Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ansiklöpedisi, islâm

İslam Ansiklöpedisi (A)

Eski 11-04-2012   #31
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (A)



Ashâb

Peygamber Efendimize iman ederek O'nu gören ve müslüman olarak ölen kimseler

Lügat itibariyle ashab, arkadaş manasına gelen "sâhib" kelimesinin çoğuludur İslâm ıstılâhında "Hz Peygamber'in arkadaşları" için, daha geniş kapsamıyla Resulullah'ı gören müminler için kullanılmıştır Sahabî ve çoğulu olan sahabe terimleri de aynı manayı ifade eder

Sahabî sayılabilmek için az da olsa Resulullah ile görüşmek şarttır Bu sebeple Hz Peygamber döneminde yaşamış, O'na iman etmiş, hatta O'nunla haberleşip yazışmış, O'na destek sağlamış kişiler ashâbtan sayılmaz Meselâ o dönemin meşhur Habeşistan Kralı Necâşî Ashame böyledir İyiyi kötüden ayırdedebilecek temyîz yaşında Peygamber Efendimiz'i gören çocuklar ise ashabtandır Meselâ Hz Peygamber'in iki torunu Hasan ile Hüseyin'in durumu böyledir Hz Peygamber'e iman eden ilk kişi olarak ilk sahabî, Resulullah'ın mübarek eşi Hz Hatice'dir Son sahabî ise, genellikle kabul edildiğine göre 100/719 senesinde vefat eden Ebü't-Tufeyl Âmir b Vâsile el-Leysî el-Kinânî'dir Bu tarihten sonra yaşayan bir sahabînin varlığı bilinmemekle beraber İslâm âlimleri, Hz Peygamber'in hayatının sonlarında söylediği: "Yüz sene sonra bugün yaşayanlardan hiç kimse hayatta kalmayacaktır " (İbn Hacer, el-İsâbe, Mısır 1328, I, 8) hadîsine dayanarak ashabın bulunabileceği son zaman sınırı olarak 110/729 senesini belirlemişlerdir İslâm aleminde çok sonraki dönemlerde bile zaman zaman görüldüğü gibi artık bu tarihten sonra sahabî olduğunu iddia edenler çıksa da onlara itibar edilmez Sahabenin mutlaka Hz Peygamber (sas)'i bir an da olsa görmüş veya sohbetinde bulunmuş olması gerekir Amâlık, sağırlık veya dilsizlik gibi sebeplerle, görme ve sohbetten biri gerçekleşemezse, bu durum sahabî olmaya engel değildir Nitekim Ashabın ileri gelenlerinden ve Peygamberimiz'in müezzinlerinden olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm, âmâ olduğu için Hz Peygamber'i görememiş fakat, sohbetlerinde bulunmuştur

Hz Peygamberi dünya gözüyle görmek şarttır O'nu (sas) rüyasında görenler sahabi sayılmaz

Hz Peygamber (sas)'i kendisine peygamberlik gelmeden önce gören veya O'nunla sohbet eden, fakat peygamberlikten sonra göremeyen kişi de sahabî sayılmaz

Peygamberlikten sonra Resulullah (sas)'i gören kimsenin müslüman olması ve daha sonra dinden çıkmış olmaması gerekir Binaenaleyh; henüz müslüman değilken Peygamberimizi gören bir kimse daha sonra müslüman olsa ve Hz Peygamber (sas)'i göremese, sahabi sayılmaz Yine, müslümanken Hz Peygamber (sas)'i gören ve sahabî olan bir kişi, daha sonra irtidat edip dinden çıksa, sahabîlikten de çıkar Ancak, tekrar müslüman olur ve Hz Peygamber'i görürse yine sahabî olur

İslâm'ın en güzel ve doğru bir şekilde öğrenilebilmesi için Hz Peygamberin, dolayısıyla Ashab-ı Kirâm'ın hayatını iyi bilmek gerekir Çünkü Hz Peygamber (sas) ve O'nunla içiçe yaşamış olan Ashab-ı Kirâmın hayatında müslümanlar için çok güzel örnekler vardır Alimler, Hz Peygamberin hayatını tafsilatlı bir şekilde tesbit ettikleri gibi, ashabın hayatıyla ilgili bilgileri de tesbite gayret etmişlerdir İslâm'ın ilk asırlarından itibaren sahabe biyografilerini tesbit için pek çok eser yazılmıştır Bu kitaplarda sahabe, ya Hz Peygambere yakınlık ve fazilet derecelerine göre veya isimlerine göre alfabetik bir şekilde ele alınmıştır Bu tür kaynaklarda toplam olarak ancak, 10000 kadar sahabenin hayatı hakkında bilgi verilmektedir Aslında ashabın sayısı kesin olarak tesbit edilebilmiş değildir Ancak genellikle Hz Peygamber vefat ettiği zaman 114000 sahabînin bulunduğu kabul edilir Hayatları kitaplara geçen sahabîler; tanınan, bilinen, çeşitli özellikleriyle meşhur olan kimselerdir Hayatlarıyla ilgili bilgiler sonraki asırlara intikal etmeyen veya Mekke-Medine gibi önemli merkezlerden uzakta yaşıyan sahabîlerin isim ve hayatları bu kaynaklarda yer almamıştır

Hz Peygamber'in arkadaşları ve yakın dostları olan Sahabe-i Kirâm, O yüce Peygamber (sas)'in şahsiyet ve dostluğundan çok istifade etmiş, kendilerine örnek alarak O'nun istediği gibi müslüman olmaya çok gayret göstermişlerdir İslâm'ın güçlenip yayılması için canlarıyla başlarıyla çalışmışlar, bu yolda, ölüm de dahil olmak üzere hiç bir şeyden çekinmemişler, Allah ve Resulunu, çoluk-çocuklarından, mallarından, hatta canlarından daha çok sevmişlerdir; Allah yolunda hiç çekinmeden yurtlarından hicret etmiş ve kanlarını akıtarak canlarını vermişlerdir Böylece Ashab-ı Kirâm'ın, Hz Peygamber'le beraber olmaktan kazandıkları üstünlükleri ortaya çıkmaktadır Nitekim bu ve benzeri özelliklerinden dolayı sahabe, Kur'an-ı Kerîm'in müteaddit yerlerinde bizzat Allah'u Teâlâ tarafından, hadîsi şeriflerde de Peygamberimiz tarafından methedilmektedir

"Böylece sizi (Ashab-ı Kirâm) vasat bir ümmet yapmışızdır; insanlara karşı hakikatin şahitleri olasınız, bu Peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye" (el-Bakara, 2/143)

"Siz (sahabe) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız " (Âli İmrân, 3/ 110)

"İslam'da birinci dereceyi kazanan muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar yok mu? Allah onlardan razı olmuştur Onlar da Allah'dan razı olmuşlardır Allah bunlar için, kendileri içinde ebedî kalıcılar olmak üzere, altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırladı İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır" (et-Tevbe, 9/100)

"O ağacın altında müminler sana bey'at ederlerken, andolsun ki Allah onlardan razı olmuştur da kalplerindekini bilerek üzerlerine manevî bir kuvvet (moral) indirmiş ve onları yakın birfetih ile mükâfatlandırmıştır" (el-Feth, 48/28)

"Muhammed Allah'ın Resulu'dur O'nunla beraber olanlar (ashab) da kâfirlere karşı çetin ve metin, kendi aralarında merhametlidirler Onları rükû' edici, secde edici olarak görürsün Onlar Allah'dan daima fazl-u kerem ve rıza isterler Secde izinden meydana gelen nişanları yüzlerindedir" (el-Feth, 48/29)

Ehl-i Sünnet nazarında ashabın büyük bir değeri vardır Bu ve bunlara benzer bir çok Kur'an ayetinde açıkça veya îmâ ile ashabın faziletinden bahsedilmiştir Peygamber Efendimiz'in pek çok hadîslerinde toplu olarak, ya da fert fert ashabın faziletine yer verilmiştir ki, hemen hemen bütün ilk ve mûteber hadîs kaynaklarında bu hadîsler, "Fedâilü's-Sahabe= Sahabenin Faziletleri': veya benzeri başlıklar altında toplanmıştır Meselâ bu hadîslerinden birisinde Peygamber Efendimiz: "Nesillerin en hayırlısı, benim neslimdir " buyurmuştur (Buhârî, Fedâilü Ashabi'n-Nebî, 1; Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 210-215)

Bir başka hadîslerinde de şöyle demiştir: "Ashabım hakkında Allah'tan korkun, ashabım hakkında Allah'tan korkun! Benden sonra onları kendinize hedef haline getirip düşmanlık etmeyin! Kim onları severse bana olan sevgisinden dolayı sever Kim de onlara kin beslerse bana olan kini dolayısıyla böyle yapar Kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmiş olur Kim bana eziyet ederse Allah'a eziyet etmiş demektir Her kim de Allah'a eziyet ederse çok geçmeden Allah onun belâsını verir" (Ahmed b Hanbel V, 57)

Peygamber Efendimiz'in Allah'tan alarak tebliğ ve yaşayışında tatbik ettiği veya bizzat kendisinin koyduğu dînî esasların, daha sonraki müslüman nesillere ancak ashaba dayanan sıhhatli nakillerle ulaşabildiği düşünülecek olursa, İslâm açısından ashab-ı kirâmın gerçekten bu övgülere ve kendilerine saygı gösterilmesi konusundaki ikazlara lâyık oldukları açıkça anlaşılır Bu sebeple ashabtan birinden bahsederken isminin arkasından "Radıyallâhü anh = Allah ondan razı olsun!" demek, bize düşen saygı görevinin gereğidir İslâm dîninin sıhhatli bir şekilde sonrakilere aktarılmasında temel unsur ashab olduğu içindir ki Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur'an ve Sünnet'in de övgüsüne nail olan ashab-ı kirâm, tamamıyla adalet ve itimat sahibidirler

Sahabe-i Kirâm bir pervane gibi Peygamberimiz'in etrafında dolaşır ve O'ndan (sas) bir şeyler öğrenmeye gayret ederdi Çeşitli dünya meşgalelerinden dolayı Hz Peygamber'in yanına gelemeyenler, ertesi günü başkalarına sorarak eksiklerini giderirlerdi Bazıları İslâm'ı öğrenmek için, boğaz tokluğuna Peygamberimizi (sas) takip eder bazıları da Efendimiz'in sözlerini yazarak tespit etmeye çalışırdı Ashab, Hz Peygamber'i dinlerken sanki başlarında birer kuş var da, hareket etseler uçup gidecekmiş gibi pür dikkat kesilir, ayrıldıktan sonra da duyduklarını daha iyi öğrenebilmek için aralarında müzakere ederlerdi

İslâm'dan önceki ümmetler, peygamberlerinin hayatı, sözleri ve davranışları ile ilgili bilgileri daha sonraki nesillere sıhhatli bir şekilde ulaştıramamışlardır Diğer hususlarda olduğu gibi, müslümanların bu hususta da üstünlüğü vardır Ve bu üstünlük Ashab sayesinde olmuştur O da, Hz Peygamber'in hayatı ile ilgili -en ince ayrıntısına kadar- bilgileri, O'nun sözlerini, davranışlarını, takrirlerini, ahlâkî ve cismanî özelliklerini sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde aktarmadır Bugün, Hristiyanlar Hz İsâ'nın, Yahudiler Hz Mûsâ'nın sözlerini -İncil ve Tevrat dışındakileri- ancak kulaktan dolma, esâtîr (uydurulmuş hikâyeler) halinde, mesnetsiz bilgiler olarak elde edebilmektedirler Halbuki müslümanlar, Peygamberimiz'in binlerce, onbinlerce hadis ve sünnetine, senedli bir şekilde ve tâ o zamana kadar uzanan yazılı belgeler halinde sahip durumdadırlar Müslümanlar bunu Ashab'a borçludur Onlar, Peygamberimiz'den duydukları, yazdıkları hadisleri hiçbir değişikliğe uğratmadan, kendilerinden sonrakilere ulaştırmışlar ve bunu bir ibadet vecdi ile yapmışlardır Daha sonra gelen nesiller de hadisleri aynı şekilde bir sonrakilere naklederek günümüze kadar sağlam bir şekilde gelmesine hizmet etmişlerdir

Peygamberimiz'in vefatından ve Hz Ömer zamanındaki fetihlerden sonra İslâm devletinin muhtelif bölgelerine dağılan bazı sahabîler, oralarda bereketli birer ilim merkezi oluşturmuşlar ve yeni müslüman olanlara İslâm'ı ve Hz Peygamber'in sünnetini öğretmişlerdir Böylece, İslâm dininin sağlam bir şekilde Arap yarımadası dışına yayılması da, Ashab'ın yaptığı hayırlı hizmetlerdendir

Ancak Ashab'ın İslâm'a girişleri ve hizmetleri, İslâm uğruna çektikleri çileler ve gösterdikleri çabalar, hicretler ve gazvelerdeki durumlarının üstünlüğü yanısıra; her şeye rağmen birer insan oldukları da gözönünde bulundurulduğunda, Ashab'ın hepsinin birbiri ile aynı değerde olmayacağı âşikardır Bu bakımdan, farklı görüşler de bulunmakla beraber derece itibâriyle ashab-ı kirâm genellikle oniki tabakaya ayrılmıştır:

1 Aşere-i mübeşşere (Cennet'le müjdelenen on sahabî ki bunların başında ilk dört halife gelir) ve Hz Hatice, Hz Bilâl gibi ilk müslüman olanlar,

2 Hz Ömer'in müslüman oluşu sırasında müşriklerin Dâru'n-Nedve'de durum müzakeresi yaptıkları zamana kadar müslüman olanlar,

3 I ve II Habeşistan hicretine katılan ashab,

4 I Akabe Bey'atı'nda bulunan sahabîler,

5 II Akabe Bey'atı'na katılanlar,

6 Peygamber Efendimiz, hicreti sonunda Kubâ'ya geldiği zaman orada

Resulullah'a kavuşup Medine'ye yerleşen muhacirler,

7 Bedr Gazvesi'ne katılan Ashabı Kirâm,

8 Bedr Savaşı ile Hudeybiye Musâlahası arasında hicret edenler,

9 Hudeybiye'de yapılan Bey'atü'r-Rıdvân'a* katılanlar,

10 Hudeybiye Musâlahası ile Mekke fethi arasında hicret edenler,

11 Mekke'nin fethedilmesi üzerine müslüman olan Kureyşliler,

12 Hz Peygamber'i Mekke Fethi sırasında, Vedâ Haccı'nda veya bir başka yerde gören çocuklar (Hâkim en-Neysâbûrî, Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut 1977 s 22-24)

Diğer taraftan Ashab arasında büyük değeri haiz olanlar, Muhacirun (Mekke Fethi'ne kadar Medine'ye hicret edenler) ve Ensar (Hz Peygamber'e ve müslümanlara kucak açıp destek olan Medineli müslümanlar) diye adlandırılan iki temel zümre olmuştur

İslâm âleminde, Ashab'ın faziletine, menkıbelerine ve hayatlarına dair bir çok eser yazılmıştır Bunlar içerisinde en hacimli ve muhtevalısı, İbn Hacer el-Askalânî'nin (ö 852) el-İsâbe fi Temyîzi 's-Sahabe adlı kitabıdır Bunun dışında şu iki kaynak da büyük önem taşımaktadır:

İbn Abdilberr (ö 463), el-İstîâb fî Ma'rifeti'l-Ashab;

İbnu'l-Esîr (ö 630), Üsdu'l-Gâbe fî Ma'rifeti's-Sahabe

Ahmet ÖNKAL

ASHÂBU'L-A'RÂF

Ahirette, Cennet'le Cehennem arasındaki sahada bekleyen kimseler Bunların iyilikleri kötülüklerine eşit gelmiştir Ne Cehennem'e gitmişler ne de Cennet'i hak edebilmişlerdir İkisinin arasında kalmışlar, Allah'ın rahmetini beklemektedirler Cennet ehlini simalarından, Cehennem ehlini de yüzlerindeki kasvet ve karanlıktan tanıyorlar

Cennet ehlinin yüzlerinin beyazlığı, neşe saçan çehreleri ve çehrelerindeki ilâhî nuru görünce onlara selâm verirler Yaşayışlarına imrenerek birlikte olmayı arzu ederler

Bir ara gözleri istemeyerek de olsa Cehennemliklere ilişir, amellerinin kendilerini oraya sürüklemesinden korkarak Allah'a sığınırlar Sonra yüzlerinden günahkârların büyükleri olduklarını sandıkları kişilere: " Topluluğunuz ve büyüklük taslamanız size fayda vermedi" derler "İşte siz şimdi Cehennem'desiniz"

Sonra bunlara, dünyada iken müminler hakkında düşündüklerini ve söylediklerini hatırlatırlar Çünkü büyüklük taslayanlar hakim bir edâ ile, müminlerin doğru yolda olmadıklarını, ilâhî rahmete eremeyeceklerini söylerlerdi A'râf ashabı Cehennemdekilere şöyle seslenir:

"-Kendilerini Allah'ın rahmetine erdiremeyeceğine yemin ettikleriniz bunlar mıydı?" "Nerede olduklarını şimdi gözlerinizle görün Kendilerine söylenenleri kulaklarınızla duyun:

"-Cennet'e girin, size korku yoktur, siz mahzun da olmayacaksınız " (Ayrıca bk A'râf)

İA

ASHÂBU'L-ESER

Eser, meydana getirilen şey, nişan ve alâmet demektir Terim olarak ise gerek Hz Peygamber (s a s)' den ve gerekse sahabeden rivayet edilen şeylere denir (Riyazü's-Sâlihîn ve Tercemesi (Mukaddime), 1-2) Ashâbu'l-Eser de eser sahipleri, eser taraftarları ve eserciler demektir

Hz Peygamber (sas)'in bu dünyadan göçmeleriyle başlayarak İmam Şafiî'nin yaşadığı asra kadar gelip geçen fıkıh bilginleri iki kısma ayrılır:

a) Ashâbu'l-Eser Buna ashab-ı rivayet de denir

b) Ashâbu'l-Rey Buna ehl-i rey de denir (M Ebû Zehra, Ebû Hanife, (O Keskioğlu Tercümesi) Üçdal Neşriyatı, s 161)

Asr-ı saadette müslümanlar, ortaya çıkan problemlerini Hz Peygamber (sas)'e arzediyorlar, gerekli cevabı alarak dönüyorlardı Hz Peygamber (sas)'in vefatından sonra İslâm devletinin hudutları genişledi Örf ve âdetleri başka başka olan yeni milletler İslâmiyet'e girdiler Ashab'ın bir kısmı da Hicaz bölgesinden çıkıp başka yerlere dağıldılar Hayat hadiseleri çoğaldı Ortaya yeni yeni meseleler atıldı Halk bu meseleleri sahâbelere sordular

Ashab'ın bazıları Hz Peygamber (sas)'den hadis rivayet ederek esere bağlanmayı tercih ettiler Rivayete çok yer verdiler Allah'ın dinine kendi reylerini karıştırmaktan kaçınmak için fetva vermemeyi tercih ettiler (M Ebû Zehra age, s 164-166) Vuku' bulmayan hadiseler hakkında peşin hüküm vermiyorlardı Bunlar Hicaz bölgesinde bulunuyorlardı Medine, merkezleriydi Burada başka ırktan insanlar ve hâlli gerekli hukuki meseleler yok denecek kadar azdı Çok nadir durumlarda rey ile fetva verilirdi Medine ekolüne mensup hukukçular Ömer b el-Hattab, Zeyd b Sabit, Abdullah b Ömer, Hz Âişe ve Abdullah b Abbâs'dır (Allah hepsinden razı olsun) (Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, s 102) Bu ekole bağlı tabiin âlimlerinin başlıcaları şunlardır: Sâid b el-Müseyyeb, Urve b Zübeyr, Kasım b Muhammed, Ebû Bekir b Abdurrahman b Hâris, Ubeydullah b Utbe, Süleyman b Yesâr, Harice b Zeyd (Dr M Esad Kılıçer, İslâm Fıkhında Rey Taraftarları, Ankara 1975, s 29-31; HKaraman, age, s 101-102)

Durak PUSMAZ

ASHÂBU'L-EYKE

Sık ağaçlık, ağaçları birbirine sarmaş dolaş olmuş bir orman, yumuşak ağaçlıklı bir bataklık bölgesinde yaşayan kitle Ashabu'l-Eyke son derece verimli bir arazî üzerinde yaşıyorlardı İklimi son derece güzel ve mutedil idi Buranın Kızıldeniz sahillerinde olan Medyen şehri olduğu bilinmektedir Ashabu'l-Eyke tabiri Kur'an-ı Kerîm'de bir kaç kez geçmektedir "Ashabu'l-Eyke de gerçekten zalim kimselerdi"(el-Hicr, 15/78)"Ashabu'l-Eyke resullerini yalanladılar" (eş-Şuarâ, 26/176) Ayrıca Sad, 38/13 ve Kaf, 50/14 ayetlerinde de bu kavimden söz edilmektedir

Medyen veya Ashabu'l-Eyke halkına Hz Şuayb (as) gönderilmişti

"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik Dedi ki: 'Ey kavmim Allah 'a ibadet edin Sizin ondan başka bir ilâhınız yoktur " (Hûd, 11/84) Allah'ın dinini ve emirlerine uymayı, onun emir ve yasaklarından başka emir ve yasak kabul etmemeyi onlara son derece güzel bir belâgat ve fesahetle anlatan Hz Şuayb'ın davetine icabet etmeyip, küfür ve inadlarında ısrar ettiler Onların vazgeçemedikleri son derece kötü bir alışkanlıkları da vardı Ölçü ve tartılarda halkı aldatmak; sahte para basıp kalpazanlık yapmak; hile yapmak Hz Şuayb (as) onları bu hâllerinden bir türlü alıkoyamadı Tevhid'e davet, onlara fayda vermedi ve bu davete kulak asmadılar Bunun üzerine Cenâb-ı Allah onlara yedi gün, yedi gece şiddetli bir sıcaklık musallat etti Nefeslerini tıkadı Çok bunaldılar O anda gördükleri bir bulutun altına koşarak toplandılar Allah'u Teâlâ da gölgelik diye koştukları bulutu ateş haline getirip onları mahvetti Bu onların istekleriydi Gerçekten Şuayb (as)'ı yalanlarken: "Eğer doğru söyleyenlerden isen gökten üstümüze bir parça düşür " "Sen de bizim gibi bir insansın Senin gerçekten yalancılardan olduğunu zannediyoruz " (Hûd, 11/185-187) demişlerdi Ama hakkı tasdikten uzak durdukları, Allah resulüne muhalefet ettikleri için gerçek yalancı kendileriydi Nihayet istedikleri oldu ve hak ettikleri cezaya kavuştular

Ahmed AĞIRAKÇA

ASHÂBU'L-HİCR

El-Hicr bölgesinde yaşamış olan Semûd kavmi El-Hicr, Suriye ile Hicaz bölgesi arasında kalan Vâdiu'l Kurâ'yı yurt edinen Hz Nûh (as)'un oğlu Sâm'ın neslinden geldiği söylenen Semud kavminin ülkesine verilen isimdir Semûd kavmi, nesilleri devam etmiş olan Arab-ı Âribe'den gelmektedir Yaşadıkları bölgeyi son derece mamûr bir hâle getiren ve birçok sanat dalında bir hayli mesafe almış bulunan Semûd kavmi, Allah yolundan uzaklaşmış, ondan başkasına tapınmağa başladıkları için onları uyarsın ve tevhîd akîdesine yeniden davet etsin diye Cenâb-ı Allah, Hz Salih (as)'ı peygamber olarak göndermiştir

Ashâbu'l-Hicr tabiri Kur'an-ı Kerîm'in el-Hicr suresinde bir defa geçmektedir "Ashâbu'l-Hicr de peygamberleri yalanlamışlardır " (el-Hicr, 15/80) Bu sure adını bu ayette geçen "el-Hicr" kelimesinden almıştır Hz Salih (as), bu Semûd kavmini Allah'ın vahdaniyetine iman'a ve yalnız ona kulluğa davet edip durduğu hâlde onlar bir türlü iman etmeye yanaşmadılar "Semûd kavmine kardeşleri Salih'i (peygamber olarak) gönderdik Ey kavmim Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka (İbadet ve uluhiyete lâyık olan) hiç bir ilâhınız yoktur ' (el-A'râf, 7/73) ayetiyle imana davetleri dile getirilmektedir Hz Salih onlara Cenâb-ı Allah'ın kendilerine verdiği sayısız nimetleri hatırlatıp durdu (el-A'râf, 7/74) Fakat bu zalim kavim, peygamberlerini son derece sert bir tepki ile yalanlayarak ona iman etmediler Hatta bu kaba davranışları yetmiyormuş gibi onu sihirbazlık ve delilikle de suçladılar "Dediler ki: Sen aşırı bir şekilde büyülenmiş (aklî dengesi bozulmuş)lardansın " (eş-Şuâra, 26/153) Semûd kavmi diğer bütün azgın topluluklar gibi Hz Salih'e vahiy geldiğini kabul etmediler Bu batıl anlayış ve inançlarından vazgeçmediler

Semûd kavminin bu aşırı inadları üzerine Hz Salih'e mucize olarak bir dişi deve gönderildi İşte Semûd kavmine de istekleri üzerine gözleri göre göre o dişi deveyi verdik Bu yüzden kendi nefislerine zulmettiler " (el-İsrâ, 17/59) Fakat bu azgın topluluk Allah'ın gönderdiği dişi deveyi öldürdü (eş-Şems, 91/14) Sonra Hz Salih'e meydan okurcasına: Eğer sen gerçekten bir Peygamber isen bizi tehdit edip durduğun azabı getir" (el-A'râf, 7/77) dediler Hz Salih, Hicr halkının bu tavırları karşısında üç gün beklemelerini söyledi Bu üç günün sonunda gelmesini hiç de beklemedikleri şiddetli azap geliverdi Korkunç bir sarsıntı ve zelzele onları yeryüzünden silip süpürdü "Bunun üzerine (gökten inen) şiddetli bir sarsıntı onları yakalayıverdi Yurtlarında (kalpleri korkudan parçalanıp) diz üstü (yere) çöken kimseler oldular " (el-A'râf; 7/78)

Küfrün mantığı, her zaman ve her yerde bütün dünya tarihi boyunca aynı olmuştur Dünya hayatını tercih eden ve dünyada kurdukları müstekbir düzenlerini bozmak istemeyen yöneticiler ve onlara tâbi olan halk kitlesi her zaman peygamberleri ve onların yolundan giden mü'minleri yalanlamışlardır Fakat kâfirlerin akibeti de her zaman Semûd ve benzeri kavimlerin başına gelen felâket olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Ansiklöpedisi (A)

Eski 11-04-2012   #32
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (A)



Ashâbu's-suffe

Hz Peygamber (sas)'in mescidine bitişik sofada barınan ve islâmî tedrisatla meşgul olan sahabiler

Suffe, eski evlerdeki seki, sed gibi yüksekçe eyvan demektir Dilimizde buna sofa da denir İslâm tarihinde "suffe" denilince, Hz Peygamber (sas)'in Medine'deki mescidinin bitişiğindeki bu isimle anılan yer anlaşılır Burada barınan sahabîlere de "ashab-ı suffe" veya "ehl-i suffe" denir (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VII, 46)

Ashab-ı suffe ictimaî, siyasî ve askerî nedenlerle Medine döneminde ortaya çıkmıştır Kavim ve kabileleri arasında İslâm'ı yaşama imkânı bulamayıp gerek Hz Peygamber (sas)'le beraber Mekke'den ve gerekse muhtelif yerlerden Medine'ye hicret eden fakir, yeri, yurdu olmayan kimseler burada barınırlardı İslâmiyet'te ilk yatılı medrese burası olmuştur Bundan sonra buranın durumu örnek alınarak İslâm aleminde medreseler hep camilerin etrafına yapılmıştır (Elmalılı M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, II, 940)

Medineli müslümanlar olan Ensar evini-barkını,bütün mal varlığını geride bırakarak şehirlerine hicret eden müslümanlara maddî ve manevi yönlerden çok yardımcı oldular Fakat buna rağmen, yer-yurt sahibi yapılamıyan bazı kimsesiz müslümanların açıkta kalmaması için böyle bir yer yapıldı Suffe ehlinin ihtiyaçlarıyla Hz Peygamber (sas) bizzat ilgilenir, Beytü'l-mâl'e ve kendisine gelen malların büyük bir kısmını onlara ayırırdı Kendisinin yetişemediği hâllerde Ashab'a tavsiye eder, evlerine Suffe ehlinden götürebilecekleri kadar misafir almalarını söylerdi Bu sebeple bunlara: Edyâfu'l-müslimîn (Müslümanların Misâfirleri) de denilmiştir (Buhârî, Rikak, 17) Suffe ehlinin ihtiyaçlarıyla Peygamberimiz, kendi ailesinin ihtiyaçlarından daha çok ilgilenirdi Bir defasında, değirmen çekmekten yorgun düştüğü için bir hizmetçi isteğinde bulunan kızı Fâtıma'ya peygamberimiz: "Kızım! sen ne diyorsun? Ben, daha henüz Ehli Suffe'nin ihtiyaçlarını temin edebilmiş değilim " demişti

Ashab-ı Suffe hayatlarını Peygamber medresesinden ilim ve irfan tahsil etmeye adamış seçkin kimselerdir Bunlar daima Mescid-i Nebevî'de bulunurlar, kendilerini ilim ve ibadete verirler, hep oruçlu olurlar, Kur'an tahsil ederler, Hz Peygamber'in vaz ve irşâdını dinlerler, onunla beraber savaşlara iştirak ederlerdi Onların geçimleriyle bizzat Hz Peygamber ilgilenir ve ashabın zenginlerini de onla ra yardım etmeye teşvik ederdi

Gücü kuvveti yerinde olan Suffeliler, dağdan sırtlarında odun taşımak dahil olmak üzere ellerinden gelen işleri yapıyor, mümkün mertebe ihtiyaçlarını sağlamaya çalışıyorlardı Yoksa Suffe, bir tembeller yuvası değildi Son derece ihtiyaç ve zaruret içinde olsalar da, iffet ve vakarları onlara, başkalarından bir şey istemeye izin vermiyordu Şu ayetin onlar hakkında indirildiği rivayet edilir (Kurtubî, el-Câmi'u li Ahkâmi'l-Kur'an, III, 340)

"Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adayıp yeryüzünde dolaşamayanlara; hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanların zengin sandıkları yoksullara verin Onları yüzlerinden tanırsın; yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler Sarfettiğiniz iyi bir Şeyi, Allah Şüphesiz bilir " (el-Bakara, 2/273)

Peygamberimize bir şey ikram edildiği zaman Efendimiz, ne maksatla getirildiğini sorardı Sadaka olduğu söylenirse kendisi kabul etmez Ashabı Suffe'ye gönderirdi Şayet hediye olduğu söylenirse, bir kısmını ailesi için alıkor, bir kısmını yine Ashab-ı Suffe'ye gönderirdi

Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifde Resulullah (sas): "İki kişilik yiyeceği olan, Ashab-ı Suffe'den bir üçüncüsünü, dört kişilik yiyeceği olan, bir beşincisini, yahut da altıncısını alıp birlikte götürsün" buyurmuş ve bizzat kendisi on tanesini evine götürmüştür Ebû Bekir (ra) da üç tanesini götürmüştür (Tecrid-i Sarih Tercümesi, II, 540)

Suffede sadece, kimsesiz sahabîler değil, zaman zaman, sevgili peygamberimizi görmek için gelen ve kalacak başka bir yeri olmayan misafirler de kalıyordu Bunun yanında, evlenip ev-bark sahibi olarılar da Suffe'den ayrılıyordu Bunun için, Ehli Suffe'nin sayısı daima aynı kalmamıştır Kaynakların bildirdiğine göre Suffeliler'in sayısı;10-30-70-90-400 arasında değişmektedir Bu rakamlar da, sayılarının zaman zaman değiştiğini göstermektedir

Peygamberimiz Suffe ehlinin sadece maişetiyle değil, ibadet ve ilim hayatıyla da yakından ilgileniyordu Şu hadise bunu göstermektedir: "Bir gün Resulullah (sas) evinden çıkarak mescide girdi Mescidde iki halk ile karşılaştı Bunlardan biri Kur'an okuyor ve Allah'a dua ediyor, diğeri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu Bunları görünce "İkisi de hayır işliyorlar

Bunlar Kur'an okuyor ve Allah'a dua ediyorlar Allah, dilerse verir, dilerse vermez Ama şunlar, ilim öğreniyor ve öğretiyorlar Şüphesiz ben bir muallim (öğretmen) olarak gönderildim" buyurdu ve ilimle meşgul olanların yanına oturdu" (Dârimî, İbni Mâce)

Bu iki topluluk da Ehli Suffe'den idi Çünkü onlar, gündüzleri mescidde ilim ve ibadetle meşgul olur, Suffe'yi yatakhane ve ilmî müzakere yeri olarak kullanırlardı (Ebû Dâvud, Büyû', 36) İlimle meşgul olan Suffe ehline başta Kur'an-ı Kerîm olmak üzere; yazı, hadisler, çeşitli dînî bilgiler öğretiliyordu Öğretmenleri ise; başta sevgili Peygamberimiz olmak üzere, Abdullah b Mes'ud, Übey b Ka'b, Muaz b Cebel, Ebu'd-Derdâ, Ubâde b es-Sâmit gibi bilgin sahabîler idi Ehli Suffe ilme son derece düşkündü Dünyevî meşgaleleri de olmadığı için zamanlarının çoğunu, ilmî müzakerelere ve Peygamberimizle beraber olmaya verebiliyorlardı Belki de Peygamberimiz, böyle bir imkânın doğması için onların ihtiyaçlarını gidermeye bu kadar ihtimam göstermiştir

Ashab arasında,1000'den fazla hadis rivayet edenlere "Müksirûn*: Çok hadis rivayet edenler" denir ve bunların hepsi yedi sahabîdir Bu yedi sahabînin de üçü; Ebû Hüreyre, Abdullah b Ömer, Ebû Saîd el-Hudrî idi Bu sahabîlerden Ebû Hüreyre şöyle der:

"Benim fazla hadis rivayet etmem çok görülmesin! Muhacir kardeşlerimiz çarşıda, pazarda ticaretle, Ensar kardeşlerimiz de tarlada bahçede ziraatle uğraşırken Ebu Hüreyre, boğaz tokluğuna Peygamber'in mübarek nasihatlarını ezberliyor, onların şahit olmadığı olaylara şahit oluyordu" (Buhârî)

ilme ve Hz Peygamber'in yanında olmaya düşkünlüğünden olsa gerek ki, Hz Ömer'in oğlu Abdullah, Suffe'de kalmayı, Mescid-i Nebevî'ye hayli uzak olan baba evine tercih etmiş ve ilimle, hadis öğrenme ile daha fazla meşgul olmuştur

Peygamber Efendimiz Suffe'de yetişen bu elemanları, bilgi ve kabiliyetlerine göre çeşitli hizmetlerde kullanıyordu Meselâ;

Yeni müslüman olan kabilelere Kur'an ve diğer dînî bilgileri öğretmek, onları İslâmî yönden eğitmek için Ehli Suffe'den muallim ve mûrşidler görevlendiriyordu Raci' ve Bi'ri Maûne* vak'alarında kalleşçe şehit edilen yetmiş kurrâ, böyle bir göreve giderken müşrikler tarafından şehit edilmişti İslâm'ı öğrenmek için kısa bir süre Medine'ye, Hz Peygamber'in yanına gelenler; bir taraftan sevgili Peygamberimiz'le görüşürken, öbür taraftan, bilhassa Suffe ehlinden olan muallimlerden çeşitli İslâmî bilgileri öğreniyorlardı Peygamberimiz, Suffe ehlinden olan Bilâl-i Habeşi ve Abdullah b Ümmü Mektûm'u müezzinlikle görevlendirmişti

Kısacası Suffe; leylî-meccânî (parasız-yatılı) bir eğitim ve öğretim yuvası, çeşitli hizmetler için de hazır bir kuvvet idi

Ehli Suffe'den olan ve yukarıda ismi geçen sahabîlerden başka, bu babda Ebû Zerr el-Gıfârî, Huzeyfe, Ammar, Habbâb, Ebû Hüreyre, Selmân-ı Fârisî, Suheybi'r-Rûmî, Ukbe b Âmir, Ükkâşe, Abdullah b Mesud, Berâ b Mâlik gibi önemli sahabileri sayabiliriz

Akif KÖTEN

Durak PUSMAZ

ASHÂBU'Ş-ŞİMÂL

Sol; sol el, sol taraf, uğursuz, bedbaht kimselerdir Bu tabir Kur'an-ı Kerîm'de Vakıa suresinin kırkbirinci ayetinde geçmektedir Devamındaki ayetlerin ifade ettiğine göre, ashabu'ş-şimâl, Allah'ı ve ahiret gününü inkâr eden, zevk ve sefa!arına düşkün olan kimselerdir (el-Vakıa, 56/45-47)

Bunların ahirette çekecekleri feci azap şekilleri de aynı surede belirtilmektedir (el-Vakıa, 56/41-56) Kıyamet gününde amel defterleri sol taraflarından verilir Bunlara ashab-ı meş'eme de denir (bk Ashab-ı meş'eme)

Durak PUSMAZ

ASHÂBÜ'L-FERÂİZ

İslâm miras hukukunda belirli pay sahibi mirasçılar Ferâiz'in tekili olan farîza, belirli pay demektir Mirastaki payları tek tek belirlenen mirasçılara, belirli pay sahibi mirasçılar anlamında bu isim verilmiştir Bu gruba giren mirasçılar onbir olup, değişik durumlara göre bunlar için kırk pay durumu (hâl) söz konusudur Kitap, sünnet ve icma ile belirlenen bu onbir mirasçı ve paylarının dayandığı deliller şunlardır:

Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

"Allah size (miras hükümlerini şöylece) emir ve tavsiye eder: Çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin payı vardır Kızlar ikiden fazla ise, mirasın üçte ikisi onlarındır Kız bir tane ise mirasın yarısı onundur Ölenin çocuğu (oğul veya kız) varsa, ana ve babadan herbirine terikenin altıda biri verilir Ölenin çocuğu olmayıp da ona ana ve babası mirasçı olduysa, üçte biri anasınındır Ölenin erkek veya kız kardeşleri varsa, terikenin yine altıda biri anasınındır Bu hükümler, miras bırakanın yapacağı vasiyetin infazından veya borcun ödenmesinden sonradır Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz Bu hükümler Allah'tan birer farîzadır Şüphesiz Allah her, şeyi bilicidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir " (en-Nisâ, 4/11)

"Karılarınızın çocuğu yoksa terikenin yarısı sizindir Eğer onların çocuğu varsa, size terikesinden (düşecek hisse) dörtte birdir Bu da, onların yapacağı vasıyetin veya borcun ifasından sonradır Eğer çocuğunuz yoksa, bıraktığınızdan dörtte biri onların (karılarınızın) dır Şayet çocuğunuz varsa, terikenizden sekizde biri yine onlarındır Bu da, yapacağınız vasiyetin veya borcun ödenmesinden sonradır Eğer mirası aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun (ana bir) erkek veya kız kardeşi bulunursa, bunlardan her birinin hissesi altıda birdir Eğer ona bir erkek veya kız kardeşlerin sayısı birden fazla ise, onlar üçte biri zarara uğratılmaksızın oralarında eşit olarak taksim ederler Bu hükümler yapılan vasiyetin ve varsa borcun ödenmesinden sonradır Bu emirler size Allah'tan bir vasiyettir A!!ah her Şeyi bilen, ve yarattıklarına çok yumuşak davranandır" (Nisâ, 4/12)

"İşte bunlar Allah'ın hükümleridir Kim Allah'a ve Peygamberi'ne itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan Cennetlere koyar ki onlar orada ebedî kalıcıdırlar Bu, en büyük bir kurtuluştur" (en-Nisâ, 4/13)

"Kim de Allah'a ve Peygamber'ine isyan eder, Allah'ın sınırlarını açarsa, onu da -içinde daimi kalıcı olarak ateşe koyar Onun için küçültücü bir azap vardır" (en-Nisâ, 4/14)

"Habibim, senden fetva isterler De ki: " Âllah, babası ve çocuğu olmayanın mirası hakkındaki hükmünü şöylece açıklar: Eğer çocuğu ve babası olmayan bir erkek ölür, geride (ana-baba bir veya baba bir) bir tek kız kardeşi kalırsa mirasın yarısı onundur Eğer mirasçı erkek kardeş ise, çocuksuz (ve babasız) ölen kız kardeşinin bıraktığının tamamını alır Eğer aynı şartlarla kalan kız kardeş, iki veya daha fazla ise, erkek kardeşinin bıraktığının üçte ikisi onlarındır Eğer erkek ve kız kardeşler birlikte mirasçı olmuşlarsa, erkeğin hissesi iki dişinin hissesi kadardır Allah size, yanılırsınız diye, hükümlerini açıklıyor A!/ah, her şeyi hakkıyla bilendir" (el-Mâide, 5/176)

"Hısımlar Allah'ın kitabınca birbirine daha yakındırlar Allah, her şeyi hakkıyla bilendir" (el-Enfâl, 8/75)

"Ana-baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, ana-baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara, azından da çoğundan da farz kılınmış birer hisse vardır" (en-Nisâ, 4/7)

Hz Peygamber'in mirasla ilgili bazı hadisleri de şöyledir:

"Ferâiz (miras) ilmini öğreniniz ve öğretiniz Çünkü ferâiz, ilmin yarısıdır" (Buhârî, Ferâiz, 2; Ebû Dâvud, Ferâiz, 1; Tirmizî, Ferâiz, 2)

"Miras hisselerini sahiplerine verin Kalan miktar, en yakın erkek hısımındır" (Buhârî, Ferâiz, 5, 7, 9-10; Müslim, Ferâiz, 2-3; Tirmizî, Ferâiz, 8)

İbn Mes'ud (ra)'dan rivayet göre:

"Hz Peygamber bir kız, oğlu kızı ve kız kardeş ile birlikte mirasçı olunca; kıza yarım hisseyi, oğul kızına üçte ikiyi tamamlamak için altıda biri, kız kardeşe de geri kalanı hükmetmiştir" (Buhârî, Ferâiz, 8, 12; Tirmizî, Ferâiz, 4; İbn Mâce, Ferâiz, 2)

"Kız kardeşleri, kızlarla birlikte olunca asabe yapınız" (Buhârî, Ferâiz, 12; Dârimî, Ferâiz, 4)

"İbn Büreyde şöyle demiştir: Peygamber (sas) nineye yanında anne olmadığı zaman altıda bir vermiştir" (İbn Mâce, Ferâiz, 4)

Bazı miras hükümleri de icma deliline dayanır Ana-baba bir kız kardeş bulunmayınca, baba bir kız kardeşin onun yerine geçeceği prensibi gibi

Yukarıdaki delillerde yer alan mirasçıların payları şöyledir:

A Koca (Zevc) 1- Koca, ölenin (karının) çocukları veya oğlunun oğlu veya kızı ile birlikte mirasçı olduğunda, terikenin dörtte birini alır Ölenin kızından fürûu burada dikkate alınmaz

2-Bunlar bulunmadığında yarısını alır

B Karı (Zevce) 1- Karı, ölen kocasının çocukları veya oğlunun oğlu veya kızı ile birlikte bulunduğunda sekizde bir alır

2- Bunlar bulunmadığında dörtte bir alır

Eş (zevce) birden fazla ise her iki durumda belirlenen payı aralarında eşit olarak paylaşırlar

C Baba 1- Baba, ölenin oğlu veya oğlunun erkek fürûu ile birlikte bulunduğunda altıda bir alır

2-Ölenin kızı veya oğlunun kızı yahut oğlunun oğlunun kızı ile birlikte bulunduğunda altıda bir ve ilâve olarak asabe* sıfatıyla ashabü'l-ferâizden artanı alır

3-Bu iki grup mirasçı bulunmadığından asabe olur Başka mirasçı yoksa terikenin tam****** varsa bunlardan artanı alır

D Anne

1- Ölenin çocukları veya oğlunun oğlu veya kızı, yahut ölenin birden fazla erkek veya kız kardeşiyle birlikte bulunduğunda altıda bir alır

2-Ölenin babası ve eşi ile birlikte bulunduğunda eşten artanın üçte birini alır Bu durumda baba asabe olarak geriye kalanı alır

3-Bu iki grup mirasçı bulunmadığında bütün terikenin üçte birini alır

E Dede Burada ashabü'l-ferâiz olarak pay sahibi olan dede, ölenin babasının babası veya onun babasıdır Buna sahih dede (cedd-i sahih) denir Annenin babası gibi ölen ile arasına kadın giren dedeye ise fasit dede denir ve miras hukuku bakımından zevi'l-erhâm* grubu içinde yer alır

Baba sağ olmayınca dede onun yerine geçer Buna göre dedenin dört hâli vardır İlk üç hâli babanınki ile aynıdır Dördüncü hâl, babanın sağ olması hâli olup, bu durumda dede mirasçı olamaz

F Kız 1- Ölenin oğlu olmayıp da bir kızı varsa terikenin yarısını alır

2-Aynı durumda iki veya daha fazla kız varsa, üçte ikiyi aralarında paylaşırlar

3-Ölenin oğlu varsa asabe (bigayrihi asabe) olur Ashabü'l-ferâiz'den artanı oğul iki, kız bir hisse almak üzere paylaşırlar

G Oğulun Kızı Ölenin kızı bulunmayınca oğlunun kızı onun yerine geçer

1-Ölenin oğlu veya kızı bulunmaz da, oğlunun bir tane kızı olursa terikenin yarısını alır

2-Aynı durumdaki oğulun kızı birden fazla ise, üçte ikiyi aralarında eşit olarak paylaşırlar

3-Ölenin oğlu bulunmaz ve oğlunun kızı ölenin bir kızı ile birlikte bulunursa altıda bir alır

4-Aynı durumda ölenin birden fazla kızı varsa oğulun kızı mirasçı olamaz 5-Ölenin oğlu olmayıp da, onun oğul ve kızları beraber bulundukları takdirde, müşterek asabe olurlar ve ashabü'-ferâiz'den artanı ikili-birli paylaşırlar

6-Oğlun kızları oğul ile birleştiklerinde mirasçı olamazlar

HAna-Baba Bir Kız Kardeş 1-Bir tane ise terikenin yarısını alır 2-İki veya daha çok ise üçte ikiyi paylaşırlar

3-Ölenin ana-baba bir kız kardeşi aynı durumdaki erkek kardeşiyle birlikte bulunurlarsa, müşterek asabe olurlar ve ashabü'l-ferâiz'den artanı ikili-birli paylaşırlar

4-Ölenin kızı, oğlunun kızı ve oğlunun oğlunun kızı ile birlikte bulunurlarsa asabe olup kalanı alırlar

5-Ölenin oğlu, oğlun oğlu, babası veya sahih dedesi ile birlikte bulunurlarsa mirasçı olamazlar

İBaba Bir Kız Kardeş

Ana-baba bir kız kardeş bulunmazsa baba bir kız kardeş onun yerini alır

1-Bu durumdaki kız kardeş bir tane ise, terikenin yarısını alır

2-Birden fazla iseler, üçte ikiyi eşit olarak paylaşırlar

3-Bu durumdaki kız kardeş bir tane ana-baba bir kız kardeşle birlikte bulunurlarsa altıda bir alır

4-Ana-baba bir kız kardeş birden fazla ise baba bir kız kardeş mirasçı olamaz

5-Baba bir kız kardeş baba bir erkek kardeşle birlikte bulunursa, müşterek asabe olurlar, kalanı ikili-birli paylaşırlar

6-Ölenin kızı veya oğlunun kızı ile birlikte bulunursa asabe olur ve kalanı alır

7-Ölenin oğlu, oğlunun oğlu, babası, dedesi, ana-baba bir erkek kardeşleri, asabe olan ana-baba bir kız kardeşleriyle beraber bulunurlarsa mirasçı olamazlar

J Ana Bir Kardeşler

1-Bir tane ise altıda bir alır 2-Birden fazla iseler, terikenin üçte birini erkek-kadın ayırımı yapmaksızın eşit olarak paylaşırlar

3-Ölenin oğlu kızı, oğlunun oğlu veya kızı, babası, dedesi ile birlikte bulunurlarsa mirasçı olamazlar

KNine

Buradaki nineden maksat, araya fasit dede girmeyen, anne veya baba tarafından büyük annedir Babanın annesi veya onun annesi, annenin annesi veya onun annesi gibi ki, bunlara sahih nine denir Araya fasit dede girmesi hâlinde, ondan sonraki nineye fasit nine denir Ölenin annesinin babasının annesi gibi Bunlar miras hukuku bakımından zevi'l-erhâm içinde yer alırlar

1-Sahih nineler mirasçı oldukları durumlarda altıda bir alırlar Nine birden fazla ise bunu eşit olarak paylaşırlar

2-Nine ana ile beraber bulunursa veya baba ve dededen nineler baba veya dede ile birlikte bulunurlarsa mirasçı olamazlar Keza yakın derecedeki nine uzak olanı mirastan düşürür (el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'an; İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an; İbn Kesîr, Te,fsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, miras ayetlerinin tefsiri; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 322-329; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 39 vd; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, V, 85-86 vd; Seyyid Şerif el-Cürcâni, Şerhu's-Sirâciyye, s 3-4, vd; el-Kâsânî, Bedayiu's Sanâyi', III, 99; Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 353; Bilmen, Hukuk, İslâmiyye ve İstılâhâtı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1951, IV, 507-535; Ebû Zehra, Ahkâmü't-Tarikât ve'l-Mevârîs, Kahire, (ty) s 121-180; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, Şahıs, Âile ve Çözümlü Miras, İstanbul 1983, s 417-491)

Hamdi DÖNDÜREN

ASHÂBÜ'S-SÜNEN

Kütüb-i Sitte'den Sünen adıyla anılan hadis kitaplarının müellifleri hakkında kullanılan bir usûl-i hadis terimi Bu hadis mecmuaları, tahâret (temizlik)'ten vasiyete kadar olan bütün ibadet ve İslâm hukuku ile ilgili hadisleri ihtiva eden kitaplardır İşte bu tür kitapları tertip edip meydana getirenlere, sünen sahipleri anlamına

"Ashab-ı Sünen"; Kütüb-i Sitte'nin ilk ikisi olan Buhârî ve Müslim'e de

"Cami" adı verilmektedir Meşhur ashab-ı sünen (sünen sahipleri) şunlardır:

1) Ebû Dâvud Süleyman b el-Eş'as es-Sicistânî 817'de Horasan'daki Sicistan şehrinde doğmuş ve 888'de ölmüştür "Sünen-i Ebî Dâvud" isimli kitabı 5274 hadisi ihtiva etmektedir

2) Ebû Îsâ Muhammed b İsâ et-Tirmizî 821' de Mekke'de doğmuş 892'de Tirmiz'de ölmüştür "el-Camiu's-Sahih" isimli eseri "Süneni Tirmizî" diye meşhur olmuştur İçerisinde 3956 hadis vardır

3) Ebû Abdurrahman Ahmed b Şuayb en-Nesâî 830'da Horasan civarındaki Nesâ şehrinde doğmuş, 915' de Mekke'de vefat etmiştir "elMücteba" ismini verdiği hadis kitabı Sünen-i Nesâî" diye meşhur olmuştur

4) Ebû Abdullah Muhammed bYezid b Mâce, Kazvin'de yaşamış ve 886'da vefat etmiştir "Sünen-i İbni Mâce" isimli kitabı 4000 hadis içermektedir

"Ashabü's-Sünen" denilince ilk plânda meşhur olan bu dört zat kasdedilir (Tecrid-i Sarih Tercümesi, Mukaddime, 51) ve bunlara Ashabü's-Süneni'l-Erbaa" adı verilir Bunların dışında ed-Dârimî (ö 720), ed-Dârekutnî (ö 819) ve el-Beyhâkî (ö 1066) gibi hadisçilerin de "Sünen" isimli eserleri vardır Bu muhaddislere de Ashabu's-Sünen denilmektedir

Hz Peygamber (sas)'in söz, fiil ve takrirlerini bize kadar ulaştıran ve genellikle Merfû* hadisleri ihtiva eden "Sünen"ler yalnız bunlardan ibaret değildir Bunlardan başka telif edilmiş yirmibeş kadar Sünen vardır (Kettânî, er-Risâletü'l-Mustatrefe, 32-37)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.