafından alınır ve fakir borçlu yakasının iki ucunu bir araya getiremez Doğal olarak bu, işçilerin işlerine olan ilgilerinin azalmasına neden olur İşlerin meyvesi başkaları tarafından alınınca, onlar da kendilerini tüm kalpleriyle işlerine veremezler Bundan başka, üzüntü, tedirginlik, yetersiz beslenme sağlıklarını bozduğundan, parasızlık nedeniyle gerekli ilaçları bile alamazlar O halde faizle borç verme çoğunluğun kanının emilmesi pahasına küçük bir grubun palazlanıp gelişmesine ve toplumda genel bir bozulmaya neden olur Bu yolla ortaya çıkan randıman düşüklüğü millî üretimin kalite ve standardını düşürür Sonunda kan emiciler de kendi açgözlülüklerinin ve zulümlerinin kurbanı olurlar
Ezilen ve sömürülen insanların bastırılmış kızgınlıkları, borç verenlerin acımasızlığı ile su yüzüne çıktığında kanlı bir devrime dönüşür ve sömürenlerin tüm şeref ve kötü yoldan kazanılmış servetlerini yerle bir eder
Ekonomik borçlarda sabit bir faiz oranının uygulanmasının doğurduğu birçok kötü sonuçtan üçü şunlardır:
1) Piyasa oranına eşit veya ondan daha yüksek faiz ödemeyen projeler, toplum için gerekli ve faydalı olsa da sermaye elde edemez Kullanılması mümkün olan tüm para, ulusal yönden ne denli zararlı olsa da, piyasa oranına eşit veya daha yüksek faiz verebilen ticari ve endüstriyel sektörlere akar
2) Ticari, endüstriyel veya tarımla ilgili her şartta yüzde beş, altı veya daha fazla kâr oranı garanti edebilen hiçbir iş yoktur Böyle bir garantinin olmayışı bir yana, hiçbir işte zarara karşı garanti yoktur O halde sermayenin sabit faiz oranı ile borç alan hiçbir iş, riske ve zarara karşı garanti altında değildir
3) Borç veren kimse işin kârına ve zararına doğrudan ortak olmadığı ve sadece sabit bir faiz oranını gözönünde bulunduğu için, yapılan işin sosyal refahla olan ilişkisine dikkat etmez Onun ilgilendiği tek şey kendi çıkarıdır; bu nedenle piyasada ne zaman bir kriz görse parasını hemen piyasadan çeker Bu şekilde bencilliği nedeniyle panik yaratmış, piyasada kriz yolu açmış ve varolan krizi ise felâkete dönüştürmeye yardım etmiş olur
Yukarıda anılan faizin üç kötü sonucu o denli açıktır ki, ekonominin alfabesinden haberdar olan herkes bunu bilir Hiç kimse Allah tarafından konan tabiî kanunun, yani faizin millî serveti azalttığı gerçeğini inkâr edemez
Şimdi de infakı (sadaka) ekonomik yönden ele alalım Eğer bir toplumun zenginleri paralarını serbestçe kendilerinin ve bakmakla yükümlü oldukları kimselerin ihtiyaçlarını karşılamak için harcasalar ve servetlerinin bir bölümünü ihtiyacı olan kimselere dağıtsalar, faizsiz borç olarak işadamlarına verseler veya bir işe ortak olsalar ya da sosyal hizmetler için hükümete faizsiz borç verseler, o zaman elbette ticaret, endüstri ve tarım gelişecektir Millî servet artacaktır O halde faizin bir ulusun gelişmesini engellediği ve infakın gelişmeye yardım ettiği apaçık ortadadır
321 Borç veren (Tefeci) şüphesiz narkör bir zavalıdır Kendisine servet veren Allah'a karşı şükreden bir kul olarak, en azından O'nun kullarına faizsiz borç vermelidir Eğer, bunun tersine Allah'ın nimetini, kendisinden fakir olan diğer kulları sömürmekte kullanırsa, o zaman sadece nankör olmaz, aynı zamanda kötü kalpli ve zalim de olur

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #74
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



277- Şüphesiz iman edip güzel amellerde bulunanlar, dosdoğru namazı kılanlar ve zekâtı verenler; onların ecirleri Rablerinin katındadır Onlara korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır(322)
278- Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve eğer inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın
279- Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Rasulüne karşı savaş-açtığınızı bilin(323) Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne de zulme uğratılmış olursunuz
280- Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin) (Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz(324)

AÇIKLAMA

322 Bu bölümde Allah karşılaştırma için iki karakter sunmaktadır Birisi servet düşkünü, gece gündüz Allah'a ve yarattıklarına aldırmaksızın servet biriktirmekle uğraşan tefecidir Diğeri ise Allah'a ibadet eden, Allah'ın yarattıklarının haklarını gözeten, serveti kazandıktan sonra kendisi, başkaları için ve iyi ameller uğrunda harcayan cömert kimsedir Allah birinci tür kimselerden hoşlanmaz; çünkü onlar, iyi ve dengeli bir toplum kuramazlar Aksine onlar bu dünyada hem kendilerini, hem de başkalarını rezil ederler, Ahiret'te onlara acıklı bir azap vardır Bunun aksine Allah ikinci tür kimselerden razı olur, çünkü bu kimseler iyi ve dengeli bir toplum kurup, gerçek başarıya ulaşabilirler Onlar bu dünyada huzur içindedirler ve Ahiret'te de bütün Cennet nimetleri onların olacaktır
323 Bu ayet Mekke'nin fethinden sonra nazil olmuştur; fakat faizle ilgili olduğu için bu araya sokulmuştur Bu ayet inmeden önce de, haram olmamasına rağmen faiz müslümanlar tarafından nefretle karşılanıyordu Fakat bu ayet indikten sonra faizle borç verme İslâm devletinde yaptırım gerektiren bir suç oldu Arabistan'da ticaret yapan kabileler faiz konusunda uyarıldılar Eğer faizden vazgeçmezlerse onlara karşı savaş açılacaktı Necran Hıristiyanlarına İslâm devleti içinde özerklik verildiğinde, anlaşmada eğer faizle ticarete devam edilirse anlaşmanın sona ereceği ve iki ülke arasında savaş çıkacağı konusu açıkça belirlendi
Bu ayetin son bölümünden İbn Abbas, Hasan Basri, İbnî Sîrin ve Rebi bin Enes İslam Devleti'nde faiz alanın yaptığı şeyden tövbe etmesi için uyarılması, eğer uyarıldığı halde vazgeçmezse ölüm cezasına çarptırılması gerektiği sonucunu çıkarmışlardır Fakat diğer fakihler faiz alan kişinin bu işten vazgeçinceye dek hapsedilmesi gerektiği görüşündedirler
324 Bu ayet, İslâm mahkemelerine, borçlu çok zor durumda kaldığında alacaklıya süre tanımasını emretme ve bu emri uygulama yetkisi verir Belirli bazı durumlarda mahkeme borcun bir kısmını veya tümünü silme hakkına sahiptir Bir hadise göre Hz Peygamber'e (sa) çok borcu olan ve iflas eden bir adamdan bahsedildi Hz Peygamber (sa) bunu duyunca etrafındakilerden bu adama yardım etmelerini istedi Fakat etrafındakilerin yardımlarına rağmen adamın borcu ödenemedi İslâm Hukukçularına göre, borçlu kimsenin evi, mutfak eşyaları, şahsî giyim eşyaları ve geçimini kendileriyle kazandığı meslekî araç ve gereçleri hiçbir surette haciz edilemez
Bunun üzerine Hz Peygamber (sa) alacaklıları çağırdı ve onlara toplanan parayla yetinmeleri gerektiğini söyledi

Alıntı Yaparak Cevapla

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )

Eski 11-04-2012   #75
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefhimu'l Kuran Tefsiri - Bakara Suresi Tefsiri ( Mevdudi )



281- Allah'a döneceğiniz günden korkun-sakının Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır
282- Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman(325) onu yazınız(326) Aranızdan bir kâtip doğru olarak yazsın, kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan korkup-sakınsın, ondan hiç bir şeyi eksiltmesin Eğer üzerinde hak olan (borçlu) , düşük akıllı ya da za'f sahibi veya kendisi yazmaya güç yetirmeyecekse, velisi dosdoğru yazdırsın Erkeklerinizden(327) de iki şahid tutun; eğer iki erkek yoksa, şahidlerden rıza göstereceğiniz(328) bir erkek ve biri unuttuğunda öbürü ona hatırlatacak iki kadın (da olur) Şahidler çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar Onu (borcu) az olsun, çok olsun, süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin Bu, Allah katında en adil, şahitlik için en sağlam, şüphelenmemeniz için de en yakın olandır Ancak aranızda devredip durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur(329) Alış-veriş ettiğinizde de şahid tutun Yazana da, şahide de zarar verilmesin(330) (Aksini) Yaparsanız, o, kendiniz için (bir zulüm ve günah) fısktır Allah'tan korkup-sakının Allah size öğretiyor Allah her şeyi bilendir
283- Eğer yolculukta iseniz ve kâtip de bulamazsanız, bu durumda alınan rehin (yeter) (331) Şu durumda eğer birbirinize güveniyorsanız, kendisine güven duyulan, Rabbi olan Allah'tan korkup-sakınsın da emanetini ödesin Şahidliği gizlemeyin(332) Kim onu gizlerse, artık şüphesiz, onun kalbi günahkârdır Allah, yapmakta olduklarınızı bilendir

AÇIKLAMA

325 Buradan, borcun ne zaman ödeneceğinin belirlenmesi gerektiği sonucu çıkarılmıştır
326 Bu ayet çok rastlanan bir duruma karşı uyarı niteliğindedir; arkadaşlar ve akrabalar borç anlaşmalarını resmi yazı haline sokmazlar Çünkü bu onlara göre güvensizliği temsil eder Allah, borç ve iş anlaşmalarının, insanlar arasındaki ilişkilerin açık seçik anlaşılabilmesi için yazılmasını ve şahitler huzurunda yapılmasını emreder Bir hadiste Hz Peygamber (sa) üç tür kimsenin Allah'a dua ettiğini, fakat duasına icabet edilmediğini bildirmektedir Bunlardan birincisi yoldan çıkmış karısı olduğu halde onu boşamayan, ikincisi kendisine yetim malı teslim edilen, fakat yetim henüz olgunlaşmadan malını iade eden, üçüncüsü ise hiçbir yazılı belge ve delil olmaksızın başkalarına borç veren kimsedir
327 "Müslümanlardan" ibaresi, şahidin müslüman olması gerektiğini bildirmektedir Zımmiler ise zımmileri şahit tutabilirler
328 Bir davada gerçeğin ortaya çıkması büyük ölçüde şahidin güvenilirliğine bağlı olduğu için, şahitten çok şeyler beklenmektedir Sadece saygıdeğer bir hayat süren, iyi bir ahlâkî karaktere sahip ve şerefli kimseler şahit olabilir
329 Günlük alışverişleri kaydetmek bile kaydetmemekten iyidir Bununla birlikte günlük alışverişlerde yapılan anlaşmaların kaydedilmemesinde bir beis yoktur
330 Bu iki anlama gelebilir Hiç kimse kâtip veya şahit olmaya zorlanamaz ya da bir tarafın aleyhine olarak doğru haber verdiği için kâtip veya şahide baskı yapılamaz
331 Bu, rehinin sadece yolculuk için geçerli olduğu anlamına gelmez Burada özellikle belirtilmiştir, çünkü böyle bir durum genellikle yolculuk sırasında ortaya çıkar Bundan başka kâtip bulamamak, bir şeyi rehin alabilmenin zorunlu şartlarından değildir Eğer muhtaç bir kimse bir şeyi rehin vermedikçe borç alamıyorsa, rehin vermesine izin verilir Kur'an bu ikinci durumdan kasıtlı olarak bahsetmez Çünkü Kur'an müminlere cömertliği öğretmeye çalışmaktadır Muhtaç bir kimseye, ondan rehin almaksızın borç vermemek şerefli bir kimseye yakışmaz Bununla birlikte eğer rehin alınan şey üretici bir şeyse alacaklı üretimi hesap etmeli ve bunu borçtan düşmelidir, aksi takdirde rehin alınan şey tarafından üretilenler, faiz hükmüne girer Rehin almaktan amaç borcun ödenmesini garanti altına almaktır ve alacaklıya hiçbir şekilde rehin üzerinden kâr etme hakkı vermez Örneğin, alacaklı alacağına karşılık olarak aldığı evde oturuyorsa, borçluya evin kirasını vermediği müddetçe faiz alıyor demektir Çünkü borç üzerinden faiz almakla rehin alınan mal üzerinden para kazanmak veya o rehini kullanmak arasında hiçbir fark yoktur Bununla birlikte alacaklı rehin olarak aldığı ineğin sütünden yararlanabilir, deve, at, gibi hayvanları da yük hayvanı olarak kullanabilir Çünkü bu, hayvanlara verdiği yemin karşılığıdır
332 "Delilleri gizlemek" hem delilleri ortadan kaldırma, hem de delilleri ortaya koyduğu halde onlardaki gerçekleri gizleme anlamlarına gelebilir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.