Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
efendimiz, hakkında, hakkındapeygamber, hzmuhammed, sav

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



HzMuhammed (SAV) Hakkında-Peygamber Efendimiz (SAV) Hakkında
HzMuhammed (SAV) Hakkında-Peygamber Efendimiz (SAV) Hakkında
Hz Peygambere Mektup

Bismillahirrahmanirrahim

Sevgili Peygamberim, kalbimde senin yerini, sana olan sevgimi anlatamam ama
insan sevdiğini sevdiğine söyleyemezse bunun bir anlamı olur mu? Sana olan
sevgimi nasıl anlatayım Benim seni sevdiğimi bilmeni o kadar çok isterdim ki, beni
tanımanı, beni de senin sevmeni benim varlığımı bilmeni Bir bilseydin sana olan
sevgimi , bir bilseydim senin de beni sevdiğini

Senin sevgini kazanabilmek için ne yapabilirim Ya rasulullah Kendimi o kadar
dünya işlerine kaptırmışım ki ben bile ne yaptığımın farkında değilim Sanki
sonbaharda bir ağaçta kalmış son bir yaprak gibi kendimi yalnız hissediyorum Ve
rüzgar beni almış koparmış uçuyorum bilmediğim yerlere Rüzgarın eline esir
olmuşcasına, dünyanın zevklerine esir olmuşcasına , rüzgarla uçuyorum Sonra bir
nur denizine düşüyorum O sensin Ya Rasulallah Seni buldum ya Ya Rasulallah
rüzgar beni uçurmasın O nur denizinde boğulayım Senin nurunla bende
nurlanayım Beni yanından hiç ayırma Ya Rasulallah, beni bırakma Beni rüzgara bir
daha verme Ağacıma dahi geri dönmek istemiyorum Senin yanındayken bütün
kötülüklerden uzak olurum Senin yanında olmak sana kavuşmak , seninde beni
sevdiğini bilmek Başka ne isteyebilirim ki Bütün insanlar senin sevginle yanarken,
seninde beni sevdiğini bilmek Biliyorum ki senin bizi sevmen senin güzel ahlakına
sahip olmak demektir

Allahım bize peygamber efendimizin ahlakıyla yaşamak nasip et ki, peygamber
efendimizin sevgisine layık olalım Bu dünyada sana hasret yaşıyoruz Ya
Rasulallah Bu dünyada göremedik nur yüzünü, olamadık yanında, savaşamadık ta
şehid bile olamadık senin yolunda Bu aciz ümmetini ne olur sev Ya Rasulallah

Allahım ne olur affet bizi Peygamber efendimizin yüzü suyu hürmetine affet Bu
aciz kullarını ne olur yolunda ayırma, ayırma ki sana kavuşalım Senin sevginden
ver bize verki senin sevginle herşeyi unutup sadece senin için yaşayalım
Günahımız binlerce , mağfiretine sığındık ,mağfiret et ne olur, ne olur Allahım

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



EFENDİMİZİN DÜNYAYA TEŞRİFLERİ SIRASINDA MEYDANA GELEN HÂRİKÂ HÂDİSELER

Kâinatta en büyük hâdise hiç şüphe yok ki, Kâinatın Efendisi Peygamberimiz Hz Muhammed'in (asm) dünyaya teşrifleri hâdisesidir
Çünkü, hilkat ağacının çekirdeği odur Kâdir-i Zülcelâl, onun gelişini takdir etmemiş olsaydı, kâinat da, insan da olmayacaktı Dolayısıyla imtihan dünyasının kapısı da açılmayacaktı "Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nûr-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir: Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi [meyvesi] olur Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur"
İşte, "Sen olmasaydın, ey Habîbim, felekleri [kâinatı] yaratmazdım" kudsî hadisi , bu sırra işaret etmektedir
Ayrıca, Efendimizin risâleti diğer peygamberler gibi hususî değil, umumi ve cihanşümûldür Buna binâen elbette dünyaya teşrifleri esnasında birtakım hârikâ hâdiseler vücuda gelecekti Ve bu hâdiseler akıl ve basîret sahiplerini düşünceye sevkedecekti
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri esnasında belli başlı şu hârikâ hâdiseler meydana geldi :
1) Teşrif Ettikleri Gece Bir Yıldız Doğdu
Yahudîler arasında birçok âlim vardı Bunlar, kitaplarında Allah Resûlünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudî âlimler bu yıldızdan Ahirzaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı
Resûl-i Zîşanın meşhur şâiri Hassan bin Sâbit (ra) bu hususu şöyle anlatmıştır:
"Ben sekiz yaşlarında var yoktum Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudînin biri 'Hey Yahudîler!' diye çığlık atarak koşuyordu Yahudîler, 'Ne var, ne yırtınıyorsun?' diyerek adamın başına üşüştüler Yahudî şöyle haykırıyordu:
"'Haberiniz olsun, Ahmed'in yıldızı bu gece doğdu Ahmed bu gece dünyaya geldi"' 36
İbni Sa'd'ın naklettiği konu ile ilgili bir rivâyette ise şöyle denilmektedir:
"Mekke'de oturan bir Yahudî vardı Allah Resûlünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:
"'Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?'
Kureyşliler, 'Bilmiyoruz' cevabını verince, adam sözlerine devam etti:
"'Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu Sırtında alâmeti var'"
Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudîye haber verdiler:
'Bu gece Abdullah'ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var'"
Yahudî gidip peygamberlik alâmetini gördü Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:
"'Peygamberlik artık İsrâiloğullarından gitti Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır'" 37
Demek gökkubbe pırıl pırıl yıldız kandilleriyle Resûl-i Kibriya Efendimizin gelişini alkışlıyordu
2) Medâyin'deki Kisrâ Sarayından On Dört Burç Çatırdayarak Yıkıldı
Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi Saatler, doğum anlarını gösteriyordu Derin bir uykuya dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı Manzara korkunçtu ve telaş verici idi Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti
Geceyi korkular içinde geçiren Kisrâ sabaha çıkar çıkmaz memleketinin dinî reislerini derhal bir toplantıya çağırdı Toplantıda, cereyan eden hâdisenin neyin nesi olduğunu görüşeceklerdi
Kisrâ tacını giymiş tahtına oturmuştu Henüz müzakereye başlamamışlardı ki, doludizgin yaklaşan bir atlı, elinde bir mektup getirdi Mektupta, İstahrabat'ta binlerce seneden beri ışıl ışıl yanan ateşlerinin söndüğü haber veriliyordu
Bu haber, Kisrâ'nın korku ve heyecanını daha da arttırdı
Bu sırada toplantıda bulunan İran başkadısı Mûbezan söz alarak gördüğü bir rüyâyı anlattı:
"Gördüm ki yüzlerce kükremiş deve, önlerine şaha kalkmış Arap atları olduğu halde Dicle suyunu geçti ve İran topraklarına yayıldılar"
Kisrâ, doğru sözlü, bilgili ve adaletli Mûbezan'ın bu rüyâsını da mânâlı buldu Sinirleri fazlasıyla gerilmişti Bu muammayı çözmek istiyordu Bilgisine ve irfânına güvendiği Mûbezan'a sordu:
"Peki, bu neye işâret olabilir?"
Başkadının cevabı kısa ve öz oldu:
"Araplar tarafından çok önemli birşeyler olacağına işâret olabilir"
Kisrâ, bunun üzerine derhal Hîre Valisi Numan bin Münzir'e bir mektup yazdı Mektupta,
"Bana orada bulunan âlimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!" diyordu
Mektubu alan Numan, işin ciddiyetini anladı ve derhal Abdü'l-Mesîh bin Amr adında bir bilgini Medayin'e gönderdi
Gelen âlimi hükümdar derhal huzura kabul etti
Cereyan eden hâdiseleri anlattıktan sonra, kendisinden bu hususta bilgi istedi Abdü'l-Mesih, Kisrâ'ya hâdiseler hakkında bir bilgi veremeyeceğini söyledi ve ilâve etti:
"Şam yakınında Câbiye'de oturan dayım Satîh'de bunlara cevap verecek bilgi vardır"
Bunun üzerine Kisrâ, Abdü'l-Mesîh'i gidip Satîh'ten hâdiseler hakkında bilgi almak üzere vazifelendirdi
Meşhur Şam kâhini Satîh kemiksiz, âdetâ âzâsız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acûbe-i hilkat ve çok yaşlı bir kâhindi Dâimâ sırt üstü yatardı Bir yere götürülmek istendiği zaman bohça gibi katlanırdı Gaipten verdiği doğru haberler, o zamanın insanları arasında meşhurdu
Abdü'l-Mesîh, dağ taş demeden yol alarak dayısı Satîh'in yanına vardı O sırada Satîh, hayatının son anlarını yaşıyordu Şiddetli hastalık içinde kıvranıyordu Hastalığın şiddeti dudaklarından konuşma kudretini de alıp götürmüştü ki, gelen adamın ne selâmın alabildi ve ne de konuşabildi
Fakat, Abdü'l-Mesîh olup bitenleri anlatınca iş birden değişiverdi Ölüm döşeğinde ecelle pençeleşen Satîh gözlerini birden açtı ve sanki kabir kapısına değil, dünya evinin kapısına yeni ayak basacakmış gibi canlanarak heyecan içinde haykırdı:
"Ey Abdü'l-Mesîh! İlâhi vahyin okunması çoğalacak
Asâ'nın sahibi peygamber olarak gönderildi Semâve Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü Artık Şam da Şam değil, Satîh için"
Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hâkim, böyle istedi ve gelen peygamberle nebîlik ipinin iki ucunu düğümledi"
Derin bir nefes çektikten sonra da ilâve etti:
"Sasanîlerden, yıkılan burç sayısınca hükümdar gelecek ve sonra hüküm yerini bulacaktır" 38
Bu cümleler, Satîh'in dudaklarından dökülen son sözler oldu Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce Allah'a teslim etti
Meşhur kâhin Satîh, bu sözleriyle açıkça Âhirzaman Peygamberinin dünyaya gelmiş olduğunu haber veriyordu O âna kadar bir benzeri görülmemiş bu hâdise, dünyaya o gece şeref veren zâtın beraberinde getirdiği sönmez nûr ile Mazdeizmin 39 karanlık inancı içinde kıvranan İran saltanatını ortadan kaldıracağına işaretti Nitekim, tarih buna şahid oldu ve hâdiseler Satîh'in haber verdiği gibi cereyan etti: İran Devleti, 67 yıl süren on dört hükümdarın idaresinden sonra, Kadisiyye'de Hâtemü'l-Enbiyânın ordusu tarafından İslâm topraklarına katıldı
3) Kâbe'nin İçini Karanlık Ve Kirlere Boğan Putların Pekçoğu Başaşağı Yıkıldı:
Kureyş müşrikleri, yeryüzünde Allah'ın tek ma'bud oluşunun içinde ve üstünde ilk olarak abideleştiği Kâbe'yi putlarla karanlıklara boğmuşlardı Ne var ki, henüz Tevhid temsilcisi Resûl-i Kibriyânın dünyaya gözlerini açması karşısında bile, çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş bu putlar, hâdisenin azametine dayanamayarak yerlere yıkılıverdiler
Bu hâdisenin ifâde ettiği mânâ büyüktü: Dünyaya teşrif eden bu Zât, kendisine verilecek vazife gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracaktır Gönüllerde pâk, nezih ve saâdet dolu Tevhid inancını bayraklaştıracaktır
Dünya buna şâhid oldu O Resûl-i Zîşan, kısa zamanda Kâbe'yi cansız putlardan temizlediği gibi, gönüllerdeki putları da İslâm îmânı ile yok ediverdi
4) İstahrabat'ta Bin Seneden Beri Yanmakta Olan Mecûsîlerin Kocaman Ateş Yığınları Bir Anda Sönüverdi
Mecûsiler bu ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi Efendimizin dünyaya teşrifleri ile birlikte bu kocaman ateş, sanki okyanusların istilâsına uğramış basit bir ateşmiş gibi sönüverdi
Demek ki, gelen zât, putperestlik gibi, ateşperestliği de bir çırpıda ortadan kaldıracak ve yeryüzünü Tevhid meş'alesiyle aydınlatacaktı
5) Takdis Edilen Meşhur Sâve (Taberiyye) Gölü Bir Anda Kuruyuverdi
Bu da, gelen zâtın, Allah'ın izni ile olmayan şeylerin takdis edilmesini yasaklayacağının ifâdesi idi
6) Dünyaya Teşrifleri Ânında, Şark Ve Garbı Küçük Bir Oda Gibi Aydınlatan Bir Nur Görüldü
Demek ki, dünyaya gelen zâtın tebliğ edeceği din, şark ve garbı bütün ihtişamıyla kucaklayacak, insanlığın beşte birini şefkadi sînesinde terbiye edip okşayacaktı
7) Semâve Vadisi Taşan Seller Altında Kalıp, Suya Gark Oldu
Resûl-i Kibriya Efendimizin dünyaya gözlerini açtıkları geceydi Taşan seller Semâve Vadisi ve Semâve şehrini sular altında bıraktı Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu Sonra da bir mektup yazarak durumu Kisrâ'ya bildirdiler ve kendisinden yiyecek ve içecek yardımı istediler
8) Gök Kubbeden Salkım Salkım Yıldızlar Döküldü:
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri gecesinde hazan yaprağı gibi gök kubbeden yıldızlar döküldü 40 Bu hâdise de şuna işâret ediyordu: Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur "Madem Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı, elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gâipten haber verenlerin ve cinlerin ihbarâtına (haberlerine) set çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe irâs etmesinler ve vahye benzemesin Evet, bi'setten evvel kâhinlik çoktu Kur'ân, nazil olduktan sonra onlara hâtime çekti Hattâ çok kâhinler îmâna geldiler Çünkü, daha cinler tâifesinden olan muhbirlerini bulamadılar" 41
O âna kadar görülmemiş bu hâdiselerin Resûl-i Ekremin doğumu sırasında meydana gelmeleri elbette tesadüfı değildi Ezelî kudretin kader kaleminin tayin ve tesbitiyle vücuda geliyorlardı Ve dünyaya Âhirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed'in (asm) zuhurunu haber veriyorlardı

36 Kastalanî, Mevâbibü'l-Ledünniye: 1/122
37 Tabakât, 1/162-163
38 Taberî, 2/131-132
39 Mezdek (Mazdek) adında birinin kurduğu eski İran'da bir dinî mezheptir Zerdüşt tarafından vaz'edilen Maniheizmin ıslah edilmiş bir şekli olarak gören ve kabul edenler de vardır Bu mezhebin bilinen belli başlı hususiyeti, mülkte ve kadınlarda iştirakı kabul etmesidir Bunun yanında, zühdle ilgili olarak, hayvanları öldürmek ve etini yemek de bu mezhebin yasakladığı şeyler arasındadır (İslâm Ansiklopedisi: 8/201-205)
40 Taberî, 2/131; Kaâdı İyaz, Şifâ, 1/726-733; Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s161-163
41 Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s163

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Hz Muhammed (SAV) Mektup

Asrın günahkârları adına, Efendiler Efendisine (sav),
Sana “gel” demeye yüzümüz yok Efendim Sen kabul buyur bizi, sen davet et de biz varalım o ravzay-ı pâkine yalınayak Gerekirse yollarında emekleye emekleye, hatta sürünerek, yüzüstü gelelim huzuruna Sen kabul et ki biz senin uğruna her türlü ezâya, cefâya razıyız
Sümeyye’ler (ra) misali bizi de ayaklarımızdan bağlayıp develeri ters istikamete sürsünler Bedenlerimiz iki parça olsun Vücudumuz tek parça olarak kapına gelmekten utanıyoruz Bir değil bin parça olsun bedenlerimiz de yeter ki kabul et bizi Kabul et ki Bilâl (ra) gibi bizi de kızgın kumlara yatırsınlar ve diyebilelim Allah’ın huzuruna çıkarken, o gün, senin ve dinin için bütün meşakkatlere katlandık diye Kabul et ki Habbab bin Eret (ra) gibi bizi de bir hasıra sarmalasınlar ve sonra da yaksınlar Senin yolunda feda edilmemiş bir can olarak huzuruna gelmekten utanıyoruz Efendim Yeter ki sen “ümmetim” diye kabul et bu asrın günahkarlarını Efendim
Bizi de “liva-ül hamd” sancağının altında topla, o dehşetli günde O gün öyle dehşetli gün ki bütün beşeriyet hatta peygamberler dahi “nefsî, nefsî” dediği gündür Sadece senin “ümmetî, ümmetî” diyeceğin o günde, bizi yani bu acizleri, bu günahkar ümmetini bir halimizle perişan bırakma Efendim
Öyle bir hale düştük ki Efendim, gündüzlerimiz bile siyaha boyandı Sen kokmayan gülleri büyüttük bahçelerimizde Senin için olmayan neyimiz varsa hep renksiz, neyimiz varsa hep yağmalandı çaresiz En kutsal hediyesiydin Yaradan’ın bize Heyhat ki koruyamadık tam manasıyla seni Asır, sinede ateş misali oldu İman elde kor gibi Efendim Sevgili diye yılanlar atıldı koynumuza
Ey Güllerin Sultanı! Sana gel demeye yüzümüz yok Sen davet buyur bize Biz gelelim alemlere rahmet olan Sen’in nurlu eşiğine Davet et ki bütün meşakkatler kabulümüzdür Tek temennimiz bu asrın biz çaresizlerini de “Ey rabbim! Bunlar da benim ümmetimdendir” demendir Toprak olup aslımıza döneceğimiz günler elbette uzak değildir Bir tebessüm buyur ki gittiğimiz yerler nurunla aydınlansın Efendim
Amellerimiz bizi cennetin yanına bile götürmez ki sana muhabbetimiz olmadan Bizi “ümmetim” diye kabul et ki asırlardır hep dünyaya bel bağlamış şu günahkarların artık Sen’in muhabbetinle yürekleri taşsın cihandan, cuş-u huruşa gelsin yüreklerimiz sana olan aşkla
On dört asır evvelinden “Ümmetim yağmur misalidir Evveli mi ahiri mi hayırlıdır bilinmez” buyurmuştun Ama Efendim, biz haramlarla günahlarla hemhal olduk daim İçimiz dışımıza bir çevrilse ne kadar acınacak halde olduğumuz görülecek Allah ise bu halimiz mahşere sakladı Bu yüzden başımız önümüzde eğik, bu yüzden sana “Gel Ey Efendim” diyemiyoruz Çünkü sana gel demekten utanıyoruz Ey Gönüllerin Şehremini Öyle ise biz gelelim kapına Kapına gelip Kıtmir’in olalım Sen’in daima
Kabul et nolur Yoksa başımıza dağlardan daha büyük taşların yağacağı gün yakındır O gün kaçacak yer olmayacak Efendim Azığımız olan salih amelleri boynumuzda gerdanlık yapamadık bu dünya zindanında Kalplerimiz taş kesildi Ey Gönüllerin Sultanı! Ummanlar çekilip kurudu birer birer Hayat çöl ortasında kaldı çaresiz
Sana “gel” diyemiyoruz Efendim, “doğ gecelerimize” diyemiyoruz sana Sultanım Ama nolur sen kabul et de senden gayrı neyimiz varsa hepsini geride bırakıp sana gelmek istiyoruz “Af diliyoruz” kapında Ey Güllerin Sultanı! Bize yüzünü çevirme nolursun
Efendim! Sana salât olsun selamlar olsun
Bizleri sana ümmet yapana hamdler olsun

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Hz Peygamber (sav) Efendimiz, muhterem kerîmeleri Hz Fâtıma-i Zehrâ (ranhâ)’ya gelin olurken şu nasîhatta bulunmuşlardır: "Kızım kendini temiz tut! (Devamlı) Rabbini zikret! Efendin sana baktığı zaman Sen’den memnun olsun, büyük bir ferahlık duysun! Gözlerini sürmele! Sürme, kadınların ziynetidir Kızım! Kocan sana baktığı zaman gözlerini ondan ayırma; Sen de mukâbele et! Böyle yaparsan sevgin fazla olur O başka tarafa bakarken, Sen onun yüzüne bak! Bunun büyük mükâfâtı vardır Güzel bakışlarınla, güler yüzle onu takip edip memnun etmene bir ay nâfile orucu sevâbı yazılır

Kocanın yanında sessiz ve ilgisiz durma! Onun hoşlandığı şekilde güzelce söyle ki, sana muhabbet etsin Kocanın hatâlarını başkalarına söyleme! Eğer söylersen, Allah Teâlâ sana gazab eder Sonra melekler, peygamberler ve nihâyet kocan sana gücenir" (235)

*

Ashâb-ı Kirâm’dan Hâris (ra)’ın kızı Esmâ (ranha), gelin olup giderken annesi ona şu nasîhati yapmıştı:

"Kızım, evimizden çıkıp başka bir eve, ülfet etmediğin bir kimseye gidiyorsun Sen kocana yer ol ki, o sana gök olsun! Sen ona hizmetçi ol ki, o sana köle olsun! Kocana yumuşak davran! Öfkeli hallerinde sessizce yanından kayboluver Öfkesi geçinceye kadar ona görünme Ağzını ve kulağını muhâfaza et Kocan sana fenâ söylerse, söylediklerini duyma; sakın mukâbelede bulunma! Ona karşı gelme! Dâimâ senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün Bu suretle sana iyi nazarla baksın" (236)

*

Arap kabilelerinin reislerinden Avf b Milham’ın Ümm-i Unâs adında bir kızı vardı Bu kızını Arap meliklerinden Kinde emiri Hâris b Amir ile evlendirmeye karar verdi Kızın annesi Ümâme, gelin olacağı gün kızını karşısına oturtup asırlardır kıymetini ve tazeliğini muhâfaza eden şu târihî nasihatlarını yapmıştı: "Bak yavrum! Sana bazı şeyler anlatacağım Onları belleyip îcâb ettiği şekilde hareket et ki, kocanla güzel geçinip aranız bozulmasın:

1 Hâline râzı ol! Yâni kocan, yenilecek ve giyileceğe dâir ne alır getirirse kabul et! Zîrâ kalb rahatlığının ilk yolu kanâattir

2 Kocanla olan sohbetlerinde, onun sözlerine itâat ederek konuş! İtiraz ve isyan ederek hürmet ve itâatte kusûr etme! Böyle karşılıklı anlaşma ve itâat ile yapılan sohbetlerden Allah Teâlâ râzı olur

3 Efendinin göreceği yerlere dikkat ve ehemmiyet göster! Sakın onun gözüne çirkin birşey çarpmasın!

4 Kokusu olabilecek yerleri kolla, hassasiyet göster Daima güzel kokulu durmasını temin et Burnuna kötü koku gitmesin! Şunu unutma ki, güzellik ve temizlik getiren şeylerin en iyisi ve âlâsı sudur

5 Yemek saatini iyi tesbit et İstediği anda hemen hazır bulundur

6 Uyuyacağı vakti geciktirme Adeti ne zamansa, o zamanda yemeğini ve yatağını hazırla! Zîrâ açlık, insanı huysuzlandırdığı gibi, uykusuzluk da öfkelendirir, geçiminin bozulmasına sebep olur

7 Mal ve eşyasını muhâfaza etmekte titizlik göster Çünkü malı muhâfaza etmek, iş bilmekten doğar

8 Akrabâ ve yakınlarına hizmette kusur etme! Kocanın hısım-akrabâsına hürmet etmek de iyi idâre ve tedbirli olmaktan ileri gelir

9 Efendinin, haberdar olduğun sırlarını sakın kimseye duyurma Eğer duyuracak olursan, itimâdını kaybeder, sen de ondan emin olamazsın

10 Kocanın dîne aykırı olmayan isteklerini yerine getir Zıddını söyleme ve karşı gelme! Eğer karşı gelip isyan edersen, kendine kinlendirip düşman edersin O, kederli olduğu zaman sen neşeli olmaktan; neşeli olduğu vakit de sen hüzünlü görünmekten çekin! Zîrâ onun üzüntülü zamanında senin neşeli görünmen, neşeli zamanında da kederli bulunman onu sevmemenin, hislerine ve dertlerine ortak olmamanın delilidir Bu hal ise, sizi birbirirnizden ayırmaya kadar götüren soğuk bir davranıştır

Şunu iyi bil ki, bu nasihatlarımı yerine getirip gereği gibi hareket edebilmen için; isteklerine, eşinin isteklerini tercih etmen gerekmektedir Onun isteklerini nefsinin isteklerine tercih edebilirsen, bu söylediklerimi kolayca yapabilirsin" (237) Büyüklerimizin tecrübe mahsûlü olarak kızlarına yaptıkaları bu nasihatlar; ağız tadıyla geçinmek, evini ve çocuklarını güzelce idâre etmek ve onları mutlu kılmak isteyen hanım kızlarımızın kulaklarına küpe olmalıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



PEYGAMBER BİZE GELSE

KAÇ SENE OLDU BİLMİYORUM, AMA herhalde yedi-sekiz sene kadar öncesiydi Bir dost meclisinin son faslında bir gönül dostum bize ya bir radyodan yahut bir kasetten kaydettiği bir şiiri dinletmişti Şiiri okuyanın Allah vergisi sesi etkileyiciydi, hoştu Şiir de hayli dokunaklıydı doğrusu
Şiiri okuyan kişiyi, aynı zamanda şiirin yazarı olarak bildim seneler boyu Yıllar geçip internet denilen hayra da şerre de son derece müsait keşfi kullanır hale gelip bu şiirle tekrar be tekrar karşılaşınca da kanaatim değişmedi İnternet üzerinden bana gelen mektuplar arasında, bu şiiri arkadaş çevresine yaymaya çalışan samimi insanların mektupları da vardı Ayrıca, İslâm adına hazırlanmış elliye yakın sitede bu şiirin ya Türkçe yahut İngilizce olarak mü?minlerin dikkatine ve rikkatine sunulduğunu görecektim Ne ki, kimi yazarının isminin bilinmediğini söylüyor, kimi şiiri ilk kez kendisinden işittiğim kişinin adını zikrediyor, kimi başka bir isim veriyordu
Bunca rivayet arasında, şiirin yazarı kimdir, nerelidir, çözebilmiş değildim Ama bu şiirin özellikle internet kanalıyla elden ele, dilden dile dolaştığını yakinen biliyordum
Şiirin yazarı, bunu merak ettiğini söylüyordu işte Ama gerçekte pek de merak ettiği söylenemezdi Zira, Peygamber bize gelse neler yapacağımızdan emin gibi bir hali vardı Onun yaptığı, bir merakı dizelere taşımak değil; bir ?merak? imgesi etrafında ?olan?la ?olmamız gereken? arasında yüzleşme yaşamamızı sağlamaktı Bu yüzleştirmeyi yaparken, gönül huzuruyla Peygamberin karşısına çıkacak yüzümüzün olmadığını ihsas etmekteydi
İlk kez duyduğumda, kendimi kendisiyle tamamen hemfikir bulduğum bir şiirdi bu Yaşadığım hayatın Peygamberin yaşadığı hayata tastamam uyduğunu, yaşadığım mekânın da Peygamberin yaşadığı mekân olduğunu söyleyemezdim Arkadaşım, dostum, tanıdığım olan kişilerin çoğu için de yapamazdım bunu Resûlullah?ın hayatında olan birçok şey bizim hayatımızda yoktu; bunu biliyordum Evlerimizde Resûlullah?ın evinde olmayan birçok şeyin olduğunu da biliyordum Bu halimizle Peygamber bize gelse yaşayacağım duygunun ancak ve ancak utanç olacağını, yüzümün renginin atacağını, Peygamber aleyhisselam evde olduğu müddetçe evimin bana dar geleceğini tahmin edebiliyordum Yakın çevremden duyduğum sözler ve tahliller de bu kanaatimi destekler mahiyetteydi
?Olan? halimin ?olması gereken?in uzağında olduğunu biliyor olduğum için benim böyle düşünmem normaldi Beni endişeye sevkeden asıl husus ise, ?olması gereken?e benden çok daha yakın olan insanlardan da benzeri yakınmalar gelmesiydi Takvalarına imrendiğim kimi insanlar dahi, "Peygamber bize gelse" diye başlayan karamsar enstantaneler sıralıyorlardı İçlerinden öyleleri vardı ki, bırakın girip de sonra birşeyler söylemeyi, Hz Peygamber şöyle kapıdan içeri baktığı ân evimize girmeyip geri döner diyorlardı Takvalarına imrendiğim ve evlerinin Peygamberin evine bir derece benzediğini düşündüğüm insanlar böyle düşünüyorsa benim hisseme neler düşmezdi ki? Onlar böylesine karamsar iken, ben Peygamberin evimizi ziyarete geleceğini hayal edebilir miydim? Geldi ve girdi diyelim, ondan bir yığın azar işitmeyeceğimi umabilir miydim?
Kaldı ki, Peygamber bize gelmeden Peygamber adına bir yığın azar işitiyordum zaten Birileri, Peygamber adına, beni-seni-onu-bizi-sizi-onları zaten azarlıyorlardı "Peygamber bize gelse" yaşayacağım yüzleşmenin hüznü beni zaten sarsıyorken, "Peygamber size gelse" kalıbında konuşan birileri, sarsmaktan öte, iç dünyamda yıkımlar yaşatıyorlardı bana
Kimilerinin azarı ise, evimizden ziyade, doğrudan şahıslarımızla, daha doğrusu görüntümüzle ilgili idi Sakal, sarık, cübbe yoksa üzerimizde, vaziyetimiz sakat demekti Resûlullah?ın sakal bıraktığı ve sakalın fıtrattan olduğunu söylediği ortada iken sakalsız dolaşmak ona karşı bir isyan ve itiraz alâmeti değil miydi? Bu çıkarımdan son derece emin öyleleri vardı ki, imanı sakalla eşleyen kitaplara dahi rastlamıştım Sonuçta, sırf sakalı olmadığı için, hatta sakalı filan kişinin sakalıyla aynı boyda olmadığı için imanından şüpheye düşen insanlar da görmüştü gözlerim
Aynı gözler, tesettürü ?çarşaf?a kilitleyen kitaplar ve kişiler de görmüştü Binbir mihnetin ve eziyetin ortasında tesettürüyle okumuş olan, tesettürüyle okuma uğruna sene kaybını göze alan eşim ve emsalleri, kimilerine göre, ?mesture? bile sayılmazlardı aslında Kimisi ?sünnete uygun tesettür?ü çarşaf ve peçeye indirgeyerek söylüyordu bunu; kimileri ise, başörtüsünü belli renklerle sınırladığı için
Hem, bakıma muhtaç çocuğu yüzünden tesbihatı yahut Kur?ân okuması aksadığı için çocuğuna kahırla bakan anneler olduğunu duymuştum Böylelerinden aldığı derse binaen ?sünnete uygun? yaşamak adına çocuksuzluğu düşünen evlilik adayları olduğunu da Uyamadığı bazı sünnetlerden dolayı kendisini Peygambere isyan halinde bilen, kendisine bu derece kahırla yaklaştığı için de Allah?ın ona nasip ettiği güzel düşünceleri başkalarıyla paylaşmaktan çekinen, zira ?kendisi isyan halinde iken başkalarına onları tebliğ etmenin ikiyüzlülük ve hatta nifak alâmeti olduğunu? düşünen insanlardan da haberdardım
Ve bütün bunlar, sünnete karşı apaçık savaş açmış olan kesimlerin ve onların nabzına uygun şerbet hazırlayan ?her devrin alimi? kişiliklerin yapmak istedikleri şeyin yanlışlığına bedel, samimiyetle ve dosdoğru bir niyetle sünnete sarılan kesimler arasında da bir algılama ve uygulama sorununun varlığını hissettiriyordu bana Sonuçlar doğru çıkmıyorsa, yanlış giden birşeyler olmalıydı Bir yerlerde bir yanlışlık vardı da, bu yanlışlık neydi ve neredeydi peki?
90?lı yılların ortasında ve tam da bu sorularla boğuştuğum hengâmda kader-i ilâhî önüme iki imkân çıkaracak; ve bu iki imkân, hayatımın sonraki zamanları için ciddi açılımlar temin ederken, böylesi sorulara da cevap bulmamı sağlayacaktı
Bu kemal formülünün, bu celâl-cemal denkleminin hayatın değişik alanlarına uzanan bir dizi veçhesi vardı Amel-iman dengesi, azimet-ruhsat dengesi, korku-ümit dengesi, uyarma-müjdeleme dengesi, hikmet-rahmet dengesi, ilim-hilim dengesi bunlar arasındaydı İşte, bir kere ana formülü bulunca, o güne kadar hayatımda ve zihnimde bölük pörçük duran, hatta hepsini doğru yerine oturtamadığım için aslında bir türlü yerine oturmayan bir dizi ölçü asıl yerini bulmuştu artık Hayat binamın temel taşları bu formülle yerine oturmuştu
Hayatımın ?denge? ve ?kemal? eksenine yöneldiği bu zaman zarfında, hasbelkader, yoğun bir hadis ve siyer okumasına da başlamıştım Zamanın ve olayların idaresi Kudret Elinde olan Rabb-ı Rahîm, Hz Peygamber?in hayatına dair Türkçe?deki en geniş hacimli kitabın redaksiyonu gibi bir işi çıkarmıştı karşıma Bir yıl boyu koskoca sekiz cildi üç defa okuyacak; bu arada Resûlullah?ın hayatında ?uçlar?dan azâde bir ?zirve? halinin en mükemmel örneğini bulacaktım Bu vesileyle öğrendiğim bir diğer şey, o güne kadar ?Peygamber? ve ?sünnet? adına yüzyüze geldiğim bazı yaklaşımların gerçekte ?sünnet?le ne derece örtüştüğünü sorgulamam gerektiğiydi Nitekim, Hz Peygamber?i hayata, kâinata ve fıtrata muhatabiyeti cihetiyle tanımaya adanmış ?Peygamberin Bir Günü? başlıklı çalışmam için otuz küsur cilt hadisi taradığımda, bu sorgulama had safhaya erişecekti
Bu okumalarımın bana gösterdiği en yalın gerçek, gündelik hayatta yüzyüze geldiğim bir dizi yaklaşımın sünnetin geniş yolunu dar bir patikaya dönüştürdüğü gerçeğiydi Bu patikadan gidemiyor olmamız, sünnetin dışında olduğumuz anlamına gelmiyordu; zira sünnet yolu o patika değildi Hadis külliyatları ile günümüze taşınan sünnet yolu, her fıtrattan insanın içinde kendine uygun bir şerit bulabileceği bir çeşitlilik arzetmekteydi
Meselâ, o kudsî nebi(asm), "En faziletli amel nedir?" diye sorulduğunda, soran kişinin ihtiyacına ve istidadına göre farklı farklı cevap vermişti Genç bir sahabiye "Allah yolunda cihad" cevabını verirken, anne-babasıyla sorunu olan bir başkasına "Ana-babaya iyilik etmendir" demişti Yaşlı bir hanıma verdiği cevapta ise, en kısa namaz tesbihatı zikredilmekteydi
Meselâ, o kudsî nebi(asm), ümmet için nümune-i imtisal olan Ehl-i Beytinin en mümtaz siması olarak kızı Fâtıma?nın renkli ve nakışlı bir perde edinmesi üzerine kızının evinden içeri girmemiş; ama böylesi perdeleri olan başka evlere girmişti Hatta, kızına da "O perdeyi filanlara gönder" diye tenbihlemişti?"O perde senin putun Yak, yırt onu!" gibi sözler ise asla çıkmamıştı onun mübarek ağzından
Meselâ, o kudsî nebi(asm), hanımı Aişe?nin duvara astığı aslan resimli örtüyü kaldırtmış; bu tavırdaki nebevî kasdı çok iyi anlayan Hz Aişe?nin kumaşı bir-iki parçaya ayırıp minder yapmasına ise ses çıkarmamış, bilakis evinde otururken bu minderleri kullanmıştı
Risale müellifinin sünnet yolunu tarif ederken ?minhâc,? yani ?geniş yol? tabirini kullanmasındaki inceliği, o şefkatli nebînin hayatından böylesi kesitlerin farkına vardığımda, nihayet anlamış sayılabilirdim artık Hayır, Hz Peygamber ancak çok az kişinin geçebileceği dar bir geçit hazırlamış değildi; o, ardına düşenleri patikadan geçiren bir kılavuz da değildi O, ardına düşen her istidadın kendine münasip bir şerit bulabileceği geniş bir cadde hazırlayan ?rahmeten li?l-âlemîn?(asm) idi
Bir kısmını bizzat yaşadığım, bir kısmının yaşandığını gözlemlediğim açmazların ardında ise, bu geniş yolu, genişliği ve kuşatıcılığı ile yerli yerinde kavramayınca gerçekleşen seçmeci ve daraltıcı bir ?sünnet eklektisizmi? vardı
Bu okumalar vesilesiyle farkettiğim bir diğer yaklaşım hatası, Hz Peygamberin şahsiyetine dairdi Bizim kafamızda öyle bir Peygamber tarifi vardı ki, bu tariften ?rahmet peygamberi? mânâsının çıkması asla mümkün değildi Evlerimize geldiğinde bizi delici bakışlarla süzecek olan, daha evimizin kapısı kendisine açılır açılmaz evi tarassuda başlayacak olan, evimizde olduğumuz sürece yapıp ettiğimize, yiyip içtiğimize, gelene gidene karışacak olan, hatta evlerimizi ?puthane?ye benzetecek olan, hatta evimizde olan kimi şeyleri alıp atacak olan bir peygamber! Huzurunda sürekli ?falso yapmama? telaşı yaşadığımız, bir yanlışımızı görür görmez lâfı yapıştıracak olan bir peygamber! Bizi kendisiyle yargılayacak olan, kendisinin yapıyor olup da bizim yapamıyor olduğumuz her bir şey için bize lâf söyleyecek olan bir peygamber!
Hz Peygamberin evinde büyümüş olan ve kendisi mizaç itibarıyla celâl taşıyan Hz Ali ise, şöyle tarif edecekti Hz Peygamberi:
Hz Ali?nin bu sözleri, Resûlullah?la yaşanmış otuz küsur yılın şahitliğinde söylemiş olduğu sözlerdi Hz Peygamberle on yıl evlilik hayatı yaşamış olan Hz Aişe ise, onun için, şöyle diyecekti:
O, böyle bir peygamberdi işte Rahmet peygamberiydi Şimdi, bu hal üzere olan Peygamberin gelip bizi yerden yere vuracağını, hakkımızda kaba sözler sarfedeceğini nasıl düşünebiliyorduk peki?
Sanırım, sahabiler hakkında geliştirdiğimiz yaklaşımdaki zaaflardan ötürü Öyle bir ?sahabi? tablosu çiziyorduk ki, bu tarife göre, onlar insan değil de melek idiler âdeta Her biri doğuştan mükemmel, hepsi doğuştan koruma altında idi sanki Hiçbiri hiçbir zaman hiçbir yerde sürçmemiş olmalıydı Eh, etrafında böylesine düzgün insanlar olunca, Peygamber niye bağırıp çağırsın, niye kaba söz söylesin, neden öfkelensindi ki?
Halbuki, vâkıa böyle değildi Evet, bütün dünya Allah?a ve Resûlüne savaş açmış iken onun yanında saf tutma gibi, İslâm yolunun ?saff-ı evvel?i olma gibi muazzam bir kalite sergilemişti sahabiler Ama bu, onların asla sürçmedikleri, doğuştan kusursuz oldukları gibi bir anlama da gelmiyordu Kaldı ki, hiç sürçmemiş olsalar, sık sık sürçebilen bizlerin çıkış yolunu bulmasını sağlayacak birer örnek olabilirler miydi?
Sahabileri ?doğuştan kusursuz? gördüğümüzde ise, hem Resûlullah?ın eliyle gerçekleşen mucizevî dönüşümün büyüklüğü nazarımızdan gizleniyor, hem de bugün Resûlullah?ın getirdiği nurun aydınlığında böylesi dönüşümler yaşanmasını sağlayacak dersler çıkarma imkânımız yitip gidiyordu
O, Uhud?da Osman dahil birçok sahabinin, Hudeybiye?de Ömer dahil birçok sahabinin yaşadığı sürçme karşısında asla ve asla kırıcı, kınayıcı ve dışlayıcı olmuş değildi Uhud?da onun direktifi hilafına yapılan işler, amcası Hamza ve sancaktarı Mus?ab dahil birçok güzide sahabinin şehadetine, kendisinin ise yüzünün yaralanıp dişinin şehit olmasına sebep olduğu halde, bizatihî Cenab-ı Hakkın Kur?ân?ıyla buyurduğu üzere, Allah katından gelen bir rahmetle onlara kötü bir söz etmiş değildi Peygamber Yine de yumuşak davranmıştı Ki, Kur?ân?ın belirttiği üzere, o suçluluk psikolojisi içinde kendilerine sert davransaydı, hepsi tastamam dağılıp giderlerdi Ama o öyle davranmazdı O rahmet peygamberiydi O düşenlerin dostuydu; düşenleri düşüren şeytanın değil Kaba sözle, dışlamakla onların şeytanlarına yardım etmez; bilakis, yumuşak sözle, affedip bağışlamakla kalblerine yardım eder ve şeytanların oyununu bozardı Onun içinde bulunduğu ortamda kasvet değil, rahmet vardı Öfke değil, mağfiret vardı
Zaten, çokları, sırf onun bu haleti ve hasleti sayesinde Müslüman olmuşlardı Kendisini öldürme kasdıyla ucu zehire bulanmış bir kılıçla mescidine gelen Umeyr b Vehb?i Mescid-i Nebevî?den çıkmadan Müslüman yapan sır bu değil miydi? Huneyn?de onu öldürme hesapları yapan Şeybe b Osman, Resûlullah?ın mütebessim yüzünü gördüğünde, hele o mübarek ellerini göğsüne koyduğunda mutlak bir dönüş yaşamamış mıydı? Medine?nin Yahudi alimlerinden Zeyd b Sa?ne?nin İslâm?ı seçişinin ardındaki nebevî sır neyin nesiydi? Müşrik oldukları bir halde bir vadide alay etme kasdıyla ezan okuyup gülüşen Kureyşli gençler, Peygamber hiç öfkelenmeden onları yanına çağırdığında, sohbet-i nebevînin iksiriyle yoğrulup birkaç saati geçmeden İslâm?ı seçmemişler miydi?
O halde, Peygamber bize gelse neler yapacağımızı merak edenlerin şunu da merak etmesi gerekirdi: Peygamber bize gelse, biz aynı kalır mıydık?
Bana kalırsa, yapacağınız iş, sonuncusu olurdu Onu size kadar ulaşan sözleriyle bir rahmet peygamberi olarak tanıyabilmiş iseniz, bütün eksiğiniz ve gediğinizle kendisine koşar, kapınızı da kalbinizi de gönül huzuruyla o gönüller tabibine açardınız
Onu olduğu gibi, sahabilerinin tanıdığı gibi tanıyabilsek, sanırım yalnız ona bakışımız değil, kendimize bakışımız da değişecek; ve, hayatlarımız da asıl o zaman değişecek Kasvetten rahmet, ümitsizlikten gayret, trajediden zafer, dövünüp durmadan dönüşüm çıkmıyor çünkü
O halde, hep ümit, hep ümit
Metin Karabaşoğlu

Zafer Dergisinden alınmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında




Peygamberimin Sevdiği Müslüman Merhametli Olmalı
MYaşar Kandemir

Peygamberimin Sevdiği Müslüman Merhametli Olmalı
Prof Dr M Yaşar Kandemir

ALLAH TEÂLÂ merhameti yarattı; onu yüz parçaya böldü Bu parçaların her biri gökle yerin arasını dolduracak kadar büyüktü
Yüz parçanın sadece birini yeryüzüne indirdi
Bir anne, bu duygu sebebiyle yavrusuna şefkat besler
Bir hayvan, bu duygudan dolayı yavrusunun üzerine basmamak için ayağını kaldırır
İnsanlar, cinler, yabanî hayvanlar, kuşlar, kısacası bütün varlıklar bu duygu sayesinde birbirine merhamet eder
Geri kalan doksan dokuz parçaya gelince; Cenâb-ı Hak onları kıyamet gününde mü’min kullarını kurtarmak için yanında alıkoymuştur Peygamber Efendimiz böyle buyurmuştur
Gönüllerimizdeki sevgi, Allah Teâlâ’nın bize olan merhametinin bir sonucudur

Merhamet eden merhamet görür
Yine Peygamber Efendimizden öğrendiğimize göre merhamet duygusu, Allah’a iman etmeyenler dışında her varlıkta bulunur
Merhamet edene Cenâb-ı Hak da merhamet eder Yeryüzündekilere merhamet eden, göktekilerden merhamet görür
Ama merhamet etmeyene merhamet olunmaz
Resûlullah Efendimiz, uzunca bir süre ibadet etmek niyetiyle namaza başlardı; fakat ağlayan bir çocuk sesi duyunca, “Belki çocuğun annesi cemaatin arasındadır; çocuğu ağladığı için huzursuz olabilir” düşüncesiyle namazı çabucak kıldırırdı
Savaşlarda hem anne, hem de yavrusu esir alınmışsa, onları birbirinden ayırmamayı tembih eder, anne ile çocuğunu birbirinden ayıranı Allah Teâlâ kıyamet gününde sevdiklerinden ayırır, derdi

Küçükleri sevmeli
Sevmeyi, çocuklara şefkat beslemeyi bize Peygamber Efendimiz öğretti
Oğlu İbrâhim, Medine’nin biraz dışında yaşayan bir süt anneye verilmişti Allah’ın Elçisi oğlunu görmek için sık sık oraya gider, çocuğunu kucağına alır, öpüp severdi
Kızı Zeyneb’in küçük yavrusu Ümâme’yi omzuna bindirir, mescide götürür, çocuk omzunda olduğu halde namaza durur, rükûa varırken onu yere indirir, ayağa kalkarken tekrar sırtına alırdı
Kureyşli kadınları, yavrularına olan şefkatleri sebebiyle, “Arap kadınlarının en hayırlısı” diye överdi
Birgün yoksul bir kadın Hz Âişe’nin evine geldi Sırtında iki çocuğu vardı
Hz Âişe ona üç hurma verdi O da çocuklarına birer hurma verip ötekini ağzına götürürken çocuklar onu da istedi Kadıncağız elindeki hurmayı onlara paylaştırdı
Bu yoksul kadının merhametine hayran kalan Hz Âişe, gördüklerini Resûl-i Ekrem’e anlatınca Efendimiz şöyle buyurdu:
“Bu şefkati sebebiyle, Allah Teâlâ o kadına mutlaka Cenneti vermiş veya onu Cehennemden âzât etmiştir
Çocukları öpmek gerektiğini de Efendimiz öğretti Çocuklarını öpmeyenlerin kalbinde merhamet bulunmadığını söyledi

Yetimleri korumalı
Allah Teâlâ “Yetimi sakın üzme!” buyurduğu için Peygamber Efendimiz yetimlere kol kanat gererdi
Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himâye eden kimseyle Cennette yan yana olacaklarını söylerdi
Yetim hakkı yemekten şiddetle sakındırırdı
Kur’ân-ı Kerîm, yetim malı yiyenlerin, karınlarına Cehennem ateşi doldurduklarını bildirdiği için, o da yetim malı yemenin insanı helâk eden yedi günahtan biri olduğunu söylerdi

Büyükleri saymalı
Çocukları sevmeli, büyükleri saymalıdır Peygamber Efendimiz çocukları sevip büyükleri saymayanların Müslüman olamayacağını söylerdi
Saçı sakalı ağarmış Müslümanlara saygı göstermenin, Allah’a duyulan saygıdan ileri geldiğini ifade ederdi
İkrâma büyüklerden başlamayı tavsiye ederdi Bir gün bununla ilgili bir rüyasını anlattı:
Rüyamda dişlerimi misvaklıyordum Yanıma biri diğerinden daha büyük iki kişi geldi Ben misvakı küçük olana verdim “Hayır, büyüğe vermelisin!” diye beni uyardılar Ben de onu büyüğe verdim, buyurdu
Söz ve konuşma hakkının öncelikle büyüklerde olduğunu söylerdi Bir defasında büyüklerinden önce söze başlayan bir gence “Büyüğünü tanı!” buyurmuştu
Eğer bir genç, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösterirse, yaşlandığı zaman ona hizmet edecek kimseler verileceğini müjdelerdi
“Büyükler neredeyse bereket oradadır” buyururdu

Hayvanlara
merhamet etmeli
Peygamber Efendimiz bize, hayvanlara merhamet etmeyi ve onlara iyi davranmayı da öğretti
Bir gün bakımsızlıktan karnı sırtına yapışmış bir deve gördü Orada bulunanları:
“Şu konuşup derdini anlatamayan hayvanlar hakkında Allah’tan korkunuz!” diye uyardı
Atış tâlimlerinde canlı hayvanı hedef tahtası yapmayı şiddetle yasakladı
Yüzüne damga vurulmuş bir eşeği görünce çok üzüldü ve Müslümanları bu tür davranışlardan sakındırdı
Günahkâr birini merhameti sebebiyle Allah Teâlâ’nın bağışladığını anlatıyordu O kimse susuzluktan dili dışarı çıkmış bir köpek görmüş, onu sulamak için kuyuya inip su çıkarmıştı
Öte yandan bir kediyi hapsedip ona yiyecek, içecek vermeyen bir kadının bu yüzden Cehennemlik olduğunu haber verdi
Hayvanları keserken onlara eziyet etmemeyi, canlarını yakmamayı tembih etti Hattâ serçeyi keserken ona merhamet edene Allah Teâlâ’nın âhirette merhamet edeceğini söyledi
Bir serçeyi, yemek için değil de eğlence olsun diye öldürenin, âhirette bu yaptığının hesabını vereceğini bildirdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Hz Enes bin Malik’in; “Resulullah (sas) söven, lanet eden, kötü söz söyleyen biri değildi Birimize kızdığında ‘Alnın topraklansın’ derdi” dediğini
Enes bin Malik’in annesi Ümmü Süleym bir çocuk doğurunca, Resul-i Ekrem’in (sas), çocuğu istettiğini Enes’in kollarında gelen çocuğu kucağına alarak Acve (iyi cins Medine hurması) hurmasını ağzında ezerek yumuşatıp bebeğin ağzına koyduğunu Çocuğun onu yavaş yavaş emmesi üzerine, gülümseyerek “Medinelidir, hurmayı sever” diyerek latife yaptığını ve dua ederek annesine gönderdiğini

Hz Ebu Zerr’in (ra); “Resulullah vefat edene kadar bizi o kadar güzel eğitmişti ki, gökte kanat çırpan bir kuşun hareketleri bile bize bir bilgiyi hatırlatırdı” dediğini

Uhud Savaşı’nda Efendimiz’in (sas) bindiği atın isminin Sekb (akan su) olduğunu

Uhud Savaşı’nda Hz Talha’nın (ra), Habibullah’ı (sas) korumaya çalışırken bir ara kan kaybından dolayı bayıldığını

Hz Peygamber’in (sas) Uhud’da yaraları ve yorgunluğu sebebiyle, tepeyi tırmanamayınca, ağır yaralarına rağmen Hz Talha’nın, Efendimiz’i (sas) sırtına alarak gerekli yüksekliğe çıkardığını

Server-i Ekrem (sas) ve ashabının, Uhud Savaşı sonrası çekildikleri tepede öğle namazını yorgunluk ve bitkinlikten ancak oturarak kıldıklarını ve sonra bir gözcü dikerek derin ve sakin bir uykuya daldıklarını
Uhud’dan dönüşte Resul-i Ekrem (sas)’in akşam namazını kıldıktan sonra istirahat buyurduğunu ve aşırı yorgunluktan dolayı daldığı derin uykudan uyanamadığından yatsı namazını evinde eda ettiğini

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Peygamber Efendimiz henüz dünyaya gelmeden önce babasını, küçük bir çocukken de annesini kaybetmişti Hem yetim, hem de öksüz büyümüştü Yüce Allah onu annesiz-babasız bırakmıştı, ama kendi özel himayesine ve terbiyesi altına almıştı “Beni Rabb’im yetiştirdi ve eğitti” diyordu Onun kadar anne-babanın hakkını ve değerini öğreten bir başkası yoktur Kur’ân’ın ifadesiyle insan üzerinde Allah ve Resulünden sonra en çok hakkı olan anne-baba olduğu gibi, en çok sayılması ve sevilmesi gerekenler de onlardır Rabb’imiz, Peygamberimize hitaben anne-baba hakkının önemini şöyle bildiriyor: “Rabb’in şunu da emretti: Ondan başkasına ibadet etmeyin Anne ve babaya da iyilikte bulunun Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olurlarsa onlara sakın ‘Öf!’ bile deme Onları azarlama, onlara güzel söz söyle “Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: Ey Rabb’im, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, sen de onlara öylece merhamet buyur” (İsrâ Sûresi, 22-23)
Abdullah bin Mes’ud anlatıyor: Peygamber Efendimiz’e sordum: “Allah katında en iyi amel nedir?” “Vaktinde kılınan namazdır” “Sonra hangisidir?” “Anne-babaya iyilik ve itaat etmektir” “Sonra hangisi?” “Allah yolunda cihattır
Hiçbir şekilde anne-baba ayırt edilmez, biri öbürüne tercih edilmez, birinin sevgisi diğerinin önüne geçmez Çünkü iki gözümüzden hangisini ötekinden üstün tutarız? Ancak Efendimizin hadislerine baktığımızda anne hakkının baba hakkından üç misli fazla olduğunu öğreniyoruz: Ebû Hureyre rivayet ediyor:
Peygamber Efendimize bir kişi geldi ve sordu: “Yâ Resulallah, en çok kime iyilik ve ihsan etmeliyim?” “Annene” “Sonra kime?” “Annene” “Sonra kime?” “Annene” “Sonra kime?” “Sonra babana” Bu hadisten hiçbir şekilde babayı üçüncü plâna atma anlamı çıkmamalı, ancak her zaman annenin öncelik taşıdığı gerçeğini de göz ardı edemeyiz Yine adamın biri Peygamber Efendimize geldi, şöyle dedi: “Yâ Resulallah, ben annemi sıcak bir günde omzuma alıp iki fersah yol yürüdüm Hava yere atılan bir et parçasını neredeyse pişirecek kadar sıcaktı Acaba onun hakkını ödemiş oldum mu?” Peygamber Efendimiz şu cevabı verdi: “Senin bu hizmetin, onun bir doğum sancısını belki karşılar!”

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Peygamberimiz'in iltifatları
Peygamber Efendimiz sık sık insanların gönlünü alır, onlara iltifat ederdi Özellikle kabiliyetli, fedakâr, akıllı ve İslâmî hizmetlerde gayretli olan sahabilere yaptığı değişik iltifat dolu sözlerle onları sevindirirdi Onlar da bu iltifat sonucu çocuk gibi sevinir ve âdeta bayram ederlerdi
Hazret-i Ali Efendimiz anlatıyor:
“Bir gün ben, Cafer ve Zeyd, Peygamber Efendimiz’in huzuruna gittiğimizde Zeyd’e, ‘Sen bizim kardeşimiz, dostumuz ve arkadaşımızsın’ buyurdu
Zeyd sevincinden yerinden sıçrayarak oynaya oynaya gitti
Kardeşim Cafer’e de, ‘Sen hem huy, hem vücut yapısı bakımından bana benziyorsun’ buyurdu
Cafer de sevincinden Zeyd gibi sıçrayıp oynaya oynaya gitti
Ondan sonra Peygamber Efendimiz bana da, ‘Sen bendensin, ben de sendenim’ buyurdu
Ben de Zeyd’in arkasından sıçrayıp oynaya oynaya çıktım” Peygamberimiz değişik biçimlerde sahabîlerine iltifatlar yapardı Onlara yakınlık gösterir, gönüllerini hoş eder, sevindirirdi Bazen olur, kalkar bizzat evlerine gider, evlerini şereflendirirdi Sahabîler için dünyada bundan daha büyük bir mutluluk olmazdı

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Efendimiz (sas) hayatının her karesinde anlatacağı bir hususu en uygun ve en güzel bir üslupla anlatmış ve öğretmede de aynı metodu kullanmıştır Bütün insanlığa rehber olan Efendimiz (sas)’in hayatına bakıldığında O’nun öğretim adına kullandığı bazı metotları öğrenmek, bütün insanlar için iyi bir örnek oluşturacaktır Burada Efendimiz’in kullandığı her bir metoda, onun hangi söz veya davranışının dayanak olduğunu anlatmak yerine sadece metodu söyleyip geçmek istiyoruz:
1 Efendimiz, söylediği hakikatleri bizzat yaşayarak hayatıyla göstermiştir
2 Dinî yükümlülükleri tedrîcî (yavaş yavaş, basamak basamak) bir sistemle öğretmiştir
3 Öğretmede orta yolda durmaya ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya riayet etmiştir
4 Öğrenenler arasındaki kişisel farklılıkları göz önünde bulundurmuştur
5 Karşılıklı konuşma ve soru-cevap şeklini kullanmıştır

6 Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde muhatabın kafasına yerleştirmek için aklî ölçüleri kullanmıştır
7 Muhataplarına soru yöneltmiş, böylece onların zeka ve bilgi seviyelerini ölçmüştür
8 Mukayese ve örneklendirme metodunu kullanmıştır
9 Benzetme ve halk arasında yaygın olarak kullanılan örnekleri kullanmıştır

10 Anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile yere ve toprağa çizerek bizzat göstermiştir
11 Sözle beraber jest ve mimiklerini kullanmış ve el ile işaretlerde bulunmuştur
12 Önemine binaen, halin mümkün kıldığı bir nesneyi bizzat eline almış, eliyle kaldırmış ve arkasından söyleyeceği hususu söylemiştir
13 Muhataplarından bir soru gelmeden söze önce kendileri başlamıştır
14 Muhatabının sorusuna eksik ve fazla olmadan cevap vermiştir
15 Muhatabının sorusuna, onun ihtiyacına binaen sorduğundan daha fazlasıyla cevap vermiştir
16 Muhatabını, güzel bir hikmete binaen, sorduğu sorudan daha önemli bir hususa yönlendirdiği de olmuştur
17 Soru soranın sorduğu soruyu tekrarlamasını istemiştir
18 Muhatabın aldığı cevabı tekrar etmesini istemiştir Böylece cevap unutulmayacaktır
19 Bildiği bir husustan dolayı kişiyi imtihan etmiştir ki bununla doğru cevap vereceği için kişiyi sena etmek, övmek istemiştir

20 Önünde olan bir olaya karşı susma yolunu tercih etmiştir
21 Öğretme esnasında meydana gelebilecek imkan ve fırsatları değerlendirmiştir
22 Latife ve şaka yoluyla öğretmeyi tercih etmiştir
23 Öğrettiği hususu yeminle tekit etmiş perçinlemiştir
24 Öğretilen hususun önemine binaen sözü üç kere tekrar etmiştir
25 Konunun önemini oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve sözü tekrar ederek göstermiştir
26 Cevabı geciktirerek muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak onu uyarmıştır
27 Muhatabı intibaha sevk etmek için, onu omuzundan veya elinden tutmuştur
28 Muhatabı teşvik için veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı, bazı hususların gizli kalmasını yeğlemiştir
29 Söyleyeceği hususun hafızalarda daha iyi yer etmesi veya ezberlenmesi için, sözü kısa ve öz bir şekilde ifade etmiş, daha sonra ise ayrıntılarına geçmiştir

30 Cevabın birkaç madde ile verileceği durumlarda önce cevabın kaç maddeden oluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra saymıştır
31 Va’z etme, nasihat etme ve öğüt verme metodunu kullanmıştır
32 İnsanların şevklerini kamçılama veya neticesi elem verici hususlardan şiddetle uzaklaştırma (Terğib ve terhib) metodunu kullanmıştır
33 Kıssa ve geçmiş ümmetlere ve insanlara dair haberlerle öğretme metodunu uygulamıştır
34 Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda önce nazik bir hazırlık süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmıştır
35 Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda üstü kapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek yetinmiştir

36 Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de asla ihmal etmemiştir
37 Halin gerektirdiği durumlarda öğretme hususunda azarlayıp paylamayı (ta’nif) ve kızmayı (gadab) da ihmal etmemiştir Ne var ki onun paylaması ve kızması da merhamet yörüngesinde ve ümmetinin selameti için olmuştur
38 Talim ve tebliğde, kitabeti (yazma metodunu) da kullanmıştır
39 Yabancı dilleri (mesela Süryaniceyi) öğrenmesi için bazı sahabileri görevlendirmiştir ki bu husus da günümüzde dünyanın dört bir tarafında İslam’ın güzelliklerini öğrenmek isteyenlere karşı yapılacak vazifenin çok önemli bir basamağını teşkil etmektedir
40 Bizzat kendi mübarek zatıyla talimde bulunmuştur Evet, Efendimiz (sas) evrensel bir eğitim-öğretim sistemi getirmiş ve bütün kalbleri, bütün ruhları, bütün akılları, bütün nefisleri ideal ufka yükseltecek bir mesaj sunmuştur Sadece O’nun getirdiği sistemdir ki hem ruhu, hem aklı hem de nefsi, yükselebilecek en son noktaya ulaştırmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Kur'an ve Efendimiz Bir Vesiledir

En güzel ahlâkı biz O’ndan öğrendik İnsanlığın gözündeki perdeyi O kaldırdı ve bizleri aydınlık ufuklara O götürüp ulaştırdı Bu şuuru vicdanının en derin yerinde duyan sahabi “Minnet Allah’a ve Resulü’nedir” diyordu ve O’na ait her şeyi mübarek ve kurtuluş vesilesi sayıyordu Saçından, sakalından düşen her mübarek tüyü, Cennet’ten gelmiş gibi kabul ediyor, ipekler, kristaller içinde, evlerinin en mûtena yerinde muhafazaya çalışıyorlardı Allah Resulü de onları böyle davranmaktan men etmiyordu Eğer onların böyle davranmaları şirk olsaydı, şüphesiz ki yeryüzünden şirki kazıyıp atmak için gelen Allah Rasulü, onları böyle yapmaktan men ederdi Afrika’yı bir baştan bir başa fetheden büyük insan Amr b As, büyük siyaset ustası ve dehâ çapında bir idare kabiliyetinin adamıydı Vefat ederken dilinin altına Allah Rasulü’nden hâtıra kalmış mübarek bir kıl koyuyor ve bununla sorulan suallere kolay cevap vereceğine inanıyordu Eğer sahabi de tevhidi anlayamadıysa, yeryüzünde tevhidi anlayan kim vardır? Eğer bu şekildeki tevessüller (vesile kılmalar) şirk ise ondan ilk kaçınması gerekenler Allah Rasulü’nün gökteki yıldızlara benzettiği ve “hangisine uysanız hidayeti bulursunuz” diye yücelttiği, bu mümtaz ve müstesna insanlar olması gerekmez miydi? Halbuki görüyorsunuz ki onlar bu ma’nâda tevessülde bulunmayı mahzurlu görmüyorlar
Başka bir misal daha verelim: Hz Ömer devrinde bir kuraklık olmuştu Hz Ömer, bu musibetin kendi yüzünden ümmetin başına geldiğine inanıyordu İki büklümdü ve yüzü bir türlü gülmüyordu Bir gün aynı düşünceli eda ile evine gidecekti, fakat birden durdu Geriye döndü ve koşar adımlarla bir istikamete doğru yürüdü Geldiği ev Hz Abbas’ın eviydi Kapıyı Hz Abbas açtı ve O’nun, ne olduğunu sormasına bile fırsat bırakmadan elinden tuttu ve bir tepeye doğru götürdü Orada Hz Abbas’ın elini havaya kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım biz hayatta iken, Resulü’nün aziz varlığını şefaatçi yapar ve isteyeceğimizi O’nun adına isterdik Fakat artık O aramızda değil Ancak bu gün Sen’in huzuruna, Habib’inin amcasıyla geldim Şu el hürmetine bize yağmur ver!” Sahabi diyor ki, daha onların elleri havadan inmemişti ki gökten sağanak sağanak yağmur boşalmaya başladı Bu vakaları çoğaltmamız mümkündür

Şu soruları kendi kendimize soralım ve cevaplarını düşünelim:

* Kur’an’ın vesileliğini inkâr etmeye imkân var mıdır?
* Kur’ân olmasaydı biz, ebedi hayat ümidini hangi kaynaktan alacaktık?
* Dünya hayatımızı nasıl tanzim edecek ve Cennet haritasını nasıl görecektik?
* Yine mi’râca dahi çıktığı zaman “ümmeti ümmeti” diyerek geriye dönen Efendimiz’in vesileliğini inkâra imkân var mıdır?
* O öğretmeseydi biz dinimizi kimden öğrenecektik?

Vesile konusunda ölçümüz ne olmalı? Kendisiyle tevessül edilen şahıslar esas gaye ve maksat yerine geçirilmediği ve onların sadece bir vesile ve vasıta olmaktan öte hiçbir salahiyetlerinin bulunmadığı unutulmaz ve bütün bunlarda Cenab-ı Hakk’ın dilemesi ve yaratmasının esas olduğu nazardan kaçırılmazsa tevessül vardır ve olmuştur Bunun şirkle herhangi bir alâka ve irtibatı da yoktur Ancak her ma’sûm düşüncenin sû-i istimali mümkün olduğu gibi, bunu da kötüye kullananlar olabilir Fakat, onların bu art niyeti, tevessülün özünde masum bir hareket oluşuna asla zarar veremez

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında




Âl-i İmrân,3/59
Muhterem Müslümanlar!
Cenâb-ı Allâh tarafından insanlara rehberlik yapmak üzere pek çok peygamber gönderilmiştir İlk Peygamber Hz Âdem, son peygamber de Hz Muhammet’tir Hz Muhammet’ten sonra artık peygamber gelmeyecek ve O’nun getirdiği din kıyamete kadar bakî olacaktır
Allah tarafından gönderilen peygamberlerden biri de Hz İsa’dır Hz İsa Kudüs'e yakın bir beldede Hz Meryem'den babasız olarak doğdu Bu doğum, Cenâb-ı Allâh’ın bir mücizesidir Nitekim Yüce Mevlâ şöyle buyurur: (Meryem), “onlarla kendi arasında bir perde germişti Biz, ona Cebrail’i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü Meryem, “Senden, Rahman’a sığınırım Eğer Allah'tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)”dedi Cebrail, Melek, ” Ben ancak Rabbimin elçisiyim Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi Meryem, “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım halde, benim nasıl çocuğum olabilir? dedi Cebrail, “Evet, öyle Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik Bu zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir”dedi Böylece Meryem çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi”(1) (Meryem), “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır O bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi(2)
Kur'an-ı Kerim’de: Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı Sonra ona "ol" dedi O da hemen oluverdi(3) buyurularak Hz İsâ’nın babasız yaratılması, Hz Âdem’in babasız yaratılmasına benzetilerek Allâh’a göre bunun kolay bir iş olduğu açıklanmıştır
Hz İsa, beşikte mucizevî olarak konuşmuştur Kurân-ı Kerîm’de bu olay şöyle anlatılır: Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi Onlar şöyle dediler: “Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın! ”Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi Annen de iffetsiz değildi” Bunun üzerine “Meryem, çocukla konuşun diye” ona işaret etti "Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?” dediler Bebek şöyle konuştu: " Şüphesiz Ben Allah'ın kuluyum Bana Kitab'ı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı" "Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekatı emretti" "Beni anama saygılı kıldı Beni azgın bir zorba kılmadı" "Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selam (esenlik verilmiştir)” Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur (4)
Aziz Mü’minler!
Hz İsa’nın bu şekilde toplum huzurunda konuşması, Allâh’ın kulu olduğunu söylemesi büyüdükten sonra kendisine “Allah'ın oğlu” olduğu şeklindeki bir isnadın reddedilmesi hikmetine dayanmaktadır
Hz İsa (as), hak dine davet görevini İsrailoğulları içerisinde yürüttü İsrailoğullarının içine düştüğü dînî ve ahlâkî çöküntüden kurtarmak, Tevrat'ın terkedilmiş hükümlerini hatırlatmak ve görülen aksaklıkları düzeltmek için İncil ile bu görevini sürdürüyordu Hz İsa (as) İsrailoğullarını sürekli olarak Tevrat'a uymaya çağırıyor ve: “Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmam için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin” (5) diyordu
Öncelikle, Hz İsa(a) tevhide (tek Allah’a inanmaya) cağırıyor ve Kur’an-ı Kerîm’in ifadesiyle şöyle diyordu:
Ey kitap ehli! Dininizde sınırları aşmayın ve Allah katında ancak hakkı söyleyin Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda varettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine iman edin, “(Allah) üçtür” demeyin Kendi iyiliğiniz için buna son verin Allah ancak bir tek ilahtır O çocuk sahibi olmaktan uzaktır Göklerdeki herşey, yerdeki her şey O’nundur Vekil olarak Allah yeter
İkinci olarak da Hz İsa(a), Yüce Allah'a ibadet etmeye da’vet ediyordu Nitekim Kur’an-ı Kerîm, bunu şöyle naklediyor: “Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir Öyle ise O'na ibadet edin İşte bu, doğru yoldur(7) Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin (dedim) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahid (ve örnek) idim Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun Sen her şeye hakkıyla şahitsin) Değerli Müslümanlar! Hutbemi, Hz İsâ’nın ömrünün son günlerini anlatan şu ayetlerle bitirmek istiyorum: Hani Allah şöyle buyurmuştu: "Ey İsa! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim Seni kendime yükselteceğim Seni inkar edenlerden kurtararak temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım Sonra dönüşünüz yalnızca banadır Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim"(9) "Biz Allah'ın peygamberi Meryemoğlu İsa Mesih'i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik Oysa onu öldürmediler ve asmadılar Fakat onlara öyle gibi gösterildi Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler O hususta hiç bir bilgileri yoktur Sadece zanna uyuyorlar Onu kesin olarak öldürmediler Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir(10)

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Avrupalı Müslümanlar: Resulullah’ın (sas) güzelliğini bütün dünya öğrenmeli

İslam Avrupa başta olmak üzere dünyanın en önemli, en dinamik ve en çok yayılan dini olma özelliğini koruyor Bütün gelişmişliğine rağmen manevi buhranlar yaşayan Batı insanı huzuru giderek daha da artan oranda İslam’da buluyor
Son dönemde İslamiyet her vesileyle tartışma gündemine geliyor Kur’an-ı Kerim ve İslam’ın Peygamberi Hz Muhammed’le (sas) ilgili kitaplar en çok satanlar listesinin başını çekiyor Hayatı sorgulayan ve niçin var olduğunun mantıklı izahını arayan yüz binlerce insan sorularının cevabını İslam’da bularak Müslüman oluyor Çoğu iyi bir eğitimden geçmiş bu insanlar Batı Avrupa başta olmak üzere, Rusya, güney ve kuzey Amerika’da ve Afrika ülkelerinde İslam’ı seçiyor
Özellikle, ABD’nin 11 Eylül’den sonra Müslümanlara yönelik rahatsızlık verici uygulamalarına rağmen, ülkede Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamberimiz Hz Muhammed’e (sas) olan ilgi ve merak her geçen gün artıyor Buna delil olarak da Kur’an-ı Kerim’in ABD’de en çok satan kitap haline gelmesi gösteriliyor Karikatür kriziyle dünyanın gündemine oturan Danimarka’da ise 200 bin Müslüman yaşıyor “Ötekini” yok sayıcı anlayışa rağmen Danimarka ve İsveç başta olmak üzere Kuzey Avrupa ülkelerinde de İslamiyet hızla gönülden gönüle ulaşıyor İslamiyet, medya ağıyla kötü gösterilmeye çalışılsa, bin yıllık iftiralar çekinmeden yeniden dile getirilse de İslamiyet’in temiz yüzü, okuyan ve araştıran Avrupalıların gayretleriyle bir anda ortaya çıkıveriyor Yeni Müslüman olmuş Avrupalılara Efendimiz’le (sas) ilgili eski ve yeni kanaatlerini sorduk Yine Hz Meryem (ranha) ve Hz İsa (as) ile ilgili kanaatlerinde Müslüman olduktan sonra ne gibi bir değişme olduğunu merak ettik Çocukluklarından beri kendilerine empoze edilenle, daha sonraki tecrübeleri ne gibi bir sonuç ortaya koymuştu

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Efendimiz’i (sas) yanlış tanıtıyorlar

Daniel Stridsman; 29 yaşında yeni Müslüman olmuş bir İsveçli 1977 doğumlu Ekonomi bölümünde okumuş Rusça, İngilizce, Almanca, Fransızca ve Arapça biliyor Araştıran, okuyan ve hizmet olacağına inandığı eserleri İsveççeye kazandırmayı kendisine görev edinmiş biri Iraklı bir Müslüman’la evli ve Stockholm’de yaşıyorlar İslam’la ilgili önyargının Batı’daki bilinçaltını soruyoruz: “Bilmemekten, tanımamaktan” diyor Bunun üzerine, “Hz Muhammed’le (sas) ilgili Müslümanlık öncesi düşüncelerini” soruyoruz: “Bir peygamber olarak Hz İsa (as) modeli vardı önümüzde sadece O’nda ruhsal, metafizik bir hâl vardı Hz Muhammed’i (sas) ise sadece dünyevî yönleriyle biliyorduk; evlilik ve savaş yönleri gibi” Sonra, içinde bulunduğu toplumun genel kanaatlerine değiniyor; Hz Muhammed’in, Kur’ân’ı kendisinin yazdığına ve (hâşâ) sahte bir peygamber olduğuna inanıyorlarmış İslâm’ın ise sadece kılıç zoruyla yayıldığını zannediyorlarmış “Gerçekleri öğrenince” diyor Daniel, “Aslında Hıristiyanlık öyle yayılmış İslâm’ı ise, dünyayı dolaşan tüccarlar yaymış Bir de, İslâm son yüz senede daha çok yayılmış durumda; yani güçlerinin, silahlarının olmadığı şu son dönemlerde
Stridsman, Danimarka merkezli karikatür krizini değerlendiriyor: “Bu, Danimarka’dakilerin nezdinde, bir zihniyetin ne kadar kalıplaşmış önyargılarının, kin ve öfkelerinin olduğunu gösteriyor (Şekspir’in Hamlet isimli eserini çıkarıp, bir cümle gösteriyor) ‘Something is rotten in the state of Denmark’ ‘Danimarka’da bazı şeyler kokuşmuş, çürümüş
Peki, Hz Muhammed’i (sas) bütün yönleriyle ve doğru bir şekilde tanımış olsalardı ne olurdu? Stridsman bu soruya, “Millet olarak en azından resimlere karşı büyük üzüntü duyarlardı Bu zamana kadar bilgisiz kaldıklarına da esef ederlerdi” diyor:
“Mesela ben Hz Muhammed’in (sas) bizler için çektiği sıkıntıları öğrendikçe, O’na (sas) karşı duyduğum sevgi, saygı ve hayranlık kat be kat artıyor! Diğer insanlar da bilselerdi her şey çok farklı olurdu Ama tarihi bir bilinçaltı var” diyor

İslam’la, şirksiz imana kavuştum

Daniel’e, Avrupa ve Hıristiyan dünyası İslâm’ı ve Kur’ân’ı derinliğiyle bilse ve tanısaydı, kendi değerleri açısından ne gibi kazanımları olacağını soruyoruz Bu soruya bütün içtenliği ile şöyle cevapladı:
“Kendim için söyleyeyim; İslâm’ı, Kur’ân’ı okudukça - tanıdıkça, fıtratımın, aklımın ve vicdanımın sesini buldum, yani fıtratıma uyanı buldum Her şeyi var eden büyük kudret sahibi Allah’a oğul vb ortaklar koşmadan tanıma imkanı buldum İslâm’da tek ve nezih bir Yaratıcı düşüncesi var, ne güzel! Bir de; İslâm’ın, Kur’ân’ın çizdiği Hz Meryem ve Hz İsa portesini görünce, değerlerimin yerli yerine oturduğunu gördüm Mantığım dediklerinin İslâm’da karşılığını bulmuş oldum Yani aslında Müslüman olmakla ben değişmedim, sadece dinî kimliğim değişmiş oldu!”
“Önyargı”, “tepki” derken, son bağlamda Daniel’e; “Müslüman olduktan sonra ailesinin tepkisini” soruyoruz:
Baştan çok korkmuşlar: “Oğlumuz artık bizden kopacak gidecek!” diye Sonradan böyle olmadığını görünce bu kaygıları gitmiş Eski sevgi ve saygısının fazlasıyla devam ettiğini görünce çok rahatlamışlar ve onun dinî tercihini saygıyla karşılamışlar
Ailesinden gördüğü bu korku ve önyargının temellerini; medyanın menfî propagandaları ile açıklıyor Kitapların ve gazetelerin olmadığı eski dönemlerde ise insanlar İslâm’ı Hz İsa’ya karşı vahşi bir saldırının kaynağı olarak görüyorlarmış Bu saldırının merkezinde de Osmanlı’nın olduğunu sanıyorlarmış “Halbuki” diyor: “İsveç’in kurucularından olan Kral 12 Şarl Osmanlı’da uzun süre saygın bir misafir olarak kalmış Ama bu dönemin güzelliklerini ve vefa gereğini o devrin din adamları örtbas etmişler Arada yakınlaşmaya bir zemin oluşmasın diye uğraşılmış sanıyorum
Daniel de gençliğinde bu olumsuz propagandalardan etkilenmiş:
“Sonradan araştırmalarım ve okumalarım sonunda gördüm ki, yüzyıllar boyunca Osmanlı hilafetin ve İslâm’ın merkeziydi İslâm’ın bütün güzelliklerini, kutsal değerlerini ve Mekke-Medine gibi mübarek beldelerini içinde barındırıyordu Bütün bunları koruyor ve müdafaa ediyordu Şimdi düşünüyorum da, Osmanlı olmasaydı bu kutsal yerler de olmayacaktı, belki de İslâm alemi de olmayacaktıSonra Osmanlı’ya duyduğu hayranlığını şöyle ifade ediyor: “Osmanlı sultanlarının tavus kuşunun tüyleriyle Kâbe’yi süpürüp, o tüyleri başlarına sorguç yapmaları beni çok etkiledi İslâm’ın kutsal değerlerine bu kadar saygı ve hürmet göstermeleri çok takdire şayan!”

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



Hz Peygamber'e Sesleniş

Bir seher vakti uyandım Yine gama, yine kedere dalmış her yer Efendim
Yine efkâr, yine âh u zâr almış cihanı Bir velvele ki, sorma Efendim
Yine hasret, yine gurbet almış her yanı
Bütün aşklar, sevgi ve muhabbetler, bütün dertler kıyama kalkmış
Sana hasret, sana müştak, sana tutkun gönüller kıyama kalkmış
Bir seher uyandım Efendim, sana meczûb âşıklar kıyama kalkmış
Her varlık âh u zâra durmuş, lâleler, sümbüller, güller kıyama kalkmış
Kıyam etmiş bülbüller, zikre durmuş gönüller
Bir seher uyandım Efendim, bülbüle kulak verdim;
Geçmiş günleri, sevda ve aşkları yâd ediyordu
Sana yazılan na'tları, bestelenen şiirleri hikâye ediyordu
Ötüyordu dertli dertli Yine hicrân, yine giryân, yine hazân, yine hüsrandı
Kâh ağlıyor, kâh inliyor, kâh susuyordu yine
Hiç böyle ötmemişti, böyle şakımamıştı
Yakmıştı canı, yıkmıştı c*****, velveleye vermişti cihanı
Hiç böyle sızlanmamıştı, böyle dertlenmemiş, geçmişe böyle yanmamıştı
Bu sabah ona kulak verdim Efendim
Bir sevda dilindeydi, bir aşkı anlatıyordu
Oturduğu dalı, yaprağı, gövdeyi titretiyordu, öyle ötüyordu
Hasretten yanıyor, gurbetten ağlıyordu Sanki bütün sevdalıları ağlatıyordu
Bu seher başkaydı Efendim, bu sefer başka
Hazır dili çözülmüşken ona sormak istiyordum;
Bunca velvele, bunca serzeniş kime? Onca kıyamet, onca şikâyet niye?
Bir şeyler fısıldadı, bir şeyler söyledi
Âh Efendim, beni yüreğimden vurdu
Kalbim böylesine yanmamıştı, göğsüm böyle daralmamıştı
Ruhumu inletti, beni dîvâne, muzdarip etti
Böyle aşk dinlemedim, böyle muhabbet, böyle hasret görmedim
Seherde ağlattı beni, yine gama, kedere saldı
Meğer bunca dağlanışı, sızlanışı, bunca âhı, bunca efgânı;
Yıkık gönüller, kırık kalbler, kavrulmuş yürekler adına imiş
Yanık sinelerin, aşka adanmış türkülerin,
Hasretten lâl kesilmiş dillerin sözcüsü imiş meğer
Bunca kıyamet Efendim, bunca âh u zâr;
Sana adanmış ruhların, türkülerin, aşk ve sevdaların
Yürek yakıcı bir efgânı, bir efkârıymış Efendim
Nasıl bilmedim, nasıl uyanmadım, kendimden utandım
Hissizliğimden, insanlığımdan, aşka olan sessizliğimden utandım
Soğumuş bir demir kesilmiş bedenimden,
Kurumuş, çölleşmiş hadekamdan, Sana tutkun gönüllerden utandım
Bir seher vakti uyandım Efendim, her yer meşke boyanmış, her şey sermest olmuş
Bağbân hayran, bülbül mestâne, kızıllık her yeri sarmış, sanki gülzâre dönmüş
Günler buruk ve yalnız, öksüz ve yetim kalmış, o kutlu doğumu yâda durmuş
Bir sessizlik var her yerde Efendim, sanki varlık lâl kesilmiş
Yine hazân, yine hicran, yine giryân cana düştü Yine efgân bana düştü
Gül böylesine kızıl olmamıştı, böyle dertli, gönlü böyle mahzûn olmamıştı
Her zerresini böyle gam, böyle keder, her yanını kırmızı almamıştı
Mevsim böylesine yaş dökmemişti ardından, akşam böyle kararmamıştı
Sabahlar ne kadar inlemiş, gül ne kadar gözyaşı içmiş bilsen Efendim,
Göz ne kadar acı dökmüş Gam ne keder vermiş, ne canlar yakmış,
Ne hüsranlar yaşatmış bilsen
Yokluğun ne elem salmış geceye, ne hüzün vermiş sehere, ne dert vermiş
Kırmızılık bir kez daha giyinmiş, bir kez daha kuşanmış ayrılık güllerinde
Onlar Sen'i temsil ediyor sözde, Sen'i hatırlatıyor
Aşkını o sembolize ediyor, teninin kokusunu o takdim ediyor sanki
Gönül bir teselli bulmak istiyor, ayrılık ateşine bir çare
Bu hicrana, bu efgâna, bu hüsrâna bir merhem istiyor
Bir seher vakti Efendim, teselli aradım gülden, bülbülden
Geceden, gündüzden Sen'i sordum
Aşktan, ızdıraptan, hasretten bezenmiş bir buket yaptım
Sabahı Sana delalet, şafağı teselli yaptım
Hasret ve tutkularıma Efendim, sebeb-i meserret yaptım
Bir ferman yazmak isterdim her yerde okunsun,
Sana olan aşkları, tutkuları dile getirsin
Bir çerağ yakmak isterdim, gönüllerde Sen'in sevdanı tutuştursun
Bir türkü söylemek isterdim, Sen'in adını yüceltsin
Aşkına adanmış bir beste yazmak, güle, bülbüle onu okutmak
Her dertli gönüle onu ezberletmek isterdim
Ne çare, sonunda anladım ki Efendim,
'Dertli söylegen olur' derler amma,
Sevdanı anmak, sevdanı yazmak için,
Erbâb-ı dîl olmak gerek, erbâb-ı gönül

Fatma ERGENE

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.