Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Genel Bilgiler > Pratik Bilgiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
halk, kültürü

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Halkbilimin çalışma konusu olan, halk kültürü kavramı; köy ve kent monografileri, halk mimarisi, halk ekonomisi, beslenme kültürü, geleneksel halk sanatları, giyim-kuşam süslenme, halk sağaltıcılığı (halk hekimliği, halk veterinerliği), halk botaniği, halk takvimi ve meteorolojisi, halk hukuku, geleneksel kurumlar, günlük yaşam, hayatın dönüm noktaları (doğum, çocukluk çağı uygulamaları, sünnet, askerlik, evlenme, ölüm vb), bayramlar, kutlamalar, özel günler, inanışlar, halk edebiyatı, halk tiyatrosu, halk müziği ve müzik aletleri, halk oyunları, çocuk oyunları ve oyuncakları, halk eğlenceleri, halk sporları, halk matematiği, halk etimolojisi gibi maddi ve manevi alanlardaki kültür ürünlerinin bütününü kapsar

•Gelenek, Görenek ve İnançlar

•Bayramlar-Törenler-Kutlamalar

•Halk Müziği

•Halk Oyunları

•Çocuk Oyunları ve Oyuncakları

•Halk Sporları

•Geleneksel Türk Tiyatrosu

•Geleneksel El Sanatları

•Geleneksel Giyim-Kuşam-Süslenme

•Halk Resmi

•Halk Mimarisi ve Yapı Ustalığı

Endüstri Öncesi Dönemin (Tarım Çağı) kendisine has şartları içerisinde yaratılan ve 19 yüzyılda meydana gelen Endüstri Devrimiyle birlikte yok olmaya başlayan halk mimarisi; yaratıldığı çağın ve çevrenin sunduğu teknik, malzeme ve bilgi birikimi ile halkın ihtiyaçlarına göre şekillenip biçimlenen; yaratıcısı olan toplumun yaşam tarzını, toplumsal ilişkilerini, üretim ve tüketim biçimlerini, inanış ve geleneklerini en yalın biçimde ortaya koyan kültürel bir olgudur

•Geleneksel Türk Mutfağı

•Halk Edebiyatı

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



•Doğum

•Çocukluk Çağı

•Sünnet

•Askerlik

•Evlenme

•Ölüm

Doğum

Geleneksel Kültürümüzde Doğumun ve Çocuğun En Önemli Sembollerinden; “Tahta Beşik”

Hayatın temel geçiş dönemlerinden ilki olan doğum, dünyanın her yerinde olduğu gibi Anadolu’da da mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir Dünyaya gelen her çocuk sadece anne babayı değil, aynı zamanda akrabaları, komşuları ve tüm topluluğu sevindirmektedir

Doğum; ailedeki birey sayısının, gücün ve dayanışmanın artması bakımından önem taşımaktadır Özellikle küçük topluluklarda ve grup dayanışmasının baskın olduğu geleneksel çevrelerde aileler nüfuslarının çokluğu oranında kendilerini güçlü ve dayanıklı hissetmektedirler “Çocuk ailede ocağı tüttürür” sözü geleneksel kültürde toplumun bu konudaki değer yargısını ve aileye bakış açısını ortaya koymaktadır

Diğer bir boyutuyla incelendiğinde ise doğum, kadının saygınlığını artırdığı gibi, onun aile, akraba ve grup içerisindeki yerini de sağlamlaştırmaktadır Baba ise evlat sahibi olarak geleceğe güvenle bakmakta, aynı zamanda da akrabaları ve yakınları arasında saygınlık kazanmaktadır

Doğum ve hazırlık aşamalarına birtakım geçiş törenleri eşlik etmektedir Üç önemli geçiş aşamasından biri olan doğum olayı, birçok adet, töre, tören, ayin, dinsel ve büyüsel uygulamalarla kutlanmaktadır Bu uygulamalar bağlı bulundukları kültürlerin beklentilerine ve kalıplarına göre şekillenirler Doğum çevresinde yapılan uygulamalar, kişinin bu “geçiş” dönemindeki yeni durumunu belirlemek, kutsamak, kutlamak, aynı zamanda da kişiyi bu sırada yoğunlaştığına inanılan tehlikelerden ve olası zararlı etkilerden korumak amacına yöneliktir

Anadolu’da doğumla ilgili uygulamalar; doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası aşamaları olmak üzere üç bölümden oluşur

Çocukluk Çağı

Doğumdan sonra çocuğun gelişimini izleyen onun anneyle babayla ve ailenin öteki üyeleriyle ve toplumsal çevresiyle ilişkilerini düzenleyen bir dizi inanç, kural, adet, tören ve uygulamalar vardır

Çocuğun korunması, büyütülmesi, giderek bağlı bulunduğu grubun ya da kültürel ortamın benimsediği belli kalıplara, değer yargılarına kısaca modele uyması için birçok aşamadan geçmesi gerekmektedir Bu işlem ve pratikler, töre ve törenler önem ve sıralarına göre kimi zaman katı kimi zaman da esnek biçimde uygulanmaktadır

Ad Verme:

Bunların ilki çocuğa ad konulmasıdır Ad: bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, bildirmeye yarayan sözdür Bir insanın mutlaka bir adı olmalıdır Adsız herhangi bir şey, bir olay, bir durum çevrede tedirginlik yaratmaktadır

Geleneksel kesimde çocuğa ad konması genellikle dinsel nitelikli bir törenle olmaktadır Giderek etki gücünü yitirmekle beraber dinsel niteliğin yine de çoğu yerde etkinliğini sürdürdüğü görülmektedir
Çocuğa ad koyma, sıradan bir iş olmadığı için bu iş küçük çapta da olsa kutlanarak ve kutsanarak yerine getirilmektedir Daha önce belirlenmiş olan “ad”, ad koyma amacıyla düzenlenen toplantı sırasında çocuğa verilmektedir Bu amaçla çağrılan din görevlisi veya dinselliğiyle tanınan saygın bir kişi ezan okumakta ve çocuğun kulağına üç kere adını söylemektedir Ad, hoca yoksa çocuğun babası ve dedesi tarafından da aynı uygulamalar yapılarak konulmaktadır
Halk arasındaçocuğa göbek adı koyma uygulamasına rastlanmaktadır Çocuğun göbeği kesilirken konan ada “göbek adı” denmektedir Göbek adı konulması; kişinin kabirde ve öte dünyada göbek adıyla çağrılacağı, tövbe - talkın verilirken göbek adıyla çağrılacağı yönündeki inançlara dayandırılmaktadır
Kişinin asıl adının dışında özellikle yakınları ve bağlı bulunduğu grubun üyeleri tarafından çocuğa “Takma ad” ya da “lakap” konulabilmektedir Bu uygulama daha çok geleneksel kesimlerde ve köylerde görülmektedir

Süt Verme

Modern tıp ve geleneksel kültür çocuğun en sağlıklı beslenme biçiminin anne sütüyle beslenme olduğu konusunda birleşmektedir Geleneksel kültürde çocuğa ilk süt, üç ezan beklendikten sonra verilmektedir

Bu uygulamayla çocuğun ileriki yaşamında sabırlı olacağına inanılmaktadır Kadının ilk sütüne “ağız” denmektedir Ağız sütünü çocuk emmektedir Ağız emmeyen çocuğun ileriki yaşamında zayıf ve güçsüz olacağına inanılmaktadır

Diş Hediği
Çocuğun biyolojik gelişiminin en önemli belirtilerinden birisi olan diş çıkarma genellikle bir törenle kutlanmaktadır Eğlence biçiminde gerçekleştirilen bu tören yiyeceği kutsama, çocuğun rızkını artırma, bereketi çoğaltma gibi motiflere dayanır

Bu törende çocuğun dişlerinin sağlam ve düzgün olmasına yönelik de bir dizi geleneksel uygulama ve pratiklere de başvurulmaktadır Değişik bölgelerde değişik adlarla anılan bu tören ve eğlencenin halk arasındaki en yaygın adı “diş hediği”dir Bazı bölgelerde “diş aşı”,“diş bulguru”,“diş buğdayı” olarak da tanımlanmaktadır

Çocuğun Yürümesi

Çocukluk çağının biyolojik aşamalarından çocuğun yürümesi ile ilgili olan dönemdir Geçmişte, normal zamanında yürümeyen, yürümesi geciken ya da yürürken sürekli olarak düşen çocuklar için birtakım uygulamalara başvurulmaktaydı Çocuğun topuklarına yumurta sürmek, çocuğu ceviz yaprağı ve tuz atılmış suda yıkamak ve çocuğu çeşitli ziyaretlere götürmek gibi uygulamalar gelenekte var olduğu saptanan uygulamalardır

Çocuğun Tırnağının Kesilmesi

Anadolu’da çocuğun tırnaklarının ilk olarak kesilmesiyle ilgili olarak yapılan uygulama ve pratikler de bulunmaktadır Örneğin, çocuğun ilk tırnakları kesildikten sonra elinin içinde paralar bulunan bir torbaya sokturulduğu tespit edilmiştir Çocuğun torbadan aldığı para, erkekse büyüdüğü zaman kuracağı işin sermayesine, kız ise çeyizine kullanılacak ilk para olarak saklanmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Sünnet

Anadolu’da çocukla ilgili geleneksel törenlerin en önemlisi sünnettir Dinsel ve töresel işlemler içerisinde en katısı ve en yaygın olanı sünnet geleneğidir Hiçbir anne ve baba bu köklü geleneğin dışında kalmak istemez

Bu konudaki geleneksel kültür ve toplumsal beklentilerin ağırlığı oldukça güçlüdür

Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini yaşamaktadırlar Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere karşı kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır Erkek çocukların sünnet edilmesi geleneği yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürmektedir

Sünnet Çocuğunun Yaşı ve Sünnet Zamanı

Sünnet çocuğunun yaşı ve töreninin mevsimi konusunda kesin bir kural yoktur Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına girmeden sünnet edilmektedirler

Ancak son zamanlarda büyük kentlerde kimi anne babalar çocuklarını ilkokula başlamadan önce hastanede sünnet ettirmektedirler

Sünnet toplumsal yapı içerisinde birçok işlevi üstlenmenin yanı sıra; görkemli bir sünnet töreniyle aile hem üyesi bulunduğu grup içerisindeki saygınlığını artırır hem de çocuğunun mürüvvetini görür Anadolu’da çocuğun bakımı, sünneti, evlendirilmesi anne babaların en temel görevleridir

Yoksul ya da öksüz çocukların sünnetini varlıklı kimseler veya akrabalar kendi çocuklarıyla birlikte yaptırmaktadırlar Kimi grupların, yerel yönetimlerin ve yardım derneklerinin çok sayıda çocuğu toplu sünnet edilmesi törenleri yaptığı sıklıkla görülmektedir

Sünnet zamanı ve mevsimi olarak ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimi seçilmektedir: Günümüzde özellikle kentlerde sünnet düğünü ya da töreni için Cumartesi ve Pazar günleri seçilmektedir Geçmişte Cuma günlerinin tatil olması ve Cuma gününün uğurlu sayılması nedeniyle sünnetler daha çok Perşembe günleri yapılmaktaydı

Tören ya da Düğün Hazırlığı

Aile, çocuklarının yaşı ve ekonomik durumuna göre çocuklarını sünnet ettireceği zamanı yaklaşık iki ay önceden belirleyerek hazırlıklara başlar Aile düğün gününü belirledikten sonra bir hafta on gün öncesinden konuklara haber verir Bu duyuru, okuyucu-elçi göndererek veya davetiye bastırıp dağıtmak üzere iki biçimde yapılmaktadır Geleneksel kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir

Çocuğun Hazırlanması

Çocuk törenden birkaç gün öncesinden hazırlanmaya başlanır Aslında çocuk çok daha önceden psikolojik olarak hem sünnet olma sevincine hem de korkusuna sahip olmaktadır Geleneksel eğitimle anne ve babalar çocuklarını bu önemli geçiş pratiğine aylar öncesinden hazırlamaya başlamaktadır

Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır Çocuklara özel olarak hazırlanan süslü sünnet kıyafetler, “Maşallah” işlemeli bir başlık takılması, çeşitli takılar takılması geleneğin en yaygın giyim öğelerini oluşturmaktadır Köylerde ise sünnet çocukları yeni elbiseler giymekte; boyun ve omuzlarına çevre ve yağlık asılmakta, şapkalarının arkasından ise gelin teli sarkıtılmaktadır

Sünnet çocukları sünnetten birkaç gün önce veya aynı gün ata, arabaya, otomobile bindirilerek dolaştırılmakta bu geziye mahallenin öteki çocukları da katılmaktadır böylece çocuğun sünnet edileceği, bu gezintiyle halka duyurulmaktadır

Sünnet İşlemi ve Sünnetçi

Sünnet işlemi cinsel organın uç kısmındaki derinin çepeçevre kesilmesinden ibarettir Geleneksel sünnet işleminde; çocuğun yanında aile ve akrabaları bulunur, grup ortamında çocuğun korku ve heyecanını yatıştırmak için yüreklendirici ve erkekliği vurgulayıcı sözler söylenmektedir

Kesme işleminden önce ve kesilme sırasında; “Allahu ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte, işlem bitiminde “oldu da bitti maşallah” şeklindeki çok bilinen tekerleme de söylenmektedir Günümüzde kesme işlemi öncesi ve sonrası törensel uygulamalar varlığını sürdürmekle beraber, kesme işlemi evde veya sağlık kurumlarında doktorlar tarafından yapılmaktadır

Geçmişte sünnetçiler genellikle mahalle aralarında dolaşarak çağrılan evlere giderler ve sünnet işlemini gerçekleştirirlerdi Günümüzde ise bu işi doktorlar ve sağlık personeli yapmaktadır

Hediye - Armağan

Tören karakteri taşıyan bu önemli geçiş dönemi pratiği çeşitli hediyelerle süslenmektedir Bu hediyeler altın, para, oyuncak, giyecek ve ev eşyalarından oluşmaktadır Günümüzde sünnet hediyesi uygulaması devam etmektedir

Kirvelik

Kirvelik; yörelere göre "kirve","kivra","kivre" isimleriyle de tanımlanmaktadır Kirvelik, kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir Kirve, sünnet töreni süresince çocuğun yanında bulunur, ona yardım eder ve törenin ekonomik giderlerine kısmen de olsa katkıda bulunur

Kirvelik kurumu aracılığıyla aileler hısımlık ve kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar Kirvelik, daha çok Doğu, Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan bir gelenektir Kirvelik kurumu, genel olarak aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir

Kirvelik;

- Var olan ilişkileri pekiştirmesi

- Ailelerin sosyal ilişkiler ağını genişletmesi

- Sosyal sigorta mekanizması görmesi

- Farklı dil, din ve etnik gruplardaki aileleri birleştirmesi

- Bir yöreye dışardan gelen kişilerin bu yöreye uyumunu kolaylaştırması gibi işlevleri üstleniyor olması bakımından önemli bir toplumsal kurumdur

Kirvelik yoluyla kurulan ilişki hayat boyu devam eder Kirve çocukları arasında evlenme yasağı vardır Bu yasak, kirveler arasındaki ilişkinin daha serbest dolayısıyla da daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlamaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



ASKERLİK

Toplumumuzda gelenekselleşmiş köklü bir geçmişe sahip olan askerlik kutsal bir görev olarak değerlendirilir Asker olmak onurlu ve erdemli bir insan olmayla özdeşleştirilir Toplumda bu denli önem verilen bu görevin başlangıcında ve bitişinde diğer geçiş dönemlerinde olduğu gibi çeşitli törenler yapılmaktadır Askere uğurlama ve karşılama törenleri bölgesel farklılıklar göstermektedir

Yurdumuzun her yöresinde yaygın olarak yapılan uygulamalardan biri, pusulası (askere çağrı mektubu) gelen gençlerin akrabaları ve arkadaşları tarafından sırayla yemeğe davet edilmesidir Bu yemek yalnızca asker adayına verildiği gibi, ailesiyle birlikte ağırlandığı da olmaktadır Yemek sırası ve sonrasında eğlenceler yapılması da yaygın bir uygulamadır Kars'ta askere gidecek kişi köy ve şehirdeki akrabalarını ziyaret edip,"Allahaısmarladık" demekte; bu ziyaretler sırasında kendisine harçlık ve yolluk olarak hazırlanan çöreklerden verilmektedir

Silifke’nin Kırtıl Köyü’nde ise askere gidileceği günün akşamı, askere gidecek olanlar, kız ve erkek arkadaşlarını eve davet eder, geç saatlere kadar eğlenilir, mengi oynanır Askerlerin ceplerine uğur parası denilen harçlıklar konulur Ankara -Kızılcahamam -Verimli Köyü’nde yaşlı erkekler ve kadınlar "uğur parası" adı verilen parayı verirken "benim için nöbet tut, buna karşılık" diyerek gencin gönlünü almaktadırlar

Seydişehir'de uğurlama töreninde kadınlar hazırladıkları çöreği üçe bölerler Bir parçası kurda kuşa yem olsun diye suya atılır Bir parçası delikanlının gömleğine sarılarak sandıkta saklanır Bir parçası da yemesi için delikanlının yolluğuna konur Her izine geldiğinde gömleğe sarılı parçadan bir bölümü koparılarak gence yedirilir Asker uğurlamasından sonra kadınlar bir pınarın başında toplanarak yemek yerler Yemek yerken tahta kaşık kullanılmaz, tahta kaşık kullanılırsa delikanlıların askerde çok dayak yiyeceğine inanılır

Eskişehir -Seyitgazi -Şükranlı Köyü’nde askere gidecek genç nişanlı ise nişanlı evinin odununu gitmeden önce zorluklara alışsın diye asker adayına kestirirler Yaşamının bir bölümü ile ilgili bu denli zengin uğurlama törenlerinin yanında, karşılama törenleri de zengin uygulamalara sahne olmaktadır

Silifke’nin -Kırtıl Köyü’nde asker terhis olduktan sonra kına alıp getirir Köye geldiği günün akşamı kendisine hoş geldine gelenlere hazırlanan kınadan yakılır"Asker kınası" adı verilen bu kınanın yakılması uğurlu sayılır

Askerlikle ilgili konulardan birisini de askerde yoğun özlem ve hasret duygularıyla yazılan asker mektupları oluşturur Asker mektupları genellikle selamla başlayıp, durum anlatıldıktan sonra bir mani ile biter

Mektuplarda bütün akraba ve tanıdıklara selam söylenir İletişim araçlarının yaygın olmadığı dönemlerde tek iletişim yolu olan mektuplarda, evli olan askerin baba evinde olan eşine duygularını açıkça ifade edememesi, mektubun başka kişilerce de okunacağı düşüncesi ile kimi zaman şifre içerikli maniler yazdığı da görülür

Yürü mektubum yürü

Haberini al da gel

Bir iken iki olduk

Üç olduk mu sor da gel

Manide de görüldüğü gibi çocuğun olup olmadığı üstü kapalı olarak sorulur Durum bildiren bu tür mektuplar dışında bir de mizahi asker mektupları vardır ki, bu tür mektuplar daha çok arkadaşlar arasında yazılmaktadır Askerliğin bitip eve dönülmesinde de büyük bir coşku yaşanır, eğlenceler düzenlenir Akrabaları ve arkadaşları 10-15 gün ziyaretine gider ve bu sürede asker evde misafir gibi ağırlanıp iş yaptırılmaz Bazı yörelerde bu ziyaretler sırasında gence hediyeler verildiği de olur

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Evlenme

Yaşamın temel dönüm noktalarından biri olan evlenme, hem kadın ve erkeğin yaşamını birleştirmesi açısından bireysel; hem de aile ve akrabalık bağlarının kurulması açısından toplumsal bir olgudur

Özellikle küçük köy topluluklarında düğün, köyün tamamını içine alan bir faaliyet olması nedeniyle bir topluluk kutlaması niteliği kazanır Evlilik aşamalarında yapılan törenlerin bazıları yeme-içme, eğlence havası içinde geçerken, bazıları “ağıt” görünümündedir Evliliğin tümünü içine alan töre ve törenlerin sergilendiği aşamalar şöyle sıralanabilir:

Düğün Öncesi

Görücülük, dünürcülük, kız isteme

Söz kesme

Şerbet

Nişan

Düğün okuntusu

Çeyizin gitmesi ve sergilenmesi

Gelin hamamı

Düğün

Kına gecesi

Kız kınası

Oğlan kınası

Gelin alma

Nikah

Gerdek

Gerdek ertesi

Düğün Sonrası

Evlilik kararının verilmesinden sonra yapılacak ilk iş damat adayı için eş seçimidir Özellikle geleneksel kesimde eş seçimi öncelikle erkeğin anne-babasının öncülüğünde yapılırdı Son zamanlarda bu durumun değişmiş olduğu görülmektedir Gençler ya doğrudan kendileri tanımak suretiyle evleneceği kişileri seçmekte ya da hep birlikte karar verilerek uygun eş seçilmektedir Görücü usulü olarak literatüre geçmiş olan evlilik türünde önce erkeğin annesi ve aileye yakın kadınlar kız tarafına giderek kızı görürler Kız beğenildikten sonra damada gösterilir, o da beğenirse kızın istenmesine karar verilir

Kız evine gidilerek kızın babasından istenmesine dünürlük, dünürlüğe gitme, elçiliğe gitme gibi isimler verilir Ailenin ileri gelen kadınları ve erkekleri daha önce belirlenmiş olan hayırlı bir günde (genellikle Perşembe ve Pazar günleri uğurlu gün sayılır) kızı “Allah’ın emri peygamberin kavliyle” ailesinden istemek üzere giderler

Geleneksel kültürde kız evinin “naz evi” olması nedeniyle ilk istemede olumlu cevap verilmez Birkaç defa daha kız istendikten sonra, kız evi yeterince düşündükten sonra olumlu cevabı oğlan tarafına bildirir

Bu karar verildiğinde söz kesilmiş olur Tarafların isteğine göre bazen aynı gün gelin ve damada nişan yüzükleri de takılır; bazen de ayrıca düzenlenecek nişan töreninde bu işlem gerçekleştirilir Söz kesildikten yaygın bir gelenek olarak arada tatlılığı sağlamak amacıyla şerbet içilir Şerbetin içilmesi artık kızın kesin verildiği ve evlilik kararının kesinleştiği anlamına gelir Ayrıca söz kesme sırasında aileler nişan ve düğün tarihleri, alınacak eşyalara ilişkin konuşmalar da yaparlar

Her iki taraf da hazırlıklarını tamamladıktan sonra kız evinde daha çok kadınların katılımıyla nişan töreni yapılır Erkek tarafı gelin için alınan takıları takar ve diğer hediyeleri verir; karşılığında kız tarafı da hediyeler verir

Nişan töreni isteğe bağlı olarak yemekli de olabilir Eğlencelerle bu mutlu olay aynı zamanda kutlanmış olur Nişan, hem evliliğe atılan bir adım, hem de her iki taraf için bir tanışma ve uyum, düğün için kararlaştırılan sürenin başlangıcı anlamlarına gelmektedir Eğer taraflar arasında herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa nişan bozulabilir Ancak bu, hiçbir zaman tercih edilen bir durum değildir

Bundan sonra düğün aşaması gelmektedir Öncelikle çevredeki insanların düğüne çağrılması gerekir Düğüne çağrı aşamasında son zamanlarda daha az uygulanan bir gelenek de köyde bulunan kişilere “okuntu” dağıtmaktır

Okuntuya, bir anlamda düğün davetiyesidir demek mümkündür Bunun için uygun bir kişi görevlendirilir ve bu kişi çevreyi dolaşarak okuntuyu dağıtır Okuntu, daha önceden hazırlanmış bir parça kumaş, bir mendil, bir yazma gibi hediyeler olabileceği gibi, şeker, börek gibi yiyecek türünden şeyler de olabilir Bunlar düğün okuntusu olarak dağıtılırken misafirler düğüne davet edilmiş olur

Geçmişte, Anadolu’da düğünler genellikle üç gün sürmekteydi Günümüzde ise hafta sonları olan iki günlük düğünler hem ekonomik hem de sosyal açıdan tercih edilmektedir Evlenme olayının temelini teşkil eden düğün iki ana bölümden oluşmaktadır: Kına gecesi ve gelin alma

Düğünden bir gün önce kız evinde ve oğlan evinde yapılan törene kına gecesi denir Kına gecesi her iki tarafta da yapılabilir, ama yoğun olarak ve daha detaylı bir biçimde kız evinde kadınlar arasında yapılır

Kına gecesinin yapılacağı gün erken bir saatte erkek evinin çatısına bayrak asılır Bayrak, özel olarak seçilen bayraktar tarafından, kalabalık grubun da eşliğiyle eğlencelerle toplu olarak asılır Bazı yerlerde bu eğlence sırasında “bayrak ekmeği” denilen yemek orada bulunanlara ikram edilir Bayrağın asılması düğünün başladığının resmen ilan edilmesi demektir

Kına gecesinin olduğu gün ya da birkaç gün öncesinde gelinin çeyizleri kız evinden alınır, oğlan evine getirilerek gelinin odası hazırlanır Gelinin çeyizleri bazen düğünden birkaç gün önce kız evinde, bazen de düğün ve sonrasında oğlan evinde sergilenerek misafirlere gösterilir

Çeyiz kız evinden alınırken bir kişinin sandığın üstüne oturarak bahşiş istemesi oldukça yaygın olarak rastlanan geleneklerdendir Kına gecesinin olduğu gün aynı zamanda günün erken bir saatinde erkek tarafından bir grup kadın, o gece yakılacak kınayı, gelinin giysilerini ve misafirlere ikram edilecek yiyecekleri eğlencelerle kız evine götürürler

Kına gecesinde kız evinde toplanan kadınlar bir süre eğlendikten sonra, acıklı türküler söyleyerek gelini ağlatmaya çalışırlar Daha önceden suyla yoğrulan kına bir tepsi içerisinde etrafına mumlar dizili şekilde ortaya getirilir Bazı yerlerde önce geline kına yakıldıktan sonra misafirlere de kına dağıtılır; bazı yerlerde de o sırada orada bulunanlara kına dağıtıldıktan, herkes gittikten sonra geline kına yakılır İsteğe bağlı olarak gelinin ellerine, ayaklarına ve saçına da kına yakıldığı olur

Genellikle kınanın yoğrulması, dağıtımı ve geline kına yakılması işlerinde “başı bütün” olarak adlandırılan, mutlu evlilik sürdüren bir kadının görevlendirilmesine dikkat edilir Gelinin kınası genellikle yengeler tarafından yakılır Kına yakılmadan önce gelinin avuç içine bozuk para ya da altın konur

Kına gecesinin ertesi günü hem gelin alma günü hem de esas düğün günüdür Her iki tarafta da konuklara yemek ikram edilir, genellikle davul-zurna eşliğinde eğlenceler yapılır Gelin alma günü erken saatlerde oğlan evinde damat tıraşı, güvey giydirme gibi adlar alan törenler yapılır Kız evinde de gelinin hazırlanması söz konusudur

Bunun için köylerde her zaman bütün düğünlerde görev alan, genellikle düğün yemeğini de hazırlayan aşçı kadınlar görevlendirilir O gün oğlan tarafından konuklar toplanarak kız evine gelin almaya gelirler Gelin evden çıkarken erkek kardeşi ya da amcası tarafından beline gayret kemeri de denen kırmızı kuşak bağlanır

Gelin ailesiyle vedalaştıktan sonra hayır dualarla, bazen ilahilerle bazen de davul-zurna eşliğinde eğlencelerle evden çıkarılır Gelin baba evinden çıkarken olsun oğlan evinin kapısından girerken olsun evliliğin yolunda gitmesi, çiftin mutlu olmasını sağlamak için birtakım dinsel-büyüsel işlemler yapılmaktadır Örneğin, gelin evden çıkarken arkasından ayna tutularak aydınlık bir hayatının olması isteği ifade edilir Aynı şekilde oğlan evinin kapısından girerken kapının eşiğine ve tavanına yağ, bal gibi şeyler sürdürülerek gelinin yeni evindeki kişilerle iyi geçinmesi sağlanmaya çalışılır Gelinin başından şeker, bozuk para, kuruyemiş gibi şeyler atılarak bolluk-bereket getirmesi dileği ifade edilir

Düğün olduğu akşam, erkek tarafında kalmış az sayıda misafire yemek verilir ve gelinle damadın imam nikâhı kıyılır Önceleri resmi nikâh düğünden sonra herhangi bir tarihte yapılabilirken, son zamanlarda düğün öncesinde resmi nikâhın mutlaka yapılmış olmasına özen gösterilmektedir Genellikle düğün alışverişi için taraflar bir araya geldiklerinde resmi nikâh da yapılmaktadır İmam nikahı kıyılıp dualar okunduktan sonra gelinle damat kendi odalarında bir araya gelirler

Bu sırada gelinle damadın uyumlu bir biçimde birlikte olabilmelerini sağlamak amacıyla da birtakım dinsel-büyüsel işlemlere başvurulur Örneğin, odanın kapısına bir bıçak saplamak, kapı önünde bir kilidi açmak vb Bunun dışında orada bulunan kişilerin ellerini ve kollarını bağlamamaları istenir

Daha önceden kız tarafından o gece yenmek üzere özel olarak hazırlanmış ve gelinin sandığına konmuş olan yiyecekler ve başka şeylerin de bulunduğu yemek tepsisi odaya bırakılır Bazı yerlerde tepsiye tek kaşık, tek çatal, tek bardak konarak gelinle damadın bunları ortaklaşa kullanmaları sağlanır Böylece birbirlerine daha çabuk ısınacaklarına inanılır

Düğünün ertesi günü duvak günü, yüz açımı, baş bağlama gibi adlar altında birtakım eğlenceler düzenlenir Bu eğlence daha sade bir biçimde yalnız kadınlar arasında yapılır Önceleri duvak günü eğlenceleri sırasında gelin çeşmeye götürülerek su getirmesi sağlanırmış Gelin hamur yoğurup börekler yaparmış Böylece eve bolluk bereket gelir inancı varmış Ancak bunlar artık unutulmuş geleneklerdir Duvak günü eğlenceleri de pek çok yerde yapılmamaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Ölüm

Yürü bire yalan dünya

Sana konan göçer bir gün

İnsan bir ekine misal

Seni eken biçer bir gün

(Karac’oğlan)

Toplumsal hayat, birçok alanda olduğu gibi ölüm olgusu karşısında da inanma, adet, töre, tören, ayin, kalıp davranış vb gibi geleneksel uygulamalara sahiptir Ölüm, gelenek görenek ve inançların katı ve etkili olduğu, özellikle küçük yerleşim birimlerinde toplumsal yardımlaşma ve dayanışmanın yoğunlaştığı alanlardan biridir Ölüm korkusunun yarattığı bilinçaltı baskı ve geleceği bilme arzusunun etkisiyle bazı doğa olayları ve hayvan sesleri bile ölümün işareti olarak değerlendirilmiştir Geleneksel kültürde bununla ilgili bazı örnekler şunlardır:

Meteorolojik olaylarla ilgili olanlar: Yıldız kayması, gök gürlemesi, poyraz vb

Hayvanlarla ilgili olanlar: Köpek uluması, baykuş ötmesi, horozun vakitsiz ötmesi vb

Rüyada görülenlerle ilgili olanlar: Rüyada, tabut, gelinlik, düğün-dernek, deve, ev yıkılması, diş düşmesi, soğan, biber vb görmek

Ev, araç-gereçlerle ilgili olanlar: Ayakkabının ters dönmesi, makasın ağzının açık kalması, evin tavanının gıcırdaması vb

Cenazeyle ilgili kimi durumlar: Cenazenin vücudunun yumuşak olması, tabutun ağır olması vb

Hastayla ilgili psikolojik ve fizyolojik değişiklikler: Hastanın renginin sararması, yiyip içmesinin kesilmesi ya da artması, bakışlarını bir noktada sabitlenmesi vb

Ölüme yol açacağı düşünülen olaylar karşısında da kaçınma yoluna gidilirmiş Bu kaçınmalar kapsamında; vakitsiz öten horoz kesilirmiş Kötüye yorulan rüya görüldüğünde, hayır olsun diye evde hazırlanan ya da hazır alınan yiyeceklerden fakirlere verilir, rüya akan suya anlatılırmış Cenaze götürülürken, hamile kadınlar ve küçük çocuklar uyuyorlarsa kaldırılırmış Cenaze olan evdeki ve komşulardaki su kapları boşaltılır, cenazenin kalktığı yere taş konulur, yıkama suyunun kaynatıldığı kazan ters çevrilirmiş vb

Ölüm sırasında kişinin rahat can vermesi sağlanmaya çalışılırmış Bunun için öleceği anlaşılan kişinin ağzına su verilir, yanında yüksek sesle ağlanmaz, uzaktaki yakınları çağrılır; gelememişlerse üzerine, onlara ait eşyalardan ya da fotoğraflardan konur; din görevlisi çağrılırmış

Ölümün gerçekleşmesiyle birlikte cenaze genellikle öldüğü yerden, rahat döşeği olarak adlandırılan ve yere hazırlanan yatağa alınırmış Çenesi, ayakları bağlanır Cenazenin bekletme süresi genellikle 15–16 saati (akşam ölmüşse ertesi gün öğleye kadar, sabah ölmüşse akşama kadar) geçmez Cenaze bekletilirken üzerine şişmemesi için bir demir parçası (bıçak, makas vb) konurmuş Bugün hala ölüm haberi iletişim araçlarından yararlanarak ve camiden okunan sala vasıtasıyla çevreye duyurulmaktadır

Ölenin öte dünyaya gönderilişine ilişkin ilk hazırlıklar cenazenin belli kurallar dâhilinde yıkanması ve kefenlenmesiyle başlar Yıkayıcılar bu işin kurallarını bilen ve tecrübeli olan kişilerdir Yıkama, köylerde evlerin içinde ya da bahçesinde, ilçe ve büyük kentlerde cenaze arabasında ya da mezarlık gasil hanelerinde yapılır Evde yapılan yıkamalarda, cenazeyle aynı cinsten olan yakınlarının 1–3 tas su dökerek ya da ayağını yıkayarak cenazeyle helalleşmesi yaygın uygulamalardandır Bazı yerlerde cenaze, gece bekletilirken rahat suyu olarak adlandırılan bir ön yıkamaya da tabi tutulur

İslam geleneğine göre kadın kefeni 5 (lifafe, izar, dir, hırka, himar), erkek kefeni 3 (lifafe, izar, gömlek) parçadan oluşurken, halk arasında buna eklemeler (kadınlarda sıtır bezi, elbise, pijama, önlük vb; erkeklerde takke/kep, atlet, don vb) yapıldığı olur Kefen olarak genelde beyaz kumaş kullanılır Kefenin içine kına çörekotu, gülsuyu, zemzem vb dökülmekle birlikte cenaze bekletilirken ya da kefelenirken tütsü de yapılabilmektedir

Kefenlenen cenaze en dışından kilim ya da battaniyeye sarılır ve tabut ya da sal içine konarak cenaze namazının kılınacağı yere götürülür Tabutun üstüne, halı, kilim ya da yeşil renkli, üzerinde kutsal kişilerin isimleri, kelime-i tevhit, kelime-i şahadet vb Arapça yazıların yer aldığı örtüler örtülür Ayrıca tabutun üstüne, ölenin cinsiyetini belli etmek için kadınlarda tülbent, namazlık; erkeklerde, şapka, sarık, ceket, havlu vb atılır Genç kız ya da gelinlerin tabutuna, gelinlik, al, duvak, çeyiz eşyasından bir parça; mesleği ifade etmek için din adamlarında sarık, askerlerde şapka, madalya, şehitlerde bayrak vb koyma gibi uygulamalara da rastlanabilmektedir

Cenaze namazı, cami avlusunda ya da mezarlıkta kılınır Tabut, cenaze namazı sırasında musalla taşı üzerine konur Cenaze alayı ve namazına daha çok, erkekler katılmakla birlikte, son dönemlerde özellikle kentlerde kadınların da katıldıklarına tanık olunur

Cenaze namazının ardından defin işlemine geçilir Mezar, küçük yerlerde elle (kazma-kürek) kazılırken, özellikle belediyelik yerlerde kepçeyle kazılmaya başlanmıştır Elle kazılan yerlerde mezar derinliği kadınlarda göğüs, erkeklerde göbek hizasında olur Bir çok uygarlığa mekânlık eden Anadolu’da geçmişi itibariyle değişik gömme şekillerine (sanduka, lahit, küp, höyük veya tümülüs içinde, mumyalanarak vb) rastlanmakla birlikte günümüzde; mezar düz şekilde kazılmakta ya da daha yaygın olarak mezarın içine ayrı bir oygu (leht, sapıtma vb) açılarak cenaze oraya yatırılmaktadır Oygu, ağaç parçalarıyla, kerpiçle, tuğlayla ya da briketle örülür, sonrasında üzerine toprak atılır Böylece atılan toprak, cenazeye değmez Çoğu yörede cenaze mezara tabutsuz ve yataksız konur ancak tam tersi uygulamalara da rastlamak mümkündür Cenazenin mezara yatırılış şekli; ayakları doğu, başı batı ve yönü kıble olmak üzere sağ tarafı üzerinedir Mezarın üzeri toprakla yığılarak kapatıldıktan sonra mezarı belli etmek amacıyla, baş ve ayakucuna geçici olarak ağaç, taş vs başlıklar yerleştirilir Gömülme işleminin tamamlanmasıyla birlikte din görevlisi ya da bilen bir kişi tarafından cenazeye öbür dünyada yardımı olacağı inancıyla telkin verilir

Mezarın üstü, toprak çöktükten sonra yapılır ki bu süre genelde 1 yıl sonradır Buna karşın cenazenin 40’ı geçince mezarın yaptırıldığı da olur Mezarlar ahşap, taş, beton ya da günümüzde ise yaygın olarak mermerden yapılabilmektedir Mezarlar genellikle –köylerde olsun daha büyük yerleşim birimlerinde olsun- ortak kullanılan mezarlıklarda bulunmakla beraber aile arazisi içine yapılmış olanları da vardır Bazı kentlerin geniş mezarlıklarında aile mezarları oluşturulmuştur Mezarların baş ve ayakucunda ya da sadece başucunda mezar taşı bulunur Mezar üzerine, genellikle su bölmesi ya da kabı konur, çiçek dikilir Başına da çam, söğüt, dut, selvi, kavak vb ağaçlardan dikilir Mezar taşına süslemeler (bitki, hayvan motifleri, meslek, cinsiyet, ilgi, dini kimlik vs sembolleri vb) yapılır, ölen kişinin adı-soyadı, doğum-ölüm tarihi bazen de edebi niteliği olan sözler yazılır Kimi bölgelerde, yetişkinlere ait mezar taşları cinsiyete göre farklı şekillerde olabilmektedir Son zamanlarda mezar taşına, ölenin fotoğrafını koyanlara da sıkça rastlanmaktadır Mezar taşları yapıldığı çağı yansıtmasıyla da birer tarihi belge özelliğindedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Bayramlar-Törenler-Kutlamalar
•Mevsimlik Bayramlar

•Milli Bayramlar

Mevsimlik Bayramlar

Mevsimlik Bayramlar
Mevsimlik bayramların kutlama zamanları doğa, iklim ve ekoloji koşullarına bağlı olarak farklılık gösterebilmektedir Örneğin koç katımı kışın kısa sürdüğü baharın erken geldiği bölgelerde güz başlarında, baharın geç geldiği yerlerde güz sonlarında yapılır Buna karşılık nevruz, hıdrellez gibi bayramlar her yerde aynı tarihlerde kutlanır Kimi bayramların zamanını yerli üretim şartları, bazılarını ise genel bir "takvim geleneği" belirler Böylece mevsimlik bayramları şöyle gruplamak mümkündür:

Genel Mevsimlik Bayramlar

•Bahar Bayramları: Nevruz, Çiğdem, Betnem (gavur küfrü ya da kızıl yumurta), Hıdrellez
•Yaz, Gündönümü Bayramları
•Kış Yarısı, Yılbaşı

Özel Mevsimlik Bayramlar

•Çoban Bayramları Zinciri: Koç Katımı, Davar Yüzü veya Döl Bayramları
•Ekinci, Meyveci, Bağcı Bayramları
•Göç Bayramları

•Hıdrellez Bayramı

•Nevruz Bayramı

Hıdrellez Bayramı

Hıdrellez, bütün mevsimlik bayramlarımızdan biridir Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır

Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır Hızır ve Hıdrellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır

Bunlardan bazıları Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır Oysaki Hıdrellez Bayramı’nı ve Hızır inancını tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle ilgili bazı tanrılar adına çeşitli tören ve ayinlerin düzenlendiği bilinmektedir
Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaşmış; zaman zaman özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk-bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu kişidir Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür Hızır inancının yaygın olduğu ülkemizde Hızır’a atfedilen özellikler şunlardır:

Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir
  • Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder
    Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar
    Dertlilere derman, hastalara şifa verir
    Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar
    İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder
    Uğur ve kısmet sembolüdür
    Mucize ve keramet sahibidir
Nevruz Bayramı

Nevruz sözcüğü Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür ve güneşin Koç burcuna girdiği ilkbaharın başlangıcı sayılan bir gündür Güneş 21 Marta kadar güney yarımküreye daha çok ışık ve ısı verirken,21 Mart tarihinden itibaren kuzey yarımküreye daha çok ısı vermeye başlar Bu nedenle kuzey yarımkürede yaşayan bazı halklar için 21 Mart günü uyanış ve yaradılışın sembolü olarak kutlanmaya değer bir gün anlamı taşımaktadır Anadolu’da Nevruz-i Sultan, Sultan Nevruz, Navrız, Mart dokuzu gibi adlar verilen Nevruz, farklı yörelerde değişik biçimlerde kutlanır Tarımsal uğraşın yoğun olduğu yörelerde bir tür bolluk ve bereket töreni olma özelliği de taşımaktadır Alevi-Bektaşi topluluklarda ise inanca dayalı bir anlam da ifade etmektedir Alevi-Bektaşi topluluklarda Nevruz, Hz Ali’nin doğum günüdür, Hz Ali ile Hz Fatma’nın evlendikleri gündür, Hz Muhammed’in veda haccı dönüşü Hz Ali’yi kendine halife tayin ettiği gün olması özelliğini de taşımaktadır Bu günün sabahı mürşidin okuduğu duadan sonra süt içilir, Nevruziye adı verilen şiirler, nefesler ve Hz Ali’nin Mevlidi okunur Nevruzda önceden hazırlanmış olan çöreklerle mezarlık ziyaretine gidilir, ölüler ziyaret edildikten sonra orada çörekler yenilir Osmanlı Devleti zamanında Nevruz gününe özel bir önem verilmiştir Padişahlara Nevruz günleri “nevruziye” adı verilen kasideler sunulurdu Bu kasidelerde ağaçların yeşermesi, çiçeklerin açması, havanın ısınması gibi konulara yer verilirdi Nevruz günü Adem’in yaratıldığı, Nuh’un gemisinin karayı bulduğu, Hz Ali’nin doğduğu, halife olduğu anlatılırdı Nevruz gecesi bütün yaratıkların Tanrı’ya secde ettiği, dileklerin yerine getirildiği belirtilirdi Nevruz günlerinde müneccimbaşı, yeni takvimi padişaha sunar, bahşişini de alırdı Buna da “nevruziye bahşişi” adı verilirdi Saray hekim başları tarafından hazırlanan ve Nevruziye denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunlar, padişah ailelerine ve büyüklere sunulurdu Bugün için yapılmış macunlar, porselen kapaklı kaseler içinde sunulur ve günün hangi saatinde yenmesi gerektiğini yazan bir kağıt da kaselere iliştirilirdi İran mitolojisine göre Tanrı dünyayı, insanı ve güneşi bu günde yaratmıştır İran’ın efsanevi padişahı Kiyumers tahta oturarak bugünü bayram ilan etmiştir İran’da ihtişamın sembolü olan Cemşid de aynı gün tahta oturmuştur Ayrıca Hz Adem’in 7 torunu olan Cem 21 Mart günü Azerbaycan’a gelmiş ve bugünü bayram ilan etmiştir

Nevruziye adı verilen macunun kökeni, kimi araştırmacılar tarafından Persler dönemine kadar götürülebilmektedir Persler zamanında Nevruz günlerinde hekimler ve eczacılar toplanarak bu özel macunu hazırlamışlardır Bu macundan yiyenin bütün yıl boyunca hastalıklardan korunacağına inanılmıştır Zamanla bu gelenek değişime uğramış ve Nevruziye Nevruz günlerinde yenen özel bir tatlının adı olmuştur Son zamanlarda bu geleneğin bir uzantısı olarak 21 Mart günü Manisa’da mesir macunu halka dağıtılmaktadır Doğu Anadolu halkı için sadece Nevruz günü değil, Nevruz gecesi de kutsallık taşımaktadır Bu gece canlı cansız bütün varlıkların Tanrı’ya secde ettiğine inanılır O gün herkesin bir yıllık kısmeti ve geleceği belirlenir Herkes güzel ve yeni elbiseler giyerek yeni yıla hazırlanır Evlerde yemekler yapılır, karşılıklı ziyaretlerde bulunulur Mart ayı içerisinde Anadolu’nun bazı yörelerinde görülen bir diğer gelenek de “kara Çarşamba” geleneğidir Mart ayının ilk çarşambası olan bu günde çeşitli törenler yapılır, çeşitli yiyecekler hazırlanarak birlikte yenir Gençler bir dilek tutarak komşuların kapısını dinlerler Nevruzla ilgili geleneklerden biri de “mart ipliği” adı verilen uygulamadır21 Marttan itibaren ısınmaya başlayan havalar nedeniyle ağaçların güneşten etkilenmemesi için bez bağlanır Giresun’da uygulanmakta olan “Mart bozumu” adı verilen gelenek de Nevruzla ilgili önemli geleneklerden biridir Mart bozumunda akarsulardan alınıp getirilen su evlere serpilir Ayağı uğurlu bir misafirin gelmesi ve “martınızı bozuyorum” demesi beklenir Nevruz İç Anadolu Bölgesi’nde “Mart dokuzu” olarak bilinmektedir 21 Mart günü sabah erken kalkılır, mezarlık ziyareti yapılır, niyet tutulur Niyetlenecek kişi mezarlardan birer taş alarak kırka tamamlar
Bir torbaya doldurup evinin duvarına asar ve bu arada bir niyet tutar Bir yıl sonra torbaya baktığında taşlar kırk bir olmuşsa niyetinin gerçekleşeceğine inanır Bir daha ki Mart Dokuzunda taşlar iade edilir

Nevruz günü ziyaretler esnasında çeşitli yemeklerden oluşan sofralar hazırlanır, oyunlar oynanır, eğlenceler düzenlenir, boyalı yumurtalar yenir ve büyük ateşler yakılır Her toplumun kendine özgü nedenlerle kutladığı Nevruz, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tataristan, Uygur Bölgesi, Anadolu ve Balkanlarda geleneksel kutlamalarla canlılığını günümüzde de sürdürmektedir Türkiye’deki Nevruz kutlamaları İran, Pakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın da katılımıyla hazırlanmış olan çoklu dosyayla UNESCO’nun SOKÜM Listesi’nde yer almak üzere sunulmuş ve 30 Eylül 2009 tarihi itibariyle kabul edilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Halk Müziği

Geleneksel Halk Müziğimizin en önemli konularından çalgılardır Geleneksel Halk Müziği, çalım, yapım, ezgi çeşitlemesi dışında gösterdikleri tarihi gelişim ve zengin repertuvayla da incelemeye ve araştırmaya değer bir konudur
Karadeniz Bölgesinde kullanılmakta olan kemençenin başka bölgelere taşınmamış olması, tarın Kars Yöresinde, meyin Doğu Anadolu’da, sipsinin Teke Yöresinde çalınmasına karşın, bir davul veya bağlamanın her bölgede kullanılması birer araştırma konusu olarak ortaya çıkmaktadır Bunların yanı sıra çalgıların akort ve çalım tekniklerinin bölgelere göre değişim göstermesi dikkate değer bir konudur

•Halk Çalgıları

•Uzun Hava Biçimi Halk Müziği

•Kırık Hava Biçimi Halk Müziği

•Bölgelere Göre Türküler

•Diğer Müzik Türleri

Halk Oyunları

•Türk Halk Oyunları-Türk Halk Oyunlarında Temel Figürler

Temel Figürler iki guruba ayrılmaktadır:

1-Her oyunda veya ülkenin her yerinde oynanan oyunlarda görülen ortak figürler

2-Bölge özelliklerine göre, bölgelerde oynanan oyunlarda görülen ortak figürler

Anadolunun hemen her yerinde oynanan oyunlarda görülen ortak figürler

A) Çift sol çift sağ figürü

B) Üçayak figürü

C) Çökme figürü

D) Dönme figürü

E) Çapraz yürüme figürü

F) Çaprazsız sekerek yürüme figürü

G) El vurma figürü

H) Topuk vurma figürü

İ) Diz vurma figürü

•Halk Oyunlarının Oynanma Geleneği, İnanış, Efsanesi, Öyküsü

Oyun( dans) uygarlıklardan önce, insanın var olması ile oluşmuştur Dansın Anadolu’da ilk toplu ve yerleşik hayata geçildiği zamanlarda var olduğunu, yapılan arkeolojik kazılar doğrulmaktadır En eski ilkel devirlerde dahi insan topluluğunun yaptığı bütün dini ibadetlerin raks ( dans) esasına dayandığı görülmektedir

- Bölge özelliklerine göre, bölgelerde oynanan oyunlarda görülen ortak figürler

- Üçleme

- Halay sallanışı

- Omuz sallama titretme

- Atik

- Kollu ve Kolsuz Yürüyüş

- Ellerle yapılan figürler

Oyunların şekillerine göre dağılım

Halk oyunları genel olarak beş gurupta toplanmaktadır

- Tek kişi tarafından oynanalar

- İki kişi tarafından oynanalar

- Üç kişi tarafından oynanalar

- Dört kişi tarafından oynanalar

- Guruplar tarafından yürüten oyunlar (Toplu olarak oynanalar)

- Tutunma, halka biçiminde ya da dağınık bir düzende oynanan oyunlar

- Kadınlar tarafından oynananlar

- Erkekler tarafından oynananlar

İnsanların kendi varlıklarına verdikleri değer yanında, tabiattaki tüm varlıklara karşı büyük bir yakınlık gösterdikleri içindir ki; tabiat, duygularının anlatılmasına yardım eden canlı motif olarak kullanılmaktan büyük zevk duymuşlardır Bu itibarla insanların çeşitli varlıları taklit etmesiyle ortay çıkmaya başlayan oyunların başında hayvan taklitleri gelmektedir

Hayvan öğesi birçok yöremizde halkımız tarafından oyunlarımıza konu edilmiştir

Ülkemizde halk oyunlarında kullanılan hayvan taklitlerinden bazıları

Turna, at, kartal, deve, keklik, kedi, kurt, koç, ördek, teke, çekirge, serçe, ayı, bülbül, eşek, horoz, karga, koyun ve tavuk, güvercin, arı, kaz, kuzu ve manda, domuz, geyik, kirpi, tilki, ceylan, kaplumbağa vb

Çalgısız Oynama Geleneği

Geleneksel halk oyunlarımıza sayılamayacak kadar zengin araç malzeme olmuştur Burada hemen hepsinden söz etmekten ziyade ağırlık kazanmış ve ülke genelinde yaygınlık gösteren araç-gereç ve oyunlara değinilecektir

Kaşık:

Kaşıkla oynanan oyunlar genellikle Ankara’dan itibaren Batı Bölgelerimize, İç Anadolu, Ege, Marmara ve Akdeniz Bölgelerinde geniş bir coğrafya içerinde yaygın bir şekilde görülmektedir Kaşık ayrıca oynayanların şevkini, ritim duygusunu arttırmakta ve oyuna konsantre olmasını sağlamaktadır Kaşığı hem erkekler hem de kadınlar kullanmaktadır

Sopa:

Sopa, değnek, çubuk gibi, ağaçtan elde edilen bir takım araçlarla oyunlar oynanmıştır

Sopa ile oynan oyunlar genelde iki kişi tarafından oynanmaktadır Kavga ve savaşı temsil etmektedir

Kılıç-Kalkan:

Bu tür oyunlar güce, fiziğe ve dayanaklılığa bağlı olduğu kadar maharete ustalığa ve estetik güzelliğe bağlıdır Oyuncu oynadığı oyunu bir toplum önünde oynamaktadır Kılıç-kalkan oyunları zorluklarından dolayı bazı yörelerimizde yerini sopaya bırakmıştır

Bıçak:

Bu tür oyunlar genellikle iki erkek tarafından oynanmaktadır Kesici ve vurucu araçla oynanan oyunlar genelde erkekler tarafından tek, iki, dört ve bazen de gurup oyunlarında görülür

•Halk Oyunlarında Giyim, Kuşam, Süsleme

Kadın Giyim Kuşamı

Halk oyunlarını oynayan insanlar, erkekler ve kadınlar giysileri ile bütünlük arz ederler Giysilerde yöre insanının zevkini yaşayışını anlamak mümkündür Anadolu’da aynı amaçla kullanılan, ancak farklı isimlerle bilinen giysiler bulunmaktadır

Kadın giysileri: ( Anadolu’da giyilen yörelere göre çeşitli şekillerde adlandırılmaktadır)

Ayakkabı: Postal-Edik-Çarık, Çapula, Çetik, Yemeni, Çuala,Reşik

Yelekler: Kırkdöğme, Libade, Kutoşke, Şatla, Delme Yelek, Bibade, Mehmer

Gömlek: Bürümcük, Celahi, Çendil, Döşçelik, Güdük, Zıbın, Marama, Şatko, Yağlık

Başlık: Çevre, Kıvrak, Festanoz, leçek, Canfes, Efe, Kofi, Kasnak

Şalvar: Lapçin, Derpi, Şepik, Bağış

Elbiseler: Sitare, Üç Etek, Zıbın, Saya, Bindallı, Kutik, Gane, Kras

Erkek Giyim Kuşamı

Erkek Giysileri; ( Anadolu’da giyilen yörelere göre çeşitli şekillerde adlandırılmaktadır)

Ayakkabı: Uskar, Cimcime, Bodin, Körüklü Çizme, Sapuk, Çarık, Yemeni,

Şalvar: Çakşır, Zıvga, Şal, Karadon, Dizlik, Külot Pantolon, Tepme Şalvar, Şal, Zıpka,

Kuşak: Tozluk, Tosya Kuşağı, İşlik, İpek Kuşak, Alaca Kuşak, Çevre, Şal

Başlıklar: Tepelik, Kofi, Papak, Külah, Takke, Kalpak, Dalıburuz, Poşu, Püsküllü Fes, Bere, Boncuklu Fes,

Yelek-Gömlek: Camadan, Sako, İbade, Delme Yelek, Altınparmak, Zıbın, İçlik, Göynük, Çepken, Şepik, Cezayir Yeleği

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Çocuk Oyunları ve Oyuncakları

•Çocuk Oyunları

Halk kültürünün konu başlıkları içerisinde değerlendirilen geleneksel çocuk oyunları, yer ve zamanı oynayanlara göre değişse de belli kuralları olan, ebe, eş, takım seçimi, sayışma, ödül ve ceza gibi kendisini bütünleyen öğelere yer veren, zaman zaman müzik ve araç gereçten yararlanılan, genellikle grupla gerçekleştirilen eylemlerdir

•Ebe ve Eş Seçimi Uygulamaları

Ebe, eş veya takım belirlenirken çeşitli uygulamalar yapılır Sayışma daha çok ebe belirlemede kullanılırken, eş veya takım belirlemede adımlama, taş tutma, yaş-kuru, yazı-tura, çöp çekme, ellerin açık kapalı durumlarına göre yapılan ay-may-kumay gibi uygulamalar yapılır Adımlama genellikle takım belirlemede ya da hangi takımın oyuna önce başlayacağını belirlemede kullanılan bir yöntemdir
Bunların dışında oynanacak oyunun türüne göre de ebe veya takım belirlenir Örneğin “değnek oyunlarında” değneğini en uzağa fırlatan oyuncu ebelikten kurtulurken, değneği en kısa mesafeye düşen oyuncu ebe olur Yine “aşık oyunlarında”, aşığı diğer oyunculardan farklı gelen oyuncu oyunda ebe olur

•Ödül ve Cezalar

Oyunların daha heyecanlı gerçekleşmesi için bazı oyunlarda ödül ve cezalar verilir Yeneni sevindirmek, yenileni kızdırmak için yapılan bu uygulamalar oyunu bütünleyen diğer unsurlardandır Bu uygulamalardan bazıları şöyledir:

Birçok yörede oynanan ve genel adıyla “gömmeli çelik” olarak bilinen ve her oyuncuya ait kuyuyu kazmaya dayalı oyunda, kuyusu en derin olan oyuncunun ayakları bu kuyuya gömülürken, “çelik-çomak” oyununda yenilen takım, yenen takımın oyuncularını sırtında taşır Bunlardan başka yenilenlere hayvan taklidi yaptırmak, yenilenlerden çeşitli yiyecekler istemek de cezalar arasındadır

Oyunlardaki ödüllere baktığımızda bunların daha çok ütmeli oyunlarda olduğunu görürüz aşık-bilye oyunlarında, yenen kişinin ya da takımın karşı tarafın aşıklarını veya bilyelerini aldığı, bunun ödül olarak değerlendirildiği görülür

•Oyuna Çağırma ve Oyunu Bitirme Uygulamaları

Oyun oynamak kadar oyuna çağırmak, oyunu başlatmak ve bitirmek de oyun gibi eğlenceli uygulamalardır Arkadaşların toplanmasını sağlamak amacıyla söylenen şarkılı sözler vardır Ülke genelinde en çok bilinen “………(bir isim söylenir) pabucu yarım çık dışarıya oynayalım” şarkısı bunlardan biridir

Oyunu bitirme uygulamaları arasında, bir oyuncunun hızlı davranıp birine elini değerek “akşam ebesi” yapması, ya da “evli evine, köylü köyüne evi olmayan sıçan deliğine” denmesi bunlar arasında sayılabilir Çeşitli yörelerde bunların farklı varyantlarına rastlanmaktadır Örneğin Burdur yöresinde buna “düğülcük” yapmak denir Oyuncular ellerini yumruk şeklinde üst üste koyarlar, içlerinden biri “Bu ne?” diye sorar, diğer çocuklar hep bir ağızdan “düğülcük” diye karşılık verir, soruyu soran çocuk “herkes evine dağılcık” dedikten sonra çocuklar ellerini açıp dağılır

•Oyun Türleri

Çocukların oynadığı çok sayıda oyun türü bulunmaktadır Bu oyunlar şu şekilde sınıflanabilir:

- Aşık Bilye Oyunları

- Atlama- Sıçrama-Sekme Oyunları

- Değnek Oyunları

- Dilsiz-Şaşırtma-Şaka Oyunları

- Dramatik Nitelikli Oyunlar

- Ezgili Oyunlar

- Koşma-Kovalamaca-Kapma Oyunları

- Saklama-Saklanma Oyunları

- Taş Oyunları

- Top Oyunları

•Sayışmalar- Tekerlemeler

Oyuna davet ederken, ebe, eş veya takım seçerken, oyunu başlatırken veya sonlandırırken sayışma yapılmaktadır Sayışmayı söyleyen oyuncu her hecede parmakla bir oyuncuyu gösterir Sayışmanın son hecesinde parmak hangi oyuncuyu gösteriyorsa o oyuncu çıkarılır

•Folklorik Oyuncaklar

Folklorik oyuncaklar, genellikle tahta, bez, toprak, çeşitli bitkiler, meyve ve sebzeler ile teneke gibi doğal ve atık malzemeler kullanılarak, çoğunlukla belli bir üreticisi olmamasına karşın farklı yörelerde benzer tekniklerle üretilen objelerdir Topaç, söğüt dalından düdük, tel arabalar bu oyuncaklar arasında sayılabilir

Folklorik oyuncaklar yapıldıkları malzemeye göre şöyle sınıflandırılabilirler:

- Ahşap Oyuncaklar

- Metal Oyuncaklar (teneke ve tel arabalar…)

- Toprak Oyuncaklar

- Taş Oyuncaklar

- Bez ve Keçe Oyuncaklar

- Bitkilerden Yapılan Oyuncaklar (söğüt dalından düdük…)

- Hayvansal Malzemeden Yapılan Oyuncaklar (aşık, deriden oyuncaklar…)

- Kâğıt Oyuncaklar

- Cam Oyuncaklar (bilyeler)

- Plastik Oyuncaklar

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Geleneksel Türk Tiyatrosu

Tiyatro sözcüğü, Yunanca “seyirlik yeri” anlamında kullanılan theatron sözcüğünden türetilmiş ve dilimize yerleşmiştir Geleneksel tiyatro denildiğinde kukla, Karagöz, ortaoyunu, meddahlık, hokkabazlık ve köy seyirlik oyunları akla gelmektedir Karagöz, kukla, ortaoyunu, meddahlık ve hokkabazlık gibi türlerin tamamına Halk Tiyatrosu da denilmektedir
Halk Tiyatrosu, metinsiz sahnesiz bir tiyatro olup, daha çok kentlerde gelişen bir gelenektir Geleneksel Türk Tiyatrosunun önemli bir bölümünü bu gelenek oluşturmaktadır

•Karagöz

Karagöz, şeffaflaştırılmış (cam deri tabir edilen) deriden yapılan tasvir olarak adlandırılan insan, hayvan veya eşya şekillerinin çubuklar yardımı ile oynatılarak, arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerine yansıtılması temeline dayanan gölge oyununun adıdır Oyun adını Karagöz’den almaktadır Karagöz adı ile yaygın olarak bilinen bu oyuna, halk arasında zaman zaman “Hacivat” adı da verilmektedir
Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri olarak kabul edilir Türkiye’ye gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır Georg, Jacob tarafından savunulan görüşe göre, gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya göçleri sırasında beraberlerinde getirdiği şeklindedir
Gölge oyununun Mısır’dan geldiğini savunan görüşe göre, 1517 yılında Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, bir gölge oyunu sanatçısının Memluk Sultanı Tumanbay’ın asılışını canlandırdığı gölge oyununu izlemiş ve bu sanatçıları İstanbul’a getirtmiştir Türklerin de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenerek icra ettiği savunulmaktadır
Karagöz’ün Türkiye’ye geliş tarihi ile Çingenelerin geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz’de rastlanan bazı Çingene özellikleri nedeniyle gölge oyununun Endonezya’nın Cava Adası’ndan ve Hindistan’dan Türkiye’ye, Çingene oynatıcıları eliyle getirilmiş olduğu diğer bir görüştür
Başka bir görüş ise, gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiş olabileceğidir
Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşamış kişiler olduğuna inanılarak ortaya atılan değişik görüşler ve anlatılar da vardır Bu konu ile ilgili anlatıların en yaygını şöyledir; “Karagöz ve Hacivat, Sultan Orhan zamanında Bursa’daki Ulu Cami’nin yapılışında usta olarak çalışmaktadırlar Sık sık işi bırakıp espriler yaptıkları için, işçiler bunları izlemekte, inşaatın ilerlemesi engellenmektedir Durumu gören Sultan Orhan Karagöz ve Hacivat’ı astırır fakat sonradan pişman olur, Şeyh Küşteri adlı biri Karagöz ve Hacivat’ın resimlerini yapıp arkadan ışık vererek bir perdede oynatır” Şeyh Küşteri Karagöz’ü yaratan kişi olarak anılmaktadır Karagözcüler, Şeyh Küşteri’yi pîr’leri olarak kabul ettikleri için, Karagöz perdesine “Küşteri Meydanı” adını vermişlerdir
Kendi mizah anlayışımıza, estetik değerlerimize göre biçimlendirilen ve geliştirilen gölge oyunu Karagöz, XVI yüzyılda Hayal-i Zıl veya Zıll-i Hayal olarak adlandırılmaktayken, XVII yüzyılda kesin biçimini almış ve Karagöz adıyla anılmaya başlamıştır Karagöz XVIII yüzyıldan itibaren halkın en sevilen eğlence türlerinden biri olmuştur
Karagöz tek sanatçının yeteneğine bağlı olarak oynatılır Perdedeki tasvirlerin hareket ettirilmesi, değişik tiplerin seslendirilmesi, şive taklitleri bir tek sanatçı tarafından yapılmaktadır Sanatçının yanında kendisine yardım eden bir veya daha fazla yardımcısı bulunmakta, bunlara, “hayali” veya “hayalbaz”, bu çırakların yardımcılarına “sandıkkâr”, oyun takımı ile görevli kişiye de “sandıkkâr” denilmektedir Oyunlarda şarkıları, türküleri okuyanlara “yardak”, tef çalan yardımcıya da “dayrezen” adı verilmektedir Günümüzde Karagözcülere yardım edenlerin tamamına “yardak” denilmektedir Karagöz sanatçıları usta çırak ilişkisiyle yetişmektedirler
Karagöz’de konular, komik öğeler öne çıkarılarak işlenmekte; çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğesi olarak yer almaktadır Karagöz oyunları, metinli oyunlar grubunda yer almakla beraber, oynatan sanatçının yeteneğine, icra ortamına göre, doğaçlama olarak değişikliklere uğrar
Karagöz oyunlarında, geleneğe bağlı olarak, değişiklik yapılmadan oynatılan oyunlara “kar-i kadim” oyunlar, değişikliklere uğrayan oyunlar ile yeni oluşturulanlara ise “nev- icat” oyunlar denilmektedir
Karagöz oyunu dört bölümden oluşmaktadır

1 Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagöz’le Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne “mukaddime” (başlangıç) denir Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde, oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi, tasavvufi anlamı vurgulanır

2Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir Bu bölümde, oyunun başkişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış, somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır Buna “muhavere” (söyleşi, diyalog) denilir Muhavere, tekerleme biçiminde de olabilir Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir

3Asıl hikâyenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bu bölüme “fasıl” (oyun) adı verilir Oyun, buradaki konuya göre isim alır Fasıl’ın sonunda oyuncular perdeden ayrılır Hacivat ve Karagöz kalır

4Oyunun sonunun haber verildiği, Karagöz ile Hacivat’ın oyundaki espriler ve yanlış anlamalardan dolayı seyirciden özür dilediği, bir sonraki oyunun duyurusunun yapıldığı bölüme “bitiş” (Final-Epilog)adı verilir

Karagöz’ün Tekniği: Karagöz’ün oynatıldığı beyaz perdeye “ayna” adı verilir Perdeler önceleri 2x2,5 m iken sonraları 110x80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır İç tarafta perdenin altına kurulmuş “Peş Tahtası”(destgah) vardır Oyunda bunun dışında zil, tef, kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır
Bunlar peş tahtasının üzerinde bulunur Oyunda kullanılan tasvirler genellikle 32 – 40 cm büyüklüğünde olur Tasvirler 50 cm boyunda, 1 cm çapında gürgen ağacından yapılmış çubuklarla oynatılır

Karagöz oyunlarında yer alan tiplerin tamamı tasvirler yoluyla canlandırılır Tasvirler, cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, manda, at, eşek ve keçi derisinden yapılmakta, doğal boya ile renklendirilmektedir
Oyunun başkahramanları Karagöz ve Hacivat’tır
Karagöz: Oyunun başrol oyuncusudur Okumamış, cesur, tepkilerini çabuk açığa vuran, çabuk öfkelenip kavga eden, yalancılığa ve ikiyüzlülüğe tepki gösteren, gerçekçi bir halk adamıdır Halk diliyle konuşur Oyundaki eğitimli tiplerin konuşmalarını anlamaz ya da anlamaz görünüp sözcüklere ters anlamlar verir Bu karşıtlıklardan gülünçlükler doğar Kurnaz değildir
Hacivat: Oyunun önemli iki kişisinden biridir Karagözün tam tersi bir tiptir İnce yüzlü sivri sakallıdır İyi eğitim görmüş, bilgili, arabulucu ölçülü, ağırbaşlı kişisel çıkarlarını önde tutan, kurnaz, içten pazarlıklı nabza göre şerbet veren tüm mahallelinin akıl danıştığı, her kalıba girebilen esnek bir kişiliktir Müzikten edebiyattan anlayan her konuda biraz bilgisi olan bir işadamıdır Karagözü çalıştırarak onun sırtından geçinmeye çalışır
Karagöz ve Hacivat dışında yer alan diğer tipler: Tuzsuz, Çelebi, Matiz, Tiryaki, Beberuhi, Arnavut, Yahudi, Rum, Acem, Arap, Kürt, Laz, Kastamonulu, Kayserili, Rumelili, Anadolulu, Efe, Zeybek, Zenneler ile oyunun konusuna göre eklenen farklı tiplerdir
Karagöz oyununun saraylarda ve konaklardaki eğlencelerde, kahvehanelerde, bahçelerde ve özel ortamlarda oynatıldığı bilinmektedirKaragöz gösterileri, toplumun her kesiminde takdir toplamış beğeniyle izlenmiştir Bu durum 19 yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı gerileme döneminde Karagöz sanatçılarının yöneticilerle ilgili eleştirilerinin artması, yöneticileri rahatsız etmiş, siyasal taşlamalara yasak getirilmiştir Hem siyasal yasaklamalar hem de Batı tiyatrosunun 19 yüzyılda Türkiye’ye girmesi, sosyal ve ekonomik değişiklikler Karagöz gösterilerine ilgiyi azaltmıştır 19 yüzyılın sonu, 20 yüzyılın başı savaşlarla geçen bir dönem olduğundan Karagöz sanatçıları gösteri yapma olanağı bulamamış, birçoğu sanatı bırakmıştır Cumhuriyet döneminde, 1932 yılında Halk Evlerinin açılmasıyla Karagöz sanatçıları sanatlarını yeniden icra etme olanağını bulmuşlardır 1952 yılında Halk Evlerinin kapatılmasıyla Karagöz sanatçıları tekrar sıkıntılı bir döneme girmişlerdir Daha sonraki Karagöz, çalışmaları, meraklıları tarafından bireysel çabalarla sürdürülmüştür 1970 yılından sonra kurulan Kültür Bakanlığı’nın destekleme çalışmaları, bu sanatın canlandırılması ve yaşatılmasında etkili olmuştur

•Meddah

Meddah övgücü, metheden kişi demektir “Meddahlık, hareketten çok, ses taklidi, jest ve mimiklere dayanan bir sanattır Meddah; kitaptan ve ezberden hikâye anlatan kişiler veya olayları taklitli ve temsilli biçiminde gösteren, yani anlattığı hikâyeyi oynayan kişi demektir Meddahlık şehre ait bir sanattır Meddahlar gösterilerini kahvehanelerde, saray ve konaklarda yapmış, hikâyelerini buralarda anlatmışlardır
Meddah hikâyelerinin konularını; gelenekten gelen konular, ( Köroğlu, Dede korkut vb) İslam geleneğinden gelen dinsel konular, Seyit Battal Gazi, Kerbela vb olaylar ve efsaneler, destanlar, şehnameler oluşturmaktadır
Değişik kaynaklara dayanan hikâyelerde, çeşitli mizaçlar yansıtılmakta, övgüler yapılmakta, kıssadan hisse çıkarılacak olaylar konu edilmektedir Meddah, hikâyesi bittikten sonra onun sorumluluğunu, hikâyenin kaynağına bırakıp özür diler Meddahlık, yalnızca Türkiye’de değil Doğu ve İslam ülkelerinde de yayılmış olan sevilen bir sanattır Meddaha Arap’lar “Kassas”, İranlılar “Kıssahan” demektedir
Meddah bir anlatı türü olmasından dolayı Karagöz ve Ortaoyunundan ayrılır Ancak anlatı bölümlerinin aralarındaki söyleşmeli, taklitli, kişileştirmeli bölümler nedeniyle dramatik türden sayılır Meddah, yöntemleri bakımından Karagöz ve ortaoyununa çok yakın olmakla beraber, bunlar gibi yalnızca güldürüyü amaçlayan tiyatro değildir

•Kukla

Türkçe bebek anlamına gelen ve bugün Anadolu'da yaşayan korçak, kudurcuk, kaburcuk, koğurcak, kaurcak, lubet, vb gibi isimlerle yaşayan kukla seyirlik oyunların en eskilerindendir "Korkolçak"(el kuklası), "Çadır hayal" (ipli kukla) adı ile yaşayan kukla Orta Asyada da aynı isimle yaşatılmakta ve Orta Asya'dan getirildiği sanılmaktadır Birçok Türk boyunda kendine özgü basit teknik içinde görülen ve 17 yy'dan beri Türkiye'de şehirlerde kukla adı ile bilinen oyun Anadolu'da köylüler arasında "bebek, çömce gelin, karaçör" gibi isimlerle yaygındır Konusunu günlük yaşamdan ve edebi hikâyelerden alan kukla bir hareket ve hacim oyunudur 14 yy’dan bu yana oynatıldığı bilinmektedir Türk kuklasında kişilerin özellikleri, karagöz ve orta oyunundaki gibi kesin çizgilerle belirtilmemiştir Kuklada iki tane başkahraman bulunmaktadır Bunlar İbiş ve İhtiyardır İbiş kurnaz ve hazır cevaptır Kaba bir dil kullanır Biçimsiz bir şapkası vardır püskülü sağa sola sallanır İhtiyarın uşağıdır, efendisine bağlıdır İhtiyar ise varlıklı bir kişidir
Kukla oyunları konularını Karagöz ve ortaoyunu oyunlarından ya da halk hikâyeleri ve efsanelerden almaktadır
Ülkemizde ipli kukla, el kuklası, araba kuklası, iskemle kuklası gibi türlerle bilinen kukla sanatı 19 yy sonlarında önemini kaybetmeye başlamıştır Cumhuriyet döneminde sınırlı sayıda sanatçı yaşatmaya çalışmıştır Günümüzde çok sayıda kukla sanatçısı yeni oyunlarla daha çok çocuk tiyatrosu tarzında bu sanatı sürdürmektedir

•Orta Oyunu

Geleneksel Türk Tiyatrosunda karagöz, kukla gibi bir araçla oynatılan, meddah gibi tek anlatıcılı sözlü seyirlik oyunlarının yanında canlı oyuncularla oynanan “Ortaoyunu” da bulunmaktadır Oyunun başkişileri Kavuklu ve Pişekâr’dır Ortaoyunu, karagözün perdeden yere inmiş hali olarak da tanımlanır Ortaoyunu seyircinin çevrelediği bir meydanda belli bir konu etrafında herhangi bir yazılı metne bağlı kalmadan, canlı oyuncularla oynanan doğmaca bir oyun türüdür Yüzyıllar boyunca dramatik özellikte, kişileştirmeye dayanan sözlü oyunların (Karagöz, kukla, dans, curcuna, meddah ve hokkabazlık) karışımından doğma bir gelişimle ortaoyunu en son biçimini almıştır Oyun daha çok söze dayanmakla birlikte, hareket ve tavırlara da yer verilir Pişekâr oyunun başında ve sonunda oyunculara doğrudan seslenir Oyunu tanıtır, kusurları için özür diler, gelecek oyun hakkında bilgi verir, duyurusunu yapar

•Hokkabazlık

Hokkabazlık, söz ve el çabukluğu ile seyircinin duygularını aldatıp, olağanüstü sonuçlara varan kökeni çok eskilere dayanan bir seyirlik oyundur Bu gösteride bir yandan el çabukluğu ve gözbağcılığı gibi yetenekler sergilenirken, diğer yandan usta ile yardımcısı arasında uzun güldürücü özellikte söyleşmeler yapılır

Hokkabaz sözcüğünün genel ve özel olmak üzere iki anlamı vardır Genel anlamıyla hokkabazlık açıklanması güç aklın alamayacağı oyunlar göstermek demektir Bu kelime karşılığında aynı anlamda kullanılan sözcükler gözbağcı, ayyar, efsunkâr, sihirbaz, şu’bedebazdır Özel anlamıyla, hokkalarla oynayan anlamındadır Hokka oyununda, üç kap ve üç küçük yuvarlak kullanılır Altı boş gösterilen hokkanın içinden topun çıkması, ya da içine top konulduğu sanılan hokkaların açılınca boş gösterilmesidir Bu oyun hokkaların, topların sayısını arttırarak, boylarını büyüterek, ya da başka nesneler ile uzatılıp, geliştirilebilir Hokkabazların yanlarında soytarı kılıklı bir yardımcıları bulunur Bunlar göz bağıcılığından korkan, oyunun hilesini çözmeye çalışan kişi olarak seyirciyi güldürmek amaçlı hareket eden kişilerdir Hokkabazların ustasına da ortaoyunundaki gibi Pişekâr denilmektedir ve elinde “Şakşak” bulunmaktadır Hokka ustasına pehlivanda denildiği bilinmektedir

•Köy Seyirlik Oyunları

Köy seyirlik oyunları, doğaya bağlı olarak yaşayan, toplulukların yaz- kış, yeni yıl-eski yıl, bolluk- kıtlık gibi değişim zamanlarında doğanın uğradığı değişiklikleri kontrol etmek amacıyla yaptıkları çeşitli törenlere kaynaklık etmiştir İlk çağlarda topluluklar, yaşamlarını daha iyi koşullarda sürdürebilmek amacıyla, doğa güçlerini tanrılaştırıp (güneş çıkartmak, yağmur yağdırmak, hayvanları ve toprak ürünlerini çoğaltmak, üstündeki tabuyu kaldırarak kullanılabilir hale getirmek amacıyla) onlara törenler düzenlemişlerdir Bu sanat dalı da diğer sanat dalları gibi dinden bağımsızlaşarak devam etmiş, biçim değiştirerek günümüze kadar gelmiştir Anadolu toprakları üzerinde yaşayan birçok uygarlığın inanç ve kültürel izlerini taşıyan bu oyunlar, kültürel çeşitliliği yansıtan örneklerdendir
Seyirlik oyunlardaki temel öğe taklit ve canlandırma olduğundan dramatik özellik göstermekte bu nedenle de “Dramatik Köy Seyirlik Oyunları” olarak da adlandırılmaktadır Bu tiyatronun oyuncu ve seyirci kadrosu köyün içinde birlikte bulunmakta, makyaj, kostüm ve oyunun kurgusu doğaçlama olarak oyun çıkarılırken gerçekleşmektedir Bu nedenle ait olduğu toplumun geleneksel beğeni ve zevkinin yanı sıra güldürü anlayışını ve toplumsal özeleştirisini, kısaca yaşama biçimini yansıtmaktadır
Ülkemizde genel olarak toprağa bağlı yaşayan yerleşimlerde seyirlik oyunların yaşatıldığını görmekteyiz Bu oyunlar genellikle yılın veya mevsimin değişimine bağlı olarak oynanan oyunlar, Köse oyunu, Arap oyunu, kız kaçırma ve çiğdem gezdirmedir Hayvancılığın yaygın olduğu yörelerde ise “Koç Katımı”, “Saya Gezme” ve benzeri oyunlar görülmektedir Tarımın yaygın olduğu yörelerde ise “Hasat Sonu Şenliği” olarak da adlandırabileceğimiz ürünün üzerindeki tabunun kaldırılması amacıyla oynanan “Cemal Oyunu”, “Çift Sürme” ve “Ekin Salavatlama” törenleri görülmektedir Bunun yanı sıra günlük yaşamı konu eden oyunlara “Ağa oyunu”, “Kız Kaçırma”, “Kuma ”, “Sınır taşı ” vb ile meslek taklidi oyunlara “Berber Oyunu”, “Kalaycı” ve “Değirmenci” örnek gösterilebilir Ayrıca erkeklerin oda içinde oynadıkları taklide ve söze dayalı güldürme amaçlı oynanan “Bina Yapma”, “Halı Dokuma”, “Natır” “Tabur Ateş” gibi oyunlar da vardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Geleneksel El Sanatları

El Sanatları insanoğlu var olduğundan beri tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak, örtünmek ve korunmak amacı ile ilk örneklerini vermiştir Daha sonra gelişerek çevre şartlarına göre değişimler gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelerek "geleneksel" vasfı kazanmıştır Geleneksel Türk El Sanatları, Anadolu'nun binlerce yıllık tarihinden gelen çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla, kendi öz değerlerini birleştirerek zengin bir mozaik oluşturmuştur

•İşleme

İşleme; ipek, yün, keten, pamuk, metal vbipliklerle, çeşitli iğneler, uygulama biçimleri aracılığıyla; keçe, deri, dokuma vb materyaller üzerinde yapılan bezemelerdir Türk işleme sanatı çok eski tarihlere dayanmaktadır
"Bezemek" sözcüğü, giyim kuşam, ev eşyalarının süslenmesinde kullanılmıştır Sarayda başlayan işleme sanatı, daha sonraları gerçek bir halk süsleme sanatı haline gelmiştir İşleme teknikleri, iğneler coğrafi, sosyal, ekonomik şartlar, estetik değerler doğrultusunda yüzyıllardır değişiklik göstererek günümüze ulaşmıştır
Türk işlemeleri teknikleri uygulanan iğne biçimine göre; dokumanın iplikleri üzerinde yürütülen (Çin iğnesi, Romanya iğnesi,Girit iğnesi,Fransız düğümü,hesap iğnesi,balık sırtı, susma, civan kaşı vb), dokumanın iplikleri çekilerek (fisto nakışı, ciğer deldi çeşitlemeleri), dokumanın iplikleri kapatılarak (Buhara atması,Jakobyen atması,Maraş işi, aplike, boncuk işi, pul işi vb), dokumaların iplikleri bağlanarak (yama işi, kumru gözü,Antep işi,geçme işi vb) yapılan iğneler olmak üzere gruplanabilir

•Hammaddesi Hayvansal Deri vb Olan Geleneksel El Sanatları

Hayvandan elde edilen el sanatları, deri, kürk, boynuz, kemik gibi kullanılan malzemelerine göre ve kullanım alanlarına vb sınıflandırmak mümkündür

Yemenicilik

Ayağa giyilen yemeniler, çok çeşitlidir Daha çok kulaklı yemeni, Halep annubi, kara yemeni, gül şeftali yemeni vb çeşitleri bulunmaktadır Yemeniler, zahtiyanın rengine göre siyah, annabi (mor), gül şeftali adı verilen parlak kırmızı renklerde olmaktadır Şekil bakımından halebî, merkup, burnu sivri, kulağı uzun, eğri simli olmak üzere beş çeşidi bulunmaktadır;

Çarık

Günümüzde ustalar tarafından yapılan çarıklar halk oyunları veya gösterilerde kullanılmaktadır Eskiden kadın, erkek tarafından giyilen kendilerinin yaptıkları çarıklar genellikle manda, öküz derilerinden yapılmaktadır Ayak ölçüsünde kesilip, kenarlarına açılan deliklerden geçirilen sırımla bağlanarak kullanılmaktadır Kürk giyim eşyaları, post yapımı geleneksel sanatlarda yer almamaktadır

Saraçlık:

Koşum takımlarının yapımı, tamiri ve süsleme işlerine saraçlık denilmektedir Atın boyuna uygun olarak yapılan koşum takımları, onun doğal hareketlerini kolaylaştırmak onu rahatsızlıktan, incinmekten, zararlı çarpmalardan korumak için yapılmaktadır Koşum; paldum, başlık, gem, çeki kayışı, yan kayış, ok kayışı, yular, dizgin gibi parçalardan oluşmaktadır

Koşumculukta genellikle manda derisi kullanılmaktadır Yağlı deri, kromlanmış deriler sepici bıçağı ile kesildikten sonra, tıraşlanmakta, mumlu iplik, biz, ucu kütleşmiş iki iğne ile veya sırım iğnesiyle dikilmektedir Bütün bu parçalar kıtıkla doldurulmaktadır Atın boynuna geçirilen koşum takımlarının göğüs kayışı, yan kayışı, ok kayışı, sedemka gibi parçaların hamuta bağlanarak atın arabayı çekmesi sağlanmaktadır

Hamut iki ağaç parçasının (Hamut ağacı) birleştirilerek sırayla üzerine simit, fitil, dolma, kapak gibi bölümlerin yapılması ile oluşmaktadır Palduma atın gömleği de denilmektedir Koşum veya çekim atlarında kullanılmaktadır

Cilt İşleri

Gölge Oyunu Tipleri

Karagöz bir "gölge oyunu”dur Bu oyun, deriden kesilmiş bir takım şekillerin (insan, hayvan, bitki, eşya vb) arkadan ışık verilerek beyaz bir perde üzerine yansıtılması temeline dayanmaktadır

Karagöz oyunundaki kişiler, şekiller deriden yapılan tasvir, suret veya figür ismi verilen şekillerle canlandırılmaktadır Tasvirler cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, at, eşek derilerinden yapılmaktadır Tasvir için hazırlanan deriden, yapılacak tasvir büyüklüğündeki deri, bahçıvan makası ile kesilip nemlendirilerek kaba kâğıt altında bir süre bekletilir Nemlendirilen deri kalıbın üzerine konulup çini mürekkebi kullanarak rapido kalemle çizilir, çizginin dışından makasla kesilir, kenarları çekiçle dövülerek yassılaştırılarak kalıp hazırlanmaktadır"Nevregan" adı verilen büyüklü küçüklü çeşitli boyutlardaki özel kesme bıçakları ile işlenmektedir İşlenen deri cam parçası delikler açılış yönünde temizlenmektedir

Tasvirler için kök boya da denilen doğal katkı maddeleri nar şerbeti, bal, ağaç kabukları, ceviz kabuğu vb bunların yanı sıra ekolin boyalar, çini mürekkebi kullanılmaktadır Tasvirler çift taraflı boyanıp, çini mürekkebi ile kontur çekilerek hazırlanmaktadır Daha sonra sopaların takılacağı delikler "çiçek zımbası" adı verilen bir aletle delinerek üstüne düğme adı verilen deri parçası dikilerek hazırlanmaktadır Hazırlanan parçalar birbirine "kat küt" adı verilen ameliyat ipliği ile özel bir bağlama yöntemi kullanılarak birleştirilmektedir

•Hammaddesi Ağaç-Ahşap Olan Geleneksel El Sanatları

Geçmişten günümüze sürüp gelen maddi kültür ürünleri arasında yer alan ağaç işçiliğinin geleneksel sanatlarımız arasında önemi büyüktür Türkler İslamiyet'ten önce Orta Asya'da ağacı kutsal saymış, bunu sanat yapıtlarında kullanmışlardır Kurganlarda özellikle Pazırık'ta yapılan araştırmalar sonucu ağaç işi buluntuların yanı sıra at eğeri, koşum takımlarında kullanılan ağaç parçaları bulunmuştur Zamanın tahribine karşı fazla dayanıklı bir madde olmayan ahşap sanat eserlerinden günümüze pek örnek kalmamıştır

Ağaç-Ahşap İşçiliği; Anadolu'da Selçuklu döneminde gelişmiş, kendine özgü bir şekil almıştır Selçuklu, Beylikler dönemi ağaç eserleri daha çok mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elemanlar olup gerçekten çok üstün işçilik göstermektedir Osmanlı Dönemi ahşap işçiliğinde sadelik hakim olmuş, çeşitli teknikler daha çok sehpa, kavukluk, yazı takımı, çekmece, sandık, kaşık, taht, rahle, Kuran muhafazası gibi kullanım eşyası, pencere, dolap kapağı, kiriş, konsol, sütun başlığı, tavan, mihrap, minber (vaaz kürsüsü) , sanduka gibi mimari öğelerde uygulanmıştır Ağaç işçiliğinde en çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz, gül ağacı kullanılmakta, kakma, boyama, kündekari, kabartma-oyma, kafes gibi teknikler uygulanmaktadır

Baston Asa ; Bu teknikler Zonguldak, Bitlis - Ahlat, Gaziantep, Bursa, İstanbul -Beykoz, Ordu illerinde halen devam eden baston yapımcılığı ile günümüze ulaşmıştır Ülkemizde baston, asa yüzyıllar boyunca kullanılmış, 19 Yüzyılda yaygınlaşmıştır İşçiliğinin yanı sıra hammaddesine göre değer kazanan bastonların sap kısımları gümüş, altın, kemik, sedef gibi malzemelerden; gövde kısımları gül, kamış vb ağaçlardan yapılmaktadır

Müzik Aletleri Yapımı; Müzik aletleri yapımı eskiden beri devam eden bir sanattır Bu aletler ağaç, bitki, hayvan bağırsakları, kıl, kemik, boynuzlardan yararlanılarak yapılmaktadır Telli çalgılar, nefesli çalgılar, vurmalı çalgılar gibi gruplandırılmaktadır

Semercilik; Yük taşımak amacıyla eşek, katır, beygir gibi binek hayvanlarının sırtına yerleştirilen ağaç iskeleti yastığa semer denilmektedir Ağaç, metal, saz, deri, dokuma gibi malzemelerden hazırlanmaktadır Semeri bağlamak için kolan, kayış veya kaytan gibi sağlam şeritler kullanılmaktadır
Kaşıkçılık; Kaşıkçılık, Anadolu'nun bazı yörelerinde günümüzde de sürdürülen el sanatlarındandır Özellikle Konya'da Selçuklular döneminden bu yana sürdürülen tahta kaşık yapımı birçok ilimizde devam etmektedir Tahta kaşık yapımında genellikle şimşir, meşe veya armut gibi ağaçlar kullanılmaktadır Küçük keser, törpü yardımıyla şekillendirilen kaşıklar genellikle Akseki, Gediz, Taraklı bucaklarında yapılmaktadır Günümüzde yemek kaşıkları yanında süs, oyun kaşıkları da yapılmaktadır Zımpara ile temizlenen kaşıklar üzerine çeşitli resimler, bezemeler, yazılar basılıp, boyanır cilalanarak satışa sunulmaktadır

Tarım, Mutfak Araçları Yapımı; Sapı ağaçtan ucu demirden yapılan kazma, küret, yaba, tırmık, orak vb mutfak araçlarından; kova, külek, yayık, kepçe, kaşık, bıçak vb

•Hammaddesi Taş Olan Geleneksel El Sanatları

Türk sanatında geniş bir alanı içine alan dekoratif taş işçiliği başlangıcından bu yana devirlerin üslubuna uygun olarak bazı değişimler göstermiş olsa da ustalıkta yüksek kalitesini her zaman korumuştur
Taş işçiliğinin en güzel örneklerini; Anadolu Selçuklu, Beylikler, Osmanlı Devri mimarisinde görmek mümkündür Taş yalnızca yapım aşamasında değil, iç ve dış dekorasyonda da ana malzemeyi teşkil etmektedir
Taş işçiliğimizin en güzel örneklerini; anıtsal taç kapılarda, şehir, saray duvarlarında, cami, medrese gibi yapıların avlu, ana kapılarında, sütun başlıkları, minare şerefeleri, mihrap, minber, çeşme, sebil ve şadırvanlarda görmek mümkündür
Geometrik örgüler, geçmeler, bitkisel bezemeler, alçak-yüksek kabartma hayvan figürleri, palmetler en çok rastlanan bezemelerdir Mimaride kullanılan tuğlalarla da duvarları değişik şekillerde işlemişlerdir Bu süslemeler daha çok açık koyu renkli tuğlaların geometrik şekillerde yerleştirilmesi ile gerçekleşmektedir
Cami, türbe, kale gibi yapıtların dış duvar örgülerinde güzel örnekleri görülmektedir Hammaddesi taş olan el sanatı ürünlerinin yapımında kullanılan taşlar, kullanım alanlarına, yapım tekniklerine göre aşağıdaki şekilde sınıflanmaktadır
Geleneksel mimaride dış cephe ve iç mekan yapımı, süslemesinde taş işçiliği önemli bir yer tutmaktadır Taş işçiliğinin mimari dışında en çok kullanım alanı mezar taşlarıdır Taş işçiliğinde, oyma, kabartma, kazıma (profito) gibi teknikler uygulanmaktadır Kullanılan süsleme öğeleri; bitkisel, geometrik motifler ile yazı figürleridir Hayvansal figür azdır, insan figürlerine ise Selçuklu Dönemi eserlerde rastlanılmaktadır

Taş İşçiliği (Mimaride kullanılan Taş İşçiliği, Çeşmeler, Mezar Taşları)

Mermer İşçiliği: Mermer; başkalaşıma uğramış kireçtaşı olan, güzel bir parlaklık verilebilen, çeşitli sanat dallarında kullanılan bir çeşit taştır Ana kütleden sarmal telle kesilerek ayrılan kütle, genellikle basınçlı havayla çalışan delici matkapla parçalanmaktadır Makineli keskiyle veya elmas diskli testereyle ocaktan çıkarıldığı yönde kesilen mermer levhalar, işlenecek yere göre biçimlendirilmektedir Sünger taşı, zımpara tozu çamuruyla yumuşatılarak kalay pasta emdirilmiş kumaş tamponlarla cilalanmaktadır

Süs Taşları İşçiliği: Takılar, tespihler, ağızlık, pipo, baston vb aksesuar, günlük kullanım eşyaları yapımında kullanılan taşlar olarak sıralamak mümkündür

Lüle Taşı İşçiliği; Günümüzde Eskişehir'de tütün çubuğu, pipo, nargile vb uçlarının yapımında kullanılan lüle taşından eskiden kap-kacak, kutu, fincan, heykel yapıldığı bilinmektedir

Oltu Taşı İşçiliği; Oltu taşı; siyah, tıkız, parlak, kavlı biçiminde kırıkları olan, parlatılabilir, tıraşlanabilir bir linyit türüdür Orta çağda tespihler, kutsal emanet sandıkları, heykelcilik yapımında kullanılmıştır XIX yüzyılda ise mücevher yapımında kullanılmaya başlanmıştır Türkiye'de Erzurum'un Oltu ilçesinde üç yüzü aşkın ocaktan çıkarılan ve yörede Erzurum kehribarı olarak adlandırılan, Oltu taşından sigaralık, tespih yapılmakta; altın, gümüşle birlikte kullanılarak takı (kolye, broş, küpe, yüzük, bilezik vb) yapımında kullanılmaktadır

•Hammaddesi Toprak Olan Geleneksel El Sanatları

SERAMİK , ÇİNİ

Toprak, endogen granit kayaların doğanın aşındırmasıyla ufalanması sonucu meydana gelmektedir Toprağın her türü seramik için uygun değildir Kullanıma elverişli toprak ise kildir Kil, dünyanın ana maddesidir Killerin plastik özellikleri nedeni ile şekillendirme imkânlarına sahip bulunmaları ve şekillerini pişirme sureti ile koruyabilmeleri esasına dayanan seramik endüstrisi dünyanın en eski endüstrilerinden sayılmaktadır
Seramik hammaddesi kil olup elde, kalıpta veya tornada biçimlendirilmiş, fırınlanmış her tür eşyanın genel adıdır Seramiğin tarihçesi insanların ateşi bulmaları ile başlamaktadır Suyu taşımak, muhafaza edebilmek için kaplar yapma zorunluluğundan seramik doğmuştur Yüzyıllar boyunca, kap kacak yapımında kullanılmış, gerek eski çağlarda gerekse günümüzde yapı tuğlası üretiminde yararlanılan bir gereç olmuştur
Çeşitli kültürlerin yaşadığı bir bölge olması sebebiyle Anadolu'da yapılan birçok arkeolojik kazı sonucu tarihe ışık tutan seramik eserlere rastlanmıştır İlk kez yeni taş döneminde çıkan seramiğin en eski örnekleri Anadolu'da, Hacılar, Çatalhöyük, Beyce Sultan, Demirci höyük vb arkeoloji kazılarında bulunan seramik kaplardır Bu yapıtlar bezemelerinin yanı sıra biçimleri ile de dikkat çekmektedirler MÖ 3500 Kalkalitik devir, MÖ 2500-1000 Truva, Hitit, MS11 ve 13Yüzyıllarda Selçuklu,10Yüzyılda Anadolu'ya gelen Osmanlılar, Selçuklulardan kalan seramik kültürünü sürdürerek 15 Yüzyılda kendi özelliğini oluşturmuş, belli dönemlere damgalarını vurmuş ve hepsi birbirinden güzel örnekler bırakmışlardır
İlk kaynaklarını Anadolu dışındaki Türk seramiğinden alan Anadolu seramik sanatı, Osmanlı devrinde tamamen kendine özgü bir gelişme göstermiş, tercih edilen, ihraç edilen eserler vererek ilgi görmüştür Hokka, kase, ibrik, sürahi, kadeh, kandil, kupa, gülabdan, buhurdanlık, tütsü kabı vb, tabaklar sert beyaz hamur, sır altı tekniğiyle yapılmıştır Seramik malzeme üretiminde kullanılacak olan kil, üretilecek malzeme türüne göre, karıştırıcı, ıslatıcı makinelerde şekillendirilebilmeleri için gerekli su miktarı ilave edilmek suretiyle homojen bir hamur elde edilmeye çalışılır Seramik malzemesi, elle, kalıplama, presleme, döndürme, filaj veya etraj, döküm teknikleri ile şekillendirilmektedir Pişirilen ürünlere bisküvi adı verilmektedir Bisküvi halindeki yarı mamul üzerine; yapılacak desen, şekil veya yazıların sınırları (kontürler) özel olarak hazırlanmış aydınger (iğnelenmiş desenli) şablonlar yardımı ile odun kömürü tozu ile desen işlenmektedir Bu desen tahrirlenip (çinilerde bezeme örgelerinin çevresini dolanan ince kontur) içleri boyanmaktadır Seramik yapıtlar üzerine çeşitli usullerle kaplanan şeffaf sırlarda; Metal oksitler katılarak hazırlanan sır reçeteleri değişen yüksek derecelerde renk veren sır tipleri kullanılmaktadır Renk veren metal oksitler tek başlarına kullanıldığı gibi, bir kaçı bir arada kullanılarak hazırlanan reçetelerle değişik renkler veren sırlar elde edilebilir
Renklendirmede kullanılan metal oksitler; krom, demir, kalay, bakır, kobalt, manganez, zirkon, nikel, vanadyum, rutil olup tek veya karışım halinde kullanılır Kalay, titanyum, antimuan opak sır elde etmek için kullanılan üç maddedir Bir parçayı sırlamadan önce sırrın yüzeye çok iyi tutunması yüzeyin temizliği ile doğrudan doğruya ilgilidir Bu amaçla bisküvi akarsu altında kısa bir süre tutularak temizlenir Sır tabakası 1,5 milimetre kalınlığında olmalıdır Sırrın kalınlığı kabarcıkların oluşması gibi kusurlara yol açabilmektedir Yeterince kalın olmayan sırlar ise kel alanlar oluşturur Sır ürüne fırça, dökme, daldırma, majolika gibi tekniklerle sürülmektedir
Desenlenmiş (dekorlanmış) ve sırı sürülmüş yarı mamuller geleneksel yöntemlerle fırınlarda pişirilir Şekillendirilen, kurutulan parçalardan çanak, çömlekler açık ateşte, ince ürünler örtülü fırınlarda pişirilmektedir
Çini genellikle mimariye bağlı yapıtlarda kullanılmaktadır Günlük yaşamda kullanılan kap vb ise seramik denilmektedir"ÇİNİ" kelimesinin 'i' ilgi harfiyle türetilmiş olması ilk bakışta çiniciliğin Çin'den geldiği kanısını uyandırmaktadır Çiniciliğin Türklere özgü bir sanat olduğu sanat tarihi uzmanlarınca kabul edilmektedir
Mimaride kullanılan çiniye 18 Yüzyıla kadar "Kaşi", çini eşyaya (tabak, vazo, kâse vb) de "EVANİ" (kapkacak) adı verilmekteydi O dönemde Çin'den ithal edilen porselenlerin ün kazanmalarından ötürü, Türk yapısı "Kaşi" ye kalitesinin yüksekliğini vurgulamak için "ÇİNİ" denmeye başlanmıştır Orta Asya'da gelişen seramik sanatının bir kolu olan çinicilik, Selçuklularla Anadolu'ya girmiştir Osmanlılarda mimari süslemede çok önemli yeri olan çini, cami, medrese, türbe, sarayları süslemekte kullanılmıştır İlk Osmanlı devri çinileri Selçuklu geleneğinin devamıdır Figürlü geometrik yazı, nebati süslemelerle sarı, yeşil renkler farklı kullanılmıştır Bizanslılar zamanında bir seramik merkezi olan İznik, Osmanlı İmparatorluğunun da en önemli çini merkezi olarak 14 Yüzyıldan, 18 Yüzyıla kadar üstünlüğünü korumuştur 17yüzyılda önemini yitiren İznik atölyeleri yanında Kütahya'da İznik tekniğine erişememekle beraber 15yüzyıldan itibaren bir çini, seramik merkezi olarak varlık göstermiştir Kütahya işi seramikler mavi, kırmızı, sarı, mor, yeşil renklidir
18 yüzyılda bölgesel özellik gösteren Çanakkale seramikleri ortaya çıkmıştır Osmanlı döneminde daha çok saray, cami, medrese, türbeler için üretilen seramikler, 17 Yüzyıldan sonra yozlaşmaya başlamıştır Cumhuriyet dönemine kadar Kütahya, Çanakkale seramikleri, Fransa'dan çamuru getirilerek yapılan Yıldız Porselenleri görülmektedir 18 yüzyılda İznik'teki çinicilik sanatı tamamen kaybolmuştur Aynı yüzyılda en güzel örneklerini veren Kütahya çinileri, bu yüzyıl sonunda gerilemeye başlamış,19-20 yüzyılda eski İznik çinileri motiflerinin taklitlerine dönülmüştür Günümüzde çini merkezi Kütahya’dır Burada daha ziyade Selçuklu renk, desenler taklit edilerek üretim yapılmaktadır

ÇÖMLEKÇİLİK

Çömlekçilik, Anadolu'da çok eskiden beri yapıla gelmiş el sanatlarından biridir Çamur, kolaylıkla elde edilen hammaddelerin en eski, kullanışlı olanıdır Yumuşakken kırılmadan biçimlendirilebilir Çömleklerin elle yapımında uygulanan temel yöntemler çimdik, fitil, levha, modeldir Özlü çamurdan elle veya çömlekçi çarkından geçirilerek çeşitli ölçülerdeki kalıplara dökülüp form kazandırılmaktadır Fırınlarda pişirilerek, sırlanan veya sırlanmadan yapılan toprak çanak, çömlek, testi, vazo, küp vb yapma sanatı olarak tanımlanabilir
Anadolu'da üretilen çömlekler genellikle sulandırılmış çamurla sırlanmakta, çömlekler açık ateşte pişirilmektedir Günümüzde fonksiyonel olarak yapısı kaybolmaya başlayan, ancak kullanım alanlarında değerlendirilen çömlekçilik sanatı birkaç yörede az sayıda ustasıyla devam etmektedir

•Hammaddesi Metal Olan Geleneksel El Sanatları

Hammaddesi metal olan geleneksel sanatları, kullanılan madene, kullanım alanına, tekniklerine vb sınıflandırmak mümkündür Anadolu’da Tunç çağında bakıra kalay katılarak tuncun elde edilmesinden sonraki dönemlerde bakır, altın, gümüş gibi madenler de dövme, dökme tekniğiyle işlenmişlerdir Roma, Bizans dönemlerinde Anadolu'nun gelişmiş maden sanatı atölyelerinin bulunduğu bilinmektedir
Büyük Selçuklular ile birlikte İslam maden sanatında önemli gelişme görülmektedir Selçuklular sanatın birçok dalında olduğu gibi maden sanatının gelişiminde de önemli rol oynamışlardır Bu dönemlerde gelişmiş maden sanatı atölyelerinin bulunduğu; Konya, Mardin, Hasankeyf, Diyarbakır, Cizre, Siirt, Harput, Erzincan, Erzurum gelmektedir Osmanlı döneminde Anadolu'da, Balkanlarda maden sanatının doruk noktasına ulaştığı bilinmektedir
Gaziantep, Kahramanmaraş, Mardin, Diyarbakır, Siirt, Tokat, Malatya, Elazığ, Erzurum, Trabzon, Giresun, Ordu, Sivas, Tokat, Kayseri, Çankırı, Çorum, Amasya, Kastamonu, Konya, Burdur, Denizli, Afyon, Kütahya, Balıkesir, Bursa, İstanbul, Edirne Osmanlı döneminde günümüzde maden sanatının merkezi olan illerdir Maden işçiliğinde dövme, telkari, kazıma (kalemkar), çekiç işi, kakma, küftgani, savatlama, ajur kesme gibi teknikler kullanılmaktadır

Demircilik

Demir, kapı tokmakları, mutfak araçları, tarım araçları, hayvan koşumları, mimaride kullanılan araçlar, müzik aletleri vb yapımında kullanılmaktadır

Bakırcılık

Yapılan araştırmalar, Anadolu'da bakırcılığın gelişiminin, çok eski tarihlere dayandığını, bakır cevher yataklarının eskiden beri işletildiğini doğrulamaktadır Anadolu sanatında önemli bir yeri olan bakır, süslemeye de çok elverişli bir madendir Günlük kullanımda kap-kacak, takılar, miğferler, kapılarda, kapı süslemelerinde, yapı unsuru olarak kullanılmıştır En çok kullanılan maden bakırdır Bakır kap yapım teknikleri; dövme, dökme, sıvama (tornada çekme), preste basma olarak dört çeşittir Günümüzde en çok kullanılan maden işleme olarak bakır, kalaylanarak mutfak eşyası yapımıyla geniş bir şekilde sürdürülmektedir

Altın - Gümüş İşleri

Altın ve gümüşten kuyumculuk, takı, günlük kullanım eşyaları ve aksesuarlar telkari, savat, dövme, dökme vb teknikler kullanılarak yapılmaktadır

Telkari; İnce altın veya üçboyutlu nesne oluşturacak biçimde, çeşitli desenler yaratarak, henüz ısıyla edindiği plastik niteliği kaybetmeden işleme tekniğidir Telkari takılar, fincan zarfları, kutular, sürmedanlar

Bıçakçılık

Bir sapla keskin bir ağızdan oluşan kesme aygıtı olan bıçağın, Anadolu'da tarih öncesi dönemlerden beri kullanıldığı bilinmektedir Bıçağın biçimsel olarak geçirdiği değişimlere ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır Bıçaklar biçimlerine göre; pala, hançer, gaddare, saldırma vb isimler almaktadır Sapları; abanoz, fildişi, gümüş, altın kaplama olan bu bıçakların elmas, mercan, yakut, zümrüt vb taşlarla süslü olanlarına saray için yapılanlarda görmek mümkündür XIX yüzyıl ortalarından itibaren el işçiliğinin yerini makinelerin almasıyla bıçak yapımcılığı da gelişmiştir Günümüzde paslanmaz çelikten yapılan sabit saplı sofra bıçakları ile açılır kapanır cep çakıları görülmektedir Anadolu’nun bazı yörelerinde sap kısımları çeşitli işlemlerle süslü bıçak el işi bıçak yapımı sürmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Geleneksel Giyim-Kuşam-Süslenme

Giyim insanın var oluşuyla, öncelikle doğa koşullarından korunmak amacıyla ortaya çıkmış bir olgudur Geçmişten günümüze çeşitli doğal, toplumsal, etik değerlerin etkisiyle biçim değişiklikleri göstererek bugüne kadar ulaşmıştır Ancak zamanla biçim farklılıkları gözlenmiştir Bu çeşitlilikler, ait olduğu toplumun folklorik, sosyo-ekonomik yapısı, yaşanılan coğrafya, kullanılan malzeme, iklim gibi nedenlerle oluşmuştur
Dünya uygarlığının çok önceki devirlerinde arkaik insanın kendi toplumunda, ait olduğu kabilede sosyal statüsünü belirleyen ve giymek zorunda olduğu giyimi vardır Aslında bu bir zorunluluktan çok geleneğin insanlara sunmuş olduğu bir yaşam biçimi anlayışıdır Bu durum sadece üste giyilenler olarak kalmamış, baş süslemelerine de yansımıştır
Geleneksel öğeler içeren bir giyim-kuşam örneği bize, ait olduğu toplulukla ilgili pek çok bilgi sunabilir Toplumların yerleşik ya da konar-göçer olup olmadıkları, hangi tarihi olayları yaşadıkları ve etnolojik kökenleri konusunda bilgi verirler Örneğin bir Türkmen ya da Yörük köyüne gidildiğinde kimin sözlü, kimin nişanlı, kimin dul olduğu başlığından, giydiği renklerden anlaşılır
İş ve özel gün giysileri farklılıklar içerir Düğün yapılan gelin başı ile gerdek sonrası yapılan başlık farklıdır Köylerden kasaba pazarına gelindiğinde, kimin köyden olduğu giysilerden anlaşılır Anadolu’da bugün neredeyse aynı köyün mahalleleri arasında bile farklılık gösteren geleneksel giyim-kuşam anlayışına rastlanmaktadır Bu yüzden de hiçbir sanat tarihçisi, etnolog, halk bilimcisi, halk oyunları derlemecisi, desinatör "Türkiye'nin ulusal giysileri şudur" dememelidir
Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğünün Folklor Araştırmacılarının yürüttüğü araştırmalar ve çalışmalar sonucunda Anadolu'nun giysiler alanında son derece çeşitlilik içerdiği saptanmıştır
Askerlik, iş gibi nedenlerle yaşadığı çevrenin dışına çıkan erkekler kent kültürüne uyum göstermiştir Bu nedenle de saha araştırmalarında, erkek giyim-kuşamına ait bulgulara rastlamak zor olmaktadır Oysa kırsal yaşamda kadın dışa kapalı kalmaktadır Kendi toplumunun yaşam biçiminde geleneklerine göre giyinir Süslenme gereksinimlerini gelenekte gördüğü ne ise, o şekilde karşılar Çocuk giysileri de cinsiyete bağlı olarak belirli bir yaşa kadar özen taşır Nazar anlayışı başlık ve giysilere takılan nazarlıklarda göze çarpar
Geleneksel yaşamda her kuşak kendinden önceki kuşağı izleyerek bu giyim-kuşam anlayışını, günümüze taşır Ancak giyim-kuşam anlayışında hiçbir değişimin olmadığını söylemek mümkün değildir En azından malzeme değişmekte, işçilik eski özenini yitirmekte, yaşanan günün koşulları farklı biçimleri doğurmakta ya da başka modalardan etkileşim gözlemlenmektedir
Kırsal yaşamda kadınlar vakitlerinin büyük bir kısmını çalışarak geçirirler Bu açıdan bakıldığında günlük yaşam ve iş giysileri farklılıklar gösterir Ancak özel gün giysileri ve başlıklar düğünler nedeniyle görülür Anadolu’da bir genç kızın sözlenmesiyle yapılan "baş düzeni" sosyal statüsünü belirler ve evlilik, olgunluk, yaşlılık dönemlerinde bu önemini kesintisiz korur
Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü, geleneksel giyim-kuşam anlayışında görülen bu farklılığı, Maddi Kültür Şubesi Folklor Araştırmacıları tarafından yapılan araştırmaları yayına dönüştürmektedir Her gün değişime uğrayan Folklor (Halk Kültürü) öğeleri arasında yer alan ve Maddi Kültür konusu olan giyim-kuşam anlayışı da bu değişimden etkilenmiştir
Kurulduğu 1966 yılından günümüze kadar yapılan saha araştırmalarından elde edilen çok sayıda negatif ve dia-pozitif koleksiyonuyla, Türk Kültüründe önemli bir yere sahip olan Araştırma Ve Eğitim Genel Müdürlüğü Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi; bu konuda çalışma yapan kişi, kurum ve kuruluşlara bilimsel çalışmalarında yardımcı olmaktadır
Saha araştırmaları sonucunda Bursa, Manisa, Sivas, Aydın, Gaziantep, Çorum illerinden derlenen bilgiler katalog halinde yayınlanmıştır Bu kataloglarda her ilin farklı özellikler içeren köylerine gidilerek, orijinal giyim-kuşam parçaları, giyim tarzları tespit edilmiş ve giysilerin 1/1 ölçeğinde dikiş kalıpları çıkartılmış ve bunlar yayınlarda 1/5 ölçeğinde yer almıştır

Takılar ve Süsler

Süslenme, süs ve takı kullanma; ilk çağlarda bir inanca dayalı olarak veya süslenme gereksinimi nedeniyle ortaya çıkmış ve gelenekselleşerek günümüze kadar gelmiştir Küçük topluluklar halinde yaşayan kabilelerin kendi örf, adet, görenekleri doğrultusunda yaşadıkları coğrafi çevreden temin edebildikleri doğal malzemelerle tasarladıkları takılar geleneklerle de bütünleşip, sembolik anlamlar yüklenerek günümüze ulaşmışlardır
Taş, metal, ağaç, kemik, kumaş, cam gibi temel maddelerin yanı sıra, artık malzemelerden de elde edilen birçok takı güçlü bir kültürel birikimin geçmişten günümüze yansıyan örnekleridir Geleneksel giyim-kuşamı bütünleyen takı kullanma ve süslenme geleneği geleneksel yaşamı sürdüren toplumlarda günümüzde hala devam etmektedir
Anadolu da özellikle düğün törenleri sırasında gözlemlenen takı kullanma ve süslenme geleneği bu törenler sırasında kişilerin önem sırasına ve törenin önemine göre değişmektedir Örneğin kına gecesinde gelin süslenmez onun yerine kız evinden başka bir genç kız gelin gibi giyinir, takılarını takar ve süslenir Bir genç kızın evlenmeden önce süslenmesi hoş karşılanmaz, ancak evden çıkacağı gün geçmişte daha çok nazar inancına bağlı olarak günümüzde ise güzel görünme amaçlı süs yapılmaktadır
Süslenme ve takı kullanma geleneği kadınların yanı sıra çocuk ve yetişkin erkeklerde de görülen bir olgudur Günümüzde unutulan ve unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimize rağmen takı kullanma, süslenme son günlerde ilgi gören otantik moda kavramışla bütünleşerek devam etmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Halk Resmi

Halk sanatlarından birisi olarak halk resmi, halkın kendi estetik anlayışı içerisinde çeşitli yöntem, teknik ve malzemelerle ahşap, kâğıt, cam gibi farklı alanlar üzerinde meydana getirdiği bir resim türüdür
Halk resmi ürünleri dinsel ve dinsel nitelikli olmayanlar olarak kabaca ikiye ayrılabilir Taşbaskı resimler, ulaşım araçları üzerindeki resimler, pano resimler, çeşitli duvar resimleri, camaltı resimler, kaligrafik resimler (yazı-resim), çeyiz sandıkları vb eşya üzerinde yer alan resimler, gölge oyunu tasvirleri halk resmine giren başıca türlerdir

HALK MİMARİSİ VE YAPI USTALIĞI

Endüstri Öncesi Dönemin (Tarım Çağı) kendisine has şartları içerisinde yaratılan ve 19 yüzyılda meydana gelen Endüstri Devrimiyle birlikte yok olmaya başlayan halk mimarisi; yaratıldığı çağın ve çevrenin sunduğu teknik, malzeme ve bilgi birikimi ile halkın ihtiyaçlarına göre şekillenip biçimlenen; yaratıcısı olan toplumun yaşam tarzını, toplumsal ilişkilerini, üretim ve tüketim biçimlerini, inanış ve geleneklerini en yalın biçimde ortaya koyan kültürel bir olgudur Akademik olarak tanımlanabilecek bir eğitim sisteminden ya da yazılı kaynaklardan beslenmeyen bu olgunun oluşumunda en önemli unsur olarak karşımıza çıkan tecrübe ve bilgi birikimi babadan oğula usta-çırak ilişkisi içerisinde kuşaktan kuşağa aktarılmakta, bu da mimariye anonim bir çehre kazandırmaktadır
Estetik ve lüksten çok işlevsel kaygıların ve rasyonel çözümlerin ağır bastığı halk mimarisi; ev, ambar, samanlık, köyodası, çeşme, kuyu, türbe, değirmen, cami, mescit gibi anıtsallıktan uzak; yapılışları itibarıyla içerisinde yer aldığı iklim, coğrafya ve doğa ile uyumlu eserleri kapsamaktadır
Herhangi bir mimari eserin halk mimarisi kategorisi içerisinde yer almasını sağlayan kıstas onun adı, tipi, büyüklüğü ya da fiziki olarak bulunduğu yer değildir Kıstas, o yapıtın üretilmesi sürecine hâkim olan felsefi düşünce ile yaratıcılarının dünyaya bakış açısıdır Bundan dolayı halk mimarisi ürünleri merkezi idarenin ya da toplumun ortak eğilimlerinden kopuk elitist sınıfların otorite, güç, zenginlik ve ihtişamlarını simgeleyen; bir parça da olsa "ölümsüzlük iksirinden" pay almayı uman mimari yapıtlardan kesin olarak ayrılır Endüstriye dayalı yapay malzemelerden ziyade yakın çevrede kolaylıkla ulaşılabilen doğal malzemelerin kullanılmasından dolayı (ormanlık alanlarda ahşap, volkanik bölgelerde taş, bozkırda çamur) ortaya çıkan ürünler de içerisinde yer aldıkları doğaya ve iklime uyumludur
Yapı ustalığı geleneksel bir meslek olup kırsal kesimde inşaat faaliyetlerini profesyonel olarak icra eden kişiler usta olarak adlandırılır Bu kişiler bir binayı temelinden çatısına kadar inşa edebilecek kapasitede olan meslek erbaplarıdır İstisnaları olmakla birlikte ustalık genellikle babadan oğula aktarılan ya da hep aynı aileler tarafından sürdürülen geleneksel bir meslektir Ancak esasında ustalar da köyde ya da kasabada yaşayan diğer insanlar gibi toprak işleyen ve hayvancılık yapan çiftçilerdir Ustalık ancak yılın uygun mevsiminde ve eğer iş varsa yürütülür Bina ustalarının dışında yapı ekibinde taşçı, marangoz, çamurcu, kerpiççi ve ameleler de yer alır Bunların esas görevi ustaya çeşitli şekillerde yardımcı olmak ve yapı gerecini hazırlamaktır Ancak inşaat faaliyeti profesyonel olarak bu işi icra eden kişilerin dışında tüm ailenin ve hatta akrabaların ve komşuların da bizzat katıldığı, ailenin büyüklüğünün, ekonomik durumunun ve özel ihtiyaçlarının da göz önünde bulundurulduğu kolektif bir süreçtir İnsan gücüne dayalı zor bir meslek olması nedeniyle yapıcılık işlerine ancak delikanlılığa adım atmış, bünyesi sağlam gençler dâhil olabilir Babası ya da yakın bir akrabası ile birlikte çalışmaya başlayan veyahut ta “eti senin kemiği benim” denilerek bir ustanın yanına verilen ve böylece bu mesleğe adımını atan genç ilk yıllarında basit bir amele olarak çalışır; ustalara harç, kerpiç, taş, tuğla taşır, çamur karar Bir yandan da yapıcılıkla ilgili teknik bilgileri edinir Aletlerin kullanılmasını ve maliyetle ilgili çeşitli hususları öğrenir Yeteneğine bağlı olarak birkaç yıl içerisinde kalfa olarak çalışmaya başlayan genç, otuzlu yaşlarından itibaren usta olarak kendi başına mesleği idame ettirir

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Geleneksel Türk Mutfağı

Beslenme biçimleri, içinde bulunulan kültürel- coğrafi- ekolojik- ekonomik yapıya ve tarihsel sürece göre şekillenmektedir Türk mutfağı denildiğinde, Türkiye'de yaşayan insanların beslenmesini sağlayan yiyecekler- içecekler, bunların hazırlanması, pişirilmesi, korunması; bu işlemler için gerekli araç-gereç ve teknikler ile yemek yeme adabı ve mutfak çevresinde gelişen tüm uygulama ve inanışlar anlaşılmalıdır

Genel Özellikleriyle Türk Mutfak Kültürü

Beslenme biçimleri, içinde bulunulan kültürel- coğrafi- ekolojik- ekonomik yapıya ve tarihsel sürece göre şekillenmektedir Türk mutfağı denildiğinde Türkiye'de yaşayan insanların beslenmesini sağlayan yiyecekler- içecekler, bunların hazırlanması, pişirilmesi, korunması; bu işlemler için gerekli araç-gereç ve teknikler ile yemek yeme adabı ve mutfak çevresinde gelişen tüm uygulamalar ve inanışlar anlaşılmalıdır Türk mutfağındaki çeşit zenginliği birçok etkene bağlıdır
Kısa bir ifadeyle Orta Asya ve Anadolu topraklarının sunduğu ürünlerdeki çeşitlilik, uzun bir tarihsel süreç boyunca birbirinden farklı birçok kültürle yaşanan etkileşim, Selçuklu ve Osmanlı gibi imparatorlukların saraylarında gelişen yeni tatlar, mutfak kültürümüzün yeni yapısını kazanmasında rol oynamıştır
Genel olarak tahıl, çeşitli sebze ve bir miktar etle sulu olarak hazırlanan yemek türleri, çorbalar, zeytinyağlılar ve hamur işleri ve kendiliğinden yetişen otlarla hazırlanan yemeklerden oluşan Türk Mutfağı; pekmez, yoğurt, bulgur vb gibi kendine özgü sağlıklı yiyecek türlerini de ortaya çıkarmıştır
Yöreden yöreye farklılaşan lezzetleri barındıran yeme-içme biçimleri, özel gün, kutlama ve törenlerde ayrı bir anlam hatta kutsallık taşır Türk Mutfağı, çeşit zenginliği ve damak tadına uygunluk yönünden olduğu kadar birçok yemek ve yiyecek türü ile sağlıklı ve dengeli beslenmeye ve vejetaryen mutfağına kaynaklık edebilecek örnekleri barındırmaktadır

Aşçılar ve Aşçılık

Halk mutfağında aşçı kavramı "becerikli, elinin ölçüsü iyi, yaptığı yemeğin lezzeti - temizliği beğenilen kişi" olarak tanımlanır Aşçılar, özellikle nişan, sünnet, düğün, cenaze gibi toplu - törensel yemekleri pişirirler Yöresel olarak "Yemekçi, aşganacı, keyveni" gibi adlar alan aşçı, genelde kadındır Aşçıya, "bulaşıkçı - yardımcı" gibi adlar verilen kişiler yardımcı olurlar
Aşçı, yemeği yaptıracak kişi / kişilere, yemek için gerekli malzemelerin kişi sayısına göre belirlediği, ölçüsünü bildirir Malzemenin miktarını ve kalitesini kontrol eder, önerilerde bulunur Yemek malzemesinin (et, tahıl, sebze vb) temizlenip ayıklanarak yemek yapılacak şekle getirilmesini: ocak ve kazanların kurulmasını kontrol eder Yemeklerin pişirilmesiyle ilgili tüm işlemleri yürütür Yemeğin servisinin yapılması da aşçıya aittir
Türkiye'de aşçılık denince Bolu - Mengen ilçesi akla gelir Türkiye’de mutfak sektöründe çalışan aşçıların önemli bir bölümünü Mengenli aşçıların oluşturduğu söylenebilir Bu ilçemizde her yıl aşçılar Festivali'nin yapılması ve Mengen Aşçılık Yüksek Okulu'nun bulunması, daha donanımlı aşçıların yetişmesi yolunda önemli adımlardır

Yemek Hazırlama-Sunum ve Saklamaya Yönelik Mekan ve Ekipman

Odunla ısıtılan ocak, tandır ve kuzine kullanımı giderek azalmakla birlikte köylerde kullanımları kısmen devam etmektedir Yemekler; topraktan, bronzdan, bakırdan ve demirden yapılmış tencere ve tavaların içerisinde pişirilirdi Günümüzde havagazı, bütan gazı ve elektrikle çalışan ocaklar ve ocaklı fırınlar; kuzine, ocak ve tandırın yerini almış görünmektedir Tencere ve tava yerleştirmek için ocak içine metal sacayağı ya da topraktan veya taştan yapılan bir bölüm eklenmiştir Tencere, ilgili ayaklık veya bölmeye yerleştirilip altında ateş yakılarak pişirme gerçekleştirilir
Tandır, topraktan yapılmış, tepesi açık ve altta külü ayrılabilen yeri bulunan kuyu şeklinde bir tür fırındır Odun tandırın içinde yakılır Odunun dumanı bitip tandır ısınınca, doğrudan et veya toprak kap (güveç) içinde yemek sarkıtılır, tepesi kapatılarak, pişmeye bırakılır Tandırın iç duvarına mayalı hamur yapıştırılarak ekmek de pişirilmektedir Tandırın ikinci bir türü bir yanı açık ve üç tarafı kapalı olandır Açık tarafa kapak yapılmıştır Bu tür tandır genellikle tepsi içinde ekmek ve börek pişirmek amacıyla kullanılır
Kuzine, altında odun ateşinin yakıldığı bölüm, yanında fırın bölmesi ve yüzeyde ocak yeri bulunan sobalardır Yakılan odunun veya kömürün dumanı, boru aracılığıyla bacaya verilir Tencere, tava, tepsiler
Güveç sırlı toprak kaplardandır Günümüzde çok seyrek kullanılır Son yıllarda paslanmaz çelikten yapılan tencerelerle emaye tencere ve tavalar daha sıklıkla kullanılmaktadır Bunun yanında kalaylı bakır tencere ve tavalar da hala kullanılmaktadır Son yıllarda teflon tava ve tencerelerin kullanımı da artmıştır
Sac, demirden yayvan şekilde yapılan bir gereçtir Genellikle açık ocaklarda üzerinde ekmek (yufka) pişirmek için kullanılır Ayrıca sac üzerinde ince tek kat yapılmış börek (sac böreği) etli ekmek, gözleme, pide ve katmer pişirmek için de kullanılır Sacın iç yüzeyi iyice temizlendikten sonra sac kebabı pişirmek için de kullanılır
Tahta ve metalden (kalaylı bakır veya paslanmaz çelik) kaşık ve kepçeler, yemeği karıştırmak ve tencereden tabaklara yemeği almak için kullanılır
Et tahtası, kalın sert kuru ağaçtan yapılır ve üzerinde et doğrama ve dövme işlemi yapılır Et tokmağı; köftelik eti, külbastı ve pirzolaları düzeltmek ve ezmek için kullanılır Değişik büyüklükteki bıçaklar kesme için kullanılır Ceviz, susam, sarımsak ezmek için havan kullanılır Fındık daha çok ufak el değirmeninde çekilir Son yıllarda ise elektrikli karıştırıcı, öğütücü ve sebze doğrayıcılar mutfaklarda yer almaktadır

Servis Gereçleri

Eskiden kalaylanmış değişik büyüklükte bakır tas ve tabaklar kullanılırken, günümüzde bunların yerini porselen, cam ve paslanmaz çelikten tabaklar almıştır Yemekler çoğunlukla sulu olduğundan kaşık başlıca yeme aracıdır Son yıllarda çatal ve bıçak hemen hemen her evde bulunmaktadır Bunun yanında kırsal yerleşimlerde tek kaptan yeme alışkanlığı sürdürülmektedir
Geleneksel olarak yemekler, tas ve geniş tabaklarda "sini" adı verilen, genellikle kalaylı bakırdan yapılmış büyük bir tepsi üzerinde yenilmektedir Her bireyin önüne, yemeğin çeşidine göre; kaşık, çatal ve bıçak konur Bu alışkanlığın giderek kaybolduğu, kırsal yörelerde dahi masa kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir
Kırsal bölgelerde herkes kendi kaşığı ile ortadaki yemekten alıp, yer Kentlerde, yemekler ayrı kaplarda servis edilmektedir Önce çorba, sonra et, sebze - pilav - börek ve et son tatlı servisleri yapılır Siniler 30 - 40 cm yükseklikte “sofra-sofra tahtası-ekmek tahtası” adlarıyla anılan ahşaptan bir altlık üzerine yerleştirilir Onun altına “sofra bezi” serilir
Besinlerin saklanmasında, tahtadan yapılmış sandık ve kutular, sırlı topraktan yapılmış küpler, bez torbalar, cam kavanozlar, cam bidon ve şişeler, plastik bidon ve kaplar kullanılmaktadır Ayrıca sazlardan, ince ağaç dallarından buğday sapından yapılan çeşitli büyüklükteki sepet ve seleler, sebze ve meyvenin taşınmasında, kurutulmuş sebze ve meyvenin saklanmasında kullanılır Sap siniler, metal siniler gibi yemek masası yerine kullanılmaktadır

Mutfak

Yemeğin yapıldığı mekanlar; "mutfak, ocaklık, aşevi, aşdamı, ocak vb" gibi adlar almaktadır Bazen ekmek, çörek türleri ve daha uzun süreli ısı kullanımının gerektiği yemek, yiyecek çeşitleri tandır, ocak ocaklık vb adlar alan ayrı bir bölümde pişirilir Mutfak yalnız yemek pişirilen bir mekân değildir Ülkemizde mutfak; yemek hazırlama, pişirme ve servis gereçlerinin konulduğu, yemeklerin yenildiği yer olmasının yanı sıra oturulan ve hatta yatılan birimlerin bulunduğu örnekleri de içermektedir
Kentlerde, mutfağın genişliği elverişli ise yemekler bu mekânda yenir Konuk davetinde veya geniş ailelerde, genelde salonun bir bölümünde bulunan ve "yemek odası takımı" olarak adlandırılan mobilyanın konulduğu bölümde yemek yenir Bu uygulamanın yanında kentte de yer sofrasında yemek yeme geleneğinin devam ettiği gözlenmektedir

Öğünlerde Yenen Yemek, Yiyecek ve İçeceklerden Örnekler

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine kadar öğünlerin kuşluk ve akşam olmak üzere günde iki kez olduğu bilinmektedir Günümüzde öğünler sabah, öğle, akşam şeklindedir Buna çoğu yörelerimizde devam eden "yatsılık, uykuluk, yat - geber yemeği" gibi adlar alan özellikle uzun kış gecelerinde yenilen bir öğün de eklenebilir Bunun dışında akşamüzeri özellikle komşuluk ilişkilerinde yer alan bir ara öğünden de söz etmek mümkündür
Günümüzde kahvaltı olarak adlandırılan sabah öğününde tüketilen belli başlı yiyecekler zeytin, peynir, ekmek, reçel ve yumurtadır İçecek olarak çayın ağırlık taşıdığı bu öğüne farklı peynir türleri, sucuk, domates, salatalık, biber gibi yiyecekler ve yörelere göre farklılık gösteren birtakım ürünler de eklenebilir Çorba ve süt, bal, pekmez gibi yiyeceklerle kahvaltı yapma geleneği de özellikle köy ve kasabalarda devam etmektedir
Öğle yemekleri mevsime göre hazırlanan tencere yemekleri, çorba, salata vbden oluşur Bu öğünde yapımı zaman ve emek isteyen yemeklere, et ağırlıklı yemek türlerine ve tatlılara pek rastlanmaz Çorba, ana yemek, salata ve tatlıdan oluşan mönü genellikle akşam yemeğine özgüdür
Tarlada veya başka bir işte çalışan aile bireylerinin akşam eve gelmesi ve bir sofra etrafında hep birlikte ancak akşam saatlerinde bir araya gelmeleri, akşam öğününün daha zengin ve özenli olmasının başlıca nedenidir
Özellikle kış gecelerinde yer alan bir diğer öğün "yatsılık" ta kuruyemiş, çerez, meyve türü yiyecekler yenir Son dönemlerde yerini çaya bırakmış olmakla beraber, boza, tükenmez gibi içecekler; elma, erik kurusu, pestil, cevizli sucuk gibi yiyecekler ve mevsim meyvelerinin tüketimi devam etmektedir

Belirli Zamanlara Özgü Yemekler

Türk Mutfağında belirli zamanlarda hazırlanan yemek, yiyecek - içecek türleri; sembolik anlamlarla yüklü hazırlanması nedeniyle gündelik yemeklere göre daha fazla zaman ve emek istemektedir
Belirli zamanlara özgü yemekler "imece" adı verilen yardımlaşmalarla hazırlanır Nişan, düğün, sünnet, ölüm, dini bayramlar, mevsimlik bayramlar, Ramazan Ayı gibi gündelik yaşamdan daha farklı anlamların yüklendiği günlerde yemek ve yiyeceklerin de farklılaştığı; sofraların daha özenle ve bol çeşitle hazırlandığı gözlenmektedir Bu konuda kendine özgü bir yapı gösteren doğum, düğün ve ölüm yemeklerini örnekleyebiliriz:
Doğum yapan kadına ziyarete gelen akraba, komşu ve tanıdıklar çeşitli hediyelerin yanında süt, yoğurt, yumurta, çorba gibi yemek ve yiyecekler de getirirler Loğusa evinde konuklara; loğusa şerbeti, süt, tatlı, bisküvi gibi ikramlarda bulunulur
Loğusa kadına sütünün artacağı inancıyla süt ve sütlü yiyecekler, soğan, bulgur, mercimek, şerbet, tatlı vb yedirilir; nohut, fasulye ve bazı meyveler sakıncalı kabul edilerek yedirilmez, soğuk su içirilmez
Düğün yemeklerinde et yemeğinin yanında pilav, mevsime bağlı olarak bir sebze yemeği, kuru fasulye veya nohut, hoşaf bulunur Çorba olarak şehriye ve yoğurt çorbalarının yer aldığı düğün sofralarında; keşkek, pilav ve et yemeği hemen her bölgede yaygındır Düğün sofralarında tatlı olarak helva, zerde, sütlaç veya baklava bulunur
Cenaze yemeklerinde pilav ve sebze yemeklerinin yanında yemek çeşitleri de bulunur Bazı yörelerde mezarın hazırlanmasını sağlayan kişilere verilen yemeğe "kazma takırtısı" denir Cenaze evine, yörelere göre değişiklik göstermekle beraber, 3 veya 7 günle değişen sürelerle komşu ve tanıdıklar yemek getirir, ölü evinde yemek pişmez
Ölünün evden çıktığı gün un helvasının yapılması dağıtılması; 3, 7, 40 ve 52 günlerde mevlit okutularak yemek veya yiyecek ikramında bulunulması geleneği devam etmektedir

Kışlık Hazırlıklar

Türk Mutfağında, kışlık besinlerin hazırlanmasında farklı teknikler uygulanmaktadır Biber, patlıcan, fasulye, domates, elma, erik, dut vb gibi sebze ve meyveler kurutularak kışın sebze yemeklerinin ve çeşitli hoşafların yapımında kullanılır
Biber ve domatesle; kaynama, güneşte koyulaştırma yoluyla salçalar hazırlanır Çeşitli sebzelerin, su, sirke, tuz, limon vb ile birleştirilmesi ile yapılan turşular, kış yemeklerinin yanında yoğun olarak tüketilen yiyeceklerdir Tarhana adı verilen; yoğurt, un, yarma, çeşitli sebze ve tat vericiler ile hazırlanan çorbalık türü, içine konulan malzeme ve hazırlama tekniği yöresel farklılıklar göstermekle beraber, Türkiye genelinde yaygın olarak hazırlanır Yaz sonunda hazırlanan tarhana, kış boyunca sevilerek tüketilen besleyici bir çorbadır
Vişne, çilek, kayısı başta olmak üzere çeşitli meyvelerden hazırlanan reçel, şurup, marmelat çeşitleri de kışlık hazırlıkların önemli bölümünü oluşturur Üzüm, dut, elma gibi meyvelerden hazırlanan pekmezin üretimi son yıllarda azalmış olmakla beraber devam etmektedir
Pekmeze elma, ayva, armut, üzüm gibi meyvelerin katılmasıyla reçel türleri elde edilir Pekmez, ceviz, fıstık, nişasta vb malzemelerle işlenerek pestil, sucuk, muska gibi besinler üretilir
Kış için etle hazırlanan besinlerin üretimi, özellikle kırsal yörelerde devam etmektedir Kıyma veya kuşbaşı şekline getirilen et kavrulduktan sonra tuz eklenerek soğutulur Kavurma veya sızgaç denen bu ürün, kış yemekleri hazırlanırken kullanılır Özel yöntemlerle hazırlanan pastırma, sucuk gibi ürünlerin yanında etin, kemiğin ve bazı balık türlerinin kurutularak ya da tütsüleme yoluyla kış için hazırlandığı bilinmektedir
Günümüzde yukarıda anılan tekniklerin yanında, besinlerin konserve yapılması veya derin dondurucuda muhafaza edilmesi ve kışın kullanılması giderek yaygınlaşmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Halk Kültürü

Eski 10-10-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halk Kültürü



Halk Edebiyatı
Türklerin XI yy'dan başlayarak yurt edindikleri Anadolu'da sözlü geleneğin bir devamı olarak günümüze kadar sürdürülen sözlü edebiyata, "halk edebiyatı" adı verilir Kaynağını geleneklerden, halkın kültüründen alan Halk Edebiyatı, İslamiyet öncesi sözlü edebiyatın uzantısıdır Halkın duygu ve düşüncelerini, yaşama ve dünyaya bakışını yansıtır Dil, biçim, konular, duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır

Halk Edebiyatı’nın Genel Özellikleri

-Dil ve anlatımda süslü söyleyişe yöneliş yoktur Genellikle yalın anlatım kullanılır

-Halk Edebiyatı ürünlerinde söylendikleri, yaşatıldıkları devir ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır

-Halkın içinden doğan eserler, konu, tema ve duyarlık bakımından halkın hayatına sıkı sıkıya bağlıdır

-Aşk, doğa, ayrılık, özlem, ölüm, din, tasavvuf konularının yanı sıra toplum hayatını ilgilendiren sorunlar da işlenir Biçimden çok konuya ağırlık verilmiştir

-Şiirde nazım birimi genellikle dörtlüktür Yaygın olarak hece ölçüsü kullanılmıştır Hecenin en çok 7’li, 8’li ve 11’li kalıpları kullanılmıştır Fakat şehirde yaşamış, medrese eğitimi almış bazı ozanlar aruzu da kullanmışlardır

-Şiirler işledikleri konuya göre güzelleme, koçaklama, ağıt ve taşlama, ilahi… gibi adlar almışlardır

-Şiirlerde koşma, türkü, mani, destan, semâî… gibi değişik nazım şekilleri kullanılmıştır

-Halk deyimlerine ve güzel halk söyleyişlerine yer verilir

-Şiirlerin başlığı yoktur, Nazım şekilleri ile adlandırılır

-Genellikle yarım kafiye kullanılır Daha çok redifle ahenk sağlanır Kafiyenin yanı sıra “ayak” da söz konusudur

-Halk edebiyatında nesirle oluşturulmuş zengin bir edebiyat geleneği de bulunmaktadır Nesir örnekleri arasında halk masalları, halk hikâyeleri, efsaneler, atasözleri, deyimler, halk tiyatrosu, bilmeceler, fıkralar sayılabilir

-Halk edebiyatı gözleme dayalıdır Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır Sözü edilenlerin hemen hepsi gerçek yaşamdan alınmadır

Halk edebiyatı, ortaya konan ürünlerin gösterdiği biçim ve içerik özelliklerine göre üç bölüme ayrılır:

1) Anonim (Ortak) Halk edebiyatı

Anonim Halk Edebiyatı
Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu, sözlü geleneğe dayalı edebiyattır Sözlü olduğu için, ürünler; halk arasında dilden dile geçtikçe zaman, kişi, yer unsurlarına bağlı olarak değişikliğe uğramıştır

Atasözleri

Deyimler

Bilmeceler

Ninniler

Dua ve Beddualar (Hayırdualar ve İlençler)

Tekerlemeler

Fıkralar

Masallar

Halk Hikayeleri

Efsaneler

Destanlar

2) Âşık Edebiyatı

Halk diliyle ve hece vezniyle meydana getirilen, saz eşliğinde söylenen şiirlerden oluşan geleneksel edebiyatımızın adıdır Bu geleneği sürdüren şairlerimize Âşık denildiği için bu edebiyata da Âşık Edebiyatı denilmiştir
Âşık, Türk Halk Edebiyatında XVI yy'ın başından itibaren görülen şair tipidir Genellikle, aşığın şairlik gücünü rüyasında pirin sunduğu "âşk badesini" içmekle ve "sevgilisinin hayalini" görmekle kazandığına inanılır
Rüya da genellikle âşık adayının karşısına bir sevgili veya saz çıkmaktadır Rüyaların süsü aksakallı bir derviş ve bazen bir bazen üç dolu bardaktır Bardağın rüyada tas halinde görülmesine de sık sık rastlanır Ozanlara rüyada sunulan tasların içindeki mayilere aşk dolusu denir Fars Edebiyatı'nın etkisiyle bâde adını da almaktadır Bunlar; erlik, pirlik ve âşk badesi diye adlandırılırlar
Âşıklarımız genellikle bir usta âşığın yanında yetişirler Ondan hem usta deyişlerini hem de sanatın icrasına ilişkin yol ve yöntemleri öğrenirler Âşık meclislerinde, kahvelerde bu ustaların sanatlarını icra ediş biçimlerini yeterince kavradıktan sonra, ustalaşan ozanlarda kendilerine çırak alırlar ve gelenek bu şekilde devam eder
Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir Atışmalardaki amaç; yarışmak ve kazanmaktır Atışmalarda en az iki âşık karşı karşıya gelir Mecliste bulunan saygın bir kişinin ya da usta bir ozanın ayak söylemesiyle atışma başlar Ayağa uygun dörtlük söyleyemeyen âşığın yenilgisiyle atışma sona erer
Âşık Edebiyatının başlıca unsurlarından birisini hikâye anlatma oluşturur Saz şairleri içerisinde geleneğe bağlı olanların çoğu âşık meclislerinde hikâye anlatırlar Bir kısım usta saz şairleri ise, bir yandan usta malı halk hikâyeleri anlatırken bir yandan da kendi düzdükleri hikâyeleri anlatırlar Çıldırlı Âşık Şenlik, Ercişli Emrah, Sabit Müdami geleneğe bu yanıyla katkıda bulunmuş önemli saz şairleridir
Tonguzların Şaman, Moğol ve Baryatlar'ın Bo veya Bugue, Yakutların Oyun, Oğuzların Ozan dedikleri bu geleneğin temsilcileri toplumun yaşam biçimlerini düşünce ve duygularını, olaylara bakış açılarını şiirleriyle dile getirmişlerdir Aşıklık geleneğin en önemli temsilcileri; Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Ercişli Emrah, Dertli, Seyrani, Sümmani, Aşık Veysel Şatıroğlu, Mevlüt Şafak (İhsani), Mahzuni Şerif, Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova’dır

Aşık Edebiyatındaki Belli Başlı Geleneksel Olgular

Mahlas Alma: Mahlas, şairlerin yazdıkları şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma ada denir Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır Aşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş, mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur Dadaloğlu'nun asıl adı Veli, Sümmani'nin Hüseyin, Gevheri'nin Mehmet vb'dir Aşık geleneğe uygun olarak kullanacağı mahlası şu yollarla alır:

a)Mahlasını kendi seçerek alma:

-Adını, soyadını mahlas olarak kullanır

-Yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır

b)Bir usta aşıktan, imam, pir ya da mürşitten alma

- Usta aşık çırağı sınava tabi tutar

- Usta aşık çırağının durumuna göre bir mahlası uygun görür

- Şeyh ve pirin manevi tesiriyle mahlas alır

c) Rüyasında bade içerken alma

Rüya Sonra Aşık Olma (Bade İçme): Rüya motifi Türk Halk Edebiyatında sıkça karşımıza çıkan bir motiftir Genellikle halk hikayelerinde yer alan bu motif bazı aşıkların hayat hikayeleri içinde de görülmektedir Aşıklar aşıklığa başlamayı ya da yetişip usta aşık olmayı geleneksel bir unsur olarak gördükleri iki önemli yol, usta yanında yetişme ve/veya rüyada bade içerek badeli aşık olmadır
Bade, şerbet, su vb bir içecek olabileceği gibi elma, nar, ekmek, üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir Aşık edebiyatında bade içme-rüya motifi bir gelenek icabıdır

Bade aşığa;

- Bir pir tarafından,

- Üçler tarafından,

- Beşler tarafından,

- Yediler tarafından,

- Kırklar tarafından verilir

Usta – Çırak İlişkisi: Aşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de usta çırak geleneğidir Aşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak, yetenekleri ölçüsünde olgunlaşırlar Gelenek gereği icracılık ve aşığın şairlikteki ustalığı için üstat da denilen bir aşığın yanında ders almaları gerekmektedir Genç aşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir Sabrın sonunda çırak ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur

Aşık Karşılaşmaları (Atışma): Aşıkların doğaçlama olarak belirli bir kural çerçevesinde söyleşmelerine "atışma" denir Atışma, aşıkların dinleyenler karşısında, deyişme sırasında birbirini iğneleyici fakat mizah çerçevesi içinde söyleşmeleridir En az iki aşığın dinleyici huzurunda karşı karşıya gelerek birbirlerini sazda ve sözde belli kurallar çerçevesinde denemeleri esasına dayanır Karşılamalarda, aşıklar rakiplerine üstün gelmek için onu mat etmenin yollarını ararlar

Leb – Değmez (Dudak Değmez): Aşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir İçinde (b,p,m,v,f) dudak ve diş-dudak sesleri bulunmadan söylenilen şiir demektir Aşıkların dudakları arasına iğne koyarak yarıştıkları bir atışma biçimidir

Askı (Muamma) Çözme: Muamma, halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demektir Aşık edebiyatında muammanın özel bir önemi vardır Aşıklarca muamma düzenlemek ya da bir muammayı çözmek bilgi ve zeka ister"Murat Uraz" muammanın uygulanışını şu şekilde anlatmaktadır:
Kahvelerde muamma teşhir edildiği gecelerde; sigara ve nargile içilmez, kimse sesli konuşmaz, herkes intizam içinde oturur Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kağıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür
Aşıklar nöbetle kahveye gelenlere işine ve halk arasındaki derecesine göre ağırlamalar söylerler Ağırlanan kişi de ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır Muammayı kim çözerse paraları alır ve muammayı tertipleyen aşık da bir taksim çıkarırdı Şayet bu muamma birkaç gece kahve duvarında asılı kalır, kimse tarafından da çözülmemiş olursa sahibi olan aşık bunun ne olduğunu söyler ve bütün paraları alırdı

Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi: Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve semailerdeki aşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmeleridir

Tarih Bildirme: Aşık, kıtlık, yangın, sel felaketleri, salgın hastalık, önemli savaşlar vb toplumu yakından ilgilendiren, sosyal hayatla ilgili olaylarla kendi doğum tarihini şiirlerinde tarihi birer belge olmasını istemiş ve genellikle ilk yada son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir

Nazire Söyleme: Nazire, bir şairin şiirine karşılık olarak başka bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde yazılan şiirdir

Saz Çalma: Saz, aşık için ilhamı kamçılayan bir alet olup aşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir

Aşık Edebiyatında Türler

Heceli Türler

Koşma: Türk Halk şiirinin en yaygın türüdür Hece ölçüsünün 6+5=11 ya da 4+4+3=11'li kalıbı kullanılır Konuları bakımından koşmanın kişi ve doğa güzelliğini övenine "güzelleme",yiğitlik konusunu işleyenine "koçaklama",bir kişi ya da toplumun kötü yönlerini eleştirenlere "taşlama",yasla ilgili olanlarına "ağıt" adı verilmektedir

Semai: Halk şiirinde hecenin sekizli ölçüsü ile koşma biçiminde tertip edilip özel bir ezgi ile söylenen şiirlere denir Genellikle en az üç, en fazla beş dörtlükten oluşur Çoğunlukla; doğa, güzellik ve ayrılık temalarını işler

Varsağı: Güney Anadolu'da "Varsak" boyu halkınca özel bir ezgi ile söylenen nazım türlerinden biridir Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişmektedir Varsağı, biçimce semaiye benzemekte olup semai gibi hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla söylenmektedir Aralarındaki fark söyleyiş biçimlerinde ve ezgilerindedir

Destan: Aşıkların sevgilerini, kahramanlık olaylarını, günlük olaylarla ilgili kimi durumları ve bazı acıklı olayları anlattıkları biçim olarak halk edebiyatı nazım türlerinden koşmaya benzeyen, koşmadan dörtlük sayısı, konu, anlatım ve ezgi yönünden ayrılan halk şiiri türüdür

Aruzlu Türler

Divan: Halk şiirleri arasında "divani" adıyla bilinen divan, aşık edebiyatı nazım şekillerinden olup, aruzun fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıbıyla söylenmiş şiirlerdir

Selis: Halk edebiyatında feilâtün (fâilatün) / feilâtün / feilâtün / feilün yazılan şiirlerdir Genellikle 19 yy aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazel biçiminde olanıdır Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır

Semai: Aşık edebiyatında hece ölçüsü ile yazılan semailerden başka bir de divan edebiyatının etkisi ile aruzla yazılmış semailer bulunmaktadır Semai aruz ölçüsünün mefâilün / mefâilün / mefâilün / mefâilün kalıbıyla yazılan ve özel bir beste ile okunan aşık edebiyatı ürünüdür

Kalenderi: Halk şairleri tarafından aruzun mef’ûlü mefâ’îlü kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire denir Özel bir ezgiyle okunur Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır Kafiye düzeni divan ve semai ile aynıdır

Satranç: Aruzun mefteilün / müfteilün / mefteilün / müfteilün kalıbıyla yazılan gazel biçimindeki şiirlerdir

Vezni Aher: Aruzun müstef'ilâtün / müstef'ilâtün / müstef'ilâtün / müstafilâtün kalıbıyla yazılan şiirlerdir

3) Tekke (Tasavvuf) Edebiyatı

Anonim Halk Edebiyatı

Aşık Edebiyatı

Tasavvuf (Tekke) Edebiyatı

Tasavvufi Halk Edebiyatı (Tekke Edebiyatı) Anadolu’da 13yüzyıldan sonra yayılmaya başlamıştır Kurucusu 12yüzyılda Türkistan’da yaşayan Ahmet Yesevi’dir Anadolu’da 19'uncu yüzyıla değin çeşitli tarikatlar vasıtasıyla gelişen bu edebiyat geleneğinin sürmesinde en önemli rolü Alevi-Bektaşi ve Melami-Hamzavi şairler oynamıştır Tasavvufun etkisiyle doğan Tekke edebiyatının amacı tasavvuf düşüncesini insanlara benimsetmektir Tasavvuf felsefesine göre kainatın yaratılış sebebi tanrının kendi güzelliğini görmek ve bilinmek istemesidir Tanrının "ol" emri ile kainat yaratılmıştır Varlıklar tanrıdan kopma bir parçadır Dolayısıyla Tanrı "vahded-i Vucut" yani tek varlıktır Dolayısıyla evrendeki varlıklar asıl varlığa dönmek ister Varlığın kendi varlığını tanrı varlığında yok etmesi tasavvufta en son aşamadır
Tasavvuf edebiyatı şairleri, yalın bir dille, hece ölçüsüyle ya da aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla eserler vermişlerdir Şairleri hecenin yanında aruzu, dörtlüğün yanında beyiti de kullanılmıştır Bu edebiyatın düzyazı biçimini ise evliya menkıbeleri, efsaneler, masallar, fıkralar ve tarikat büyüklerinin yaşamlarını konu alan yapıtlar oluşturur Arapça - Farsça sözcükler, Halk edebiyatının en çok bu bölümünde kullanmıştır Bunların bir bölümü tasavvuf terimleridir
Bu geleneğin en önemli temsilcileri; Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa, Hacı Bayram-ı Veli, Hüdai, Abdû Furkan, Sezai ve Turabi’dir

Tekke Şiirinde Türler

İlahi: İlahiler, tasavvuf görüş ve anlayışını anlatan bunun inceliklerini, ilahi hikmetleri ve sırları dile getiren manzumeler olup herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Tanrı'yı öven, Tanrı'nın büyüklüğü ve gücünü telkin eden şiirlerdir Dini törenlerde ve dergahlarda kendine özgü bir makamla söylenir İlahiler dörtlükler ya da beyitlerle yazılırlar Dörtlüklerle yazılanlar genellikle 7'li, 8'li bazen de 11'li hece ölçüsü ile koşma uyak düzeninde yazılır Beyit ile yazılanlar ise genellikle 11,14 ve 16'lı hece ölçüsü ile bazıları ise aruz ölçüsüyle yazılır

Nefes: Dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bekteşi aşıklarınca yazılanlarına denir Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri tarikat kurallarıyla ilgilidir Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşma gibidir Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7811’li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır

Ayin: Mutasavvıflara has bazı hal ve hareketleri ifade etmek için ilk defa İranlılar tarafından kullanılan ayin terimi daha sonra Türk Tasavvuf Edebiyatına da geçmiş Mevlevilerin sema meclislerinde söyledikleri ilahilere verilen ad olmuştur

Tapuğ: Gülşeni tarikatında ayinler sırasında okunan şiirlere tapuğ denir

Durak: Mevlevi dışındaki tarikatların hemen hepsinde bulunan fakat genellikle Halveti Tarikatına mensup kişilerce zikrin birinci bölümünü teşkil eden Kelime-i Tevhidden sonra İsm-i Celal zikrine geçmeden önce verilen orada bir yada iki zakir tarafından her makamdan okunan, serbest olarak bestelenmiş Türkçe manzumelerdir

Cumhur: Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışında topluca okunan ilahilere verilen addır

Hikmet: Dini ve tasavvufi halk şiirinde şairin anlayış ve sezgilerine göre din konularını işleyen şiirlere denir

Devriye: Dini ve tasavvufi halk edebiyatında devir nazariyesini işleyen şiirlerdir Devriye; evrenin ve insanın Tanrı’dan çıkıp, tekrar Tanrı’ya dönmesi felsefesine göre yazılan tasavvufi şiirlerdir

Şathiye: Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir Şathiyeler, mutasavvıf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir

Tevhid: Allah’ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzumelere “tevhid” denir Divan edebiyatı nazım türlerinden gazel, kaside ve mesnevi biçimlerinde kaleme alınmışlardır

Nutuk: Tekkelerde tarikat ulularının özellikle eğitici mahiyette olmak üzere söyledikleri şiirlere verilen addır

Deme: Alevi tarikatından olan tasavvuf şairlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine “deme” adı verilir Genellikle 8’li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir

Duvaz: Düvaz-ı imam, düvaze, imam da denilen duvazlar On İki İmam’ı öven nefeslerdir

Halk Aşıklarımız (Ozanlarımız) ve Halk Şairlerimiz

Yunus Emre (1238? – 1321?)

Kaygusuz Abdal (1341 ?– 1444 ?)

Pir Sultan Abdal (16Yüzyıl)

Karacaoğlan (17 Yüzyıl)

Dadaloğlu (1785 ? – 1868 ?)

Dertli (1772-1845)

Ercişli Emrah (16Yüzyıl – 17 Yüzyıl)

Erzurumlu Emrah (1775 ? -1854 ?)

Köroğlu (16Yüzyıl)

Seyrani (1807 ? – 1866)

Sümmani (1860 – 1915)

Aşık Şenlik (1850-1913)

Aşık Veysel Şatıroğlu (1894–1973

Mahzuni Şerif (1940-2002)

Mevlüt Şafak (Mevlüt İhsani)

Murat Çobanoğlu (1940–2005)

Şeref Taşlıova

Kaynak : Kültür ve Turizim Bakanlıgı resmi sitesi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.